@melinogut
|
İkisi de şaşkın bir halde bana bakıyorlardı.
"Gerçekten mi?" dedi Leyla heyecanla. Yüzünü bir gülüş kapladı.
"Gerçekten galiba." dedim ben de sırıtarak. Sanki az önce Aziz'e ilan-ı aşk etmişim gibi utanmaya başlamıştım.
"Ay sonunda Allah'ım çok sevindim." deyip oturduğu yerden kalkıp hızla bana sarıldı. Ben de ona sarıldım ve heyecanım daha da arttı. Sanki ben gerçekten az önce Aziz'e söylemişim de şimdi beni tebrik ediyormuş gibi hissetmiştim.
O sırada gözlerim hâlâ koltukta oturan Meryem'i buldu. Bana düşünceli gözlerle bakıyordu. Bir şey söylemek ister gibiydi. Kollarımı Leyla'dan çözünce, Leyla da baktığım yere baktı. İkimizin bakışmasına anlam verememiş olacak ki "Ne oldu?" diye sordu.
Ben Meryem'in konuşmasını beklerken o da birkaç saniye sessiz kaldı. Leyla ile aramda gitti geldi bakışları. Sonra bende kitlendi. "Emin misin?" diye sordu.
"Eminim tabi niye emin olmayayım?" diye cevap verdim. "Bir ilişkiye başlamamız için benim adım atmam gerekiyor. Ben de o adımı atacağım." dedim omuzlarımı silkerek.
Derin bir nefes alıp verdi önce. Söylemek istediği şeyi henüz söyleyememişti. "Neden şimdi?" Gözlerinde derin bir anlayışla sormuştu bu soruyu. "Sevmene, sevdiğini bilmene rağmen kararlıydın söylememeye. Önce o gitme nedenini söyleyecek diyordun. Şimdi ne değişti?"
Dudaklarımı açıp kapattım ama söyleyecek bir şey çıkmamıştı aralarından. "Ben söyleyeyim isterse . Öğrendiğimiz şey yüzünden. Değil mi?"
Leyla anlamaz bakışlarla ikimize birden bakıyordu. "Ne öğrendiniz ya? Ne oluyor?" dedi anlamak ister gibi.
Meryem, Leyla'ya açıklama yapmam için bana bakıyordu. Benimse dudaklarım mühürlenmişti sanki.
"Birce, Aziz'in kalp ameliyatı olduğunu düşünüyor."
"Ne?" diye bir çığlık sesi yükseldi Leyla'dan. Yerde oyuncaklarıyla oynayan Akgün bile korkmuştu bu sesten. O ağlamasın diye Leyla onun yanına eğilmişken adeta bir rönesans tablosu gibiydik. Tüm bakışlar da benim üstümdeydi.
"Aziz'in kullandığı ilaçlar ve göğsünde, ameliyat yerinin olması gereken yerdeki dövmenin tek açıklaması bu Birce için." diye açıkladı Leyla'ya Meryem. Eve geldikten sonra ona dövmeden söz etmiştim. Onun da şüpheleri iyice artmıştı.
"Sen Aziz'in göğsündeki dövmeyi ne ara gördün Birce?" dedi Leyla kucağında Akgün'le yerden kalkarken.
Gözlerimi devirerek ona baktım. "Şu an konumuz bu mu Leyloş?"
"Evet bu değil. Konumuz Birce'nin, Aziz'in kalp ameliyatı olduğunu düşündüğü için ona duygularını itiraf edecek olması."
"Yok öyle bir şey o yüzden falan değil." dedim itiraz ederek.
"Aziz belli ki en başında bu yüzden demedi zaten. Bunu öğrendiğinde nedeni ne olursa olsun onu affedeceğini biliyordu çünkü sen hiçbir zaman Aziz'e kıyamadın. Hele de konu Aziz'in canıysa. Ameliyat olduğu için onu affetmeni istemiyor. Bunu bilmememe rağmen onu affetmeni istiyordu. Ama sen öğrendim ve yaptığın ilk şey onu affetmek oldu."
"Hayır onunla alakası yok!" diye karşı çıktım tekrardan. "Parti akşamı hastaneden sonra öptüm ben Aziz'i. İstediğim için öptüm."
"İstediğin için öptün, affettiğin için değil. Ve sen de diyorsun. Hastaneden sonra. Aziz bir kaza geçirse de yanına gitsen şu an evlilik teklif etse kabul edersin. Senin hassas noktan bu. Aziz de seni çok iyi tanıdığı için söylemedi hiçbir şeyi. Bunu düşünerek onu affet istemedi çünkü. Belki de farkında değilsin ama tam olarak bunu yapıyorsun."
Meryem'in cümleleriyle birlikte olduğum yere oturdum. Akgün'ün peluş arısını kucağıma alıp gözlerim boşluğa dalmış bir halde düşünmeye başladım. 'Gerçekten de öyle mi yapıyordum?' Aziz'e yumuşamam çok daha öncesinde başlamıştı. Ne zamandı? İlk kez birlikte uyuduğumuzda mı? Hayır, o zaman pek kendimde sayılmazdım ve hâlâ çok kırgındım. İkinci kez birlikte uyuduğumuzda? Yarış yapmıştık ve ben hastanelik olmuştum. Beni evine getirmişti. Hâlâ tripliydim. Hale'yi görünce işler biraz değişmişti tabi. Kıskanmıştım. Baştan başlamaya izin verdiğim gün. Ben Aziz'i kıskanmıştım. Aziz'in eli felaket bir şekilde kesilmişti ve biz yine hastanelik olmuştuk. Üstüne üstlük ne işe yaradığını bilmesem de Aziz'in kan sulandırıcı kullandığını öğrenmiştim. Sonra beni sahil kenarına götürüp benimle kavga etmeye çalışmıştı. Kavga etmemek için direnmiştim. Neden direnmiştim? Çünkü o sırada içimdeki deli gibi kıskançlığı değil Aziz'in yaralı elini düşünüyordum. Neden bu halde olduğunu? Neden o kadar çok kan aktığını? Ama üstüme gelmişti ve ben de kendimi ona teslim etmiştim. Dövmesini gördükten sonra da aynı şeyi yapmıştım. Sanki her şey önemini kaybetmişti.
Ben gerçekten de konu Aziz'in sağlığı olunca hiçbir şeyi umursamıyor muydum?
"Ama hayır." dedim mırıldanarak. "Ben Aziz'i seviyorum ki. Hep sevdim."
Meryem yavaşça kanepeden kalkıp yere, yanıma geldi. "Seviyorsun tabi ki deli. Tabi ki seviyorsun. Ama bu öğrendiklerini hiç öğrenmemiş olduğunu düşün. Sence şu an Aziz'e söyler miydin onu sevdiğini?"
"Ama seviyorum." dedim büzülmüş dudağımla. Gerçekten ağladım ağlayacaktım. Aynı şekilde Meryem'in de dudakları büzüldü ve bana sıkıca sarıldı. "Biz de biz de." diye hemen Leyla da Akgün'le birlikte yanımıza geldi. O benden daha çok ağlamaya başlamıştı.
"Leyloş ben terapiye gitmiştim ama. Son kullanma tarihi falan mı bitti. Niye böyle oldu?" dedim mızmızlanarak. Gerçekten canım çok sıkılmıştı.
"Saçmalama be deli. Öyle bir şey değil o." dedi gözlerini silerken. "Hem ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Aziz'in restoranda karşına çıktığı ilk gün eli kanasa tamam seni seviyorum mu diyecektin? Demezdin. Tutup öpmezdin de. Belki seni yakınlaştırmıştır yaşanan şeyler ama Aziz de zaten haftalardır bunun için çabalamıyor mu? Kıçının dibinden ayrılmıyor ona alış, eskisi gibi yakın hisset diye. Ben eminim sen Aziz'in yanındayken hissettiğin duygular yüzünden bu kadar çabuk teslim ettin kendini. Aziz gittiğinden beri içindeki o boşluğu dolduran kimse olmadı ki. Normal değil mi ona tutunman? Bir an önce kavuşmak istemen?"
Leyla konuşurken ben de bir yandan onun gözyaşlarını siliyordum. Ve çok mantıklı konuşuyordu. Daha fazla konuşmasını istiyordum. Bir yandan da Meryem'e bakıyordum. O da onaylamalıydı.
"Normal değil mi Meryem? Ona tutunmam? Bir an önce kavuşmak istemem?" diye sordum Leyla'nın sorularını sorarak.
Gülümseyerek bana baktı o da "Normal biriciğim normal." dedi ve bana daha çok sarıldı. "Haklısınız ya! Yeter zaten kaç yıldır sizi bekliyoruz. Söyleyin de kurtulun artık."
İsyanıyla hepimiz gülüştük. Yanaklarımızdaki yaşlar parlarken ortamızdaki Akgün de minik elleriyle yanaklarımızı silmeye uğraşıyordu. Üç tarafı ağlak kadınlarla çevrilmişti. Çocuğumun bu çabası bizi daha çok güldürmüştü. Biz ona gülerken dış kapıdan gelen kilit sesiyle bakışlarımız o tarafa kaydı.
Biz oturma odasının ortasında ağladıkları belli olan üç kadın olarak birbirimize sarılıyorduk. Kapı açıldığındaysa Erdem bizi görmesiyle korkuyla geriye çekildi. Kalbini tutarken seslice nefes verdi. "Napıyonuz siz ya odanın ortasında?" Onun sesleriyle birlikte arkasından iki kafa daha çıkmıştı. Aziz'le Sarp da buradaydı. "Çocuğumu da almışsınız ortanıza ayin mi yapıyorsunuz?" diyerek ayakkabılarını çıkarıp içeri yanımıza geldi.
Leyla Akgün'ü kucağına alıp ayaklandı ve kocasını gülen bir yüzle karşıladı. Akgün de Leyla da Erdem'in yanağına birer öpücük kondurduğunda Erdem de onu karşılayan ailesini öpücüğe boğmaya başlamıştı.
Meryem hiçbir şey olmamış gibi oturduğu yerden kalktı ve tekrar kanepedeki yerine geçti. Sarp içeri girdiğinde birbirleriyle selamlaşmadılar ama korkak bakışları sürekli birbirine denk düşmüştü.
Ben yerde otururken Aziz hızla yanıma geldi. Diz çöktü ve çenemden tutup kafamı kaldırdı. Bir kolunu da omzuma dolamıştı bile Geriye düşen kafam şu an arkamdaki kola yaslanıyordu. Gözleri yüzümde gezindi. "Güzelim, ne oldu?" dedi endişeyle. Onun bu ilgili hali gözlerimin daha çok dolmasına sebep oluyordu. Ben bu çocuğu affetmeyecektim de ne yapacaktım?
"Bir şey yok." dedim kafamı sağa sola sallayarak. İnanmamıştı dediğime ve hâlâ bir ipucu arar gibi yüzüme bakıyordu. "Valla yok ya!" dedim ve yanağına bir öpücük bıraktım. "Hoş geldin." dedim nazlanarak. Tek bir kelimem ve cilvem aklını karıştırmaya yetmişti bile.
"Ben de özledim göstereyim mi ne kadar özlediğimi." diye fısıldadı kulağıma.
"Çok isterim göstermeni." dediğimde bir an için suratı dondu kaldı. "Ama şimdi değil." deyip diğer yanağını da öptüm be oturduğum yerden kalkıp Meryem'in yanına kanepeye koştum.
Aziz yerdeki bakışlarını yavaşça kaldırıp bana baktı. Suratında yan gülüşüyle ağzının içindeki dilini ısırdığını fark ediyordum. Bunun rövanşı alınacaktı. Bakışından belliydi.
"Çocuklar yabancı değil diye sana haber vermedim karım." diye bir bilgilendirme geçti Erdem Leyla'ya. "Ay yok ne haberi saçmalama misafir değil onlar." dedi Leyla da babasının göğsüne yaslanmış Akgün'ü severken.
"Mutfakta yemek var açsanız yiyebilirsiniz. Bu evde hizmet bekliyorsanız çok beklersiniz. Kocamı çocuğumu alıp odaya geçiyoruz. Akgün'ü uyutacağız. Siz de çabuk gidin ve ellerinizi yıkayın." deyip gerçekten de dediğini yapıp kocasını ve çocuğunu alıp odaya geçti.
"Leyla haklı, ben bir ellerimi yıkayayım. Bir tanem sen bir göster bakalım bana lavabo neredeymiş."
"Biliyorsun lavabonun nerede olduğunu, daha önce geldin." dedim anlamaz bir tavırla.
"Hiç hatırlamıyorum biliyor musun? Bir tekrar göster sen bir bana bakalım hatırlayacak mıyım?" Yanıma gelip elimi tutarak oturduğum yerden kaldırdı. Peşine takarak lavaboya doğru sürükledi.
Banyonun önüne geldiğimizde hızla içeri girdi, beni de peşinden soktu ve kapıyı kapatmasının ardından sırtım kapıyla buluştu. Bir eliyle hâlâ elimi tutarken diğeriyle kapıya yaslanmıştı. "Selam." dedi kafasını hafifçe sola yatırıp. O kadar güzel gülüyordu ki. O çok güzel gülen dudaklarına bir tek benim dudaklarım yakışır gibi duruyordu.
"Selam." dedim ben de kıkırdamama engel olmaya çalışarak.
"Seni çok özledim." deyince yalandan kaşlarımı çattım "Dün tüm gün birlikteydik."
"Ve ben seni çok özledim." dedi tekrardan. "Ne kadar özlediğimi görmek istiyordun değil mi?" dedi hafifçe yüzüme yaklaşarak.
"Görmeme gerek yok ben inanıyorum sana. Çok özlemişsindir." dedim kafamı kapıya yapıştırarak. Bu etkisiz çabama güldü sadece.
"Sen öyle diyorsan." deyip geri çekildi. Lavaboya gidip ellerini yıkarken aynadan, kapıya yapışmış ve neler olup bittiğini anlayamamış bana sırıtarak bakıyordu.
Gerçekten az önce ne yaşandığını anlamamıştım. Niye beni öpmemişti? Hani ne kadar özlediğini gösterecekti? Birazcık geri çekildim diye vaz mı geçmişti?
Ellerini yıkadı, havluyla kurularken aynı gülüşle bana bakmaya devam ediyordu. Sinirimi bozduğu için arkamı döndüm ve kapının koluna uzandım. Anında diğer kolumdan beni tutup kendi çevirdi. Belime attığı eliyle beni bedenine yapıştırdı. Ben ne olduğunu anlayacak zamanı bulamamışken dudaklarını hissetmemle gözlerimi kapatmam bir olmuştu.
Önce iki elini de belime getirdi ve bedenimi iyice bedenine yasladı. Ardından elleri boynuma çıktı ve kaçmamı engellemek ister gibi tuttu. Kaçmaya niyetim falan yoktu. Bunu göstermek ister gibi dilimi dudaklarının arasından ait olduğu yuvaya doğru ilerlettim. Bu cesur hareketim hoşuma gitmiş olacak ki dudaklarının arasından bir mırıltı döküldü. Mırıltısının etkisiyle bacaklarımın hafifçe titrediğini hissettim. Kollarımı anında Aziz'in boynuna doladım.
Öpüşü derinleşirken elleri yavaş yavaş sırtımdan belime doğru inmeye başladı. Giydiğim bluz ve pantolon arasında belimin açık kaldığı küçük bir aralık vardı. Elleri o aradan sızdı ve doğrudan çıplak belimi tutarak beni yapıştırdı kendine.Bir elinin parmakları bluzumdan içeri sızarken diğer eli belimden aşağı inmeye başlamıştı. Eli kalçama sürünerek bacağıma doğru geldi. Diğer elini de bacağıma attı ve ben ne olduğunu anlayamadan kendimi kucağında buldum. Bunu beklemediğim için panikle dudaklarımızı ayırdım. Sırıtarak bana bakıyordu. "Bir şey yok. Boynum ağrıdı azıcık." dedi ve beni çamaşır makinesinin üstüne bıraktı. Bacaklarımın arasına girdi ve tekrardan yaklaştı. Yine uzaklaşabileceğim kadar uzaklaştım.
"Sen bana kısa mı diyorsun?" dedim ellerini göğsüne koyup üstüme gelmesini engellerken. Kaşları çatıldı. Bunu nereden çıkardığımı anlamamış gibi bakıyordu. "Çok zorlanıyorsan beni öperken, öpme o zaman. Sanki yalvarıyoruz. Boynu tutulmuşmuş." dedim ağzımı yüzümü büzerek. Mantıklı bir trip atmadığımın farkındaydım ama mazeretim vardı.
"Asabi misin biraz?" dedi bir gözünü kısarken. Beni çözmeye çalışıyordu.
"Şimdi de asabi mi geldik size Aziz Bey? Beğendiremedik bugün kendimizi ya! Yok kısasın yok asabisin yok ağlaksın falan."
Gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Ben ne zaman ağlaksın dedim sana?"
"Ha asabi ve kısa dediğini kabul ediyorsun yani?!"
Dudakları açılıp kapandı. Hiçbir şey söyleyemedi. Ben de kollarımı bağlayıp bana bir cevap vermesini bekliyordum. Vereceği cevabı düşünürken birden yüzü değişti. Ne diyeceğini bilememiş bir haldeyken hafifçe gülümsemeye başlamıştı.
"Bir dakika." dedi kısık gözleriyle. "Ben bu tavrı biliyorum. Hatırlıyorum hem de çok iyi hatırlıyorum."
"Kimden hatırlıyormuşsun sen bu tavrı hayırdır? Kimler sana böyle davranıyor da çok iyi hatırlıyorsun?" İnadına yapar gibi daha çok gülmeye başladı.
Yüzüme yaklaştı sonra yavaşça kulağıma doğru eğildi. "Afroditten." dedi.
Benim kaşlarım daha da çatıldı. "Sen Afroditi mi düşünüyorsun boş vakitlerinde?"
"Evet." dedi bir an bile düşünmeden. Gözlerim 'öyle mi?' der gibi büyürken omuzuna bir şamar yapıştırdım. "Benim Afroditim bir an bile aklımdan çıkmıyor ki. Böyle boncuk gözleri var. Kahverenginin bu kadar güzel bir tonu olabilir mi diye düşünmeden edemiyorum. Güneş vurunca hele. Kızıla çalınca ateş gibi kalbimi de kavuruyor." Bacaklarımdan tuttu ve çekerek bacaklarımla gövdesini birleştirdi. Bir eli bacağımda kalırken diğeri sol yanağıma doğru çıktı. Şu sol gözünün altında çiller var mesela. Onları görmek için hep bu kadar yakın olmam lazım." Bir nefes kadar yaklaşmıştı. Pek belli olmayan çillerimin üzerinde dolaştı parmakları. Sonra dudağıma indi. "Dudakları pembenin en güzel tonu. Ama burada hakkımı vermesi gerekir çünkü ben öptükten sonra bu tona kavuşuyor." Parmakları dudaklarımı okşarken gözleri de parmaklarını takip ediyordu. Sonra kısa bir süreliğine göz göze geldik. Yan gülüşüyle kalbimi attırdıktan sonra elleri gözlerini takip eder gibi saçlarıma geldi. Bir tutam saçı parmağına doladı. "Önceden uzundu saçları, ince dalgaları vardı. Şimdi daha kısa ve düzleştiriyor. Böyle de çok güzel. Ona her hali yakışıyor ama dalgalarına hasret kalmış olabilirim." Tepkimi görmek için gözlerini saçlarımdan gözlerime doğru çekti. Tepki verebilecek bir durumda değildim. İçim gidiyordu ona.
"Bir de ne demiştin o zaman?" Bir şeyi düşünür gibi kafasını yukarı kaldırıp gözlerini benden ayırdı. "Hah, hatırladım. Afrodit'in memeleri..."
Ağzından çıkan kelimelerle kaşlarım çatıldı. Ne diyordu bu şu an? "O konuda şu an için pek bir yetkim yok o yüzden hislerimi daha sonra uzun uzun paylaşırım." dedi saçlarımı omuzundan geriye doğru atarken.
"Ne diyorsun sen be?" diye yükseldim bir an. Afrodit ve memeleri ne alakaydı şu an?
Gülerek saçlarımla oynamayı bıraktı ve gözlerimin içine baktı. "Regl mi oldun?"
Şu an böyle bir şeyi soruyor olmasının şaşkınlığının yanına bir de nerden bildiğinin şaşkınlığı eklenmişti. Nereden biliyordu bu bunu?
"Sen..? Ne alak..? Nerden?"
"Nereden mi anladım?" dedi sanki küçük bir çocuğun cümlesini tamamlamasına yardımcı olurmuş gibi. Konuşmamam benim için daha hayırlı olduğundan başımı aşağı yukarı salladım. Gözleri kısılarak güldü bu halime. "Müsaade et de Afroditimi o kadar tanıyayım." dedi ve az önce saçımı geriye attığı tarafa doğru eğilerek boynuma derin bir öpücük bıraktı.
Dokunuşları beni zaten etkiliyordu ama reglin de etkisiyle şu an tehlikeli bir düzeydeydim. Gözlerim ağırca kapanırken kollarım da Aziz'in bedenini iyice kendine çekti. Başımı hafif sağa yatırarak ona yer açtım ve öpüşünün tadını çıkarmaya kendimi hazırladım.
Kapının yumruklanmasıyla kendime geldim. "Gusül mü alıyon lan içerde? Çık artık."
Aziz küfrederek başını boynumdan kaldırdı. "Ben sana aldıracağım o gusülü bekle sen! Peşine de pamuğunu tıkayacağım götüne." diyerek kapıya doğru bağırdı. Hâlâ daha benden ayrılmış sayılmazdı. Omzuna uyarı mahiyetinde bir şamar yapıştırdım.
"Ne biçim konuşuyorsun?"
"Özür dilerim güzelim. Sen yokken terbiyem çok bozuldu. Bir al atmak ister misin?" Anında sinir falan kalmadan yine eski haline bürünmüştü.
"Lan hadi lan! Gidin başka yerde yapın ne yapıyorsanız. İşiyeceğim!" Sarp'ın kapıdaki sabırsız sesi Aziz'in sinirlerini bozmuştu.
Beni belimden tutup yavaşça makinenin üzerinden indirirken sabır dilenir gibiydi. "Seni altına işetmek vardı da dua et sabırlı zamanlarımdayım." dedi mırıldanarak. Kapıyı açtı ve karşısındaki sıkıştığı belli olan Sarp'a baktı. "Gel Birce gidelim de Meryem'e eski sevgiliden neden bi sikim olmayacağını anlatalım." dedi ve elimi tutup beni banyodan çıkardı. Sarp arkamızdan seslense de tuvalati ağır basmış olacak ki biz salona varmadan kapı kapanma sesini duyduk.
Salona geçtiğimizde Meryem elindeki telefonundan başını kaldırdı ve gülerek bize baktı. Aziz hâlâ elimi tutuyordu. Beni kanepenin köşesine oturttu ve hemen yanıma da kendisi oturdu. Kanepenin kolu ve Aziz arasında sıkışıp kalmıştım.
"Nasılsın Meryem? Nasıl gidiyor hayat?" dedi Aziz havadan sudan bir konuşma başlatırken.
"İyi." dedi Meryem yüzünde hâlâ bıyık altı bir gülüş vardı. "Bir sorun yok. Rutinde ilerliyoruz. Sen nasılsın?"
"Ben çok iyiyim." dedi Aziz bana bakarken. "Daha da iyi olacağım inşallah."
"Daha güzel günler gelecek diyorsun ha?" dedi Meryem, gözü bendeyken.
"Gelecek gibi görünüyor." dedi Aziz de bakışlarını bana çevirip. Şu an ikisi de sırıtarak bana bakıyordu. "İyi gelsin hoş gelsin yani bana niye bakıyorsunuz?" dedim bakışlardan kaçmak için. Aziz gülerek arkasına yaslandı ve kolunu arkama, kanepenin sırt kısmına attı.
"İşte biz de Birce'yle içerde insanların, eski sevgililerini hayatlarından çıkarmaları gerektiğiyle ilgili konuşuyorduk." Direkt konuya girmişti. Sarp'a gerçekten çok sinirliydi.
"O nerden çıktı?" dedi Meryem de. Doğal olarak birden bu konunun açılmasını anlamlandıramamıştı.
"Yani yeni yolculuklara çıkmak varken neden bildiğin yollardan geçesin ki? Yeni duygular, yeni yerler, yeni insanlar..."
"Sen bence daha fazla konuşma benim yoluma taş koyacaksın diye kendi topuğuna sıkacaksın çünkü." diyerek içeri girdi Sarp. Ben de yan yan Aziz'e bakıyordum. Gerçekten söylediği şeylerin bizim için geçerli olmadığını mı düşünüyordu.
"Ben Birce'yle sevgili olduğumu ve ondan vazgeçtiğimi hatırlamıyorum." dedi Aziz Meryem'in oturduğu kanepeye oturan Sarp'a bakarak. "Bizimkisi gezip gördüğün her şeyiyle keşfettiğin bir şehir değil. Kaderin bir şekilde seni oraya sürüklediği ve sadece birkaç saat geçirebilmene rağmen aklının ordaki güzelliklerde ve yaşanamamışlıklarda kaldığı bir şehir. Bir gün tekrar gitmeyi kafana koyduğun, ve tekrar gittiğinde ilk kez gitmişsin gibi hissettiren bir şehir."
Sarp kısık gözleri ve etkilenmemiş suratıyla Aziz'e baktı. "Bizimkisi de nereye gidersen git dönüp dolaşıp geleceğin şehir. Oldu mu kardeşim? Ne siksok benzetmeler yapıyorsun. Exten next olmaz de geç. Çakala bak teşbih yaparak ince ince işlemeye çalışıyor bir de. Senin o savunma avukatı hallerin sökmez bize burda biz senin 14 yaşını biliyoruz."
Çenesini ovalayarak gülümsedi Aziz. Sonra parmağıyla Meryem'i gösterdi. "Bunu arkandaki hanımefendiye de söylemek isteyebilirsin."
Meryem kollarını bağlamış Sarp'a bakıyordu. Aziz'in söylediklerinin kafasına yatmış olmasının yanında Sarp'ın benzetmesi de hoşuma gitmemişti. Aslında çok da doğru bir benzetme yapmıştı ama doğru zamanda değildi.
Sarp Meryem'in bakışlarından korkmuş olacak ki hafifçe sinmişti yerine. "Ne oldu kelebeğim?" diye sormayı da ihmal etmemişti.
"O dönüp dolaşıp geldiği şehrin kapılarına zincir vurmuşlar haberin olsun."
Hafifçe gülümsedi Sarp. Sonra kendisini durdurdu. "Gemileri karadan yürütürüz biz de." dedi ve göz kırptı. Ben 'ooo' dememek için kendimi zor tutarken Aziz de öğrencisiyle gurur duyan öğretmen gibiydi.
"Yalnız Meryem ben neden kendini o şehrin yerine koyduğunu anlamadım. Bu benzetmede şehir ilişkiniz ve dönüp dolaşıp o şehre gelen ikinizsiniz."
Farklı bir şeytanlık vardı bu çocukta. Sadece Sarp'ın üzerine gitmiyor ikisini birbirine düşürecek hamleler yapıyordu. Sarp'ın gerilen çenesinden ve Meryem'in rahatsız oturuşundan da bu çok net anlaşılıyordu.
"Sadece yapılan teşbihi açıkladım yanlış anlaşılma olmasın. Sayısalcısınız ya pek anlamıyorsunuz diye." dedi ve bacak bacak üstüne attı.
"Birce sen ne zaman gidecektin Şahin'le tatile?" Meryem'in ani sorusuyla birlikte birden ona döndüm. Şahin'le tatile gittiğim falan yoktu. Bir iş gezisi yapacaktık ve baş başa olmayacaktık. Her şey bir yana ben oraya Aziz'i götürmeyi de planlıyordum. Ama görünen o ki Aziz'e sinir olmuş olan Meryem birkaç dakika için de olsa Aziz'in dumura uğramasını istiyordu.
İşe yaramıştı da. Şok olmuş bir suratla bana bakıyordu. Şu an kafasından binlerce şey geçtiğine emindim. Meryem çok keyiflenmiş, Sarp da kalkmış kaşlarıyla bize bakıyordu. Birazdan zaten tüm gerçekler açığa çıkacaktı o yüzden biraz süründürmekte bir zarar görmemiştim.
"Bu cuma akşamı uçağımız var." diye cevap verdim Meltem'e. MEltem'i onaylayacak bir cümle kurmuş olmam Aziz'i yerinde dikleştirmiş ve tamamen bana dönmesini sağlamıştı.
"Tatil derken? Şahin'le? Tatil derken? Nası tatil? Ne demek tatil? Şahin'le?"
Gülmemek için kendimi kasıyordum. "Hmm, Alaçatı'ya gideceğiz."
Duyduğu yerin ismiyle siniri daha da artmıştı. Şakağındaki damarların kendini belli ettiğini görüyordum. "Alaçatı neden? Neden Alaçatı? Şahin'le Alaçatı ne alaka?"
"Oraya gitmemiz gerekiyor." dedim saf gibi.
"Neden oraya gitmeniz gerekiyormuş??"
"Ev orada olacak çünkü."
Kurduğum cümle aslında çok doğruydu ama kurarken farklı anlamlar çıkarılabileceğini düşünmemiştim. Ağzımdan çıktığı an ise yanlış bir şey söylediğimi fark etmiştim. Aziz'in boynundaki damarları da selam verirken boynundan yükselen kırmızılık beni korkutmaya başlamıştı.
"Yani, ev orada olacak. Şu an yok. Olacak. Müşterinin evi orada olacak." dedim bir hışımla.
Anlamamıştı ama anlamak istiyordu. "Birce tek cümlede ne olduğunu anlatır mısın?" dedi hakim olduğu siniriyle.
"Kemal Bey vardı ya müşterimiz. Evinin yapılacağı yere götürmek istiyor bizi. Ben, Şahin bir de mühendislik firmasından birisi. Hem iş hem tatil gibi düşün."
Biraz rahatlamıştı ama çok az sonra tekrar çatıldı kaşları. "Kaç günlük?"
"Hafta sonu işte." dedim omuzlarımı silkerek. Sanki benim için pek bir şey ifade etmiyormuş gibi davranıyordum. Derin düşüncelere daldı. Bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyordu. Sonunda tekrar geri kanepeye yaslandı ama salladığı bacağıyla pek de rahat olmadığı anlaşılıyordu.
"Keyfim yerine geldi yemin ediyorum. Zekana sağlık kelebeğim." dedi Sarp, Meryem'e doğru fısıldayarak. Ama oda sessiz olduğu için hepimiz duymuştuk. Aziz, Sarp'ı öldürmek ister gibi gözlerle baktığından Sarp ağzına fermuar çekip geriye yaslanmıştı.
Leyla ve Erdem elinde bebek telsiziyle birlikte içeri gelip yorgun bir şekilde tekli koltuklara kendilerini attılar.
"Ne konuşuyordunuz?" dedi Leyla merakla.
"Birce'nin tatilini." diye cevap verdi Meryem sırıtarak. Leyla da gülerek Aziz'e bakıyordu. Erdem de pek olayları anlamamış görünmüyordu. Muhtemelen Leyla tüm gerekli bilgileri Erdem'e vermişti.
"Hak ettin ama aşkım. Hep iş peşine koşma tatilin de tadını çıkar boş vakitlerinde."
"Doğru diyorsun Leyloş. Tüm yazı çalışarak geçirdim. Kısa da olsa iyi gelecek bu tatil."
Aziz saçlarımı okşamaya başlayarak şefkatle bakıyordu yüzüme. "Ben seni götürecektim tatile." Bir nefes aldı. "Bu hafta sonu." Böyle bir plan yaptığını bilmiyordum. "Bugün sana sorup biletleri alacaktım."
Onu böyle şekeri elinden alınmış çocuk gibi görmek içimi acıtmıştı. "Öyle mi?" dedim hafif bir şaşkınlıkla. Sessiz kaldı, üzgün olduğu her halinden belliyken başını aşağı yukarı salladı. "E tamam bir şey olmaz bu sefer ben götürürüm bir sonraki sefer sen götürürsün." dedim gülerek.
Başta ne demek istediğimi anlamayıp kafasını sallamaya devam etti. Sonra durup bana baktı. Doğru duyup duymadığından emin olamamıştı. "Bu sefer ben götürürüm derken?" Sesindeki gizli ümit yüzümü güldürüyordu.
"Gelmez misin benimle bu hafta sonu? Her şey dahil beleş tatil bak. Bu fırsat kaçmaz."
Şaka yapmadığıma emin olmuş olacak ki memnun bir yüz ifadesiyle bakmaya başlamıştı bana. "Gelirim. Bu devirde bedava tatil bulmak kolay değil."
Şaka yapmaya başlaması rahatladığı anlamına geliyordu. Elimin tersiyle yavaşça göğsüne vurdum. Ne yaptığımı geç fark edip birden çektim elimi. O da fark etti bu tavrımı ve anlam veremedi. Hafifçe çatılan kaşlarıyla neden böyle bir tepki verdiğimi anlamaya çalışıyordu.
"İşin sıkıntı olmaz mı?" dedim konuyu değiştirmeye çalışarak. Çektiğim elimi de ensesine doğru götürüp hafifçe saçlarını okşamaya başladım. Bu hareketim dikkatini dağıtabilmişti.
"Olmaz." dedi gülerek.
"Ne kebap iş anasını satayım. Hem milyor dolarlar kazan hem hafta sonu tatil yap. Hem milletin ağız kokusunu çekme. Oh be! Biz de gitseydik keşke İngiltere'ye hayatımız kurtulurdu."
Herkes Sarp'ın bu isyanına gülerken son cümlesinden sonra Erdem'in Sarp'a bakışları değişmişti. Aziz'se başını öne eğip boştaki eliyle parmak uçlarımla oynamaya başlamıştı.
"Sen İngiltere'ye gitsen ne değişecekti acaba? Orada da diş hekimi olmayacak mıydın? Milletin ağız kokusunu çekmeye devam edecektin yani?" Meryem'in haklılığı hepimizi güldürürken Aziz de Erdem de daha normal görünüyorlardı. Sarp ise zoraki de olsa bize ayak uydurup gülmüştü. Fark etmeden söylememesi gereken bir şey söylemişti ama ne olduğunu anlayamıyordum. Bunu düşünmekten kendimi ortama veremediğimi fark ettiğimde kendimi toparladım. Sonuçta kısa bir zaman sonra Aziz bana her şeyi anlatacaktı ve ben bir şeylerin altında başka şeyler aramak durumunda kalmayacaktım. Şu an bunları düşünmenin bir mantığı yoktu.
Biz sohbetimize devam ederken bir ara Akgün'ün mızıldanmasını duyduk telsizden. Bu mızıldanma ağlamaya dönüşmesin diye Leyla kalkıp gidecekti ki mızıldanma 'Bice' nidalarına dönüştü.
Çocuğunun beni çağırdığını gören Leyla keyifle arkasına yaslanarak "Hadi git bak seni çağırıyor." dedi.
"Akgün adını öğrendiğinde o kadar sevinmemeliydin Birce. Ben de ilk kelimesi baba olduğu için çok sevinmiştim ama Leyla'nın oyununa geldiğimi geç fark ettim. Çocuk her ağladığında 'baba diyor seni istiyor' deyip elime veriyordu çocuğu."
Herkes Erdem'e gülerken ben de yerimden kalkıp Akgün'ün odasına gittim. Ayaklarını yatağından sarkıtmıştı bile. Bunun bir diğer adımı pıtı pıtı adımlarıyla yanımıza gelmekti. İçerideki insan kalabalığını gördüğünde ise asla uyumazdı. Beni görünce kollarını bana doğru kaldırıp tekrar 'bice' dedi. Kollarının altından tutup kucağıma aldım hemen. Kollarıyla bacaklarıyla sarıldı bana. Kafasını da koynuma yasladı. O uyku sersemi mızıldanmaya devam ederken ben de pış pışlayarak onu rahatlatıp geri uykuya dönmesini sağlamaya çalışıyordum.
Ne kadar geçtiğini bilmiyorum ama kollarım biraz yorulmaya başlamıştı. Akgün'ün sarkan kolundan uykuya daldığını anlamıştım. Yatağına koyduğumda hemen uyanmasın diye biraz daha kucağımda sallamaya devam ettim. O sırada kapı hafifçe açıldı ve Aziz kafasını aralıktan içeriye doğru sessizce sokarak bize baktı. Kucağımda uyuyan Akgün'ü görünce kocaman gülümsedi. ADımlarına dikkat ederek yanımıza geldi.
"Sen gelmeyince Akgün'ü uyutmaya çalışırken uyudun sandık." dedi fısıldayarak.
Ben de sessizce gülümsedim. "Biraz zor daldı. Hemen uyanmasın diye bekliyorum."
Akgün'ün sarkmış elini tutup elinin üstüne hafif bir öpücük kondurdu. 'Oh' demeyi de ihmal etmemişti. "Erdem'den nasıl böyle bal gibi çocuk çıktı şaşırıyorum. Leyla'nın genleri büyük savaş vermiş olmalı." dedi Akgün'e bakarken.
Normalde buna kahkahayla gülebilirdim ama Akgün'ü uyandırmamak için zor da olsa gülüşümü tuttum. "Aslında Erdem'e benziyor. Bir küçüklük fotoğrafı var Erdem'in görsen aynısı. Ama bakışı gülüşü falan aynı Leyla. Güzel bir kombinasyon yaptılar. Ben inşallah huyu da Leyla'ya benzer demekten başka bir şey diyemiyorum çünkü sinirlenince aynı Erdem oluyor. O da böyle asla sinirlenmezdi ama damarına basarsan patlardı ya. Aynı öyle bu da. Yanında hareketlerine dikkat etmen gerekiyor."
"Öğrenmem gereken çok şey var desene." dedi düşünceli bir şekilde Akgün'e bakarken. Ben seninle kaçırdıklarımızı yaşamak, yaşatmak için çırpınıyorum ama onunla bitmiyor. 10 yıl gerçekten de uzun bir süre. Ne oldu o zamanlarda. Ne yaşadınız? Hayatlarınızda neler oldu? Yanınızda olsaydım bileceğim ama uzakta olduğum için hiçbir zaman haberinin olmayacağı neler yaşandı?"
Akgün'ün elini bırakmadan hafifçe arkama geçti. Omzuma yaslandı. "Arkadaşlarım evlendi, çocukları oldu, büyüyor. Minik bir insan. Ayrı bir karakteri var. Ve ben bunlar hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Arkadaşlarım birbirlerini çok sevmelerine rağmen ayrıl barış bir ilişkinin içinde bulmuşlar kendilerini. Neler yaşandı bilmiyorum. Yani biliyorum anlattı Sarp ama bilmiyorum işte. Yanınızda olsaydım bileceğim şekilde bilmiyorum. Annen.. Baban.. Öğrenmem gereken o kadar çok şey var ki. Sana dair de çok şey var. Belki en çok seni biliyorum ama en çok da sende kayboluyorum. Hep beni affetmeni istiyorum ya. Bunları düşündükçe ben kendimi affedemiyorum. Ama işin kötü tarafı 10 yıl önceye gitsek galiba yine aynı şeyi yapacağımı biliyorum. Sizi geride bıraktığım için kendimi affedemezken yine sizi geride bırakmayı seçiyorum."
Bir eliyle hâlâ Akgün'ün elini tutup okşarken diğerini belime getirdi. Başını yasladığı omuzdan kaldırıp nefeslenmek ister gibi boynuma çevirdi. Derin bir nefes aldı. "Şu görüntü canımı acıtıyor bazen. Kucağındaki bizim çocuğumuz da olabilirdi. Ama değil. Bambaşka bir hayat da yaşıyor olabilirdik. Ama yaşamıyoruz. Ve buna benim kararım sebep oldu. Tek başıma verdiğim kararım."
Başımı hafifçe ona doğru döndürdüm. "Yine olsa yine aynı şeyi yaparım demedin mi?" hafifçe başını salladı. "Kararından pişman değilsen neden acı çekiyorsun?"
"Benim pişman olmayacağım bir seçeneğim yoktu çünkü. Sen pişman olma diye uğraştım."
Ne demek istediğini yine anlamıyordum. Yavaşça uzaklaştım Aziz'den ve Akgün'ü yatağına yatırdım. Geriye dönüp ona baktığımda suçlu bir çocuk gibi beni bekliyordu. Bana anlatmak istediğini görebiliyordum. Belki de ona 'sen doğru olanı yapmışsın' dememe ihtiyacı vardı. Bilmiyorum. Ama sadece artık bu yükü tek başına taşımak istemediğini biliyordum.
Adımlarım önüne geldiğimde durdu. Yanaklarını tuttum iki elimle. "Kemal Bey'in tuttuğu odalarda çift kişilik yatak varmış." dedim.
En son beklediği şey bu cümleydi muhtemelen. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi.
"Birlikte kalacağız." Bir süre sessiz kalıp bir tepki vermesini bekledim ama sadece yüzüme bakıyordu. "Heyecanlı değil misin?"
"Heyecanlıyım." döküldü sadece dudaklarından. Sonra kendine geldi. Belimi sıkıca sarmasından kendine geldiğini anlamıştım. "Çok heyecanlıyım. Ben zaten seni tatile götürmek istiyordum ama senin bir iş gezisinde beni de yanında istemen benim için çok önemliydi."
Cilveli gülüşümle gözlerine bakıyordum. "Sadece bir iş gezisi değil ki. Alaçatı'ya gideceğiz. Oraya sensiz gitmek istemiyorum. Başladığımız işin sonunu getirmemiz gerekmiyor mu?"
'Öyle mi?' der gibi baktı ve dudaklarına yerleştirdiği çapkın gülüşü büyüdü. "Madem yaşayamadıklarımızı yaşayacağız tam yaşayalım diyorsun öyle mi?"
"Öyle."
"Yaşayalım... Bu sefer sen yaşat bakalım." Kısacık bir öpücük kondurdu dudaklarıma. "İçerden biri sinirimizi bozmaya gelmeden içeri gidelim hadi." dedi be elimi tutup birlikte içeriye geçtik.
Odaya girdiğimizde Sarp "İşte o işleri de ondan dolayı öyle yaparsak karşılığında böyle büyük ve yüce bir şey elde etmiş oluruz." gibi şeyler zırvalıyordu.
"Ne konuşuyorsunuz siz be?" diye giriş yaptım odaya.
"Hiç havadan sudan." dedi ve başka hiçbir şey söylemedi Sarp. Diğer herkes de sessizdi.
"Vay be Alaçatı'ya gidiyorsunuz ha?" diye konuyu değiştirdi Leyla. "Bizden de selam söyleyin oralara. Özledik ya! Bu yaz tekrar hep birlikte gitsek mi ne yapsak?"
"Bence de gidelim." diye ona destek oldu Erdem. "Çok iyi olur. Olaylı bir tatildi. Bu sefer daha az olaysız olur umarım." diye temennilerini sundu Meryem.
Sarp ise sırıtarak bize bakıyordu. "Güzel olur tabi ya! Başladığımız işin sonunu getirelim. Yaşayamadıklarımız yaşayalım biraz!"
Erdem'in Sarp'ın suratına kocaman bir yastık atmasıyla birlikte Aziz ve ben de ne olduğunu anlamıştık. Gözüm Leyla'nın elindeki bebek telsizine gittiğinde Leyla'nın telsizi saklama çabaları pek de sonuç vermedi.
"La siz bizi mi dinlediniz?!" diye parlayan Aziz'i dinlemediklerine inandırma çabaları da pek sonuç vermemişti.
Temmuz- 2013
"Sen bizi mi dinledin Sarp?" dedi Birce sinirle.
"Ne var kızım canımızı düşünüyoruz. Güvenlik önlemi. Benim takvimim bile var sizden uzak durmak için."
"Allah'ın işsizi!" deyip yattığı yerden bir yastık fırlattı Leyla. Sonra cenin pozisyonuna geçip acı çekmeye devam etti.
Birce'nin dünkü alarmı Leyla ve Meryem'i de harekete geçirmişti. Zaten çok uzun zamandır döngüleri birbirine yakın tarihlerde oluyordu. Biri ne zaman 'regl oldum' dese diğerininki de peşine başlıyordu. Leyla'nın ilk günüydi ve ilk günü felaket geçerdi. Meryem'in de ilk günüydi. O genel olarak çok ağrılı yaşamasa da ikinci gün zaman zaman zorlardı. Birce ise şu an regl değildi ama her an olabilirdi ve bu sinirlerini daha da bozuyordu. Her an tetikte olması gerekiyormuş gibi hissediyordu.
Sarp ise bu sabah kahvaltıdan önce kızların fısır fısır konuşmalarını dinlemiş ve Erdem ile Aziz'e haber vermişti. Erdem Leyla'nın yanında yarı uzanır bir şekilde duruyor beline ve karnına ara ara masajlar yapıyordu. Şu an acı çeken sadece Leyla'ydı ama Meryem için de denize girme konusu kapanmıştı. Birce ise zaten her an olabilirim düşüncesiyle denize girmek istemiyordu. Tatildeki son günlerini nasıl değerlendirmeleri gerektiğini düşünüyorlardı.
"Biz iptaliz. Akşama kadar odada dururuz. Sonra otobüs vakti geldiğinde gelirsiniz, çıkarız. Gerçi bu halde otobüs yolculuğu yapabilecek misin sevgilim?" Ağrıdan iki büklüm olmuş Leyla'ya sormuştu bu soruyu Erdem.
"Ağrı kesici etkisini gösterir birazdan akşam otobüsten önce yine alırım bir şey olmaz." diyerek sevgilisini rahatlatmaya çalıştı Leyla da. "Ama bugün ben iptalim gerçekten. Hiç enerjim yok. Erdem sen de gidebilirsin ben uyuyacağım zaten."
"Arkadaşlar bizim hemen hastaneye gitmemiz lazım. Leyloşum iyi değil. Vücudunda hiç kan kalmamış olabilir çünkü saçma sapan konuşmaya başladı."
Erdem'in paniğine herkes gülmüştü. Hatta canı acımasına rağmen Leyla bile gülmüştü. "Off ciddiyim Erdem ya. Gerçekten gidebilirsin bunda alınacak bir şey yok ki. Kırk yılım başı tatile geldin yani." Erdem arkasından uzandı Leyla'nın ve yanağına bir öpücük kondurdu. "Sen şu halde bile benim tatilimi düşünüyorsun ya ne diyeyim ben sana. Hem bilmem biliyor musun ama birazdan ağrın geçtiğinde asıl tatilimin tadını çıkaracağım. Sana sarılıp uyuyacağım kızım daha güzel tatil mi olur? Hem sonra ben gider şu yandaki wafflecıdan waffle alırım. Onu da yeriz bir güzel. Oh dünyanın en güzel tatili. Ama önce şu ağrını geçirelim." Leyla'nın karnını ve belini okşamaya devam etti.
"Senin ağrın yok eminsin değil mi kelebeğim?" diye sordu Sarp Meryem'e.
"Eminim ya. Benimki kızlarınki kadar ağır geçmiyor zaten." deyip dikkatleri kendi üstünden attı Meryem.
Gözler Birce'ye dönmüştü. Birce'yse çatık kaşlarıyla gözü dalmış bir şekilde yere bakıyordu. "Tam da şurada görmüş olduğunuz sinir damarı Birce'nin henüz regl olmadığı gösteriyor." dedi Aziz Birce'nin çatılan kaşlarının arasını göstererek.
Birce o an kendinden konuşulduğunu anladı be kendine geldi. "Off özür dilerim ya. Bluetooth gibi sizi bağladım kendime kendim olmadım sonra."
Herkes buna gülerken Leyla acıyla karışık gülüşünün arasından "Saçmalama deli. Bizimkiler zaten birbirine bağlı bunu biliyoruz yani artık." dedi
"Doğru, biz de biliyoruz artık. Takvimim var diyorum" diyen Sarp'ın kafasına bu sefer Erdem yastık fırlatmıştı. Sarp yastığı havada yakalamıştı bu sefer. "Tamam siz iptalsiniz, biz ne yapıyoruz o zaman?" dedi Aziz'e dönerken. Aziz kaş ve göz hareketleriyle Sarp'a mesaj vermeye çalıştı bir anlığına. Neyse ki arkadaşının kafası cinliğe çalışıyordu da ne istediğini anlamıştı. "Yani kusura bakmazsanız bu herif burada sevgilisiyle vakit geçirirken ben ilkokul çocukları gibi dördümüz el ele dolaşmak istemiyorum. Siz saplar en iyisi bizi yalnız bırakın." Sarp anlamıştı anlamasına ama bu kadar da net olmasına gerek yoktu sanki.
"Ay aman yemedik siz 'sevgilileri' be!" dedi Birce sinirle. "Leyloşum bir şeye ihtiyacın var mı?" diye sordu. Leyla başını hayır anlamında sallayınca Aziz'in kolundan tuttu. "O zaman biz gidiyoruz siz sevgililere iyi günler." deyip Aziz'i de çekiştirerek odadan çıktı.
Nereye gideceklerini ya da ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Otelin lobisinde otururken Aziz'in bakışları bir broşüre çarpmıştı.
"Alaçatı'ya gitmek ister misin?" diye sordu Birce'ye.
Birce bunun nereden çıktığını anlamamıştı ama Aziz'in bir planı var gibi görünüyordu. O yüzden kabul etti.
Ekim- 2024
"Alaçatı'ya gitmek ister misin?" dedim kafamı sırıtarak kapıdan içeri soktuğumda.
Bugün cumaydı ve hafta içi ikimiz de çalışırken canımızı çıkarmıştık bu tatil için. Ben bugün işten biraz erken çıkıp Aziz'in iş yerine gelmiştim. İşin garip tarafı kapıda bir sorun yaşamamıştım. Aziz Çınar Leventoğlu'na geldiğimi söylediğimde önce randevum olup olmadığını sormuşlardı ama sonra ismimi söylediğimde gülerek beni yönlendirmişti.
Aziz'in odasının önündeki odadan da sekreteri çıkıp 'Hoş geldiniz Birce Hanım.' diyerek beni karşılamıştı. Hatta sürpriz yapıp yapmayacağımı ona göre Aziz'e haber vereceğini söylemişti. Ben de sürpriz yapmaya geldiğimi söylemiştim. Aslında niyetim o değildi ama o an ben de öyle olmasını istemiştim.
Kapıyı tıklatmadan açtım ve kafamı kapıdan içeri soktum ve "Alaçatı'ya gitmek ister misin?" diye mırıldandım. Stresli görünüyordu o yüzden enerjik bir şekilde söyleyememiştim bu cümleyi.
Sesimi duyduğunda kafasını şaşkınlıkla kaldırdı ve gelenin ben olduğuma inanamadı. Anında oturduğu yerden kalktı ve bana doğru büyük adımlarla gelip sarıldı.
"Ne işin var senin burada?" dedi ama sesindeki neşe belli oluyordu.
"Birbirlerinin üniversitesine giden sevgililere özenmiyor muydun? Üniversitene geldim işte." Benden uzaklaştı ama elleri hala beni sarmaya devam ediyordu.
"Bu cümlenin anlamının farkındasın değil mi?" dedi gözünü kırparken. "Neymiş?" dedim hiç farkında değilmişim gibi.
Yüzüme yaklaştı iyice "Üniversiteme hoş geldin." dedi mırıldanarak. Bilerek o kelimeyi söylememişti. Yalan söylemeyeceğim, söylemesini beklemiştim. Ama şimdi bunu düşünmeyecektim. Belki de bu tatilde ilk ben söylerdim.
Hafifçe Aziz'den ayrılıp masadına doğru yürüdüm. "Ne zaman çıkıyoruz?" dedim koltuğuna otururken. Birden yüzü düştü. "Ben de seni aramıştım ama açmadın." dedi. Neden böyle dediğini anlamama rağmen çantamdan telefonumu çıkardım ve cevapsız aramalarını gördüm. Telefonum sessizde kalmıştı.
"Ne oldu ki?" dedim panikle. Herhangi bir olumsuzluk yaşanmasını istemiyordum. Bu tatil bizim için yeni bir sayfa açmalıydı.
"Müvekkilimiz olan bir şirkette bazı sıkıntılar yaşanmış. İngiltere tarafıyla doğrudan iletişimde olan önemli bir müşteri. Onlarla toplantıya girmem gerekiyor biraz sonra. Galiba uçuşa yetişemeyeceğim."
"Ama.." diyebildim sadece. Ağzımdan sadece bu kelimeler çıkabildi. Gözlerimin dolduğunu bile fark etmemiştim. Aziz yanıma gelip bir eliyle sandalyeye yaslanıp üzerime doğru eğildi. "Şş sıkıntı yok. Geleceğim. Yarın sabah sen otelden çıkmadan söz otelde olacağım." Yüzümün düşmesine engel olamamıştım.
Beni elimden tutup ayağa kaldırdı. Yanaklarımı avucunun içine aldı. "İnan eğer şu an gözünden bir damla düşerse ben de oturur ağlarım. Seninle uyuyabileceğim bir gece elimden alınıyor. Şu an benden daha üzgün ve sinirli bir insan olamaz. Ama geleceğim tamam mı?" Bir çocuğu ikna etmeye çalışır gibiydi sesi. Gözleriyse benim dolu gözlerime bakarak dolmuştu bile. Gerçekten şimdi ağlasam o da oturur ağlar gibiydi.
"Tamam." dedim kendimi toparlarken. İptal olmuş gibi düşünmeme gerek yoktu. Gelecekti. "Geleceksin. Yarın sabah geleceksin." dedim sesli bir şekilde kendime hatırlatarak. "O zaman ben şimdi çıkayım. Senin de toplantın var zaten. Ben de erken gideyim havaalanına."
Daha sıkı sarıldı bana. "Off sanki gurbete gidiyormuşsun gibi oldum. Hiç bırakasın gelmiyor. Ben de geleceğim yarın ama niye böyle oldu şimdi?"
Kafamı omzuna gömdüm. "İşte insan vedalaşırken böyle hissediyor normalde. Sen pek bilmezsin." dedim boğuk çıkan sesimle. Yavaşça uzaklaştı benden. "Ağlamamak için laf sokuyorsun fark ediyorum. O yüzden bir şey demeyeceğim." dedi ve yanağıma kocaman bir öpücük bıraktı. "Dur diğer tarafından da öpeyim de kocasın kalma." deyip diğer yanağımdan da öptü. Güldürmüştü bu dediği beni. Melankolik halimden sıyrılmıştım.
"Çok iyisin sağol." dedim gerilerken. "Tamam gidiyorum. Ve seni bekliyorum." Ellerimiz birbirinden ayrılmanın eşiğindeydi. "Bekle beni." dedi gülerek.
Ellerimiz ayrıldı ve ben ona arkamı dönmeden küçük adımlarla kapıya kadar gidip dışarı çıktım. En aşağıya indiğimde telefonuma bir mesaj gelmişti.
'Ahmet abi seni havaalanına bırakacak.' yazmıştı Aziz.
Sağıma soluma baktığımda bana doğru gelen takım elbiseli 50'li yaşlarında bir erkek gördüm. Hemen kendini tanıttı ve arabaya doğru gittik birlikte.
Yolda biraz havadan sudan biraz da Aziz'den konuştuk. Aziz'den övgüyle bahsetti. Herkesin şirkette ona ne kadar saygı duyduğunu anlattı. Bunları dinlemek içimi pır pır ettiriyordu. Aziz bütün övgüleri de bütün sevgileri de hak ediyordu.
Şahin, günün başında gitmişti İzmir'e. Ben Aziz'i bekleyeceğim için birkaç işi bahane ederek bu saate kalmıştım. O yüzden uçakta yalnızdım.
Akşamın ilerleyen saatlerinde İzmir'e vardım. Havaalanından beni Kemal Bey'in şoförü aldı ve otele götürdü. Yorulduğumu hissettiğim için kendimi doğrudan yatağa attım. Biraz Aziz'le mesajlaşmıştım ama mesajlaşırken uyuduğumu sabah alarmımla uyanınca fark etmiştim.
Hemen hazırlandım. Sabah hep birlikte kahvaltıda buluşmayı planlamıştık. Lobiye indiğimde Şahin'i görüp yanına gittim.
"Ay geldim! Geç kalmadım değil mi?"
"Yok yok." dedi paniğime gülerek. "Kemal Bey mühendislik firmasındaki arkadaşlarla geliyormuş yoldaymış."
"Anladım. Tanıyor musun sen gelecekleri?"
"Kemal Bey bahsetti ama daha önce birlikte çalıştığım bir isim değil." dedi. Pek de memnun değildi. Bizim birlikte çalıştığımız firmayla iş yapamamak hoşuna gitmemişti. "Aziz gelecek demiştin. Geldi mi nerede?"
Aziz mesaj atmış mı diye telefonumu çıkarıp baktım. "Gelmek üzeredir muhtemelen." derken Aziz'in dün attığı mesajları okuyordum.
O sırada birkaç insanın bize doğru yürüdüğünü fark ettim ama kafamı telefondan kaldıramamıştım. Belimde hissettiğim elle kafamı hafifçe kaldırdım. Bu elin sahibi Aziz'den başkası olamazdı. O yüzden gülümseyerek başımı kaldırdım ama karşımda gördüğüm kişi Aziz değildi.
"Birce'cim siz zaten tanışıyormuşsunuz birlikte çalışacağınız mühendislik firmasının sahibiyle. Kürşat Bey de senden çok övgüyle söz etti bana."
Elini belimde hissettiğim ve bana gülerek bakan kişi Kürşat'tı ve ben şu an burada ne çeşit bir kamera şakasının içinde olduğumu hiç bilmiyordum. |
0% |