@melinogut
|
Aziz'le evden çıkıp kısa bir süre asansörün gelmesini bekledik. O sırda bile beni yere bırakmamıştı. Asansör geldiğinde bindik. Beni asansörün köşesine biblo gibi yerleştirdi. Düğmeye bastıktan sonra iyi durumda olup olmadığımı kontrol etti. Tam bir şey söyleyecekti ki açılan asansör kapısıyla gözlerimiz gelen kişiye döndü.
Tesadüfler fazla olmaya başlıyordu. Dünkü çakırkeyif sarışın afet, sabah sabah çekmişti taytını spora kalkmıştı belli ki. İşin kötü tarafı makyajsız da güzeldi. "Günaydın Aziz Bey." dedi asansöre binerken. "Günaydın." diye karşılık verdi Aziz de.
Gözleri bana döndü yavaşça. Şu an yüzüne bakmıyordum ama aynadan hareketlerini görebiliyordum. O 'Jale'nin Aziz'i süzüşünü de görebiliyordum.
"Senin ayağın öyle rahat etmedi değil mi?" diye sordu Aziz. Ne demek istediğin anlamamıştım. Önce arkama geçti sonra belimden tutup beni yanına, asansörün ortasına koydu. Sağ elimi belime dolamışken o da sol eliyle benim belimi tutuyordu. Sol ayağını biraz daha önüme getirdi. "Ayağını ayağımın üstüne koy bitanem." dedi burkulmuş ayağımı başıyla işaret ederek.
Gerçekten çabuk öğreniyordu. Söylediğim sözler etkisini gösteriyordu. Önce çaktırmadan beni kadınla arasına almış, sonra kurduğu temasla mesaj vermiş son kelimesiyle de ölüm vuruşu yapmıştı. Tabi bunların hiçbiri dün arkadaşım dediği gerçeğini değiştirmiyordu. Şimdi Jale'nin karşısında birbirlerine fazla 'yakın' iki arkadaştık. Bu da hoş değildi ama en azından artık Aziz'e sevişme talebinde bulunmaz diye düşünüyordum.
Karşımdaki aynadan kadının gülerek bize baktığını gördüm. Suratında alay falan yoktu. Gerçekten tatlı bir gülüş vardı. Ona baktığımı görünce aynadaki gözlerini direkt gözlerime çevirdi. Bizim anlamsız bakışmamızı fark eden Aziz de başını ayağımdan kaldırmıştı. "Friends with benefits ha. Güzeldir. Dün yanınızdaki böyle bir güzelliğe sadece arkadaşım dediğiniz için salak olduğunuzu düşünmüştüm Aziz Bey. Tebrik ederim başarılı bir seçim olmuş. Sizi de tebrik ederim." dedi ve giriş katta duran asansörden gülerek indi.
İkimiz de olduğumuz yerde kalakalmıştık. Öyle ki birbirimize bile bakamamıştık henüz. Ben Hale'nin cümlelerini düşünürken Aziz kıkırdamaya başlamıştı bile. "Ne gülüyorsun be?" dedim. Sinirimi bozmuştu. O sırada asansörün kapısı açıldı ve garaja geldik. Aziz zaman kaybetmeden beni kucağına aldı ve asansörden çıktı.
"Demek ki aramızdaki elektrik herkes tarafından görülüyormuş. Ben de acaba sadece ben mi görüyorum da Birce göremiyor diye düşünüyordum. Hale Hanım bile gördüğüne göre sorun sende galiba biriciğim."
"Aramızdaki elektrik sevişen arkadaşlar gibi mi Aziz?" diye sordum. Tuzak bir soruydu. "Hayır, aramızdaki elektrik o kadar fazla ki her gören kesinlikle seviştiğimizi düşünür ama Hale Hanım'a arkadaş olduğumuzu söylediğim için, ki bunu senin yüzünden söyledim, bizi 'sevişen arkadaşlar' sanması çok normal."
Tuzağa düşmemişti. Şu diliyle her şeyden kurtulabilirdi gerçekten. "Sen katılmıyorsun galiba? Neyse olsun. Seni ona da inandırırım merak etme." dedi ve gülerek arabaya doğru ilerledi. Bilerek cevap vermiyordum. Beni alt ettikçe özgüveni artıyordu. O yüzden sessiz kaldım. Arabaya bindiğimizde zaman kaybetmeden arabayı çalıştırdı ve garajdan çıktık.
Aralık 2012 Aziz'in serumu bitmişti. Birce'nin babası Ümit Hoca'yı arayıp hastanenin girişinde olduğunu haber verince hepsi toparlanıp hastaneden çıktı. Babasını arabanın yanında beklerken görünce hızla yanına koştu Birce. Sarılıp yanağına bir öpücük kondurdu. Babası da kızının saçlarına bir öpücük bıraktı ve arabaya doğru gelen Ümit Hoca ile Aziz'i gördü. Onlara doğru ilerledi. Ümit Hoca ile tokalaştılar. "Sağ olun hocam. Zahmet olmuş size de buraya kadar. Bizde artık aslan. Aklınız kalmasın." Ümit Hoca memnuniyetle baktı Birce'nin babası Adem'e, tebessüm etti. Hocasının yanında, başı önde, gözünün feri gitmiş Aziz'e baktı Adem. Kızının çok arkadaşı yoktu ama lisenin başından beri aynı isimleri duyduğu için bir yerden sonra tanışmak istemişti bu gençlerle. Özellikle de oğlanlarla. Erdem kafa çocuktu. Büyükleriyle nasıl konuşması gerektiğini bilir saygıda kusur etmeden karşısındakiyle samimi bir şekilde konuşurdu. Sevmişti keratayı ama sonra Leyla ile sevgili olduklarını öğrenmişti. Leyla'nın babası arkadaşıydı. Arkadaşının arkasından böyle bir iş çevrilsin istemedi. Kendini onun yerine koyduğunda kızının bir erkek arkadaşı olduğunda, Allah korusun, bilmek isterdi. Lise 2'deydiler Adem, Erdem'i 'Sen söylemezsen ben söylerim' diye tehdit ettiğinde. Erdem için sorun yoktu. Beklemek isteyen Leyla'ydı ama bu tehdit karşısında başka çareleri kalmamıştı. Asıl şoku Leyla'nın babası 'Zaten biliyordum' dediklerinde yaşamışlardı ama o günden sonra Adem'in Erdem'le hiçbir problemi kalmamıştı. Leyla zaten evinin kızı gibiydi. Erdem de evinin oğlu olmuştu. Sarp biraz patavatsız bir çocuktu ama iyi niyetliydi. Düşündüğü ne varsa dilinde olması içten pazarlıklı olmasından iyiydi. Güvenilir bir çocuktu. Zarar gelmezdi. Bir de Aziz vardı. İlk tanıştıklarında içlerinden en çekingen olan oydu. Sanki sürekli ne söylediğine ve hareketlerine dikkat etmeye çalışmıştı. Erdem ve Sarp onunla konuşacak konular açıp, ahbap gibi sohbet ederken Aziz onları dinlemekle yetinmişti genellikle. Sıkılıyor mu acaba diye düşünmüştü ama gerçekten de can kulağıyla dinliyordu. Onu da biraz sohbete çekmek için klasik soruları sormak istiyordu ama Birce anne babasının boşandığını, Aziz'in annesiyle kaldığını ve babasıyla çok sık görüşmediğini söylemişti. Şimdi 'annen baban nasıllar?' diye sorsa ayrı dert. 'Nerelisin?' diye sorsa ayrı dert. 'Hayat nasıl gidiyor?' dese bile ortamın tadını kaçıracak bir cevap alabilirdi. Daha güvenli bir alandan yürümeye karar vermişti. "Aziz, var mı bir gelecek planı?" diye sormuştu. Aziz konunun kendine gelmesine öyle panik olmuştu ki Adem'in ne demek istediğini bile anlamamıştı. "Ne açıdan efendim?" diye sormuştu gerilerek. İlk birkaç saniye ortam sessizliğe bürünmüş olsa da Erdem'in ve Sarp'ın gülmesiyle biraz olsun rahatlamıştı Aziz de. Sonra gerginliğini üstünden atıp o da konuşmaya başlamıştı ama bu tabi ki ileriki yıllarda 'ne açıdan efendim?' cümlesinin arkadaş gruplarında büyük bir dalga malzemesi olmasını engelleyememişti. Aziz gerilmekte haklı olduğunu sonuna kadar savunuyordu. 'Size de sevdiğiniz kızın babası gelecek planlarınızı sorsa paçalarınızdan akıtırdınız. Ben en azından sakin kaldım.' diyordu ve Erdem ve Sarp'a. Leyla'nın babasıyla ilk tanışmasındaki halini de Erdem'e hatırlatmaktan geri durmuyordu. Hem zaten karşısındaki adam Birce'nin babasıydı. İyi bir izlenim bırakmak istiyordu. Hem de büyüklerle ne konuşulur nasıl davranılır bilmiyordu ki. Buluşmaya gitmeden önce aynanın karşısında pratik yapmıştı ama ne konuşacağını bulamıyordu. Babasını gördüğü zaman ne konuştuklarını hatırlamaya çalıştı. 'Okul nasıl?' diye soruyordu babası. O da karşılığında 'iş nasıl?' diye soruyordu. Belki bu olabilir diye düşündü ama sonra Birce'nin babasının trafik polisi olduğunu hatırladı ve Birce'nin 'babam işinden konuşmaktan hiç hazzetmez.' demesini. Sahi ne konuşuyorlardı babasıyla bu sorudan sonra? Hatırladı. "Annen... Annen bencil... Annen düşüncesiz... Boşanma... Yuvamız yıkıldı... Annen yüzünden... Ben daha çok gelmek istemez miyim? Oğlum benden uzakta büyüdü... Ben iyi bir baba değil miyim? Ben hep bizi düşündüm... Beni sevmeni istiyorum sadece... Ben kötü bir babayım zaten... Ben ben ben." Sonra hatırlamanın ona hiçbir yarar getirmeyeceğini fark edince düşünmekten vazgeçmişti. Sadece saygıyla dinlemeye karar verdi. Çok konuşmayacak ve kötü bir izlenim yaratmayacaktı. Adem anlamıştı ondaki bu çekingenliği ve kırmıştı da. Sohbeti güzel saygılı bir çocuktu. Diğerlerinden farklı olan bir şey vardı ama hamurunda. Nasıl bir şey olduğunu tam anlayamıyordu ama sevmişti bu çocuğu. İçinde bir kol kanat germe isteği uyandırıyordu. İlk tanışmadan sonra da zaman zaman yine evlerine çağırdılar tüm ekibi. Her geçen sefer Aziz çok daha rahat oluyordu Adem'in karşısında. Bir baba oğul gibi konuşuyorlardı artık. Sonra bir şey fark etti Adem. Hiç fark etmek istemeyeceği bir şeydi. Aziz'in kızına bakışları... Sanki daha farklıydı. Bir baba olarak şüpheci olduğunu düşündü. Sonuçta Erdem ve Sarp'a da aynı şüpheyle yaklaşmıştı ama Birce'nin o ikisini sadece arkadaş olarak gördüğü çok belli oluyordu. İtiraf etmek istemese de Birce'nin de Aziz'e bakışları normal değildi. Şimdi 'böyle bir şey var mı?' diye sorup da eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmemek lazımdı. Kızından, sevgilisi olursa ona söylemesi sözünü alarak kendi iyiliği için bu işin peşini bıraktı. Şimdi karşısında başı öne eğik, hasta oğlanı görünce içindeki o kol kanat germe isteği yine yükselmişti. Bir elini Aziz'in ensesine attı ve hafifçe sıkarak başını kaldırdı. "Aslanım, ne oldu sana böyle?" Gelen şefkat dolu ses zaten hasta olduğu için iyi hissetmeyen Aziz'in gözlerini doldurmuştu ama kendine hâkim olacak gücü vardı. Dudaklarını birbirine bastırdı önce cevap vermeden. Dolu gözlerini daha da belirgin gördü Adem ama belli etmedi. "Biraz üşütmüşüm galiba Âdem amca. İyiyim ama şimdi." dedi Âdem'in gözlerinin içine bakarak. Gözleri kısılarak güldü Adem karşısındaki oğlana. "Gel hadi gel. İyi edelim seni." dedi ve arabanın arka kapısını açarak oturmasını sağladı. Birce'ye de ön kapıyı açtı. Birce arabaya binerken Ümit Hoca ile tokalaşıp vedalaştıktan sonra Adem de arabaya geldi. "Aziz, bak arka camın orada yastık var oğlum. Onu al eve geçene kadar yat dinlen biraz daha." Aziz tam iyi olduğunu söyleyecekti ki. "İtiraz da etme. Babalar bir şey diyorsa sözü dinlenir." Sonra durdu bir süre. "İskele babalarının değil ama benim gibi babaların sözü dinlenir. Değil mi fıstık?" deyip yanındaki kızından da bir makas aldı. Birce gülerek onayladı babasını. Aziz de ikiletmeden yastığı alıp cama yaslamış ve eve giden yolda kısa da olsa huzurlu bir uyku uyumuştu.
Eylül- 2024 Bu çocuğun kokusunda uyku ilacı falan vardı kesinlikle. Yoksa ben niye durup durup yanında uyuyordum? Gözlerimi açtığımda araba durmuştu. Evin yanına park ettiğimizi fark ettim. Kafamı sola çevirdiğimde başını koltuğa yaslamış, bana bakan Aziz'i gördüm. "Günaydın." dedi mırıldanarak. Gözlerimi kırpıştırarak kendime geldim. "Saat kaç?" dedim kafamı koltuktan kaldırırken. "Sekiz." dedi saatinden başını kaldırıp. "Çok beklemedin değil mi?" dedim ayılmak için suratımı tokatlarken. "Yok, üç dakika oldu daha geleli. Dakiksin tam vaktinde uyandın." Kemerimi çözdüm o sırada. "Hadi gidelim." dedim ve arabanın kapısını açtım.
Ben sağlam ayağımı yere koymaya çalışırken ne ara geldiğini anlamadığım Aziz beni yine belimden tutarak yere indirdi. Kapıyı kapattı ve beni tekrar kucağına almaya çalıştığında ellerimi göğsünün üstüne koyarak kendimden uzaklaştırdım. "Ne yapıyorsun?" dedim panikle. Ne olduğunu asla anlamamış bir ifadeyle neyi yanlış yaptığını çözmeye çalışıyordu. "Kucağıma alacağım? Hani ayağın burkuldu ya? Basamıyorsun üstüne?" dedi sanki bana hatırlatmak ister gibi.
"Çok iyisin sağ ol gerçekten ama sen iki ayağının üstüne basmaya devam etmek istiyorsan şu an bunu yapmamalısın." Hâlâ anlamayan gözlerle bana bakıyordu. "Babam seni topuklarından vursun mu istiyorsun Aziz? Emekli olmuş olabilir ama silahı hâlâ evde duruyor."
Şaka yaptığımı düşünmüş olacak ki güldü bir süre. Sonra gayet ciddi olan yüzümü görünce o da ciddileşti. "Adem amca yapmaz öyle şey kızım. Kızına yardım ediyorum sonuçta yani keyfimden yaptığım bir şey değil. Yanlış anlaşılmasın keyif almıyorum anlamına gelmiyor bu ama babanın bunu bilmesine gerek yok. Hem Adem Amca sever beni."
Manalı bir gülüşle bakıyordum suratına. "Aziz, senin şu 10 yıl öncede kalma işini ne yapacağız biz? Evet severdi babam seni ama 10 sene önce."
Yüzü paniklediğini ele veriyordu ama savunmaya devam etti. "Yoo hâlâ da sever. Doğum gününe geldiğimde hoş geldin dedi bana."
Kollarımı birbirine bağladım ve yüzümde gülüşümle Aziz'in açıklamasını dinledim. "Başka? Başka bir şey yaptı mı? Hayır. Her gelene hoş geldin dedi o yüzden kendini o konuda pek özel hissetme. Onun dışında bir şey yaptı mı? Sohbet etti mi? Soru sordu mu? Nerelerdeydin bunca zamandır dedi mi?"
Bir süre düşündü. Bunların hiçbirinin olmadığını biliyordum. Aziz'in o gün ilgilendiği başka şeyler vardı. Annemin kalbini kazanmak daha mantıklı gelmişti ve annem Aziz'in 'gitmem gerekiyordu' cümlesine ikna olup sorgulamamıştı bile. Kesin içinden Birce de biraz annesine benzeseydi diye düşünmüştü. Ama babamı düşünmemişti.
O günü düşünmesi bitmiş olacak ki cevap verdi. "Demedi." dedi. "Ama etrafta da çok dolaşmadı ki. Yani bana özel değildi Erdem'le Sarp'la da fazla konuşmadı." Tutunacak bir dal arıyordu. Farkındaydım. "Onlarla az konuşması normal çünkü daha doğum gününden 10 gün önce hep bir aradaydık. Seni 10 yıl sonra gördü ve sadece 'hoş geldin' dedi demek. Neyse artık. Ne yapalım." deyip sağ ayağımın üstüne çok basmamaya çalışarak apartmana doğru ilerledim. Geride kalmıştı ama çabucak bana yetişti. Belimden tutarak yükümü ona vermemi sağladı.
"Yani ne demek oluyor şimdi bu? Baban niye konuşmadı benimle?" Gülüşümü tutarak yürümeye devam ettim. O da köpek yavrusu gibi bana baka baka yürüyordu yanımda. "Bilemiyorum artık. Görüşeceksiniz şimdi. Yüz yüze gelince sorarsın."
Apartmana girip evimizin olduğu kata çıktık. Ben zili çalarken Aziz'in suratında gerginlik vardı. Annemin kapıyı gülen yüzüyle açması belki biraz olsun Aziz'i de rahatlatmıştı. Müttefikini görünce mutlu olurdu tabi.
"Ay hoş geldiniz çocuklar. Birce? Alnına ne oldu annecim?!" Annemin gülen yüzü alnımdaki bandajı görünce solmuştu. Gözleri beni baştan aşağı taradı. "Pantolonun da yırtık ne oldu Birce?!" Sesi panik tonunu aşmış tüm apartmana kendini duyurur hale gelmişti. Bu yüzden ona sakin olmasını söyleyerek evin içine girdim. Aziz de arkamdan geldi ve kapıyı kapattı.
"Bir şey yok anne. İyiyim. Düştüm sadece." Şaşkınlık ve kafa karışıklığı dolu bir suratla bana bakıyordu. "Niye düştün durduk yere?!" Paniği yüzünden sesi hala yüksekti. "Durduk yere düşmedim anne. Koşuyordum düştüm. Hem bir şey yok. Hastaneye de gittik. Kontrol de ettiler. İyiyim yani tamam mı?" Tekrardan süzdü beni. İyi olduğuma kanaat getirmiş olacak ki sağ omzuma bir tane geçirdi. "30 yaşına gelmiş kadınsın hala koştum düştüm diyorsun Birce! Niye büyümüyorsun kızım sen?"
Annemin üzerine düştüğüm koluma vurmasıyla yanımda duran Aziz'in paniği annemin dikkatini çekmişti. "Meltem teyze bir süre sağ tarafında hiçbir yere vurmasan olur mu? Hasarın büyük bir kısmı o tarafta da."
"Hem ne 30'u ya! 29'um ben daha. Olmadım 30. Bir yıl var benim 30 olmama." Annem gözlerini devirerek bana baktı. "Bir kendi derdine bak. Bir şu çocuğun derdine bak Birce. Allah seni ne etsin ben bilmiyorum kızım." dedi ve bezgin ifadesiyle oturma odasına doğru giderken babama seslendi.
"Adem! Bak misafirlerimiz geldi." Oturma odasına girdiğimizde babam bir elinde kumanda koltuğa yayılmış bir şekilde oturuyordu. Beni gördü ve tekrar anneme baktı. "Kızına misafir demeye mi başladın artık Meltem? Biraz abartı olmadı mı?" Annemin kınar bakışlarının hedefi bu sefer babamdı. "Onu mu diyorum ben? Aziz'i diyorum." Odanın kapısının önünde bekleyen Aziz'e bir bakış attı babam. Sonra gözünü tekrar televizyona çevirmiş. "İyi, hoş gelmiş." dedi ve kanalları değiştirmeye devam etti.
Aziz'in bakışları babamın tepkisiyle birlikte bana döndü. 'Bilmem' der gibi omuzlarımı silktim ama yüzüm direkt 'hiç bana bakma' diyordu.
Babamın tavrına sinirlenen annem bunu ses tonuna da yansıtmıştı. "Kalk gel mutfağa. Beni deli etme!" dedi. Yandan anneme bir bakış atan babam annemin gayet ciddi olduğunu görünce hiçbir şey demeden kalktı ve televizyonu kapatıp yanımıza doğru geldi.
Annem onu beklemeden mutfağa doğru yürümeye başlamıştı bile. Babam yanıma geldi ve bir elini omzuma attı. Tam o sırada alnımdaki bandajı gördü. "Kızım! Ne oldu alnına." Ben aynı şeyleri tekrar tekrar anlatmaktan yılmış ifademi saklamaya çalışarak "Düştüm. Önemli bir şey yok." dedim. Dedim demesine ama yürürken üstüne basmaktan çekindiğim ayağım kendini hemen belli etti. Babam olduğu yerde durdu. Beni de durdurdu. "Ayağına ne oldu?!" dedi daha büyük bir panikle. "Düştüm dedim ya işte baba. Ayağım burkuldu." Kendimi sakatladığım için kınayıcı bakışlar yiyordum.
"Ne zaman oldu bu?" dedi. Polis içgüdüleriyle soruşturma başlatmıştı bile. "Dün akşam." dedim ben de soruşturmaya destek olarak. "Nasıl oldu?" diye peşi sıra sorularına devam etti. "Koşuyordum, düştüm." Kısa ve net cümleler kuruyordum ama polis bu işin peşini bırakacak gibi değildi. "Neden koşuyordun? Birinden mi kaçıyordun?" Gözlerini kısarak olayın derinliklerine inmeye başlamıştı. "Hayır, yarışıyordum."
Ciddi ifadesi bozuldu. "Neyle yarışıyordun kızım? Arabalarla falan yarışa mı girdin yine Birce? Kızım o eskide kalmadı mı? Biz demedik mi sana 6 yaşındayken arabalarla yarışamazsın onlar senden hızlı diye. Sen niye hala yunusların teknelerle yarıştığı gibi arabalarla yarışmaya çalışıyorsun. Kazanamayınca kendine ceza da veriyor musun bari?" Babamın ciddi ciddi umutsuzlukla dert yanışı Aziz'in kendini gülmemek için zor tutmasına sebep oluyordu. Ben onun kızarmış suratını görüyordum da babamın arkasında kalıyordu. Babam görse bu kadar rahat gülebilir miydi?
"Ya baba ne arabası ya? Aziz'le yarışıyorduk." dedim. Topu resmen Aziz'e fırlatmıştım. Kolaydı öyle kıs kıs gülmek. Bir de şimdi gülsündü bakalım.
Babam hızla arkasını döndü. Aziz konunun ne ara ona döndüğünü tam kavrayamamıştı ama babamdan korkusuna yüzünde gülümsemeye dair en ufak bir iz yoktu. "Niye yarışıyorsun lan sen benim kızımla? 30 yaşına gelmiş adamsın. Ne bu çocuk çocuk hareketler. Hadi yarışıyorsun niye düşürüyorsun kızımı?"
Aziz bu ani suçlamalarla neye uğradığını şaşırdı. "B-ben düşürmedim Adem amca. Çok hızlı koşunca ayağına takıldı gibi bir şey oldu. Burkulunca ayağı da öyle düşmüş gibi oldu." Sesi mabadına kaçmıştı. "Ama hemen hastaneye götürdüm. Röntgen möntgen ne varsa çektirdik. Yaralarına da pansuman yaptılar. Krem de verdiler. Sonra da sizin evde olmadığınızı öğrenince gözetim altında olması gerektiği için eve götürdüm zaten."
Benim büyüyen gözlerim ve babamın çatılan kaşlarıyla ne söylediğini fark eden Aziz hemen kendisini düzeltti. "Meryem'in- Meryem'in evine götürdüm. Orada toplanacaktık zaten. Böyle bir kaza olunca biraz şey oldu tabi ama. Oradaydık hepimiz. Meryem'in evindeydik yani."
Muhtemelen 29 yıllık hayatı boyunca kimsenin karşısında kendini savunurken bu duruma düşmemiş olan Aziz Çınar Leventoğlu şu an babamın karşısında üç buçuk atıyordu. Hayat işte. Bugünleri de gösteriyordu.
Babam bir adım attı Aziz'e doğru ensesinden kavradı. Sesini kısmıştı ama başka hiçbir gürültü olmadığı için ne dediğini duyuyordum. "Sen kızıma fazla zarar veriyor gibisin. Biraz uzak dur istersen. Ha? Ne dersin?"
Babamın gözlerinin içine bakıyordu Aziz. Korku dolu bakışları silinmişti gözlerinden. "Uzak durarak daha çok zarar verdim Adem amca. Şimdi izin verirsen dağıttıklarımı toplamaya geldim."
Aziz'in gözlerinden çekmedi babam da bakışlarını. Sanki orada bir yalan yakalamaya çalışıyordu. Birkaç saniye sessiz kaldı. Sonra elini Aziz'in ensesinden çekti ve tekrar yanıma gelip kolunu uzattı bana doğru. Koluna girip mutfağa doğru yürürken arkama baktığımda Aziz'in olduğu yerde kaldığını gördüm. Donuk yüz ifadesiyle yere bakıyordu. Benim ona baktığımı fark edince hemen yüzüne bir tebessüm yerleştirip peşimizden geldi.
Mutfağa gittik ve herkes yerlerine yerleşti. Altı kişilik masanın baş köşelerine babam ve Aziz oturmuştu. Biz de ben Aziz'e annem de babama yakın olmak üzere yan yana oturup kahvaltıya başlamıştık.
"Ee Aziz oğlum anlat bakalım. Görüşmeyeli nasılsın? İş güç nasıl? Doğum gününde pek konuşamadık."
"İyiyim Meltem teyze. İş de gayet iyi. İlk geldiğim zaman biraz bocalar gibi oldum ama alıştım artık. Her şey düzenli ilerliyor."
"Olur öyle canım. Koskoca avukatlık ofisinin başındasın kolay mı? Nerede demiştin merkezi İngiltere'de mi?" Annemin bir yandan çayını içip bir yandan yemeğini yerken iş dünyasına ilişkin fikirlerini dinliyorduk.
"Evet, İngiltere'de."
"Sen oradayken de bunlarla çalışıyordun yani öyle mi?" Bir dahaki sefere Aziz'e özgeçmişini getirmesini istememiz daha kolay olabilirdi.
"Evet, daha okurken başladım aslında orada çalışmaya. Profesörlerimizden bir tanesinin öğrencilerinin kurduğu bir avukatlık ofisi aslında benim çalıştığım yer. Zaman içinde çok büyümüşler tabi. Profesörle de iletişimlerini hiç koparmamışlar. Profesör de arada sırada başarılı öğrencileri staj yapması için oraya yönlendiriyormuş. Benim de notlarım iyiydi. Sağ olsun profesörümün tavsiye mektubuyla staja başladım. Sonra yükseldim tabi. Türkiye'ye dönmek istediğimi söylediğimde de ben buradaki ofiste avukatlık yaparım diye düşünmüştüm ama onlar yönetici olarak gelmemde ısrar ettiler. Ben de kabul ettim."
Aziz'in anlattıklarıyla resmen annemin göğsü kabarıyordu. Babamsa tabağındaki zeytinle mücadele eder gibi görünürken tabaktaki başını kaldırmadan bakışlarıyla Aziz'e ateş ediyor gibiydi.
"Maşallah maşallah. Halin vaktin yerindeymiş yani. Ne güzel. Keşke bir haber etseydin arkadaşlarına da onlar da perişan olmasaydı." Babamın söze girmesiyle annemin delici bakışları babama döndü.
"Haklısın Adem amca. Ama haber veremedim." dedi Aziz öne eğdiği başıyla.
"Sen avukatlık falan diyorsun da bizi mi yiyorsun acaba? Mit'e falan mı girdin sen?" Dalga geçer gibi sormuştu babam bu soruyu. Bana döndü sonra. Sanki bana anlatır gibi devam etti. "Hani onlarda oluyor ya böyle şeyler. Öldü gösteriyorlar falan. Tüm aile perişan. Bir öğreniyoruz ölmemiş. Gerçi biz onu da bilmiyorduk. Ne yapıyorduk Birce hatırladın mı? Ayda bir GBT sorgulaması yapıyordum Aziz'e. Öldüyse haberimiz olsun diye."
Gözleri kapandı Aziz'in. Duydukları canını acıtıyordu. "Özür dilerim. Benim için bu kadar meraklanacağınızı düşünemedim."
"Tabi canım. Niye düşünesin ki zaten. Kimsin ki sen? Alt tarafı kızımın kaç yıllık arkadaşısın, alt tarafı evimize gelmiş soframıza oturmuş birisin, yemeğimizi paylaştığımız, derdini sıkıntısını dinlediğimiz, hasta olduğunda canımızın yandığı, içerdeki o koltukta 39 derece ateşle yatarken başında beklediğimiz, oğlum dediğimiz birisin. Niye meraklanalım ki senin için."
"Adem, sus! Yeter! Çocuklar geldi iki lokma bir şey yiyecekler zehir ettin. Gittiyse gitti. Geldiyse geldi. Öyle olmak zorundaydı diyorsa öyle olmak zorundaydı. Kendi kızın aynısını yapsa önce boynuna sarılırsın sonra hesabını sorarsın. O da oğlun madem ona göre davran. Ona göre davran ki zamanı gelince anlatsın sana eskiden derdini tasasını anlattığı gibi." Başı öne eğik Aziz'e döndü annemin bakışları. "Ye annem sen yemeğini bakma bu koca danaya. Birce'nin tripi az geldi herhalde gözüne biraz da ben trip atayım dedi.
"Birce trip mi atıyor sanki? Az gelmişmiş." Babamın mırıldanarak söylediği cümle beni güldürmüştü. Biraz da ortamı rahatlatmak istemiştim.
"Aşk olsun baba. Atıyorum tabi. Süründürüyorum da. Sen hiç merak etme. Sen onu asıl Erdem'le Sarp'a söyle ikisi de hemen affeti. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar.
"Onlara da bir konuşma yapmanın zamanı geldi diyorsun yani."
"Tabi! Hem yanlış anlaşılma olmasın ben kendi çıkarım için yanında duruyorum şu an Aziz'in." Hepsinin gözleri anlamayan bakışlarla benim üzerimdeydi. "Davamı alacak. Hem de ücretsiz. Senin kızın kaçırır mı böyle karlı bir fırsatı lütfen." Babama benimle gurur duyması gerektiğini anlatan bakışlar atıyordum.
"Ha sırf işine yarıyor diye yani öyle mi?" dedi bana inanmayarak. "E tabi ne sandın." diye cevap verdim. Aziz 'allah razı olsun ya' der gibi bakıyordu ama şu an onunla uğraşamazdım. "İşine yarıyor diye mi yarıştın oğlanla." Babamın kafası hala bizim yarışımızda kalmıştı. Belli ki bu sorgu devam edecekti.
"Biraz öyle oldu aslında. Para teklif etti bana." Babamın gözleri bir anlığına büyüdü. Babacım senin de aklın hep yanlış yerlere gidiyor. 'Benimle bir gece' demedi çocuk bana bir sakin mi olsan? "Koşu yarışında beni yenersen 10 bin dolar vereceğim sana dedi."
"Yendin mi?" Kızını canından çok seven baba cevabı. Kafamı gözümü yarmışım hala yendin mi diyor.
"Düştüm işte baba. Nasıl yeneyim?"
"Lan sen hem benim kızımı yaraladın hem de parasını vermedin mi?" Babamın siniri daha çok yaralanmama mıydı yoksa parayı alamamış olmama mıydı tam çözemedim.
"Yani Adem amca şimdi Birce aslında kaybetti ama sonra tekrar koşmaya başlayıp düşünce biz tabi o panikle yarış falan kalmadı yani."
"Hem kızımı düşürdün hem de parasını vermedin yani?" dedi babam çatılmış kaşlarıyla. Biraz sonra silahını çıkarıp masanın üzerine koyup 'Para. Hemen.' diyecekmiş gibi duruyordu.
"Yok yani veririm ben. Hallederiz biz onu aramızda. Vermeme gibi bir durum yok." İşte sen yıllar yılı avukatlık yap. İnsanlar seni en iyileri arasında göstersin. Avrupa'nın en iyi avukatlık ofisinde yönetici ol. Sonra babamın karşısında haklılığını savunama. Hayat işte.
"Yok öyle veririm, hallederiz falan. Kızın yüzü gözü ne hale gelmiş." O kadar da kötü durumda değildim ama şu an ortamı bozmaya hiç niyetim yoktu. "Aç banka hesabını. Birce at sen de ibanını. Gönder çabuk parayı. Dekontu da bana at. Kontrol edeceğim." Babamın peşi sıra gelen emirlerine uyarken bulduk kendimizi. Ben ibanımı Aziz'e gönderdim. Aziz beyninde en ufak bir düşünce kalmamış bir halde bana parayı gönderdi. Emir sırasına uyarak babama da dekontu gönderdi. Yaklaşık 1 dakika sürmüştü ve ne olduğunu, nasıl olduğunu ben bile anlamamıştım.
"Gönderdim Adem amca." dedi Aziz. En uysal haliyle. "Aferin. Bir daha da öyle koşu yarışı falan yapmıyorsunuz çocuk çocuk. İkiniz de çocuğunuz olacak yaşa geldiniz yaptığınız işlere bak."
Babamın cümlesiyle dudakları kıvrıldı Aziz'in. Yandan bana bakmayı da ihmal etmemişti. Az önce 10 bin dolardan olmuştu enayi, babam 'çocuğunuz' dedi diye yüzünde güller açıyordu.
"Haklısın Adem amca. Yaşımız da geliyor tabi." 'Sen az önce ne olduğunu fark etmeden bu adam senin cüzdanından 10 bin dolar aldı gerçekten hala babamı alttan alta işleyebileceğini düşünüyor musun Aziz?' dememek için kendimi zor tuttum.
"E oğlum var mı birileri hayatında?" Tabi ki lafa atlayan Aziz'in ittifakı annemdi.
"Olması için uğraşıyorum Meltem teyze. Biraz naz yapıyor ama ben halledeceğim." Annemle konuşurken bakışlarını bana çarptırmayı da ihmal etmiyordu.
"O kızı da İngiltere'de bırakıp buraya geldiysen naz yapar tabi. Salak değilse affetmez." dedi babam menemene ekmeğini bandırırken.
"Yok İngiltere'de değil. Türkiye'de." dedi Aziz de babamı düzelterek.
"Allah allah! 10 yıl orada birini bulamadın da 10 günde burada birini nasıl bu kadar kolay buldun böyle?" dedi şüpheyle tek kaşını yukarı kaldırarak. Sorgu tekrar başlamıştı. Aziz'le benim kafamızın tepesinde beyaz bir ışık varmış gibi hissediyordum.
"Kader diyelim Adem amca. Kimin ne zaman karşına çıkacağı belli olmuyor." İyi kıvırıyordu ama kıvırırken beni bile şüphede bırakıyordu. Az daha salak olsam benden mi bahsediyor yoksa Hale'den mi bile diyebilirdim.
"İyi iyi. Yeni insan tanımak iyidir. Eskilere takılı kalmamak önemli. Madem sende var birileri. O çalıştığın şirketten Birce'yi de tanıştır birileriyle. Arkadaşlar bugünler içindir değil mi?"
Ağzına attığı peynir boğazında kaldı Aziz'in. Öksürmeye başladı. "Helal helal. Kızım sırtına vur arkadaşının." dedi babam. Panikle dediğini yaptım. "Sert vur sert. Daha sert vur. Kursakta kalanlar öyle kolay çıkmaz. Daha sert vur.
Aziz'in eliyle dur demesiyle sırtına vurmayı bıraktım. O da öksürmeyi bırakmıştı. "Hanım sen de bir su ver oğlana. İçsin serin serin." Annemin kötü bakışlarıyla babam durması gerektiğini anlamıştı ama keyfi çok yerindeydi. Sırıtarak kahvaltısını etmeye devam etti.
Aziz kendine gelmişti belli ki bir süre sonra konuşmaya başladı. "Birce'nin kriterleri yüksek Adem amca. Öyle kolay kolay bulamazsınız birini. Bunca yıl evlenmediğine göre demek ki kriterlerini karşılayan kişiyi bulamamış."
Ağzındaki ekmeği çiğnerken dümdüz Aziz'in suratına bakıyordu babam. "Yoo, öyle çok kriteri yok. Yanında olacak olan bir adam arıyor o kadar. Kafasına esince bırakıp gitmeyecek biri. Ama haklısın yok öyle adam."
Annem bakışlarının etkisinin azaldığını görünce lafa girdi. "Ayyh! Ama Azizciğimin de dediği gibi kaderdir bu işler değil mi oğlum? Ne güzel ikiniz de mesleğinizi elinize almışsınız. Paranızı kazanıyorsunuz. Sağlığınız sıhhatiniz yerinde. Kaderdir bazı şeyler de. Çok şükür diyelim."
"Çok şükür." diye mırıldandı Aziz önündeki tabakla ilgilenirken.
"Senin mesain ne zaman başlıyor? Geç kalma işe." dedim Aziz'e dönüp. Bakışlarını bana çevirdi. "Birce ben patronum." dedi sakince.
"Patron altında çalışan patron." dedi babam da lafa atlamadan duramayıp. "İngiltere'dekiler kızmasın. Zaten kızı bırakmış gelmişsin bir de patronlardan azar yeme."
Babam resmen İngiltere'de olmayan birilerini takıntı haline getirmişti. Bunu benim yapmam gerekmiyor muydu? Babamdan ders almayı bir kenara yazmıştım.
"İngiltere'de geride bıraktığım kimse yok Adem amca. Bu konuda net olmak isterim. Patronlarım da işler aksamadığı sürece kaçta gittiğimi önemsemezler. İşleri aksatmamak da benim elimde. İşim konusunda özenliyim. Merak etmeyin."
"İyi ne mutlu sana." dedi babam ve annemin zengin görünsün diye hazırladığı sofradan bir ananas alıp ağzına tıktı. Trip atma konusunda iyi hoştu da geri cevap verme konusunda o kadar başarılı değildi sanki.
"Asıl sen ne yapacaksın annem bu ayakla?" diye sordu annem. O ana kadar bunu hiç düşünmediğimi fark etmiştim. İşe gitmem gerektiğini bile unutmuştum ama Aziz'in kaçta işe gitmesinin sorun yaratmayacağını hesaplamaya çalışıyordum kafamda.
"Bu ayakla gidemezsin Birce. Patronunu ara da bugünlük izin versin sana." dedi Aziz de anneme destek çıkarak.
"Bir şey olmaz ya. Zaten oturarak çalışıyorum. Sen beni iş yerine bıraksan yeter aslında. Önemli bir müşteri için çok önemli bir proje var. Üç gün içinde yetiştirmem gerekiyor çizimi. Aksatamayız."
"Sen aksıyorsun Birce onu ne yapacağız?" Aziz'in cümlesine boğazından gelen, gülüş denemeyecek bir sesle gülen babama çevrildi gözlerim. Hemen gülüşünü yüzünden silip boğazını temizliyormuş gibi yapmıştı. Babamın da tripi 'baba şakalarına' kadardı işte.
"Ettiysen kahvaltını ben hazırlanıyorum sonra beni bırakırsın tamam mı?" deyip sofradan kalktım. Soru sormamıştım o yüzden cevabını duymama gerek yoktu.
Ben hazırlanmaya giderken annemin babamla Aziz'i oturma odasına postaladığını duydum. İki eski aşık yüzleşmesi şimdi yaşanacaktı demek ki.
Odama girip kıyafet seçmem, yamulmuş yüzümü gözümü düzeltmem ve işe gitmeye hazır hale gelmem yarım saatimi almıştı. Yarım saatin sonunda odadan çıkıp oturma odasına doğru ilerledim. Tam içeri girecektim ki ikisinin bir sohbet içinde olduğunu duydum. Dinlemekten zarar gelmezdi.
"Ha söylemeyeceksin yani bana?" dedi babam en tripli ses tonuyla
"Birce'ye söylemeden söyleyemem sana Adem amca anla beni lütfen." diyordu Aziz. Nedense şu an duymamam gereken bir yasak aşk diyaloğu dinliyor gibiydim.
"Hani sen şimdi Birce'nin gönlünü almak için götünü yırtıyorsun ya Aziz." dedi babam. Sonra birkaç saniye durdu. "Zor ama diyelim ki aldın gönlünü. Sonra ne alman gerekecek biliyor musun?"
"Adem amca şu an gerçekten küfreceksin diye çok korkuyorum." Aziz'in cümlesiyle gülmemek için ağzımı elimle kapatmak zorunda kaldım.
Babamın kısık gülüş sesini duydum. Muhtemelen şu anda yan bir gülüşle ve kısılmış gözlerle Aziz'le alay ediyordu. "Babayı alman gerekecek Aziz."
Duyduğum şeyle az kalsın kendi tükürüğümde boğulacaktım. Baba??? Diye bağırarak içeriye girmek istiyordum.
"Hadi her şey senin planladığın gibi mutlu mesut ilerledi diyelim. Sen bu kızı benden istemeye geleceksin değil mi Aziz? O zaman tekrar konuşalım. Tamam mı aslanım?"
Amaningo
Aziz galiba babayı alacak gerçekten de aldmqşfmsş
Yıldızımı aldıysam bölümle ilgili fikirlerinizi bekliyoruuum
Bu bölümle birlikte diğer platformla aynı bölüme geldik. Bölümleri çarşamba ve cumartesi olarak haftada iki gün atmaya çalışıyorum. Bundan sonra bir aksilik olmazsa bölümler bu düzenle gelir. Hepinizi öptüm bay 🩷 |
0% |