Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm- Kendimden Bile

@melinogut

Temmuz-2013

 

Birce'nin üstüne kusuşunun ardından Aziz olduğu yerde kalmıştı. Düşmesin diye Birce'yi kollarından tutuyordu ama bu gömlekle daha fazla duramazdı. Yavaşça Birce'yi yere oturttu. Birce'nin sırtını kendi bacağına yaslamayı da ihmal etmedi. İlk birkaç düğmeyi çözerek çıkardı üstündeki gömleğini. Sonra eğildi ve Birce'nin yüzüne baktı. Gerçekten bu kadar içmek zorunda mıydı? Az önce resmen itiraf etmişti ama Birce'nin o anı hatırlayıp hatırlamayacağından ya da ne tepki vereceğinden emin değildi.

 

Birce'nin gözleri kapalıydı. Sanki anında uykuya dalmış gibiydi. Yanaklarına hafifçe dokunup seslendi ama tık yoktu. Ne yapacağını düşündü birkaç saniye. Sonrasında aklına gelen tek şey Birce'yi kucaklayıp bir şekilde kaldıkları yere götürmekti. Gerçi şu an bu da tehlikeliydi çünkü Birce'nin bu halini oradaki görevlilerden biri görürse babasına haber verebilirdi ve bu da Birce'yi zor durumda bırakıp rahatsız ederdi.

 

Birce'yi bir süre daha ayıltmaya çalıştı. Sorularına zaman zaman cevap alsa da gözünü açmıyordu. Birce'yi alır bir taksi bulur. Taksideyken de kafasını dışarı çıkarıp ayılmasını sağlayabilirdi belki? Bilmiyordu. Aklı durmuştu.

 

En sonunda daha fazla burada böyle durmanın mantıksız olduğunu düşündü ve bir kolunu sırtına bir kolunu bacaklarının altına dolayarak kucağına aldı Birce'yi. Rahatı bozulduğu için mızmızlanan kızın suratına baktı Aziz. Güldü bu haline. Dudaklarındaki gülüşle birkaç saniye uyuyan yüzünü inceledi bilinçsiz bir şekilde. Sonra kendine geldi ve başımı iki yana sallayıp önüne döndü. Tam bir adım atacaktı ki karşısında gördüğü adamla bir adım geri gitti.

 

Mahir, ikisinin karşısında, elleri cebinde, başında sabahki şapkasıyla, bir kaşı havalanmış, kısılmış gözleriyle, mimiksizce duruyordu.

 

"Abi" diye bir mırıltı dökülebildi Aziz'in ağzından sadece. Normalde olsa asla çekinmezdi ama şu an bulundukları durum pek de hoş değildi. Aziz'in üstü çıplaktı ve Birce sarhoş bir şekilde kucağındaydı. Şu an burada dayak yiyebilirdi. Kendini acilen açıklaması gerekiyordu. "Abi" dedi tekrardan. Şu an sesi daha gürdü ama kendini açıklayamadan Mahir girdi söze.

 

"Olum napıyonuz lan siz?" dedi gayet sakin ama sert bir tonda.

 

"Abi, Birce sarhoş oldu bayağı. Üstüme kustu sonra ben de çıkarmak zorunda kaldım." dedi kucağında Birce'ye rağmen yerdeki gömleği göstermeye çalışırken. "Ayılsın diye uğraştım ama ayılmadı. O ayılmayınca ben de götüreyim dedim."

 

Mahir kafasını hafifçe sola doğru yatırdı, gözleri daha da kısıldı. "Yani kaldığımız yere 'götüreyim' dedim abi." diye toparlamaya çalıştı Aziz sonrasında.

 

"O elindekini bir bırak bakayım yere." dedi Mahir aynı sakinlikle. Aziz bir kucağındaki Birce'ye bir Mahir'e baktı. Mahir tekrar konuşmadı sadece onaylar gibi yavaşça gözünü açıp kapattı. Aziz de yavaşça Birce'yi yere indirdi. Yine Birce'nin sırtını kendi bacağına yasladı.

 

Mahir olduğu yerden 3 adım atıp bulundukları yere geldi. Bir eliyle Birce'nin kolundan tuttu diğeriyle de bacağından ve Aziz daha ne olduğunu anlamadan Birce'yi Mahir'in omzunda ters dönmüş halde buldu. Mahir daha fazla beklemeden denize doğru yürümeye başladı.

 

Ne olduğunu anlamayan Aziz, geç de olsa tepki verip Mahir'in peşinden panikle yürümeye başladı. "Abi napıyorsun?!"

 

Sesi biraz yüksek çıkmıştı. Mahir yürümesini durdurmadan başını çevirip panik haldeki çocuğa baktı. Dudağının kenarı kıvrıldı. "Ayılmıyor demedin mi ayıltacağım?" dedi soru sorar gibi.

 

"Abi ayılır o ayılır. Ben ayıltırım şimdi. Denize mi atacaksın kızı!" Aziz'in paniği daha da artmıştı. Onun aksine Mahir çok rahattı ve kocaman bir kahkaha attı. "O kadar değil lan. Abartma." dedi ama pek güven vermiyordu.

 

Aziz, biraz rahatlayacak gibi oldu ama en sonunda Mahir, Birce'yi omzundan kaldırıp belinden ve bacaklarından tutarak kafasını suya batırınca tüm paniği kat kat artarak geri geldi.

 

"Abi napıyorsun?" deyip hemen Mahir'in iki eliyle tuttuğu Birce'ye uzandı. Birce de o sırada kendine gelmiş nerede olduğunu ve ne yaşandığını anlamaya çalışıyordu. Mahir bir adım geri gelerek Aziz'den uzaklaştı. "Dur dur bir kere daha." deyip tekrar Birce'nin kafasını suya soktu. Aziz daha fazla duramadı ve Mahir'in kollarındaki Birce'yi belinden tutup denizden uzaklaştırdı.

 

Mahir izin vermişti, bu panikten kriz geçirecekmiş gibi duran oğlanın Birce'yi 'kurtarmasına'. Bir de gülüyordu karşısında duran bu iki gence. Birce şok içinde ıslak bir su samuruna benziyordu. Aziz'se panikle kızın yüzündeki saçlarını geriye doğru çekiyor ve Birce'nin iyi olup olmadığını kontrol ediyordu.

 

Mahir'se bir taşla iki kuş vurmuştu. Hem ayyaş, sarhoş kuzeni artık ayıktı ve ayaklarının üzerinde durabiliyordu. Hem de kuzeninin etrafında dolanan bu 'arkadaşı', gerçek duygularını belli etmişti. Sadece arkadaşı olsa sarhoş Birce'nin kafasının suya sokulmasına ancak gülerdi. Canından can gidiyormuş gibi bir hale bürünmezdi.

 

"Napıyorsun ya?!" dedi Birce cırlayarak. Kendine gelmişti. Mahir onu hiç takmadı. Yürümeye başladı. Üstünden çıkardığı hırkayı geriye, Aziz'e doğru attı. "Üstüne giy şunu çıplak çıplak dolaşma dışarda." dedi onlardan uzaklaşırken.

 

Birce ancak o zaman fark etmişti yaslandığı adamın üstünün çıplak olduğunu. Gözünü dolaştırdı Aziz'in üstünde. Gördüğü şey hoşuna gitmişti ama Aziz'in neden üstsüz olduğunu da merak ediyordu?

 

"Sen neden çıplaksın?" dedi fısıldayarak. Sanki gizli bir şey söylüyormuş gibi. "Üstüme kustun." dedi Aziz doğrudan. "Hatırlamıyor musun?" Birce'nin gözleri büyüdü ve yüzünü büyük bir utanç kapladı. Utancın rengini gizlemek için elleriyle yanaklarını kapatmak zorunda kaldı. "Kustum mu?" dedi. Birce'nin ay ışığının etkisiyle parlayan gözleri Aziz için sanki 'seni seviyorum' demiş gibi güzel görünüyordu. Gülerek başını salladı. Birce'nin utancı elleriyle tüm yüzünü kapattığında da geçecek gibi değildi.

 

Aziz önce onun bu haline sonra ıslak saçlarına baktı. Mahir'in ona fırlattığı hırkanın kapüşonunu Birce'nin başına geçirdi. Hırkayı da omuzlarından aşağı doğru bıraktı.

 

Yüksek sesli bir ıslık sesiyle ikisi de kafasını ileride yolun kenarında onları bekleyen Mahir'e çevirdi. "Bir tur daha mı sokayım kafanızı suya?! Sen de ister misin Aziz? Hadi da hadi!" diye seslendi Mahir. Onun için seslenmeydi ama etraftaki binalardaki insanların uykularından uyanmış olmaları çok muhtemeldi.

 

Aziz, Birce'yi omzundan tutarak destek oluyordu. Kumda yürümek, hele kumda sarhoş yürümek zor olsa da başardılar ve Mahir'in yanına geldiler. Mahir arabanın arka kapısını açtı önce ve Birce'nin binmesine yardımcı oldu. Ardından kapıyı kapattı. Aziz'le yüz yüze geldi. "Sen öne çıplak prens." dedi ve kendi koltuğuna doğru ilerledi.

 

Aziz sanki o an çıplaklığını fark etmiş gibi eli göğsüne doğru çıktı. Sonra bu hareketin ne kadar saçma olduğunu fark edip elini indirdi. Ön koltuğa oturduğunda Mahir de daha fazla beklemeden gaza bastı.

 

Yolculuğun ilk dakikaları sessiz geçti. Aziz arada bir kafasını çevirip Birce'nin uyuyup uyumadığına bakıyordu. Birce üzerindeki hırkaya sarılmış, camdan dışarıyı izliyordu. Aziz'in eli arabanın klimasına gitti ve ayarları sıcak hava vermesi için değiştirdi.

 

Mahir, polisevinin yanından hızla geçerken Aziz ve Birce anında ona döndü. "Abi nereye gidiyoruz?" diye sordu Aziz.

 

"Benim eve." dedi Mahir sadece. Aziz arka koltukta oturan Birce'yle göz göze geldiğinde Birce'nin büyümüş gözlerindeki paniği anında fark etti.

 

"Abi biz zahmet vermeyelim hiç giderdik polisevine."

 

"Bu kılıkta mı?" dedi Mahir. Gözü Aziz'in çıplak üstüne değdiğinde. 'Tövbe estağfurullah' diyerek tekrar yola döndü.

 

"Eğer görevliler falan giriş yapmadığımızı anlayıp Adem amcaya söylerlerse hoş olmaz yani Birce'nin başı ağr..."

 

Bir kahkaha patlattı Mahir. "Oğlum siz bu adamı MİT ajanı falan mı sanıyorsunuz lan? Alt tarafı trafik polisi. Oradaki adamların da işleri yoktu sizi gözetleyeceklerdi tüm gün. Ne zaman girdiniz ne zaman çıktınız diye." Bu sefer daha hafif bir şekilde güldü. "Ama helal olsun dayıma iyi korkutmuş sizi."

 

Aziz ve Birce'nin bakışları birbirini buldu. Doğruydu. Gerçekten de korkmuşlardı. Birce bu yüzden bu kadar sarhoş olmamış mıydı zaten? Korkusunu atıp rahatlamak için? Pek işe yaramamıştı. Hâlâ korkuyordu.

 

"Hem şimdi sizin odalardakiler çoktan uyumuştur. Uyandırmayın çocukları boş yere. Bir de bu kılıkla polisevine gitmeniz, gitmemenizden daha çok sıkıntı yaratır emin olun." Kısa bir sessizliğin ardından gözlerini dikiz aynasından Birce'ye çevirdi Mahir. "İzmir'e kadar gelmişken abimin evini de görmedim demezsin Birce hanım. Yengeme anlat, çok misafirperverdi de."

 

"Anlatırım." dedi Birce gülerek. Şu an daha rahatlamış hissediyordu. Kısa bir süre daha yolculuk ettikten sonra bir apartmanın önünde durdular. Mahir yanındaki çıplak oğlana ve kafasına hırkasını sarmış arkadaki kıza baktı. "Çıkar o kafandakini." dedi sert bir sesle. "Sana mı verdik onu? Sarınmışsın bir de iyice, bu çocuk çıplak duruyor burada." Aziz'in elleri anlık olarak tekrar gövdesine gidecek gibi oldu ama kendini tuttu.

 

"Abi kalsın ya. Saçı ıslak şimdi üşütüp hasta olmasın."

 

"Lan oğlum sen sik kafalı mısın? Bu kızın saçı ıslaksa senin de üstün çıplak! Deli midir nedir? Şuradan şuraya gidecek hipotermiden ölmez merak etme. Temmuz'da İzmirdeyiz lan!"

 

Birce Mahir'in haklılığına ikna olmuş olacak ki hırkayı üzerinden çıkardı ve Aziz'e uzattı. Aziz pek istemeyerek de olsa hırkayı giyinip önünü kapattı.

 

"Hah şimdi girebiliriz eve." dedi Mahir ve hep birlikte arabadan inip eve doğru yürüdüler. Binaya girip, kata geldiklerinde Mahir kapıyı açtı. Birce'yi omuzlarından tuttuğu gibi içeriye doğru ilerletti. Aziz de peşlerinden gelerek onu takip etti. Küçük bir evdi. Muhtemelen bir oda bir salondu. Mahir, Birce'yi götürdüğü yatak odasının gardrobunu açtı. Bir tişört ve bir şort çıkardı. Sonra dönüp Aziz'e baktı. Ona da bir şort ve tişört çıkardı. İki seti de yatağın üzerine koydu. Başka bir kapağı açarak iki büyük iki küçük havlu çıkardı. Onları da kıyafetlerin üstüne attı. Bir eliyle kıyafetleri gösterirken Birce'ye döndü.

 

"Giyecek kıyafet. Ve havlu. Banyoyu gelirken görmüşsündür. Git bir duş al kendine gel." dedi ve kıyafetlerle havluları Birce'nin eline sıkıştırdı.

 

Birce elindeki kıyafetlere baktı, sonra Aziz'e sonra da Mahir'e. Mahir de gözlerini kırpıştırarak Birce'ye bakıyordu ama daha fazla bu manasız bakışmalara dayanamadı. "Kızım gitsene ne bekliyorsun ya Allah Allah!" dedi yine yüksek bir tonda. Birce ikiletmeden odadan çıktı ve banyonun kapısının kapanma sesi geldi.

 

Mahir, yatağın üstüne koyduğu diğer tişörtü Aziz'in kafasına doğru attı. "Şunu giy, balkona gel." dedi ve odadaki balkona girdi.

 

Aziz de bir süre elindeki tişörte ve balkonun kapısına baktı ama Mahir'i fazla bekletmemesi gerektiğini öğrendiği için tişörtü giyip yanına gitti.

 

"Kapıyı kapat." dedi Mahir ve Aziz kapıyı kapatırken Mahir de cebinden bir paket çıkardı. Bir dalı kendi ağzına yerleştirirken paketi Aziz'e doğru uzattı. Aziz normalde içerdi ama şu an Mahir karşısında Adem amcasının yerinde gibiydi. Gözündeki imajının iyi olması gerekiyordu.

 

"Yok abi sağol kullanmıyorum." dedi Mahir'in yanına otururken.

 

"Yalancıyı sikmiyorlar ki." dedi Mahir çakmağıyla sigarasını yakıp.

 

Aziz, Mahir'in sigara içtiğini nasıl anladığını düşünürken Mahir daha fazla beklemeden söze girdi.

 

"Şimdi kendim için oldukça zor bir konuşma yapacağım. Çünkü Birce benim kardeşim gibi ve ben 'modern' bir abi değilim. Hatta sen dayımdan korkuyorsan ben ondan da beterim. Ama Birce'yi çok sevdiğim için bunu yapmam ve bazı şeyleri gözümle görmem kulağımla duymam gerekiyor."

 

Aziz, konunun nereye gideceğini anlamış gibiydi bu yüzden daha çok gerildi. Oturduğu yerde hafifçe hareketlendi. Mahir sigarasından bir nefes aldı.

 

"Ben bu aşk meşk işlerinden hiç anlamam. Allah da başıma getirmesin. Zor şey. Garip bir de yani. Mantıksız. Mantık yok, hiçbir şey yok. Kendinin önüne koyuyorsun. Kendi canından önce onunkini düşünüyorsun. Düşünmelisin de. Öylesi ancak aşk olur. Aşkta bencil olamazsın. Bencil olup önce kendini düşünüyorsan o aşk değildir." Tekrar bir nefes aldı sigarasından. "En azından öyle dediler yani bize, öyle öğrettiler. İşte o yüzden bir sevdiğim olmadı. Benim kendimin de kendi canımın da önüne koyduğum tek bir şey var. O da vatanım. ondan başkası haram bana. Ama sen belli ki seviyorsun. Çok seviyorsun hem de. Bakışından taşıyor sevgin."

 

Aziz son duyduğu cümlelerle utanmaya başlamıştı. Bu kadar belli miydi gerçekten? Kaç kere görmüştü ki Mahir onları. Hemen fark etmişti.

 

"Merak etme o kadar belli olmuyor. Ama dayım kesin anlamıştır." Aziz'in gözleri büyüdü. Böyle bir şeyi duymayı beklemiyordu. "Senin suçun ama. Sen belli ediyorsun. Oğlum üstün çıplak hırka veriyoruz kızın saçı birazcık ıslanmış, üşümesin diye ona veriyorsun. Otogar'da az kalsın yumruğu indirecektin bana. Onu da fark ettim."

 

"Kusura bakma abi." dedi Aziz mahçup bir halde.

 

"Saçmalama lan. Ne kusuru. Yapacaksın tabi. Asıl yapmasan ben çakardım sana bir tane. Koruyacaksın. Eğer seviyorsan her şeyden koruyacaksın. Soğuk havadan da koruyacaksın, sokaktaki serseriden de. işteki ibneden de, ailesinin içindeki düşmandan da. En çok da kendinden."

 

Dudaklarında bir gülüş belirdi Mahir'in "Belli bizim kız da senin gibi hissediyor. Sevdiğin kişinin seni sevmesi o kadar kolay bir şey değil. Şükredin ve tadını çıkarın. Senden tek istediğim şey birbirinizin hayatında hep sevgi ile olun. Birbirinize yük olmayın. Birbiriniz için bir şeylerden vazgeçmeyin. Kendinizden vazgeçmeyin. Ben tam da bunu yapan bir ailede büyüdüm. Kız halaya çeker diyeyim sen anla beni." Bir nefes daha çekti.

"Sana verebileceğim tek öğüt budur. Alırsın almazsın orasını bilmem ama daha çok gençsiniz. Duygularınız çok canlı. Güzel yaşayın, güzel sevin, birbirinize acı çektirmeyin. Birbirinizi kendinizden bile koruyun."

 

Aziz hafifçe başını salladı. "Ben de yıllarca birbirlerine acı çektiren bir aile büyüdüm abi. Sana tek bir şeyin sözünü verebilirim ki Birce benim yüzümden acı çekmeyecek. Ben onu her şeyden koruyacağım. Kendimden bile."

 

 

 

Ekim- 2024

 

Dövme oradaydı. Bir yara izi görünmüyordu ama dövme oradaydı. 'Işık' dövmesi tam da gözlerimin önündeydi.

 

"Birce iyi misin?" dedi Aziz. Banyonun kapısının önünde telaşlı bir haldeydi. Tam bana doğru bir adım atacaktı ki çığlığım onu durdurdu.

 

"Ne yapıyorsun? Gelme sakın! Ayağın kesilecek!" Son cümlem sanki onun zihninde de bir şeyleri açmış gibi bir adım daha geri çekildi.

 

"Sen gir içeri ben topluyorum şimdi burayı." deyip yerdeki büyük bir parçaya uzandım.

 

"Birce bırakır mısın lütfen. Sen keseceksin şimdi kendini." dedi tekrar bir adım yaklaşıp.

 

"Aziz durur musun durduğun yerde!" diye yükseldim. Ama beni dinlemedi. Banyonun içinden plastik bir terlik giydi ayağına ve banyodan çıkıp olduğum yere, kırıkların içerisine geldi.

 

Bir eliyle düşmemesi için havlusunu tutarken diğeriyle belimden kavradı ve beni kucağına aldı. "Aziz ne yapıyorsun? Bıraksana beni delirdin mi?"

Tüm cümlelerim yanıtsız kaldı. Hiçbir şey demeden beni merdivenden aşağı indirdi. Üzerinde sadece bir havlu olan Aziz'le, olmam gerekenden daha fazla yakındım. Düşmemek için kollarım omzuna sarılmıştı ve bu işimi hiç kolaylaştırmıyordu. Keşke düşseydim. Aşağıya indik ve Aziz beni 'kibarca' kanepeye fırlattı.

 

Su damlaları akan saçlarını geriye doğru itti. O su damlalarınının gittiği yolu takip edememek şu an çok zordu.

 

"Sen burada oturuyorsun. Ben yukarı çıkıyorum. Kırıkları topluyorum ve duşa geri giriyorum." Tam arkasını dönüp ilerleyecekti ki oturduğum yerden kalktım. O da bunu hissedip tekrar arkasını döndü. Benim bacaklarım kanepeye değdiğinden geride gidecek yerim kalmamıştı. O da sanki bunun bilincindeymiş gibi dibime girmişti. Göğüslerim onun çıplak gövdesine değiyordu ve bu tüm konuşacağım şeyleri boğazıma tıkacak güçte bir histi.

 

"Yukarıda çıplak olacağım. Gelirsen görürsün. Görürsen, annene söylerim ve bir hafta sonraya nikah tarihimizi alırım." dedi tehdit edermiş gibi.

 

Bazen öyle konuşuyordu ki diyecek bir şey bulamıyordum. Susarak kalktığım kanepeye geri oturdum. Anlık olarak bakıştığım yer durumu daha da zorlaştırdığı için kafamı sağa çevirdim. Görmüyordum ama sırıtarak yukarı çıktığına emindim.

 

Oturduğum yerden kırıkların süpürülme sesini duydum. Resmen yarasını görmek için kurduğum tuzağın yarattığı sonucu ona temizletiyordum. Benden daha kötüsü yoktu gerçekten. Bir süre sonra banyonun kapısının kapandığını duydum.

 

Beynim kaostan kurtulunca düşünmesi gereken asıl şeyi düşünmeye başladı. Aziz gerçekten de kalp ameliyatı mı olmuştu? Nasıl bir ameliyat, neden, ne zaman, nerede? Hiçbirinin cevabı yoktu. Eğer Aziz'in bir ameliyat izi olduğunu öğrenirsem kafamda bir şeyler oturur ve daha rahat olurum diye düşünüyordum ama hayır. Yeni soruları da peşine takıp getirmişti.

 

Hâlâ kendimi kandırıyordum. Rahat olurum falan diye düşünmemiştim. Ödüm kopmuştu. Şimdi de ödümü koparan o gerçekle baş başaydım.

 

Hem korkup hem deli gibi merak ederek resmen kendimi zehirliyordum. Bunun da farkındaydım ama elimden bir şey gelmiyordu. Ben düşüncelerle boğulurken Aziz merdivenlerden aşağı indi.

 

"Çay ister misin? Seninki döküldü malum." deyip sırıtarak önümden geçti ve mutfak kısmına gitti. Benimse önemsediğim şey bu değildi. Oturduğum yerden kalktım ve yanına gittim. Saçlarına dokunduğumda nemli olduğunu gördüm. "Saçlarını neden kurutmadın?" dedim elimi saçından çekmezken. Sanki ellerimle kurutabilecek gibi iki elim de saçlarının arasına girmişti.

 

Benim ellerim onun saçındayken o da ellerini belime dolayıp beni kendine çekti. "Ev sıcak. Kururlar birazdan." deyip yüzünü iyice yüzüme yaklaştırdı. Dudaklarını yanağımda hissettiğimde gözlerim kendiliğinden kapandı. Kocaman öpüyordu beni. Öperken nefes alıyordu. Sanki öpüşü ona nefes oluyordu. Öpücüğünün ardından yine 'ohh' dedi ve uzaklaşmadan boynuma doğru ilerledi. Önce burnunu hafifçe boynuma sürttüğünü hissettim sonra da dudaklarını... Boynuma da bir öpücük kondurdu.

 

Hala boynumdayken mırıldanarak konuştu. "Kendini geri çekmemen, bana izin vermen çok hoşuma gidiyor."

 

O bana yaklaştığında ben uzaklaşamıyordum ki. Kendimi ondan geri çekmek benim öğrendiğim bir şey değildi. "Belki kendimi çekmemek benim de hoşuma gidiyordur." dedim ben de onu gibi.

 

Başını boynumdan kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. "Öyle mi?" diye sordu şaşkın bir tavırla.

 

"Öyle." dedim sadece

 

"Bu ne demek biliyorsun değil mi?" diye sorunca anlamama rağmen uzatmak istedim.

"Ne demek?"

 

"Vakti geliyor demek." O söylemeyecekti. Benden bekliyordu. Anladığımı bilmek istiyordu.

"Seni seviyorum dememin mi?"

 

Başını hafifçe aşağı yukarı. salladı. Yüzünde minik bir gülüş vardı. "Seni seviyorum demenin."

 

Onun aksine ben oldukça ciddiydim. "O zaman bana her şeyi anlatacaksın değil mi?" diye sordum.

 

"Her şeyi." dedi kendinden emin bir tavırla.

 

"O zaman belki de çok yakındır." diye fısıldadım gözlerinin içine bakarak.

 

Gözleri büyüdü. Sanki ağzımdan çıkanlara inanamıyor gibiydi. Ona karşı hep açıktım ama nedense bu kelimeleri gerçekten söyleyeceğime inanmıyor gibiydi.

 

"Gerçekten mi?" dedi. Hafifçe sesi titremişti.

 

"Bir şey sormak istiyorum." dedim. Cevap vereceğini umduğum bir soruydu.

 

"Dövmen? dedim önce "Dövme yaptırmışsın."

 

"Evet." dedi hafifçe gülümseyerek.

 

"Neden?"

 

"Dövmeyi gördün değil mi?" dedi. Başımı salladım. "Ne olduğunu anladın mı?"

Doğrudan söylemek istememiştim. "Çizgiler vardı. Şeye benziyordu, şey gibiydi... şey olabili..."

 

"Işık." dedi şüpheye yer bırakmadan. "Bir tanecik, biricik bir ışık."

 

Gözlerim benim iznim olmadan dolmaya başlamıştı bile. "Neden?" dedim zar zor sesimi bularak. "Neden dövmemi yaptırdın." Elim tam da dövmesinin olduğu yere, sol göğsüne çıktı.

 

"Seni kalbimin içinden çıkaramadıkça sevgin dışarıya taştı." dedi acı bir gülümsemeyle.

 

"Beni kalbinden çıkarmaya mı çalıştın?" Öyle olsun istememiştim ama sesim alınmış gibi çıkmıştı.

 

"Denediğim oldu." Bir süre sessizce gözlerimin içine baktı. Elini yanağıma çıkarıp okşadı. "Boşa bir çabaydı."

 

"Nasıl denedin?" Asıl niyetimi anlamamasını umarak sordum bu soruyu. Ben hayatıma devam etmişken onun etmediğini düşünmek aptallıktı ama bana kendisi söylemişti hayatında kimsenin olmadığını.

 

"Çalıştım. Çok çalıştım. Derslerimle kafayı bozdum. Nasıl o kadar başarılı bir öğrenci oldum sanıyorsun?" Dişlerini göstererek kocaman gülümsedi. "Senin sayende şimdi bu kadar başarılıyım."

 

"Beni düşünmemek için..." dedim hafif bozulmuş gibi. Ama gerçek buydu.

"Kendimi kandırıyordum." dedi diğer elini de yanağıma çıkarırken. "Görmedin mi kalbimden taşan seni. Sence seni düşünmemeyi başarabilmiş miyim?" Gözlerimin içine bakarak sormuştu bu soruyu. Yanaklarımı sıkıca tutan ellerinin izin verdiğince kafamı sağa sola salladım. Bu halim onu güldürdü. Gözleri kısıldı.

 

Kısılan gözlerini dudaklarımda hissettim. Bir saniye bile geçmeden de dudakları dudaklarımdaydı.

 

Yumuşacık bir öpüşme başlatmıştı. Benim kalbinin içinden dışına taşışım gibi yavaş yavaş ve yoğun bir öpücüktü. Bir elini tekrar belimde hissettim. Bedenimi kendininkine yapıştırdı ve uzaklaşmama izin vermeyecek şekilde tuttu. Diğer eli ise boynumla yanağım arasında okşayışlarına devam ediyordu.

 

Benim bir elim sırtını bulmuşken diğeri kalbinin üzerindeki yerini koruyordu. Parmaklarım orada olduğuna inandığım yarayı okşuyordu. Çoktan dikilmiş, kapanmış bir yaraydı ama benim dokunuşlarımla iyileşmeye ihtiyacı vardı.

 

Beni kendinden ayırmadan birkaç adım attı ve sırtım tezgaha yaslandı. Bu ani hareketle dudaklarımın arasından küçük bir inleme çıktı. Sanki bir işaret bekliyormuş gibi Aziz'in öpüşü daha da yoğun bir hale büründü. Dili, çoktan kontrolü eline almıştı.

 

İki elini de belime getirdi ve zorlanmadan beni hafifçe yukarı kaldırıp tezgaha oturttu. Benim iki elim de omuzlarına çıkmışken, dudaklarımız saniyelik ayrıldı. Gözlerimi açtığımda bana baktığını gördüm. Dudağı hafifçe kıvrıldı ve mırıldanarak 'güzelim benim' deyip tekrar dudaklarıma yapıştı. Elleri bacaklarımın iki yanında, kendisi de bacaklarımın arasındaydı. Aramızdaki tüm mesafelere düşmanmış gibi beni tezgahtan kendine doğru çekti. Bir eli kalçamdayken diğeri ile sırtımdan bastırıyor ve uzaklaşmama izin vermiyordu. Onun uzaklaşmamamız için gösterdiği bu çabaya ben de destek olmak istedim ve bedeninin iki yanında sallanan bacaklarımı beline dolayıp hafifçe sıktım. Ben hissettiğim şeyle inlerken o da ona hissettirdiğim duyguyla birlikte inledi.

 

Dudaklarının vahşileşmesi için bir tuşa basmış gibiydim. Nefes almam gerekiyordu ama biraz daha idare edebilirdim çünkü şu an hissettiğim şeyler bambaşkaydı.

 

Anın tadını çıkarmak istemiştim ama o an beynimde çakan şimşeklerle gözüm açıldı. Dudaklarımızı istemeyerek de olsa ayırdım. Aziz zor da olsa gözünü açtı ve bana sorgulayan gözlerle baktı. "Nefes." dedim aldığım derin nefesi verirken. "Biraz nefeslenelim. Sen de nefes al."

 

Aziz'in gülüşü büyüdü. "Ben iyiyim. Sen kondisyonu yüksek koca istiyordun ama biraz kendi kondisyonuna mı çalışsan acaba?" dedi gülmesine devam ederken.

 

Ben de gergince güldüm. "İyisin değil mi?" dedim emin olmak ister gibi.

 

Hafifçe kaşları çatıldı, gözleri kısıldı. "İyiyim Birce. Asıl sen iyi misin?" dedi. Niye böyle bir soru sorduğumu anlamamıştı.

 

"İyiyim." Kocaman bir gülüşle boynuna sarıldım. Bacaklarım da hâlâ belindeydi. "Hadi indir beni." dedim şımarık bir kız çocuğu gibi. Ona nazlanmam onu daha da güldürmüştü. Az önceki öpüşmemizden cesaret alarak sınırları biraz daha genişletmiş olacak ki, kalçalarımdan tutup beni tezgahtan kaldırdı. Beni yere bırakmadan kanepeye yürüdü ve kucağında benimle birlikte kanepeye oturdu.

 

Bu hareketi şaşkınlıktan gözlerimi büyütürken o her şey normalmiş gibi davranıyordu. Hareketlenip kucağından inmeye çalıştığımda belimden tutup buna engel oldu. "Nereye?" dedi mızmızlanarak.

 

Küçük bir çocuğun elinden oyuncağını alıyormuşum gibi hissediyordum. "Eve." dedim gülerek. "Yarın iş var." Oflayarak kafasını geriye doğru yatırdı. "Evlenince çalışmak zorunda değilsin haberin olsun. Güzel bir teklif bence bunu değerlendir." Beni sinirlendirmek ve onunla tartışmamı sağlayıp daha uzun süre burada kalmam için kurduğu bir cümleydi. Oyununu fark etmiştim.

 

Geriye yasladığı kafasının bana açtığı manzarayı kullanma zamanı gelmişti. Önce boynunun sol tarafına sonra sağ tarafına sonra da adem elmasına öpücük kondurdum. Omuzlarının elimin altındaki kasılmasını hissedebiliyordum. Elleri ise belimde gevşemişti. Bunu fırsat bilerek kucağından kalktım. "Teşekkürler teklif için ama ben, bana ofis açarsın diye düşünmüştüm."

 

Oyuna geldiğini fark edip gülerek o da ayağa kalktı. "Yeter ki sen iste. Ben her şeyi yaparım." dedi gülen gözleriyle.

 

Bu haline kapılıp gitmeme izin vermedim ve omuzuna hafifçe vurup "O zaman beni bir eve kadar bırak be koç." dedim.

 

Yüzü buruştu sonra hafifçe güldü. "Romantik güzelim benim." deyip alnıma bir öpücük kondurdu. "Burada kal desem ne dersin?" dedi saçlarımı okşarken.

 

"Babam ve silahı derim." Gözlerini kapatıp, omuzları sarsılarak güldü. "Tatilde babanın 'adamları' bizi her an görebilir diye ne kadar panik olmuştuk hatırlıyor musun? Sanki herhangi bir şey yapıyormuşuz gibi. Şimdi kızını eve attım haberi bile yok."

 

Son cümlesiyle omzuna şamar yemesi bir oldu ama ben de o günleri hatırlamıştım ve gerçekten komikti. "Mahir abim de 'bu adam mit ajanı mı?' demişti." dedim kahkaha atarak.

 

Arabadaki saçma anımızı o da hatırlamış olacak ki güldü. "Sahi Mahir abin ne yapıyor?" dedi yeni bir konu açarak.

 

"En son neredeydi ya?" dedim kendime düşünme süresi verip. "Ay hatırlayamıyorum ama yüzbaşı oldu. Geçen yaz bir ara gelmişti o zaman konuşurken hatta o da seni sor..." Durdum ve Aziz'in beni gülerek dinleyen suratına baktım. "Sen, ben biraz daha kalayım diye soruyorsun bunları bana değil mi? Yemezler!" dedim ve ondan uzaklaşıp kapının yanındaki vestiyere gidip trençkotumu giyip çantamı taktım. Peşimden söylenerek geldi.

 

"Kuru iftira ya! Ben Mahir abiyi merak ettiğim için sordum. Üzerimde emeği var o kadar." dedi abartarak.

 

"Görürsen kendisine sorarsın." dedim ve ayakkabılarımı giydim. O da üstüne bir hırka aldı ve arabasının anahtarını alıp benimle birlikte evden dışarı çıktı.

 

Asansörü kullanırken yine Halesel Jale hanımla karşılaşmak fobim olmuştu artık ama neyse ki kimseyle karşılaşmadık. İkimiz de arabaya bindik ve eve doğru yola çıktık.

 

Evin önüne geldiğimizde önce annemle babamı bahçede görmeme anlam veremedim. Sonra karşılarında birileri olduğunu ve onları uğurladıklarını fark ettim. Çantamdan telefonumu çıkarıp baktığımda annemden 7 cevapsız çağrı olduğunu görünce panik tüm bedenimi sardı. Hemen arabadan indim. Benim paniğimi fark eden Aziz de benimle birlikte indi. Hızla demir kapıya doğru ilerledim. Demir kapıyı açtığımda önce annemle babamın gözleri beni buldu. Sonra da onların karşısındaki 3 kişinin.

 

Gördüğüm insanlardan nasıl bir anlam çıkarmam gerektiğini bilmiyordum. Çünkü şu an karşımda Jinekolog Altan Bey, babası ve annesi duruyordu.

Loading...
0%