Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm- Önce Sen!

@melinogut

 

Selamlar, selamlarr

 

Bu sefer daha uzun bir bölümle geldim. Umarım keyifle okursunuz.

 

Okurken fikirlerinizi, tepkilerinizi, tahminlerinizi lütfen benimle yorumlarda paylaşın🩷

 

İyi okumalarr 🌸

 

 

 

 

 

 

 

Ansızın uykumdan uyandığımda ne ara uykuya dalmış olduğumu bile hatırlamıyordum. Odanın loş sarı ışığı daha da kısılmıştı. Bir süre gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. Gözümü kırpıp açtığımda birkaç saat önce yatakta yattığım tarafın boş olduğunu gördüm. O an boynumun altında yastık gibi duran ve belime dolanmış kolları fark ettim. Sonra iki eli de ellerimle sıkı sıkı tuttuğumu. Muhtemelen ben uyuduktan sonra Aziz beni kendi tarafına çekip sarılmıştı. Ben de hiç rahatsız olmamışsam demek, gidecek gibi tutmuştum ellerini. Nefesini boynumda, dudaklarını ensemde hissediyordum. Nefesi uyuduğunu gösterecek şekildeydi ama beni tutuşu gevşek değildi. Kendimi biraz çekmeye çalıştığımda belimdeki kolu buna izin vermedi. Rahatı bozulmuş olacak ki bir şeyler mırıldandı ağzının içinde ama anlayamadım. Uyandığını düşünüp ona dönmeye çalıştığımda bu sefer kolu biraz olsun gevşemişti. Kapalı gözleri ve hafif hafif oynayan dudaklarıyla uykusunda konuştuğunu anladım.

 

Birazcık oyundan kimseye zarar gelmezdi. "Aziz?" diye mırıldandım önce. Bana bir cevap vermedi ama dudakları hareketine devam ediyordu. "Ne dedin?" dedim bu sefer biraz daha yüksek sesle konuşmasını umarak. "Kalbimsin." diye bir mırıltı yükseldi Aziz'den. Kıkırdadım söylediği şeyle. Uykusunda bile bana ilanı aşk etmeye devam ediyordu. Ona bir şans vermekte çok haklıydım.

 

"Başka?" diye mırıldandım ben de. Şımarmıştım. Ama hakkımdı 10 yıldır duymuyordum böyle gerçek cümleler. Daha da duymak istemek en büyük hakkımdı. "Bir tanemsin, biriciğimsin." dedi. Bu sefer zor anlayabilmiştim. Tam yine başka diye soracaktım ki "Sevgilimsin, karımsın." diye mırıldandı. Gözlerim büyüdü. Buna da vur deyince öldürüyordu. "Değilim sevgilin, karın da değilim." diye itiraz ettim. "Bari rüyamda kabullen." dedi mutsuz sesi. Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.

 

"Tamam kabullenirim ama bir şartla." dedim. "Ne?" diye bir ses çıktı ağzından. 'neh' de demiş olabilirdi. Tam anlaşılmıyordu ama ben öyle anlıyordum. "Neden gittiğini söylersen kabul edeceğim sevgilin olduğumu." dedim. Dudağının bir kenarı yukarı kaydı hafifçe sonra tekrar eski haline döndü. Resmen rüyasında gülmüştü. Ben cevap verecek diye beklerken beni daha da çok çekti kendine. Benim başım yastıktaydı onunki ise daha aşağıdaydı. Beni kendine daha da çekince yüzünü boynuma gömdü. Boynuma uyku sersemi bir öpücük bıraktığında karnımın kasıldığını hissettim. "Kalbimsin." dedi yine. Bir süre daha sessiz kaldı. Sonra yine zor anlaşılır bir şekilde mırıldandı. "Benimsin."

 

Bunun farklı bir anlamı olup olamayacağını düşündüm önce. Yoktu. Rüyasında bile itiraf etmiyordu. Belki açıklar diye "Nasıl yani?" diye sordum ben de mırıltıyla. Cevap vermedi. "Aziz?" diye seslendim. Rahatsız olduğuna dair bir ses çıkardı boğazının gerisinden. Yüzünü iyice boynuma gömdü. Tekrar öptü. Bu sefer ıslak bir öpücüktü. Birkaç saniye çekilmedi dudakları. Ben bunu uyuyor sanıyordum ama bu fırsattan istifade beni götürüyor olmasındı. Olmasındı lütfen.

 

Bu sefer ben rahatsız olduğum için mırın kırın ederek uzaklaşmaya çalıştım ama Aziz'in bir kolu omzuma bir kolu belime dolanmış bir şekilde beni mengeneye almıştı. Başarılı olamadım. Benim hareketlenmemden rahatsız olmuş olacak ki o da hareketlendi. Kafasını boynumdan kaldırdı. Yastığa geri koyacağını düşünüyordum ki yüzünü göğüslerime bastırmasıyla birlikte ağzımdan çıkan küçük çığlığa engel olamadım. Bu sefer çığlık sesime uyanacağını düşünmüştüm ama yanağını göğüslerime bastırıp uyumaya devam etti.

 

Nefes almadığımı fark edince derin bir nefes çektim içime. Göğsümle birlikte hareket eden başını görünce gülmemek için dudaklarımı birbirine kapattım. Gerçekten şu an tam olarak bebek gibi uyuyordu. Saçları dağılmış, loş ışıkta bile belli olan yanakları kızarmıştı. İkimizin arasında kalan ellerimden birini aramızdan çıkardım ve Aziz'in boynundan uzanarak saçlarına doğru getirdim. Saçlarına dokunmayalı çok uzun zaman olmuştu. Ama dokunduğum an sanki tüm o anılar birden beynime doluşmuş gibi hissetmiştim. Kafamı kafasına yasladım ve burnumu saçlarının arasına daldırdım. Tarçınlı kurabiyenin kokusu bu saçların arasında da hissediliyordu. Bir yandan saçlarıyla oynarken bir yandan da özlediğim kokuyu doya doya içime çekiyordum. Dayanabileceğim kadar dayanmıştım. Bu koku beni uykunun tatlı kollarına çekiyordu.

 

 

B.A.L Anadolu Lisesi Aralık 2012

 

Dışarıda çok soğuk bir hava hakimdi. Kar henüz yağmamıştı ama keskin soğuk iliklere işlerken insanlar karın yağması ve havanın biraz da olsun yumuşaması için dua ediyordu. Leyla ve Birce, Sarp ve Meryem sıralarında birbirlerine dönmüş, öğleden sonraki derste olacakları sınav için tekrar yapıyorlardı. Dersin hocası sınava çalışmaları için serbest bırakmıştı. Herkes birbiriyle konuşma halinde olduğu için sınıfta bir uğultu vardı.

 

"Erdemle Aziz çalışabiliyor mudur sizce?" diye sordu Leyla. Herkes üniversite sınavını daha önemli gördüğünden okul sınavlarına çalışma işi arada biraz kaynamıştı. Sınavlar kolay olur diye düşündükleri bir dönemdelerdi ama bu sabah sınavı olacak iki hocanın konuşmalarına şahit olan bir arkadaşları iki sınavın da 'kazık' gibi olacağını duyduğunu söylediğinde hepsini bir panik almıştı. 'A' sınıfının hocası ders çalışmalarına izin vermişti ama 'B' sınıfının dersi matematikti. Ve bu kısaca başka bir derse çalışmak imkânsız demekti.

 

"Hiç zannetmiyorum. Ayhan hoca ölse de o derse gelir. Ölse de başka bir dersin sınavına çalışılmasına izin vermez." dedi Sarp önündeki tarih notlarını karıştırırken.

 

"Hayır anlamıyorum biz sayısalız. Neden hala tarih dersi görüyoruz. Üniversite sınavı konuları yetmezmiş gibi bir de okul sınavlarıyla uğraşıyoruz." diye mızırdandı Meryem.

 

"Yazık çocuklar da çalışamayacaklar şimdi."

 

"Onlar eşit ağırlıkçı Leyloş. İkisi de yapar. Kafanı onlara değil önündeki tarih notlarına yor." dedi Birce, arkadaşının bıraktığı notları tekrar eline tutuşturarak. "Off keşke ben de eşit ağırlık seçseydim. Ben neden sayısal seçtim ya! Niye kimse uyarmadı beni? Hayır yani bir meslek hedefim de yok. Ömrümü çürütüyorum gerçekten." deyip kafasını tok bir ses gelecek şekilde masaya vurdu.

 

"Gerçekten bunu düşünmek için çok doğru bir an seçtin aşkım. Kaldır şu kafanı da notları oku. Depresyona sonra girersin." dedi Birce özenle hazırladığı tarih notlarını arkadaşlarıyla paylaşırken. "Sevgilini de düşünme merak etme ben anlatırım ona öğle arasında. Aziz de gelir siz de olursunuz. Çıkışta da bana özel ders parası toplarsınız aranızda."

 

Sarp ve Meryem Birce'ye gülerken Leyla, masada kafasını sağa sola sallayıp ağlama sesleri çıkarıyordu. "Hakkın ödenmez Bircesi. Senin şu notların olmasa bu sözel dersler nanay yani." dedi Sarp önündeki not kağıtlarını incelerken.

 

"Sen sus. Hep hazıra konuyorsun zaten. Biz olmasak sen hala 9. Sınıf okuyordun biliyorsun değil mi? El birliğiyle seni çalıştırıp bugünlere getirdik. Şimdi de Meryem'in başına çöreklendin. Üniversite kazanırsan şu kızın hayrına kurban kessin annen baban." Dedi Sarp'ın elindekini not kağıdını alıp sıraya koyarken.

 

Sarp'ın gülüşü büyüdü. Yanında oturan Meryem'in omzuna kolunu atıp kendine çekti. Saçlarına büyük bir öpücük bıraktı. "Ben ona kurban olurum zaten" dedi. Meryem, Sarp'ın omzuna doğru yatmış, kızaran yanaklarıyla küçücük bir hal almıştı. Leyla da kafasını kaldırmış, karşısındaki tazecik çifte gözleri parlayarak bakıyordu. "Pinti, kurban kesmemek için yaptığı şova bak." dedi Birce göz devirerek.

 

"Senin ortamdaki romantikliği silip atmanı ne yapacağız aşkım?" diye sordu Leyla. "Boş ver Leyloş bırak şunu ya. Ne anlar Birce aşktan sevgiden. Takık o lisede sevgili olanlara. Bakma baş düşmanı senle Erdem'di normalde ama şimdi bize çevirdi rotayı." dedi kötücül bakışlarını Birce'ye gönderirken.

 

Birce yalandan alınmış bir şekilde elini kalbine koydu. Ağzı açılmış, kaşları yukarı kalkmıştı. "Sana yazıklar olsun. Bu ilişkiye emeklerime yazıklar olsun. Haklıydım demeyi hiç sevmem ama sırf şu cümlen için zamanı geldiğinde suratına haklıydım diye bağırasım var." O sırada gözleri kendisine tatlı tatlı bakan Meryem'e kaydı. "Sen şu kıza dua et ki inşallah ayrılır senden diye dua etmiyorum. Pis herif." deyip masadaki not kağıtlarını topladı ve duvardaki saate baktığında öğle arası vaktinin geldiğini görünce dersin hocasına her zamanki gibi dersin bittiğini söyleyip masadan aldığı not kağıtlarıyla kapıya doğru ilerledi. Sarp'a dil çıkarmayı da unutmamıştı.

 

Kapıyı açıp karşı sınıfın kapalı kapısına baktı. Birkaç saniye sonra kapı açıldı ama kapıdan ilk çıkan Aziz değildi. Dışarı çıkan insanların arasından sınıfa doğru baktı ve kafasını sıradan kaldıran Aziz'i gördü. Yorgun görünüyordu ama Birce'yi görünce uykulu gözlerine bile sinen bir gülüşle baktı kapıya doğru. Birce de ona gülümsedi. Elindeki not kağıtlarını sallayınca Aziz'in gülen yüzü dağıldı. Ayaklarını sürüye sürüye Birce'nin yanına geldi.

 

"Bana sakın öğle arasında ders çalışacağız deme biriciğim bozuşuruz." dedi Aziz tehditkar bir tonla. "Sadece gerçekten kesin çıkacak yerleri anlatacağım ya! Kazık gibi olacakmış sınav. Düşük mü almak istiyorsun?"

 

"Hayır düşük almak istemiyorum ama öğle aramı buna harcamak da istemiyorum."

"Hem ayranım dökülmesin hem de tatsız olaylar yaşanmasın diyorsun öyle mi?" dedi Birce bir kaşını kaldırarak. Aziz de onu ayıplar gibi açılan ağzını eliyle kapatmıştı. "Aaa ne kadar ayıp şeyler konuşur oldun sen böyle. Hiç yaramadı sana büyümek. Dilin açıldı."

 

"Hiçbir şey demedim. Kötü anlayan kötü düşüncelidir." Birce'nin burnunu havaya dikip söylediği cümleyi Aziz de "Kiti inliyin kiti dişincilidir." Diyerek ona geri iade etmişti. Koluna yediği şamarla ağzını büzmekten vazgeçti. "Tamam hadi söyle ne istiyorsun?" diye sordu Birce. Bu sırada Aziz kollarını gere gere esniyordu. Açılan kollar Birce'nin omuzlarını sararak kapandı. Yüzünü de saçlarına gömmüştü. "Bilmiyorum." diye mırıldandı. "Uyuyalım mı?" Sesindeki paniği yansıtmamaya çalışarak cevap verdi Birce "Şimdi mi?" Başının üstündeki başın sallandığını hissetti. "Hmm şimdi. Kütüphanede uyuyalım işte her zamanki gibi. Kendimi halsiz hissediyorum galiba hasta olacağım."

 

Boşta duran eliyle Aziz'in sırtına bir sille yapıştırdı Birce. "Madem hasta olacaksın niye gelip bana sarılıyorsun?" dedi sinirle. Sakince güldü onun sinirine Aziz. "Sen de hasta ol ki bana bakama diye sarılıyorum. Kendini unutup hemşire moduna bağlıyorsun o zaman." Birce ellerini Aziz'in göğsüne koyarak kendinden uzaklaştırdı. "Saçımızı süpürge ediyoruz yine yaranamıyoruz." dedi bozulmuş bir tavırla. Aziz'in elleri Birce'nin saçlarına uzandı. "Ben senden asla saçını süpürge etmeni istemem. Bana lazım onlar." dedi yan gülüşle. Gözleri kısılmış kendisine kötü kötü bakan Birce'yi bu şekilde yumuşatamayacağını anladı.

 

"Tamam ders çalışalım ama yarım saat. Sonra yarım saat de uyuyacağız tamam mı?" dedi çok ciddi bir teklif sunar gibi elini uzatmıştı Birce'ye doğru. Birce bir süre havadaki ele ve Aziz'e baktı. Sonra başını salladı ve havadaki eli tuttu. "Kabul." dedi.

Bir süre gözünü Aziz'den çekmedi. Gerçekten hasta gibi görünüyordu."Sen kötü görünüyorsun ama gerçekten hasta olacak gibisin." dedi Birce gözündeki endişeyle Aziz'e bakarken.

 

"Telaş yapma hemen Birce, sakin. Üşüttüm muhtemelen. İki burnum akar iyileşirim. Güçlü benim bünyem sen merak etme." Bünyesinin güçlü olduğundan bahsederken pazılarını da Birce'nin gözüne sokmaya çalışmıyormuş gibi yapıyordu.

 

Alayla güldü bu tavra Birce. "Hmm ne güç ne güç! Sorma!"

 

"Ne?" dedi Aziz şaşkınlıkla. "Güçlü değil miyim?" Bilmem der gibi dudağını büzdü Birce. "Allah allah bu inançsızlık neden ya? Unuttun galiba seni sırtımda taşıdığım günleri?"

 

Hatırlamak istermiş gibi gözlerini kıstı Birce. Kollarını birbirine dolayıp düşünmeye başladı. "Ne zamanmış o ya? Ben niye hatırlamıyorum?"

 

Sırıttı Aziz Birce'nin bu tavrına. Sonra oyununa ayak uydurdu. "Hatırlamıyor musun ya? Allah allah. Ne yapsak ki? Hatırlatmak mı lazım?"

 

Birce 'ne?' demeye bile fırsat bulamadan kendini Aziz'in omzunda tepetaklak halde bulmuştu.

 

Omzunda Birce'yle koridorda yavaş yavaş yürüyerek kütüphaneye doğru ilerledi Aziz. Birce'nin 'indir beni' fısıltılarını duymazdan geliyordu. Koridorda çok kişi kalmamıştı ama yine de bomboş değildi. Sınıfının kapısının önünde durmuş onlara bakan arkadaşı Kürşat'ı gördü Aziz. Gülümseyerek bir baş selamı verdi. Suratındaki zoraki tebessümle karşılık verdi Kürşat da ve sınıfa girdi.

 

Kütüphaneye girdiklerinde sonunda Aziz, Birce'yi omzundan yere bıraktı. Ayakları yerle buluşan Birce kısık gözlerle Aziz'e bakıyordu. "Hiç bakma bana öyle. Gücüme inanmayan sendin. Kanıtlamak şarttı." dedi kendinden emin konuşarak. Birce cevap vermeye tenezzül bile etmedi. İki kere güçsüzsün dese buradan eve bile götürürdü Aziz. Bunu bildiğinden kütüphaneye kadar yorulmamıştı işte.

 

Her zamanki masalarına oturdular. Arkadaşları da peşlerinden geldi. Birce anlattı, Aziz eksiklerini tamamladı. Aslında Birce Aziz'in tarihinin ne kadar iyi olduğunu biliyordu ama konuları iyice anlamak için birine anlatması gerekiyordu. Bu kişi Aziz olduğunda hem eksikleri kapanıyor hem bilmediği birçok şey öğreniyor hem de onunla ders çalışmaktan keyif alıyordu.

 

Yirmi beş dakika, ders anlatımı ve sınavda çıkacak tahmini soruların cevaplarıyla geçti. "Şu son derste anlattığı konuya da bakalım mı gençler?" dedi Erdem. Aziz kafasını masadan kaldırdı aniden. "Yok, hayır! Bakmıyoruz. Bakmak isteyen başka yere hadi. Biz uyuyacağız." Hepsinin gözü Aziz'e dönmüştü.

 

"Uyuyacaksın diye ders çalışan insanları kütüphaneden mi kovuyorsun sen?" dedi Leyla şaşkınlıkla. "Evet." Diye cevap verdi Aziz gözlerini zorla açıp kapatırken. "Manyağa bak. Sen uyuyacaksın diye 5 kişi kalkıp gidecek miyiz? Sen git uyu başka yerde."

 

Yanında oturan Birce'nin kolundan çekti ve omzuna kolunu dolayıp kafasını masanın üstünde duran kendi kafasına yasladı. "1 değil 2 kişiyiz. Hadi gidin."

 

Arkadaşları birkaç saniye karşılarındaki Birce ve Aziz'e baktı. Aziz'in ciddiliği ve Birce'nin karşı çıkmamasıyla daha fazla burada durmamaları gerektiğini anlamışlardı. Arkadaş gruplarında hala sevgili olmayan çifti bir araya getirmek hepsinin nihai hedefiydi. Birce durup durup genç yaşta aşık olmanın zararlarıyla ilgili nutuk atmasa her şey daha kolay olabilirdi. Aziz, Erdem ve Sarp'a çoktan itiraf etmişti duygularını ama Birce herkese karşı reddediyordu hislerini. Uzunca bir süre kendisinin platonik olduğunu düşündü hatta Aziz ama Erdem ve Sarp'ın da gazları, Birce'nin de onu sevdiğini sadece lisede böyle bir şey yaşamak istemediğini düşündürmüştü. O günden sonra içindekileri tutmayıp yaşamıştı. İstediği zaman sarılmıştı, saçlarıyla oynamıştı, vedalaşırken yanağından öpmüştü. Hiçbir yakınlığına Birce tarafından mesafe konmamıştı. Bu Aziz'i daha da umutlandırıyor ve okulun bitmesi için gün saymasına sebep oluyordu.

 

Aziz'in ciddiyetinin farkına vardıklarında hepsi ders çalışmak için kütüphaneden çıkıp sınıfa gitmişti. Onların çıkmasıyla Aziz kolundaki saatten alarmını kurdu. Sonra kafasını tekrar masanın üstüne koydu. Yüzünü Birce'ye döndü. "Hadi yat." diye mırıldandı. Sesi gerçekten hasta gibi çıkmaya başlamıştı. Biraz uyuyup dinlenmesi gerektiği için Aziz'i ikiletmeden o da başını masaya koydu. Daha fazla oyalanmamak için ikisi de gözlerini kapattı. Bir süre sonra Aziz gözlerini açtı. Gözleri kapalı, huzurlu görünen Birce'yi izledi birkaç dakika. Sonra gözlerinin yandığını hissetti. Gerçekten de çok fena hasta olacaktı. Daha fazla açık tutamadığı gözleri kapandı.

 

Duyduğu tiz ses ile ne zaman uyuduğunu anlamadığı uykusundan uyandı Birce. Gözü hemen yanında uyuyan Aziz'e kaydı. Saatinin alarmı çalıyordu. Başını masadan kaldırıp Aziz'in kolundaki alarmı kapattı. Sınava 5 dakika vardı. Alarmı hiç duymamış gibi uyuyan Aziz'e baktı bir an. Huzurlu görünüyordu. Kızarmış yanaklarıyla tatlı bile denebilirdi. Daldığı yüzden silkinerek çekti bakışlarını. Sonra kolunu dürttü ve 'Aziz.' diye seslendi. Cevap vermeyince parmağıyla yanağını dürtüp tekrar seslendi. Sonra parmak uçlarıyla hafif hafif vurdu yanağına. O sırada bir şey hissetti parmaklarında. Tüm elini Aziz'in yanağına koydu, sonra alnına. Huzursuzlukla mırıldandı Aziz. Ateşi var gibiydi. Tam anlayamadı. Eli mi soğuktu yoksa gerçekten Aziz'in yüzü mü yanıyordu? Dudaklarını değdirdi alnına. Gerçekten yanıyordu.

 

Daha çok sarstı ve daha yüksek sesle seslendi adını. Bu sefer uyanmıştı Aziz ama gözlerini zor açık tutuyordu. "Hastasın sen." dedi Birce. Hadi müdür yardımcısının odasına gidip izin alalım. Hastaneye gidelim."

 

"Hastanelik bir şey yok ya. Tamam iyiyim. Hem sınav var." dedi başını masadan kaldırırken. Sandalyeden kalktığında ise gerçekten kendini çok ağırlaşmış hissediyordu. "Saçmalama ne sınavı bu halde? Doktor rapor yazar." Kendini gerçekten iyi hissetmediği için itiraz etmedi bu sefer Aziz. Kolunun altına girip ona destek olan Birce'yle müdür yardımcısı Ümit hocanın yanına gittiler.

 

Birce kapıyı tıklatıp içeri girince karşısındaki ikiliye baktı müdür yardımcısı. "Hayırdır gençler? Sınavınız yok mu sizin. Başlayacak birazdan. Neden sınıfta değilsiniz." Bir yandan önündeki kağıtlarla ilgilenip bir yandan da karşısındaki öğrencilere bakıyordu.

 

"Hocam, Aziz'in ateşi var. Bayılacak gibi. Hastaneye gitmemiz gerekiyor." Duyduğu cümlelerle hemen yerinden kalkan hoca Aziz ve Birce'ye doğru hızlı adımlarla yaklaştı. Elini Aziz'in alnına koyunca gerçekten ateşi olduğunu gördü. "Oğlum yanıyorsun sen! Bu zamana kadar niye durdun böyle?" deyip askılıktaki montunu üzerine geçirdi. "Hadi arabayla götüreceğim seni hastaneye." dedi ve Aziz'in koluna girdi. Odadan çıktıklarında peşlerinden gelen Birce'yi gören Ümit Hoca olduğu yerde durdu. "Sen nereye? Geç hadi sınıfına. Ben arkadaşını hastaneye götüreceğim." Tam gideceklerdi ki Birce'nin araya girmesiyle durdular. "Hocam ben de gelsem. Gerçekten aklım kalır." Kaşları çatıldı hocanın önce sonra azarlar gibi bir tatlı sert tonla konuştu. "Yalnız mı gönderiyoruz arkadaşını hastaneye. Ben yanındayım işte."

 

"Hocam, gelseydim ben de." diye mırıldandığında Ümit Hocanın sert bakışları Birce'yi susturmuştu. "O sınavını vermeden okuldan çıkmak yok ona göre." dedi uyarır şekilde ve Aziz'le merdivenlerden aşağı indi.

 

Arkalarından bakmak dışında hiçbir şey yapamayan Birce sonunda sınıfına gitti. Sınav kağıtları dağıtılırken aklı Aziz'deydi. Dağıtılan kâğıda baktı. Çalıştıkları şeyler olduğunu gördü ama hiçbir şey hatırlamıyordu. Biraz üzerine düşünse cevapları hatırlardı ama aklı düşünmek için fazla doluydu. Sınav kağıdına adını yazdı. Çantasını toparladı, kâğıdı öğretmenler masasına bıraktı. Ona şaşırmış gözlerle bakan hocasına döndü. Yaşla dolmuş gözleriyle hocasına dönüp "Çok zor sormuşsunuz hocam. Hiçbir şey yapamadım. Zaten üniversite sınavında da hiçbir şey yapamayacağım. Benden adam olmaz." dedi ve doldurduğu gözlerinden birkaç damla yaş boşaltarak sınıftan çıktı. Başta hoca olmak üzere kimse ne olduğunu anlamamıştı ama Birce kapıyı arkasından kapattığı an yanaklarına inen yaşları elinin tersiyle silip koridorda koşturmaya başladı.

 

Dış kapıdan kendinden çok emin bir şekilde çıktığı için kapıdaki güvenlikler onu durdurmadı. Güvenlikleri de atlatınca otobüs durağına doğru koştu. Neyse ki çok beklemesine gerek kalmadan yakındaki hastaneye giden otobüs durağa geldi. 10 dakikalık bir yol o kadar uzamıştı ki zihninde, vakit geçmiyor gibi hissediyordu. Sonunda hastane durağında indi ve koşarak hastanenin aciline giriş yaptı. Tam da o sırada danışmada, karşısındaki görevliyle konuşan Ümit hocayı gördü ve ona görünmeden acil hastalarının yatışını yaptıkları kısma geçti.

 

Kimi açık kimi kapalı perdelerin arasından bakarken sonunda sedyeye uzanmış gözü kapalı Aziz'i gördü. Başında bir hemşire, takılı olan seruma bir şeyler enjekte ediyordu. Karşısındaki saçı başı dağılmış, soğuktan ve koşmaktan yanakları kızarmış kıza baktı sonra sedyede yatan Aziz'e. Birce'ye dönüp gülümsedi. "Sevgilin mi?"

 

Duyacağı şeyin asla bu cümle olacağını tahmin etmeyen Birce birkaç saniye cevap veremeden kaldı. Sonra kendini toparladı. "Hayır, arkadaşım." Dedi gözü uyuyan Aziz'i bulduğunda. "Arkadaşının durumu kötü değil merak etme. Ağrı kesici ateş düşürücü bir serum bağladım. Ateşini erken fark etmişler de havale geçirmemiş. Şimdi serumu bitsin eve gider birkaç gün dinlenir hiçbir şeyi kalmaz. Bu aralar salgın var. Dikkatli olmak lazım." Hemşirenin dediklerine başını salladı Birce. Hemşire dışarı çıkıp perdeyi kapattığında da sedyenin yanındaki küçük sandalyeye oturup çantasını yere attı. Elleri tam Aziz'in alnını bulacaktı ki bu sefer ellerinin gerçekten soğuk olduğunu fark etti. Isınması için birbirine sürttü ama çabuk üşüyen ve kolay ısınamayan bir insandı. Ellerini bir kenara bırakıp dudaklarını yine Aziz'in alnına doğru götürdü. Tam göz hizasına geldiğindeyse Aziz gözlerini açtı.

 

Önce garip bir ifadeyle dudakları büzülmüş kıza baktı. Sonra da "Ha daha öpmemiş miydin? Dur öp de öyle uyanayım." dedi hasta sesiyle. Aziz'in gözünü açmasıyla kendini geriye çekti Birce. "Sesin mabadından çıkıyor hala şaka derdindesin. Ne biçim hastasın sen?" Az önceki olayı unutturmak için hesap sorar tonunda konuşuyordu.

 

"Sinirliyken bile göt demiyorsun. Yicem seni." dedi Aziz kıkırdarken. Ateş ve kanında dolaşan serum onu biraz sarhoş yapmıştı. Aziz'in kıkırdaması öyle komikti ki Birce de kendini tutamayıp gülmeye başladı. Oldukları yerden gülüş sesleri yükselirken birden perdenin aralanmasıyla ikisi de başını çevirdiğinde karşılarında Ümit Hocayı gördüler.

 

Ümit Hoca önce hasta haliyle kıkır kıkır gülen Aziz'e sonra da şu an sınavda olması gereken Birce'ye baktı. "Senin ne işin var burada? Ben sana sınav kağıdını vermeden okuldan çıkmayacaksın demedim mi?" Kızgın değildi ama ses tonuyla koymak istediği otorite belli oluyordu.

 

"Dediniz hocam. Ben de kağıdımı verip geldim." Birkaç saniye anlamaya çalışır gibi Birce'nin yüzüne baktı Ümit Hoca. "O sınav kağıdını boş göreyim o zaman benden çekeceğin var Birce." dedi kafasını sağa sola sallayarak. "Hocam ben zaten çok çalışamamıştım hocamız da zor sormuş. Yoksa neden boş kağıt vereyim." dedi. Tüm inanmışlığıyla kendini savunuyordu. "Öyledir öyledir. Eminim öyledir." dedi Ümit Hoca da onaylamaz bakışlarla sonra yüzünü onları sırıtarak izleyen Aziz'e çevirdi.

 

"Oğlum anneni aradım ama cevap vermedi. Başka ulaşabileceğimiz biri var mı? Evde dinlenmen gerekiyor. Başında biri olması lazım." Aziz'in gülen yüzü ilk cümleden sonra düşmüştü. "Annemin uçuşu vardı bugün hocam. Aramayın demiştim. Babam da Ankara'da yaşıyor. Ateşim çıktı diye kalkıp buraya gelecek hali yok. İlk kez tek başıma hasta olmuyorum. Size zahmet olmayacaksa beni eve kadar bırakmanız yeter. Otobüs durağına da bırakabilirsiniz."

 

"Yemin ediyorum hasta olmasan eğitimci kişiliğimi bir yana koyup bir tane çarpmıştım ağzına Aziz." dedi Ümit Hoca. Bu sefer az öncekinin aksine sinirlendiği belli oluyordu. "Otobüs durağı diyor bana bir de." Kendi kendine söylenmeye devam ederek bir yol düşünmeye çalışıyordu.

 

"Hocam benim ailemi arayabilir miyiz?" diye sordu Birce. "Arayacağız arayacağız seninkileri de arayacağız. Kızlarının boş kağıt verdiğini bilmek onların da hakkı." Bu konunun kapanacağını düşünen Birce'nin gözleri şaşkınlıkla büyüdü. "Hocam onun için dememiştim ya. Annemle babamı arayalım da Aziz'i bize götürelim diye demiştim. Evde hasta haliyle yalnız olmaz şimdi. Bizim evimiz müsait. Annemle babam da tanıyorlar zaten Aziz'i. Sadece haber versek de siz bizi bıraksanız olur mu?"

 

Birce'nin önerisi Ümit Hocaya da mantıklı gelmişti. Bir an için kendi evine götürmeyi de düşünmüştü ama üçüzler bu hasta misafir çocuğun canına daha da okurlardı. Hiç kimsenin olmadığı bir eve götürmek de istemiyordu. Birce'den annesinin numarasını alıp konuşmak için dışarı çıktı.

 

"Birce ne gerek var şimdi buna? Emri vaki yaptırıyorsun seninkilere de. Ben giderim eve. Daha önce de tek başıma hastalandım. O zaman daha da küçüktüm hem de. İdare edebili..." Aziz'in daha fazla konuşmasına izin vermeden dudaklarına parmağını kapattı Birce. "O zaman öyle olmuş olabilir. Şimdi ben varım. Ne diye yalnız kalacaksın? Hem hastalık bu. Öyle alaya gelmez. Ciddiyetle ilgilenmek lazım. Bir kere ipin ucu koptu mu kırk gün kendine gelemezsin."

 

Karşısındaki kendi iyiliğini ondan çok düşünen kızın bıdır bıdır konuşmasına tebessüm etti Aziz ama kısa sürdü. "Çok ciddiye alıyorsun. Hocanın yanında ağzımı açamadım ama sınav kağıdını boş vermek ne? O kadar çalıştıktan sonra hem de." diye azarlamaya başlamıştı bile.

 

"Sen hastalıktır gelir gider önemli değil gözüyle bakıyorsun, ben de sınavdır geçer gider canımızdan önemli değil gözüyle bakıyorum. Önemli olan önce sensin! Bundan 5 yıl sonra o sınav kağıdını boş verdim diye üzülmeyeceğim ama sana bir şey olmuş olsa yanında olmadığım için her zaman üzülmeye devam edeceğim." dedi ciddiyetle.

 

Burnundan bir nefes vererek güldü Aziz. "Neleri riske attığını hiç görmüyorsun değil mi? Acaba önce kendini düşünmeyi ne zaman öğreneceksin?"

 

Perdenin tekrar açılmasıyla konuşmaları yarıda kesildi. "Konuştum annenle Birce. O da hemen babanla konuşmuş yarım saate burada olurmuş. Ben 'gelmesine gerek yok ben eve bırakırım' dedim ama baban ısrar etmiş, geliyormuş." Birce başını salladı onaylar bir tavırla. "Hadi gel sana kantinde bir çay ısmarlayayım da Aziz de o sırada dinlensin." deyip Birce'yi alandan çıkardıktan sonra perdeyi çekti.

 

"Aziz'in annesi genelde böyle uzakta mı oluyor? Ne zaman gelir bir fikrin var mı? Ya da babası? Gelemez mi?" diye sordu uzaklaştıklarında. "Hocam annesi pilot. Uçuşları çok oluyor. Bir de yurt dışına uçuyor genelde o yüzden sabahına gidip akşamına dönemiyor. Aziz de zaten normal zamanda evde tek yaşıyor gibi bir şey. O yüzden öyle alışkınım falan diye konuşuyor. Babası zaten Ankara'da kendi anne babasıyla birlikte. Çok gelmiyor İstanbul'a. Ayda bir kere arar yılda bir kere ziyarete gelir. O da Aziz'i görmek amaçlı değil yani. İşi oluyor, gelmişken Aziz'i de görüyor."

 

"Anladım Birceciğim anladım." dedi Ümit hoca. Birlikte kantine doğru yürümeye devam ettiler. Duyduğu telefon ziliyle etrafına bakındı Birce. "Telefon çalıyor." dedi hocası. Birce bu cümleye anlam verememişti. "Açın o zaman hocam." dedi kaşlarını çatarak. "Annen arıyor Birce." dedi hocası onu hiç duymamış gibi. "E açın." dedi safça.

 

"Ben mi açayım? Birce sabah erken bir saat. Ben açarsam yanlış anlamaz mı annen?" diye bir ses duydu ama bu ses Aziz'in sesiydi. Ne olduğunu anlamaya çalışırken çalan telefon sesi iyice rahatsız etmeye başlamıştı. Birden gözlerini açtı.

 

 

Aziz'in Evi-2024

Karşımda elinde telefonumla bana bakan Aziz'i görünce uykuyla uyanıklık arası nerede olduğumu çözemedim. Daha demin lisedeydim diye düşünürken yıllar önceki bir günü rüyamda gördüğümü algılamam çok da uzun sürmemişti ama telefonun sinir bozucu sesi artık yoktu. Benim başım hala yastığın üstündeydi Aziz'se dizlerinin üstünde, bir eliyle yataktan destek alır bir şekilde üzerime doğru eğilmiş elindeki telefonumun ekranını gösteriyordu. Annemden gelen cevapsız aramayı görünce neden uyandığımı hatırladım. Telefonu Aziz'in elinden aldım. O da sırtımı yataktan kaldırmama yardım etti. Dün hissetmediğim noktalarım şu an sızlıyordu.

 

Annemi geri aradığımda çok da çalmadan telefon açıldı. "Anneciğim neredesin sen? Babanla erkenden gelelim kızımız evde bizi bekler dedik. Geldik sen yoksun. Hayır iş saatine de çok var. Nerede kaldın sen gece?" Annemin sesi sağ olsun, hoparlöre almama gerek kalmadan da Aziz çok rahatlıkla konuşulanları duyabiliyordu. Hiç ilgilenmiyormuş gibi yapıp odadaki kitaplıkta gözlerini gezdirmeye başladı.

 

"Meryem'de kaldım anne. Ne zamandır ısrar ediyordu zaten. Dedim siz de yoksunuz evde yalnız kalacağıma Meryem'e gideyim." Beni evlendirmeye en meraklı insan olan anneme Aziz'in evinde olduğumu söyleyemezdim. İşte o zaman anlaşma falan hikaye olur 1 hafta sonra otururdum nikah masasına.

 

"Kahvaltıya ne istersiniz?" diye bir ses yükseldi Aziz'den. Gözlerim o kadar büyüdü ki gerçekten yerinden çıkabilirdi. "Aziz mi o?" diyen annemle kendimi toparlamaya çalıştım.

 

"Evet annecim evet. Hep birlikte toplandık aslında da ben kalmak istedim. Aziz'in de çok uykusu gelmişti. O halde araba kullanmasın dedik." Saniyesinde uydurduğum yalana şaşkınlıkla bakıyordu Aziz. 'Sen beni ne sandın koç?' diye hesap sorasım vardı ama şu telefonu kapattıktan sonra önce dayak yiyecekti.

 

"Ay öyle mi? O zaman hiç kahvaltıyla falan uğraşmayın. Bize gelin. Siz gelene kadar hazırlarım ben size bir şeyler." Annemin teklifiyle Aziz'in gözlerinin parladığını gördüm ama çok beklerdi. "Yok annecim sen hiç zahmet etme zaten herkes işine gidecek b..." Telefonun elimden çekilmesiyle olduğum yerde kalakaldım. "Ne kadar güzel olur Meltem teyze. Çok özledim kahvaltılarını. Peynirli böreğinle hasret giderdik ama tadı damağımda kaldı valla." Telefonun diğer ucundan annemin kıkırtılarını duydum. Sonra da Aziz'in bilumum sevgi sözcükleriyle telefonu kapatışını izledim.

 

"Manyak!" dedim oturduğum yerden. "Amacın ne?"

 

"Neredeyse 30 olacağım. Şu yaştan sonra beni 'Meryem' yaptın ya sana inanamıyorum." dedi sitemle. "Asıl ben sana inanamıyorum. Anneme sesini duyurmak için çığlık atsaydın bir de!"

 

"Atmadığıma şükret. O zaman bu kadar çabuk yalan uyduramayabilirdin." dedi ve hızla yanıma geldi. Bir kolumdan tutarak kafasını kolum ve gövdem arasına koyup beni omzuna attı. Rüyamda gördüğüm anı aklıma gelince normal şartlar altında vereceğim tepkiyi veremeden beni banyoya getirmişti. Yavaşça yere indirdi.

 

"Basabiliyor musun üstüne?" diye sordu gözü ayağımın üzerindeyken. Başımı iki yana salladım. Suratının acıyla buruştuğunu hissettim. Ayağımı basamayan bendim ama sanki acıyı hisseden oydu. "Sen lavabodan destek al." dedi. Lavabonun kenarlarından tutundum. Suyu açtı ve ellerini ıslattı. Sonra ıslattığı ellerini gözlerimde ve yüzümde dolaştırdı. Yaptığı şeyi anlayınca gülmeye başladım. "O kadar da değil yüzümü yıkayabilirim." dedim. Dedim ama ellerinden de uzaklaşmadım.

 

İşimiz bitince beni tekrar odaya getirip yatağın üstüne oturttu. Dolaptan bir tişört çıkardı. "Bunu giyersin ama altına verebileceğim bir şey yok maalesef. Dün geceki pantolonun ya da üstündeki şortun. Hangisi?" Seçim hakkı da sunmuştu sağ olsun.

 

"Anneme Meryem'in evinden yırtık pantolonumla çıkmış olmayı bu şortla çıkmış olmaktan daha kolay açıklarım bence." deyip pantolonumu seçtiğimi belirttim. Başını sallayarak beni onayladı. "Yardıma ihtiyacın var mı?" diye sordu. Ne kadar da iyiliksever bir insandı öyle.

 

"Beni mi giydireceksin?" dedim umursamaz bir ifadeyle. Güldü önce. "Sınıfın akıllı tahtasından Barbie giydirmece oynardık hatırladın mı?" diye sordu. "Tecrübeliyim yani." deyip göz kırptı. Bu ucuz numarasına göz devirerek karşılık verdim ve giyinmesi için onu banyoya postaladım. Giyinmeden önce kitaplıkta duran çerçeve dikkatimi çekti. Anlaşmamızdı. Ben restoranda anlaşmayı yırtınca 'Bir önemi yok. Ben bendekini çerçeveletip odama astım' demişti. Gerçekten de çerçeveletmişti manyak.

 

Çerçeveye gülmeyi bıraktığımda oturduğum yerde çabucak tişörtü ve pantolonumu giydim. Ne zaman yaptığını bilmiyordum ama belli ki Aziz dün gece bir ara kalkıp kıyafetlerimi yıkayıp kurutmuştu. Pantolonumda kan izi kalmamıştı ama kafama bastırdığı tişörtü ve gömleğim için aynı şeyi söyleyemeyecektim. İkisi de komodinden üzgün bir şekilde bana bakıyorlardı.

 

"Kuru temizlemeye vereceğim gömleğini. Merak etme çıkar lekesi." dedi Aziz. Ne ara banyodan çıktığını fark etmemiştim. "Senin tişörtün daha beter durumda." dedim beyaz tişörte içim acıyarak bakarken. "Boş ver onu normal bir tişört işte." dedi umursamaz bir tavırla kemerini takarken. "Benimki de normal bir gömlek." dedim ben de.

 

"Normal bir gömlek değil, senin gömleğin." Yine tüm romantikliği üstündeydi.

 

"Doğru, haklısın. Kürşat'ın hediyesiydi. Başına bir şey gelmesini istemem. Anıdır en nihayetinde." dedim. Olduğu yerde kalakaldı.

 

"Sen.. Sen dün.. Kürş- O yavşak... Dün seni..."

 

"Hadi zorla biraz daha kendini konuşacaksın inşallah."

 

Gözlerini kapayıp açtı ve derin bir nefes aldı. "Birce biz dün o yavşağı gördüğümüzde senin üstünde onun sana hediye ettiği gömlek mi vardı?" Mantıklı bir cümle kurabilmişti.

 

"Bak işte öyle olsaydı eğer dün sana dediğim 'davranışlarının açık kapı bırakması' olayını gerçekleştirmiş olurdum. Ama öyle değildi. Ben aldım bunu. Marka ama çok para verdim. O yüzden iyi bir kuru temizlemeciye ver tamam mı?" dedim az önce hiçbir şey yaşanmamış gibi.

 

"Birce? Beynimi yakıyorsun. Ne dedin sen az önce?" Gözlerini kırpıştırarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

 

"Açık kapı bırakmak diyorum. Örnek verdim sadece. Kendi davranışlarını düşünüp 'ben nerede açık kapı bırakıyorum da insanlar rahatlıkla bana asansörde seks teklifi yapabiliyorlar?' diye düşünmen için bir örnekti." Ağzı hafifçe açık kalmış bana bakıyordu. "Merdivenlerden indirmen lazım." dedim kollarımı öne uzatarak. "Prenses taşıması istiyorum. Sakın omzuna atma beni."

 

Hala inanamayan gözlerle bana bakıyordu ama dediğimi de yerine getirdi. Kucağına alıp merdivenlerden indiğimizde kapının önündeki vestiyere geldik. Havalar hala sıcaktı o yüzden üstüne ekstradan bir şey alma gereksinimi duymamıştı. Sadece siyah bir hırkayı çıkardı vestiyerden ve elime tutuşturdu. O sırada gözüme askıda asılı 'Suna' dikkatimi çekti.

 

"Aa Suna" dedim heyecanla. Benim heyecanım Aziz'i gülümsetti ve askıdan aldığı Suna'yı açtı. Vestiyerin aynasına doğru tuttu kamerayı. Sonra bir şeyleri beğenmemiş olacak ki. Bir kolunu omzuma attı ve beni iyice kendine çekti. Ben de pozumu vermeyi ihmal etmemiştim. Fotoğrafı çektikten sonra sırıtarak kameraya baktı bir süre. Sonra yan bir şekilde boynuna taktı. Ardından bir kolunu kalçamın altından geçirerek beni de kucağına almıştı.

 

"Gidelim de kaynanamın elinden kahvaltı yapıp kayınbabamla bir tur tavla atayım."

 

 

 

Yıldızımı aldıysam şuraya hemen bir bölüm sonu düşüncenizi alırımm.

Loading...
0%