Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm- Özgür Kelebek

@melinogut

Kemal Bey'in cümlesiyle kendime geldim ve Kürşat'ın sarılmak için belime giden elini bileğinden tutup yavaşça kendimden uzaklaştırdım. Kemal Bey herhangi bir gerginlik algılamasın diye Kürşat hariç etrafımdaki kimsenin anlamayacağı 'burada ne işin var?' gülüşünü yüzüme yerleştirdim.

 

Bileğinden elimi çekerken ona döndüm. "Senin bu projede olduğundan haberim yoktu. Mimarlık tarafı bizde olacak sanıyordum. Öyle değil mi Şahin? Kürşat da çok yetenekli bir mimardır ama korkarım ki birlikte çalışamayız."

 

Kürşat teslim olur gibi ellerini yukarı kaldırdı ve o ana kadar fark etmediğim yanındaki kadını gösterdi. "Mimar kimliğimle burada değilim. Babamdan sonra şirketin tüm yetkisi bana geçti biliyorsun. Ben şirketin sahibi olarak baş mühendisimizle birlikte yapacağımız işi yerinde görmek için geldim."

 

Gülüşüm, Kürşat'ın yüzündeki minik tebessümü sildi attı. "Ne güzel. Umarım dediğin gibi mimar kimliğin sana kalır, Kemal Bey'in yanında çatışmak istemeyiz."

 

"Ben ne zaman senin dediğin bir şeye itiraz ettim Birce? Ne dersen anında kabul etmedim mi? Bence sen beni kolaylıkla ikna edersin. Bunu yapabileceğini çok iyi biliyorsun."

 

"Ne güzel birbirini tanıyan bir ekiple birbirimizi anlayarak işimizi daha rahat yaparız o halde." dedi Kemal Bey aradaki gerilimi pek de hissetmeyerek. "Senin de etrafında pek parlak genç beyler var Birce'cim ama bu beyleri gözünün görmemesine sebep olan ışık kim? Onu da çok merak ediyorum doğrusu."

 

Kemal Bey'in söylemek istediği şeye hafifçe gülerken gözlerimi kapıya doğru kaçırdım. Kapıya dönmemle Aziz'i görmem bir oldu. Siyah tişörtü, siyah pantolonu, bir elindeki küçük valizi ve ceketiyle kapıdan içeri girdiği anda gözlerindeki güneş gözlüğünü çıkarmıştı. Siyahlara bürünmüş olmasına rağmen bir gerçekten de bir ışık gibi parladığı için sadece benim değil etrafımdaki beylerin ve alandaki diğer insanların da dikkatini çekmişti.

 

Herhangi bir haliyle bile bu kadar dikkat çekici olmasını daha sonra kıskanmaya karar verdim. Şu an o adamın bu kadar insan arasından benim yanıma gelecek olmasıyla ilgilenecektim.

 

Gözlüğünü çıkarır çıkarmaz şöyle bir alanı tararken benimle göz göze geldi. Ona yanıma gelmesini belirtecek bir şekilde gülümsedim ve yüzümü Kemal Bey'e döndüm. O da dahil olmak üzere hepsi Aziz'e bakıyordu. Başımı hafifçe bize doğru gelen Aziz'in yönüne eğdim. "Sizin de dikkatinizi çektiği üzere benim ışığım biraz fazla parlak. Onun ışığı sayesinde pek kimseyi gözüm görmüyor."

 

Ben konuşmaya başladığım an üçünün de gözü beni bulmuştu. Kemal Bey dediklerimden memnum olmuş gibi gülümsüyordu. Sorusuna böyle bir yanıt almayı o da düşünmemişti muhtemelen. Ben de düşünmemiştim ama benimkinin doğru zamanda doğru yerde olma gibi huyları vardı işte. Yapacak bir şey yoktu.

 

Şahin yan bir gülüş attı kurduğum cümleye ve bakışlarını kaçırdı. Kürşat ise bir bana bir Aziz'e bakıyordu. Benim onun buradaki varlığına şaşırdığım kadar o da Aziz'in burada olmasına şaşırıyordu belli ki.

 

Başımı geriye doğru çevirmemle Aziz'i dibimde bulmam bir oldu. Şu an dikkati bende değil burada ne işi olduğunu bilmediği Kürşat'taydı. 'Sen ne alaka dalyaprak' demek ister gibi bakıyordu. Surat ifadesi beni güldürse de bunu her an gerçekten diyebilirdi ve benim bunu dememesi için müdahale etmem gerekiyordu.

 

Elim yavaşça elini buldu. Temasımla birlikte bakışları bana döndü. Ellerimiz birleştirip tebessümle yüzüne baktım. Hafifçe çatılan kaşlarından şaşırdığı anlaşılıyordu. Arkadaşlarımız dışında başka birinin yanında rahat davranmam onu şaşırtmış olmalıydı. Haklıydı da. Sonuçta sevgili olmadığımızı söyleyip ikimiz yalnızken canımın istediği gibi takılıyordum. Onun da küçük sınavı buydu. Bu zamana kadar da katlanmıştı. Hem de Kürşat'ın, Şahin'in hatta Altan'ın ve ailesinin önünde. Sevgilim olduğunu hiçbir yerde söylememişti. Ben söylemediğim sürece de söylemeyeceğine emindim. O yüzden en azından böyle bir anda onu böyle bir sıkıntının içine sokmak istemiyordum. O duymasa da az önce kurduğum cümleyle buradaki herkes Aziz'den sevgilim olarak bahsettiğimi anlayacaktı.

 

"Kemal Bey, Aziz." Kemal Bey'e bakıp diğer elimle Aziz'i gösterdim. Sonra Aziz'e dönüp Kemal Bey'i gösterdim. "Aziz, Kemal Bey. Evini tasarladığımız müşterimiz. Şahin ve Kürşat'ı tanıyorsun zaten."

 

"Memnun oldum Aziz. Biz de tam seninle ilgili konuşuyorduk." dedi Kemal Bey elini uzatarak. Aziz'in bu tokalaşmaya karşılık vermesi için tam elimi çekecektim ki sol elindeki küçük valizi yere bırakıp elimi birkaç saniyeliğine sol eliyle tuttu. Kemal Bey'le tokalaştıktan sonra elimi tekrar sol elinden sağ eline geçirdi ve parmaklarımızı kenetleyerek daha da sıkı tuttu.

 

"Ben de memnun oldum Kemal Bey. Umarım hakkımda iyi konuşmuşsunuzdur." Yüzüne yerleştirdiği profesyonel gülümseme gözlerimi ondan ayırmak istemememe sebep oluyordu. Bu hallerine bir ayrı düşüyordum. Çok profesyonel ve fazla seksiydi.

 

"Birce'nin olduğu bir yerde hakkında kötü konuşmak pek mümkün değil bence. Baksana gözleri nasıl parlıyor sana bakarken."

 

Aziz'in aniden kafasını çevirmesiyle birlikte gözümdeki bakışımla ona yakalandım. O da fark etti Kemal Bey'in bahsettiği "parıltılı bakışı". Yakalanmanın utancıyla yüzümü gerisin ger Kemal Bey'e çevirdim. Hayır zaten her şey ortadaydı ama bakışımdan aşk akarken en azından şu an için Aziz'e yakalanmasam daha iyi olurdu.

 

"Kız arkadaşını yalnız bırakmaman çok hoş. Bugün sen de bizimle gelmek ister misin arsayı görmeye? Sevgilileri bu güzel tatil gününde iş iş diyerek ayırmayalım değil mi? O kadar kötü bir patron değilim."

 

Bizim birbirimize söyleyemediğimi tüm kelimeler Kemal Bey'in patır patır söylüyor olması beni heyecanlandırmıştı. Aziz bana biraz uzun bakarak belli ki Kemal Bey'in sözlerini reddetmemi bekliyordu. 'Biz sevgili değiliz' ya da onun gibi saçmalıklar zırvalamamı bekliyordu. Ama bu gerçek çok kısa bir süre sonra değişecekken müşterimin önünde elini tuttuğum adamın sevgilim olmadığını kimseye anlatamazdım. İşim olmazdı. Aziz benden herhangi bir tepki görmeyince kendisi lafa girmeye çalıştı.

 

"Biz aslında sevg..."

 

Anında kestim cümlesini. "Biz aslında size onu diyecektik. Aziz de bunun için geldi zaten. Normalde benimle birlikte dün akşamdan gelecekti ama acil bir işi çıktığı için sabaha kaldı."

 

Beni onaylaması için Aziz'e döndüğümde suratındaki yan gülüş söylediklerimden ne kadar memnun olduğunu gösteriyordu. Kemal Bey'in sözlerini yalanlamamıştım ve onun yalanlamasına da izin vermemiştim. Üstelik elini de tutuyordum. Bunların hepsi birleşince keyiften dört köşe olmaması için hiçbir sebep yoktu.

 

"İş hayatı maalesef böyle sıkıntılar çıkarabiliyor. Bak biz de sevgilisini hafta sonu taktık peşimize buraya getirdik. Kim bilir ne planları vardı? Ama helal olsun o da senin peşine takılmış gelmiş. Sen ne iş yapıyordun bu arada Aziz?" Kemal Bey'in Aziz'e övgü cümleleri bittiğinde sonunda ne iş yaptığını sormak aklına gelmişti. İşte en sevdiğim kısım burasıydı. Birinin Aziz'e ne iş yaptığını sorması.

 

"Within'i bilir misiniz?" diye sordu Aziz kibarca. Kürşat'ın devrilen gözleri ve Şahin'in gülüşünü kapatan eli Aziz'in bu kibarlığını pek de onaylamadıklarını gösteriyordu.

 

"Bilir misiniz ne demek?" diye güldü Kemal Bey. "Büyük ya da küçük şirketi olan herkes hatta bir şirketi olması için çabalayan herkes Within'i bilir. Bizim hukuk ve danışmanlık işlerimizle de onlar ilgileniyorlar. Orada mı çalışıyorsun?"

 

"Evet." dedi Aziz yine kibarca. Ben çıldıracaktım şimdi onun bu alçakgönüllülüğüne. Sevgili olduktan sonra Aziz'in mesleğini söyleme görevini kendi üstüme alacaktım.

 

"Aziz kibarlık yapıyor Kemal abi. Within'in Türkiye sorumlusu kendisi." Şahin'in lafa girmesiyle çıldırmaktan son anda kurtulmuştum. Onun bu çıkışı yapmasını beklemiyordum. Şaşırmıştım ama bir yandan da hoşuma gitmişti.

 

"Öyle mi?" dedi Kemal Bey şaşkınlıkla. "O zaman dün senin önüne çıkan iş biz olmalıyız kusura bakma." Gülerek Aziz'in omzuna iki kere vurdu hafifçe. "Ama asistanımdan duyduğuma göre çok ilgilenmişsiniz ve rahatlatmışsınız müdürümüzü de. Doğrudan yöneticiyle konuştuklarını söylediklerinde biraz kızmıştım açıkçası bu kadarına gerek var mıydı diye ama belli ki doğru olanı yapmışlar." Ben duyduklarımla şaşkınlık içerisine girmiştim. Kemal Bey'in şirketi gerçekten çok köklü ve büyük bir şirketti. Within'in ne kadar büyük olduğunu anlayabiliyordum ama bu şekilde doğrudan görmek bambaşka hissettiriyordu. Aziz'den çok ben gurur duyuyordum. O sanki bunlara çoktan alışmış gibiydi.

 

"Biraz sıkıntılı bir durumdu şirketiniz için evet. Benimle iletişime geçilmesi doğru bir karar olmuş. Ben de işimi yaptım." Gibisi fazlaydı! Çoktan alışmıştı! Muhtemelen dün Kemal Bey'i milyonluk zararlardan kurtarmıştı ama sanki yanlış gelen kahvenin yenisini yapmış gibi davranıyordu.

 

"Sizi öğlen bir teşekkür yemeğine çıkarayım o zaman. Gider miyiz hep birlikte?" dedi Kemal Bey bize de bakarak.

 

Planım bu değildi. Hiç değildi. Elimden gelen en kısa sürede Aziz'le yalnız kalmam gerekiyordu ama belli ki önümüzdeki saatler arasında bunu yapabileceğim bir zaman oluşmayacaktı. Aziz onay için bana baktığında istemeyerek de olsa kabul ettim. Sonuçta buraya iş için gelmiştik. 'Kusura bakmayın benim Aziz'e ilan-ı aşk etmem gerekiyor' diyerek yanlarından kaçamazdım.

 

Kemal Bey bir çalışana seslendi ve Aziz'in valizini benim odama bırakmasını söyledi. Sonra hep birlikte dışarıdaki araca yöneldik. Geniş ve uzun bir araçtı. Kemal Bey önden giderken Kürşat da yanındaki başmühendisine öncelik vererek peşlerinden araca bindi. Şahin geçmemiz için bize öncelik verdi. Önce ben ardımdan da Aziz bindi. Üçlü koltuklara yan yana oturduğumuzda yol boyu Kemal Bey'den Alaçatı'nın ve İzmir'in ne kadar güzel olduğunu dinledik. Araziye geldiğimizde Kemal Bey, Şahin ve baş mühendis kadınla arazinin farklı bölgelerinde ev ile ilgili konuşmalar yaptık. Ara ara başımı çevirdiğimde Aziz'le Kürşat'ı bir şeyler konuşurken görüyordum. Ne konuştuklarını çok merak etsem de şu an yanlarına gidemezdim. Gitsem de konuşmaya muhtemelen son verirlerdi. Başımı çevirdiğim çoğu anda Aziz'le göz göze geliyorduk. Sanki bir gözü hep benim üstümde gibiydi.

 

 

Temmuz- 2013

 

Alaçatı'ya ayaklarını attıkları andan itibaren Birce'nin gözü etrafta fır dönüyordu. Her şey o kadar güzel ve huzurlu görünüyordu ki hiçbirini kaçırmak istemiyordu. Aziz'in gözünün gördüğü tek şey ise Birce'ydi. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru anda, doğru kelimeleri söylemeliydi artık.

 

Bir süre Alaçatı sokaklarında dolaştılar. Gördüğü her güzel yerde fotoğrafını çekti Birce'nin bazen tek bazen ikisi birlikte. Bazen de Birce'nin ısrarları sonucu Aziz tek başına poz vermişti kameraya.

 

Sokaklar arasında dolaşırken çok güzel kapısı olan bir ev gördü ikisi aynı anda. Aynı anda birbirlerine döndüler ve aynı anda 'fotoğraf çekilelim' dediler. Birce önce zorla Aziz'i oturttu kapının önüne. Bir sürü fotoğrafını çekti. Aziz bunalınca yerinden kalkıp Birce'yi oturttu. Birce onun gibi değildi poz vermelere doyamadı. Birce'nin bu haline hem gülüyor hem de fotoğraf çekmeye devam ediyordu Aziz. "Zamanlayıcıyı aç." dedi Birce oturduğu yerden. Birlikte de fotoğraf çekinmek istiyordu. Aziz kamerayı bir evin duvarına sabitledi. Ama zamanlayıcıyı değil videoyu açtı ve koşarak Birce'nin yanına geldi.

 

Birce çoktan pozunu vermişken Aziz onun bu haline kıkır kıkır gülmekle meşguldü. Pozunu bozmadan dişlerinin arasından konuştu Birce "Pız virsini"

 

Bu cümle Aziz'in gülüşünü kahkahaya çevirdi. Fotoğrafı umursamayıp kahkahayla gülen çocuk sinirini bozdu Birce'nin. Sinirle yanına döndü ve bacağına vurdu. "Ne gülüyorsun be?!" Poz ver dedik! Açmadın mı zamanlayıcıyı?"

 

Birce'nin sesi yükseldikçe Aziz'in kahkahası da yükseliyordu. Gülüşünün arasında "Video." diyebildi sadece. Birce gözlerini devirerek Aziz'in yanından kalkıp gitmeye yeltendiğinde anında kolundan tutulup yerine oturtuldu. Gülmesini kesen Aziz gayet ciddi bir ifadeyle 'sen hayırdır?' der gibi "Nereye?" diye sordu. "Senden uzağa!" dedi Birce de ve kolunu Aziz'in kolundan kurtarmaya çalıştı. Nafile bir çabaydı.

 

"Onu unut işte." dedi Aziz gülümseyerek. "Allah allah nedenmiş o? Beni sinir edersen kalkar giderim." İkisinin inatlaşması başlamıştı yine.

 

"Ben de peşinden gelirim."

 

"Daha hızlı koşarım!"

 

"Ben de yakalarım!"

 

"Elinden kurtulurum!"

 

"Sen benim elimden kurtulamazsın." Bir süre ikisi de sessiz kaldı ve birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Birce'nin siniri Aziz'in gözlerinde yavaş yavaş azalırken Aziz çoktan Birce'nin gözlerinde kaybolmuştu bile. "Bırakmam." diye fısıldadı. "Ben seni bırakmam. Çünkü ben..."

 

"Yavrum! Oraya oturmayın evladım! O evin sahibi cadaloz bir kadın sizi görürse bir ton laf eder. Keyfinizi kaçırır. Hem taş orası. Taşa oturanın çocuğu olmaz. Kalkın kalkın!"

 

Karşıki evin camından çıkan teyze ile ikisi de gözlerini birbirinden ayırmış ve teyzeye bakmaya başlamıştı. Birce böyle şeylerden çok çekindiği için anında yerinden kalktı. "Sağ olun." diyerek kibarca selam verdi kadına. Sonra arkasını dönüp hâlâ yerde oturan Aziz'e baktı. "Hadisene çıkmasın şimdi huysuz kadın. Gidelim."

 

Aziz sabır dilenir gibi derin bir nefes aldı. Evrenin mi kaderin mi yoksa varlığını bilmediği bazı güçlerin mi onunla bir alıp veremediği vardı henüz çözememişti. Oturduğu yerden kalkıp kurduğu kameraya doğru ilerledi ve kamerayı kapatıp Birce'nin yanına gitti. İkisi Alaçatı sokaklarında eğlenerek dolaşmaya devam ettiler. Birce tatilin keyfini çıkarırken Aziz bir sonraki hamleyi nerede yapmanın daha uygun olacağını düşünüyordu.

 

 

Ekim-2024

 

Arazi de dolaşmamız Kemal Bey'in bize dalından meyve ikram etmesiyle devam etti. Ben de fırsat bu fırsat deyip meyve verme bahanesiyle birbirleriyle konuşan Aziz ve Kürşat'ın yanına gittim. Aziz'in gözü zaten sürekli benim üstümde olduğu için onlara doğru geldiğimi hemen fark etmişti. Elleri arkada, rahat pozisyondaki duruşunu bozmadı ve gülen yüzüyle gelişimi bekledi.

 

Yanlarına varmama birkaç adım vardı ki o adımları Aziz attı. "Bir tanem, şimdi plana göre evin merdivenleri tam olarak nerede olacak?"

 

Sorduğu soruyla bir anlığına durup kaldım. Cidden bu soruyu sorduğunu ve yanıt beklediğini fark ettiğimde önümü araziye doğru dönüp planı gözümün önüne getirdim. İleride sağda bir alanı parmağımla gösterdim. "Şu alanda galiba."

 

"Hmm ne güzel." dedi gösterdiğim yere bakarak. Sonra belimden tutarak kendisini bana yasladı. Sanki merdiveni orada görüyormuş gibi baktı ardından kafasını arkamızda kalan Kürşat'a çevirdi. "Bak şu taraftaymış Kürşat."

 

Kürşat'a gülerek bakarken elimdeki mandalinaların ikisini de tek eliyle tutup ellerimi beline dolamam için serbest bıraktı "Bana mandalina mı getirmiştin biriciğim teşekkür ederim." deyip şakağımdan öptü ve belimdeki koluyla beni ilerideki bir alana yönlendirerek ortamdan uzaklaştırdı.

 

Ne olduğunu pek anlayamasam da Aziz'e ayak uydurmuştum.

 

Arazi ile ilgili konuşmalarımız bittiğinde öğle yemeğine çok güzel bir restorana gelmiştik. Aziz'le buraya baş başa gelip itirafımı burada yapabilirdim. Ama Kemal Bey bu hakkı elimden almıştı. Moralimi bozmadan anın tadını çıkararak yemeğimi yemeye odaklandım. Yemekte Kemal Bey daha çok Aziz'le konuştu. Dün olan problemden konuşmaya başlayıp Alaçatı'nın demografik yapısından çıktılar. Bir yerden sonra aklım akşamki planda olduğu için dinlemeyi bırakmıştım. Kemal Bey'in sorusuyla ortama geri döndüm.

 

"Siz nasıl tanıştınız peki Birce'yle?"

 

Aziz gülümseyerek bana baktı sonra tekrar Kemal Bey'e döndü. "Bizim tanışıklığımız ta liseye dayanıyor aslında."

 

"Öyle mi? Lise aşkı demek." dedi Kemal Bey şaşkın bir ifadeyle.

 

"Evet öyle de diyebiliriz. Lisede birbirimizi sevmemize rağmen itiraf edememiştik. Liseden sonra bir süre koptuk ama şimdi tekrar yan yanayız."

 

Her şeye rağmen, Kemal Bey bizi sevgili bilmesine rağmen, sevgiliyiz dememişti de yan yanayız demişti. Onun bu tavrı içini sıcacık yapıyordu.

 

Kürşat küçümseyici gülüşünü içtiği suyun arkasına saklamaya çalışırken Aziz'in sinirlenmemesi için elimi hafifçe bacağına koymuştum.

 

"Neden itiraf edemediniz?" diye sordu Kemal Bey merakla.

 

"Biraz benden kaynaklanıyor maalesef. O yaşlardaki aşkların pek gerçek olabileceğine ya da uzun süre devam edebileceğine inanmıyordum. Aziz de bunu bildiği için söylememeye karar vermişti."

 

"Reddedilmekten korkmuş yani." dedi Kürşat. Bu cümlesiyle ortamdaki tüm gözler onun üstüne çevrilmişti. Bu kadar susması bile benim için çok şaşırtıcıydı. Her an Kemal Bey'e ben de Birce'nin eski sevgilisiyim diye kendini tanıtabilirdi.

 

"Hayır, kaybetmekten korktum önce. Bana karşı hiçbir şey hissetmediğini düşündüğüm zamanlar bunu ona söylediğimde onu arkadaş olarak da kaybedeceğime emindim ama sonradan onun da bana karşı hisleri olduğunu anladığımda itiraf etseydim de onu kendisiyle ve inandıklarıyla bir savaşa sokacağımı fark ettim. Zaten istediğim her an her şekilde yanındaydım. Biraz daha beklemek benden hiçbir şey götürmez diye düşündüm."

 

Kürşat tekrar bir şey söylemeyip bakışlarını Aziz'in üstünden çekmeden suyundan bir yudum daha aldı. İçinin içini yediğine emindim ama masada bitik bir para kaynağı Kemal Bey duruyordu. Burada bir olay çıkarması ya da Kemal Bey'in küçük de olsa bir tatsızlık sezmesi onların şirketinin bu projeden çıkarılması demekti. Babası ise bunun hesabını sorardı. Babasına kaybedilen paranın hesabını vermektense susmayı tercih etti.

 

"Sen neden fikrinde bu kadar kararlıydın Birce? Lise aşkları çok özeldir.. Evet bazen acı verici olabilir ama.. O da tecrübe edilir. Sen tecrübe etmeden nereden biliyordun bunu?"

 

Hafifçe tebessüm ettim. "Başkalarının tecrübeleri bize hayatta büyük ders olur bazen Kemal Bey. Benimki de o hesap."

 

Birkaç saniye sessizliğin ardından tekrardan yüzüne geniş bir tebessüm kondurdu Kemal Bey. "Aman canım! Günün sonunda yan yanasınız işte. Yan yana gelebildiğiniz sürece tüm pişmanlıkların yeri 'iyi ki'lerle dolar. Dert etmeyin."

 

İki saatlik sohbetin ardından sonunda Kemal Bey bizi tekrardan otele bırakmıştı. Kürşat zaman zaman laflarıyla ortamda soğuk bir rüzgar estirse de bazen benim bazen de garip bir şekilde Şahin'in araya girmeleriyle konu toparlanıp kötü bir yerlere gitmeden kapatılıyordu. Zaten Kürşat'ın da konuyu ileriye taşıma gibi bir niyeti yoktu.

 

Otele geldiğimizde herkes ilk olarak odalarına dağıldı. Aziz de işten sonra koşturarak eve gittiğini ve duş bile alamadığını söylediği için biz de odaya çıktık.

 

"Sen gir sonra da ben gireceğim. Sabah duş almayı sevmiyorum o yüzden ben de yıkanmadım." dedim kendimi yatağa atarken.

 

Ayağının sürtünme sesini yakından duymamla bedenimi hafifçe yataktan kaldırdığımda Aziz'i elini yatağa dayamış bir şekilde buldum. Benim şaşkınlığıma izin vermeden üzerime doğru eğildi.

 

"Gelecek nesilleri düşünmemiz gerekiyor biliyorsun değil mi? Su israfı yapmaya gerek var mı?"

 

Cümleleri beni hem güldürmüş hem de gıcık etmişti. Şu an teklifini kabul etsem dilini yutardı ama bana karşı hep bir cesur pozlarındaydı. "Seninle duş almayacağım." dedim yüzüne daha da yaklaşarak.

 

"Aa neden? Sevgilin olduğumu sanmıştım. İnsanlar hep öyle sandı. Değilsek bir daha gördüğümüzde gerçekleri söyleyelim tamam mı? Kimsenin gözünde yalancı olmak istemem." Kemal Bey'i yalanlamadım ve onun da yalanlamasına izin vermedim diye aklı sıra bana 'biz şimdi neyiz?' numaraları kesiyordu.

 

"Hmm olur söyleyelim. İlk önce Kürşat'a söyleyelim ama. Uyar mı sana?" dedim numarasına karşılık olarak.

 

Yavaşça üzerimden kalktı. Onun oyununa ayak uyduruyordum ama yüzü sertleşti bir anda. "Bana bunun şakasını yapma lütfen. Kürtaj dozumu bugün yeterince aldım. Bir de senin ağzından duymak istemiyorum o herifin adını."

 

Ben ne olduğunu daha anlayamamışken lafa girecektim ki tekrardan "Lütfen." diyerek beni susturdu ve banyoya girdi. Ne olduğunu anlayamamış bir halde yatakta oturur vaziyette kaldım bir süre.

 

Suyun sesini duyduğumda kendime geldim ve valizden duştan sonra giymek için bir şeyler çıkardım. Çok abartmamalı ama güzel de olmalıydım. Şık bir büstiyerin üstüne beyaz gömleğimi ve altına da geniş kot pantolonumu giymeye karar verdim kıyafetleri yatağın üzerine serdim. Zaman geçmeyince biraz telefonumu aldım ve gelen mesajlara baktım. Kızlar, Aziz'e söyleyip söylemediğimi merak ettiklerine dair mesajlar atmışlardı. Hatta kocasından hiçbir şey saklayamayan Leyla, Erdem'e de bu durumdan bahsetmişti.

 

Benim uzunca bir süredir mesaj atmadığımı görünce kızlar endişelenmiş Erdem de sağ olsun endişelerini "Ohoo Birce Aziz gibi mi? Çoktan söylemiştir. Hatta sevişmeye bile başlamışlardır. Çok rahatsız etmeyin." diyerek gidermişti. Ben de bunu Leyla'nın attığı seste birebir dinlemiştim. Bu sesi Aziz'in yanında dinlemediğim için şükrederken onlara henüz mutlu bir haber veremeyeceğimin mesajını attım.

 

Tam o sırada Aziz duştan çıktı. Bundan bir hafta önce doya doya bakamadığım o görüntü yine karşımdaydı. Bu sefer havlusu daha sıkı bağlıydı ama adonislerinin bana selam veriyor olması ve benim onlara uzaktan bakmam çok büyük haksızlıktı. Bakışlarımı zor da olsa oradan kaldırıp içimi yumuşacık edecek yere çevirdim. Aziz'in dövmesine. Gözlerimi üzerinden çevirmemem Aziz'i keyiflendirmiş olacak ki gülerek yanıma geldi.

 

"Uzun baktın? Birine mi benzettin?"

 

"Evet... Lise zamanlarından bir çocuk vardı. Ona benzettim." Ben hâlâ yatakta oturuyordum o da karşıma geçmiş elindeki havlusuyla saçlarını kuruluyordu.

 

"Öyle mi? Kimmiş bu çocuk?" dedi sırıtan ifadesiyle. Oyun oynamamız hoşuna gidiyordu.

 

O oyun oynadığımı düşünüyordu ama ben asıl düşüncelerimi söylemek istedim. Bir nevi provaydı aslında.

"İlk aşkım."

 

Bir anlığına yutkunuşunun boğazında takılı kaldığını gördüm. Saçlarını kurutmaya çalıştığı eli durdu ve yavaşça aşağı düştü. Kendini toparlaması biraz zaman aldı ama hafifçe boğazını temizledikten sonra kendine geldi. "Velede bak. Kapmış güzelim kızı. Yaşı kaç başı kaç daha?"

 

Kendi kendisine kurulmasına kahkahayla güldüm. Oturduğum yerden kalkıp dibine girdim. Ben kollarımı boynuna dolamadan önce hafifçe uzaklaşacakmış gibi oldu ama ondan daha hızlı davrandım. "Çok tatlı bir veletti ama çok yakışıklıydı da. Bizim dönem, her yeni gelen alt dönemler hatta bazı üst dönemler bile hastaydı yani. O kadar yakışıklıydı."

 

"Vayy." dedi etkilenmiş gibi. "Çok gönle düşmüş. Onun gönlüne kim düşmüş acaba? Biliyor musun?"

 

Omuzlarımı silkeledim. "Bilmiyorum, ben olduğumu düşünüyordum bir ara ama hiç söylemedi." dedim dudağımı büzerek. Tam sinir olmuş bir ifadeyle bir şey söyleyecekti ki sözünü kestim.

 

"Sonra yıllar sonra çıktı karşıma bir baktım kalbine dövmemi yaptırmış." Bir elimi boynundan çekip yavaşça dövmenin üzerine getirecektim ki tuttu elimi. Dövmesine dokunmak için hazır bekleyen parmak uçlarımı öptü. Sonra avucumu dövmesinin yukarısına, kalbinin üstüne yerleştirdi.

 

"O zaman anladın mı hep seni sevdiğini ve sonsuza kadar seni seveceğini?"

 

Yakınlığını, teninin tenime hissettirdiklerini, avucumun altında atan kalbini hiç bırakmak istemiyordum ama kendimi tutmazsam ya öpüşecektik ya öpüşecektik. En azından bugünkü ilk öpücüğümüzün bu şekilde değil de itirafımdan sonra olmasını istiyordum.

 

"Cık" dedim dilimi damağıma vurarak. Kaçar gibi uzaklaştım. Banyonun kapısından içeri girdiğimde kafamı dışarı çıkarıp konuştum. "Hâlâ bazı şüphelerim var. Hiç emin değilim. Adı Işık olan bir kız hayatına girmiş mi önce onu bir incelemem lazım." deyip kapıyı kapattım.

 

Arkamdan duyduğum kısık gülme sesiyle birlikte rahatlayıp kıyafetlerimi çıkararak duşa adımımı attım. Banyo buharla kaplıydı. Az önce Aziz'in burada duş aldığını bana hatırlatır gibiydi. Zaten sabrımın sınırlarındaydım. Kendi kendime 'itiraf et de kurtulalım be artık' diye çatmama çok az kalmıştı.

 

Düşüncelerimden kurtulup duş almam zor olsa da başardım ve havluya sarınıp kafamı tekrar banyo kapısından dışarı çıkardım. Aziz pencerenin önünde telefonda konuşuyordu. Havlu parti günü giydiğim elbiseden daha çok yerimi kapatıyordu ama nedense yine de parmak uçlarımda gidip yatağın üstüne serdiğim kıyafetlerimi alıp hızlıca banyoya geri geçtim. Aziz de beni fark etmemişti ve telefondaki kişiyi dinliyordu.

 

Banyoya girip saçımı kurutup kıyafetlerimi giyip dışarı çıktığımda Aziz'i bu sefer kapının önünde beni beklerken buldum. Az önce dikkatimi çekmemişti ama resmen benimle uyumlu giyinmişti. Beyaz gömleği ve mavi kot pantolonuyla hem özensiz hem şık nasıl durabilirdi aklım almıyordu!

 

"İkiz gibi mi gezeceğiz?" dedim yine tüm romantikliği katlederek.

 

Bana bakan tatlı gülüşün yerini kısılan gözler almıştı. "İnanılmazsın gerçekten." deyip elindeki makyaj çantamı elime tutuşturdu.

 

"Bu makyaja ihtiyacın var mı demek?" dedim alınmış gibi. Gözlerini devirerek bana baktı ve elimdeki çantayı alıp yatağın üstüne attı. "Böyle bir anlama gelebilecek her şeyi fırlatır atarım." dedi net bir şekilde. Gülmemeye çalışarak sordum. "Peki ya ben dersem direkt makyaja ihtiyacım var diye?"

 

"Seni de atarım makyaj çantanın yanına. Yatağa."

 

"Hii çok ayıp! O cümlen ne anlama geliyor senin hiç düşündün mü?" dedim abartılı bir tepkiyle. Gülüşü büyüdü iyice. Bu gülüşün altından hayırlı bir şey çıkmayacağı belliydi.

 

"İnan şu sıralar en çok düşündüğüm şey." deyip odadaki buzdolabına ilerledi iki tane su çıkardı ve birini bana verdi. "Duş çarptı galiba. Çok sıcaklamışsın yanakların al al olmuş."

 

"Hmm çarptı çarptı. Ben de ona bir tane çarpacağım bir daha böyle sırıtamayacak." deyip aynaya doğru ilerledim. O arkamdan sırıtmaya devam ederken onu umursamayıp makyajımı yaptım. Ne olur ne olmaz Aziz ceketini yanına almıştı bense zaten ne olur ne olmaz Aziz ceketini yanına aldı diye sadece çantamı almıştım. Son anda Aziz az kalsın unutuyordum diyerek valizinden Suna'yı çıkardı ve gülerek çantamın içine attı.

 

Otel çıkışı kimseye yakalanmamanın gizli neşesiyle taksiye binip yıllar önce gezdiğimiz sokakları tekrar gezmek için yola koyulduk. Nereye gideceğimizi konuşmamıştık bile ama Aziz sanki zihnimi okumuş gibi gideceğimiz yerin adresini vermişti taksiciye. Asıl hedeflediğim yerden daha geride inmiştik. Biraz yürüyüp anın tadını çıkarmak istiyordum. Taksiden iner inmez Aziz'in elini tuttum. Hiçbir şey demiyordu ama daha sıkı tutuyordu. Sanki bir şey derse elimi geri çekmemden korkuyor gibiydi.

 

Ben hiçbir şey demedim o da hiçbir şey demedi. Aramızda gizli bir anlaşma varmış gibi el ele tutuştuk ve adımlarımız gidecekleri yeri biliyormuş gibi hareket etti.

 

Ama adımlarımız gidecekleri yeri bilmiyordu. Gerçekten de o kapıyı bulamıyorduk. Ya da bulamıyordum. Çünkü Aziz bir yerden sonra bana güvenir gibi sadece bana uyum sağlamıştı. Bunu yapmaması gerekiyordu. Bulamıyordum!

 

Bunaldığımı hissetmiş olacak ki gülerek sordu. "Bir yeri mi arıyorsun?"

 

"Nereyi aradığımı çok iyi biliyorsun. Niye yardımcı olmuyorsun?" dedim sinirle.

 

"Sormanı bekledim." dedi gülerek. "Şu aradan." Gösterdiği yerden ilerledik. Yazın daha güzeldi buralar ama sonbaharda da olsa yine de huzurluydu. Ya da belki o huzur şu geçtiğimiz sokaklarda değil de yanında yürüdüğüm adamdaydı.

 

Önünde fotoğraf çektirdiğimiz kapı farklı bir renge boyanmıştı. Önünde durduğumda biraz hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmem gerekirdi. Her şeyin eskisi gibi kaldığını düşünmek belki de aptallıktı.

 

"Değişmiş." dedim kısık bir sesle.

"Yenilenmiş." dedi Aziz de beni düzeltmek ister gibi.

 

"Daha mı güzel olmuş sence? Eski hali çok güzeldi."

"Eski hali çok güzeldi evet. Ama bu hali bir başka olmuş. Gözlerimi alamıyorum. Eminim daha da güzel olacak. Yeter ki ona bakan bakışlar değişmesin."

 

Kısık bir sesle güldüm. "Bir kapı için fazla büyük cümleler kurdun." dedim inadına konuşur gibi.

 

Kafasını geriye doğru atarak güldü. Sonra bana döndü ve iki elini de yanaklarıma atıp dişlerini sıkarken yanaklarım da ellerinin arasında sıkıştı. "Elimde kalacaksın bir gün var ya. Çok fena elimde kalacaksın." dedi romantikliği katledişime karşılık olarak.

 

"Olur." dedim ben de sıkışmış yanaklarımın arasından. Gözleri daha da kısıldı ve yüzüme doğru iyice yaklaştı.

 

"Yavrum! Öpüşmeyin oralarda kuzum. O evin sahibi var ya çok çirkeftir çok. Çıkar şimdi canınız sıkılır. Başka yerde öpüşün"

 

Ben utançla kafamı Aziz'in göğsüne gömerken Aziz şaşkınlıkla teyzeye bakıyordu. "Ölmemiş." dedim fısıldayarak. Aziz hafifçe bir baş selamı verdi teyzeye ve elimi tutup hızlı adımlarla sokaktan aşağı yürüttü beni. Adımlarımız hızlandıkça benim kahkaham artıyordu.

 

Bazı şeyler belki de gerçekten hiç değişmiyordu. Korkmaya gerek yoktu.

 

"O zaman ne demişti. Taşa oturmayın çocuğunuz olmaz mı demişti?" Kahkahalarımın arasında Aziz'e yöneltmiştim bu soruyu.

 

"Haksız çıkmadı bak olmadı çocuğumuz." dedi Aziz de arkasını kontrol ederek. Sanki teyze her an çıkabilecek gibi arkamızı kontrol ediyordu.

 

Kurduğu cümleye karşılık omzuna vurdum hafifçe. Biz hızlı adımlarla olay mahallinden uzaklaşırken teyze askerlerini göndermişçesine yağmur yağmaya başlamıştı. Belki de bu şehrin bize bir garezi var diye düşündüm içimden.

 

"Bir bu eksikti." dedi Aziz mırıldanarak. Ama belki de gerçekten bir bu eksikti. Aziz sığınabileceğimiz bir yer ararken ben sahile doğru çektim onu. Başta ne olduğunu anlayamadı ama sorgulamadan bana ayak uydurdu.

 

Tatilde bana açılmak istediğinde de bu sahildeydik. Yıllar sonra onu ilk kez gördüğümde beni bir sahil kenarında öpmüştü. Ve şimdi yine bu sahilde yarım bıraktığımız şeyi tamamlayacaktım.

 

Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Muhtemelen bir yağmur bulutuna denk gelmiştik. Birazdan hava açacaktı ama ben ıslanmak istiyordum. Sırılsıklam olmak istiyordum.

 

"Birce niye buraya geldik? Islanıyorsun." dedi panikle. O da ıslanıyordu ama gözü beni görüyordu.

 

"Böyle hissettiriyorsun." dedim.

 

Anlam veremedi bu cümleme. "Ne?" diyebildi sadece.

 

"Böyle hissettiriyorsun!" diye bağırdım. "Yağmurda kalmışım gibi. Sırılsıklam!" Dediklerimi anlamlandırmak ister gibi bakıyordu. Belki de hissediyordu neyin geleceğini ama hâlâ daha emin olamıyordu. "Biliyorum çok kaçtım. Kendim şüphe denizinde yüzerken seni de yanıma çektiğim zamanlar oldu. Ama sen benden iyi yüzüyorsun. Dalgalara karşı geldin. Benim kendime itiraf edemediğim duygularımı bile fark ettin. Beni o kadar iyi tanıyorsun ki bir bakışımdan anladın. Bir bakışımdan anladın sana aşık olduğumu da bana neyin iyi gelip neyin gelmeyeceğini de. O yüzden yıllarca içinde tuttun. Ben kendimle savaşmayayım diye sen hislerinle savaştın. Doğru zamanı bekledin. O zaman bize bir türlü gelmedi. Belki de en baştan doğru zamanı beklememiz hataydı bilmiyorum ama bence doğru zaman... Doğru zaman tam da bu an."

 

Büyümüş göz bebekleri ve saçlarından yüzünün her yerine akan yağmur damlalarıyla dudaklarımdan çıkacak her bir sözü heyecanla bekliyordu. "Ben seni çok sevdim. Sevmekten, aşktan, erkeklerden korkan kızın kalbine bu sevgiyi sen ektin. Benim sevgim senin eserin. Öyle büyük bir sevgiyle ektin ve öyle güzel ilgilendin ki yokluğunda solmadı bile. Bazen can versin istedim. Bu kadar canlı durmasın, kalbimin dört bir yanını sarmasın istedim. Ama ben ne kadar çaba gösterirsem göstereyim oradaydı. Şimdi sen geldin ya. Çiçeklendi sanki her bir yanı. Bir başka güzel oldu. Bense sırılsıklamım. Tek kelimeyle sırılsıklam."

 

Dudakları yukarı doğru kıvrılırken gözünden akan yaşın yağmur damlası mı gözyaşı mı olduğunu ayırt edemiyordum ama kendiminkilerin göz yaşı olduğuna emindim. Ellerim yanaklarına çıktı. Yüzündeki damlaları sildim önce tek tek sonra boynuna doğru ilerlettim ellerimi.

 

"Sana çok aşığım Aziz."

Dudaklarından küçücük öpüp geri çekildim. Ne gözlerinden ayrılmak istiyordum ne de dudaklarından.

"Seni çok seviyorum Çınar."

Tekrar yaklaştım ve az öncekinden daha uzun ama yine de kısa bir öpücük kondurdum dudaklarına.

"Şu saatten sonra senden bir an bile ayrı kalamam Leventoğlu"

Bu sefer benim yaklaşmamı beklemeden beni kendine çeken ve sanki yıllar sonra ilk kez öpüşüyormuşuz gibi dudaklarını benimkilerle buluşturan Aziz oldu.

 

Öyle bir buluşmaydı ki bu bir elim sırtını buldu tutunmak için diğeriyse Aziz'in geri çekilme ihtimaline karşı gömleğini sıkı sıkı tutuyordu. Aziz'in ise geri çekilmeye hiç niyeti yoktu. Ellerini yüzümün iki yanına yerleştirmiş, yılların susuzluğunu kana kana gidermek ister gibi içiyordu dudaklarımdan.

 

Bense hafif hissediyordum. Çok hafif, çok doğru, çok mutlu. Sanki yüreğimdeki tırtıl sonunda kozasını yırtıp kanatlanmıştı da özgürce gökyüzünde uçuyordu. Kelebeğin kanat çırpışını yüreğimin dört köşesinde hissedebiliyordum.

 

 

 

 

 

 

Aman aman neler oldu öyle

 

Bunun şerefine beni tiktoktan ve instagramdan takip edersiniz bence ne diyorsunuz?

 

tiktok/instagram: melin.ogut

Loading...
0%