@melinogut
|
Aziz'in notu ve karşımdaki mükemmel elbiseyle bakışırken kendimi çok heyecanlı hissediyordum. Neden olduğunu bilmediğim bir şekilde içimde anlamlandıramadığım bir his vardı. Çok yorgun olmama rağmen elbiseyi hemen denedim. İnanılmaz bir elbiseydi. Bana da çok yakıştığını söylemem yalan olmazdı şimdi. Birkaç fotoğrafımı çektim aynadan. Aziz'e atıp atmamayı düşündüm ama vazgeçtim. İlk görüşünü partiye saklayabilirdi. Kızlarla olan grubumuza attım ve 'doğum gününde giyeceğim, nasıl?' diye sordum. Birkaç gündür hepimiz bunu düşünüyorduk aslında. O yüzden bu elbise bir yandan da kurtarıcı gibi gelmişti ama beni asıl mutlu eden şey partide giyeceğim elbiseyi bulmam değil Aziz'in ta İngiltere'de işlerinin arasında koştururken bir mağazanın vitrininde gördüğü elbiseyle beni düşünmesiydi. Daha önce de beni düşünüyor muydu? İngiltere sokaklarında dolaşırken, üniversiteye giderken, işe girdiğinde... Ben hep aklının bir köşesinde miydim?
O da hep benim aklımdaydı ama birbirimizin zihnindeki hallerimiz birbirinden farklıydı. Ben Aziz'in benim onu sevdiğim gibi beni sevmediğini düşünüyordum. Beni umursamıyordu ki arkasında bırakıp kolayca gidebilmişti. Önce Ankara'ya sonra yurt dışına. Onun aklındaki Birce ise onu seven Birce'ydi. Onu seven Birce'yi geride bırakmıştı. Ben Aziz'e karşı hala bir şeyler hissettiğimi anladığımda kendimi cezalandırırken o belki de sadece bu duyguya sarılıyordu.
Kafamdaki ihtimaller beni boğmaya başladıkça ben de o ihtimallerin nedenini boğmak istiyordum. Aziz'e mesaj attım. "Elbise için teşekkür ederim. Zahmet etmişsin. Oralarda aklına gelebiliyor olmak çok özel. Daha önce yaşamadığım bir duygu."
Yalnız başıma düşünceler denizinde boğulamazdım. Onu da çekmem gerekiyordu. Birkaç saniye gönderdiğim mesaja baktım. Saat gece yarısına geliyordu. Bu saatte uyuyor da olabilirdi. Çalışıyor da olabilirdi. İki türlü de mesajımı görmeyeceğini düşündüğüm için tam sohbetten çıkıyordum ki çevrimiçi yazısını gördüm. Ardından da 'yazıyor' belirdi. Sohbette beklediğimi anlamasın diye oradan çıkıp kızlarla olan sohbetime girdim. İkisi de elbiseye bayılmıştı ve nereden aldığımı soruyordu. Onlara 'Aziz almış.' yazdığım esnada Aziz'in mesajı belirdi yukarıdan. Zaten çevrimiçi olduğumu gördüğünden çok fazla bekletmeye gerek duymadım.
"Daha önce yaşamadığın bir şey değil. Daha önce yaşadığını bilmediğin bir şey aslında ama haklısın aklımda olduğunu sana hissettirmedim." "Aklımda olduğunu bilseydin aklından beni bir an bile çıkarmazdın çünkü." "Bunu istemedim." "Elbise için de teşekkürünü seni parti günü gördüğüm zaman edebilirsin." "Sözle olmamasını tercih ederim ;)"
"Seni aklımdan çıkardığımı düşünmen ne kadar hoş." dedim mesajını alıntılayıp. Sonra da son mesajını alıntıladım. "Çok beklersin."
Sinirle yazmasını bekledim ama çok sürmedi. O da ilk mesajımı alıntılamıştı. "Düşünmüyorum, beni aklından çıkardığını biliyorum." Peşine ikinci mesajımı alıntılayan bir mesaj daha. "Alışkınım, beklerim."
Sarkastik bir kahkaha çıktı dudaklarımdan. İçmediğini bilmeme rağmen şu an sarhoş olduğunu düşünüyordum. Yoksa bu mesajların başka bir açıklaması olamazdı. Sinirle yeni bir mesaj yazdım. "Öyle mi? Herkesi geride bırakıp, tüm iletişimini kesip, İngiltere'ye gittikten sonra mı anladın seni aklımdan çıkardığımı?" Sinirim geçmemişti. "Alışkınmış neyi bekledin sen acaba bu zamana kadar? Sen sadece bekletmeyi bilirsin."
Bu konuşmanın böyle olmaması gerekiyordu. Ben tatlı tatlı laf sokarak teşekkürümü edecektim o da altta kalmadan ama güzel bir şekilde teşekkürümü kabul edecekti. Şu an altta kalmayı bırak üste çıkmaya çalışıyordu.
"Hayır İngiltere'de değil. Ankara'da. Yaşamaktan en çok korktuğum şeyin yaşandığını öğrendiğimde. Beni aklından çıkardığını anladım ama seni suçlayamadım da." Ben çatılmış kaşlarımla mesajını okurken bir mesaj daha geldi. "Senden hiç ayrılmamak vardı. Zamanı durdurmak, bütün saatleri parçalamak vardı. İsyan içindeydim."
Bu cümlelerin nereden olduğunu biliyordum. Lisedeyken yazarını tanımadan sahaftan şans eseri bir kitap almıştım. O dönem şiir okumayı çok sevdiğim için şair, yazar ayırt etmeksizin şiir kitabı alıyordum. Çok büyük beklentilerim yoktu ama okumaya başladığım anda tutulmuştum. O kadar çok satırı içim giderek okumuştum ki bu satırları başka birisi daha okumalıydı. Kitaptan bahsettiğimde Aziz'in ilgisini çekmişti ve kitabı ona ödünç vermemi istemişti. Sevdiğim yerlerin altını çizdiğim için önce bu fikre pek sıcak bakmamıştım ama o kadar çok başka birisinin de bu şiirleri okumasını ve karşılıklı konuşmayı istiyordum ki en sonunda altını çizdiğim yerleri ve yazdığım notlarımı umursamadan kitabı Aziz'e vermiştim.
O kitap bana hiç geri dönmedi. Yıllar sonra bir kitapçıda yeni basım halini gördüğümde tekrar almak, okumak ve o dönem hissettiğim duyguları hissetmek istedim. Aynı şeyleri hissedememiştim. Bu sefer acı daha çok hissedilirdi. Ama okumaktan da vazgeçmedim. Başucumda durur birkaç günde bir istediğim sayfalarında göz gezdirirdim.
Gelen mesajı görünce hemen kitabı elime aldım ve artık ezberlemiş gibi bu cümlelerin geçtiği sayfayı buldum. Dördüncü mektuptu bu. "Senden hiç ayrılmamak vardı. Zamanı durdurmak, bütün saatleri parçalamak vardı. İsyan içindeydim." İşte burası Aziz'in gönderdiği kısımdı ama paragraf birkaç cümle daha devam ediyordu. "Neydi bu çaresizlik? Bizi çepeçevre saran bu dört duvar neydi?" Sanki bu cümleler de bana aitti. Cevabını alamadığım sorulardı. Ben de hemen bu cümleleri yazıp gönderdim.
Mesajımı anında gördü ama bir süre hiçbir şey yazmadı. Sonra yazmaya başladı ama sildi. Tekrar yazıp tekrar sildi. Tam sinirlenip telefonu kapatacaktım ki bir mesaj gönderdi. "Bu kitaba bu kadar hakim olduğunu düşünmemiştim." "Yakalandım."
Bu kadar mıydı gerçekten? Yine hiçbir soruma cevabı yoktu. Hiçbir soruma cevabı olmadığı gibi alttan alttan beni de suçladığını hissettiğim bir şeyler söylemişti öncesinde. Ama neyse ki bu cevabı da onlar gibi değildi. Tabi bu benim sinirlenmemem için bir gerekçe de değildi. "Sana kitabı verenin kim olduğunu unuttun herhalde. Bana da hatırlattığın iyi oldu. KİTABIMI GERİ VER!"
Sinirle sohbetten çıktım. O sırada kızlarla grubumuzdaki birikmiş mesajları gördüm. İkisi de çığlık kıyamet tepkiler verip yumuş yumuş olma moduna geçmişlerdi. Ne güzel ben de az önce böyleydim ama pislik Aziz iki dakikada sinirlerimle oynamıştı. Onlar biraz daha böyle mutlu kalsınlar diye bir şey yazmadım ve tekrar Aziz'le olan sohbetimize döndüm.
"Ben kitabını çalınca yenisini almamışsındır diye düşünmüştüm" "Şikayetçi olabilirsin diyeceğim ama zaman aşımına uğramıştır." "Şansına küs kitabını vermeyeceğim." "Sen de benden çalabilirsin tabi." "Ama çalmak için evime gelmen gerekecek." "Yeniden"
Beklediğim Aziz haline dönüşmüştü işte. Az önceki mesajlar ani bir duygu patlamasından mı yaşanmıştı? Belli ki anlık da olsa duygularına ket vurmak istememişti.
"O kitabı çok sevdiğimi biliyorsun. Tabi ki yenisini aldım." "Evine de gelmeyeceğim. "Bağış niyetine sayarsın." "Belki birkaç şiir okursun da aşka dair bir şeyler öğrenirsin." Ben mesajları peş peşe gönderir göndermez ondan da mesajlar geldi.
"Ben aşkla ilgili her şeyi senden öğrendim zaten." "O şiirleri bir şey öğrenmek için değil dertleşmek için okudum." "Senin aksine."
Yine aynı şeyi yapıyordu. Haksızdı ve sert konuşuyordu. Cevap vermek istemedim. Görüldü attım ve kızlarla olan sohbetimize girdim. "Cumartesi günü sabahtan bize gelsenize bizde hazırlanırız. Leyloş sen zaten Akgün'ü bizimkilere bırakmak için gelecektin. Sen de gel Meryem. Alınması gereken ifadeniz alacağız." diye bir mesaj gönderdim. Meryem ve Sarp'ın aralarında meyhane gecesinde tam olarak neler yaşandığını ve sonrasında neler olduğunu bilmiyorduk. Meryem zaten pek konuşmaya hevesli değildi ama biz de yüz yüze konuşmak daha iyi olur diye ertelemiştik. Vakti geldi de geçiyordu. Terzi kendi söküğünü dikemez diyerek bu ikisine yardım etmeyi kafama koymuştum. Kızların onaylayan mesajlarını gördüğümde sohbetten çıktım. Aziz yeni mesajlar yazmıştı. Bakmak istemiyordum ama çok da merak ediyordum. Merakıma yenilip mesajları açtım.
"O anlamda söylemek istemedim." "Senin dertleşebileceğin dostların vardı. Aşk hayatını dinleyip seni anlayabilecek insanlar vardı çevrende. Eminim sevgililerinle problemlerini dinleyip çözüm üretmişlerdir." "Bense kendimi yiyip bitirmemek için yine senin en sevdiğin kitaba tutunuyordum."
Cümleleri canımı acıtıyordu. Resmen sen hayatını yaşadın ben eski hayatımızdan bir metre öteye gidemedim diyordu. Haklı değildi. Bırakıp giden oyken ne yaptığım onu hiç ilgilendirmezdi. "Tamam Aziz en aşık sensin." "En çok acı çeken sensin." "Ama bir daha benimle bu konuyla ilgili konuştuğunda lütfen şunu hatırla." "Sen kendi seçimlerinin bedelini ödedin." "Bense senin." "Bu ikisi arasında çok fark var." "Bana bir seçenek bile sunmadın."
Yine yazıp yazıp sildi. Bu sefer sohbetten çıkmadım. Bekledim çok geçmeden de beni yine düşünce denizinde boğacak o mesaj geldi. "Sana bir seçenek sunsaydım neyi seçeceğini çok iyi biliyordum çünkü." "Seni senden daha iyi tanıyorum." "Seni senden daha çok düşünüyorum." "ve seni senden daha çok seviyorum."
Bir süre sadece yazdığı son üç mesajla bakıştım. Okudum, tekrar okudum, tekrar okudum. Ben cevap veremeden yeni bir mesaj gelmişti. "Bence biz yüz yüze iletişimde daha başarılıyız. Günlük konuşmalar güzel oluyor da ciddi şeyleri lütfen mesajlaşarak konuşmayalım." "Mesela az önceki cümleler, sonrasında tutup seni öpmek için çok müsaitti." "Şansımı kaçırdım."
Dudaklarımın arasından bir kıkırtı kaçtı. Gerçekten bu çocuk beni bipolar ediyordu. Belli ki gelecekte tedavi masraflarım için ofisine bir fatura gönderecektim. "Şansına küs o zaman yapacak bir şey yok." yazdım.
Anında cevap verdi. "Şansıma küsemem, benim şansım sensin."
Dudaklarım gülmek isterken ben gülmemek için çabalıyordum ve ortaya saçma sapan bir ifade sergiliyordum. Neyse ki bu konuşmayı yüz yüze yapmıyorduk. Diyecek hiçbir şeyim yoktu. O yüzden elbisemi dolaba astım, üstümü başımı çıkarıp yatağa yattım. Telefonumu kontrol ettim. Aziz tekrar mesaj atmamıştı. Son görülmesi de son mesajından üç dakika sonraydı. O üç dakika benim mesaj atmamı beklediğini hayal ettim. Dudaklarım yine sırıtmak için güç sarf ediyorlardı. Bu sefer ben de onları serbest bıraktım. Gülerek uyuyakalmak çok güzel bir duyguydu.
🐛🐞🐛🐞
Cumartesi günü kızlar kahvaltıya bize geldiler. Hep birlikte kahvaltı yapıp sohbet ettik. Annemle babam kızları çok severdi. Onlar da aynı şekilde annemle babamı. O yüzden konuşulacak çok konu, gülünecek çok espri dönüyordu ortamda. Mesela babam şu an Aziz'den nasıl 10 bin dolar aldığını anlatıyordu.
"Ben de buna 'Ulan sen hem kızımı sakatladın hem de parasını vermedin mi?' deyince bunun suratını görmeliydiniz. Bir korktu tabi ben karşısında öyle ciddi durunca. O an istesem 10 da atardı 100 de atardı." dedi kahkahalarıyla.
"Keşke 100 bin isteseydin Âdem amca." dedi Meryem kıkır kıkır gülerken. Bana bakmayı da ihmal etmemişti tabi ki. Ama maalesef babam yanılıyordu. O an topuğuna sıkmakla bile tehdit etse Aziz çıkarıp o parayı vermezdi. Elindeki tek kozu bu kadar kolay kaybetmezdi.
"Bir dahakine de 100 isteriz kız Meryem. Onu da yaparız. Senin var mı bir isteğin onu da aradan çıkaralım." Kahvaltı yanı Aziz'le dalga geçmek babamın favori aktivitesi olmaya başlamıştı. Ama bilmiyordu ki o para Aziz için bin lira gibi bir paraydı. Çok korktuğundan değil babamla arayı daha fazla bozmamak için sesini çıkarmamıştı.
"He he istersin yüz. Astarını da versin mi çocuk sana? İyice güdülecek koyun belledin çocuğu." Annem tabi ki Aziz'in bir numaralı hayranı olarak her an ve her yerde Aziz olsa da olmasa da onu savunuyordu.
"Az ufalsın da cebime girsin. Çocukmuş. Çocuk dediğin adam, ekmek parası çıkarır gibi dolarlar çıkarıyor sen hala çocuk de. O ne çakal o. Sen fark etmiyorsun. Kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyor sadece." dedi babam. Gözü bir anlık bana değdiğinde ağzım şaşkınlıkla açıldı. Kızlar da gülmemek için kendilerini zor tutuyorlardı.
"Baba sen bana kaz mı dedin?" Tüm alınganlığım ve şaşkınlığım birleşmişti. Teessüf eder bir ifadeyle babama bakıyordum.
"Yoo kızım sen niye üstüne alınıyorsun. Yoksa sen kendini Aziz'e 'gidecek' kaz gibi mi hissediyorsun."
Çayından bir yudum aldı annem. "Lafı çevirme Adem. Basbayağı kaz dedin kıza." Bir yudum daha aldı. "Sen de kaz değilsin annem bakma babana." Hepimiz susmuştuk ve sadece anneme bakıyorduk.
"Olayları çözüş yeteneğine hastayım Meltem teyzecim bir ara bana özel ders verir misin? Malum benim oğlan da büyüyor lazım olur." dedi Leyla annemi takdir edercesine. "Yılların getirisi." dedi annem de bu övgüyü kabul edip.
"He he yılların getirisi. Meltem teyzenizde öyle bir tecrübe var ki adamı gözünden tanır. İyi mi kötü mü hırlı mı hırsız mı? Kızını üzer mi üzmez mi hemen anlar. Tüm damatlarına çok bağlıdır o yüzden." Babamın laf soka soka konuşması masada soğuk bir rüzgâr estirmişti resmen. Bu konu aralarında hep bir problem olacaktı.
"Hiç de öyle bir yeteneğim yoktur. Ben sadece kızımı bilirim. Kızımın mutluluğunu bilirim. Kızım birinin elinden tutup eve getirdiğinde de ıncığını cıncığını inceleyip kızımı rahatsız etmem. O istiyorsa ben de isterim. Benim için olay biter." dedi annem elindeki çatalı sertçe masaya bırakarak.
"O ıncıklar cıncıklar boş yere incelenmiyor ama. Sonra beni dinlemiyorsunuz üzülen yine o mutluluğunu çok önemsediğin kızın oluyor. Kızımızın mutluluğunu önemsiyorsan etrafındaki adamlara hemen güvenme." dedi babam da net bir şekilde. Aniden yükselen tartışmalarına alışıktım ama bu konuyu konuşmak istemiyordum.
"Nereden çıktı bu konu allah aşkına. Ortada fol da yok yumurta da yok. Kimse gelin güvey olmasın." dedim anneme bakarak. Sonra babama döndüm. "Geçmiş gitmiş olaylar da ısıtılıp ısıtılıp önümüze konmasın. Ne yaşadıysam ben yaşadım."
"O işler öyle olmuyor işte." diye mırıldandı tabağındaki zeytinle oynarken. "Nasıl oluyor baba?" dedim en anlayışlı halimle. "Senin canın yanınca bizim canımız iki katı yanıyor. Birileri seni bırakıp gittiğinde seninle birlikte biz kalıyoruz geride. Birileri manipüleleriyle seni kandırdığında gözünü açamadıkça biz de kanıyoruz seninle. Birileri... Birileri parmağına yüzüğü takıp üç ay sonra başkasıyla nişanlanınca biz de aldatılıyoruz. Sonra o herifin topuğuna sıkamayıp içimize attıkça biz de sinir hastası oluyoruz."
Masadaki herkes gözlerini benden kaçırmış önlerine bakıyorlardı. Bir tek babam bakmıştı konuşurken gözlerime ama o da tabağındaki zeytinlere geri dönmüştü. "Özür dilerim baba. Kendimle birlikte size de zarar verdiğim için. Haklısın. Seçimlerim pek başarılı değil. Kötü erkek tercihi olan kızlarda baba sorunları olur derler. Bende o da yok. Bahanem ne acaba?" dedim gülerek.
Gülüşüm babamı daha da üzmüştü. "Kızım, bunu ne için dediğimi biliyorsun değil mi? Evet Aziz iyi çocuktu ben bile emindim buna ama yaşanan şey ortada. Durum böyleyken bu kadar çabuk güvenme diyorum. Arada geçen on yıl var. Bu on yılda ne yaptı neler oldu bilmiyorsun. O belli ki senin her şeyini biliyor. Sen hiçbir şey bilmiyorsun. Adımlarını sağlam atmanı istiyorum sadece."
Babamın cümlelerini onaylayacak bir şekilde başımı sallıyordum. Yüzümün düştüğünü gören annem de elimi tuttu. "Sen bakma babana. Meslek alışkanlığı onunki. Suçluyu görünce tanıması gerekiyor ya herkese bu gözle bakıyor. Sen kalbinin sesini dinle boş ver. Bilmiyorsun da bilmiyorsun. Taktı bir bilmiyorsuna. Neyi bilmiyor olabilir? İngiltere'de karısını çocuğunu bırakıp sana gelecek hali yok ya!" dedi beni neşelendirmeye çalışarak.
Son cümlesiyle kızlarla bakışlarımız birbirini buldu. Bir anlığına da olsa herkesin aklından geçen şey aynıydı. Bu düşünceleri beynimden atmak için silkinip kendime geldim. Anneme gülümsedim. Babama dönüp "Merak etme eskisi gibi değilim." deyip onun içindeki endişeyi de giderecek bir gülücük gönderdim.
"Kahvaltımız bittiyse biz kızlarla odaya geçiyoruz. Belli ki uzun sürecek hazırlanmamız, şimdiden başlayalım." deyip ayaklandım. Kızlar da benimle birlikte ayaklandı. Leyla önce annemlerin odasında öğle uykusunda olan Akgün'ü kontrol etti. Sonra telsiziyle birlikte yanımıza geldi.
"Kız Birce, şu elbiseyi göster de bir de yakından görelim." dedi Leyla heyecanla içeri girerken. Az önceki halimden sıyrılmak için ben de heyecanla dolabıma gittim. Dolaptan çıkardığım elbiseyi üstüme tutarak kızlara döndüm. "Nasıl?" dedim tatlı tatlı.
İkisi de aynı anda derin bir nefes çektiler içlerine. Tepkileri beni güldürdü. Meryem yavaş yavaş alkışlamaya başladığında daha çok güldüm. "Bu çocuk hep zevkliydi bak seçtiği elbiseden bile anlaşılıyor."
"Seçtiği kızdan biz anlamıştık onu zaten." dedi Leyla sırıtarak. Gözlerimi devirdim bu cümlesine ama hoşuma gittiği için gülüşümü de tutmamıştım.
"Elbise çok güzel, jesti de hoş da... Sinir etti beni geçen gün." dedim oflayarak kızların yanına yatağa oturup.
"Hayırdır yine ne yaptı?" dedi Meryem. "Gerçi senin sinirlenmen için çok büyük bir şey yapmasına gerek yok ama." diye tamamladı onu Leyla da.
"Yaptı!" dedim yükselerek. "Saçma sapan mesajlar attı bana. Geçmişte yaşanan şeyler için beni suçlar gibiydi."
"Nasıl ya?" dedi Leyla kaşlarını çatarak. "Sen göster bakayım şu mesajları bize."
Telefonumu alıp Aziz'le konuşmamıza girdim ve elbise için teşekkür ettiğim mesajları açıp ikisine verdim telefonu. Onlar mesajları okurken ben de ayağa kalkmış, odada bir ileri bir geri giderek bitmesini bekliyordum. İkisi de kafasını telefondan kaldırdığında bitirdiklerini anladım. "Ne düşünüyorsunuz?" diye sordum. Meryem, Leyla'ya baktı. Önce onun konuşmasını istiyordu. Doğru, profesyonel bir bakış açısına ihtiyacımız vardı bu 'ilişkide'.
"Yani tabi ki mesajlardan niyet okumak doğru bir hareket değil. İnsanlar her duygusunu mesaj yoluyla doğru bir şekilde iletemiyor. Emojiler, randomlar neden çıktı sanıyorsunuz bu yüzden. İnsanlar daha fazla kavga etmesi.." Lafa girerek Leyla'yı susturdum. "Leyla sadede gel balım. Lütfen."
"Ben tamamen kişisel olarak, asla bilimsel değil, mesajlarda küçük bir sitem seziyorum sadece. Bak küçük diyorum. Suçlama çok abartı olur o tamamen senin kuruntun. Ama geçmişte olan şeyler onu üzmüş ve kendini tutamamış küçük de olsa bir sitem etmiş. Zaten sonra fark ettirmeden toparlamaya çalışmış. Aziz'i hepimiz tanıyoruz. Seni suçlayacak olsaydı restoranda karşına çıktığı gün suçlardı. Doğum gününde Kürşat'la karşı karşıya geldiğinde, Kürşat ballandıra ballandıra ilişkinizi anlattığında suçlardı. Öyle bir şey yapmadı, yapmaz, yapamaz da. Ama belli ki kalbi kırık."
"Yani bu mesajlardan Aziz Ankara'dayken sen Kürşat'la sevgili olduğun için kırıldığını çıkarıyorum ben de. Ama Leyla'nın da dediği gibi suçlama yok. Hatta seni suçlayamayacağını bildiği için kendisine daha da öfkeli bence." dedi Meryem de Leyla'nın arkasından.
Bir süre durdum ve ikisinin sözlerini yaşanılan şeyleri de kafamdan geçirerek düşündüm. Odada dolaşmaya devam ediyordum. Sonra durdum. İkisinin de karşısına geçtim. "Ben Aziz'den bir itiraf bekliyordum. Gelmedi. Benim tavrım yüzünden mezun olduktan sonraya bıraktığını söylediniz. Bekledim. Gelmedi. Artık beklemeyeceğim, ben söyleyeceğim dedim. Hiçbirimize haber vermeden listesine Ankara yazdı." Birkaç saniye sessiz kalıp derin bir nefes aldım. "Bak neden gitti demiyorum ama insan sevdiği kıza nereyi tercih edeceğini söylemez mi? Söylemedi. Sevmiyordur o zaman dedim. Belki ben yanlış anlamışımdır. Ya da artık istemiyordur böyle bir şeyi dedim. Kendine farklı bir gelecek çizmiştir ve o gelecekte ben yokumdur dedim. Yine de ümit ettim bekledim. İlk tatilde geleceğim dedi. Gelmesini bekledim. Gelmeyi bırak, aramaları azaldı, ben aradım günler sonra döndü, mesajlarımızı görmedi. Yok dedim artık. Artık yok. Eski Aziz yok. İstemiyor. Ama yine de gelsin dedim. Gelsin, göreyim. Konuşayım. Bir derdi olsa anlarım belki dedim. Gelmedi. Ben geleyim dedim. Müsait değilim görüşemeyiz dedi istemedi. Kestim ben de ümidimi. Aziz'in aşkına güvenemedim. O aşkın varlığını bile sorguladım nasıl güveneyim? Zaten kendime itiraf etmem ne kadar zor oldu en iyi siz biliyorsunuz. Niye bu kadar zor oldu onu da en iyi siz biliyorsunuz. Teyzem gibi olmamak için yaşadım ben. Onun yaşadığı acıyı yaşamamak için. Belki de kurtulmuşumdur dedim. Belki de büyük bir acının eşiğinden çekip almıştır bir el beni." Yine boğazım düğümleniyordu hissediyordum. Yutkundum. "Vazgeçtim."
Olduğum yerde ayakta durdum. Bir süre sonra bunalmışlıkla yere attım kendimi. Dizlerimi kendime doğru çekip tutundum onlara. "Kürşat'ın aylarca bana nasıl davrandığını biliyorsunuz. Hiç sınırını aşmadı. Hep yanımdaydı. İhtiyacım olduğu zaman, ihtiyacım olduğu yerde. Ben Kürşat'a aşık olduğum için onunla sevgili olmadım ki. Kürşat da bunu bilerek benimle sevgili oldu. O da bunu biliyor. Sadakatli aşığın sadakatsiz aşkı değilim ben."
14 Şubat 2014 Hayatının en kötü gününün teyzesinin öldüğü gün olduğunu düşünüyordu Birce ama en zoru o gün değildi. Teyzesinin yeri öyle başkaydı ki onun için. Hem anne hem baba hem kardeş hem teyzeydi onun için. Teyzesi öldüğünde hepsini aynı anda kaybetmiş gibi hissetti. Acı dayanılmazdı. Pişmanlık hat safhadaydı. Ama arkadaşları yanındaydı. Bir an bile boş kalmamıştı yanı. Teyzesini o halde gördükten sonra sinir krizi geçirmişti. Komşu kadın onu sakinleştirmeye çalışırken Birce'nin çalan telefonunu da açmıştı. Arayan Aziz'di ve kadının söylediklerini duyduğu an telefonu kapatıp koşmaya başlamıştı. Ciğerlerinin sıkışıklığı, kalbinin hızlı atışları... Hepsini bir kenara koymuş ve gidebileceği en hızlı şekilde Birce'nin yanına gitmişti.
Geldiğinde Birce apartmanın önündeki kaldırımda öylece oturuyordu. Hemen sardı sarmaladı Aziz. Gözlerinin içine baktı. 'Geçecek.' dedi. 'geçecek, ben buradayım.' Gerçekten de oradaydı. Tüm arkadaşları yanıbaşındaydı. Cenazeden önce, cenazede, cenazeden sonra. En çok da Aziz. Bir an bile ayrılmamıştı yanından. Bir şeyler yediğinden emin olmuştu. Çok üzgündü ama güçten düşmemesi gerekiyordu. Hep birlikte ayakta tuttular Birce'yi. Çok daha sert düşebilirdi ama arkadaşlarının eli hep üzerindeydi. Belki de bu yüzden düşündüğünden daha kolay geride bırakabilmişti bu trajik anı. Ya da en azından geride bırakabildiğini düşünüyordu.
Bugün teyzesinin doğum günüydü. İstanbul'daydı yine. Artık üniversitedeydi. Soğuk havaya rağmen üniversitenin bahçesinde bankta oturuyordu. Çok üşüyordu ama titremiyordu bile. Sadece düşünüyordu. O günü düşünüyordu. Sonrasını düşünüyordu. Aziz'i, arkadaşlarını...
Erdem ve Leyla sevgililer gününü hafta sonuyla birleştirecekleri bir tatil planı yapmışlardı. Çoktan varmışlardır diye düşündü Birce. Sarp'ın bütleri vardı ama Ankara'dan gelmişti Meryem için. Aziz... Aziz gelmemişti. Hiç gelmemişti hem de. Geleceğim demişti. 'Yarı tatilde geleceğim, kaçıracağım Birce'yi.' Birce gitmek istemişti yanına. Babaannesinin rahatsız olduğunu ve onunla ilgilendiğini söylemişti. Gelse de görüşemezlermiş. Böyle demişti.
Farklıydı artık Aziz'le araları. Sanki bunca yılı kendi kafasında kurmuş gibi hissediyordu. Ama kurmamıştı. Kurmamış olması gerekiyordu. Her şeyi mi yanlış anlamıştı? Aziz'in bakışlarını, sözlerini, dokunuşlarını... O yanlış anlamıştı da herkes mi yanlış anlamıştı? Her şey tamam. Peki yaz tatili? Yaz tatilinde sınavdan sonra gittikleri o üç günlük tatilin son günü. O gün engellenmeseler öpüşeceklerine emindi. O da mı yalandı? Onu da mı kendisi uydurmuştu? Ya da her şey gerçekti de Aziz mi sahteydi. Onun aşkı mı sahteydi? Korkak mıydı? Vaz mı geçmişti? Hevesi mi bitmişti?
Teyzesinin yaşadıklarını mı yaşayacaktı?
'Hayır hayır' dedi içten içe. 'Ben teyzem gibi değilim. Aziz benim sevgilim değildi. Bizim aramızda hiçbir şey olmadı. Ben yanlış anladım ya da o korkaktı. Hiçbirinin önemi yok. Ben teyzem gibi yıllarca belki de hiç dönmeyecek bir adamın yolunu gözlemeyeceğim.' dedi.
Çok özlüyordu. Teyzesini de çok özlüyordu. Aziz'i de çok özlüyordu. Teyzesinin yokluğunda Aziz vardı ama şimdi Aziz'in yokluğunda hiç kimse yoktu. Kendine kızdı. Hala onun yokluğuna üzüldüğü için kendine kızdı. Gözünden bir damla yaş süzüldü ama izin vermedi uzun bir yol almasına. Hemen elinin tersiyle sildi göz yaşını. Başını yukarı kaldırdı. Gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. Sonra sakince verdi nefesini.
"Birce?" diye bir ses duydu. Duyduğu sesle anında açtı gözlerini. Kürşat'tı bu. Bankın arkasından gelmişti ve Birce'nin yukarı kaldırdığı başına daha yukarıdan bakarken onu anlamaya çalışıyordu.
Kürşat Güler. Liseden Kürşat. Lisede son sene ona aşkını itiraf eden Kürşat. Birce'nin reddettiği Kürşat. Aynı okulu, aynı bölümü kazandıklarını öğrendiği Kürşat...
Okulun başından beri hep çok nazik ve kibardı. Birce başta Kürşat'ın çevresinde olmasından rahatsız olacağını hissediyordu ama hiç öyle olmamıştı. Kürşat bir şey olmamış gibi davranıyordu. Samimiydi, yardımseverdi. Birce'nin ne zaman gelemediği bir ders olsa onu gördüğü ilk an kaçırdığı dersin notlarını Birce'ye verirdi. Yerine imza atar, birinci sınıfın korkunç zorlu geçen derslerinde hep yardımcı olmaya çalışırdı. İyi bir arkadaştı. Tabi Kürşat 'ben seni sadece arkadaşım olarak görmüyorum Birce ama bu umarım seni rahatsız etmez.' demişti. Kürşat hala Birce'den hoşlanıyordu ama artık herhangi bir girişimde bulunmuyordu.
Birce'yi rahatsız etmiyordu bu durum. Sınıfta, okulda bir sürü güzel kız vardı. Bir süre sonra Kürşat'ın ona olan hoşlantısı bitecek ve başka biriyle birlikte olacaktı. Birce buna güvendiği için Kürşat'ın arkadaşlığını yırtıp atmıyordu. Atamıyordu da. Arkadaş kazanma konusunda iyi değildi ama halihazırda bir arkadaşı varken işler o kadar da zor değildi. Hem Kürşat onu herkesle tanıştırıyordu. Onun sayesinde hem sınıftakilerle hem de üst dönemlerle iletişim kuruyordu. Kürşat'ın arkadaşlığı Birce'nin hissettiği yalnızlığa biraz da olsa iyi geliyordu.
"Ne yapıyorsun burada?" diye sordu Birce'nin arkasından geçip bankta yanına kurulurken. "Hava alıyordum." dedi Birce mırıldanarak. Kafasındaki düşünceleri Kürşat'a anlatamazdı.
Oturduğu yerden Birce'nin yüzünü inceledi Kürşat. Sonra da güldü. "Burnun kızarmış." dedi burnunu işaret ederken. Birce hemen avuç içini burnuna götürdü. Burnu gerçekten soğumuştu. Onun bu hareketine sesli bir şekilde güldü Kürşat da. "Gel buraya gel." diyerek boynundan çıkardığı atkıyı hızla Birce'nin boynuna dolayıp burnunu da kapattı.
O kadar hızlı yapmıştı ki bunu Birce engel bile olamadı. "Teşekkür ederim." dedi atkıdan sesi pek duyulmayarak. Kürşat yine gülmüştü. Birce'nin etrafındayken hep gülüyordu zaten.
"Sevgililer gününde okulda olman çok acınası." dedi Kürşat arkasına yaslanarak. Anında oturduğu yerden Kürşat'a doğru döndü Birce de. "Sen neredesin şu an?" diye sordu.
Gülüşü büyüdü Kürşat'ın "Ben uzun süredir acınasıyım zaten." dedi sırıtırken. Anlamayan bakışlarla baktı Kürşat'a Birce de. Neyden bahsettiğini anlatmasını bekliyordu. Üzerindeki bakışları gören Kürşat da Birce'ye doğru döndü. "Bir sene önce." dedi. Birce'nin anlamasını bekler gibi. "Bugün." Birce hala ne demek istediğini anlamıyordu. "Ah şu an daha da acınasıyım." dedi Kürşat elleriyle yüzünü kapatırken.
"Geçen sene bugün Birce. Sana çıkma teklifi etmiştim. Kabul etmemiştin. Ben de okulun merdivenlerinde ağlamıştım. Hatırladın mı?" dedi hem sırıtıp hem peş peşe sıralamıştı cümleleri. "Hatırlamadıysan söyle Aziz hatırlatsın sana. O unutmamıştır." Bu sefer ses tonu bozulduğunu belli ediyordu. Kürşat, Aziz'den bahsedince Birce'nin tüm moral bozukluğu geri yerine gelmişti.
Birce'nin yüzünün düştüğünü fark etti Kürşat. "Birce? Yanlış bir şey mi söyledim?" dedi sakince.
Birce düşmüş yüzünü toparladı. Yüzüne en güzelinden bir gülümseme yerleştirdi. Kürşat'ın ilk gördüğünde kalbini tekleten gülümsemelerinden biriydi bu. "Kürşat, benimle bir yere gelir misin?" dedi büyüttüğü gözleriyle.
"Gelirim." dedi hiç sorgulamadan. Nereye demedi, neden, ne zaman demedi. Gelirim dedi sadece.
"Belki korkarsın ama." dedi Birce dalga geçer gibi. Kürşat'ın kaşları çatıldı. "Niye korkayım ya. Korkmam. Nereye gideceğiz?" Birce sessiz kalınca Kürşat'ın aklında dolaşan düşünceler diline vurmuştu. "Birce? Beni dövdürtmeyeceksin değil mi? Tamam okul başladı başlayalı pek dibinden ayrılmadım ama arkadaş gibi olmaya çalışmıştım gerçekten. Rahatsız etmek gibi bir niyetim yoktu." Kürşat'ın gerçek paniği Birce'ye kahkaha attırmıştı. Birkaç saniye sürdü bu gülüşü. Kürşat da birkaç saniye sessiz kaldı ve hem korkuyla hem de Birce'yi güldürmenin neşesiyle izledi onu.
Bugün böyle gülebileceğini düşünmemişti Birce. Oturduğu banktan kalktı ve kafasıyla Kürşat'a onu takip etmesini işaret etti. Kürşat kalktı ve birlikte okuldan çıktılar. Kürşat arabasını işaret etti ama Birce otobüs durağını işaret etti. Birlikte otobüse bindiler. Yolculuk boyu hiçbir şey konuşmadı Birce. Kürşat da ona uydu. Yolu sessizce bitirdiler. Otobüsten inip biraz yürüdüklerinde Kürşat mezarlığa geldiklerini fark etmişti. Önce anlamlandıramadı. Hatta gerçekten biraz da korktu ama sonra önceki sene mezuniyet zamanı geldi aklına. Birce'nin teyzesinin o dönemde vefat etmiş olduğunu hatırladı. Gururunu yenip aylar sonra Birce'yle baş sağlığı dilemek için konuşmuştu. Birce de 'sağ ol' demişti sadece. Sonra da sarılmıştı. Çok kısaydı. Ama sarılmıştı.
Mezarlıkta ilerlerken sonunda bir mezarın önünde durdular. 'Hasret Yıldız 14.02.1974- 07.06.2013'
Bir adım arkasında kalan Kürşat'a doğru döndü Birce. "Teyzem." dedi. Sonra teyzesinin yanına çöküp mezar taşına yaslandı. Kürşat da yavaşça çömeldi yanına. O gün Birce anlattı. Kürşat dinledi. Teselli etmeye çalıştı. Pek beceremedi. Sessiz kaldı. Dinlemeye devam etti. Birkaç cümle söyledi. Sonra kendisi de şaşırdı ağzından çıkan cümlelerin büyüklüğüne. Ama sonunda güldürebildi Birce'yi.
Aziz'in güldürebildiği gibi mi güldürmüştü? Hayır. Farklıydı bu gülüşü. Aziz'in numaralandırdığı gülüşlerden biri değildi mesela. O kadar mutlu değil miydi yani? Aziz'le olduğu gibi gülemiyor muydu başkasına? Gülebilirdi. Gülecekti de. Kürşat'a gülecekti. O an aklından geçenler hastalıklıydı aslında ama ne Kürşat bunun farkındaydı ne de Birce.
Güneş batmak üzereydi. Kürşat'la konuşmak Birce'ye iyi gelmişti. İtiraf etmek istedi. "Yanımda olduğun için teşekkür ederim. Yalnız kalmamak iyi hissettirdi."
"Sen iyi hissedeceksen ben seni hiç yalnız bırakmam." dedi Kürşat heyecanını bastırmaya çalışarak. Güldü Birce. Yine bir söz veriliyordu kendisine. Kürşat tutar mıydı sözünü?
"Bırakmaz mısın?" dedi yorgunca sırıtarak. Başı hala teyzesinin mezar taşına yaslıydı.
"Beni kimseyle kıyaslama." dedi Kürşat soğuk bir sesle. "Bırakmam." Çok netti. Güvenmek istedi Birce. Yanlış olduğunu bile bile yalnız olmak istemedi.
"Benimle çıkar mısın?" dedi dümdüz bir ifadeyle.
Karşısındaki kadının ona neden ihtiyaç duyduğunu az önce dinlediklerinden sonra anlamıştı Kürşat aslında. Ama önemsemedi. Kabullendi ve kabul etti.
28 Eylül- Işıkların Evi
Kızlarla geçmişten bahsetmek resmen ruhsal olarak çökmeme sebep olmuştu. Yatağımın ortasında kollarımı yana açmış yatıyordum. Onlar da iki yanıma kurulmuş duruyorlardı. "Neyse sonuç olarak ben haklıyım." dedim üstümdeki yükten kurtulmaya çalışarak. "Bence de bence de." diyerek onayladılar beni. "Şimdi gelelim senin ifadene Meryem Akan. Söyle bakalım bu masum kızın aile evinde ne gibi günahlar işlediniz Sarp Demir ile."
Anında yüzü buruştu, sinirleri bozuldu. "Yapmadık bir şey ya. Küçücük evi var sonra insanlar aynı odalarda uyuyunca vay efendim evim fuhuş yuvasına döndü. Orası fuhuş yuvasıysa pezevengimiz sensin Leyla Atalar Taşkın." dedi bastıra bastıra.
"Aa yazıklar olsun. Yuvamı açıyorum evsizlere. Evime hakaret edildiği yetmezmiş gibi bir de pezevenk ilan ediliyorum. Yazıklar olsun." dedi Leyla da götünü dönerek.
"Haksız mıyım ama Birce? Bu kız ev sahibi değil mi? İnsan bir yatacak yer gösterir bir yorgan çarşaf bir şeyler verir. Nerede? E sen böyle yaparsan kim kiminle nerede bulduysa uyur yani. Bak bu kıza yazık o da Aziz'le yatmak zorunda kalmış." Son cümlesini o kadar alayla söylemişti ki üzerindeki dikkatleri dağıtmaya çalıştığını anlamadan edememiştik.
"Ben o sırada kusmakla meşguldüm vicdansız dost. Tabi sen ne bileceksin? O sırada Sarp'la neler yapıyordun odada Allah bilir."
"Leyla dur, Meryem, goygoy yapma. Konuya gel. Ne oluyorsunuz siz şu an? Neler oluyor aranızda? O gece ya da sonrasında ekstra bir şey yaşandı mı? Bu sorularıma cevap ver." dedim sakince ama sorularımı peş peşe sıralayarak.
Bundan kurtuluşunun olmadığını anladı ve derin bir of çekti. "Uyuduk. Başka bir şey olmadı. Sadece sarhoş sarhoş konuştu işte biraz." Biz soru dolu gözlerle ona bakınca devam etmesi gerektiğini anladı. "Özlemiş. Tekrar olmak istiyormuş. Bu sefer her şey farklı olurmuş. İkimiz de olgunlaşmışız. Aynı hataları tekrar yapmazmışız. Birlikte çok güzelmişiz. Leyla ile Erdem'e bakacakmışım, ne de güzel evlenmişler bir de çocuk yapmışlar. Aziz'le Birce bu hızla giderse Leyla ile Erdem'i de geçermiş. Bizim onlardan ne eksiğimiz varmış falan filan."
"Yuh!" dedim ani bir tepkiyle. "Sarp normalde böyle cümleler kuramıyor sarhoşken nasıl söyledi bunları. Öncesinde çok prova etti kesin."
"Sen ne düşünüyorsun?" dedi Leyla psikolog kişiliğiyle.
"Bilmiyorum Leyloş. Kafam karışmadı desem yalan söylemiş olurum. Düşünmem lazım." Onun bu çilekeş halini görünce hızlı bir geçmiş turu yapmasının iyi olacağını düşündüm.
"Şimdi beni iyi dinliyorsun ve gereken yerlerde onaylıyorsun tamam mı?" dedim. Anlamamıştı ama başını salladı. "Sarp üniversiteyi Ankara'da kazandığında uzak mesafe ilişkisine başladınız. İlk zamanlarda idare etseniz de birbirinizi görmediğiniz süre uzadıkça problemler çıkmaya başladı. Bu problemlerden en büyüğü de birbirinizin vakit geçirdiği arkadaş gruplarının yarattığı kıskançlıktı. Doğru muyum?" Başını aşağı yukarı salladı yavaşça. Gözlerinde vazo kırmış bir çocuğun mahcup bakışları vardı.
"Bu kıskançlık problemi karşılıklıydı. İkiniz de dönem dönem çeşitli krizler çıkararak birbirinize saatleri bazen günleri zindan ediyordunuz. Doğru muyum?" Bu sefer kafasını sallamadı. "Ama ben o kız hakkında haklı çıkt..." diyecekti ki izin vermedim. "Sen o kız hakkında haklı çıktın. Sarp o çocuk hakkında haklı çıktı. Şu an konumuz bu değil. Günlerinizi birbirinize zindan ettiniz. Doğru muyum?" Bu sefer çekinerek salladı başını aşağı yukarı.
"Krizlerinizin adı ayrılık oluyor ama birinizden birinin diğerinin yanına gitmesiyle çözülüyor tatlıya bağlanıyordu. Sen birçok kez kesin ve net olarak ayrılığı gündeme getirdin ama Sarp her seferinde seni uzak mesafeyi atlatınca işlerin yolunda gideceğine ikna etti. Doğru muyum?" Yine başını salladı.
"Bir keresinde sen tekrar ayrılmak istediğini söyledin ve Sarp kabullendi. Ayrıldınız. Ayrılık fikri senden çıkmış olmasına rağmen Sarp bunu kabullendiği için daha çok sinirlendin. Nasıl kabullenirsin diye hesap sormak için Ankara'ya gittin. Barıştınız." Meryem kendini yatağa atmış kafasını yastığa bastırıyordu.
"Sarp'ın okulu bitti, Sarp geldi derken iş hayatı başladı. Siz aynı sorunları yine yaşamaya başladınız ama bu sefer Sarp'ın kıskançlığı daha yoğundu. Kesinlikle sen haklıydın. Sarp o dönem işe yeni başlamıştı ve oradaki problemleri ilişkinize bu şekilde yansıtıyordu. Doğru muyum Leyla?" Bu sefer Leyla'nın doğrulamasını istemiştim çünkü biz o dönem Sarp'ın neden bu kadar paranoyak olduğunu bulmaya çalışırken bizi bu fikirle aydınlatan Leyla olmuştu.
"En sonunda gerçekten dayanamadın ve net bir şekilde bitirmek istediğini söyledin. Sarp ara verelim biraz kafamızı dinleyelim dedi. Kabul etmedin. Sen bitti dedikçe o bitirmek istemeyerek ısrarcı oluyordu. Peki sen son çare olarak ne yaptın? Sarp'ın takıntı haline getirdiği arkadaşını koluna takıp karşısına geçtin."
Kafasını yastığa bastırdığı için çıkan çığlık sesi boğuktu ama şu an her şeyi tekrar duymanın sinirlerini nasıl bozduğunu görebiliyorduk. "Bunu gören Sarp ne yaptı peki? 10 gün sonra bir kızı koluna takıp yanımıza getirdi. Ayrılmak için sevgilin varmış gibi davrandığın eski sevgilin karşına yeni sevgilisiyle çıkınca sende bütün kayışlar koptu tabi." Leyla ile birbirimize biz bu anlattıklarımı nasıl yaşadık der gibi bakıyorduk.
"Ondan sonra da yokuş aşağı gittiniz. Bir birinizin sevgilisi oldu bir öbürünüzün falan. Sarp askere gittiğinde galiba sadece ikinizin de sevgilisi yoktu. Bir de şimdi işte. Ee hatırladın mı geçmişi. Ne yapmayı düşünüyorsun şimdi?"
Meryem yastığa daha çok bastırdı kendi. "Kendimi boğmayı!" dedi boğuk çıkan sesiyle.
Leyla, Meryem'i yastıktan uzaklaştırdı ve sırtüstü çevirdi. "Eğer ki sizi hiç bilmeden bu hikayeyi dinlesem ikinizin de tedavi olması gerektiğini söylerdim. Ama sizi tanıyorum ve yıllar önce uzun seanslar terapi desteği aldığınızı biliyor sizinle gurur duyuyorum." Şu an karşısında Akgün varmış gibi konuşuyordu. Doğruları söylüyordu ama konuşma şekline gülmemek için çaba sarf etmem gerekiyordu. "Sarp'ın haklı olduğu bir konu var. İkiniz de değiştiniz ve olgunlaştınız. Bu bir gerçek. Ama tekrar birlikte olmanızı haklı çıkaracak bir neden değil. Biraz akışına bırakın her şeyi. Kaçmayın kovalamayın. Yan yana durun sadece. Bir de o zaman bakalım ne oluyor?"
"Katılıyorum Leyloşcum." dedim ona tam destek vererek. "Allah rızası için siz de biraz hızlanın!" diye carladı bana. "Git yalandan mı diyorsun gerçekten mi diyorsun seni seviyorum de şu çocuğa sonra da öğren derdi neymiş neden gitmiş. Nedenini beğenirsen kalırsın beğenmezsen siktiri çekersin. Meraktan çatladım be!"
"Meryem'e gelince psikolog psikolog öğütler bana gelince küfür. Yakışıyor mu Leyla Hanım?" dedim çıldırışının etkisinden çıkarak.
"Senden seans ücreti alamam malum borç batağındasın o yüzden sana çeyrek psikolog." dedi oturduğu yerden kalkarken. "Siz iki kukumav kuşu düşünün durun burada. Ben de biricik kocamla yaptığımız çocuğuma bakmaya gidiyorum. O kocalarınız olamamış heriflere de söyleyin aileme nazarlarını değdirmesinler. Takmışlar benim evliliğime çocuğuma. Siz de yapsaydınız kardeşim elinizi tutan mı vardı?" diyerek çıktı odadan. Yine çok haklıydı.
Vakit akşama yaklaşırken hepimiz makyajlarımızı yapmış elbiselerimizi giymiştik. Aşırı şık hallerimizle oturma odasında Akgün'le oynuyorduk. Bir süre sonra Erdem'in aramasıyla hepimiz aşağı indik. Erdem ve Leyla kendi arabalarıyla gidecekti. Ben de babamın arabasını almıştım. Dönüş kolay olsun diye Meryem'le birlikte diğerlerinden ayrı arabada gidecektik. Sarp'ın son anda acil randevulu bir hastası olduğu için daha sonra katılacakmış. Aziz'se bana peşimizden geleceğini söylemişti. Merak etmiyordum. Söylemese de olurdu.
Yolu bitirip dağ evine geldik. Düşündüğüm şekilde bir dağ evi değildi burası. Büyük bir bungalovdu. Bizden önce gelen kişiler çoktan partiye başlamıştı.
Arabalardan indiğimizde evin dışında birkaç insan gördük. Şahin henüz ortada yoktu. Leyla'nın Erdem'i çekiştirerek yeşilliğe götürmesiyle "Fotoğrafımızı çekin!" diye bağırması bir olmuştu. Bana uzattığı telefonu aldım ve arkadaşlık görevimi yerine getirerek arkadaşlarımın fotoğraflarını çekmeye başladım. Onlar poz değiştirirken ben hızlı bir şekilde açı değiştiriyordum. Uzak yakın alttan üstten her yerden fotoğraflarını çektim. Sonunda Leyla için yeterli olmuş olacak ki. "Tamamdır." dedi ve yanıma gelip telefonu elimden aldı. O fotoğraflara bakarken Meryem "Ben de ben de!" diyerek yerini aldı. Bir tur da onun fotoğraflarını çektim. Ben onu çekerken bir araba daha giriş yaptı bahçeye. Sesini duydum ama çok önemli bir iş yaptığım için dönüp bakmadım. Erdem'in "Kardeşim, hoş geldin." cümlesi anında arkamı dönmemi sağladı.
Gelen Sarp'tı. Onu gördüğümde hissettiğim hayal kırıklığı suratıma koca bir gerçekliği çarptı. Resmen Aziz geldi diye heyecanlanmıştım. Bu halim bize doğru gelen Sarp'ın gözünden kaçmamıştı.
"Yok artık Birce ya! Bir de suratıma kus istersen. Bu kadar belli edemezdin başka birini beklediğini." Bana sitem ederek yanıma yaklaştı. Sarılıp selamlaşırken elimdeki telefonu aldı ve çektiğim fotoğrafları açtı. "Oy kurban olduğum ne güzel çıkmış." diye mırıldandı. Sonra yüzünü bana çevirip "Şu an biraz senin yanında oyalanıyorum fark ettiysen hemen kızın üstüne atlayıp darlamak istemiyorum çünkü." diye açıklama yaptı. Beni kullanmasına gözlerimi devirdim. "Üzülme üzülme seninki de arkamdaydı gelir şimdi." dedi ve demesiyle birlikte Aziz arabayla bahçeden içeri girdi. Bu sefer kullandığı şirketin ona verdiği arabaydı. Araba durdu ve Aziz içinden çıktı. Siyah takım elbisesiyle çok iyi görünüyordu. Aslında işe hep takım elbiseyle gittiğini söylemişti ama onu ilk kez böyle görüyordum. Tabi mezuniyeti ve baloyu saymazsak. O zaman da çok yakışıklı olmuştu ama 29 yaşındaki Aziz bir başkaydı sanki.
"Kapa ağzını kız!" dedi Sarp omzumu dürterken. "Bu kadar belli edersen gider söylerim Aziz'e. Ağzının suyu aktı derim." Dirseğimi karnına geçirince kısa süreliğine iki büklüm oldu. Sonra zor çıkan sesiyle "Ben Meryem'in yanına gidiyorum. En azından o canımı fiziksel olarak acıtmıyor." deyip karnını ovalayarak Meryem'e doğru ilerledi. Elindeki telefondaki fotoğrafları bahane etmişti tabi ki.
Aziz etrafa baktığında bizi görmesi uzun sürmemişti. Önce Erdem'le Leyla'yı gördü. Onlara elini kaldırarak selam verdi. Hemen arkalarında ellerindeki telefona bakan Sarp ve Meryem'i de gördü. Gözü biraz daha sağa doğru kaydı. Sonra tam bakışlarını çevirecekti ki. Gördüğü kişinin ben olduğumu anladı ve daha dikkatli baktı. Hem bize doğru geliyor hem de beni baştan ayağa süzüyordu. Üstümdeki elbiseye bakışları düştükçe yüzündeki yan gülüş kendini belli ediyordu.
Önce Erdem ve Leyla'yla sarıldı. Sonra Meryem'le. Sarp'la da kısa bir şekilde tokalaştıktan sonra önce gözleri beni buldu. Sonra yavaş adımlarla yanıma geldi. Elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırmıştım.
Takım elbiseli 29 yaşındaki Aziz bambaşka bir mevzuymuş.
"Selam." dedi gülerek. Gözleri beni süzmeye devam ediyordu. Sanki bakmaya doyamıyor gibiydi.
"Selam." dedim ben de mırıldanarak. Kendime engel olamıyordum yeni gelin gibi naz yapmaya başlamıştım.
Elimi tutup dudaklarına götürdü birden. "Her zamanki gibi çok güzelsin. Elbise de çok yakışmış. Ben vitrinde gördüğümde bu kadar güzel değildi. Parlamış üstünde resmen."
"Çok beğendim ben de. Teşekkür ederim tekrardan." dedim. Gerçekten nazlanmamı durduramıyordum.
Suratını büzdü önce. "Teşekkürü sözlü tercih etmediğimi söylemiştim." dedi tüm ciddiyetiyle. Pislik yapıyordu. Gülmeme engel olamadan sarıldım ona. Bir elini belimde hissettim anında. Diğeri en saçlarımın üstünden boynumdaydı. Tekrardan "Teşekkür ederim." diye mırıldandım. kollarını çözmeden üst gövdesini ayırdı benden. Çatık kaşlarla bana bakıyordu. "Bu hoş geldin sarılmasıydı herhalde. Teşekkür için bunu kabul etmiyoruz." dedi.
"O zaman şansına küs." diyerek çözdüm ellerimi. Tam bana bir şey diyecekti ki, Leyla "Birce hadi seni de çekelim!" dedi heyecanla yanıma gelerek. "Hatta sen de geç Aziz." dedi ve ikimizi de poz vermemiz gereken yere itekledi. Birkaç manasız pozdan sonra Aziz beni kendine çekerek elini belime koydu. Öyle özgüvenliydi ki onun yanında pısırık kalmak istemedim. Ben de kendime güvenen bir şekilde poz vermeye başladım.
Leyla sürekli 'farklı poz verin' deyip duruyordu. Bir yerden sonra Aziz de ben de ne yapacağımızı bilemez bir haldeydik. "Farklı poz verin!" diye neredeyse çığlık attı Leyla. Bu sesle birlikte kendimi bir anda Aziz'in omzunda buldum. Ağzımdan bir çığlık kaçtı. Kameraya dönüp "Oldu mu?!" dedi Leyla'ya, aynı onun gibi bağırarak. Leyla hem kahkahayla gülüyor hem de fotoğraflarımızı çekiyordu. Onun gülüşü ve durumun absürtlüğüyle biz de gülmeye başladık. Sanki neredeyse 30 yaşında insanlar değildik de liseye geri dönmüştük.
Leyla 'tamam' dedikten sonra Aziz hafifçe indirdi beni yere. Koluna girmem için kolunu uzattı. Hep birlikte Bahçedeki diğer insanlara baş selamı vererek eve doğru ilerledik. Kapıyı açıp içeri girdiğimizde hafif bir müzik ve insanların konuşma sesleri bizi karşıladı.
Odanın ortasında arkadaşlarıyla sohbet eden Şahin hareketliliği fark edince kapıya doğru baktı. Beni gördüğünde gülümsedi ve yanındaki arkadaşlarından müsade isteyerek yanımıza geldi. "Hoş geldiniz." dedi. Önce bana sarıldı sonra herkesle tokalaştı.
"Seni tekrar görmek çok güzel Aziz." Yandan geçen garsonu durdurdu ve bize servis yapması için işaret yaptı. Garson yanımızdaki arkadaşlarımıza kadehlerini uzatırken Şahin de garsonun tepsisinden aldığı iki kadehi bize uzatmıştı. Ben henüz kadehi almadan Aziz kadehi almış ve Şahin'in elindeki kadehle tokuşturup bana uzatmıştı. "Seni kendi haritanın içinde görmek de Şahincim." dedi gülümseyerek.
Şahin de gülümsemişti ama üstten bir gülüştü bu. "Sen içmiyor musun?" dedi konuyu değiştirip. "Yok teşekkür ederim. Araba kullanacağım." dedi Aziz de kibarca. "Bir çok arkadaşım arabasıyla geldi. İsteyen herkese şoför çağıracağız. Dert etmene gerek yok." dedi elindeki kadehi tekrar uzatırken.
Önce kadehe baktı sonra Şahin'e. İkisi de gülümsüyordu ama ortam resmen buz kesmişti. "Çok ısrarcısın Şahin. Israr iyi bir şey değildir. Hayır, hayırdır. Umarım özel hayatında da böyle birisi değilsindir. Karşı taraf için rahatsız edici olabilir."
"Hiç değilimdir. Hayır dediyse benim için bitmiştir. Ama demediyse beni durdurabilecek hiçbir şey yoktur. Sen de 'hayır içmek istemiyorum.' demedin Çekinceni sundun. Ben de çekinceni gidermek istedim. Çünkü hayır değilse benim için evettir." dedi kadehini Aziz'e doğru kaldırarak.
Sonra kolunu bana doğru uzattı. "Seni sektörden arkadaşlarımla tanıştırmak istiyorum Birce. Senden çok bahsettim. Bana eşlik eder misin?" dedi. Gözlerim ikisinin arasında gidip gelirken bu teklifi reddetmemin kötü görüneceğini bildiğimden Şahin'in koluna girdim ve birlikte odanın ilerisinde durup bize bakan arkadaşlarının yanına gittik.
Gerçekten de sektörün önde gelen isimleri buradaydı. Bu kadar geniş bir çevresi olması inanılmazdı. Ayaküstü de olsa hepsiyle sohbet ettim. Belli olmazdı yarın öbür gün içlerinden biri yeni patronum olabilirdi. Kendimi sevdirip arayı sıkı tutmak önemliydi.
Bir süre konuştuktan sonra arkadaşlarımı yalnız bırakmayayım diyerek arkadaşlarımın yanına dönmek istedim ama hepsi odanın dört bir köşesine dağılmıştı.
Meryem karşısında ona hararetle bir şeyler anlatan bir beyefendiyi dinliyordu. Sarp ise hemen Meryem'in yanında çatık kaşlarla ve anlamaz bir ifadeyle adama bakıyordu.
Leyla ve Erdem kendileri gibi bir çift ile konuşuyorlardı. Şu anki konumlarından anladığım kadarıyla iki çift de birbirlerine çocuklarının fotoğraflarını gösteriyordu.
Gözlerim Aziz'i ararken bir köşede kollarını sarmış beni izlediğini gördüm. Sinirli değildi ama gülmüyordu da. Sadece beni izliyordu. Ama yanındaki kadın ona ısrarla bir şey anlatmaya çalışıyor gibiydi. Ayaklarım benim kontrolüm dışında o yöne doğru hareket etti.
Yanlarına birinin geldiğini fark eden kadın konuşmayı kesip bana döndü. Ben ona sorgular bir ifadeyle bakarken o da bana aynı şekilde bakıyordu. "Bir sorun mu var?" dedi bu bakışmaya dayanamayan kadın. Gülerek yanıtladım onu. "Yoo nasıl bir sorun olabilir? Sohbetinize dahil olmaya geldim. Ne konuşuyordunuz Aziz?"
Aziz önce bana sonra yanındaki kadına baktı. Tekrar gözlerini bana çevirdi. "Ben konuşmuyordum ne konuşulduğunu bilmiyorum. Hanımefendiye sorabilirsin." dedi umursamaz bir sesle. Kadın kim bilir kaç dakikadır dinlenilmediğini fark ettiğinde trip atarak ortamı terk etti.
"Niye dinlemiyorsun kadını? Bir şey anlatıyormuş." dedim dalga geçtiğimi belli etmemeye çalışarak.
"Sınırı koruyorum." dedi. "Hayır diyebiliyorum." Gözlerini gözlerime kitlemişti. "Sevdiğim bir kadın var. Diğerleri beni ilgilendirmiyor."
Bana laf çarpıyordu. Yine. Onun yanından Şahin'le gittiğim için laf çarpıyordu. Bu kadar insanın içinde sinirlenemezdim. Bir çoğu potansiyel patron adayımdı sakin kalmalıydım. O yüzden farklı bir noktaya odaklanmayı tercih ettim. "Allah allah." dedim şaşkın gibi. "Kimmiş o kadın. Tanıyor muyuz?"
İfadesiz yüzünden anlık bir gülüş geçti. "Bilmem." dedi o da oyunuma ayak uydurarak. Bakışları derinleşti sanki. "Tanıyor musun acaba? Çok güzel bir kadın. Kahverengi saçları var. Esasen dalgalı ama artık hep düzleştiriyor. Gözlerinin rengini sanki palette özel olarak hazırlamışlar gibi... Dudakları... Dudaklarını öyle herkesle konuşmuyorum kusura bakma. O isterse saatlerce anlatabilirim ama. Şu an teninde de öyle bir renk var ki. Hiç haberi yok ama çok yakışıyor."
Ben onun cümlelerine dalmışken son cümlesiyle sırıttım. "Notta da yazmışsın. Sen ne zaman gördün beni bu renk bir kıyafetle ki. Hiç hatırlamıyorum bu renk bir şey giydiğimi."
Cevap vermedi önce. Kafasında bir şeyleri tartıyordu sanki. "Seni ilk gördüğümde." dedi. Kaşlarım çatıldı. Bu imkansız gibi bir şeydi. "Sen beni ilk kez nerede gördün be? Okulda değil miydik? Formamız vardı bizim. Bu renk olmadığına da çok eminim." dedim büyük bir özgüvenle. Güldü bu çabama. "Ben seni okulda görmüştüm. Erdem göstermişti arkadaşım diye. Yanımıza gelmiyordun hep basketbol oynuyordun." dedim beni ne zaman görmüş olabileceğini düşünmeye çalışarak. "Sen beni okulda görmedin mi?" Şüpheleniyordum.
Başını öne eğmişti. Sanki çekinir gibiydi. Başı eğikken gözlerini de kaldırıp bana bakıyordu bir yandan. Sonra gözü yan arkadaşlarıyla konuşan Şahin'e değmiş olacak ki birden konuyu değiştirdi.
Başıyla Şahin'i işaret etti. "Bu adam gördüğü herkese senden mi bahsediyor?" dedi suratsız bir halde.
Omuzlarımı silktim. "İyi bir mimarım."
Özgüvenim onu gülümsetti. "Ona ne şüphe! Ben de ilerideki evimi sana tasarlatmak istiyorum." dedi
"Hay hay tabi ki sen tanıdıksın indirim bile yaparım. 90 bin." dedim kadehimden bir yudum alıp.
"90 bin?" diye sordu.
"Dolar." dedim sanki 90 liradan bahseder gibi.
"Pahalıymış biraz." dedi sırıtarak.
Samimiyetsizce gülümsedim ben de ona. "Sana koymaz." Tam bir şey söyleyecekti ki gözleri arkama takılınca sessiz kaldı.
"Aziz? Birce? Size bahsettiğim avukat arkadaşlarım geldiler. Müsaitsen tanışmak ister misin Aziz?" dedi Şahin. Ne zaman yanımıza geldiğini bile anlamamıştım.
"Tabi, tabi tanışalım." dedi samimiyetle Aziz de. Tam ikisi birden ilerleyecekken Aziz arkasını döndü. "Birce, bir tanem sen de gelsene." dedi kolunu uzatarak. "Geleyim." dedim mahçupça. Aziz beni arkada bırakmamıştı.
Şahin'in avukat arkadaşlarının yanına gittiğimizde resmen Aziz'e bir ilah gibi davranıyorlardı. Tüm dikkatler onun üstündeydi. Hepsi ağzından çıkacak bir söze bakıyordu ve peş peşe sorular soruyorlardı. Onun bu kendine güvenen ve işinin en iyisi hali gözlerimi parlatıyordu resmen. O etrafındaki insanlarla konuşurken ben kendimi onu izlemekten alamıyordum. Lisede de böyleydi. O zaman da onun hayranıydım. Okulun bahçesinde tüm hırsıyla basketbol oynarken, arkadaş ortamlarımızda yeri geldiğinde şakalarıyla yeri geldiğinde ciddiyetiyle konuşurken , hocalarımızın karşısında hem saygılı hem bilge olurken, çatık kaşlarıyla ders çalışırken; zekasıyla, merhametiyle, sevgisiyle, coşkusuyla... Her şeyiyle ona hayrandım.
Şimdi karşımda gördüğüm Aziz'se o zamanki duygularımın gün yüzüne çıkmasına sebep oluyordu.
Ya da sarhoş oluyordum... Bunu fark ettiğim an lavaboya gitmem gerektiğini düşündüm. Herkes çok dikkatli bir şekilde Aziz'i dinlediği için kimseye belli etmeden lavabo olduğunu düşündüğüm yere doğru ilerledim.
Lavaboya girdiğimde makyajımı bozmamaya çalışarak yüzüme su çarptım. İyi geldiğini hissettiğimde biraz da boynuma ve göğsüme doğru ellerimle serinliği ilerlettim. Aynadan kendimi kontrol ettim ve lavabodan çıktım.
Az önceki kalabalık biraz azalmıştı ama hâlâ Aziz'in etrafında birileri vardı. Yanlarına biraz yaklaşarak Aziz'i görebileceğim bir uzaklıkta onu izlemeyi tercih ettim. Omzumu duvara yasladım ve izlemeye başladım.
"Evet o zamanlardan tanışıyoruz. Şimdi düşününce uzun zaman olmuş aslında." dedi. Benden mi bahsediyordu? Saçma bir şekilde karnımda bir heyecan hissettim. Hoşlandığı çocuğun lise koridorunda kendinden bahsettiğini duyan kız gibiydim. Zamanında o kız olmuştum. Şimdi de tüm o duygular sanki geri geliyordu.
"İngiltere'de o dönem çok yalnızdım." dedi Aziz'in karşısındaki kadın. Onu yeni fark ediyordum. Sadece arkasından görüyordum ama konuşmalarını net bir şekilde duyabiliyordum. Aziz, Şahin ve o kadın konuşuyor gibiydiler. "Aziz'in varlığıyla hayata tutundum. Beni bu kadar anlayan başka biriyle tanışmamıştım hiç. Çok güzel günlerdi değil mi Aziz?" Cevap vermek yerine tebessüm etmişti Aziz de. "Özlüyorum o günleri. Şimdi tekrar karşılaştığımıza göre arayı kapatırız diyorum ne dersin? Eski günleri yad ederiz?"
Bu kadın kimdi? İngiltere'de Aziz'le birlikte miydi? Arkadaşlar mıydı? Yoksa?.. Kafamın içindeki sorular kalbimin hızını değiştirmişti. Sanki yine midem altüst olmuştu ama bu sefer çok kötü hissettiriyordu. Aziz bana İngiltere'de hayatında kimsenin olmadığını söylemişti. Kimseyi sevmemişti. Aşkını hafife aldığım için kızmıştı bile bana. Yalan söylememiştir dedim içimden. Yalan söylememiştir.
"Kötü bir boşanmaydı. Aziz olmasa atlatamazdım." dedi kadın karnıma bıçak saplar gibi. Daha fazla burada durup bu konuşmayı uzaktan dinleyemezdim. Yüz ifademi toparlayıp yanlarına doğru ilerlemeye başladım. Geldiğimi görünce Aziz'in yüzü anlık olarak değişti. Vücudu dikleşti. Gözlerini benden ayırmadı. Sanki onu anlamamı bekler gibi bakıyordu bana. Ama ben neyi anlamam gerektiğini bile bilmiyordum.
Şahin Aziz'in baktığı yere döndüğünde beni gördü. "Gel Birce! Asu'yla tanış. Arkadaşım benim. Aziz'le de İngiltere'den tanışıyorlarmış." dedi.
Adımlarım kadının arkasında durdu. Kadın önündeki iki erkeğin de arkasındaki kişiye baktığını fark ettiğinde yavaşça yüzünü bana döndü.
Karşımda gördüğüm kadın... O olamazdı değil mi? Gerçekten o muydu? Yine mi karşıma çıkmıştı. Hem de? Hem de Aziz'le bir geçmişi mi vardı? Aziz olmazdı. Aziz'e yaklaşmış olamazdı. Aziz bana yalan söylemezdi. Söylemezdi değil mi? Kimse olmadı dediyse olmamıştır değil mi? Hele o kadın! O kadınla ne olmuş olabilir?
"İsmini duyunca acaba mı demiştim ama gerçekten senmişsin. Nasılsın Birce?" dedi elini bana uzatıp. Suratına baktım sadece. Ona bakınca canım falan acımıyordu. Sadece yüzsüzlüğü komiğime gidiyordu. Ama Aziz'le ilgili söylediklerini düşününce beynimin her bir köşesi soru işaretleri yüzünden karıncalanıyordu.
"Siz tanışıyor musunuz?" dedi Şahin şaşkınlıkla.
Sırıttı karşımda. "Bir ortak geçmişimiz var diyelim." dedi.
Şahin sorgulayan gözlerle bir ona bir bana bakarken Aziz kimsenin yüzüne bakmıyordu. Onun bu hali beni daha da geriyordu. Neden bana bakmıyordu?
"Ortak geçmişle yolları ayırmışsınız galiba. Hayırlı olsun." dedim çok samimi bir tavırla.
Kahkaha attı bu dediğime. "Seninle hep çok iyi anlaşacağımızı düşünmüştüm biliyor musun? İşler böyle olmasaydı biz kesin çok yakın olurduk."
"İşler böyle olmasaydı..." dedim gülerek. "Sözlü bir adam ve onun sözlü olduğunu bilen bir kadın birlikte olmasaydı demek istedin galiba?" dedim yüzümdeki gülüşü silmeden.
Şahin neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Aziz'se sadece bana bakıyordu. Soru işaretleriyle falan da değil. Her şeyi biliyor gibi bana bakıyordu.
"Geçmişin hataları." dedi Asu yüzündeki gülümseyi silip. "Ama bak ahın tuttu. Mutlu olamadık."
Kahkahayla gülme sırası bendeydi. "Ahım olduğunu düşünmen ne kadar tatlı. Merak etme ah etmedim. Hatta teşekkür bile ettim arkandan biliyor musun? Beni çok büyük bir aptallıktan kurtardın."
"Burada tam olarak ne oluyor şu an?" diye sordu Şahin.
Asu ile bakışlarımız birbirinden ayrılmıyordu. "Eski kocam." dedi bana bakarak. Sonra soruyu soran Şahin olmasına rağmen bakışlarını Aziz'e çevirdi. "Birce'nin sözlüsüydü bir zamanlar." |
0% |