Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm- İtiraf Çabası

@melinogut

Herkesin gözü benim üzerimdeyken kapıyı biraz daha açıp içeriye girdim. Aziz'in de peşimden geldiğini birkaç saniye sonra kapının gürültüyle kapanmasından anladım.

 

"Kızımız da gelmiş." dedi Altan'ın annesi. Sesinde hiç hoşuma gitmeyen bir tını seziyordum. "Oğlumuz kim?" dedi gözü arkamdaki Aziz'e değince.

 

"Oğlumuz." dedi babam. "Evimizin oğludur. Bir damat seç deseler Aziz'i seçerim. Aziz gel oğlum buraya."

 

Babamın ağzından çıkan cümleler şu anki durumdan daha şaşırtıcıydı. Ben yokken burada ne olmuştu da babam her fırsatta laf soktuğu Aziz'i damat ilan ediyordu.

 

"Adem Bey ayıp oluyor ama." dedi Altan'ın babası. "Biz buraya niyetimizi tekrar belirtmek için geldik siz bize başka bir adamı göstererek damadım olmasını isterim diyorsunuz."

 

"E özgür irade Haluk Bey. Siz niyetinizi belirttiniz ben de niyetimi belirtiyorum. Problem nedir?"

 

O an arkamdan rüzgar gibi geçip giden bir şey hissettim. Aziz'i birkaç saniye içinde babamın yanında görünce arkamı kontrol etme gereği duydum. Gerçekten de oradaydı. Babamın yanındaydı.

 

"Bir sıkıntı mı var Adem amca?" dedi en serseri haliyle. Hiç de böyle biri değildi ama içindeki Angaralı'yı çıkartıyordu ara ara.

 

"Yok oğlum." dedi babam Aziz'in sırtına vururken. "Misafirlerimiz geldiler, gidiyorlar." dedi. Annem yanda ayılıp bayılmamak için zor duruyordu. Altan'ın annesi ve babası kötücül bakışlarını Aziz'in üstünde gezdirirken Altan inanılmaz derecede utanmış görünüyordu.

 

Annesinin kolundan tutup çekiştirmeye çalıştı. "Anneciğim hadi bak insanları rahatsız ediyoruz. Gidelim artık. Ben sana söyledim zaten. Biz görüşmemeye karar verdik dedim. Niye ısrar edip babamla buraya geldin ki? Beni de peşinizden koşturuyorsunuz?"

 

"Biz misafirliğe geldik oğlum ne yaptık kötü mü ettik? Gelmişken de soralım dedik ne oldu bizim iş diye."

 

Altan'ın annesinin konuşması babamın sinirlerini iyice hoplatıyor gibiydi. Annem araya girip alttan alacakken babam konuşarak tüm ipleri kopardı. "Biz misafir sevmiyoruz hanımefendi. Oğlunuz da efendi bir çocuğa benziyor o üstüne alınmasın ama bizim 'size' verecek kızımız yok!" Babam size derken özellikle Altan'ın annesi ve babasını parmaklarıyla işaret ediyordu.

 

"Sana da aşk olsun Meltem Hanım. Ayşe'nin dostudur dedik güvendik. Çocuklarımızı baş göz edelim dedik. Ben çok mu meraklıyım senin kızına sanıyorsun? Mis gibi doktor oğlum var benim be! Senin kızına kalmadık! Bu işin aslı ne onu görmeye geldik ama belli ki zaten atı alan Üsküdar'ı geçmiş. Olan da benim oğluma olmuş o sırada."

 

Kadının sesi sonlara doğru yükseldiğinden dolayı değil de kurduğu cümleler yüzünden ağzım bir karış açık kalmıştı. Aziz'in kaşlar çatılırken babam gülmemek için kendini zor tutuyordu.

 

"Aziz, sana at dedi." diyerek kahkahayı patlattı en sonunda. Bu ortamda kimse babamın buna dikkat edeceğini düşünmediğinden duydukları bu cümle karşısında derin bir sessizliğe gömülmüşlerdi.

 

"At ben değilim Adem amca. Atı alan benim." diye fısıldayarak durumu açıklamaya çalıştı Aziz de. Ortamda çıt bile çıkmadığı için ne dediği gayet de anlaşılır olmuştu.

 

"Nası yani?" dedi babam kafası karışmış bir şekilde. "Atı alan sensen bu kadın benim kızıma at mı diyor?" Önce Aziz'e sordu bu soruyu sonra önüne dönüp sesini yükselterek kadına. "Sen benim kızıma at mı diyorsun?"

 

"Sen benim karıma at diyemezsin!" Bu çıkışı yapan da Altan'ın babasıydı. Kimsenin karısına at dediği yoktu oysa. Burada bir at varsa o da bendim.

 

"Baba saçmalama ne atı?" diye babasını sakinleştirmeye çalıştı Altan ama pek başarılı olamadı. "Kocanın hakaretlerinin bini bir para Meltem Hanıım!" diye bu sefer de anneme yükseldi kadın. Altan ise ikisi arasında kendini yiyip bitiriyordu.

 

Kaos öyle sesliydi ki şu an perde arkasından birkaç komşunun bizi izlediğine emindim. Altan'ın babası bir ara babama diklenecek gibi olduğunda Aziz babamı arkasına alarak adamın karşısına dikildi. O kadar gürültü vardı ki ne konuştuklarını anlayamıyordum ama jest ve mimikleri pek de hoş şeyler konuşmadıklarını gösteriyordu. Bir anlığına arkamı dönüp gitmeyi bile düşündüm. Tam o sırada adamın sesi daha da yükseldi ve Aziz'in sol göğsüne doğru vurduğunu gördüm. Hatırladığım tek şey buydu. Sonrası kesik kesik anılardan oluşan bir sinir kriziyle birlikte bu insanları bahçeden kovduğum görüntülerdi. Tam hatırlamasam da bazı anlar gayet canlıydı.

 

🐴🐴🐴

 

 

"Hayır bir de afedersiniz Adem amca, Meltem teyze ama şerefsiz de bik bik bik fare gibi konuşuyor, insanın dövesi gelmiyor."

 

Aziz'di bu konuşan. Burnuma dolan koku da limon kolonyası kokusuydu. Bayılmamıştım ama kesinlikle ayılmaya ihtiyacım vardı.

 

"Oğlanda bir sıkıntı yok zaten. Ama o nasıl anne baba öyle. Eve ilk geldiklerindeki tavırlarını bir görsen sanırsın oğullarını üç çocukla bizim kız ortada bırakmış da çocuk baba evine dönmek zorunda kalmış. Hesap soruyorlar akıllarınca. Öyle hesap götlerinde patlar işte."

Belli ki babam benim sinir krizi geçirip insanları kovmamdan çok memnundu.

 

"Hayır yani Adem amca siz bu insanları en başta niye evinize alıyorsunuz ki?" diye bir soru sordu Aziz. Sesindeki gücenmişlik çok belliydi. Bu saçma muhabbet nereye gidecek diye gözümü açmıyordum. Şu an salondaydık ve ben kanepede uzanıyordum. "Onu aha da bu kadına sor." dedi babam kaç yıllık karısından bahsederken

 

"Meltem teyze? Senin bana benim bilmediğim bir kinin olabilir mi? Sen beni sevmiyor musun? Neden yaptın bunu?" Aziz'in çocukça hesap soruşu az kalsın güldürecekti beni.

 

Muhtemelen şu an tepemde bana kolonya döken annem kolonyayı kendi bileklerine dökmeye başlamıştı bile. "Aziz, beni konuşturma annem. Ben konuştum mu bu baba kız gibi iki laf sokup bırakmam. Mızrağı mabadından çıkarırsın. Ben seni seviyorum beni karşına alma."

 

Annemin tehdidiyle Aziz geri adım atmış olacak ki hiçbir şey söylemiyordu.

 

"Zaten hepinize ayrı ayrı sinirliyim! Ne olurdu sanki sakin sakin göndersek insanları. İlla elalemin diline düşelim. Tüm mahalle izledi valla kavgamızı. Duymayan kalmamıştır." Kolonya pek bir işe yaramamış olacak ki annem hâlâ sakinleşememişti.

 

"Asıl biz sana sinirliyiz!" dedi babam çocuk gibi karşı çıkarak. "Garip garip insanları eve getiriyorsun sonra biz uğraşıyoruz. O kadın gelecek benim kızıma laf sokmaya çalışacak ben de öyle duracak mıyım? At dedi kızıma ya! Sen kimsin? Sensin at! At bile değil, katır!"

 

Babamın garip hakaretlerine gülmemek şu an çok zorluyordu ama uyandığımı belli edip ortamı dağıtmak istemiyordum.

 

"Ya insanlar gidiyordu zaten. Altancım geldi alıp götürecekti anasını babasını. Siz de tam gelmenin vaktini buldunuz Aziz!" Bu sefer de evime geldiğim için ben suçluydum. Harika!

 

"Ben Birce'ye gitme demiştim."

Aziz'in kurduğu cümlenin bir sonrası çok tehlikeli bir yere gidiyor gibiydi.

 

"Neredeydiniz ki siz?" dedi babam rahat bir tavırla. Olta attığı nasıl da belli oluyordu.

 

"Benim evde."

 

Yem bu kadar belli olmasına rağmen sazan da yine oltaya takılmıştı işte. Ortamdaki sessizlikten Aziz ne söylediğini fark etmiş olacak ki "Benim evden bir şeyler aldık sonra şey yaptık, eee şeye gittik. Parka, parka gittik orada oturduk. Dışarda, parkta."

 

"Ne güzel!" dedi babam sahte bir gülüşle. "Ne yediniz parkta salçalı ekmek mi?"

 

"Sal.. salça ekmek de... Salça ben çok sevm.. Birce de çok sevmiyor aslında o yüzden onu yeme.."

 

"Sus lan! Konuş dedim mi lan ben sana?!" Babamın anlık sert çıkışı beni bile olduğum yerde titretmişti resmen.

 

"Ayıp oluyor ama Adem amca aşağıda hiç öyle demiyordun. 'Bir damat seçsem Aziz'i seçerim, evimizin oğludur.' demedin mi?" Gerçekten de babamın ağzından bu cümleler çıkmıştı. Artık karşısındaki insanlar ne kadar sinirini bozduysa Aziz'e olan tribini bir kenara bırakmıştı.

 

"Bir söz vardır Aziz bilir misin? Denize düşen yılana sarılır. Bak buradaki yılan sensin. O an sen ordaydın seni söyledim. Başka biri olsa onu söylerdim. O çirkef aileyle muhatap olmamak için herhangi birini damadım diye ilan edebilirdim. Örnek vereyim ister misin? Aklımda birkaç isim var."

 

"Yok Adem amca sağol istemem örnek." Aziz'in sesi içine kaçmış gibiydi. Babamın benden çok trip atması gerçekten de takdire şayandı. Daha mı çok trip atsaydım diye düşündüğüm an gözümün önüne Aziz'in göğsündeki dövme geldi. Anında gözlerimi açtım ve yattığım yerden kalkıp oturdum. Benimle ilgilenen annem bu ani hareketimle korkmuş olacak ki 'ay' diye bir çığlık kaçtı ağzından. Onun tepkisiyle babam ve Aziz de bana dönmüştü. Aziz hemen yanıma geldi.

 

"İyi misin bir tanem?" diye sordu gözlerinde endişeyle. Dizinin üstüne çöküp elimi tutmuştu. Ben de aynı endişeyle ona cevap verdim. O adam Aziz'in göğsüne vurmuştu. "Ben iyiyim asıl sen iyi misin?" Şaşırmış bir ifadeyle bana baktı. "Ben niye kötü olayım? Sinir krizi geçiren sensin. Neden böyle oldu? Daha önceden de oluyor muydu? Eskiden olmuştu bir kere onu hatırlıyorum ama sonra tekrar oldu mu?"

 

Aziz'in hatırladığı kriz teyzemin ölü bedenini bulduğum gün apartmanın önünde yaşadığım krizdi. Aziz birden bire nefes nefese çıkagelmişti o gün. O an nasıl yanımda olabildiğini düşünmeden boynuna sarılmıştım. Sonra bir süre karanlıktı. Kendime geldiğimde apartmanın önünde Aziz'in göğsündeydim. O da kollarını bana sarmış bir eliyle saçlarımı okşarken diğeriyle sırtımı sıvazlıyor ve sanki bir bebeği sakinleştirmeye çalışır gibi 'şş' sesleriyle bana her şeyin geçtiğini söylüyordu.

 

"Oldu birkaç kere." dedim doğruyu söyleyerek. Bir çoğunun onun yüzünden olduğunu söylemek için doğru bir zaman değildi.

 

Onun da çatılan kaşları bunu sorgulayacağını ama zamanının şimdi olmadığını söylüyordu.

 

"İyi ne güzel hepiniz iyi olduğunuza göre gitme vakti. Hadi Aziz." dedi babam ayağıyla hafifçe Aziz'i dürterken. "Elini kolunu da kendine sakla kırmayayım bacaklarını." Elimi tutan Aziz'in eli belli ki sinirlerini daha çok bozuyordu.

 

Annem elindeki plastik kolonya şişesini babama doğru sıktı. "Yeter, herkesi kovuyorsun evden yeter. Evde mi kalacak bu kız?" Annemin de derdi evden kovulan damat adaylarıydı. Bir tanesi daha az önce bir daha gelememek üzere kovulmuştu. Bir tanesini daha kaybetmeye dayanamazdı.

 

"Güzelim evi varken ya nerede kalacak?" Babamın istediği yerden olaylara yaklaşımı beni benden alıyordu.

 

"Daha güzel evlerde kalabilir." dedi Aziz de mırıltıyla. Neyse ki bu lafı sadece ben duymuştum. Gözlerimi belertip susması için bir işaret verdim.

 

"Sen burada kapıya gelenleri kovuyorsun ama bize laf söyleyeceğine önce annene söyle de üç günde bir beni arayıp 'Birce hâlâ evlenemedi mi?' diye sormasın." Babaannemin de tek derdi buydu işte.

 

"Yav bu kadının tek torunu benim kızım mı ya? Gitsin o eşek sıpası Mahir'e söylesin kolaysa evlen diye. Hem önünde abisi varken evlenmez benim kızım değil mi kızım?" Aziz'i uzaklaştırmaya çalışarak yanıma gelip oturmuştu kafamı göğsüne yaslayarak okşamaya başlamıştı. 'Evet babacım evlenmem' dememi bekliyordu muhtemelen.

 

"Mahir abi evlenmedi mi daha ya?" dedi Aziz şaşkınlıkla.

 

"Yok evlenmez o çok zor. Birce de o evlenene kadar evlenemez. Malum bu işler sırayla." dedi babam. Bu sefer de bu bahaneyi kullanıyordu.

 

Annem de ben de babamın bu haline gözlerimizi devirmiştik. Hayır yani karşısına çıkıp ben evleneceğim de dememiştim ki. Bu panik niyeydi?

 

"Halledilir ya Adem amca. Mahir abi sevecen biridir. Birce kibarca isterse, sırasını verir bence. Hatırlıyorum ben çok sevgi, saygı dolu kibar bir adamdı."

 

 

Temmuz-2013

 

"KOĞUŞ KALK!"

 

Hayır askeriyede değillerdi. Mahir'in evindelerdi ve saat daha 6'ydı. Birce, Mahir'in odasında yatmış Aziz ve Mahir ise oturma odasındaki çekyatlarda uyumuşlardı. Uyuyalı muhtemelen 4 saat bile olmamıştı. Ama Mahir koridor duvarlarına vurarak uyuyan ikiliyi uyandırmaya çalışıyordu.

 

Birce'nin dün geceki sarhoşluğundan dolayı başı çatlıyordu. Baş ağrısı yetmezmiş gibi bir de kuzeninin çıkardığı gürültü yastığı kulaklarına bantlama isteği uyandırıyordu. Onlar kalkmadığı sürece Mahir'in susmayacağını anlayan Birce çığlık atarak yattığı yerden kalktı.

 

"Sus be adam sus! Askeriye mi burası? Saat daha 6! Kargalar dışarıda daha kahvaltılarını yapmadılar. Senin amacın ne?!"

 

Birce'nin isyan çığlıkları Aziz'i de gülerek çekyattan kaldırmıştı.

 

"Senin keyfini mi bekleyeceğim kızım ben? Kalk uyan, kahvaltını yap, çık git evimden. Karargaha geçeceğim ben."

 

"Ya nereye geçiyorsan geç bizi niye uyandırıyorsun?" Elindeki pikeyi hırsla yatağa fırlattı Birce. Sabahları pek de iyi uyanmıyordu. Hele de bu şekilde bir uyandırılmaya şu hali sakin bile kalabilirdi.

 

Alnını gösterdi Mahir. "Bak bakalım benim alnımda gavat yazıyor mu? Ya da pezevenk falan. Onlarda yoksa loloş luluş falan yazıyor mu?"

 

"Ne diyorsun sen be sabah sabah?" Birce'nin beyni henüz çalışmaya başlamamıştı. Beynini kuzeninin ne demeye çalıştığını anlamaya çalışarak da harcayamazdı.

 

"İçerdeki o erkek cinsi ile seni aynı evde bırakır mıyım ben? Başınıza bir iş gelmesin dedik aldık evimize getirdik sen yüzsüz gibi para üstü nerede diyorsun?"

 

Bunalmışlıkla ofladı Birce. Şu sözü de duymaktan bıkmıştı. "Dayı yeğen ne bu erkek cinsi erkek cinsi takıntınız? Siz nesiniz acaba? Siz erkek değil misiniz? Bir söz vardır bilir misin kişi kendinden bilir işi diye. Siz ne haltlar yediyseniz zamanında ya da senin için konuşuyorum hala ne haltlar yiyorsan maşallah herkesi kendiniz gibi sanıyorsunuz."

 

Sırıttı Mahir Birce'ye bakarak. Kuzenine bu tatil boyu aklından hiç çıkmayacak bir şeyler verse hiç de fena olmazdı. "Vallahi benim öyle işlerde bezim olmaz açık konuşayım. Ama çok fazla adam tanıyorum maşallah hepsinin de boy boy bezleri var. Sana babanla ilgili bazı gerçekleri anlatıp burada seni üzmek istemem. Tatilinin tadını çıkar. Böyle şeyleri de hiç düşünme tamam mı? Ama erkeklere de kendi masum gözünden bakma. Unutma onlar bir erkek." Fısıldayarak söyledi son cümlesini. "Ve baban da öyle."

 

Duyduğu şeyle cırlayarak Mahir'i odadan dışarı çıkarması bir oldu Birce'nin. Şu an son düşünmek istediği şey babasının gençliğinde nasıl biri olduğuydu. Mahir koridorda ilerlerken o da sırtına vura vura peşinden geliyordu. Oturma odasının kapısında Aziz'le göz göze gelince Mahir'in sırtına vurmayı bıraktı. Dün gece üstüne kustuğu için hala biraz utanıyordu. Utangaç bir tavırla konuştu. "Günaydın."

 

Yeni uyanmış gözleri ve dağılmış saçlarıyla gülerek cevap verdi Aziz de. "Günaydın, sizin günlerde pek bir erken ayıyormuş. Askere mi hazırlıyorsun abi bizi?"

 

"Sen şu gördüğünü askere hazırlık mı sanıyorsun koçum? Hiç değil.. Merak etme orada komutanların öperek uyandırıyor seni. Biz şu an o hizmeti veremiyoruz maalesef. Sen zamanı geldiğinde benim alayıma düşsen de öpsem seni antrenman pistinde.

 

"Abi ayıp oluyor ama öpmek möpmek." dedi Aziz sanki alınmış gibi. Hoşuna gidiyordu Mahir'le konuşmak. Bir abinin varlığını hissetmek iyi geliyordu.

 

"Ayıp yatakta olur." dedi Mahir. Sonra gözlerini Aziz'in yattığı çekyata çevirdi. "Şu yatağı kaldır da ayıp olmasın abine ha koçum? Maazallah." diyerek Aziz'in ensesini hafifçe sıkarak mutfağa doğru geçti. Birce geride kalmış kapı önünde kıkırdıyordu.

 

"Gel kız mutfağa! Tüm sofrayı ben hazırladım zaten bir çay koy!" diye bağırdı Mahir mutfaktan. Aziz yatağını toplarken Birce de mutfağa geçti.

 

Birce'nin çayları koymasının peşine Aziz de gelmişti. Hep birlikte oturup Mahir'in dolaptan çıkardığı kahvaltılıklar ve sucuklu yumurta ile kahvaltı yapmaya başladılar.

 

"Daha iyi misin ayyaş?" diye sordu Mahir çayından bir yudum alıp.

 

"Aşk olsun abi! Birazcık sarhoş olmuşum sadece. Hemen ayyaş mı olduk?"

 

"Birazcık mı? Çocuğun gömleğine sanat yapmışsın be kusmuğunla. Bu çocuk senin yüzünden cıbıldak gezdi gece. Seni ayıltmak için kafanı denize sokmak durumunda kaldım. Kolum ağrıyor senin yüzünden. Kaç kilosun sen 110 mu?"

 

Birce hiç oralı olmamıştı. Mahir'in onunla uğraşmalarına alışıktı. O da çayından bir yudum aldı. "Türk Silahlı Kuvvetlerinin, teğmenlerinin daha benim gibi incecik bir kızı taşırken kolunun ağrıdığından haberi var mı acaba? Yoksa ben haber vereyim de yemin ettirmesinler sana bu ağustosta. Mezun olama."

 

"Hıı" dedi Mahir bir şeyi çözmüş gibi. "Neyin bu kadar ağırlık yaptığımı buldum sende. Dilin! Maşallah bir sen kadar da dilin çekiyordur tartıda."

 

Bu sözünün ardından dilini çıkardı Birce de Mahir'e. Mahir de elindeki çatalla tehdit etti Birce'yi. Kahvaltı boyunca arada Aziz'e sıçrasalar da genellikle birbirleriyle uğraştılar. Aziz de onları masanın diğer tarafından yüzünde tebessümle izledi.

 

Kahvaltıdan sonra Mahir ikisini de polisevine bıraktı. Oradaki memurlara şöyle bir görünmeyi de es geçmemişti. Dayısı gerçekten çok korkutmuştu belli ki bu iki genci. Ne olur ne olmaz başlarına iş açılmasın dedi. Kendini göstere göstere geldi kendini göstere göstere gitti.

 

Gitmeden önce Birce işten sonra onlarla takılmak isteyip istemediğini sorduğunda

"Çoluk çocukla işim olmaz." diye cevap verdi Mahir.

 

"Gören de seni çok büyük sanır. Alt tarafı üç yaş var be aramızda." dedi Birce de. Çocukluğundan beri o şekilde yetiştirildikleri için hep abi diyordu ama dışarıda görse abi falan demezdi.

 

"Benim okulda geçirdiğim her yıl çarpı üç yaş eder küçük. Siz çocuklar matematik sınavından 50 almışım diye ağlarken biz dağda kurşun sıkıyorduk."

 

Gözlerini kısarak küçümser bir tavırla dinledi onu Birce. "Sen bize kurban ol ve bence dua et sen dağda kurşun sıkarken kafasındaki çilekli lastik tokalarını sıkan biri denk gelip de kalbine tek kurşun sıkmasın."

 

Birce'nin son sözü bu olmuştu ve dilini çıkarıp arkasını dönüp gitmişti. "Beddua mı etti o bana?" diye sormuştu Mahir geride kalan Aziz'e. "Valla dua mı beddua mı pek anlamadım abi de. Sen yine de büyük konuşma başına gelir. Denendi onaylandı." deyip o da Birce'nin peşinden odaya çıkmıştı.

 

Hep birlikte hazırlandılar. Herkes yeni uyandığı için kahvaltı yapmak istemişti. Aziz'le Birce kahvaltı yaptıklarını söyleyerek biraz sahilde yürümek istediler..

 

Sahile geldiklerinde Aziz'in kafasında dün gece yaptığı ama Birce'nin hatırlamadığı itirafı tekrar etmek vardı. Havadan sudan konuşurlarken bir türlü lafa giremiyordu. Nasıl söylenirdi ki böyle bir şey? Dün nasıl söylemişti? O da hatırlamıyordu. Dan diye söylese miydi? 'Birce seni seviyorum!' sonra... Sonra 'sen de beni sev?' Yok olmazdı. Bu ne çeşit bir ilan-ı aşktı?

 

Konuyu oraya getirmek daha mantıklıydı belki. İleride bir kedi gördü. Konuştukları konuyu hiç umursamadan "Kedileri çok seviyorum ya." dedi. Birce de onun baktığı yere baktı ve heyecanla Aziz'in yanından ayrılıp kedinin yanına ilerledi.

 

Ama böyle olmaması gerekiyordu. Kedileri severim dedikten sonra başka başka şeyleri de severim diyecekti. En son da seni severim diyecekti. Bir anlığına durdu. İyi ki böyle bir şey yapmamıştı. Düşünürken mantıklıymış gibi gelmişti ama tekrar düşündüğünde pek de mantıklı olmadığı anlaşılıyordu.

 

Yanındaki kamerasını açıp kedi seven Birce'ye doğru ilerledi. Birce kamerayı görür görmez hemen sunucu kişiliğine büründü. "Günaydın, bugün tatildeki ikinci günümüz." Gülerek söylediği bu cümlenin ardından birden yüzü ciddileşti. "Dün gece ile ilgili konuşmuyoruz." deyip parmağını dudaklarına götürüp sus işareti yaptı. Tekrar gülümseyip kucağındaki kediyi gösterdi. "Onun yerine kedi seviyoruz."

 

Kedinin yumuşacık tüyleri okşarken saçlarında hissettiği el ile başını hafifçe kaldırdı. Aziz'le göz göze geldi ama Aziz'in arkasından vuran güneş ona doğrudan bakamamasına sebep oluyordu. Gözleri kısıldı, yüzü buruştu. Ama bu haliyle de inanılmaz tatlıydı. "Herkes kendi kedisini seviyor." dedi Aziz kameranın ardından. Birce başta anlam veremese de sonradan güldü Aziz'in bu dediğine ve kedinin tuttuğu patisiyle kameraya doğru bir pati attırdı. Utanmıştı ve bu da utancını saklama yoluydu.

 

Kediyi sevdikten sonra yürüyüşlerine devam ettiler. Aziz kafasında binbir farklı çeşit ilan-ı aşk senaryosu düşünüyordu. O sırada onlara doğru gelen çiçekçi bir kadın gördü. Aziz'in hareketlenmesini beklemeden kadın çoktan diplerinde bitmişti bile.

 

"Abe yakışıklı abim alasın şu pırlanta sevdiceğine bir gül."

Birce bu klişe anı yaşadıklarına inanamıyordu. Bu çiçekçiler de sürekli zor duruma düşürecekleri insanları seçiyordu. Dışarıdan baktıklarında sevgili oldukları çok belli olan insanlar vardı. Onlara gitseydi ya. Şimdi işin yoksa 'yok biz sevgili değiliz.' de. Kurtulmaya çalış diye düşünürken Aziz elini cebine attı ve cüzdanını çıkardı. "Gül istemiyorum abla şu pembe çiçek buketi ne kadar?" dedi.

 

Birce şok içinde Aziz'e bakıyordu. 'Yok biz sevgili değiliz.' demesi ve yola devam etmeleri gerekiyordu. Ne diye çiçek alıyordu ki şu an?

 

"Abim onlar şakayıktır ama biz şaka yapmayık 100 lira ver elalleşelim."

 

Birce'nin gözleri duyduğu fiyatla büyüdü. "Bu fiyatlar gerçekten de pek şakayıkmış ablacım. 100 lira ne?"

 

"Kız sana ne senden mi çıkacak parası? Arcasın sevdiceğin sana? Başka kime arrcayacak?"

 

"Aziz saçmalama gram altından pahalı çiçek mi olur?" dedi Birce fısıldayarak.

 

Kızın oğlanın kafasını karıştırdığını gören çiçekçi kadın hemen lafa atladı. "Tamam elli ver elalleşelim." dedi buketi uzatarak. Aziz cüzdanından elli lira çıkardı ve kadına verip çiçeği aldı. Kadın hayır dualarıyla uzaklaşırken Birce inanamaz gözlerle Aziz'e bakıyordu.

 

"İnanamıyorum sana gerçekten. O paranın üstüne 30 lira daha koysan gider gram altın alırdın." dedi kınayarak.

 

"Gram altın mı istiyorsun?" diye sordu Aziz Birce'yle uğraşarak.

 

"Ben niye senden gram altın isteyeyim ya? Kendine alırdın atardın bir kenara."

 

"Ama ben sana çiçek almak istedim." dedi Aziz elindeki çiçeği Birce'ye uzatırken. Birce çiçeklere baktı ve gülümsedi. Annesinin hep anlattığı bir çocukluk anısı geldi aklına kendini tutamayıp daha fazla güldü. Aziz neye güldüğünü sorgulayan bakışlarla ona bakıyordu. Anlatmalı mıydı anıyı? Yanlış anlaşılmaya müsait bir ortamdı sanki?

 

"Neden güldün?" dedi Aziz sonunda dayanamayıp.

 

"Annem bir anı anlatırdı da o geldi aklıma." dedi Birce. Gülüşü daha yüzünden silinmemişti. Anlatıp anlatmamak arasında gidip gelirken Aziz'in bakışları pek ikna ediciydi.

 

"İşte babam ben küçükken anneme çiçek almış gelmiş. Sonra ben çok ağlamışım bana almadı diye." Bir süre sessiz kaldı Birce. Gerçekten utanıyordu şu an devamını anlatmaya. "Ee sonra." dedi Aziz. Birce'nin devam etmesini istiyordu. "Sonra işte babam da demiş sana da alırım." Tekrar kısa bir süre daha durdu Birce. "Ben de demişim ki... Ben de demişim ki... Ben d... Aziz telefonun çalıyor."

 

"Ne?" diyebildi Aziz sadece. Bangır bangır çalan telefonunu duymamıştı resmen. Bu anının sonu çok güzel gir yere gidecek gibiydi. Belki de bu anının ardından itiraf edebileceği bir an yaşayacaklardı ama bölünmüşlerdi. Belli etmemeye çalıştığı siniriyle telefonunu cebinden çıkarıp açtı.

 

"Biz kahvaltıyı bitirdik." dedi Erdem telefondan. Aziz hafifçe Birce'ye arkasını döndü. "Bok ye Erdem." dedi ve telefonu kapattı. Geri tekrar Birce'ye döndüğünde gülerek "Bizimkiler, kahvaltılarını yapmışlar bizi bekliyorlarmış." dedi ve elindeki çiçeği alması için tekrar Birce'ye uzattı.

 

Birce teşekkür ederek çiçeği aldı. "Anının sonunu merak ettim." dedi Aziz. Ama artık Birce'de anlatacak cesaret yoktu. Utanıyordu. "Anlatırım bir ara." dedi ve arkadaşlarıyla buluşacakları yere doğru yola koyuldular.

 

Tatilin ikinci günü için sabahtan Efes Antik Kentine gitmeye karar vermişlerdi. Biraz uzun süren bir otobüs yolculuğunun ardından Efes'e vardılar. Aziz Sarp'ı da Erdem'i de uyarmıştı. Ellerinden geldiğinde Birce ile onu yalnız bırakacaklardı.

 

Başta hep birlikte gezseler de bir süre sonra ayrışmalar yaşanmıştı. Aziz için beklediği fırsattı. Yanlarında kalabalık bir tur grubu vardı. Aziz'le Birce de etraflarına bakınıyordu. Birce ara ara neyin ne olduğunu soruyor Aziz bildiklerine yanıt veriyordu. Tabi ki bolca fotoğraf ve video çekiyorlardı.

 

Bir ara Aziz Birce'yi kolundan tuttu ve dikkatini kendi üstüne çekti. "Bir efsaneye göre.." diye başladı cümlesine. Amacı kendi hissettiklerini uydurulmuş bir efsanenin içine yedirip sonunda da efsanedeki kişinin kendisi olduğunu Birce'ye söylemekti.

 

"Efsanelere göre bu kentte çok aşklar, dostluklar, ihanetler yaşanmış."

 

"Nasıl ihanetler?" dedi Birce. Dikkatini çeken ilk şey ihanet kısmıydı.

 

"Yani yaşanmış var bir sürü. Ben onlardan bahsetmeyeceğim ama." dedi Aziz konunun dağılmamasına çabalarken.

 

"Neden ya?!" diye mızmızlandı Birce. "Ben ihanet, entrika dinlemek istiyorum."

 

"Güzel bir aşk hikayesi anlatacağım Birce!" dedi Aziz sesini çok hafif yükselterek.

 

"İyi tamam anlat bir şey demedik." diye karşılık verdi Birce de biraz bozularak. İhanet hikayesi dinlemek istiyordu.

 

"Biliyorsun tanrılar insanların arasında dolaşır hatta bazı insanlara aşık olurlarmış."

 

"Hıı biliyorum. Utanmadan bir de karılarını aldatıp çocuk yapıyorlardı o insanlardan. Baş harfi Zeus."

 

Aziz derin bir nefes çekti içine. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "Neyse ki konumuz Zeus değil." dedi gülümseyerek. "Afrodit."

 

Birce gözlerini kısarak Aziz'e baktı. "Aman konunuz Afrodit olsun zaten. Erkek değil misiniz? Başka ne düşünürsünüz ki? Anlat ne olmuş Afrodit'e? Memeleri çok mu büyükmüş? Kimleri kimleri aşık etmiş kendine anlat ya?" Birce'nin bu agresif tavrı sabah Mahir abisinin söylediği şeyden kaynaklanıyordu. Erkek cinsi ve düşünme şekilleri beyninde kira vermeden yaşıyordu şu anda.

 

Aziz Birce'nin ağzından çıkan cümlelere bir anlam veremedi. "Ne alakası var? Afrodit'in memesi mi dedim ben sana?"

 

"Demezsiniz zaten ama düşünürsünüz. Aklınızdan çıkmaz değil mi?" Şu an Birce bile neye trip attığından habersizdi. İkisi arasında bir sessizlik oldu. O sırada yanlarındaki kalabalık grubun rehberinin konuşmaları daha net duyulur oldu.

 

"Efsaneye göre dönemin Roma İmparatoru Decius, Hristiyanlığın yayılışını durdurmak ister. Hristiyanların yeniden puta tapmalarını sağlamak amacında olan Decius'un döneminde yaşayan 7 Hristiyan genç putperestliğe ve Roma İmparatoru'nun tanrılaştırdığı tapınağa kurban sunmayı reddeder. Ölüm tehditleri alan bu 7 genç şehirden kaçarak yol üzerinde bir mağaraya sığınır ve bir süre sonra 200 yıl sürecek derin bir uykuya dalarlar."

 

Birce adımlarını gruba doğru ilerlettiğinde Aziz'in kolunda tutmasıyla durdu. "Nereye?" diye sordu Aziz. "Ben tur rehberinin anlattığı efsaneyi dinleyeceğim. En azından oradaki erkekler uyuyor. Zararsızlar." dedi ve kolunu Aziz'in elinden kurtarıp kalabalık grubun içerisine girdi. Aziz gerçekten ne olduğunu anlamamıştı.

 

Gezilerinin ilerleyen vakitlerinde de pek yalnız kalamamışlardı. Birce tur rehberini dinledikten sonra arkadaşlarını bulmak istemiş ve devamında hep birlikte gezmişlerdi. Erdem, Aziz'in düşünceli yüzünden, işlerin istediği gibi gitmediğini anlamıştı. Yeni bir plan gerekecekti. Öğle vaktini deniz kenarında bir yerde yemek yiyerek geçirmek istediklerinden Kuşadası'na gitmeye karar verdiler. Yolda Erdem ve Aziz yan yana oturmuş ve A, B ve de C planlarını kurmaya çalışmışlardı.

 

Hep birlikte restoranda yemek yiyip güzel vakit geçirdiler. Öğlenin yakıcı vakti geçmek üzereydi. Hazır buraya gelmişken denize girelim dediler. Hepsinin yanlarında, kızlarınsa içlerinde kıyafetleri vardı. Hepsi bu fikri onaylayınca yakındaki bir plaja gittiler.

 

Hazırlanıp denize girdiler. Deniz o kadar güzeldi ki yakıcı güneş bile şu an onları pek etkilemiyordu. Uzun bir süre yüzdüler. Sonra yarış yaptılar. En son yüzmek istemediklerinde nefes tutma yarışı bile yaptılar. Denizin içinde el ele tutuşup halka oluşturdular ve kafalarını aynı anda suyun içine soktular. İlk pes eden hep Aziz olmuştu. Yarış bittikten sonra arkadaşlarının dalga geçmelerinden kurtulamamıştı.

 

"Sana boşuna mı diyoruz içme şu sigarayı diye. Yakında oksijen cihazına bağlanıp yürüyeceksin." diye uğraşıyordu Erdem. Sarp ise nefes nasıl tutulur onu gösteriyordu uygulamalı olarak.

 

"Ben Ankaralıyım abicim. Siz balık gibi hepiniz deniz kıyısında büyümüşsünüz şimdi gelip bana burda caka satmayın."

 

"Lan Ankaralılıkla nefesini tutmanın ne alakası var." dedi Erdem gülerek.

 

"Sen anlamazsın Erdem çünkü hiç Ankaralı olmadın." dedi Sarp sahte bir ciddiyetle. Aziz ikisinin de kafasını suya sokmakla tehdit ettiğinde şakalarına kısa bir ara verdiler.

 

Leyla yorulduğunu söylediğinde Meryem de güneşlenmek istediğini söylemişti. Denizden çıkan ikiliyi tabi ki de sevgilileri yalnız bırakmamıştı. Birce'nin denizden çıkası yoktu. Asıl balık oydu. Aziz'in de işine geldi bu durum. Yeni bir hamle yapabilirdi. "Yarışalım mı?" dedi Birce gözlerinde hırs parıltılarıyla. "Allah aşkına biraz duralım." dedi Aziz. Gerçekten yorulmuştu. Kalbi sıkışıyor gibi hissediyordu.

 

Başını sallayarak onayladı Aziz'i Birce "Su çok güzel değil mi?"

 

"Çok güzel gerçekten." dedi Aziz. Ama denizle ilgili konuşmuyordu. "Böyle sakin, dingin, insana huzur veren bir tarafı var. İnsan başta bir korkuyor yalan yok. Kapılıp gitmekten, boğulmaktan korkuyor. Ama içine girdiği zaman fark ediyor asıl güzelliği. Saçma bir mutluluk veriyor. Umut veriyor. Her şey güzel olacakmış gibi. Kandırmıyordur değil mi? Bu bir serap değildir? Gerçekten de her şey çok güzel olacaktır?"

 

Birce'nin suratı garip bir hal almıştı. Aziz'in yüzüne değil, önündeki denize bakıyordu. Aziz bir an için söyledikleri yüzünden Birce'nin böyle olduğunu düşündü. Buradan toparlayabilir miydi? "Güzel yani deniz. Seviyorum ben de. Ankara'da hiç yoktu biliyor musun? Buralar çok iyi o yüz..."

 

Birce'nin elini kolunda hissettiğinde sustu Aziz. "Ne oldu?" dedi suratı garip bir ifadeyle donmuş kalmış kıza.

 

"Ben çıkıyorum." dedi Birce. "Sen de çıksana. Önden çık."

 

Aziz Birce'nin tavrına anlam veremiyordu. Bir çeşit red miydi bu. Anlamıştı ne diyeceğini de önlem mi alıyordu. İtiraz edecek gibi oldu ama Birce'nin surat ifadesi çok zor durumda gibi hissettiriyordu. Bunu hissettiği için önde Aziz arkada Birce denizden çıktılar. Birce anında gidip havlusuna sarıldı. Çantasını eline aldı ve kızların kulağına bir şey fısıldadı. Meryem yattığı yerden kalkacakmış gibi oldu ama Birce ona engel oldu. Çantasıyla birlikte uzaklaşırken Aziz arkasından bakakalmıştı. Ne olmuştu şimdi?

 

Dayanamayarak Birce'nin peşinden gitti kapalı kabinlere girdiğini gördü. Bir süre dışarıda bekledi. Tuvalete mi gitmişti, duş mu alıyordu, üstünü mü değiştiriyordu. Hangisiyse bir diğer sorusu daha vardı. Neden?

 

Birce kapıdan çıkınca karşısında görmeyi beklemediği Aziz'le karşılaşınca bir anlığına afalladı. Aziz baştan aşağı süzdü Birce'yi. Duş almış ve elbisesini giymişti. Bu bir daha denize girmeyeceği anlamına geliyordu. İyi de neden?

 

"Neden duş aldın?" diye sordu.

"Denizden çıktım çünkü?" dedi Birce de.

"Neden çıktın?"

"Çıkmam gerekti."

"Neden? Rahatsız mı oldun?"

"Evet."

 

Birce'nin onayıyla ne düşünmesi gerektiğini bilemedi Aziz. "Benden mi? Seni rahatsız etmek istemedim sadece artık bir şeyleri anlat..."

 

"Ne diyorsun Aziz?" dedi Birce çatık kaşlarıyla. "Senden neden rahatsız olayım?"

 

"Neyden rahatsız oldun o zaman?"

"Seni ilgilendirmeyen bir şeyden." diye cevap verdi Birce gözlerini büyüterek. Aziz'in artık susması gerekiyordu.

 

"Beni ilgilendirir!" dedi sert bir tavırla. "Seni rahatsız eden her şey beni ilgilendirir. Ya şimdi söyle ya da ben öğrenmenin bir yolunu bulayım."

 

Birce'nin büyüyen gözlerine kızaran yanakları da eklenmişti. Derin bir nefes verdi. Aziz'den kurtuluş yoktu. Hem Birce neden utanıyordu ki. Söylesin de Aziz utansındı diye düşündü. "Denizdeyken regl olduğumu hissettim gerizekalı." dedi. Aziz'in yüzü anında şekil değiştirmişti. "Olmamışım ama her an olabilirim o yüzden önlem aldım. Bugün daha fazla denize girmeyeceğim için de duş aldım ve giyindim. Var mı başka sorun? Döngüm kaç gün sürüyor bilmek ister misin?"

 

Aziz böyle bir şey duymayı beklemiyordu. Utanmıştı ama konudan değil, aptallığından utanmıştı. Ne söyleyeceğini bilmez bir haldeyken birden başını yerden kaldırdı. "Bir şeye ihtiyacın var mı? Karnın ağrıyor mu? Piko alayım mı sana?"

 

Azizi'in peş peşe sıraladığı sorular Birce'yi gülümsetmişti. Şapşaldı bu çocuk. Gerçekten şapşaldı.

 

Ve bu planı da hüsranla sonuçlanmış bir şapşaldı. 3'te 0 çekmişken bu günü pas geçmeye karar verdi. Düşünüp durmayacak Birce ve arkadaşlarıyla eğlenmesine bakacaktı. Belli ki bugün o gün değildi.

 

 

Ekim-2024

 

"Deli misin kız sen? Niye adamın üstüne atlıyorsun parçalar gibi." dedi Aziz.

 

Babam Aziz'i kibar bir dille kovmuştu. Biz de kapı önünde son konuşmalarımızı yapıyorduk. "Ne yapayım adam kalkmış sana vuruyor. Hiçbir şey olmamış gibi bir kenarda mı bekleseydim."

 

"Beni de korurmuş." dedi sol yanağıma bir öpücük kondurarak. "Hiç de kıyamazmış." deyip sağ yanağıma da aynı öpücükten kondurdu. Hafifçe ittim bedenini. Babama yakalanmamızın hiç gereği yoktu.

 

"Şımarma hemen. Ben insanlık görevimi yaptım." dedim burnumu havaya dikip.

 

"Senin insanlığını da havaya diktiğin o burnunu da yerim." deyip burnuma da bir öpücük kondurdu. Hafifçe yanağına vurdum. Gülerek diğer yanağını çevirdi. "Hatrı kalır." dedi üzgün bir sesle. O yiyeceği silleyi beklerken hafifçe öptüm yanağını. Bir kaşını havaya kaldırarak yüzünü bana çevirdi. "E şimdi de buna haksızlık oldu." dedi az önce vurduğum yanağını göstererek.

 

"Şımardın, hadi git." dedim hafifçe ittirerek. Ellerimi göğüslerinden uzak tutmak için karnını seçmiştim ama burası da birkaç saat öncesini bana hatırlatır gibi sertti.

 

"Şımarttın." dedi yan gülüşüyle. Sonra yüzü aniden düştü ve kafasını omzuma yasladı. "Şimdi kim seni burada bırakıp soğuk evine gidecek." dedi mızmızlanır gibi.

 

"Sen." dedim duygusuzca. Ortamda birinin duygularına hakim olması gerekiyordu.

 

"Çok romantiksin güzelim." dedi kafasını kaldırıp. Sonra sanki bundan pişman olmuş gibi diğer omzuma yaslandı tekrar. "Yarın iş var bir de."dedi aynı mızmız ses tonuyla.

 

"İşe gitmezsen para kazanamazsın." dedim çocuğunu okula gitmeye ikna etmeye çalışan anne gibi. "Ee" dedi boğuk sesiyle. "Eesi babam parasız adama kız vermez haberin olsun."

 

Kafasını kaldırdı omzumdan gülerek bana bakıyordu. "Ne kadar motive edici bir cümle. Ofisime asacağım. Bakıp bakıp motive olup daha çok çalışırım."

 

"Mantıklı." dedim ben de gülmemeye çalışarak.

Birkaç saniye sessizce birbirimizi izledikten sonra "Gidiyorum." dedi. "Git." dedim ben de sessizce. "Git de çok para kazan. Babam beni sana versin."

 

Cümlemin ardından suratına kapıyı kapatmıştım. Delikten baktığımda sırıttığını görmüştüm. Bir an kapıyı çalacak gibi elini kaldırdı ama sonra vazgeçti. İşaret parmağını kapıya doğru salladı ve gülmemek için sıkıştırdığı alt dudağını serbest bırakıp arkasını dönüp gitti.

 

Biraz bizimkilerle sohbet ettikten sonra uyumak için odama geçtim. Sabah iş olması beni de en az Aziz kadar üzüyordu. Bunun üzüntüsüyle ne zaman uyuduğumu anlamamıştım bile. Sabah uyandığımda Aziz'den gelen günaydın mesajına cevap verdim ve hazırlanıp işe gittim.

 

İşte Şahin'i gördüğümde benden partide olan olaylardan dolayı özür diledi. Asu ile geçmişten bir tanışıklığı olduğunu ve bu olaylarla ilgili en ufak bir fikrinin olmadığını söyledi. Özür dilemesine bile gerek yoktu ama gerçekten de düşünceli birisiydi. Aziz'in elini bile sormuştu. İkimizin de iyi olduğunu söyledikten sonra sanki daha çok rahatlamış gibiydi. Bugün Kemal Bey'in geleceğini ve yeni haberler olduğunu söyleyip odasına geçmişti.

 

Ben de çizimlerimin başına geçtiğimde Emre tepeme dikildi. "Yine ortalığı birbirine katmışsın üstadım. Her ortamda nasıl olay çıkarabiliyorsun ya? Tamam dikkatler senin üzerinde olsun ya! Ne bu parlama isteği?" dedi benimle uğraşarak.

 

"Dayak yiyeceksin." dedim suratına bile bakmadan. Tehditimin dozunu anlamalıydı. Yılların tecrübesi vardı.

 

"Bak bak yine olay çıkarıyor. Tamam ya en çok sen konuşulacaksın. Zaten partiye giden çalışanlar seni konuşuyor sabahtan beri."

 

Yaptığım işi bırakarak Emre'ye döndüm. "Daha mesai saati yeni başladı bu insanlar dedikodu yapmaya ne zaman fırsat buluyorlar ya!" dedim sessiz bir sinirle.

 

"Şaka şaka ben konuştum. Zaten bir tek Şahin'le." dedi gülerek. "Hafta sonu Birce'yle konuştun mu falan diyince ben de biraz sorguladım bu da döküldü. Sakın buna sır falan verme ha. Yarın öbür gün gider her sorana anlatır. Ağzında bakla ıslanmıyor. Incığını cıncığını her şeyi anlattı. Hayır o kadar da sormadım bile yani. Konuşası varsa demek ki."

 

"Sabah sabah başımı ağrıttın Emre git başımdan. Zaten Kemal Bey gelecekmiş. Şu son düzenlemelere bir göz atmam lazım."

 

"Şahin'in dediği yeni haberlerin ne olduğunu merak etmiyorsun galiba?" dedi ve uzaklaşır gibi bir hamle yaptı. Anında durdurdum onu. "Neymiş?" dedim merakla. Biraz mırın kırın etse de benim tehditleri her zaman işe yaradığından konuşmaya başladı.

 

"Kemal bey evin yapılacağı araziyi size göstermek istiyormuş. O yüzden şöyle iki üç günlüğüne size her şey dahil bir tatil ayarlayabilirmiş." dedi.

 

"Alaçatı'ya mı gideceğiz?" dedim şaşkınlıkla.

 

"Ben değil maalesef. Sen, Şahin, Kemal Bey ve Kemal Bey'in anlaştığı mühendislik firmasından birileri. Bizim birlikte iş yaptığımız yeri istememiş başka yer önermiş Şahin'e. Şahin bugün ikna etmeye çalışacak ama o adam ikna olmaz. Kafasında her şey planlı. Şahin de şu saatten hayır diyemez zaten adama."

 

"Sen dedikodu kazanının kendisisin." dedim gururlu gözlerle ona bakarken.

 

"Bu şirket ben varım diye ayakta hey gidim hey." deyip yerine geçti. Bir süre arkasından güldükten sonra çalışmama döndüm.

 

Kemal Bey gerçekten gelmişti ve gerçekten onunla bu hafta sonu Alaçatı'ya gitmemizi istiyordu. Yakınlardaki bir oteli tutacağını ve her şeyi kendi karşılayacağını da söylemişti. Devamında Alaçatıyla ilgili bir şeyler anlattı ama o kısmı pek dinlemedim. Aklımdan geçen planı düşünmekle meşguldüm.

 

İş çıkışı Akgün'e bakmak için Meryem ile birlikte görevlendirilmiştik. Leyla da bir seansının ardından tekrar eve gelmişti. Erdem şirket yemeği dolayısıyla dışarıdayken kız kıza eğlencenin vakti gelmişti. Ama eğlenceye giriş yapmadan önce aklımdaki plan için beni destekleyecek dostlar bulmam gerekiyordu. Önce Kemal Bey'in bizi Alaçatı'ya götüreceğinden bahsettim. Kızlar tabii ki bu duruma sevindiler. Benim için değişiklik olacağından iyi geleceğinden bahsettiler. Bense heyecanla iyi dileklerinin bitmesini bekliyordum. Onların susmayacağını anladığımda ise araya girdim.

 

"Aziz'e de benimle birlikte gelmesini söyleyeceğim ve yıllar önce yapamadığımız yerde, Alaçatı'da, ona, onu sevdiğimi söyleyeceğim!"

Loading...
0%