Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm- Yüzleşme

@melinogut

Karşımda hâlâ bir zaferin kazananı gibi duran Asu'ya gülümseyerek bakıyordum. Gülüşüm onu rahatsız ediyordu ama gözlerini de benden kaçırmamaya çalışıyordu. Asu'nun sözleriyle birlikte Şahin'in bakışları bana dönmüştü. Aziz ise kaçamak bakışlar atıyordu. Şu an tek merak ettiğim şey bu kadınla nasıl bir ilişkisinin olduğuydu. Ama karşımda Asu varken asla böyle bir şey sormazdım. Ben de bakışlarımı soru işaretleriyle bana bakan Şahin'e çevirdim.

 

"Ya oldu öyle bir şey. Ben evlenme teklifi aldım ama evlenmeye hak kazanan Asu oldu. Ama hakkını da yememek lazım çok emek verdi. Tırnaklarıyla kazıya kazıya taktı yüzüğü parmağına. Değil mi Asu?" dedim. Son cümleyle bakışlarımı ona çevirmiştim.

 

"Aşkta ve savaşta her şey mübahtır derler Birce. Benim rüzgarıma dayanabilecek kadar büyük bir aşkınız yokmuş demek ki."

 

"Hiçbir zaman böyle bir iddiam olmadı zaten. Ama belli ki ilk sarsıntıda yıkıldığınıza göre sizin de temeliniz pek sağlam değilmiş."

 

Attığı kahkahayla bir an odadaki herkesin bakışları bize döndü. Arkadaşlarımın da odanın bir köşesinden bize baktıklarını gördüm. Erdem Leyla'yı, Sarp da Meryem'i zor zapt ediyor gibi görünüyordu. Hepsinin tüm yaşananlardan haberi vardı. Ama tabi ki arkadaşlık kuralı olarak onlar benim yaşadığım şeye benden daha sinirlilerdi. Asu'nun varlığı benim umrumda değilken onlar kadının saçını başını yolacak gibi duruyorlardı.

 

"E tabi insan kocasının, eski sevgilisiyle olan sakladığı mesajları, fotoğrafları bulunca evlilik birliği temelden sarsılıyor. Öyleydi değil mi Aziz o tabir?" Bilerek Aziz'i bu konuşmanın içine çekmeye çalışıyordu. Benim düşündüğümden çok daha fazla şey bildiğine emindim.

 

"E insan yaşattığını yaşamadan ölmez Asu. İlahi adalet mi dersin, karma mı dersin bilmiyorum ama gerçek bu. Sen yine ucuz atlatmışsın. Teknik olarak aldatmış sayılır mı ki?. Belli ki eski sevgilisini özlemiş. Ya da kıyamamış anıları silmeye, olabilir. En azından karşına geçip parmağında senin yüzüğün takılıyken 'ben başkasıyla evleneceğim, baba oluyorum' dememiş. Her şeyin iyi tarafından bakmak lazım."

 

Sahte gülüşü suratında eriyip gidiyordu. "Kabullenemiyorsun değil mi sevilmediğini? Sevilsen aldatılmazdın. Bunu biliyorsun. Ben tercih edildim, sen değil. Bu kadar basit bir gerçek."

 

Bu sefer kahkaha sırası bendeydi. "Bir dakika benim kafam karıştı. Ben sevilmiyordum ve seninle aldatıldım. Sen sevilmiyordun ve benim fotoğraflarımla aldatıldın öyle mi? Burada hangimiz sevilip hangimiz sevilmiyoruz acaba ben tam çözemedim." Herhangi bir cevap vermedi. Saklamadığı mimikleriyle yüzüme bakmaya devam ediyordu. "Sen istediğini düşünebilirsin, ben sevildiğimi biliyorum. Ha ucube bir herif tarafından sevilmiş olabilirim o ayrı."

 

"Hiç üzülmüyor musun? Ya da saçımı başımı falan yolmak gelmiyor mu içinden? O gece o barda Giray zil zurna sarhoşken onu gözüme kestirmeseydim, hamile kalmasaydım, Giray'ı da ailesini de tehdit etmeseydim sen şimdi mutlu, huzurlu yuvanda çocukların ve kocanla birlikte vakit geçiriyor olacaktın. Hiç düşünmüyor musun? Giray'la bir geleceğin olsaydı nasıl olurdu? Eminim benimki gibi olmazdı. Giray sana sadık olurdu." Dudaklarımdan histerik bir gülüş kaçtı. "Gülme, sen inanmıyorsun ama o gece Giray için gerçekten bir gecelik bir hataydı ve sen Giray'ın o gece benim kollarıma neden hayır diyemediğini çok iyi biliyorsun. Bilirsin erkekler biraz şeydir... Her şey farklı olabilirdi demiyor musun hiç? Giray'a istediği her şeyi versey..."

 

Asu'nun cümlesi kırılan bir cam sesiyle bölündü. Sesin nedenini bulmam uzun sürmemişti. Aziz elinde kalmış cam parçalarına bakıyordu. Elindeki kadeh kırılmıştı ve kırılan cam Aziz'in elini boydan boya kesmişti. Kanın yere dalmadığını fark ettiği an ağzından çıkan 'Siktir!' ile banyoya doğru koşar adımlarla ilerledi. Olduğum yerde bir saniye bile durmadan Aziz'in arkasından gittim. Tam kapıyı kapatacaktı ki bunu engelledim ve ben de banyoya girip arkamdan kapıyı kapattım. Aziz hemen elini suyun altına soktu ama kan duracak gibi akmıyordu. Bir süre elini suyun altında tuttuktan sonra musluğu kapattı ve etrafına bakındı. Ondan önce gördüğüm kağıt havluyu genişçe açarak kaç yaprak aldığıma bile bakmadan kopardım. Katlayıp yaranın üstüne bastırdım. Bir elimle Aziz'in yaralı elini tutuyor diğer elimle kanı durdurmaya çalışıyordum.

 

"Durmuyor bu!" dedim gözlerimi elinden çekip. Gözlerine baktığımda onun çoktan bana bakıyor olduğunu gördüm. Şu an bana her zamanki gibi baksa bile sakinleşemezdim ama öyle bakmıyordu da.

 

"Durur." dedi sakince. "İçine kanamaya alışıktı böyle dışarı vurunca coştu birden."

 

Gözlerimdeki paniğin yerini sinir aldı anında. "Ya elin kesildi elin! Kan akıyor! Sen hâlâ neyin peşindesin?"

 

"Ben bir şeyin peşinde değilim. Sen de boşuna benimle burada bekleme. Asu'yla atışman gereken konular var belli ki. Yarım kaldı. Git de hanginiz daha çok sevilmiş onu konuşun. Sevilmişsiniz gibi." Son cümlesini ağzının içine söylemişti ama duymuştum tabi beni sinirlendiren şey o cümle değildi.

 

"Şu kadının adını ağzına alma benimle birlikteyken!" dedim sinirimi gözüne sokmamaya çalışarak. Pek başarılı olduğum söylenemezdi.

 

"Beş yıl geçmiş üstünden hâlâ bu kadar öfkeli misin gerçekten? O kadar çok mu sevdin o herifi?"

 

"Ne diyorsun Aziz sen?" dedim varmak istediği noktayı anlamayarak. Ben ne diyordum o ne diyordu?

 

"Demiyorum hiçbir şey." dedi ve tuttuğum kağıt havlu yığınını elimden çekti. Elini de elimden kurtardı ve banyonun kapısını açtı. Aziz'in banyonun kapısını açmasıyla Sarp'ın içeriye doğru tökezlemesi bir oldu. Hepsi kapının önüne dizilmiş içeriden çıkmamızı bekliyordu. Ben Sarp'ın bizi dinlemesine göz devirirken Aziz oralı olmadı.

 

"Sarp, beni bir yere kadar götürür müsün?" dedi ve yürümeye devam etti. Bu aslında bir soru değildi. Sarp, Aziz'in peşine ilerlerken ben de ikisinin peşinden gidiyordum. Salondaki çoğu insanın gözleri bizim üzerimize dönmüştü ama bu şu an düşünmem gereken bir şey değildi. Salondan çıkmadan Asu'nun Aziz'e seslendiğini duydum. Aziz ise arkasını dönmemişti ama 'sonra görüşürüz' diyerek kapıdan çıktı. İkisi de arabaya doğru ilerlerken en sonunda. dayanamadım ve bağırdım.

 

"Nereye?!"

 

Olduğu yerde kaldı ve yüzünü bana döndü. "Gitmem gerekiyor." Bu akşam attığım histerik kahkahaların haddi hesabı yoktu.

 

"Yine 10 yıl sürecek mi? Bu sefer de bekleyeyim mi seni?" dedim gülüşümü bastırmadan. Ama sanki gülüşüm bulaşıcıymış gibi bu sefer gülen Aziz olmuştu.

 

"Sen beni beklemedin ki!"

 

Hırslı adımlarla yanına yaklaştım. Aramızda iki adımlık mesafe vardı ama kalplerimiz birbirinden o kadar uzaktı ki bağırmadan kendimi duyurabileceğimi düşünmüyordum. "Bekle dedin mi?!"

 

O da sesini daha da yükselterek cevap verdi. "Demedim! Allah kahretsin ki demedim! Sana bekle diyemedim. Hayatını yaşa istedim. Hayatsız bir adamı bekleyerek hayatını çürüt istemedim!"

 

Cümlelerinden anlam çıkarmaya çalışmaktan çok yorulmuştum artık. İçimdeki yorgunluk ve kızgınlık dilimden bir çığlık olarak elimdense Aziz'in göğsüne inen bir yumruk olarak çıkmıştı.

 

Bir an yüzü buruşsa da ben anında Sarp'a döndüğüm için tepkisini daha fazla göremedim." Anahtarı ver." dedim önce güzellikle. Sarp'ın gözleri Aziz'i bulunca daha da sinirlendim. "Anahtarı ver!" dedim bağırarak. Anahtarı cebinden çıkarıp bana uzattı. Bakışlarım sağ koltuğa oturması için Aziz'i buldu. Başta istemediği belli olsa da gözlerimdeki kararlı bakışı görünce kendinde bununla uğraşacak gücü bulamamış olabilirdi.

 

İkimiz de arabaya bindiğimizde arabayı çalıştırdım. Aziz hâlâ peçeteyi yaraya bastırıyordu. Peçetenin büyük bir bölümü kan olmuştu. Bu kadar kanaması normal miydi? Damarına mı gelmişti? Dikiş atılması gerekir miydi? Ben düşüncelerimle boğuşurken Aziz hafifçe bana doğru çevirdi başını çok sakin bir şekilde "Nereye gidiyorsun?" dedi.

 

Ben onun kadar sakin değildim. "Bilmem sana neresi lazım?!" diye parladım. Derin bir nefes verdiğini ona bakmasam da anladım. "Yakındaki bir hastaneye gidebilir miyiz?"

 

Kurduğu cümleyle başımı aniden ona çevirdim. Yüzüne, eline, tekrar yüzüne ve tekrar eline bakarken yola bakmaya devam etmek sonradan aklıma gelmişti. "O kadar ciddi mi?" dedim sesimdeki paniği gizleyemeyerek.

 

"Ne olur ne olmaz." dedi sadece. Gözleri yoldaydı. Ben de gözlerimi yola diktim ve olabilecek en kısa sürede hastaneye gitmek için navigasyondan en yakın hastanenin konumunu açtım.

 

Aziz peçeteleri, torpidodan çıkardığı yeni peçetelerle değiştirmişti ama kan hâlâ durmamıştı. Hastaneye geldiğimizde ikimiz de arabadan inip acile doğru hareket ettik.

 

Aziz'in kanayan elini gören bir doktor hemen onu yönlendirdi. Ben de hızlı adımlarla peşlerinden onları takip ediyordum. Aziz sedyelerden birine oturduğunda gözü bana takıldı. "Birce, bana su alabilir misin kantinden?" dedi. Böyle bir isteğin geleceğini düşünmemiştim ama susamış olması çok normaldi.

 

Başımı sallayarak bulunduğumuz yerden çıkıp kantini bulmaya çalıştım. Birkaç kişiye sorup en sonunda kantini bulduğumda kısa bir sıra bekledim. Sıra bana geldiğinde önce 'su' dedim sadece. Sonra Aziz'in çok fazla kan kaybettiği aklıma geldi. 'Vişne suyu bir de' dedim. Bir de kek mi alsaydım? Kan verince vişne suyuyla kek veriyorlardı. Aziz de kan vermiş kadar kan dökmüştü. Kan takviyesi yapmak gerekir miydi acaba? 'Kek ve de iki tane şu çikolatadan da alabilir miyim?" diyerek siparişimi tamamladım.

 

Çikolataları gördüğüm andan itibaren zaten gözüm üzerlerindeydi. Uzun zamandır yemediğim bir çikolataydı. Lisedeyken teneffüse çıkmak yerine uyuduğum aralarda başımı kaldırdığımda masamda bulduğum çikolataydı. Aziz'le yarıştığımız derslerde kimin notu daha yüksek gelirse diğerinin ona aldığı çikolataydı. Ben regl olduğumda Aziz'in tek çözüm yoluymuş gibi 12 tane birden aldığı çikolataydı. Ne kadar sinirlerimi bozsa da, şu an kafamda Asu ve Aziz'le ilgili bin tilki dönse de Aziz benim yanımdaydı ve ben o benim yanımdayken, hem de yaralanmışken bunların hiçbirini düşünemezdim.

 

Alacaklarımı alıp tekrardan acile gitmeye çalışırken de birkaç kere insanlardan yardım aldım. Yön konusunda pek iyi değildim. Sonunda Aziz'i bulduğumda, onu bıraktığım sedyede tüm avucunu saran bir bandajla oturuyor ve avucuna bakıyordu.

 

"Hallettiler mi? Ne çabuk." dedim şaşkınlıkla. Elimdeki paketleri henüz bir yere bırakamamıştım.

 

"Onlar çabuk halletmedi senin işin uzun sürdü." dedi elimdeki paketleri göstererek.

 

Daha fazla elimde taşımayarak hepsini sedyenin üstüne bıraktım. Hemen içlerinden suyu alıp açıp Aziz'in sağlam eline tutuşturdum. "Kantini bulamadım ya. Sonra da geri dönüş yolunu bulamadım. Biliyorsun yön duygum çok iyi değil."

 

"Biliyorum." dedi ve yüzüne bu kadar dikkatli bakmıyor olsam kaçıracağım bir gülüş kondurdu dudağının kenarına. Sonra o gülüşü silmek için elindeki şişeye sığındı.

 

Suyunu içmesini bitirince hemen elinden aldım ve vişne suyunun pipetini takarak boşalan eline kutuyu verdim. 'Gerçekten mi?' diyen bir bakışla bana bakıyordu. "Evet!" dedim kendimden emin bir şekilde. "Tüm kanını akıttın iç şunu." Benim çok net olduğumu görünce ikiletmeden meyve suyunu da içmeye başladı. O meyve suyunu içerken ben de kek paketini açtım ve keki ısırması için ağzına yaklaştırdım. Anında kafasını geri çekti ve o sorgulayan bakışı tekrar yüzüne yerleştirdi. "Kan vermedim Birce. Alt tarafı elim kesildi." dedi keki yemeyerek. Burnunun dibine soktum ben de keki "O akan kanları bağışlasan 3 kişinin falan hayatını kurtarırdın herhalde." dedim tüm bilimselliği reddederek. "Kan vermiş sayılırsın ye şunu."

 

Elindeki meyve suyunu kenara bıraktı ve burnunun dibine soktuğum keki elimden alıp onu da meyve suyunun yanına koydu. Ben boşta kalan elimi geri çekemeden tuttu. "Şu an bana sinirlisin. Neden hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsun? Arabaya binmeden önceki sinirin nerede?"

 

Gerçekten şu sakinliğimi öpüp başına koyacakken neden sinirli olmadığımı mı sorguluyordu? "Zamanı değil." dedim sakin bir şekilde.

 

"Neyin zamanı değil? Bana kızgın olmanın mı? Bunun bir zamanı olmaz Birce. Bu bir duygudur. Öyle hissedersin. Neden sinirini bastırıyorsun?"

 

"Ne istiyorsun hastanenin ortasında avazım çıktığı kadar bağırayım mı?"

 

"İçinden gelen buysa evet! Neden sinirini bastırıyorsun." dedi tekrardan. Bu sorunun cevabını almadan durmayacaktı.

 

"Yaralandın çünkü Aziz!" dedim kısık tutmaya çalıştığım ama sinirli sesimle. "Şu an benim sinirimden önemli şeyler var."

 

"Alt tarafı elim kesildi Birce. Normalde insanlar hastaneye bile gitmez bunun için. Yolda gelirken hiç hızını kontrol ettin mi?" Başımı iki yana salladım. "O hızda araba süren birinin arabasına asla binmezsin sen. Su istedim sadece kantinde takviye kan satılsa alacakmışsın resmen. Ve bunların hepsini bana sinirliyken yapıyorsun."

 

"Sana sinirli olmam seni sevmemi engellemiyor çünkü!"

 

Ben gereksiz yükselen sesimin etrafta çektiği dikkati incelerken Aziz'in gözleri bana kitlenmişti. Ne dediğimi o an fark ettim. Durumu toparlamaya giriştim. "Arkadaş olarak yani. Değerlisin gözümde ve yaralısın şu an. 'Yaram geçene kadar bana sinirlenme' desen tamam derim."

 

"Ben yaralı olduğum için kendi duygularını geri plana atarsın yani öyle mi? Hâlâ mı?" Gözlerinde 'biliyordum' der gibi bir bakış vardı.

 

"Evet hâlâ! Ne oldu neyi sorguluyorsun?"

 

"Bir şeyi sorgulamıyorum. Haklı olmak canımı yakıyor sadece."

 

Ne demek istediğini soracakken Aziz'le ilgilenen doktor tekrar yanımıza geldi. "5-7 gün içinde dikişlerinizi aldırabilirsiniz. Eğer ateş ve terleme gibi şikayetleriniz olursa lütfen tekrardan acile gidin. Yaraya pansuman yapmayı da unutmayın. Bu da istediğiniz ilacın reçetesi." deyip elindeki kağıdı uzattı. "Kayıt işlemlerinizi de halletmediyseniz girişten halledebilirsiniz." dedi. Biz teşekkür ederken o da 'geçmiş olsun' deyip uzaklaştı.

 

"Sen kekini ye ben de kayıt işlemini halledeyim." deyip arkamı dönüp gidecektim ki Aziz'in cebinden çıkardığı cüzdanla durdum. Çantamı yanıma almamıştım. Cüzdanı Aziz'den alıp hızlı adımlarla bulunduğumuz yerden çıktım. Asıl amacım kayıt falan değildi. Biraz önce yanımızdan giden doktoru fazla uzaklaşmadan buldum. Arkasından 'Pardon' diye seslendiğimde bana döndü.

 

"Kusura bakmayın. Benim aklıma bir şey takıldı da. Yara çok mu derindi acaba? Yani dikiş atılacak kadar?" diye sordum.

 

"Doğrusu biraz derindi evet ama dikiş atmamızın nedeni kanı durdurmaktı." dedi. Benim anlamadığımı fark ettiğinde ise tekrar açıkladı. "Normal bir hastada tampon yapar kanı durdurur pansuman yapardık ama hastamız kan sulandırıcı kullanıyormuş."

 

Hâlâ anlamıyordum. "Kan sulandırıcı kullanınca..?" dedim beni tamamlamasını bekler gibi.

 

"Kanı durdurmak daha zor olur. Dikkatli olması lazım. Eminim biliyordur ne yapması gerektiğini ama siz de kız arkadaşı olarak dikkatli olmalısınız. Herhangi bir yaralanma riski olan şeylerden kaçınmalı. Bugünkü o kadar da büyük bir sorun değildi ama dikkat edilmesi gerekiyor."

 

Kafamın içindeki soru işaretleriyle teşekkür ettim doktora ve işlemleri halletmek için girişe gittim. Neden kan sulandırıcı kullanıyordu ki? Kan sulandırıcı ne işe yarıyordu? Bir yerinin kanamaması gerekiyorken niye bu kadar pervasız olup elindeki bardakları kırıyordu deli gibi?

 

İşlemleri halletmek için Aziz'in kimliğine ihtiyacım olduğunda cüzdanını açtım. Beni karşılayansa iki vesikalık fotoğraftı. Bana ait olan iki tane vesikalık fotoğraf. Bir tanesi lisede son senemizde sınav giriş belgeleri için çektirdiğimiz fotoğraftı. Hepimiz birbirimize vesikalıklarımızı vermiştik. Ama diğeri... 5 yıl öncesinde çekindiğim vesikalıktı. Bunun Aziz'in eline ulaşmasının imkanı yoktu.

 

Beynim bundan birkaç gün önce sadece Aziz'in 10 yıl önce neden gitmiş olabileceğini düşündüğü günleri özlüyordu. Ankara, İngiltere, Asu, Giray, kan sulandırıcı, vesikalıklar... Beynim kendini yiyip bitirirken suratıma sakin bir ifade yapıştırdım. Şimdi sırası değildi. Aziz yaralanmıştı. Tüm sorular daha sonra yanıt bulabilirdi. Önemli olan beynimi kemiren sorular değil Aziz'in sağlığıydı.

 

Tekrardan acil alanına gidip Aziz'in yanına geldim. Kötü bakışlarla etrafına bakıyordu. Nereye baktığını anlamak için ben de arkamı dönüp etrafa bakındığımda birkaç kişiyle göz göze geldim.

 

"Birce!" diye sesi yükseldi Aziz'in. Ona döndüğümde ise az önce sesini yükselten o değilmiş gibi sakince devam etti. "İşlemleri hallettin mi?"

 

"Hallettim." dedim kafamı sallayarak. "Hadi gidelim. Bizimkilere de haber veririz." Ayaklandı ve üstünden ceketini çıkarıp anında omuzlarıma koydu. Tam 'gerek yok' deyip ceketi çıkaracaktım ki ceketi iki yakasından yakalayıp buna engel oldu. Beni de kendine doğru çekti. "Lütfen." dedi sadece. Gözlerinde öyle bir bakış vardı ki reddetmesi zordu. İnsanda 'neden reddedeyim ki?' düşüncesi oluşturuyordu. "Kollarını da geçir, önünü de kapat lütfen." dedi.

 

İşin rengi şimdi belli olmuştu. "Neden?" dedim anlamaz bir tavırla. "Elbisem çok güzel."

 

Sabır diler gibi başını yukarı kaldırıp bir nefes aldı. "Biliyorum Birce ben aldım. Ama burası için uygun bir elbise değil."

 

"Parti için uygun burası için uygun değil mi?"

 

"Nerede ne giyeceğini bilen bir kadın olarak bunu anladığını düşünüyorum. Bana rol yapma." dedi gülümsemeye çalışırken.

 

"Sadece soruyorum." dedim ellerimi teslim olur gibi yukarı kaldırınca. Hala ceketin iki yakasını tuttuğu için ceket üzerimden düşmemişti. "Sonuçta sen aldın. Hem alıyorsun hem kıskanıyorsun. Böyle hayat geçmez."

 

"Geçer." dedi kısılmış gözleriyle. "Seninle her türlü geçer. Hadi şu kollarını geçir de çıkalım şurdan. Yoksa ben elim dikişli falan demeyeceğim patlatacağım bir tanesinin kaçamak bakış atmaya çalışan gözüne."

 

Dikişli elinden bahseder etmez ciddiyete bürünüp ceketi hemen kollarıma geçirdim önünü de üst üste getirip bir kolumla tuttum. "Tamam hadi çıkalım." dedim. Tüm hareketlerimi izleyen Aziz'in bu tavrımdan dolayı canının sıkıldığını görebiliyordum ama nedenini anlayamıyordum. Eli sakatken birilerini dövse miydi yani? Ben sadece onu düşünüyordum.

 

Ayağım sakatken yaptığı gibi yine elini belime koydu ve birlikte arabaya doğru yürümeye başladık. Ben şoför koltuğuna oturacakken hiçbir şey demeden elimden anahtarı aldı ve bana diğer tarafa kadar eşlik edip kapımı açıp binmemi bekledi. 'Elin yaralı, ben kullanayım.' desem de dinlemedi. Ben de daha fazla ısrar etmeden sağ koltuğa oturdum.

 

Aziz arabayı kullanmaya başladığında nereye gittiğimize dair bir fikrim yoktu. "Senin evine geçelim." dediğimde şaşkınlıkla yüzünü bana döndü. "Yani bu halde partiye dönmeye gerek yok. Evine gidelim sen eve çıkarsın ben de oradan bizim eve geçerim." dedim.

 

İçine çektiği derin nefesi bu sefer gerçekten 'ya sabır' diyerek verdi ve başka hiçbir şey söylemedi. "Senin için diyorum." diye üstelesem de yol boyu başka hiçbir şey konuşmadı. Gittiğimiz yol da evin yolu falan değildi. Şile tarafında sahile yakın yoldaydık ve sanki gelmişiz gibi arabayı kenara çekti ve kemerini çözdü. Bana 'Hadi' deyip arabadan indi. Ben de kemerimi çözdüm ama arabadan inmeden Aziz gelip kapıyı açmıştı bile.

 

"Neden buraya geldik?" dedim. Yol boyu sesinin çıkmamasına karşın bir cevap bekliyordum.

 

"Konuşacağız." dedi sadece ve elimi tuttuğu gibi ilerlemeye başladı. Bandajlı elini tutuyordum ve elini tutarken bile benim canım acıyordu.

 

Kumlara ulaştığımızda ben topuklu ayakkabılarla ilerleyemeyince ayakkabılarımı yeni fark eden Aziz önümde diz çöktü ve bilekten bağlamalı ayakkabıları çözüp ikisini de eline aldı. Diğer eli hemen elimi buldu ve biraz daha ilerledik. Eylülün sonu olmasına rağmen hava o kadar da soğuk değildi. Üzerimdeki ceket de koruyordu. Sahilin ortasına geldiğimizde elindeki ayakkabıları yere bıraktı. Aynı anda elimi de bıraktı.

 

"Sor." dedi sadece.

 

Kaşlarım çatıldı. "Ne sorayım?"

 

"Birkaç saattir beynini kemiren soruları sor Birce." dedi Aziz de.

 

"Zamanı değil Aziz. Soracak olsam sorardım. Sen de her zamanki gibi cevap vermezdin tabi orası ayrı. Bu cevapsız kalacak soruları başka bir zamana erteleyelim olur mu?" deyip tekrar geldiğimiz yöne doğru hareket edecektim ki beni kolumdan tuttu.

 

"Asu'yla İngiltere'den tanışıyoruz." dedi.

 

Gerçekten bu kadının adını Aziz'in ağzından duymak beni çıldırtıyordu. "Sormadım." dedim dişlerimin arasından. Tartışma yaratmayacaktım. Sinirime hakim olacaktım.

 

"Sordun." dedi gözümün içine bakarak. "O gözlerinden milyon kere bu soru geçti."

 

"Merak etmiyorum." dedim aynı şekilde. Sabrımın son demlerine oynanıyordu.

 

"Et o zaman! Merak et! Niye merak etmiyorsun? Bu kadar mı rahatsız ediyor o kadın seni? Hâlâ bu kadar rahatsız ediyor da onun adını duymaya bile katlanamıyor musun?" Sesinin tonu yükselmişti ama o sesinin titremelerinde çaresizliğinin sesini duyuyordum. "Madem sen sormayacaksın ben sorayım. O kadar çok mu sevdin o herifi?" Kendi söylediğine kendisi güldü. "Benimki de soru. Sevmesen neden kabul edesin evlilik teklifini? Hâlâ mı seviyorsun peki? O kadar çok mu canın yandı o seni aldattığında?"

 

Soruları sinirimi bozuyordu çünkü şu an aklımda olan son kişi bile o adam değildi. Cevap vermedim sorularına. "Nasıl tanıştınız?" dedim. Sorularını cevapsız bıraktığım için gözlerinde bir şeyler kırılmıştı ama sorduğum soruya da cevap verdi. "İngiltere'ye gittiğim ilk zamanlar tanışmıştık. Babalarımız arkadaşmış. Onlar buluşmak isteyince bizi de tanıştırdılar. Zaman zaman görüşürdük." Anlayışla başımı sallamaya çalıştım ama kalbim hiç de anlayışlı değildi. Yanında ben yoktum ve o kadın vardı.

 

"Sonra?" diye sordum devam etmesi için. "Sonra, birkaç yıl sonra Türkiye'ye gitti. O dönem işte o olayın yaşandığı dönem. Geri gelecekti ama hamile olduğunu öğrendi. Sonrasını ben de Asu'dan öğrendim daha sonra İngiltere'de evlenmişler düğünlerine gitmedim. Asu düşük yapmış çok geçmeden. Ondan sonra da ortada kurtarılacak bir evlilik de kalmayınca bana geldi. Türkiye'deki olaylardan sonra görüşmemiştik 'boşanmak istiyorum avukatım olur musun?' dedi kabul ettim. Bu kadar."

 

"İyi bir arkadaşsın." dedim gülümseyerek. "Asu çok şanslı."

 

Güldü dalga geçer gibi. "Adını ağzına alabiliyor olmak senin için çok zor olsa gerek." dedi.

 

Benimle kavga etmeye çalışıyordu. İçimdeki her şeyi ortaya dökmemi istiyordu. Bunun için beni zorluyordu. "Beni zorlama Aziz."

 

"Neye zorluyorum seni? Asıl zorlanan benim be ben! Kürşat'ı, Şahin'i, Altan'ı bitmiş gibi sevdiğim kadının onu aldatan piçe olan sevgisini görüyorum gözlerinde!"

 

Sınırı aşmıştı. "Ne görüyorsun ya sen benim gözlerimde ne görüyorsun?!" diye parladım. "Benim o herife karşı içimde duygu kırıntısı bile kalmadı. Bırak sevmeyi üzülmüyorum bile. Kendime bile üzülmüyorum allah kurtarmış diyorum sen ne diyorsun bana? Ne ima ediyorsun?!"

 

"O yüzden mi Asu'yla sidik yarışına giriştin partide?"

 

"Sözlümün beni aldattığı kadınla öpüşse miydim ne istiyorsun sen?"

 

"Sözlüm deme şu herife!!" Gök gürültüsü gibi bir anda patlamıştı sesi.

 

"Eğer sen orada olmasaydın ben onunla muhatap bile olmazdım."

 

"Çünkü sana yarım kalmış eski güzel günlerini hatırlatıyor değil mi? Hâlâ mı Birce ya? Hâlâ seviyor musun? Hâlâ kıskanıyor musun o herifi?"

 

"Hayır gerizekalı seni kıskanıyorum!!"

 

Artık patlamıştım. Buradan dönemezdim. "O kadın senin etrafında dolaşırken hiçbir şey olmuyormuş gibi davranamam çünkü. Tehdit unsuru o!"

 

Son cümlemle birlikte gülmüştü Aziz. Gözleri parıl parıl parlıyor ve dahası için resmen yalvarıyordu.

 

"Ben senin nerede olduğunu bile bilmezken yanında o varmış. Bu ne kadar sinirlerimi bozuyor biliyor musun?! O günleri özlüyormuş arayı kapatırmış falan. Sen kimsin ya? Daha biz kapatamamışız arayı!"

 

Resmen karşımda Asu varmış gibi bir sinirle konuşuyordum. Son cümlemle Aziz aramızdaki mesafeyi kapattı. Onun yakınlığıyla kendime geldim. Bir eli elbisemin üstünden belime gitmişken bana yukarıdan bakan yüzüne bakabilmek için boynumu geriye atmam gerekiyordu. Pozisyonumuz başka şeyler yapmaya bu kadar müsaitken benim sinirlenmeden kendimi, parıldayan gözleriyle bana bakan adama açıklamam gerekiyordu. "Yani, kime olsa... kim olsa... kim yapsa... aynı şeyi yapard... hissederim.. yani... benim yerimde olsalar... herkes... düşünür..."

 

"Hadi biraz daha zorla kendini. Konuşacaksın inşallah" dedi kalbimi tekleten yan gülüşüyle. Onun evinde, giydiğim gömleği Kürşat'ın aldığı yalanını söylediğim zaman onunla dalga geçerken kurduğum cümlenin aynısını söylemişti. Benim silahımla beni vurması bile bana bu kadar yakınken beni sinirlendiremiyordu.

 

"Aldatılan ben olmasam da benim Asu'ya bakış açım aynı olurdu. Gözümde aldatan kötü bir kadın dışında başka bir değeri yok, başka bir nefreti de yok. Umrumda da değil zaten. Ama senin çevrende dolaşıyorsa umrumda olur."

 

Gülüşü büyüyordu artık sinirli değildi. "Neden umrunda? Kimim ki ben senin için?" dedi. Tufaya düşürülmüştüm. Tüm o damarıma basmaları bunu için miydi? Sinirlenip ona bir şeyler itiraf edeceğimi mi düşünüyordu?

 

"Arkadaşımsın çünkü." dedim. "Arkadaşlarımın iyiliklerini düşünürüm."

 

Gülüşü silinmişti yüzünden ama pes etmeye niyeti yoktu. "Öyle mi? Arkadaşlarını çok düşünüyorsun madem Sarp'ın eski sevgilisine neden karşı çıkmadın?" Neden bahsettiğini anlamamıştım. "Sarp'ın eski sevgilisi de önceki ilişkilerinde aldatan tarafmış. Ondan geliyormuş bu güvensizliği. Hepiniz de biliyormuşsunuz ikisi sevgili olmadan önce. Madem arkadaşlarını düşünüyorsun Sarp'ı niye uyarmadın?"

 

"Sen nereden biliyorsun be bunu? Hem ne biliyorsun uyarmadığımı falan." dedim inkar ederek. Kendimi ondan uzaklaştırmaya çalıştım ama belimdeki eli daha sıkılaşmıştı. O elin kesilen eli olduğunu fark edince daha fazla zorlamak istemedim.

 

"Biliyorum. Hiçbir şey dememişsin. 'Sen mutlu olacaksan' demişsin o kadar."

 

"Sarp'a bak beni mi ispiyonluyor sana bu?" dedim konuyu değiştirmeye çalışarak ama pek başarılı olamadım. "Hem aynı şey değil."

 

"Niye aynı şey değil? O da arkadaşın değil mi?"

 

"Aynı şey değil çünkü sen beni seviyorsun."

 

Kocaman güldü bana. Gözleri kısıldı. Gözlerinin kenarlarındaki çizgiler belirginleşti. Boşta kalan eli de yanağımdaki yerini buldu. Her geçen saniye ona daha fazla çekiliyordum. Ve bu çekilme Aziz'in belime uyguladığı baskıdan kaynaklı değildi. Sanki kalbim ona doğru akıyordu.

 

"Ben seni seviyorum diye beni kötü kadınlardan mı korumak istiyorsun yani?" dedi saatlerce izlemek istediğim gülüşüyle. Gözüm, gülüşü ve gözleri arasında gidip geliyordu.

 

"Evet olamaz mı?" dedim son bir çaba hâlâ kuyruğumu dik tutmaya çalışıyordum.

 

"Her ne kadar şu an ondan bahsetmek istemesem de o kadın senin şu martı patronunun da arkadaşı. Ve Allah kahretsin ki o da seni seviyor. Onu da koruman gerekmez mi? Ama benimle buradasın."

 

"Doğru diyorsun." dedim kollarının arasından kurtularak. "Gideyim de onu da koruyayım." Ben uzaklaşmaya çalışırken bir eliyle kolumdan bir elimle belimden tutup beni kendine çekti. Az önceki yakınlığımıza geri dönmüştük.

 

"Gidemezsin." diye fısıldadı. "Ne sana ne de bana başka bir yol yok."

 

Gözlerinde öyle bir bakış vardı ki dili sussa da gözleri zaten tüm gerçekleri haykırırdı. "Vazgeçmiyorsun." dedim sanki bir şeyi yeni fark etmiş gibi. "Hiç mi vazgeçmedin beni sevmekten?"

 

Dudakları gülümsedi ama gözleri sanki geçmişin hüznüyle doldu. "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim." Titrek bir nefes aldı. "Yalan söylemeyeceğim bir keresinde çok istedim. Ama yapamadım."

 

Başımı biraz geriye çektim yüzünü daha iyi görebilmek için "Ankara'dayken mi?" dedim ilk ayrı kalışımızı düşünüp.

 

Başını iki yana salladı yavaşça. "Parmağında başka birinin yüzüğünü gördüğümde."

 

Giray'dan bahsediyordu. O dönem görmüş müydü yani beni? Gelmiş miydi yoksa Türkiye'ye. Karşılaştığı manzara yüzünden geri mi dönmüştü? "Sen.. o zaman mı öğrendin? Nasıl öğrendin?"

 

Bir eli saçlarıma gitmişti çoktan. Elinin altında olduklarını kendine kanıtlar gibi okşuyordu. "Sana daha önce de söylemiştim. İletişim kurmamış olmam hayatında ne olup ne bittiğini bilmediğim anlamına gelmiyor."

 

"Biliyor muydun yani yaşadığım her şeyi?"

 

Başını iki yana salladı tekrardan. "Maalesef, yaşadığın her şeyi değil. Gösterdiğin her şeyi biliyordum. Fotoğraf atmıştın instagrama." dedi buruk bir gülümsemeyle.

 

"İyi de benim hesabım gizli. Senin de hesabın kapanmıştı." Ben anlamaya çalışırken işimi kolaylaştırdı. "İngiltere'de işe yarar çok insanla tanıştım Birce. Birkaç saniyede neler yapabildiklerini görsen şaşırırsın."

 

Ben, Aziz'in o fotoğrafı gördüğünde neler hissetmiş olabileceği düşünceleri arasında kaybolmuşken beni oradan çıkaran yine Aziz'in sesi oldu.

 

"Konusu geldiği için, saklamak istemiyorum. Zaten sana söylemediğim şeyler var bir de bu bir sırmış gibi kalmasın aramızda." dedi benden bir tepki beklerken gözümün içine bakıyordu.

 

"Söyle." dedim beklentiyle. Ümidim olmasa da belki 10 yıl öncesine dair bir şeyler söyler diye düşünüyordum.

 

"Ne tepki verirsin bilmiyorum." dedi. Gözlerinde gerçekten çekingen bir bakış vardı. Bu bakış beni rahatsız etti. Tekrardan yavaşça ellerinin arasından kurtuldum. Bana engel olmadı. Bu daha da rahatsız etti. Aramıza çok mesafe koymadım ama artık birbirimize temas etmiyorduk. Ben bir şey demedikçe o da konuşmuyordu.

 

"Ne tepki vereceğimi sen söylemeden bilemem Aziz. Neyden korkuyorsun? Ne olabilir en fazla."

 

"Bilmem." dedi omuzlarını silkip. Ama bildiğini biliyordum. Neden korktuğunu biliyordu. En fazla olabilecek olan şeyi belki de zihninde binlerce kez yaşatmıştı kendine.

 

"Söyle." dedim. Başka hiçbir şey söylemedim.

Sıkıntılı bir nefes verdi dışarı. O ana kadar sağa sola bakınıyordu ama konuşmaya başlamadan önce gözlerimin içine baktı.

 

"Ben o fotoğrafı gördüğümde çok kötü hissettim. Sana şu an nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama nefes alamadım. Hani aşktan hep 'kalp ağrısı' diye bahsederler ya. İlk kez o gün bu kadar çok ağrıdı benim kalbim. O fotoğrafa bakmak çok acı veriyordu ama gerçekti. Bakmam gerekiyordu. Kabullenmem gerekiyordu. Benimle olmadığını, benim olmadığını kalbime de beynime de öğretmem gerekiyordu. Her bir detayını biliyorum o fotoğrafın. senin nasıl güldüğünü onun sana nasıl baktığını, üstündeki elbiseyi, yüzüğünün şeklini... Her şeyini." Biraz önce mutluluktan parıldayan gözleri, şimdi nemlendiği için parlıyordu. "Bir gün yine o fotoğrafa bakıyordum. Sonra Asu geldi. Telefonun ekranı açık kalmış. Fotoğrafı gördü."

 

Gözlerim şokla açıldı. Asu o gün o bardaki herhangi bir kadın değil miydi? Önceden Giray'ı görmüş müydü? "Sonra ne oldu?" diye sordum.

 

"O adamı görünce 'çok yakışıklı' dedi." Bu hikaye gitmemesi gereken yerlere gidiyordu. "Seni daha önce de görmüştü. Halimden tavrımdan zaten mutlu olmadığım belli oluyordu. Sorduğu bir gün anlatmıştım. O gün sevdiğim kızın bir başkasıyla sözlendiğini görünce 'Bu kadar dert etme, çok istiyorsan çözeriz bir şekilde.' demişti."

 

Gözlerim giderek daha da büyüdü. Böyle bir şey olmuş olamazdı değil mi? "Düşündüğün gibi bir şey olmadı." dedi Aziz hemen. Daha fazla yanlış düşünmeme sebebiyet vermek istemeyerek. "Tabii ki öyle bir şey istemedim. Onlar tesadüfen karşılaşmışlar. Ama Asu karşısındaki adamın kim olduğunu biliyormuş. Yemin ediyorum benimle bir ilgisi yok. Benim için falan yapmadı yani. Hem kim yapar ki böyle bir şeyi zaten? Kız hamile kaldı." son cümlelerinde kendini savunmak için fark etmeden sesi yükselmişti. Bunu fark ettikten sonra kendini sakinleştirip konuşmaya devam etti.

 

"O gece ikisi de çok sarhoşken Asu bana bir mesaj gönderdi daha doğrusu bir fotoğraf. İkisinin birlikte çok samimi oldukları bir fotoğraf. Birkaç hafta sonra senin de telefonuna gelen o fotoğraf."

 

"Sen mi gönderdin?" dedim titreyen sesimle.

 

"Özür dilerim." dedi. "Ben seni korumaya çalışıyordum. Belki ben o fotoğrafı takıntı haline getirip her gün bakmasam Asu görmeyecekti. O adamı beğenmeyecekti. tesadüf diyor ama ben emin olamıyorum. O çok garip bir kızdı. Her zaman ulaşılması zor olanı isteyen cinsten. Eğer Asu o fotoğrafı görmeseydi belki de o adam böyle bir şey yapmazdı. Belki de sen şu anda... Siz yani..." Cümlelerini toparlayamayınca tekrar derin bir nefes aldı.

 

"Ben Asu'nun bana attığı fotoğrafı görünce kendimle çok savaş verdim. Bir tarafım doğru olanın o fotoğrafı senin de görmen olduğunu söylüyordu ama diğer tarafım sadece kıskanç bir şerefsiz olduğumu söylüyordu. Çünkü sana yalan söyleyemem o fotoğrafı ilk gördüğümde o herifle artık evlenmeyeceğine emindim ve bunun için mutlu oldum. Sonra da böyle hissedebildiğim için kendimden tiksindim. Sen mutsuz olacaktın çünkü. Gerçeği öğrendiğinde çok mutsuz olacaktın. Senin mutsuzluğunla nasıl mutlu olabilirdim? Bunu yapmaya hakkın var mı diye sordum kendime. Kafayı yedim ama sonunda da yaptım işte." Ne düşündüğümü yüzümden anlamaya çalışıyordu. Hafiften çatılmış kaşlarım ve şaşırmış yüz ifadem dışında ona bir şey vermiyordum ama o bu bakışlardan çok şey anlıyor gibiydi.

 

"Benim hakkımda ne düşünsen haklısın. Belki inanmadın söylediklerime. Belki gerçekten bu işte benim bir parmağım olduğunu düşünüyorsun ama sana yemin ederim ki yok. Ben seni seviyorum. Ben seni çok seviyorum. Kendi canımdan çok seni seviyorum. Senin mutluluğun için kendi mutsuzluğumu bile düşünmem ben. Düşünmedim de. Ama yine de özür dilerim. yüzüğünü parmağına taktığına göre o adamı gerçekten sevmiş olmalısın. Geleceğinizi berbat ettiğim için özür dilerim . Pişman değilim ama özür dilerim."

 

O konuştukça kaşlarım daha da çatılıyordu. "Bitti mi?" diye sordum sertçe. Beni başıyla onayladı. Aziz'in birkaç saattir ortaya çıkarmaya çalıştığı sinirim şimdi gün yüzüne çıkacaktı işte.

 

"Sen hayatımda gördüğüm en aptal insansın!" Bu tepkiyi beklemiyordu. Bu tepkiyi neye verdiğimi de tam olarak anlamış değildi. Gözlerinde soru işareti ve kırılmaya hazır bir çocuğun bakışları vardı.

 

"Hâlâ sevgi diyorsun, aşk diyorsun, evlilik diyorsun! İstersen Giray'la yatması için birini tutmuş ol. 30 yaşında adamı zorla yatırmadılar ya kimseyle! Sen gelmiş bunun özrünü diliyorsun." Sinirim o kadar bozuktu ki hıncımı saçlarımdan çıkarıyordum.

 

"Sevmedim ben kimseyi! Kürşat da bunu biliyordu Giray da! Senden sonra birini nasıl sevebileceğimi bilmiyordum çünkü. Seni sevdiğim gibi sevip sevemeyeceğimi de bilmiyordum. Onlar bana bir vaat verdiler sadece. Benim onlara vermediğim bir vaate de kendilerini inandırdılar. Ben de hiç gelmeyecek bir prensi beklemek yerine avcıyla olmayı tercih ettim."

 

Bakışlarında hâlâ ufak da olsa onu suçlu bulacağımın korkusu vardı. "Hâlâ korkuyorsun suçu sende bulacağım diye. Hala 'onu seviyor musun?' diye sorabiliyorsun . Hala 'ben daha senin hayatından çıkmamışken sen gittin biriyle sevgili oldun.' diyemiyorsun. Hesap soramıyorsun! Kendinde bu hakkı göremiyorsun! İçin içini yiyor tek kelime edemiyorsun! Alacağın cevaptan korkuyorsun! Sen bu kadar korkak mısın? Niye karşıma geçip 'hayatına bu herifleri neden aldın?' diye soramıyorsun?! Onlar senin yokluğunla bile yarıştılar durdular. Sen neden yarış dışı kalmış gibi davranıyorsun? Onlar mı daha çok sevdi beni sen mi?"

 

Aramızdaki mesafeye dayanamayarak iki kolumdan tutup kendine çekti beni. Gövdem gövdesine çarpıp durdu. "Ben lan ben! Ben sevdim seni." Gözlerinde artık korku falan yoktu. Kendine en çok güvendiği şeyi sormuştum ona. Cevabına emin olduğu soruyu... "Benden daha çok da kimse sevemez seni! Hele bir denesinler! Şu saatten sonra yanına yaklaşan adamın alnını karşılamıyorsam sana olan saygımdandır ama hiçbir şey için söz veremem."

 

Aramızdaki hesabın görülme vakti gelmiş gibi baktı gözlerime. "Madem izin çıktı soruyorum. Neden? Neden vazgeçtin benden? Neden vazgeçtin aşkımdan? Başka insanlarda ne aradın?" Gözlerinden akan bir damla yaş aslında bu soruları sormanın da cevabını dinlemenin de onun için ne kadar zor olduğunu anlatıyordu. O karşımda gözü yaşlı dururken benim gözlerimin kuru kalması imkansızdı. Çoktan dolmuş gözlerim artık onları tutan hiçbir şey yokmuş gibi kendileri boşluğa bıraktılar.

 

"Seni." dedim mırıltıyla. Yaşlarla dolmuş gözlerime rağmen Aziz'in bana nasıl baktığını biliyordum. "Beni bir aşka inandırdın. Sonra hiçbir şey demeden gittin. Ben bir hayale inandığımı sandım. En büyük korkumun ne olduğunu bile bile gittin. Yalnız bıraktın beni. Bırakmayacağını söylemiştin. Senin tek tek sözlerini tutmayışını izledim ben. Sonra da vazgeçtim aşkından. Güven veren varlığından vazgeçtim. Sen yanımdayken her şey yolundaysa bir başkasıyla da böyle olabilir sandım. Olmadığını bilmeme rağmen kendimi kandırdım. Kendimle savaştım... Kaybettim... Seni de kendimi de..."

 

Beni tutuşu sertleşti, daha da yaklaştı nefesi nefesime. "Çok seviyordum seni. Ölüyordu Aziz sana olan aşkından. Tereddüt ettirdiğim her an için özür dilerim. Affettireceğim kendimi. Hem beni affedeceksin hem o zamanki Aziz'i. Önce ondan başlayalım mı? Ne yapsın sana liseli Aziz?" Akan gözyaşları içinde güldü bu dediğine. "Nasıl affettirsin kendini Biriciğine?"

 

Ben de ondan farklı bir durumda değildim. Benim tek artı tarafım gözyaşlarımı silen bir Aziz'in olmasıydı. Ağlamaktan tıkanan burnumu çektim. Gülüşü büyüyerek baktı bana. "Hani sınavdan sonra tatile gitmiştik ya." dedim hatırlatmak ister gibi. Öyle güzel gülümsedi ki hatırladığına emin oldum. "Tatilin son günü..." deyip yine hatırlaması için ona fırsat verdim. Dudağının kıvrılan kenarından gayet net bir şekilde hatırladığını anladım. Yüzümü kendine daha da çekti. Alnını alnıma yasladı. Burunlarımız birbirine değiyordu. Anında ikimiz de gözümüzü kapatmıştık. Yanımda onun varlığını hissetmek ruhuma iyi geliyordu.

 

"Seni öpecektim." dedi fısıltıyla. Gözlerimi açtığımda onun da gözlerini açtığını fark ettim. Alınlarımızı birbirinden ayırdım. Daha çok yaş süzülmüştü yanaklarından. O bir elini saçlarıma bir elini enseme götürürken ben ellerimi yanaklarına çıkardım. Akan gözyaşlarını sildim. Sanki onun her bir gözyaşıyla birlikte kalbimdeki bir düğüm çözülüyordu. Başımı hafifçe sağa sola salladım dediğine katılmıyormuş gibi.

 

"Ben seni öpecektim."

 

Parmak uçlarımda yükseldim. Aziz'in yüzünü de kendime doğru çektim. Bir süredir yapmak istediğim ama gururumun engel olduğu şeydi bu. Daha fazla beklemek istemedim. Dudaklarımızı buluşturduğum anda gözlerimi kapattım. Onun sıcaklığı hissetmek vücudumdaki gücü azaltıyor gibiydi. Saçlarımdaki elinin belimi kavradığını hissettim. Beni iyice kendine çekti. Aramızda zaten bir mesafe yoktu. Sert göğsünü, karnını, bacaklarını her şeyiyle daha da hissetmeme sebep oldu bu hareket.

 

Aziz alt dudağımı emmeye başladığında yanağında gezinen parmaklarımla birlikte ben de onun üst dudağını keşfediyordum. Alt dudağımda çok küçük bir sızı hissettiğimde kontrol edemediğim bir inleme kaçtı dudaklarımın arasından. İnlemenin etkisiyle daha da araladığım dudaklarımın arasından yumuşak bir şey ağzımın içine doğru yavaşça kaydı.

 

Dillerimiz birbirine dokunduğunda boynumdan yüzüme doğru bir ateş yükseldi. Sahildeydik, Eylül aynın sonundaydık, üzerimde mini bir elbise vardı. Ama ben yanıyordum. Kulağıma gelen öpüşme seslerimiz bu ateşi daha da harlıyordu. Ceket sanki omuzlarıma yük oluyordu.

 

Aziz'in belimdeki eli beni iyice sarmışken bulunduğu yeri de okşamaya başlamıştı. Beni daha sıkı sarsın diye kendimi iyice Aziz'in gövdesine bastırdım. Az önce hissettiğim göğsün, karnın, bacakların yanı sıra başka bir şey daha vardı kendini hissettiren. Kemerin tokası olması için dua ettiğim sertlik bile beni Aziz'den uzaklaştıramadı. Bir elimi yanağından indirip omzunun üstünden boynuna doladım kolumu. Mümkünmüş gibi daha da çektim kendime.

 

İkimiz de kendimiz kaybetmiştik. Tamamen birbirimizin tadına varmakla ve özlemimizi dindirmekle meşguldük. Ama şöyle bir gerçek vardı ki hissettiğim her dokunuş sadece özlemimi daha da harlıyordu.

 

O an hiçbir şeyi umursamadım. Aziz'in neden gittiği ya da neden gelmediği sorularını kilitli bir kutunun içine koydum. Anahtarı da belli ki Aziz'in ağzının içine koymuştum yoksa bu derin araştırmanın başka bir açıklaması olamazdı.

 

Sadece o an için kendi sorularımı geride tutabilirdim çünkü liseli Birce'nin Aziz'den alacağı bir öpücük vardı. Kırılan hayalleri, inandığı yalanları vardı. Önce içimdeki o kızın Aziz'i affetmesi gerekiyordu. Alacaklarını alması, göğsünde dinlenmesi, birlikte el ele yürümeleri, sinemaya, konsere, tatile gitmeleri, Aziz'in ağzından yüzlerce kez 'seni seviyorum' kelimelerini duyması ve ona inanması gerekiyordu.

 

Aziz'i deli gibi seven o kız bunu tekrar kabullendiğinde Aziz de benim ağzımdan bu kelimeleri duyabilirdi.

 

Bu öpücük ise kabullenişin ilk adımıydı.

Loading...
0%