Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm- Tırtıl ile Uğur Böceği

@melinogut

 

 

 

 

Selamlar, selamlarr

 

 

 

 

Taze bölüm yorumlarınızı, yıldızlarınızı ve sevginizi bekler🩷

 

 

 

 

Bölümü kontrol edemedim bu arada hatamız varsa affola

 

 

 

 

İyi okumalarr

 

 

Babamın cümlesi beni şaşkınlığa uğratırken olduğum yerde kalakaldığımı annemin bana seslenmesiyle fark ettim. "Birce? Ne yapıyorsun anneciğim orada?" Annemin sesiyle tam olarak yerin yarılmasını ve içine girmeyi istedim. Şu an babam da Aziz de onları dinlediğimi biliyordu. Bazen gerçekten en büyük düşmanınız sizi doğuran kişi olabiliyordu.

 

"Ceketimi alacaktım askıdan anneciğim." dedim sesimi yüksek çıkarıp gözlerimi büyüterek. İçeridekiler beni duysun annem de bir an önce sussun istiyordum. Yanıma gelip popoma bir tane yapıştırdı. "Ne kadar kötü yalancısın annem. Seni daha çok zor durumda bırakıp böyle anlar için daha hazır hale getirmem lazım." diye fısıldayıp odaya geçti. İyi yalancı olmadığım için annem tarafından kınanmıştım. Annem yalancı babam dolandırıcıydı. Bu ailedeki tek normal insan bendim.

 

Annemin peşine oturma odasına girdiğimde herkesin bakışları benim üzerimdeydi. Bakışları fark ettiğimde odanın ortasında hareketsiz kaldım. Bakışlarım üçünün üzerinde dolandı. Birinin bir şey demesini bekliyordum. Demediler. Arkadaş grubundaki istenmeyen insan gibi hissettim kendimi. Bahsi geçen arkadaş grubumun annem babam ve Aziz olması dışında bir sorun yoktu.

 

Onların konuşmayacağını anlayınca ben söze girdim. "Hadi Aziz, çıkalım. Beni iş yerine bırakırsın oradan da kendi işine geçersin. Sen de geç kalma." Benim konuşmamla kendilerine gelmiş gibi gözlerini üstümden çekebildiler. Aziz yavaşça kalktı yerinden. Anneme doğru ilerleyip elini öptü önce. Annem de yüzünde gülücüklerle sarıldı Aziz'e. "Her şey çok güzeldi Meltem teyze ellerine sağlık. Çok özlüyorum ben senin yemeklerini."

 

"Yalaka!" deyişini öksürüğüyle gizlemeye çalışan babamla kendimi tutamayıp güldüm. Annem ikimize de ölümcül bakışlar gönderiyordu ama biz sanki hiçbir şey yapmamışız gibi odanın her bir köşesinde gözlerimizi gezdirirken çok masum görünüyorduk.

 

"Afiyet olsun annem. Sen hep gel böyle ben yaparım sana. Sen şimdi kim bilir neler yiyorsundur işinde evinde. Anne yemeği gibisi olur mu?"

 

"Olur aslında. Bir sürü ev yemeği restoranları var. Orada da birilerinin annesi yemek yapıyor. Her canın yemek istediğinde gelme yani. Aş evi değiliz." Oturduğu yerde bacak bacak üstüne atmış, açtığı televizyonla ilgileniyormuş gibi konuşuyordu babam.

 

"Sen sus! Sanane? Benim evim, benim yemeğim sana ne oluyor?" dedi annem kendini daha fazla tutamadan. Belli ki bu konuda daha çok çatışacaklardı. Anne babamın evliliğinin geleceği için olaya müdahil olmaya karar verdim. "Tamam. Haydi anne, Aziz. Yeter bu kadar vedalaşma ya. Gurbete gitmiyor kimse." Sonra birkaç saniye durdum. "Gitmiyorsun değil mi Aziz? Bu konuda sana güvenemiyorum."

 

Babamın hakim olamadığı kahkahası başka hiçbir sesin olmadığı salonda yankılandı. Çak yapmak için elini bana doğru uzatınca ben de elimi hafifçe eline çarptım. Annemden korktuğum için babam kadar vahşileşemiyordum.

 

"Gitmiyorum Birce. Gitmiyorum Adem amca." Bize sert bir ses tonuyla konuşurken yüzünü anneme çevirdi ve hem sesi hem bakışları yumuşadı. "Gitmiyorum Meltem teyze. Buradayım. Daha seni alışverişe götüreceğim. Hiçbir yere gitmiyorum." Babamla ikimiz kollarımızı bağlamış karşımızda aşk yaşayan 'anne oğula' bakıyorduk. "Ay Aziz! Gerçekten mi? Alacağız mı marka marka kıyafetler de?"

 

"Anne?!" diye yükseldim daha fazla dayanamayıp. "Ben sana almıyor muyum marka marka kıyafetler? Niye bu kadar seviniyorsun ya?"

 

"Sus sen de! Oğul parası yemek başka güzel. Senin gibi 'anne ben bu ay kendime 987 tane ayakkabı aldım bir sonraki ay alalım mı?' da demez hem."

 

Açılan ağzımı elimle kapattım. Şaşkınlığım doruklardaydı. "Püü anaya bak anaya. Gördün mü kızım? Baba gibi yar olmaz işte. Anan seni elin oğluna satıyor." dedi babam da oturduğu yerden alevi körükleyerek.

 

Gözünü devirdi annem babama "El oğlu sensin. Aziz benim oğlum." Yirmi dokuz yaşındaydım ama annemin daha önce beni böyle sahiplendiğini hatırlamıyordum. Bir de kollarını Aziz'e dolamıştı. Aziz de 5 yaşında çocuk gibi annemin söylediklerine başını sallıyordu.

 

"Doğru karıcım çok haklısın. Gönlü geniş bir kadınsın maşallah. Ben de en çok o güzel kalbine vuruldum zaten. Kendi kızının yanında Leyla'ya, Meryem'e, Erdem'e, Sarp'a hatta Aziz'e bile anne gibisin maşallah. Ama itiraf et favori çocuğun Kürşat'tı değil mi?"

 

Annemle aynı anda büyüyen gözlerimle babama döndüm. Ne Kürşat'la sevgiliyken ne de ayrıldıktan sonra Kürşat'ın adını anmamıştı. Tanıştırdığımda sevmemişti doğru düzgün sohbet etmemişti bile. Kürşat bir keresinde ayrılığımızdan sonraki bir bayram günü bayramını kutlamak için babamı aramıştı da "Sen niye hala beni arıyorsun?" cevabını almıştı babamdan. Annem babamın aksine Kürşat'ı da çok seviyordu. Ona ilişkimde yaşadığım her şeyi anlatmadığım için bir süre beni dengesiz, Kürşat'ı 'yazık aşık çocuk' olarak görmüştü.

 

Kürşat'ın adını duyunca Aziz'in de annemi onaylamak için sallanan kafası durmuştu. Anneme sarılı kolları da biraz gevşemiş miydi ne? "Siz baba kız o kinli kalplerinizle bizim aramızı bozmaya çalışmayın boşuna." dedi annem babamı takmayarak. Ama Aziz için aynı şeyi söyleyemeyecektim. "Meltem teyze sana tek bir soru soracağım ve tek bir cevap istiyorum." Annemin şaşkın gözleri bu kez Aziz'deydi. "Kürşat'a içli köfte yaptın mı?" Annem ne dediğini bilemez bir halde ağzını açıp kapatırken babam oturduğu yerden bağırdı.

 

"Yaptı! Yaptı! Saklama çocuktan yaptın." Annem en sonunda gerçekten dayanamamıştı ki kollarını Aziz'den çözüp babamın yanına gidip sağına soluna şamarı yapıştırırken bir yandan da söyleniyordu. Onların bu haline alışkın olduğum için şu anki dövüşün bir süre daha süreceğini ve sonucunun tatlıya bağlanacağını biliyordum. O yüzden "Biz çıkıyoruz!" diye bağırarak Aziz'in kolundan tutup kapıya doğru sürükledim.

 

Aziz yine destek olmak için belimden kavramıştı. Buna fazla alıştığını düşünmeye başlıyordum. Arabaya geldiğimizde pek de ihtiyacım olmamasına rağmen binmeme yardım etti. Babamla ne konuştuklarını çok merak ettiğim için fırsatını bulduğum anda sordum. Bakışları beni buldu önce. Sonra tekrar yola çevirdi. Gülümsüyordu.

 

"Özel." dedi ve sustu.

 

"Benim babamla konuştuğunun farkındasındır umarım. Sen istersen şimdi söyleme ben babama sorunca söyleyecek nasılsa." dedim omuzlarımı silkip.

 

"Bu da benim kararımda ne kadar haklı olduğumu gösterecek."

 

"Ne kararı?"

 

"Hiç. Özel." dedi yine ve yine sustu. Bazen insanı delirtmek üzerine programlanıyordu. Ama ben yine de iyi bir insandım. Biraz sessiz kaldıktan sonra söylemesem içimi kemirecek olan şeyleri söyledim.

 

"Babama çok alınma tamam mı? O çok kırgın sana. Hem hiçbir şey demeden bırakıp gittiğin için kırgın hem de polis olarak seninle ilgili bir şeyler bulup üzüntüden kahrolan kızını teselli edemediği için kızgın. Oğlu yerine koyduğu çocuğun hayatında hiçbir şey rolünde olduğunu öğrenmek de kolay olmadı tabi."

 

Bu sefer yüzünü hiç çevirmedi bana. Yola bakmaya devam ediyordu. "Babam az yaptı bir tur da ben sıçayım ağzına mı diyorsun Birce?"

 

"Düzgün konuş! Olanı söylüyorum sadece."

 

"Olanlar kalbimi acıtıyor. Özür dilerim. Herkes haklı tepkisinde. Baban da haklı sen de haklısın. Hatta daha çok süründürmeliydin beni. Bak baban seni istemeye geldiğimde bile kinini diri tutacakmış."

 

"O günleri görürsek." dedim mırıldanarak. "Efendim?" dedi o da. Duymamıştı.

 

"Babamla birbirimize benziyoruz." dedim lafımı çevirerek. "Ona ne şüphe!" diye karşılık verdi pislik.

 

Ben ofise gittiğimizi düşünürken beni önce notere getirdi. Dava açması için ona vekalet vermem gerekiyormuş. Bir ton anlamadığım kelime söyleyerek kafamı karıştırdı. Sonuç olarak dava açması için vekaletimi verdikten sonra beni sonunda ofise getirdi. Kendisinin tekrar eve gidip takım elbiselerini giymesi gerekiyormuş. Oyalandığı için 'işe geç kalacaksın' diyerek biraz başının etini yedim.

 

Sonrasındaysa Aziz'i ofise tek başıma girebileceğime zor da olsa ikna edebilmiştim ama hâlâ arabada durmuş kapıdan içeri girmemi bekliyordu. Ona el sallayıp daha fazla beklememesi için içeri girdim.

 

Doğruyu söylemek gerekirse ayağım o kadar kötü durumda değildi. Üstüne tam bastığımda biraz sızlıyordu sadece. Tek başımayken idare edebilirdim ama Aziz'in yanındayken öyle bir dermanım olmuyordu ki anlatamam.

 

İş arkadaşlarıma günaydın diyerek masama doğru geçtim. Hepsi harıl harıl çalıştıkları için kafalarını kaldırmadan günaydın demişlerdi. Şu sıralar normalden fazla müşterimiz vardı o yüzden yoğun bir dönemden geçiyorduk. Ben de daha fazla oyalanmadan çizim masama geçip dün yarım bıraktığım çizime devam etmeye başladım. Sanki 3 gün geçmiş gibi hissediyordum. Bir yandan çizim yapıp bir yandan yaşanan şeyleri düşünüyordum. Tüm gece boyunca Aziz'in girdiği kıskançlık krizlerini düşününce gülmemi tutamadım.

 

"Günaydın Birce."

 

Duyduğum sesle yüzümde gülümsemeyle kafamı kaldırdım. Şahin elinde iki kahve, dudaklarında büyük bir gülüşle bana bakıyordu. Başımdaki bandajı görmüş olacak ki yüzü düştü anında. Kahveleri yandaki masanın üstüne koydu, eli bandaja doğru hareket etti.

 

"Ne oldu Birce?" dedi panik bir sesle. Kafamı hafifçe geriye çekip gülümsedim. "Önemli bir şey yok. Küçük bir kaza oldu."

 

Paniği azalmamıştı. "Dün arkadaşınla çıkarken bir şey yoktu. Akşam mı bir şey oldu? Kaza mı yaptınız? Arkadaşım iyi mi?"

 

"Sakin sakin." dedim ellerimi kullanarak omu sakinleştirmeye çalışırken. "Koşuyordum düştüm. Önemli bir şey değil. Dikiş bile atmadılar."

 

Hastaneye gittiğimi de duyunca biraz daha olsa rahatlamıştı sanki. "Neden koşuyordun?"

 

"Koşamaz mıyım?" dedim gülümseyerek. Bu kadar absürt bir şey değildi.

 

"Yok yani bir şeyden mi kaçıyordun yoksa normal koşuyor muydun diye sormak istemiştim."

 

Şimdi Şahin'e para kazanmak için koşuyordum desem maaşıma zam yapar mıydı? "Normal koşuyordum." dedim konuyu daha da uzatmadan.

 

Anladığını belirtir şekilde başını salladı. "Geçmiş olsun." Bir süre sessiz kaldı. Sonra neden yanıma geldiğini hatırlar gibi kahvelerden birini bana uzattı. Elinden teşekkür ederek aldım kahveyi. "Bu arada bugün projemizin müşterisi gelecek."

 

Beni anında bir panik sardı. "Neden? Daha çizim hazır değil ki! Zamanımız var demiştin. Bana daha en azından üç gün laz..."

 

"Dur dur." dedi beni susturarak. "Bizimle tanışmak için geliyor. Seninle daha doğrusu. Geçen toplantıda senden çok bahsetmiştim. Yeteneklerini, eğitimini, ödüllerini anlatınca çok memnun olmuştu. Evini emanet edeceği mimarı tanımak istiyor."

 

"Ha öyleli." dedim rahatlayarak.

 

Güldü "Öyleli." dedi. "Tamam sorun değil. Ne zaman gelir?" diye sordum. "2 gibi." diye cevap verdi. Başımı salladım. "Ben seni rahat bırakayım artık. Kolay gelsin çizimde." dedi ve oturduğu yerden kalkıp odasına geçti.

 

Zamanın nasıl geçtiğinden o kadar habersizdim ki popomun ağrısıyla kafamı gömdüğüm çizimden kaldırdım. Ayağa kalkıp biraz esneme hareketleri yaparken duvardaki saatle göz göze geldim. Birkaç dakika sonra 2 olacaktı. Molasız bu kadar uzun çalıştığıma inanamadım. Biraz ofisin içinde dolaşıp bacaklarımı açarken iş arkadaşlarıma sataştım.

 

"Çok çirkin olmuş Emre. İnsan yaşayacak o evde. Biraz özen lütfen ya!"

 

"Kızım gitsene başımdan ya Allah Allah. Ben gelip senin çizimime laf ediyor muyum?"

 

"Edemezsin zaten turşu! Benim çizimlerimle senin çizimlerin bir mi?"

 

Emre benim üniversiteden üç alt dönemimdi. İlk önce Kürşat'la tanışmıştı. Onun sayesinde de biz tanışmıştık ama onun Kürşat'la yakın olduğundan daha yakın olmuştuk. Abla kardeş gibi bir ilişkimiz vardı. Tabi bu zamanında Kürşat'ın Emre'yi deli gibi kıskanmasına engel olmamıştı. "Çok yakınsınız. Çok eğleniyorsunuz. Seni çok güldürüyor." cümlelerini ezberlemişti artık.

 

 

"Tabi ki üstadım hiç benim cin ali çizimlerim sizin mona lisanızın yanına yaklaşabilir mi? Siz bir efsanesiniz."

 

"Aferin adam ol böyle çekirge. Ee nasıl gidiyor?" dedim yanındaki sandalyeye oturarak.

 

"Valla bizim hayatımızda pek bir gelişme yok ustam ama sende var gibi. Senin dedikodunu yapıyordu ofistekiler öğle yemeğinde. Dün bir adam gelmiş seni almaya bugün de aynı adam bırakmış. Dedikodu kazanı senin adınla kaynıyor."

 

Göz devirdim anlattığı şeye. "Ayy bunlar da ne hayatsız insanlar ya konuştukları konuya bak. Belki abim belki kardeşim belki arkadaşım. Nedir yani?"

 

Dik dik suratıma bakarak psikopat gibi gülümsüyordu. "Ama hiçbiri değil. Değil mi?" Kaşlarını yukarı aşağı oynatırken daha da sinir bozucu oluyordu. "Azizmiş gelen. Adını duyunca çok şaşırdım valla. Ben artık onun senin uydurduğun hayali bir arkadaşın falan olduğunu düşünmeye başlamıştım."

 

Koluna bir şamar yapıştırınca canı çok yanmış gibi davranıp kolunu ovalamaya başladı. "Ben akıl sağlığın yerinde diye sevineyim sen beni döv. Oluyor mu şimdi 'azizim'." Kahkahası büyürken benim peş peşe gelen şamarlarımdan kaçmaya çalışıyordu.

 

"Birce?"

 

Emre'yi dövme işlemimi yarıda kesip sesin geldiği yöne baktım. Şahin, yanında 45-50 yaşlarında, saçlarıma kırlar düşmüş ama gir saçlarıyla dikkat çeken bir adamla odanın kapısında duruyordu. Hemen kendimi toparlayıp ayağa kalktım. Aynı şekilde Emre'de tüm ciddiyetini toplamıştı.

 

"Tanıştırayım Birce, müşterimiz Kemal Bey. Kemal Bey, mimarımız Birce."

 

Peşpeşe adımlarla yanlarına gittim be Kemal Bey'e elimi uzattım. "Çok memnun oldum Kemal Bey." dedim. O da elini uzatıp aynı şekilde karşılık verdi. "Ben de çok memnum oldum Birce Hanım. Benim için çok değerli bir proje, baş mimarıyla konuşup bazı noktalarda fikirlerimizi paylaşmamız gerektiğini düşündüm."

 

"Tabi ki! Çok memnum olurum. Bizim için önemli olan sizin memnuniyetiniz. Biz ev yapıyoruz içinde yaşayanlar yuvaya çeviriyor sonuçta."

 

"Ne güzel konuştunuz. Çok haklısınız. Bir evin yuva olabilmesi çok önemli. Benim de en büyük isteğim o. Çalışmalarınızı ve fikirlerinizi görebilir miyim?"

 

"Tabi ki." dedim Şahin'e de bakarak.

 

"Benim odama geçelim. Birce bize kısa bir sunum yapıp fikirlerinden bahsetsin." dedi Şahin ve Kemal Bey'i odaya doğru yönlendirdi. Onlar odaya girince ben de Emre'ye parmağımı sallayarak gözümün üzerinde olduğunu anlatan hareketler yapıp tabletimi alıp odaya geçtim.

 

Ben sunumumu yapıp fikirlerimi anlatırken Kemal Bey dikkatle dinledi. Araya dahi girmedi. Yüzündeki gülümseme memnun olduğuna dair bir işaretti. Yani umarım öyleydi.

 

"Birce Hanım, gerçekten hayallerimin bu kadar başarıyla hatta daha da iyi halleriyle gerçeğe dönüştürülmesini beklemiyordum. Ben çizimlerden bile bu kadar etkilendiysem evi karşımda görünce ne hissedeceğimi düşünemiyorum bile. Çok teşekkürler."

 

Rahatlamayla derin bir nefes aldım. Övülmekten her zaman çok zevk alıyordum ama içten övgüler bir başkaydı. Kemal Bey'in samimi olduğunu hissediyordum.

 

"Kahve içerek sohbetimize devam edelim mi Kemal Bey?" dedi Şahin. 3 kahve söyledi ve iş konuşmasından sohbete dönüş yaptık.

 

"İsminiz çok güzel Birce Hanım. Çok sevdiğim bir isimdir." dedi Kemal Bey.

 

Övülmeyi seviyorum dedim ama ismime övgüye de ne diyeceğimi bilememiştim. "Teşekkür ederim." dedim tebessüm ederek.

 

"Kızım olursa çok koymak istediğim bir isimdi Birce. Nasip olmadı. Sizin isminizi kim koymuş?"

 

"Teyzem." dedim hafiften yaşaran gözlerimi gizlemeye çalıştığım bir gülüşle. Derin bir nefes verdi. O da tebessüm etti. "Başka kardeşiniz var mı?"

 

"İsmimin anlamı kaderime çok etki etmiş galiba. Tek çocuk olarak kalmışım."

 

"Zordur tek çocuk olmak. Anne babanın tüm beklentileri, hayalleri, korkuları tek bir kişinin üzerine biner. Sizin bir kardeşiniz vardı galiba Şahin Bey."

 

Kafasını sallayarak onayladı Şahin. "Evet bir kız kardeşim var. Kardeş çok başka bir şey. Ömürlük bir dost gibi. Sizi üzmek istemem ama." bakışlarını ikimiz arasında gezdirdi. "Tek çocuk olmanıza üzüldüm."

 

Kemal Bey, Şahin'in bu içten tavrına güldü. "Benim için artık çok geç galiba ama Birce kardeşlik duygusunu tadabilir."

 

Anında gözlerim büyüdü. Bu konuşma neden annemle babamın özel hayatları üzerinde ilerlemeye başlamıştı birden. Benim şaşırdığımı fark eden Kemal Bey hemen kendini düzeltti. "Yanlış anlama lütfen. O anlamda söylemedim. İleride sevdiğin biriyle evlenirsen onun kardeşleri sana da kardeş olur. Kısa süreliğine de olsa öyle hissettiğim bir dönem olmuştu. Sevdiğin insanların sevdikleri hep çok kıymetlidir." Bakışları Şahin'e döndü. "Eminim senin seçeceğin güzel kadın da kız kardeşini kardeşi gibi görür."Sonra tekrar bana döndü. "Umarım sen de kardeşlerin gibi sevebileceğin insanlarla tanışırsın."

 

Şahin manalı bir şekilde gülümserken ben zaten o insanlarla tanışmış olmanın mutluluğuyla gülümsüyordum.

 

"Ben o insanları çok uzun yıllardır tanıyorum Kemal Bey. Kardeşlerim gibi dostlarım var."

 

"Doğru." dedi Şahin beni onaylayarak. "Birce'nin kalabalık bir arkadaş grubu var. O yüzden şanslı bu konuda. Kardeş gibi koruyup kolluyorlar birbirlerini. Daha yeni Birce'nin avukat arkadaşı davasını üstlenecekti değil mi Birce?"

 

Tüm özelimi de yeni tanıştığımız bir adamın yanında ortaya dökmeseydi iyi çocuktu aslında da. Bunun da benim yanımda çenesi açılıyordu.

 

"Yani, Aziz'i pek kardeş kategorisindeki arkadaşlarım arasına koymam ama evet çok ilgili birisi." Doğrudan yüzüne yüzüne söylemesem de anlamasını istiyordum. Akıllı bir adamdı. Umarım anlayıp Aziz'in düşündüğü gibi bana duygularını açmak gibi bir gaflete düşmezdi çünkü ben reddettiğim zaman işler gerçekten sarpa sarardı. Hem de tam bu kadar önemli bir müşterimizin işini yapıyorken olmasını istediğim en son şey patronumun ilan-ı aşkıydı.

 

Sohbetimize devam ettikçe Kemal Bey ile ilgili daha çok şey öğrendim. Eşinden boşanmış şu an tek başına yaşıyormuş. Çocuğu da yokmuş. Açıkçası tek bir kişi için yaptırmak istediği ev fazla büyüktü ama işin o kısmını pek de sorgulamadım.

 

Kemal Bey'i uğurladıktan sonra telefonumu kontrol ettiğimde Meryem'den bir mesaj geldiğini gördüm. Bir link atmıştı. Altına da "bundan sana da aldım çok güzel" yazmıştı. Onun mesajına cevap verecekken Leyla'nın araması geldi ekrana. Bekletmeden açtım aramasını. O da beni bekletmeden konuşmaya başladı.

 

"Birce, balım yetiş!"

 

"Ne oldu Leyla hayırdır?" Sesindeki panik beni endişelendirmişti.

 

"Erdem bugün işten geç çıkacakmış. Ben de o evde olacak Akgün'e bakacak diye o saate iki yıl sonraki ilk seansımı koymuştum. 2 saat kala iptal edemem. Sen işten ne zaman çıkacaksın."

 

Duvardaki saati kontrol ettim. "Tamam paniklik bir durum yok. İzin alır yarım saate çıkarım ben. Senin kurtardığın ilişkilerin sevabı birazcık da bana gelir belki."

 

"Sen var ya sen! Sen başka bir şeysin kızım çok seviyorum seni. Çok güzel yemekler yaptım bugün. Gel sana ödül vereceğim."

 

"Beni ödül mamasıyla mı kandırmaya çalışıyorsun Leyloş?" dedim alınmış gibi çıkardığım sesimle.

 

"Senin numaralarını yerim balım. Çabuk gel öpeceğim seni."

 

Gülerek karşılık verdim ona "Tamam görüşürüz." deyip telefonu kapattım.

 

İki kız kardeşim vardı işte. Diğer iki oğlan da tam olarak sinir bozucu erkek kardeş ve fazla korumacı abi profilleri arasında gidip geliyorlardı. Tek değildim. Hiçbir zaman olmadım.

 

 

Şahin'e çıktığımı haber verince beni bırakmayı teklif etti. O an sabah beni Aziz bıraktığı için işe babamın arabasıyla gelmediğimi hatırladım. Leyla'yı daha da panik etmemek için erken gitmem gerekiyordu. Bu yüzden Şahin'in teklifini kabul ettim.

 

Araba bir süre işlerden, Kemal Beyden, projeden, tek başına o evde yaşamasının ne kadar garip olduğundan bahsettik. Sonra Şahin konuyu doğum gününe getirdi.

 

"Partinin dress Code'u 'fancy' bu arada. Düğüne geliyormuş gibi gelebilirsin yani."

 

"35'ine kadar evlenemeyince düğün konseptli doğum günü mü yapmaya karar verdin." dedim gülerek. O da tebessüm ederek bana baktı bir süre.

 

"Henüz inancımı o kadar yitirmedim. Evleneceğime dair umudum var." dedi gözlerini üzerimden çekmeden.

 

"Doğru kişiyi mi bekliyorsun?" dedim sahici bir merakla.

 

"Doğru kişi..." dedi uzatarak. "Var mı öyle bir şey gerçekten."

 

"Dertli gördüm seni."

 

Sesli bir şekilde güldü bu dediğime. "O kadar belli oluyor mu?" Acımasızca başımı salladım. Bu onu daha da güldürdü. "Aşktan yana yüzümün pek güldüğü söylenemez. Bir türlü bir şeyler yolunda gitmedi ilişkilerimde. Sonra ailem devreye girmek istedi tabi ama o görüşmelerde umduğum gibi geçmedi." Pek yakım zamanda ben de görücü usulü randevuya çıktığım için onu anlıyordum. Ah Altan'cım çok iyi bir insansın ama hiç birbirimize uygun değiliz. "Ama umutluyum. Sevgi, saygı, güven, uyum. Bunlar bir ilişkide aşktan daha kıymetli şeyler. Birini sevmek için deli olmana gerek yok. Aklı başında da sevebilirsin."

 

Sessiz kalıp dediklerini düşündüm bir süre. Olgundu ve haklıydı da. Zaten günün sonunda insana en çok zarar veren de o deli dolu aşk değil miydi?

 

"Dertliyim ama umutsuz değilim anlayacağın. Kader bu bilemezsin. Belki de yakındır. Yakındadır."

 

Ben de tam bu atağı bekliyordum. Neyse ki Leylaların evi köşede görünmüştü. "Beni şurada indirebilirsin." dedim parmağımla gösterip. Tam evin önündeki boş park yerine girmek için bir sinyalini yakmıştı ki bir araba ondan önce gelip park etti. Şahin tam kafasını camdan çıkarıp seslenecekti ki arabanın sahibini fark edince onu durdurdum.

 

Aziz'in şu an burada ne işi vardı? Üçümüz aynı anda arabalardan indik. Ben Aziz'e bakarken Aziz'le Şahin birbirlerine bakıyordu.

 

"Ne işin var senim burada?" dedim Aziz'e doğru ilerlerken.

 

"Erdem aradı. Akgün'e bakılması gerekiyormuş. Geldim ben de. Senin ne işin bar burada." Son cümlesini bana değil de hemen arkamda duran Şahin'e bakarak söylemişti.

 

"Beni de Leyla aradı. Sabah sen bıraktığın için araba yoktu yanımda. Şahin bırakmayı teklif edince hızlı olur diye kabul ettim ben de."

 

O sırada Şahin, tokalaşmak için elini uzattı Aziz'e. "Şu sıralar çok karşılaşır olduk Aziz." dedi gülümseyerek. Aziz poşetlerle dolu ellerini göstererek karşılık vermedi Şahin'in eline.

 

"Sen benim haritamda fazla dolaşıyormuşsun gibi geldi Şahin'cim. Bu kadar karşılaşmanın bir açıklaması olmalı değil mi?"

 

Şahin samimi bir gülüşle karşılık verdi. "Ben yıllardır aynı haritayı kullanıyorum Aziz. Daha önce sana rastlamamıştım."

 

"Doğrudur." dedi Aziz ve bir elindeki poşetleri diğerine verip boşta kalan elini omzuma attı. "Sen haritanı bir güncelle yine de. Eski sürümde kalma mazallah." Yüzünde en samimi gülüşü vardı Aziz'in. "Birce'yi bıraktığın için de teşekkür ederiz. Çok bekleme de trafiğe kalma şimdi."

 

Şahin'in yüzünde artık sahte bir gülüş bile yoktu. Kısılmış gözleriyle Aziz'in amacını çözmeye çalışıyor gibi görünüyordu. "Teşekkür ederim Şahin. Görüşürüz." dedim kibarca.

 

Başını sallayarak teşekkürümü aldı ve "Görüşürüz." dedi. O arabaya binip giderken biz de ben önde Aziz arkada apartmanın içine girdik.

 

Dairenin önüne geldiğinde kapıyı çaldık ve beklemeye başladık. Aziz bu sırada topallamayan ayağıma bakıyordu ama onu dikkate almadım.

 

Leyla'nın kapıyı açmasıyla mızıldayan Akgün'ü kucağıma tutuşturması bir oldu. "Geç geç çabuk içeri geç. Şu hale gelebilmek için ne kadar zorlandım biliyor musun? Oğlan tüm makyajımı bozmadan çıkıyorum." Akgün'ün yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. "2 saatcik sonra görüşürüz annem." deyip kapı önündeki topuklularını giydi. Biz hala kapının önünde durmuş ona bakıyorduk. "Birce geçsene içeri çocuğu üşüteceksin aa!" diye bana yükseldikten sonra Aziz'i gördü. "Sen niye geldin?" dedi çocuğun suratına.

 

"Erdem aradı. Akgün'e 2 saat bakar mısın dedi."

 

Aziz'in suratına kahkahasını patlattı Leyla. "Sen ne anlarsın be çocuk bakmaktan. İngiltere'de dadılık mı yaptın?"

 

"Leyloş çok güzel şıkır şıkır giyinmişsin uzun bir aradan sonra ilk kez işine gidiyorsun beni kendinle uğraştırma tamam mı arkadaşım? Lütfen." dedi Aziz sakinlikle.

 

"Tamam be." deyip omuzunu silken Leyla, Akgün'e tekrar el sallayıp asansöre bindi. Biz de daha fazla kapı önünde kalmamak için eve girdik.

 

Akgün'ün mızıldanması sürüyordu. "Ne oldu teyzecim ne istiyorsun?" dedim kucağımdaki Akgün'le oturma odasına geçerken. "Kitap okuyalım mı?" Kafasını sağa sola sallayıp 'ı-ıh' dedi.

 

"Oyun?"

"I-ıh."

"Nam nam?"

"I-ıh."

"Şarkı?"

"I-ıh."

 

"Akgün, hadi tanışalım seninle ya!" dedi Aziz. Kucağımdaki Akgün göğsüme daha da sokulup daha önce görmediği bu yabancıyı inceliyordu. "Ben amcayım ama hadi tanışalım." deyince Akgün suratını büzüştürdü.

 

"Çocuğun zaten 3 tane amcası var. Bir sor önce amcalarını seviyor musun diye?" Akgün'ün suratının açıklaması buydu. Erdem'in üç tane abisi vardı ve Akgün şimdiden baba tarafından pek haz etmiyordu.

"E Sarp var. Sarp ne o zaman?" diye sordu Aziz de.

 

"Dayı!" diye bir ses duyuldu göğsüme sinmiş bal gibi oğlandan.

 

"Çakal Sarp'a bak sen. Leyla'nın erkek kardeşi yok diye hemen kapmış dayılık mekanını." Akgün'e doğru yaklaştı iyice. "Tamam ben de dayıyım o zaman." dedi

 

"I-ıh" diye itiraz etti anında Akgün.

 

"Akgün bu abinin adı Aziz." dedim parmağımla Aziz'i göstererek. Büyük hareketler daha çok ilgisini çekiyordu. "Aziz annenin babanın arkadaşı."

 

"Senin?" diye sordu boncuk gözleriyle bana bakarken.

 

Bir Aziz'e bir de Akgün'e baktım. Ben şimdi çocuğa aramızda olup bitenleri nasıl anlatabilirdim. "Benim de arkadaşım. Sarp dayının da Meryem teyzenin de. Hepimizin arkadaşı."

 

"Benim alkadaşım!" dedi kendini göstererek. "Senin de arkadaşın olur tabi. Neden olmasın? Seninle oynamaya geldi zaten."

 

"Evet!" dedi hemen fırsattan istifade Aziz de. Ellerindeki poşetleri havaya kaldırdı. "Bak ben sırf oynayalım diye yanımda neler getirdim." dedi poşetleri sallarken. Akgün'ün ilgisi anında poşetlere kaymıştı. Göğsüme yaslandığı yerden kalkıp poşetlere baktı.

 

"Hadi bakalım neler getirmiş?" deyip kucağımdaki Akgün'le birlikte yere çömeldim. Aziz de hemen biraz mesafe koyarak karşımıza oturdu. Heyecanla paketleri karıştırırken ilk çıkardığı şey peluş bir fildi. "Bak burada ne var?" dedi peluşu Akgün'e doğru uzatırken. Akgün peluşu iki eliyle kavrayıp sarıldı. Başını da tekrar göğsüme yasladı. "Başka?" diye sordu.

 

Akgün'ün yeterince etkilenmediğini anlayan Aziz tekrar poşetleri karıştırdı. "Yapboz?" dedi soru sorar gibi. "ı-ıh" diye karşılık verdi Akgün yine. Sırasıyla oyuncak araba, kamyon, tamir seti, çay takımı seti çıkardı poşetlerin içinden ama Akgün hepsine 'ı-ıh' demekle yetindi. Şu anda oyun seçmiyor, Aziz'i reddetme oyunu oynuyor olabilirdi. Benim de sevdiğim bir oyundu.

 

Aziz kararsızlıkla elindeki son kozunu çıkardı poşetin içinden. Bu bir ameliyat oyunuydu. Emin olmayan gözlerle çıkardı paketi. Sanki benden bir hareket bekliyordu. "Aziz o oyuncak daha büyük çocuklar için." dedim uyaran bakışlarla.

 

"Menim." Diyen Akgün kutuyu kaptığı gibi tekrar kucağıma oturdu. Elindeki kutuyu açmaya çalışan bu iki yaşındaki bebeyi ikna etmenin bir yolu yoktu. Ya çığlık kıyamet kutuyu elinden alacaktım ya da ağzına herhangi bir şey sokmaması için önlem alacaktık.

 

Kınayan bakışlarım Aziz'in üzerinde gezerken Akgün'e kutuyu açması için yardım ettim. Açmıştık açmasına ama ne yapması gerektiğini o da çözemiyordu. Önce bana baktı. Sonra hediyenin sahibine. "Aciş." dedi Aziz'e bakarak. "Onayalım." Aziz sonunda kaale alındığı için mutluydu. "Oynayalım aslanım oynayalım tabi." dedi heyecanla. Oyuncağı aralarına aldılar. Biri bir uçta diğeri bir uçta oyuncağı kurmaya başladılar.

 

Akgün dikkatini oyuna vermişken biraz önce cebimde titreyen telefonuma baktım. Leyla mesaj atmıştı. Açsak yemek yiyebileceğimizi değilsek onları beklememizi söylüyordu. Bir de akşam 7'ye kadar gelemezlerse Akgün'ü uyutmalarını. İkilinin tüm dikkatleri oyundayken kalkıp mutfağa gittim. Leyla yine döktürmüştü ama henüz o kadar aç değildim. Mutfağın da halinden anlaşılacağı üzere bu efsane yemekleri yaptıktan sonra pek ardına dönüp bakmamıştı. İçerdekiler sessizce oyun oynarken ben de fırsattan istifade mutfağı toparlayıp, bulaşıkların bir kısmını makineye yerleştirip bir kısmını yıkadım.

 

Bir süre sonra mutfakla işim bittiğinde tekrar oturma odasına döndüm ve kapının önünde durup bir süre Aziz ve Akgün'ü izledim. Çok önemli bir iş yapıyormuş gibi ikisi de kaşlarını çatmış, uzandıkları halının üzerinde ellerinde cımbızlarla adamın vücudundan parçalar çıkarıyorlardı. Dikkatlerini dağıtan şey ise Aziz'in birden çalan alarmı olmuştu. Duyduğu sesle irkilen Akgün elindeki cımbızı da düşürmüştü ve şu an Aziz'e çatık kaşlarıyla bakıyordu. Akgün telefonunu çıkarıp alarmını kapattı. Tam bana seslenmek için başını kaldırmıştı ki kapı önünden onlara baktığımı gördü.

 

"Ben bir arabaya kadar gideceğim. Cüzdanımı bulamıyorum. Orada mı diye kontrol etmem lazım." dedi. Ben daha bir şey söyleyemeden bana gülümseyerek odadan çıktı. Birkaç saniye sonra da kapının sesi geldi.

 

Hala yerdeki adamı ameliyat etmeye çalışan Akgün'ü kucağıma aldım ve evin önünü gören pencereye doğru ilerledim. Aziz'in apartmandan çıkıp arabasına ilerlediğini gördüm. Akgün parmağını cama uzatarak "Aciş!" diye bağırdı. Neyse ki 3. Kattaydık da Aziz bu sesi duymamıştı. Arabasına gidip kapısını açtı. İçine girip oturunca görüş açımdan kaybolmuştu. Birkaç saniye sonra arabadan elinde boş bir su şişesiyle çıktı ve arabanın kapısını kapatıp şişeyi karşıdaki çöp kutusuna basket attı. Sonra tekrar apartmana yürümeye başladı. Ben onu izlerken bir eliyle gözünü ovuşturup bir yandan da kafasını göğsüme bastıran Akgün'e çevrildi dikkatim.

 

Saat altı buçuktu ve Akgün'ün uyku saati geliyordu. "Kitap okuyalım mı teyzecim?" dedim sakin bir tonla. Başını aşağı yukarı hareket ettirerek yanıt verdi. Bazı zamanlar gerçekten konuşmaya üşeniyordu. Çalan kapının ardından Aziz'e kapıyı açtım ve bir şey demeden Akgün'ün odasına doğru ilerledim. Ayak seslerinden, Aziz'in de peşimizden geldiğini anlayabiliyordum.

 

Akgün odaya gelir gelmez kucağımdan indi ve kütüphanesinden kitaplar seçmeye başladı. Seçtiği kitapları alıp yatağına kuruldu. "Aciş okusun." dedi kapı önünden bizi izleyen Aziz'i işaret ederek. "Söyle de okusun hadi." dedim ben de belki iki kelime daha fazla konuşur diye. "Aciş, oku." demekle yetindi.

 

İkimiz de yataktaydık. Aziz de yatağa doğru geldi ve yatağın diğer yanına doğru uzandı. Akgün'ün ona uzattığı kitabı okumaya başladı.

 

"Tırtıl ile Uğur Böceği." dedi önce başlığı okuyarak. Akgün'ün heyecanı yüzünden belli oluyordu. Bu yeni kitaplarından biri olmalıydı ona daha önce bu kitabı okumamıştım.

 

"Tırtıl ile Uğur Böceği, çok sever birbirini. Dolaşırlar birlikte tüm gün ormanın derinliklerini. İki arkadaş, iki sırdaş gibi. Tırtıl sürünür, Uğur Böceği uçar. Diğer hayvanları kıskandırır kahkahalarının sesleri." Her sayfada bir cümle olan bolca resimli bir kitaptı. Tırtıl ile Uğur Böceğinin mutlu anları resimlenmişti.

 

"Uğur Böceği istemez yanında kimseyi. 'Tırtılım olsun.' der 'Kafi.'" Ben çocuk kitabında neden 'kafi' yazdıklarını düşünürken "Kafi, yeterli demek." diye açıklama yaptı Aziz. "Tırtılısı yetermiş böcüsüne." diyerek anladığını belirtti Akgün de. İkimiz de gülerek ona bakıyorduk. Sonra Aziz başını tekrardan kitaba çevirdi.

 

"Gel zaman git zaman, geçirmişler böyle günleri. Söylememişler birbirlerine sevgilerini. Ummuşlar hep yan yana olmayı ilk günkü gibi. Bir gün tırtıl özlemiş evini, görmek istemiş ailesini. 'Git' demiş uğur böceği. 'Git gör aileni. Ben bekliyorum seni.' "

 

"Uğur böceği beklemiş ama tırtıl gelmemiş geri. Uğur böceğinin kırılmış kalbi. 'Gittiği yeri seviyor.' demiş. 'Sevmiyor beni.'

 

"Bırakmış uğur böceği beklemeyi. Arkadaşlar edinmiş yeni yeni. Karıncası, çekirgesi, sineği... Hiçbiri tutmamış tırtılın yerini."

 

Aziz, artık cümleleri daha yavaş okuyordu ve kitabı okumaya başladığındaki mutluluğu yoktu yüzünde.

 

"Geçmiş zaman yine su gibi. Bir gün karşısına dikilmiş mavili bir su kelebeği. 'Ben geldim.' demiş 'Seviyorum seni.' "

 

"'Sen kimsin?" demiş uğur böceği. 'Tanımıyorum seni.'"

 

"'Tanıyorsun beni, tırtılım ben, sevdiğin gibi.'"

 

"'Benim tırtılım değildi mavili. Sen kelebeksin, güldürme beni."

 

"Oysa tırtılın çok acı çekmiş bedeni. Kanatlarını çıkarıp uğur böceğiyle uçarak gezebilmek için her yeri, bir kozanın içine hapsetmiş kendini."

 

"İkimiz de uçabiliriz artık keşfedebiliriz derinlikleri."

 

"Şaşkınlıkla kırpmış gözlerini uğur böceği. 'İyi de ben sensiz uçamadım ki. Unuttum her şeyi.'"

 

"'Ben sana öğretirim tüm bildiklerimi. Yeter ki benimle uç. Seviyorum seni.'"

 

"İkisi de öğretmiş birbirine birçok şeyi. Gökte süzülüp yerde dans etmiş bedenleri."

 

"Uğur böceği demiş, 'beni bekletmene rağmen seviyorum seni.'"

 

"Tırtıl cevap vermiş 'daha çok bekletmemek için kozamı yırtacak kadar çok seviyorum seni."

 

Aziz kitabı bitirmişti ama bakışları hala son sayfadaydı. Aziz'e bakmayı bıraktığımda Akgün'ün Aziz'in omzuna yaslanarak uyuduğunu fark ettim.

 

"Uyudu." diye mırıldandım. Başını çevirip omuzunda uyuyakalan Akgün'e baktı. Yorganın üstüne uzanıyor olduğu için kucağına alarak yataktan kaldırdı. Ben yorganı açarken Aziz de Akgün'ün kokusunu içine çekiyordu. Yetmemişti ama uyandırmamak için yatağa bıraktı Akgün'ü. Başına da bir öpücük kondurdu. Ben de hafifçe yanağından öptüm.

 

Önde ben arkamda Aziz odadan çıktık. Tam arkamı dönüp 'yemek yemek ister misin?' diye soracaktım ki arkamı dönmemle Aziz'i dibimde görmem bir oldu. Refleksle geriye doğru giderken Aziz kolumdan yakaladı. Yine gözlerimin en derinine bakıyordu ve yine teslim olduğum bakışları gözlerindeydi.

 

Yüzümü süzdü önce. Sonra gözlerimde durdu bakışları. Daha fazla dayanamamış gibi birden iki kolunu da sardı bedenime. Topuklarım yerden havalanmıştı bile. Bu ani duygu patlamasının sebebini anlamazken boynumda hissettiğim dudaklarla hiçbir şeyin sebebini düşünmemeye başladım. Öpmüyordu. Sadece dudaklarının baskını hissediyordum. Sanki boynumun içine girip orada saklanmak ister gibiydi. Ben de ellerimi sırtına koyduğumda bir süredir tuttuğu nefesini verdi. O an dudaklarında hiç beklemediğim o sözler boynuma çarparak çıktı.

 

"Daha çok bekletmemek için kozamı yırtacak kadar çok seviyorum seni."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tırtıl ile uğur böceği 🐛 🐞 🥹🥹

 

 

 

 

Yıldızımızı da aldıysak bölümle ilgili düşüncelerinizi ve tahminlerinizi buraya alabilirimmm

Loading...
0%