@melinogut
|
Boynumdaki sıcaklığı da ağzından çıkan kelimeler de kafamı karıştırmak için birbiriyle yarışıyordu. "Daha çok bekletmemek için kozamı yırtacak kadar çok seviyorum seni." ne demekti? Tırtıl çok acı çekmişti. Aziz de mi acı çekmişti? Düşünmek istemiyordum. Bensiz acı çektiğini düşünmek istemiyordum. Onun gözüne toz kaçsa benim gözlerim yaşarırdı. Bensiz kendini büyük bir acının içinde bırakmış olma ihtimali bile canımı çok yakıyordu. İhtimali bile gözlerimi doldurmaya yetiyordu.
Boynumdan uzaklaştı. Elleri hâlâ sırtımdaydı. Ben de ellerimi biraz geri çekip omuzları üzerinde durdurdum. Gözleri yüzümde dolaştı önce. Sonra gözlerimdeki yaşları görmüş olacak ki bakışları daha da yumuşadı. Bir elini yanağıma çıkardı. Baş parmağıyla yanağımı okşarken hâlâ gözlerimin içine bakıyordu. Bana bu kadar derinden bakması daha çok ağlamak istememe sebep oluyordu.
Bir damla düştü gözümden engel olamadım. Gözüyle takip etti damlayı, yanağımda yavaşladığında ise damlanın üstünden yanağıma kocaman bir öpücük bıraktı. Öperken bir yandan da derin bir nefes aldı. Bir süre ne nefesini bıraktı ne de dudaklarını çekti. O beni bu kadar içten öperken karnımda tırtıllar, kalbimde kelebekler, beynimde uğur böcekleri dolaşıyordu. Birkaç damla daha aktı ondan habersiz.
Dudaklarını yanağımdan kaldırınca diğer yaş izlerini gördü. Hafifçe kaşları çatıldı. "Seni daha çok öpeyim diye mi ağlıyorsun yoksa? Eğer öyleyse boşuna ağlamana gerek yok söylemen yeterli. Ben seni istediğin her an öperim."
"Sus ya! Saçma sapan konuşma. Tırtıla ağlıyorum ben." dedim ağladığımı belli eden ses tonuma rağmen kendimi savunarak.
"Ağlama tırtıl için. Kelebek oldu artık. Uğur böceğiyle birlikte uçuyorlar. Çok mutlu merak etme."
"Sen misin tırtıl? Nasıl bilebiliyorsun?" Bir yandan burnumu çekerek konuştuğum için şu an gözünde 3 yaşında bir kız çocuğuydum muhtemelen.
"Kelebeğim artık. Kanatlarım var. Seninle özgürce uçabilirim." dedi tırtıl olduğunu itiraf edercesine. Bu kalbimi daha da acıttı.
"Sormuyorum Aziz." dedim mırıltıyla.
"Sorma Birce'm." dedi içi giderek. Baş parmağıyla yanağımı okşamaya devam ediyordu.
"Bana anlatacağın zamanı bekliyorum." dedim onu cesaretlendirmek için.
"Ben de bekliyorum." dedi hemen.
"Neyi?" diye sordum kaşlarımı çatarak.
Anlamamış olmama güldü. O böyle tatlı tatlı gülünce kalbim ritmini kaçırıyordu sanki. "Bana geleceğin günü."
"İlla duyman gerekiyor değil mi?" dedim kendini hissettiren sinirimle.
"Bu 'seviyorum ama söylemeye çekiniyorum' mu demek?" dedi dişlerini göstere göstere gülerken. Şimdi de gülüşü sinirimi bozuyordu. Yanağımdaki elini elimin tersiyle ittim. Bedenini de diğer elimle kendimden uzaklaştırdım.
"Bu 'sen aptalsın' demek. Git başımdan. Uzaklaş." deyip arkamı dönüp tam gidecektim ki kolumdan çekip beni gövdesine yapıştırdı.
Sırtım gövdesine yaslanır yaslanmaz kollarımı kullanamayacağım şekilde belimden sarıldı. Önce şakağıma doğru, saçlarıma bir öpücük bıraktı. "Uzaklaşmıyorum." dedi. Sonra tekrar yanağımı öptü. "Senden bir adım öteye gitmiyorum." Burnunu tekrardan boynuma yasladı. İçine çektiği nefesle bacaklarımdaki gücü de bir anda çekti aldı sanki. Fark etmeden kafamı sağa yatırıp ona daha çok yer açarken buldum kendimi.
Bu onu memnun etmiş olacak ki güler gibi nefesini dışarı verdiğini hissettim. Bu gülüş beni kendime getirecekti ki boynumda hissettiğim dudaklarla bedenimdeki tüm gücü kaybettim. Gözlerimi kapattım ve Aziz'in öpücüğünün tadını çıkarmak için kendime birkaç saniye izin verdim.
Dudaklarının boynumdan ayrılırken çıkardığı sesle gözlerimi açtım. İstemeyerek de olsa kollarından kurtulmak için hareket ettim ama kollarını daha da sıkı doladı bedenime. Kafasını boynumdan kaldırmış saçlarıma yaslamıştı. "Hiçbir yere gitmiyorum. Buradayım." Bir elini başıma doğru çıkardı ve şakağıma dokundu parmağıyla. "burada olmak için..." Aynı parmağını şakağımdan çekti ve sol göğsümün üzerine dokundu. "ve burada olmak için elimden gelen her şeyi yaparım. Her şeyi Birce."
Ben Aziz'in cümlelerini beynimde tekrar ederken popomun titrediğini hissetim. Birbirimize yapışık olduğumuz için bunu o da fark etmiş olacak ki kendini sonunda geri çekebildi.
Cebimdeki telefonu çıkardığımda Leyla'nın aradığını gördüm. Daha fazla beklemeden telefonu açtım.
"Balım napıyorsunuz?" dedi Leyla telefonu açar açmaz.
"Akgün'ü uyuttuk şimdi. Odadan yeni çıktık." dedim Aziz'in sırıtan yüzüne gözlerimi belertirken.
"Ay kız ne kolay uyutmuşsunuz. Ben hep size mi bıraksam ne yapsam?" dedi neşeyle.
"Tabi, tam zamanlı bakıcı olarak al istersen bizi. Ben biraz pahalıyım yalnız Aylık 10 bin euro'ya çalışıyorum. Borç batağındayım."
"Ne demişler hayatım 'Hepimiz bataklıkta yaşıyoruz ama bazılarımız yıldızlara bakıyor.' Senin için dememişler ama sen tam tersi kafanı da bataklığa sokuyorsun. Hâlâ borç diyor deli."
Koridordaki seslerimizi Akgün'ün duyabileceğini düşünerek oturma odasına doğru ilerledim Aziz de yavru ördek gibi peşimden geliyordu.
"Sen beni bırak nasıl geçti seans?" diye sordum. Bu seans Leyla için çok önemliydi.
"Valla çiftin durumu çok eksilerde ama nasıl iyi geldi anlatamam. Çok uzun zaman olmuştu biliyorsun zaten. Geri dönmek çok iyi hissettirdi. Kadın sorunlarını anlatıyor ben resmen zevke geliyorum 'Anlat anlat sizin aranızı da düzelteceğim' diye."
"İşine aşık biri." dedim gülerek.
"Ay valla işime de eşime de aşığım. Övünmek gibi olmasın diyeceğim ama gayet de övünüyorum." Ben de onun bu cümlesine kahkaha attım. Koltuğa oturmuştum ve Aziz de sanki yer yokmuş gibi gelip dibime oturmuştu. "Aziz orada mı hâlâ?" dedi Leyla hissetmiş gibi. Mırıldanarak onayladım onu. "Yedi kat ele yararım dokunuyor da en yakın arkadaşlarımın haline bak."
"Ne varmış be halimizde?" Ben aniden yükselirken Aziz de anlamaya çalışan bir ifadeyle bana bakıyordu.
"Ne mi var? Hepinizin terapiye ihtiyacı var gayet net. Senle Aziz ayrı Meryem'le Sarp ayrı. Mazoşist misiniz acaba? İnsan kendine bu kadar acı çektirmemeli yani?"
"Ne olmuş Meryem'le Sarp'a ya?" dedim konu bize sıçramasın diye hemen topu onlara atarak.
"Kapıyı aç geldik. Bu haberi yüz yüze vermem lazım."
Telefonu kapatmadan oturduğum yerden kalktım ve kapıya ilerledim. Aziz yine peşimdeydi. Kapıyı açmamla asansörün kapısının açılması bir oldu. Önce Leyla ardından da Erdem çıktı asansörden. Onu görünce telefonu kapattım. "Hoş geldiniz!" dedim gülerek. Leyla da bana gülerek karşılık verdi. Aziz'le Erdem pek gülmüyordu ama. Aziz gözünü dikmiş Erdem'e bakıyor Erdem'se Aziz'le göz teması kurmamaya çalışıyordu sanki.
Üstlerindeki ceketlerini astılar. Odanın kapısından Akgün'e bakıp hemen oturma odasına geçtiler. Leyla'dan dedikoduları acilen almam gerekiyordu. Hepimiz koltuklara kurulmuşken daha fazla bekleyemedim. "Ne olmuş Meryem'le Sarp'a?" diye sordum tekrardan.
Leyla bunalmış bir tavırla gözlerini devirdi önce sonra sinirli bir ifadeyle "Ne olacak evim günah yuvasına dönmüş." dedi.
Ben şaşkınlıkla "Ne?" diye bağırınca Leyla tarafından 'çocuk uyuyor' diye uyarıldım.
"O ne demek Leyloş ne yapmışlar evde tövbe."
"Bunların sarhoş olduğu gece içerideki odaya geçmiş ya bunlar. Orada uyumuşlar işte. İkisi birlikte. Tek kişilik yatakta. Meryem başka bir şey olmadığını iddia ediyor ama güvenmiyorum o yelloza. Evime gusül aldırmam gerekebilir."
"Abartıyorsun karıcığım. Ne var çocuklar uyuduysa. Kardeş kardeş yatmışlar işte." Erdem olayla dalga geçerken Leyla ona göz deviriyordu. "Hem Aziz'le Birce de uyumuş birlikte."
Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bir Aziz'e bir Erdem'e bir Leyla'ya baktım. Sonra bakışlarımı tekrar Aziz'e döndürdüm. "İnanmıyorum sana söyledin mi hemen?" dedim sitem ederek.
Aziz gözlerini sıkıca kapattı bu cümlemin ardından. Yüzü buruştu. Dudaklarını bir birine bastırması büyük bir pot kırdığımın işaretiydi.
"Söyledin mi ne demek ya? Burada bizim evimizde uyudunuz oğlum. Ne saçm..."
Erdem ne dediğimi anlamaya çalışırken "Hiii..." diye bir ses yükseldi Leyla'dan. "Siz yine mi birlikte uyudunuz? Ne zaman, nerede, nasıl?"
O an nasıl bir aptallık yaptığımı fark etmiştim. Erdem meyhane gecesi onların evinde koltukta uyuduğumuzdan bahsediyordu benimse aklım Aziz'in evinde uyuduğumuz zamana gitmişti. Bu kadar çok birlikte uyursak olacağı buydu?
Ben yardım istercesine gözlerimi Aziz'e çevirmiştim ama o kıkır kıkır gülmekten başka hiçbir şey yapmıyordu. Gülüşünün arasında benim yardıma muhtaç gözlerimi görmüş olacak ki daha fazla sessiz kalmadı. "Olaylı bir gece yaşandı da." dedi kafamdaki bandajı göstererek. "Evime götürmem gerekti. Küçük bir ev misafir odası falan yok. Yani öyle işte."
Leyla bandajı yeni fark etmiş olacak ki panikle yanıma geldi. "Ay ben bunu neden fark etmedim. Ne oldu Birce?"
"Suratına çok uymuş sanki hep oradaymış gibi hissediyorum." dedi Erdem de. "Daha önce de bandaj takmadığına emin misin?" Leyla da ben de Erdem'e 'şakanın sırası değil Erdem' bakışlarımızı atarken olayı açıklığa kavuşturmak için yüzlerce insana yaptığım açıklamayı yeniden yaptım.
"Koşuyordum düştüm. Önemli bir şey yok." İkisinin de suratında neden koştuğumu sorgulayan bir ifade vardı. "Sen koşmazsın ki neden koşuyordun?" dedi Leyla. Onun bu cümlesiyle Aziz gözlerini bana çevirdi. Sorgulayan bakışlara onun gözlerinde de rastlıyordum.
"Aziz'le yarıştık. Kazanırsan sana 10 bin dolar veririm dedi."
"Kız! Kazanamadın mı gitti mi 10 bin dolar?" dedi Erdem tüm problem gerçekten kazanamadığım paradaymış gibi.
"Kazanamadım ama babam kan paramı aldı Aziz'den." dedim sırıtarak. Bakışlarımla Aziz'i kontrol etmeyi de unutmuyordum. O da gülmüştü bu dediğime.
"Adem amca damadına kök söktürüyor." dedi Erdem sırıtarak. "Olsun Aziz başlık parası gibi düşün kardeşim. Üzülme."
"Üzüldüğümü kim söyledi. Müstakbel karım benden ne istiyorsa alabilir. Tabi imzayı atana kadar istediklerinin fiyatını inceleme altına almam gerekiyor ama sorun değil."
"Göt herif dikkat et de baba kız sen fark etmeden cebinden 200 bin almasın." İkisi de gülerken yaptıkları konuşma sinirlerimi bozmuştu.
"Ne konuşuyorsunuz siz be? Karısıymış, kayınbabasıymış falan. Hayırdır Akgün'ün masal kitaplarına çok mu maruz kaldınız?" Erdem beni hiç ciddiye almamış gibi hala gülmeye devam ediyordu. İçinden 'he he' dediğine emindim ve bu daha da sinirlerimi bozuyordu. Aziz'se ateş çıkan gözlerimi ona çevirdiğimi görünce gülüşünü zor da olsa bastırmıştı ve hiçbir şey olmamış gibi sağa sola bakınarak kendini kurtarmaya çalışıyordu.
"Erdem!" dedi Leyla ve Erdem'in suratındaki rahatsız edici sırıtış silindi. Sırıtışın yerini, komutanın emrini bekleyen bir asker aldı resmen. "Hadi siz Aziz'le sofrayı kurun da yemek yiyelim. Çok acıktım." Erdem anında oturduğu yerden kalktı. "Kuralım karım." deyip Leyla'nın yanağına bir öpücük bıraktı. Kapıdan çıkarken hâlâ yerinde oturan Aziz'e dönüp "Hadi lan kalk!" demeyi de ihmal etmedi. Aziz sallana sallana kalkıp mutfağa geçti. Onun yanımdan kalkmasıyla Leyla Aziz'in kalktığı yere oturdu. İmalı bir yüzle bana bakıyordu.
"Aziz'le beni bilerek mi aynı anda çağırdınız." dediğimde yüzündeki gülümseyen ifade silinmiş yerine kocaman bir inkar gelmişti. "Yoo, ne alakası var. Ben sana haber verdim. Erdem de benim sana haber verdiğimi bilmeden Aziz'e haber vermiş. Sonra da birbirimize bunu söylemeyince öyle aynı anda gelmiş oldunuz işte."
"İnanmadım Leyla. Hayır yani amacınız neydi çocuğunuzu baktırmak dışında?"
İnanmayacağıma ikna olmuş olacak ki yalan söylemekten vazgeçti. "Ay uf ne var yani. Arkadaşlarımız bir araya gelsin. Konuşsun sorunlarını halletsinler istedik. Ne zamandır görüşmüyorlardır diye düşünmüştük ama biz öyle düşünürken maşallah siz görüşmeyi bırak aynı evde aynı odada aynı yatakta uyuyormuşsunuz da haberimiz yokmuş."
Abarta abarta söylediklerine karşılık bacağına bir şamar yedi. "Abartma! Gören de seni rahibe sanır. İçeride senin çocuğunu uyuttum az önce ben farkındasın değil mi? Kocanla neler yaptığını herkes biliyor."
Kahkaha attı bu dediğime sonra sanki Akgün'ün uyanma ihtimalini düşünüp ağzını eliyle kapatıp kısık kısık gülmeye devam etti. "Adı üstünde kızım kocam, kocam! İstediğimi yaparım kocamla."
"Kocan olmadan öncesini de biliyoruz Leyla hanım." dedim. Sesimi kısık tutarak onu daha da sinir ediyordum.
"Aa kuru iftira. Eli elime değmedi bile. Biz siz miyiz?" Burnunu havaya dikmiş büyük bir gururla söylüyordu bunu. Gerçeği bilmesem inanırdım dediklerine.
"Sus sus sizin yalanlarınıza ancak baban inanır. O da kendi sağlığı için ha yanlış anlama. Adam kalp krizinden gitmemek için sizin yalanlarınıza inanmış gibi yapıyordu." dedim geçmişi hatırlatarak.
"Evet tabi üniversitede babamların evde olmadığı bir gün Erdem'i eve atıp sonrasında yakalanmam pek hoş olmadı." dedi o da tam o ana gitmiş gibi suratını buruşturarak.
"Hayır bir de diyorsun ki derslerime yardım ediyor." Kendimi tutamayıp bir kahkaha patlattım. "Çocuk ekonomi okuyor sen psikoloji. Hayır sanki baban bilmiyor ne okuduğunuzu. Kandırmaya çalıştığın adam doktor doktor!"
"Canım babacığım hiç de sorgulamadı. 'Gelin içerde çalışın' dedi çıktı odadan."
"Ne diyecekti? Kızına, 'erkek arkadaşınla fanfinfon yapmayın' mı diyecekti? Lisenin başından beri de ilişkinizi biliyormuş ama babam zorla Erdem'e söylettirene kadar hiçbir şey belli etmedi. Adam resmen yokmuş gibi davranmayı çözüm yolu olarak kullanıyormuş."
"Sen bir sus bakalım da önce kendine bak. Ben ne yaptıysam sevgilimle yaptım. Adem amca biliyor mu sevgilin bile olmayan herifle aynı yatakta uyuduğunu? Hem de iki kere." Ben sessiz kalınca gözleri yüzümde dolaştı. "Yoksa üç kere mi kaç kere birlikte uyudunuz siz?!"
"Ay sus ne üçü ne beşi? Olmadı öyle bir şey. Kimse de bilmiyor tabi. Bİlmesine de gerek yok!" dedim tehdit edercesine. Leyla'nın ağzı torba değildi büzemezdim. Bizim daha çabuk bir araya geleceğimize emin olsa şu an bizimkilere gidip her şeyi anlatabilirdi. Danışanlarının gözünde çok iyi bir klinik psikolog, aile terapisti, ilişki kurtarıcı melek olabilirdi ama bize gelince işleri kısa yoldan çözen deli Leyla'ydı."
"Bilemiyorum. Babandan zamanında Erdem'i tehdit edip babama her şeyi anlatmamıza sebep olmasının intikamını almak istiyor gibiyim." dedi gözlerini kısarak. Sanki kafasında hesaplamalar yapıyordu.
"Saçma saçma konuşma benden mi intikam alıyorsun babamdan mı? Hem babam söylettirmeden önce de biliyordu baban." diye savunmaya geçtim hemen.
"Biliyordu ama bildiğini bilmediğimizi bildiği için bilmiyormuş gibi davranıyordu. Bildiğini bildiğimizi bildiğinde artık bilmiyormuş gibi davranamayacağı için kızının sevgilisi olduğunu bilen bir baba olarak davranmaya başladı."
"Ben tüm olayları bilirken nasıl kafamı karıştırabiliyorsun?" dedim kurduğu cümleyi anlamaya çalışarak. Ama haklıydı. Sevgili olduklarını söyledikten sonra Leyla'nın her hareketine şüpheyle yaklaşılır olmuştu. Tabi biz o zamanlar Şenol amcanın nasıl bu ilişkiyi 'zaten bildiğini' çözmeye çalışıyorduk.
Eylül 2009 Lisenin ilk haftasıydı. Birce, Leyla ve Erdem aynı liseyi kazanmışlardı. Erdem'in farklı bir sınıfa düşmesi Leyla ve Erdem'i üzse de teneffüslerde hep bir aradalardı.
Birce bazen bilerek iki sevgiliyi yalnız bırakıyor ve teneffüse çıkmak istemediğini söyleyerek sınıfta vakit geçiriyordu. Henüz sınıftakilerle kaynaşamamışlardı. Birbirleri varken pek ihtiyaç da duymuyorlardı ama sınıftakilerin yarısı aptal yarısı da gıcıktı sanki. Ön yargılı olmak istemiyordu ama kimseyle de konuşup arkadaşlık kurmaya hevesli değildi. Arada bir arkalarında oturan çocuk Sarp onlarla konuşuyordu. Biraz gevşek birine benziyordu ama zararı yok diye düşünüyordu Birce. En azından şu Meryem denilen kız gibi burnu havada değildi.
Aziz'se ilk haftadan sınıfın tamamıyla arkadaşlık kurmuştu bile. Sıra arkadaşı Erdem'i de sevmişti. Kafa çocuktu. Erdem teneffüste kız arkadaşıyla buluştuğu için onları rahatsız etmemek adına teneffüslerde başka arkadaşlarıyla basketbol oynuyordu. O sahadayken arada bahçede takılan Erdem'i ve sevgilisi Leyla'yı görüp selam veriyordu. Zaman zaman yanlarında bir kız daha görüyordu. Dalgalı kahverengi saçları dışında başka bir şey bilmiyordu bu kız hakkında. Yakından görmemişti de zaten. Hatta yüzünü bile gözünün önüne getiremezdi düşünse. Erdem ona teneffüste hep birlikte oturmayı teklif etse de bir çift ve hiç tanımadığı bir kızla teneffüsünü geçirmek yerine basketbol oynamayı ya da sınıftaki diğer arkadaşlarıyla takılmayı tercih ediyordu.
İlk haftanın son günü, Erdem sıralarında çok mutsuz bir halde oturuyordu. Normalde şen şakrak bir halde görmeye alıştığı arkadaşının bu hali Aziz'e çok garip geldi. Belki düzelir diye bekledi ders boyu ama Erdem kafasını kaldırıp dersi bile dinlememişti. Sıraya yasladığı kafasını camdan dışarı çevirmiş uçan kuşları izliyordu. Kesinlikle bir sorun var dedi Aziz içinden. Hocaları son 5 dakika boş bırakınca dürttü yanındaki arkadaşını. Erdem ses bile çıkarmadan dönüp ifadesiz bir yüzle baktı suratına. "Ne oldu la! Ne bu halin?" diye sordu Aziz.
Derinden ofladı önce Erdem. "Sorma abicim sorma." dedi dertli dertli. Aziz'in tekrar sormasını bekliyordu ama Aziz hiçbir şey demeden Erdem'in yüzüne bakıyordu. Sonra Aziz derin bir nefes alıp verdi ve devirdiği bakışlarını tekrar Erdem'e çevirip "Erdem, ben bir kere sorarım kardeşim. Anlatacaksan anlat. Ben manitan değilim. Niye nazını çekiyorum?" dedi.
Yeni yeni tanışıyorlardı ve Aziz tam olarak böyle bir insandı. Bunu anlayan Erdem daha fazla nazlanmadan söze girdi. "Yarın Leyla ile ilk yıldönümümüz." dedi iç çekerek.
"Yuh siz anne karnında mı tanıştınız la? Bir yıl ne?" dedi Aziz şaşkınlıkla.
"Aynı sınıftaydık ortaokul başladığında işte. Sonra arkadaş olduk. 7. sınıfta ben deli gibi tutulduğumu anlayınca yolumu yaptım diyelim. Yaz tatilinde de görüşmeye devam edince Leyla'yı aşık ettim kendime. 8. sınıf başladığında da sevgili olduk. Birlikte çalıştık hep sınava. Birlikte yaptık tercihimizi de. Bilerek geldik aynı liseye yani. Aynı sınıfa düşemedik o kötü oldu ama onun için de uğraşacağım."
Erdem'in şevkle anlattığı aşk hikayesi Aziz'in pek de ilgisini çekmemiş gibiydi. Onun gözünde 14 yaşında iki velet aşkı bulduğunu düşünüyordu. Kendisi de 14 yaşındaydı ama konu aşk işlerine gelince bu yaşları pek de ciddiye alamıyordu.
"Tebrikler kardeşim inşallah aynı sınıfa düşersiniz. Evlenip boy boy çocuk yaparsınız. Şimdi probleminin ne olduğunu söyleyecek misin?"
Erdem, Leyla ile ilgili konuşurken o kadar mutlu olmuştu ki gerçekten bir anlığına problemini unutmuştu. Sonra tekrar aklına gelen şeyle yüzü düştü. "Yarın 1. yıl dönümümüz ve biz kutlayamayacağız. Leyla geçen hafta izin verilen vakitten daha geç eve gittiği için cezalı. Okuldan da babası almaya gelecek. Bugün Birce de onlarda kalacakmış. Yıl dönümümüzde ben değil Birce sevgilimin yanında olacak." dedi her cümlede daha da bunalarak.
"Birce?" diye sordu Aziz. Bu adı daha önce duymuştu sanki.
"Leyla'yla arkadaşımız işte. Diyorum ya hep sana teneffüse çıkalım sen, ben Leyla, Birce diye. O Birce işte. Leyla'nın komşusu. Biz de öyle tanışıyoruz" diye açıkladı. Aziz açıklamasıyla pek de ilgilenmemişti. Kızın, arada bir gördüğü dalgalı kahverengi saçlı kız olduğunu anlamış olması onun için yeterliydi.
"Dışarı çıkacağım desin babasına." dedi Aziz dümdüz bir mantıkla.
"Oğlum kız cezalı diyorum. Babası okuldan alıyor eve bırakıyor başka bir yere gitmesin diye. Sence bunu dediğinde 'tabi kızım ne demek hemen çıkabilirsin.' mi diyecek? Hem de hafta sonu? Birce'yle bile dışarı çıkmalarına izin vermiyor da Birce o yüzden Leyla'da kalacak bugün. Keşke ben de kalabilsem."
"Aynen belli ki kayınbaban da öyle diyor." dedi Aziz sırıtarak.
"Of nasıl ikna edebiliriz babasını ki. Edemez miyiz? Bir fikir ver be Aziz. Sen zeki çocuğa benziyorsun." dedi Erdem son bir umut Aziz'in omzunu tutup yardım dilenirken.
"Valla kusura bakma Erdem ilgili ebeveynler pek benim çalışma alanıma girmiyor." dedi gülerek. Erdem ne demek istediğini düşünürken devam etti. "Ama her türlü gizli saklı ve kaçak göçek işi bende bulabilirsin."
"Nasıl yani?" dedi Erdem anlamayarak. Belalı bir işe de bulaşmak istemiyordu.
"Sen bu kızı bugün görmek istiyor musun?"diye sordu Aziz. "Tam 12'de yıl dönümünüze girdiğiniz anda? Ne dersin?"
"Ne kullanıyorsun derim. Ben sana ne anlatıyorum. Babası gün içinde dışarı çıkmasına izin vermiyor. Bir de gece 12'de kızı dışarı mı çağıracağım."
"Cık." dedi Aziz önce gülerek. "O gelmeyecek biz gideceğiz."
Okuldan sonra önce Leyla'nın evinin yakınlarına gidip keşif yaptılar. İki katlı bahçeli bir evdi. Dış duvarları pek yüksek değildi. Leyla'nın odası ikinci kattaydı ama Aziz'in öğrendiğine göre ebeveyn yatak odası ön bahçeye bakarken, ilk kattaki oturma odası arka bahçeye bakıyordu.
Aziz, Erdem'e Leyla'ya bir mesaj atmasını söyledi. "Bu gece Birce'yle 'Before Sunrise'ı izler misin? Ben de evde izleyeceğim. En azından bu şekilde birlikteymiş gibi hissedebiliriz. Sakın çok fazla duygusal hissedip Birce'yi öpme ama. seni seviyorum." Son kısmı Aziz söylememişti. O sadece gece oturma odasında film izlemelerini söylemişti.
Saat 23.55'ken Aziz ve Erdem Leylaların evinin arka bahçesindeydi. Erdem'in bir elinde bir tane kalpli balon diğerinde de peluş bir arı vardı. Aziz pastaneden aldıkları pastayı çıkarıp üstünde 1 yazan mumu pastanın üstüne koymakla uğraşırken arada bir de kolundaki saatten zamanı takip ediyordu. Erdem heyecandan yerinde duramazken daha vakitleri olduğunu gören Aziz cebinden sigarasını çıkarıp bir dal yaktı. Arkadaşının ağzında sigarayı görünce önce sigara içiyor oluşuna şaşırdı Erdem sonra da bu kadar rahat olmasına. Erdem her an birine yakalanma korkusuyla üç buçuk atarken Aziz çok rahat görünüyordu.
"Sen sigara mı içiyordun?" dedi Erdem şaşkınlığını gizlemeden.
"Arada." diye yanıt verdi Aziz sigarasından bir nefes çekip. "Rahatsız mı oldun?"
"Yo ben rahatsız olmadım da. Yazık yani ciğerlerine falan. Zararlı sonuçta. Annen babam biliyor mu? Bir şey demiyorlar mı?"
Güldü Aziz, Erdem'in dediğine. Pek umursamamış gibi bir nefes daha çekti. "Gizlemiyorum." dedi önce. "Ama bildiklerini de sanmıyorum. Bilseler ne olur?" Bir süre düşünürmüş gibi yapıp dudaklarını 'bilmem' der gibi büzdü. "Kahırlarından ölmezler herhalde. 'İçme.' diyebilirler. Ben de yüzlerine bakıp gülünce diyecek başka bir şey bulamazlar."
Erdem duyduklarını anlamlandırmaya çalışan bir ifadeyle başını sağ doğru yatırmış bir şekilde Aziz'e bakıyordu ama bir elindeki uçan balon ve diğer elindeki peluş arı Aziz'in kendini tutamayıp gülmesine sebep olmuştu.
Biraz fazla sesli olunca kendini tutmak için elini ağzına bastırdı ama sesi kısılsa da gülüşüne engel olamıyordu. Elini ağzından çekip dizine vurmaya başladığında gülmekten gözleri yok olurcasına kısılmıştı.
Tam o anda oturma odasının penceresi açıldı. Üzerinde açık pembe, uzun kollu, saten pijaması ve günlük hayatta olduğundan daha da dalgalı hatta kıvırcık saçlarıyla Birce, duyduğu sesin ne olduğunu öğrenmeye çalışırken karşısında gördüğü, bahçenin içindeki çocukla şaşıp kalmıştı.
Aziz de karşısındaki kızı görünce gülmesi durmuştu ama yüzündeki gülümseme sanki orada asılı kalmıştı. İkisi de hareket etmeden birkaç saniye oldukları yerde kaldılar. Aziz'in parmaklarının arasındaki sigara eriyip sıcaklığıyla Aziz'in elini yakmasa bu bakışma biraz daha sürecek gibiydi.
Aziz hissettiği minik sızıyla anında elindeki sigarayı yere attı. "Sen kimsin?" dedi panikle Birce. Bu ses tonunda çığlık atabilme potansiyeli olduğunu gören Erdem hemen kendisini Birce'nin görüş açısına getirdi. Erdem'i görem Birce'nin ağzı şaşkınlıkla açıldı ama herhangi bir ses çıkarmadı. Erdem kaş göz işaretleriyle Leyla'yı çağırmasını istedi Birce'den.
Birce camı tam kapatmayarak içeri geçtiğinde Leyla'ya ne söyleyip pencereye çıkarması gerektiğini bilememişti. Uzun uzun düşünecek vakti yoktu. "Leyla bahçede iki tane yavru kedi var." dedi.
Leyla o sırada filmde kavuşamayan aşıklara ağladığı için gözyaşlarını pijamasının koluna sürterek "Hani nerede?" diyerek cama doğru ilerledi. Cama geldiğinde ise karşısında bir elinde balon, bir elinde üzerinde '1' mumuyla pasta ve kolunun arasına sıkıştırdığı arı peluşuyla ona sırıtarak bakan Erdem'i gördü.
"Erdem..." diye mırıldandı şaşkınlıkla. "Balım?" dedi Erdem de.
İkisi de aşkla birbirlerine bakarken Birce de gözlerinin içi gülerek arkadaşlarına bakıyordu. Fark etmemişti ama Aziz'in gözleri de onun üstündeydi. Ve az önce parmaklarını yakan kül sanki kalbine düşmüş gibi hissediyordu. Bu kızı neden daha önce görmediğini neden Erdem'in teneffüse çıkma tekliflerini reddettiğini düşünüyordu. Gözlerini, karşısında pembeli pijamalarının içinde kıvırcık saçlarıyla duran ve parıldayan gözlerle mutlulukla bakan kızdan alamıyordu.
Hiçbirinin haberi yoktu ama bu sırada Leyla'nın babası da birkaç saat önce acilen çıktığı işi için eve geri dönmüştü ve kendini arka bahçesinde karşılaştığı manzarayla uğraşacak kadar enerjik hissetmiyordu. Bir gün hesabı sorulurdu. Bugün değildi.
O günden sonra Aziz, Erdem'in çağırmasını bile beklemeden her teneffüs onlarla birlikte vakit geçirmeye başlamıştı. Nedenini kendine itiraf etmesi biraz zaman almış olsa da içten içe Birce'yi ilk gördüğü andan itibaren o nedeni biliyordu.
Leyla ve Erdem'in Evi-Mutfak Erdem ve Aziz sofrayı hazırlamak için mutfağa geçmişlerdi. Erdem hiçbir şey olmamış gibi tabaklara doğru uzanırken Aziz Erdem'in karnına hafif bir yumruk vurdu. Bu darbeye hazırlıklı olmayan Erdem'in ağzından bir 'ah' sesi duyuldu.
"Napıyon oğlum?" dedi Erdem içine kaçmış sesiyle.
"Asıl sen ne yapıyorsun? Bir iş yapıyorsun bari tam yap lan! Anladık karınla sen bir oldunuz Birce'yle bizi baş başa bırakmaya çalışıyorsunuz. O zaman bıraksanıza kardeşim! Ne diye erkenden geliyorsunuz?"
"Kusura bakma abicim. Leyla'yı gerçekleri bilmezken en fazla bu kadarına ikna edebiliyorum. Zaten bize söylediğin geceden beri tepemden inmedi bana da söyle bana da söyle diye. Karımla aram bozulacak senin sırların yüzünden. Söyle şunu artık kurtulalım."
"Gelmeseydiniz belki de söyleyecektim kardeşim. Birce'nin ağzından o sözcükleri duymama çok az kaldı bak diyorum sana. Ama gelip kızın kafasını karıştırıyorsunuz."
İkisi de fısıltıyla konuşuyor içerideki kadınların onları duymaması için fısır fısır dedikodu yapıyor gibi görünüyorlardı.
"Kızın kafasını karıştıran sensin pis zampara. Kız feleğini şaşırdı öpücüklerinle. Leyla daha fazla dayanamadı 'arkadaşımı kurtarmam lazım, düşüyor bu kaçak herife.' dedi de aradı Birce'yi"
Aziz'in kaşları çatılmışken ağzı da şaşkınlıkla aralanmıştı. "La... Siz... Nasıl..." dan başka bir söz çıkamadı ama ağzından.
"Burası bebekli bir ev abicim biliyor musun? Kamera şart o yüzden." dedi Erdem sırıtarak.
"Koridora da mı kamera taktırdınız allah'ın psikopatları!" dedi Aziz kısık tutmaya çalıştığı bir sesle.
"Önlem abicim önlem. Nerede ne olacağını bilemezsin."
Bir süre sessiz kaldı Aziz sonra bir şey hatırlamış gibi aniden tekrar Erdem'e döndü. "Lan o kitap neydi peki? Manyak herif senin işin miydi o da?"
Erdem tabakları ve çatal kaşıkları masaya yerleştirirken kahkaha attı. "Yok valla dün yeni kitap almaya gitmiştim bizim oğlana. Almadan önce de okuyoruz yani ne aldığımızı bilelim diye. Okuyunca dedim benim bunu almam lazım. E tabi Akgün'e 'Aziz amcanla Birce teyzen gelince söyle sana bu kitabı okusunlar.' demiş olabilirim."
Aziz dik bakışlarıyla Erdem'i parçalara ayırmak istiyordu ama Erdem onu umursamadan yemekleri ısıtıyordu. "Kim lan o kitabın yazarı? Telif davası açacağım."
Erdem elindeki kepçeyi Aziz'e vurmakla tehdit etti. "Siktir lan! Daha Birce'ye söyleyemiyor, telif davası açacakmış."
"Bence bir şeylerin farkına varıyor artık. Sadece kondurmak istemiyor. Öyle olmaması için dua ettiğine eminim. Bu beni daha da korkutuyor. Öğrendiğinde üzüleceğini zaten biliyorum ama pişmanlık da duyacak. Bunu istemiyorum."
Erdem bir yandan ekmekleri çıkarırken bir yandan başını önüne eğmiş yerdeki halının desenlerini inceleyen Aziz'e bakıyordu. "O zaman geldiğinde, en iyi bildiğin ama uzun süredir yapmadığın için hamlamış olabileceğin şeyi yapacaksın." dedi Erdem kendinden emin bir şekilde.
Aziz neyden bahsettiğini anlamamıştı ama bir kaşı havaya kalkmıştı bile. "Yanında olacaksın davar. Yanında olacaksın. Her an her saniye. Evine götürmüşsün ya çıkarmayacaksın evinden. 7/24 yan yana olacaksın. Elinden tutacaksın. Gözünün içine bakacaksın. Sevgiden başka bir şey gördüğün an o gözlerde yapışacaksın dudaklarına. Bitti bu kadar."
"Üstat... Tavsiyelerini ders niyetine dinliyorum." dedi Aziz dalga geçerek. "Zevzek herif." deyip koluna bir yumruk vurdu Erdem de. Sonra Leyla ve Birce'yi yemeğe çağırdı. Hep birlikte sofraya oturdular. Bir süre yemeklerin tadını çıkardıktan sonra hepsi gününün nasıl geçtiğini anlattı.
Leyla uzun zaman sonra işini yapmanın ona ne kadar iyi geldiğinden, Erdem büyük bir firma sahibinin yüklü bir kredi için ona nasıl kibar davrandığından, Birce evinin projesini yaptığı adamla tanışmasından, Aziz de yöneticilik işini sevmesine rağmen davalara girmeyi çok özlediğinden ve Birce'nin davasının içindeki o alevi körüklediğinden bahsetti.
Yemekler yenilmiş sofra toplanmış olsa da sohbet mutfakta loş davlumbaz ışığında devam etti. Birce Şahin'in doğum günü partisinden ve hepsinin davetli olduğundan bahsetti. Aziz burun kıvırsa da o partide asla Birce'yi yalnız bırakmazdı. Şahin'in Birce'den hoşlandığı gün gibi ortadaydı ama geç kalmıştı. Artık Aziz varken güvercinlerin, serçelerin esamesi okunmazdı.
Sonra bir süre durdu. Birce şu anki işine 6 ay önce başlamıştı. Eğer Şahin duygularını Birce'ye daha önce söylemiş olsaydı ne olurdu? Bu gerçeklik kalbini sıkıştırıyordu ama Birce'nin Şahin'i reddetmesi için bir neden yoktu. Şahin ona duygularını açtığında Birce bunu düşünebilirdi. Hatta kabul de edebilirdi. O zaman ne yapardı? 5 yıl önce yaptığı gibi korkup vaz mı geçerdi? Beklemeye devam eder miydi? Yoksa ne olursa olsun Birce ister nişanlı ister evli olsun yine de gelir miydi? Sabrı hiç kalmamıştı değil mi? Hepsini tüketmişti.
Sohbet güzel ilerliyordu ama yarın sabah gidilmesi gereken işler ve çok erken uyanan bakılması gereken bir bebek vardı. Birbirleriyle vedalaştıktan sonra Aziz ve Birce evden çıktı. Aziz yine Birce'nin üstüne bastığı sakat olması gereken ayağına bakıyordu.
"Bakıyorum da çabuk iyileşmiş ayağın?" dedi takılarak. Birce öne doğru uzattı ayağını Aziz'e gösterir gibi. "Üstüne bastırmadın ya eskisinden yeni gibi oldu bir günde." dedi sırıtarak. Birce'nin gülüşü Aziz'i de güldürmüştü.
Aziz, Birce'yle yola çıktığında onu kendi evine götürmekten başka bir şey istemiyordu. Her ayrılık daha da acı verici olmaya başlıyordu. Hele ki onu yanında hissetmenin ne kadar güzel olduğunu hatırladıkça bir daha onsuzluğu tatmak istemiyordu.
Ama yapacak bir şey yoktu. Adem amcasının silahı yerinde kalsın istiyordu ve topuklarına mermi yememek. O yüzden Birce'yi evine bıraktı. Birce arabadan inmeden onu kendine doğru çekip saçlarına bir öpücük bıraktı. Öpücüğünü bırakırken Birce'nin saçlarının kokusunu da ciğerlerine toplamayı unutmamıştı.
Birce onun yakınlığından rahatsız olmuyordu. Bir hamle de yapmıyordu ama geri çekilmiyordu da. Sadece bekliyordu.
Birce eve girerken arkasını dönüp Aziz'e el salladı. Bu o haftaki son görüşmeleri oldu. Birce'nin işleri hızlandırması gerektiği için gecelere kadar çalıştığı o dönem gelmişti. Aziz'se birkaç günlüğüne İngiltere'ye gidip rapor vermiş, dönüşünde de daha yoğun çalışmaya başlamıştı. Aziz her yaptığı şeyi Birce'ye bildirme konusunda ciddi olduğunu kanıtlamıştı. Fotoğraflar atıyor, günaydın ve iyi geceleri en yoğun anında bile asla eksik etmiyordu. Birce onun bu haline alışınca kendisi de karşılık vermeye başladı. Liseli aşık halleri mesajlaşırken daha da ortaya çıkıyordu sanki.
1 hafta sonra Birce yorgun argın eve geldiğinde yatağının üstünde bir paket buldu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ki üzerindeki kart dikkatini çekti.
"İngiltere'de bir mağazanın önünden geçerken dikkatimi çekti. Görünce aklıma sen geldin. Çok yakışacağına adım gibi eminim. Yüz yüzeyken veremiyorum ama belki hafta sonu olan partide giymek istersin. Seni tekrar bu rengin içinde görmek çok isterim. Seni seviyorum ve çok özledim.... İlk gördüğüm yerde öpersem lütfen affet... Sadece çok özlemden başım dönmüş ve tutunacak bir dal aramış olabilirim."
Birce notu okuturken dudaklarının yukarı doğru kıvrılmasana engel olamadı. En sonunda ise kocaman sırıttı. Notu güvenli bir şekilde masasına koyup kutunun kapağını açtı. Askılı, saten, mini, açık renk pembe bir elbiseydi karşısındaki. Çok şık duruyordu. Çok beğenmişti. Kesinlikle onun tarzıydı ve üzerinde güzel duracağına emindi.
Sadece notta yazan 'seni tekrar bu rengin içinde görmek isterim' cümlesini anlamlandıramamıştı. Çünkü ne zaman bu renkte bir kıyafet giydiğini hatırlamıyordu.
Ama anlaşılan o ki Aziz hatırlıyordu.. |
0% |