@melinogut
|
Bu öpücük kabullenişimin ilk adımıydı.
Kollarımın dolandığı sırttan, ellerimin dolaştığı boyundan kendimi çekemiyordum. Çekmem gerekiyordu. Çekmem gerektiğinin çok farkındaydım ama iradem şu an devre dışıydı.
Ne kadar zaman geçmişti farkında değildim. Zaman kavramını Aziz'in dilini hissettiğim anda oralara bir yerlere düşürmüştüm. Bu öpücüğe bir son vermem gerektiğini biliyordum ama devam ettikçe durmam daha da zorlaşıyor gibi hissediyordum. Aziz de bu konuda hiç yardımcı olmuyordu. Sanki ben kendimi geri çekmesem sabaha kadar burada benimle öpüşürdü.
Aziz'e sarıp sarmalandığım için artık karnımda iyice baskısını hissettiren sertlik bana koca bir gerçeği haykırıyordu.
'Ben kemer değilim.'
Bu düşünceyle kendimi biraz olsun geriye çekmeye çalıştığımda dudaklarımız saniyelik de olsa ayrılmıştı ama tekrar birleşmeleri çok kolay olmuştu.
Kollarımı Aziz'in boynundan çektim ve yavaşça göğsüne doğru getirdim. Onun bir eli sırtımda bir eli de boynumdaydı ve beni iyice kendine bastırıyordu. Göğsüne getirdiğim ellerimle kendimi geriye çekmeye çalıştığımda beni sıkıca tutan kolları yavaşça gevşedi. Dudaklarımızın birbirinden ayrılması biraz hüzünlü olmuştu. Ayrılırken çıkardıkları sesten anlayabiliyordum...
Zor da olsa kendimi bu öpücüğün etkisinden kurtardım ve yavaşça gözlerimi açtım. Aziz'in gözleri kapalıyken alt dudağının üzerinde dolaşan dili ve dişleri neredeyse tekrardan biraz önceki halimize gelmemize sebep olacaktı. Ben onun dudaklarına kitlenmişken yavaşça açtı gözlerini. Göz göze geldiğimizde gülüşü hem dudağının kenarında hem de gözlerindeydi. Gözlerindeki parıltılara aşinaydım.
Ona hafifçe tebessüm ettim. Gülüşü büyüdü. Ben utanırcasına gözlerimi kaçırdım. Bu onun gülüşünü daha da büyüttü. Kendimi biraz daha geriye çekip yere eğildim ve yerde duran topuklu ayakkabılarımı alıp arabaya doğru koşmaya başladım.
Arkamdan şaşkınlıkla baktığına emindim. Birkaç saniye hiçbir ses gelmedi sonrasında ise kocaman bir kahkaha sesi duyuldu tüm sahilde. Birinin benim gibi kumda koşma çabasını görseydim ben de gülerdim, haklıydı.
"Kaçma, kaçma nereye kaçıyorsun?" diye seslendi arkamdan. Geriye bakmadan koşmaya devam ettim.
Arabanın yanına geldiğimde elimi kapının koluna attım ama kilitliydi. Arkamı dönüp sahile doğru baktığımda Aziz gülerek sallana sallana yanıma doğru geliyordu. Biraz daha yaklaştığında cebindeki anahtar sayesinde kapı otomatik olarak açıldı. Ben de beklemeden arabaya bindim. Kapıyı kapatmadan ayağımın altındaki kumları dışarıya doğru silkeledim ve kapımı kapatıp ayakkabılarımı giymeye başladım.
Ben ayakkabılarımla uğraşırken yandaki kapı açıldı ve Aziz, suratından zerre silinmemiş gülüşüyle koltuğa kuruldu. Anında bana doğru dönmüştü. Eline malzeme vermiştik, tabi ki tadını çıkaracaktı.
"Saat daha 12 değil." dedi. Kaçmamla ilgili bir şeyler söylemesini beklediğim için ne dediğini anlamadım. "Ne?" diye mırıldanabildim sadece.
"Saat daha 12 olmadı. Gördüğün üzere arabamız da bal kabağına dönüşmedi. O zaman beni öpüp neden kaçıyorsun?"
Hâlimden keyif alıyordu. Yüzündeki bu gülüş bir üç saat daha silinmezdi. "Ben seni düşündüm." dedim omuzlarımı silkeleyerek. Bu sefer de o anlamamıştı. Kaşları hafifçe çatıldı. Ben de gözlerimi yavaşça bedenini süzerek aşağıya doğru indirdim. "Zorda gibiydin." dedim ve gözlerimi tekrardan Aziz'in gözlerine çıkardım.
Şaşkınlığı ve gülüşü aynı anda peyda oldu suratında. Hafifçe açılan ağzını kapatmak için dişleri alt dudağını ısırdı. Buna rağmen gülüşü silinmemişti. "Teşekkür ederim beni düşündüğün için ne kadar incesin." dedi alayla.
"Her zaman çok düşünceliyimdir. Başıma gelenler hep bu düşüncelilikten. Bak mesela liseli Birce'nin kırılan hayallerini düşündüğüm için az kalsın kurda kuşa yem oluyordum."
Beni gülümseyerek dinleyen Aziz'in son cümleyle birlikte gülüşü dudaklarında asılı kaldı. "Sen yine de kurdu, kuşu çok karıştırma bir tanem. Kurt da kuş da kendi işine baksın."
Tam bu gece birbirimizi anlamakta zorluk çekiyoruz diye düşünecektim ki ne demek istediğini anladım. "O dediğimden bunu nasıl çıkardın sen acaba? Beynin nasıl çalışıyor senin?"
"Beynim çok uzun zamandır etrafındaki zibidilerle meşgul olduğu için bu tarz geri dönütleri olabiliyor maalesef."
Gözlerimi devirip kafamı diğer tarafa çevirdim ve gülüşümü bastırmaya çalıştım.
Birkaç saniye sonra Aziz'in "Konuşacak mıyız?" demesiyle yüzümü tekrar ona döndüm. "Neyi?" diye sordum.
"Az önce olanları." dedi kaşları yukarı kalkmış bir şekilde. Onun kaşlarının aksine benimkiler oldukça rahattı. "Nesini konuşacağız az önce olanların?"
"Birce çok fazla liseden bahsettik diye beni neden liselilere çevirmeye çalışıyorsun? İlla 'biz şimdi neyiz?' mi diyeyim sana?" Sanki etrafta biri onu duyabilirmiş gibi kısık sesle söylemişti bu dediğini.
"Ben sana 'inandır beni' demiştim hatırlıyorsun değil mi?" diye sordum. Sanki o ana gitmiş gibi tebessüm etti. "Hatırlıyorum." dedi.
"İçimdeki o yaralı kız sana inanmadan ben de sana inanamam. Dedin ya hani 'hem beni affedeceksin hem o zamanki Aziz'i.' diye. Haklısın öyle olmalı. O zamanki Birce'nin kalbini iyileştirmeden devam edemem."
Beni dikkatle dinleyişi öyle hoşuma gidiyordu ki. Onu daha fazla panik içinde bırakmak istemedim. "Az önceki de güzel bir başlangıçtı. Yaşayamadığımız her şeyi bana yaşatmaya söz verebilir misin? Ama bu sefer tutacağın bir söz istiyorum senden."
Acı bir şekilde güldü bu dediğime. "Yani şimdi 2013 yılına geri mi dönüyoruz?"
"O gün tatilde öpüşseydik ne olurdu sence?" dedim sorusunu es geçerek.
"Sevgili olurduk." dedi net bir şekilde.
"Sevgili olsaydık da gider miydin yine?" dedim yıllardır merak ettiğim o soruyu sorarak.
Uzunca bir süre yüzüme baktı sonra derin bir nefes çekti içine. "Bunları düşünmenin bir anlamı yok. Her şeye yeniden başlıyoruz." tebessümle baktı yüzüme. Sonra eli yanağımı buldu. Hafifçe okşadı ve geri çekti. "Bu öpücük gibi içinde kalan başka bir şey var mı? Hemen halledelim."
"Kendi içinde kalanları düşünmek iyi bir yol olabilir." dedim ipucu verir gibi.
Düşündüğünü belirten bir ses çıkardı sonra bakışları beni bulduğunda aklında bir şey olduğunu anladım. "Şu anki iş yerlerimizi üniversitelerimiz gibi düşünürsek eğer ben seni okuldan almaya bile geldim ama sen benim okulumu görmedin sayabiliriz."
"Gerçekten iş yerine gelmemi mi istiyorsun?" dedim kınayan bir tavırla. Hayır yani yapılacak çok daha güzel şeyler vardı.
"Hep özenmişimdir dersten sonra kampüste sevgilisiyle buluşup bir şeyler yapanlara. Belli mi olur belki sonrasında benim de seni mutlu edecek planlarım olabilir."
Ben tatlı tatlı onu dinlerken ne yaptığını fark ettim. "Kelime oyunuyla beni tufaya düşürmeye çalışıyorsun ama yemezler. Biz sevgili değiliz."
Ağzı birden kocaman açıldı. Abartılı bir şekilde iki elini de ağzının üstüne örttü. "Az önce benim dudaklarımın üstünde olan dudakların neler söylüyor Birce Işık? Sen benim namusumla mı oynadın? Kandırdın mı beni? Seni annene söyleyeyim de gör sen!"
Omzuna bir şamar attım gülerek. "Öptürmeyecektin. Artık çok geç. Kirlendin." dedim fısıldayarak.
Yan gülüşü büyürken birden çenemden tuttu. Beni hafifçe kendine çekerken yüzünü de iyice bana yaklaştırdı. "Olsun, seninleyken daha çok kirlenebilirim."
Bir an için kendimi kaybedip önümdeki dudaklara yapışma isteğime kulak verecektim ki kendimle çatışmamak için ortaya büyük bir irade koyarak kafamı geriye doğru çektim. "Liseli Aziz benimle böyle konuşsaydı burnuna kafayı yerdi ona göre." dedim tehdit eder gibi.
Ben geri çekilince o da gülerek geri çekildi. "Liseli Birce, Aziz'i o şekilde öpebiliyorsa eminim benim zararsız sözlerime de ses çıkarmaz."
"Çok içinde kalmışsa demek ki." dedim mırıldanarak. Ben bile zor duymuştum ne dediğimi. Aziz gülerek arabayı çalıştırdı. "İçinde kalan ne varsa tüm hevesini benden alabilirsin."
Mırıldanışımı duymasını istememiştim ama madem duymuştu o zaman işi şakaya vurmak en iyisiydi. "Hevesimi alıp seni bir kenara bırakırsam ne yapacaksın?"
Elleri direksiyonda tam yola çıkmak üzereydi ki bana dönüp çapkın bir bakış attı. "Babana söylerim. Hamileyim dede oluyorsun derim."
Kurduğu cümleyle kahkahamı tutamadım. Bir an gerçekten babamın karşısına geçip bunu söylediğini hayal ettim. Babamın o anki surat ifadesi çok ikonik olurdu.
Birkaç dakika arabayla yol aldıktan sonra nereye gittiğimizi bilmediğimi fark ettim. Tam o sırada Aziz, arabaya takılı telefondan Erdem'i aradı. Çalan telefon üçüncü çalıştan sonra açıldı.
"Lan Aziz! Nerdesiniz oğlum? İyi misiniz?" Telefon hoparlörde olduğu için Erdem'in bağıran sesi daha çok çıkıyordu.
"İyiyiz, bir sıkıntı yok. Sen ev sahibine özürlerimizi ilet. 'Aziz'in yarası çok kötüymüş o yüzden geri gelemiyorlar' de. Ve partiden inanılmaz keyif almıyorsanız size atacağım konuma gelin."
"Hiç utanmıyorsun değil mi yalanların için beni kullanmaya?"
"Yalan olduğunu söylemedim?" dedi Aziz sakince. Gözlerim anında bandajlı elini buldu. Gerçekten şu an canı acıyor muydu? Acıyormuş gibi görünmüyordu. Canı acısa söyler miydi? Söylemez gibi hissettiriyordu.
"Tamam Aziz'in eli kopmuş. Birce'yle yeni el seçiyorlarmış diyeceğim." dedi Erdem ve telefonu kapattı. Aziz, Erdem'e gülerken "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.
"Öpücükten sonrasını yaşamaya. Biraz gençliğimizin tadına varalım değil mi?"
Yol boyunca tatilden ve o zamanlar o tatilin bize nasıl iyi geldiğinden konuştuk. Tüm sınav stresini üzerinden atmış aşklarının da gençliklerinin de zirvesinde olan 6 genç için 3 güncük süren bir tatil olsa da anıları bir ömür konuşulmaya değerdi. Aileleri ikna etmek biraz zor olmuştu gerçi.
Leyla'nınkileri ikna etmek için toplu bir ev ziyareti yapıp böyle bir tatile ne kadar ihtiyacımız olduğunu, aylardır ders çalıştığımızı ve sınavlarımızın da çok iyi geçtiğini anlatmıştık. Şenol amca anlayışlı bir adamdı. Ona mantıklı argümanlarla gelindiğinde karşısındaki ciddiye alır dinler ve değerlendirirdi. Argümanlarımız ve 'efendiliğimizle' onun onayını almıştık. Hatta kalacağımız yeri kendisinin ayarlayacağını bile söylemişti. O an sadece tatile izin verdiği için mutlu olan biz, bir de bizi kalma yeri derdinden kurtardığı için çok mutlu olmuştuk ama bunu neden yaptığını kalacağımız yere gittiğimizde ancak anlayabilmiştik.
Bir şeylere engel olamayacağını bilen ama önlem alan bir babaydı.
Benim babamın önlem algısı ise en başından her şeye hayır demekti. Bizim eve yaptığımız ziyaret etkili olmayınca Şenol amca kozumuzu kullanmak zorunda kalmıştık. İkisinin farklı bir odada yaklaşık yarım saat süren konuşmasının ardından babamdan da izin çıkmıştı. O odada ne konuşulduğunu hiçbir zaman öğrenemedik.
Sarp ve Erdem'inse annelerinden izin almamız gerekiyordu. Kızlarla güçlerimizi birleştirip en hanım hanımcık hallerimizle ve pasta böreklerle iki ayrı ziyaret gerçekleştirmiştik. Babalardan daha kolay ikna olduklarıysa bir gerçekti.
Aziz, annesinden izin almamıza gerek olmadığını, haber vermesinin yeterli olacağını söylemişti. Zaten annesinin de uçuşlarının olduğu bir zamandı. Babasınınsa Aziz'in hangi şehirde olduğundan haberi bile yoktu.
Meryem annesine tatilden bahsettiğindeyse annesinin söylediği ilk şey 'param yok' olmuştu. Meryem para istemediğini söylediğindeyse 'git o zaman bana ne soruyorsun?" demişti. Biz bunu tabi ki çok daha sonrasında öğrenmiştik.
Tatil anılarımız sona ermemişti ama yol bitmişti. Araba durunca etrafa bakındım ve gördüğüm tabelayla birlikte gülmeye başladım. "Karaokeye mi geldik?"
"En çok sen gitmek istiyordun ama o akşam gittiğimizde şarkı söylememiştin. Öpmeden bile lâl etmişsem demek ki." dedi. Kemerini çözüp arabadan indi. Pis bakışlarıma maruz kalsın diye ben de kemerimi çözüp kapıyı açacaktım ki benden hızlı davrandı. O kapımı açıp yan gülüşüyle bana bakarken ben de gülmemeye çalışarak kıstığım gözlerimle ona kötü kötü bakıyordum.
"Bir kedi fotoğrafı var. Aynı ona benziyorsun böyle baktığında." dedi ben arabadan inerken elimi tutup. Ben hangi fotoğraf olduğunu düşünürken adımlarımız bizi mekandan içeriye doğru götürdü.
Aziz, mekanın sahibiyle konuştuktan sonra bir odaya doğru ilerledik. Odaya Aziz'le el ele girdiğimizdeyse şu an aklıma gelmemesi gereken anılar film şeridi gibi gözümün önünden geçip zihnimi esir almıştı.
Ekim 2015 Hocanın 'bugünlük bu kadar.' demesiyle Birce'nin kafasının sırayı bulması bir olmuştu. Birce için de bugünlük bu kadardı. Haftanın son gününün bu kadar yoğun olması gerçekten haksızlıktı. Gerçi haftanın diğer günleri de rahat değildi. Her gün bir diğer günün üstüne koyarak ilerliyor cuma günüyse ölüm vuruşunu gerçekleştiriyordu. Mimarlık okumak gerçekten zordu. İlk seneyi özlediğini fark etti. Hatta belki ikinci seneyi de. Üçüncü seneye başlayalı daha çok zaman olmamıştı ama şimdiden geçmiş yılları aratıyordu. Dördüncü sınıfa geçtiğinde de muhtemelen bu zamanlarını özleyecekti. Kafası hala masasın üzerindeyken bunu biraz düşündü. Hayır, özlemezdi. Aslında birinci sınıfı bile pek özlemiyordu. Özlediği bir şey varsa o da liseydi.
Lisesini, arkadaşlarını, derslerini, en saçma hocaları bile özlüyordu. Hiç böyle hissedeceğini düşünmemişti ama zaman gerçekten acımasızdı ve eskiye olan özlem sadece can acıtıyordu.
Zaman geçiyor, insanlar, şartlar, hayatlar değişiyordu. Bir şeylerin aynı kalamayacağının Birce de farkındaydı ama sanki her şey değişirken o geride kalmıştı. Geçmişte, güzel anıların içinde dolaşıp duruyordu sanki. Herkes hayatına devam ederken Birce yol üzerinde gördüğü bir tırtılla oyalanıyordu. Geride kalıyordu. Farkında değildi.
Kafasını masadan kaldırdı. Bugün cumaydı. Her ne kadar şu an ölü gibi yorgun hissetse de enerjisini yerine getirecek arkadaşlarıyla buluşma günüydü. Kız kıza ve Erdem olmak üzere ellerinden geldiğince her hafta cuma buluşmaya çalışıyorlardı. Her zaman olamıyordu ama en azından çabalıyorlardı. Geçen hafta Erdem hasta olduğu için buluşamamışlardı. Ondan önceki hafta Leyla'nın, bir akrabasının kına gecesine gitmesi gerekiyordu. Bu hafta, sonunda dördü de bir arada olacaktı.
Birce bunun mutluluğuyla enerji bulup nerede oturacakları konusunda düşünürken yanına birinin oturmasıyla birlikte yüzünü sağına doğru çevirdi.
Kürşat'tı karşısındaki. Geçen yılın başlarında sevgili olduğu Kürşat. İki ayın ardından ayrıldığı Kürşat. Ayrıldıktan sonra bile Birce'ye karşı tavrını asla değiştirmeyen, arkasından konuşmayan ve arkadaşlıklarını devam ettirmek isteyen Kürşat. Ve nasıl olduysa yine bir şekilde sevgili olmayı başaran Kürşat.
Bu sefer 2 ayı biraz daha geçmişti. Birce zaman zaman neden birlikte olduklarını sorgulasa da öyle bir an geliyordu ki o anı, Kürşat yanında olmasa atlatamayacağını düşünüyordu. Zaten ayrıldıktan sonra bile Kürşat her zaman yanındaydı. Ayrı oldukları vakitte bir sınır çizer ve o sınırı geçmezdi ama her zaman Birce'nin bir bakış ötesinde olurdu. Şimdi sevgiliydiler ve o bakış ötesi sınırını aşmıştı.
Birce'nin başını yavaşça kendisine çekti ve saçlarına bir öpücük kondurdu. "İyi misin hayatım?" dedi gülen yüzüyle. Birce'nin kafasını sıraya vurduğunu ve pes ettiğini görmüştü.
"Biraz sarsıldım ama şu an çok iyiyim. Benimkilerle buluşacağım." dedi neşeyle. Kürşat'ın gülen yüzü sekteye uğradı. "Doğru bugün cumaydı değil mi? E bu hafta buluşabilecek misiniz peki? Geçen haftalarda sıkıntı çıkmıştı ya."
Birce'nin de bir anlığına yüzü düştü sonra kendini toparladı. "Yok ya dün konuştuk. Bir sorun yoktu." dedi ama telefonunu eline alıp mesajlarını kontrol etse iyi olur diye düşünüyordu.
Kürşat tekrar gülerek Birce'ye yaklaştı ve bir elini omzuna atıp kendine doğru çekti. Tekrar saçlarından öptü. " O zaman sıkıntı yok. Ben de bizim çocuklarla karaoke'ye gideceğiz gelmek ister misin diye soracaktım ama hepiniz müsaitseniz bu buluşma kaçmaz. Her zaman olmuyor sonuçta."
Bunu bir de Kürşat'ın ağzından duymak daha kötü hissettiriyordu. Birce çantasından telefonu çıkarmak için Kürşat'tan uzaklaştığında Kürşat da ayaklanmıştı. "Hadi gidelim." dedi ve Birce'yi ayağa kaldırıp kolunu yine omzuna attı ve birlikte sınıftan çıktılar. Okulun koridorunda yürürken Birce telefonu alıp arkadaşlarıyla olan gruplarına girmişti. Birikmiş mesajlar kaşlarını çatmasına sebep oldu. İlk mesaj Sarp'ın gruba gönderdiği bir fotoğraftı. Yanında Meryem vardı. 'Kusura bakmayın gençler ben sevgilimi kaçırmaya geldim.' yazmıştı.
Daha yeni bir krizin içindeydiler. Belli ki Sarp her şeyi düzeltmek için her zamanki yöntemi kullanmaya karar vermişti. Peşi sıra gelen mesajlarla bugün ikisinin baş başa olacağı kesinleşmişti. Sarp da gelmişken pazar günü hep birlikte buluşulması planlanılmıştı. Birce isterse bugün de Leyla ve Erdem onunla buluşabileceklerini söylemişlerdi.
Pazar günü ehliyet kursu vardı Birce'nin. Müsait değildi ve bugünün de bir anda bu şekilde sekteye uğraması sinirlerini bozmuştu. Erdem ve Leyla'nın da, söylemeseler de, baş başa vakit geçirmek istediklerini tahmin edebiliyordu. Onların da bu aralar pek fırsatı olmuyordu diğer günler görüşmeye. Leyla'nın babasına, evde yakalandıkları günden sonra bazı kısıtlamalar gelmişti ilişkilerine.
Arkadaşlarının sevgilileriyle vakit geçirmek istemelerine saygı duyuyordu. Kıskandığı bir durum da değildi. Sonuçta onun da sevgilisi vardı. Peki neden böyle hissediyordu o zaman? Tam olmayan neydi? Neden Kürşat etrafında pervane olsa da bazı anlarda çok yalnız hissediyordu?
'Aziz' diye fısıldadı içindeki ses. 19 ay olmuştu Aziz'den haber almayalı. Son mesajının üstünden 19 ay geçmişti. Numarası kullanılmıyordu. Birce'nin babası sayesinde sadece Fransa'ya geçtiği bilgisini öğrenebilmişlerdi. Adem'in elinden ancak bu kadarı geliyordu. Sıradan bir trafik polisiydi sadece. O bilgilere ulaşacak gücü yoktu. Ama kızının halde gördükçe 'keşke olsa' demişti içinden.
Birce, içindeki sesi susturmaya çalışırken adımlarının yavaşladığını fark eden Kürşat da yavaşlattı adımlarını. "Birce?" diye seslendi. Birce kendine geldi sanki birden. Başını sağa sola sallayıp gülerek baktı Kürşat'ın yüzüne. "Bir problem mi var?" diye sordu Kürşat. "Yok, Sarp gelmiş de. Bizim planlar birazcık kaydı maalesef."
Kürşat'ın gözlerindeki soru işaretleri yerini hevesli bir çift göze bıraktı. "E olsun. Bizimle gelirsin. Hem ben çok istiyorum bizim çocuklarla iyice kaynaşmanı. Daha çok vakit geçirmeliyiz hep birlikte bence. Emin ol çok kafa çocuklar. Buluşmak istediğin zaman hiç öyle 'ben meşgulüm, ben gelemem' falan demezler."
Birce'nin bakışları değişti, kaşları çatıldı. Onun bu halini fark eden Kürşat hemen açıklama yapmaya çalışır gibi "Aşkım şimdi öyle söyleyince sanki arkadaşlarına bir şey diyormuşum gibi oldu ama öyle bir şey demek istemedim yanlış anladın. Ben sadece bizim çocuklar böyledir diyorum. Gel desen gelirler git desen giderler. İyi arkadaşlardır yani."
Kürşat'ın bu açıklamasını kabul ederek başını salladı Birce, sessiz kaldı. Kürşat bazen bilmeden yanlış anlaşılabilecek şeyler söylüyordu işte. Neyse ki anlayıp özür dileyebiliyordu.
Birce çok daha sonra anlayacaktı bunların yanlışlıkla söylenen sözler olmadığını.
Kürşat'ın arkadaşlarıyla buluştular ve karaoke'ye geçtiler. Karaoke odasında Kürşat, Birce, Fatih, Tarık ve onların yanlarında getirdiği iki tane de kız vardı. Kızlarla birlikte bilimum içki getirmeyi de unutmamışlardı. Kürşat ve Birce yanyana otururken Fatih, Tarık ve kızlar kim ne söyleyecek tartışmasına girmişlerdi bile. Kızların tavırları ayrı, Kürşat'ın arkadaşlarının tavırları ayrı canını sıkıyordu Birce'nin. Ayık kafayla bu insanların çekilemeyeceğini hissediyordu. İçki zulasından bir bira aldı ve içmeye başladı. Söylenen şarkılar da sesler de o kadar kötüydü ki Birce'yi peş peşe içmeye sürüklüyordu.
Bir süre sonra sarhoş olmasa da çakırkeyif bir kıvama gelmişti. Odadaki curcuna daha az canını sıkar olmuştu. tam o sırada Fatih elinde mikrofonla Birce'ye doğru geldi. Onlar da pek ayık sayılmazdı. "Yenge sana şarkı seçtik sen bunu söyleyeceksin." dedi Fatih. Normalde olsa küfür etmeden siktiri çekerdi Birce ama kanındaki içkinin de etkisiyle bu teklifi reddedesi gelmemişti. Mikrofonu Fatih'in elinden aldı ayağa kalkıp ekranın karşısına geçti. Şarkının başlamasıyla birlikte sözlerin ekrana yansıması bir oldu.
'Siyah beyaz bir adamdı Hayalimdeki resim Kadehimi fırlattım yüzüne' Birce hemen sözlerin gelişine kendini ayarlamış ve şarkıyı söylemeye başlamıştı. Çok fazla insan bilmese de Birce'nin sesi güzeldi. Hatta bayağı güzeldi. Kürşat da dahil olmak üzere odadakiler de bunu anında fark ettiler. Hem şaşkın hem keyifli bir şekilde Birce'yi dinliyorlardı. 'Kızgınım hiç gelmeyişine Bilmeyişine, hissetmeyişine'
Çok fazla Göksel dinlemezdi Birce. Bu yılın başlarında çoktan bir şarkıydı bu da. Popüler olmuştu. Daha önce de çok kez duymuştu Birce ama sözlerine ilk kez bu kadar dikkat kesilmişti. Artık hatırlamaması gereken birini hatırlatıyordu bu sözler.
'Sen orda yoksun' Yoktu. 19 aydır yoktu. 'Çağırdığımda' Sayısız mesajlar, numara kullanılmıyor olsa bile yapılan aramalar...
'Susuzluğumda açlığımda' 'Sen orda yoksun' Birce ne durumda, arkadaşları ne durumda hiç mi merak etmiyordu? Peki ya o ne durumdaydı? Nasıldı? Canı sağ mıydı?
'Koşsam sarılsam' 'Tutunsam yoksun' Ne çok isterdi karşısında görmeyi. Son bir kere de olsa sarılmayı. O sarılmanın son sarılma olduğunu bilmeyi. Bir veda bile çok görülmüştü Birce'ye.
'Ruhumun kara boşluğunda' 'Sen orda yoksun'
O an emin oldu Birce. Kendine itiraf etti. Hissettiği o yalnızlık, o boşluk ruhunda değildi.
Ruhu kocaman bir boşluk olmuştu.
Sözlerin ilk kısmı bitmişti. Buraya kadar iyi gelmişti ama buradan sonra ağzını açtığı anda kocaman bir hıçkırışın kendini bırakacağını düşünüyordu. Ağzından bir hıçkırış çıkmadı ama gözlerinden yaşlar sicim gibi akmaya başlamıştı. Birbiri ardına izleyen yaşları şu an arkasında kalan hiç kimse görmüyordu. Hepsi o sırada Birce'nin sesinin ne kadar güzel olduğunu düşünüyordu.
Şarkıya devam edemeyeceğini anlayan Birce arkasını dönüp Tarık'ın eline mikrofonu verdi ve hızla odadan çıktı.
Hiç kimse ne olduğunu anlamamıştı. Hâlâ odanın arkasındaki koltukta oturan ve alnını sıkıntıyla kaşıyan Kürşat hariçti. O ne olduğunu biliyordu. Başaramamıştı. Yine.
🐛🐞
"Enerjik bir şeyler mi seçelim, damardan mı olsun?" dedi Aziz. Odaya geçmiş ne şarkı söyleyeceğimizi düşünüyorduk. Daha doğrusu Aziz düşünüyordu. Ben şu an onu izlemekle meşguldüm. Zaman zaman onun burada, yanımda olması gerçekliğini kabul edemiyordum galiba. En son karaoke'ye geldiğimde onun yokluğuna şarkı söylemiştim. Şimdi burada olması ve benim için şarkı seçiyor olması, gerçekliği sorgulanması gereken bir andı.
Ben bir cevap vermeyince bakışları beni buldu. Ona dalıp gittiğimi fark etmiş olacak ki "N'oldu?" dedi gülerek.
"Hiç, düşünüyorum." dedim hülyalı gözlerle. "Neyi düşünüyorsun?"
"Şarkıyı canım neyi olacak." dedim kendimi biraz da olsa toparlayıp.
"Düşün bakalım şarkıyı canım." dedi son kelimesini benim söyledigim gibi söylememişti. Gerçekten canı olduğunu hissediyordum. Gözlerim ekranla onun arasında gidip geldi. Gözümü ondan çekmek istemiyordum ama ilk günden kendimi bu kadar açık edemezdim.
"Buldum!" dedim şarkıyı bulmuşcasına. "Benden duymak istediğin bir şarkı seç. Yani sana ne söylememi isterdin? O şarkı bunları söylesin ben de sana söyliyim."
Bu fikir hoşuna gitti Aziz'in "Zor yerden sordun." dedi "O kadar çok şarkı var ki seni düşünerek dinlediğim, bir gün sesinden tekrar duymayı ümit ederek söyledigim... Şimdi seçmesi biraz zor olacak."
Söylediği cümlelerin içinde kaybolmamayı seçtim ve "İlk aklına geleni söyle. Şu an ne geçiyor mesela aklından." dedim. Yumuşacık bir tebessüm belirdi yüzünde. Elindeki kumandayla ekranda oyalandı biraz. Sonra aradığını bulmuş gibi gülerek döndü bana. "Bu!" dedi ve şarkıyı açtı tanıdık melodi ile birlikte kafamı ekrana doğru çevirdiğimde ben de hafifçe gülümsedim
Mikrofonu elime aldım. Yüzümü tamamen ekrana dönmedim şarkının başlamasını kontrol ettim. Şarkı başladığında sırtımı ekrana yüzümü Aziz'e doğru döndüm.
'Gelirim demiştin sen giderken' Bu sözleri söylerken gözümü devirmeyi de ihmal etmemiştim. İstanbul'dan ayrılırken gelirim demişti ama ülkeden giderken gelirim falan dememişti.
'Mevsimler geçti bak üzerinden' 42 mevsim geçmişti. Soğuğunda sıcaklığını, sıcağında gölgesini, baharında gülüşünü özlediğim 42 mevsim.
'Unuttu diyor seni bilenler' 'Yalan de şüphe etmem sevginden' Aziz'i bilen bilmeyen o kadar çok insandan duymuştum ki bu sözü. Tek bir haber verse ve geleceğim dese herkese kulaklarımı tıkar o gelene kadar bekler ve göz yaşlarımı akıtmazdım. En azından akıtmamaya çalışırdım.
'Rüyalar hep aldatır bilirsin' 'Elimden tutar gibi gerçeksin' Onu görürdüm rüyalarımda ve aldanırdım gerçekten. Bazen sanki hiç gitmemiş gibi rüyalar görürdüm. Bazen gelmiş gibi. Bazense orada görürdüm onu. Uzaklarda bir yerde. Neresi olduğunu anlamazdım. Oradaki hayatını görürdüm. Hep ağlardı o rüyalarda. O ağlayınca ben de ağlardım. Uykumdan uyandığımda gözyaşlarım yastığımı ıslatmış olurdu. Bir yerden sonra öyle çok birikmişti ki bu rüyalar tüm hatırladığım rüyaları yazmaya başlamıştım.
'Gözümde tüten hatıra sensin' 'İçimde yanan tek hasretimsin' ve sonra kendi yazdıklarım yine kendime şifa olurdu. Güzel rüyalarımı okurdum çok üzgün hissettiğimde. Onları düşünür hayal kurar. Tersinin çıkacağını reddeder rüyamda gördüysem kesin olacak diye kendimi avuturdum. İçerde yanan hasreti dindiren yer rüyalardı. Bir de zihnimdeki anılar ve albümdeki fotoğraflar.
'Nerdeysen orası benim cennetim' 'Nerdeysen haber ver seni kaybettim' 'Bilsem ki kimsenin kalbinde değilsin' 'Nerdeysen orada bekle beni sevgilim'
İçten bir şekilde söylediğim kelimeler sanki ok gibi kalbine saplanıyordu. Hem mutlu oluyor hem de acı çekiyordu sanki. Son cümlemle birlikte yerinden kalktı. O bana doğru gelince mikrofonu tutan elim anında kendini aşağıya doğru bıraktı. "Bekledim sevgilim. Beklettim de özür dilerim. Bekledim sonra da geldim. Ben hep sendeydim ama artık seninleyim."
Sanki aklımdan geçen her şey onun zihnimdeymiş gibi söylemişti bu cümleleri. Tüm korkularımı biliyordu ve onları bir bir kovuyordu.
Elleri yerini bilir gibi yanaklarımı buldu yine. "Doğruyu söylemek gerekirse o akşam karaoke'de bu şarkıyı söylesen Aziz gelip dudaklarına yapışırdı."
Bir anda beni yine duygusallıktan çıkaracak hamleyi yapmıştı. Gözümden akacak bir damla yaşa bile tahammülü yoktu. Hem bugün yeterince ağlaşmıştık ben de ağlamak istemiyordum.
"Aziz'e yetmedi mi yapıştıkları? Hâlâ daha yapışma derdinde." Trip atar gibi söylemiştim bu cümleyi. Aziz ona hemen ayak uydurduğumu anlamıştı.
"Tadı damağında kaldıysa demek ki." dedi Gözü dudaklarımdaydı. Gizlemek gibi bir isteği yoktu. Elleri yanaklarımdan belime indi ve kendine doğru hafifçe çekti bedenimi.
"Öyle miymiş?" dedim nazlanarak. Ellerim omuzlarına çıkmıştı yavaşça. Buralarda dolaşmayı çok seviyorlardı anlaşılan.
"Öyleymiş." dedi o da benim gibi. "Hatta bağımlılık yapmış bile olabilir." Sesini alçaltıp kulağıma yaklaşmayı tercih etmişti. Bu ses tonuyla bana istediği her şeyi yaptırabileceğini umarım hiçbir zaman öğrenmezdi. "Tüh" dedi oyuncu bir şekilde. "Ne yapacağız şimdi? Yoksunluk hissediyor gibiyim."
"Bilmem ki. Hiç anlamam o işlerden." dedim biraz daha oyalanarak. Bir elim çoktan ensesini sarmış diğeri de sanki gömleğinin yakasını düzeltmek ister gibi hareket ediyordu. Onun elleriyse belimde ve sırtımda dolaşan küçük küçük hareketleriyle içimi hoş etmekle meşguldü.
"Ben anlatırım sana." dedi ve belimdeki bir elini boynuma çıkardı ve dudaklarımızı birleştirdi. Bu öpücüğün öyle büyük bir potansiyeli vardı ki dudaklarımız birleştikten iki saniye sonra kapı açılmasa neler yaşanacağı konusunda ben bile kendime güvenemiyordum.
Kapının açılmasıyla aniden Aziz'den uzaklaştım. Aziz sinirle kapıya çevirdi bakışlarını ve kapı hızla geri kapandı. "PARDOĞĞN" diye bir bağırışsa arkasından geldi. Sarp'ın sesiydi.
Bir süre ne kapı açıldı ne de ses geldi. Şu an muhtemelen kapı önünde fısır fısır konuşuyorlardı. Bizim ellerimizse tam anlamıyla birbirimizden kopamamıştı ama gözlerimiz de kapıdaydı. Beklemek Aziz'in sinirini bozmuş olacak ki sert adımlarla kapıya doğru gidip yine sert bir şekilde kapıyı açtı. Kapı önünde fısıldaşan dörtlünün kafaları anında bize dönmüştü.
Erdem dudaklarını oynatarak fısıldadı. "Oldu mu?" Aziz sabır dilercesine başını yukarı doğru kaldırdı. "Geçin içeri." dedi. Hepsi sanki komut bekliyormuşçasına suçlu çocuklar gibi tek tek içeri girip koltuğa oturdular.
Bu konunun üzerine konuşulmasını istemediğim için hemen konuyu değiştirdim. "Haydi bakalım sıradaki şarkıyı Sarp söylüyor." deyip mikrofonu Sarp'ın eline tutuşturdum. Ne olduğunu anlamamıştı ama hemen uyum sağlayarak ayağa kalktı ve hangi şarkılar varmış diye listeye bakmaya başladı. Gevşekti falan ama işe yarıyordu. "Bu, bu" diye heyecanla işaret ettiği şarkı ise Tarkan'dan 'Ölürüm Sana'ydı.
Melodi odada çalmaya başladığı an Sarp da Tarkan kişiliğini ortaya çıkarmıştı. Dansıyla, mikrofonu tutuşuyla, bakışlarıyla tam bir sahne şovu sunuyordu. Şovunun çoğunu kanepede oturan Meryem'e yaptığı da gözden istese de kaçamayan bir gerçekti.
Özellikle 'O da benim gibi gözü kara belli Serserim, deli dolu, terelelli Bu aşk bizi yola getirmeli Ölürüm sana' derken tüm canını ortaya koyarcasına Meryem'e bakıyordu ama Meryem ona bakmak yerine Sarp'ın arka dansçıları olan bana, Erdem'e ve Leyla'ya bakıyordu.
En sonunda yanına gidip 'şşt zilli' diye dürtünce bakmak zorunda kalmıştı tabi. O saatten sonra da Sarp'ı durdurmak imkansızdı. 'Yaktın beniler, tiryakin oldumlar, çaldın beni bendenlerle' resmen farklı bir tür, dişi kuşu çağıran erkek kuş şovu dönüyordu ortada.
Aziz yaslandığı duvardan şarkıya eşlik ederek bizi izliyordu. Birkaç saniyelik ona özel şov yapıp sonra tekrar arka dançı olarak yerime geri geliyordum. Yine ben yerime dönmeye çalıştığım bir anda kolumdan çekti ve belimden tutarak o da benimle birlikte hafif hafif sallanmaya başladı. Şarkıya eşlik edişini bu kez duyabiliyordum.
Teslim oldum sana bile bile Kapıldım yine göz göre göre Ah, başım dönüyor! Kanım kaynıyor!
Benim de kaynıyordu.
Sarp'tan sonra mikrofonu Erdem kapmıştı ve hepimizin tahmin ettiği gibi Mustafa Sandal'dan 'Gel Bana' açmıştı. Sıradan bir Erdem canlısı karısına kur yapma ortamını hiçbir zaman kaçırmazdı.
Sarp zaten genel olarak böyle karakterde bir insandı. Sarp'ı tanıyan kimse bu hallerini yadırgamazdı ama Erdem'in şu halini iş yerindeki arkadaşları görse muhtemelen gerçekliğini uzun bir süre reddederlerdi.
Sahnedeki Mustafa Sandal'ımız, karısına cilvelenerek şarkı söylerken Aziz'in kollarının iyice belime dolandığını hissettim. Tam anlamıyla arkamda değildi. Sırtımın sol tarafı göğsünün sağına yaslıydı. Ama iki kolu da belimi sarmayı ihmal etmediğinden yine çok yakındık.
Erdem tüm şarkıyı Leyla'ya doğru söylerken bir anlığına bana dönüp Aziz'i işaret etti. 'Or'da bi' dur, rahatla Bundan sonra seni kimse üzemez Nefes al bi' daha Bi' daha da seni kimse çözemez' dediğinde verdiğim kararı onayladığını her haliyle hissettiriyor ve artık yanımda Aziz olduğu için üzülmeyeceğimi söylüyordu. O sırada Aziz'in dudaklarını şakağımda hissettim. Şu halimiz o kadar doğal geliyordu ki. Benim olması gereken bir şeye kavuşmuş gibi hissediyordum.
Arada bir tur Leyla'nın Aziz'e ithaf ederek söylediği 'Ankaralı'yla hepimiz coştuk. Ankara'nın bende bıraktığı etki pek iyi olmasa da zamanla onu da iyileştirmemiz gerekecekti.
Leyla'dan sonra Meryem mikrofonu alarak Nil Karaibrahimgil'den 'Peri'yi açmıştı. 'Pırlanta'yı da söyleyebilirdi diyerek Sarp'ı teselli ettim ve rap kısmında mikrofonu elime aldım. İkili sahne şovumuz izleyenleri oldukça eğlendirmişti. Bir an Aziz'in telefonunu kontrol ettiğini gördüm. Sonra da videomuzu çekişini. Leyla bizimle dans ediyor Sarp'la Erdem şarkıyı yanlış söylememiz için çeşitli dans figürleriyle dikkatimizi dağıtmaya çalışıyordu.
Şarkı bittiğinde Aziz hepimizin içecek siparişlerini aldı ve dışarı çıktı. Ben limonata istemiştim Aziz'in de kendine limonata alacağını bilerek. Leyla bir bira istemişti. Emzirirken tüketmemişti o yüzden şu sıralar geri dönüşünü kutluyor gibiydi alkol konusunda. Erdem sadece su istedi. Meryem de soğuk çay. Çıkıntı Sarp ise 'abi çay var mıdır burada? kara çay?' diyerek tüm şiddeti üzerine toplamıştı.
Aziz içeceklerle geri geldiğinde bir süre odanın içine yayılıp sohbet ettik. Leyla biz gittikten sonra Asu'nun arkamızdan konuşmaya başladığını tam saçını yolmak üzereyken Şahin'in 'kibarca' Asu'yu partiden gönderdiğini anlattı.
Nedense içimde bir his Asu'dan Şahin'in kurtulduğu kadar kolay kurtulamayacağımızı söylüyordu.
Biz sohbete dalmışken çıkış vaktimiz yaklaşıyordu ve Aziz şarkı söylememişti. Israrlar sonucu onu da şarkı söylemeye ikna ettik. Güzel bir ses tonu vardı aslında ama şarkı söylerken üstünde çok iyi olması gibi saçma bir baskı hissettiği için koroya bile katılmazdı. Güzel şarkı söyleyebilecek bir sese sahip olduğuna inanmıyordu.
Ne seçeceğine karar verememiştik. Bizim söylediklerimizi o beğenmiyor onun söylediklerini biz fazla dramatik buluyorduk. En sonunda bir sayı söylemesini istedik '146' diye bir sayı attı.
Gelen şarkı Göksel'dendi. Ama bu sefer farklı bir şarkıydı. Neşeli bir melodi tüm odayı doldurdu. Erdem'in 'Biliyor musun lan sen bunu?' soruları eşliğinde oturduğu yerden kalktı Aziz.
'Dudaklarında arzu Kollarında yalnız ben Sana bakan bir çift göz Ben olayım sevgilim'
Kur yapma sırası Aziz'e geçmişti. Ama onun tarzı farklıydı. Uzaktan uzağa gözünü değdirerek. Bakışıyla tenimi yakıp elinde buzu tutarak ve hiçbir şey olmamış gibi şarkı söylemeye devam ederek yapıyordu bunu.
'Gününe, gecene eş Gözünde yaş, yine ben Sana aşık yalnız ben Ben olayım sevgilim'
Sanki bir dua gibi söylüyordu mısraları. Yüzündeki gülüşüyle her bir cümleden sonra amin diyordu dudaklarını oynatarak.
Elini uzattı ve beni oturduğum yerden kaldırarak söz verirmişçesine gözlerimin içine baktı. Sevgilim demesi zaten kalbimin hızını yeterince arttırıyordu.
'Bütün ömrüm boyunca Kalbinde sevgilin ben Benliğinde yalnız ben Ben olayım sevgilim'
Çıkma vaktimiz geldiğinde hepimiz saçmasapan konular üzerine şaka yapıp gülüşüyorduk. Sadece partide içmiştim ama sarhoş gibi hissediyordum.
Mutluluk sarhoşuydum.
Bir süre kapı önünde kim kimin arabasıyla kiminle nereye gidecek tartışması yaptık. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu ve ben bu basit tartışmalarımızdaki herkesin 'en iyi ben bilirim' tavrını bile özlemiştim.
Meryem'i evine bırakma görevini tabi ki Sarp seve seve üstlenmişti. Leyla ve Erdem, Akgün'ü almak için bize geleceklerdi. Erdem içmediği için onlar kendi arabalarıyla gelebilirdi. Ben babamın arabasını geride bırakmıştım ama neyse ki Meryem benden daha mantıklı düşünebiliyordu. Arabayı buraya getirmişti. Ama şöyle bir sorun vardı ki ben babamın arabasıyla gideceğimi söylememe rağmen Aziz bir türlü ikna olmuyordu.
En sonunda babamın arabasıyla beni eve bırakma fikrini sundu. Kendisi evine taksiyle dönecekti. Zenginin malı için çenemi yormayarak sustum.
Ben arabada hafifçe anlımı ovuştururken Aziz bunu anında fark etti. "Başın mı ağrıyor?" dedi.
"Biraz, ama tatlı bir ağrı." dedim gülümseyerek.
Garipser gibi bana baktı. "Ağrının tatlısı mı olur bir tanem?"
"Nedeni güzelse ağrısı da tatlı olur." dedim Aziz'e bakarak. Bu gece geçen yıllarımın en eğlenceli gecelerinden biriydi ve bunun için çaba bile sarf etmemiştik. Normalimiz buydu. Ve ben bizi çok özlemiştim.
Aziz de bana gülümsedi. "Sen yine de eve gidince bir ağrı kesici iç. Var mı evde?" diye sordu. Yok desem şu an nöbetçi eczane arayışında olurduk. O kadar ciddi gözlerle bakıyordu bana.
"Var var annemin kocaman bir ecza dolabı var ve orada her türlü ilacı bulabilirsin. Ek takviyeler, ağrı kesiciler, ateş düşürücüler, demir ilaçları..." Ben gülerek ilaçları sayarken hatırladığım şeyle aniden duraksadım. "Öyle işte. İlaç dolu ev." dedim ve radyoyu açarak konuşmamı bitirdim.
Sonunda çantama kavuşabilmiştim. Telefonumu aldım ve internete girdim. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki asla unutmamam gerek şeyi unutmuştum. İnterneti açtığımda arama kutusuna 'kan sulandırıcı ilaç neden kullanılır?' diye yazdım.
'Kan sulandırıcı ilaçlar kanın akışkanlığını artırarak pıhtı oluşumunu önleyerek felç, pulmoner emboli, kalp krizi ve damar tıkanıklığı gibi tehlikelerin oluşma riskini azaltır.' diye bir sonuç çıkmıştı karşıma. İstediğim cevabı tam anlamıyla buradan elde edememiştim.
Çekinerek de olsa 'hangi hastalıklarda kan sulandırıcı ilaç kullanılır?' diye yazdım bu sefer de. Okuduğum ilk cümle nefes alış verişimin değişmesine sebep olmuştu.
'Kan sulandırıcı ilaçlar temelde kalp hastalığı ve damar tıkanıklığı olan kişilere verilir.'
Yazının devamını okuyacak cesaretim kaybolmuştu. Böyle bir şeyle yüzleşmek istediğimden emin değildim.
🐛🐞 Sevgili harikulade balım okuyucularım tiktok hesabım vardı instagram hesabı da açtım ve sizlere de haber vermek istedim. kullanıcı adı: melin.ogut iletişimimize oralardan da devam edebiliriz🌸 seviliyorsunuz 🩷 |
0% |