@melinogut
|
Temmuz-2013
Alaçatı sokakları bu iki gencin her haline şahitlik etmişti de bir türlü Aziz'in itirafına şahitlik edememişti. Her ne kadar akışına bırakmak istemese de öbür türlü diken üstünde olacağından Birce'nin bir şey anlamaması için bir süre bu konuyu düşünmeden vakit geçirdiler. Saat ilerlediğinde deniz kenarında, sahilde, kumların üzerinde yan yana oturup güneşin batışını izlemeye başladılar.
Anın huzuru bir an için Aziz'in aklını boşaltsa da sonrasında bu anın mükemmel bir an olduğunu fark etti. Ama bir süredir konuşmuyorlar, sadece manzarayı izliyorlardı. Birden konuya giremezdi. Konu açması gerekiyordu. Doğru bir konu açması gerekiyordu.
"Deniz kıyısında yürüyelim mi biraz?" diye bir teklifte bulundu. Oturduğu yerde çok huzurlu olan Birce başta sıcak bakmadı bu teklife ama sonrasında ikna olması kolay oldu. Birlikte ayaklarını suya sokarak yürümeye başladılar. Aziz'in planladığı gibi olmamıştı. Şu an yürüyorlardı ve yürürkenki sessizlik otururkenki sessizlikten daha rahatsız ediciydi. Birce bir süre yürümeyi bıraktı ve denizi izlemeye devam etti.
Sonra aniden "Balığa bak!" dedi heyecanla. Biraz ilerilerinde küçük bir balık görmüştü. Denizin içine doğru birkaç adım daha attı. Su dizlerine geldiğinde durdu. Başka balıklar gördüğünde gülerek onlara bakıyor ve heyecanla Aziz'e göstermeye çalışıyordu. Aziz de yanına geldi ve Birce'nin bu heyecanına ortak oldu.
"Balık ailesi." dedi gülerek. "Çok tatlılar." diye cevap verdi Birce de.
"Aile güzel bir şey." dedi Aziz. Dediği an da pişman olmuştu. Böyle bir giriş olabilir miydi? Zaman geçtikçe bu işte daha da kötüleşiyordu. En sonunda Birce'ye 'sen ben aşk' diyerek bir teklifte bulunabilirdi.
Onun kurduğu cümleye kahkaha attı Birce. "Balıklardan mı vardın bu sonuca?"
Kurduğu cümlenin saçmalığının Aziz de farkındaydı ama aslında gerçekten de böyle düşünüyordu. Dilini damağına vurarak 'cık' dedi. "Senin ailenden."
Duymayı beklediği cevap bu değildi Birce'nin. Aziz şaka yapar geçer diye düşünüyordu ama oldukça ciddiydi. "Benim ailemden?" dedi sorgular gibi. Normal bir ailesi vardı işte. Ekstra özenilesi bir durumları yoktu. En azından Birce için bu böyleydi.
"Evet, annen baban sen. Mükemmel bir çekirdek aile gibisiniz." Böyle bir itiraf beklemeyen Birce şaşırmıştı. Aziz'in devam etmesi için sustu ve bir şey demedi. "Ne bileyim yani baban her zaman üzerine titriyor. Seni her şeyden korumaya çalıştığı belli. Kıyamıyor da ama bir yandan. Çok kıymetlisin onun için. Babanın senin için yapmayacağı bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sen mutlu ol diye herkesi karşısına bile alır." İkisi de dizlerine gelen suyun içerisinde batmak üzere olan güneşin kızıllığının altındaydı. Babasını Aziz'den böyle dinlemek Birce'yi duygulandırmıştı. "Annen zaten inanılmaz bir kadın. Sana biri bir şey yapacak olsa babandan önce o dikilir karşısına. Gözü hep üstünde ama sen özgür bir kadın ol ayaklarının üstünde dur diye uğraşıyor bir yandan. Sana en iyi örnek de kendisi zaten. Ne bileyim gülüyorsunuz birlikte. Ailecek. Eğleniyorsunuz. Birbirinizi sevdiğinizi anlamam çok kolay. Sadece siz de değil. Bak mesela Mahir abin. Kuzenin ama abin gibi. Bir derdin olsa ona koşarsın. Ben bile derdim olsa koşarım öyle bir güven veriyor. Sana da çok değer veriyor. Kardeşi vardı bir de onunla da kardeş gibisin. Sen de ona ablalık yapıyorsun. Babaannen sıkıntı biraz şimdi yalan söylemeyeceğim. Ha bir de dolandırıcı amcan vardı ama o da her aile olur. Güzel yani. İnsanın eksikliğini hissedebileceği tüm duyguları ailesinde tamamlayabilmesi büyük bir şans."
Birce'nin alt dudağı büzülmüştü Aziz'i dinlerken. Fark etmeden olmuştu. Aziz çok anlatmazdı ailesini ama az önce özenerek anlattığı gibi bir aile hayatının olmadığını çok iyi biliyordu. Muhtemelen babası şu anda Aziz'in İstanbul'da olduğunu düşünüyordu. Annesi de muhtemelen ne zaman döneceğinden tam emin değildi. Annesinin bu halinden memnun olduğunu söylemişti aslında Aziz birkaç kere. 'Beni düşünmesin sadece kendisiyle ilgilensin istiyorum. Bu hale gelmesi çok uzun zaman aldı.' demişti hasta haliyle Bircelerin evinde kanepede yatarken. O an bu konuyla ilgili fazla bir şey soramamıştı Birce de ama bir anlam verememişti.
"O yüzden..." dedi Aziz Birce'nin derinlere daldığını fark edince. "Ben de günün birinde sizinki gibi bir aileye sahip olmak isterim. Tabi ben pek öyle bir aile nasıl olunur bilmediğim için bilen birinin bana yardımcı olması gerekir."
Birce duyduğu cümleyle bir anlığına dengesini kaybetti. Bastığı kum sanki ayağının altından kaydı da ayağı burkulmuş gibi sendeledi. Aziz anında bir eliyle kolundan bir eliyle belinden tuttu Birce'nin. Bu temasla ikisi de daha çok yakınlaşmıştı birbirine. Birce'nin gözleri Aziz'in gözlerinde tutuklu kalmıştı. Aziz'in bahsettiği 'bilen biri' o muydu? Aziz neden kendisine böyle güzel bakıyordu? Ve neden sanki normalde olduğundan daha yakındı?
Batmakta olan güneşin gözlerine vurması gözlerini açık tutmakta zorlanmasına sebep oluyordu. Gözlerini yavaşça kapatıp açtığında anlık olarak Aziz'in gözlerinin dudaklarına düştüğünü fark etti. Oluyor muydu gerçekten? Gerçekten oluyor muydu? Kalbi bu heyecanla çarpmaya başlamışken bacağında hissettiği ani acıyla bir çığlık attı ve panikle Aziz'den uzaklaşıp hızla kıyıya doğru ilerlemeye başladı.
Ne olduğunu anlamayan Aziz olduğu yerde kalakalmıştı. Birce bu öpücüğü istemediği için ondan kaçmamıştı değil mi? Zaten yakınlaşmalarından dolayı heyecandan hızla atan kalbi bu düşüncenin yarattığı yıkımla daha sert çarpmaya başlamıştı. Kendini birkaç saniye içinde toparladı ve Birce'nin peşinden kıyaya ilerledi.
"Birce ben özü..." "Bacağım! Bacağıma değdi!" diye bağırıp yerinde sıçrıyordu resmen Birce.
"Ne oldu?" deyip panikle Birce'nin acıdan tutmaktan bile çekindiği bacağına doğru eğildi Aziz. Kızarmıştı bile. "Denizanası mı soktu?"
"Galiba. Çok acıyor."
Aziz eğildiği yerden hızla kalkıp belinden tutup kaldırdığı Birce'yi tekrar deniz kıyısına getirdi. Denizin tuzlu suyuyla denizanasının çarptığı yeri temizledi. Birce Aziz'in ne yaptığını bilmiyordu ama güveniyordu o yüzden karşı da çıkmıyordu.
Aziz'se çok gerilmişti. Zaten itiraf heyecanı tüm bedenini sarmıştı onun ardından kısa bir süre olsa da reddedildiğini düşünmenin üzüntüsü ve peşine gelen Birce'nin denizanası tarafından sokulması şoku vücudunda büyük bir stres yaratmıştı. Kalp atışlarını hâlâ hissedebiliyordu. Sakinleşememişti.
Onlar denizanası meselesiyle uğraşırken Birce'nin telefonu çaldı. Arayan Mahir'di. 2 saat sonra onları alıp otogara bırakacağını, neredeyseler kaldıkları yere dönüp hazırlanmalarını söyledi.
Aziz'in desteğiyle kiraladıkları arabaya doğru ilerlediler. Aziz gördüğü bir büfeden soğuk su alıp çantasındaki yedek tişörtü ıslatarak soğuk kompres yapmaya devam etti. Sonra bu görevi Birce'ye vererek yola koyuldu.
Bu sefer de olmamıştı. Çok yaklaşmıştı. Gerçekten çok yaklaşmıştı. Hatta Birce'nin anladığına bile emindi. Ama bu kaos içinde tekrar konusunu açamazdı. Mutsuz ya da umutsuz değildi çünkü Birce ondan uzaklaşmamıştı. Bu onun için çok büyük bir umut demekti. Bugün olmadıysa yarın, yarın olmadıysa sonraki gün. Elbet bir gün hislerini söyleyecekti ve Birce de kabul edecekti.
Ekim- 2024
Yüzüme düşen damlalar ve dudaklarımda hissettiğim dudaklar beni farklı yerlere sürüklüyor gibiydi. Öyle yavaş öyle tadını çıkararak öpüşüyorduk ki sanki ikimiz de bu anın gerçekliğinden şüphe eder gibiydik. Aklıma gelen şeyle hafifçe gülümsedim. Sonra Aziz'in alt dudağını yavaşça ısırdım. Bu ısırığın onu kendine getirmesi ve ne yaptığımı anlamak için benden uzaklaştırması gerekiyordu. Ama öyle olmadı. Anlık acıyla dudaklarının arasından dökülen inleme kulaklarıma ulaştığı an yağan yağmura rağmen yüzümün her tarafının yandığını hissediyordum.
Ben durdurmazsam Aziz durmayacak gibiydi. Kendimi geri çekmeye çalıştım ama başımın iki yanındaki elleriyle bunu yapamadım. Ben de biraz daha yaklaşıp dudaklarımın yönünü dudaklarından yanaklarına çevirdim. Yanağına peş peşe kondurduğum öpücüklerle onun da elleri rahatladı ve belime doğru indi. Ben kollarımı boynuna dolamış bir halde yanağına sayısız öpücük kondururken Aziz hareket etmeden öpücüklerimin tadını çıkarıyordu.
Yüzüne bakmak için yavaşça uzaklaştım. Gözleri kapalı bir halde gelecek diğer öpücükleri bekliyordu. Güldüm bu haline. Çok tatlıydı. Dudaklarına kısa bir öpücük kondurup geri çekildim. Bu gözlerini açmasına sebep oldu.
"Daldın gittin hayırdır aşık mısın?" dedim ortamdaki havayı dağıtmak isteyerek.
"Bunu soruyor musun?" dedi o da gülerek.
"Sonuçta itiraf eden bendim. Sen bir şey söylemedin henüz."
Sırıtarak bana bakıyordu. Yağmur durmuştu ama biz sırılsıklam olmuştuk bile. "Bu halde biraz daha kalırsak hasta olacaksın. Hadi en azından otele gidelim de üstümüzü değiştirelim." dedi yerden aldığı ceketini silkeleyip omuzlarımın üstüne koyarken. Sonra kolunu da omzuma attı ve beni yürütmeye başladı.
"Söylemeyecek misin?" Bir yandan yürüyor bir yandan da şaşkınlıkla Aziz'in yüzüne bakıyordum. Halinden öyle mutluydu ki yüzündeki gülümseme silinmiyordu.
"İzin verirsen biraz anın tadını çıkarmak istiyorum. Hayalini çok kurdum ama yaşayınca daha bir farklıymış."
"Hayalini kuracağına söyleseydin böyle olmazdı."
"İnan o tatil biraz daha çabalasaydım söylememem için fırtınalar kopar seller akar güneş batıdan doğardı." Sanki o günlerin bunalmışlığı çökmüştü üstüne. Hâlâ daha o zamanları hatırlayıp bunalması komiğime gitmişti.
"Pişman oldun mu o tatilde söyleyemediğine?" diye sordum. Bunun cevabını gerçekten merak ediyordum.
Başını hafifçe iki yana salladı. "Olmadım. Zaten söylememem gerekiyormuş. Onun için tüm girişimlerim baltalanmış. Kaderin bir oyunu." İlk cümlesini ciddiyetle söylemişti ama sonrasında dalga geçer gibi bir ifade takınmıştı. Gerçekten böyle düşündüğünü ama bu konuyla ilgili konuşmak istemediğini anladım.
Zaten seni seviyorum demiştim artık sonraki adım onun bana ne yaşandıysa bir bir anlatmasıydı. Çok merak etsem de. 'Ben seni seviyorum dedim hadi şimdi sen de niye gittiğini anlat.' diyemezdim. Yoksa ilk diyeceği şey 'anlatayım diye mi seni seviyorum dedin' demek olurdu. Bunun şakasını bile yapmasını istemiyordum. Ya da aramızda en ufak bir güvensizlik olmasının. O yüzden ondan gelecek olam adımı bekleyecektim. Çok zor olacaktı ama bekleyecektim.
Otele geldiğimizde odaya çıktık. Odaya girer girmez Aziz'in sıcak bir duşa girmemde ısrar etmesi sonucu mecburen kendimi tekrar banyoda buldum. Ben de önce onun girmesi için ısrar etmiştim ama "Çok istiyorsan birlikte girelim." dediği için sesimi kesip kapımı kapatmıştım.
Ben banyodan çıkmadan önce kapım çalınmış ve Aziz yatağın üstüne bir kutu bıraktığını, kendisinin dışarıda olacağını ve 1 saate geleceğini söylemişti.
Duştan çıktıktan sonra odanın içinde bakışlarımı gezdirdim. Gerçekten de gitmişti. Yatağın üstünde duran kutuyu açtığımda beyaz, triko, uzun kollu, mini bir elbise beni karşıladı. Aziz'in zevki gerçekten de çok güzeldi. Önceki elbiseye göre çok daha sade ama yine de şıktı.
Kutunun içinde tabi ki yine bir not vardı. 'İstanbul'dan senin için yanımda getirmiştim. Sanki sırılsıklam olacağını biliyormuşum gibi ;) Bu elbise seni sıcak tutar. Yeterince sıcak hissetmezsen bana söylemen yeterli :) Seni seviyorum ve bunu biliyorsun.'
Biliyordum. Ve bunu bilmek çok iyi hissettiriyordu. Hem artık o da biliyordu. İkimiz de biliyorduk. Her şeyi biliyorduk.
Hayır her şeyi bilmiyorduk. Ben her şeyi bilmiyordum. Niye hemen anlatmamıştı ki? Onu sevdiğimi söylediğimde anlatacağını söylemişti. Fikir mi değiştirmişti? Beni mi kandırıyordu? Neden söylemiyordu?!!
Bu düşüncelerin içinden çıkamadan hazırlandım. Rujumu sürerken odanın kapısı tıklatıldı. Kapıyı açtığımda karşımda bir buket çiçekle duran Aziz'i gördüm. Old money tarzı Aziz için yaratılmış olabilirdi.
"Benimle bir akşam yemeğine ne dersin?" dedi elindeki buketi uzatarak. Buketi aldım ve "Seve seve." dedim en cilveli halimle. Tam Aziz'in uzattığı elini tutarak odadan adımımı atacaktım ki çantamı almadığımı fark ettim. Hemen geriye dönüp boş çantanın içine rujumu, allığımı ve pedimi koydum. Cüzdanımı arıyordum ama bulamıyordum.
Aziz'in "Ne arıyorsun?" sorusuyla ona döndüm. "Cüzdanımı." dedim. Elimden tuttuğu gibi beni odanın dışına çıkardı. Ne yaptığını anlamaz bir halde ona bakıyordum. "Benim yanımdayken cüzdanına ihtiyacın yok." deyip göz kırptı.
Hoşuma gitse de gözlerimi devirmeden edemedim. "Polis kimlik sorarsa da böyle dersin." dedim asansöre binerken.
Sinirinin bozulduğunu belli eden gülüşüyle bana döndü. "Rujunun erkenden bozulmasını istemiyorsan bu 'romantikliğine' bir son verirsin Birce Işık."
"Zaten ağırlık yapıyor biliyor musun?" Dudağımdaki ruja dokunarak sanki rahatsızmışım gibi davranmıştım.
Üzerime doğru bir adım atmıştı ki asansörün kapısı açıldı ve biz lobiye geldik. "Tüh." dedim dudaklarımı büzerek. Aziz'i elinden çekiştirerek asansörden dışarı çıkardım.
Aziz bizi deniz kenarında çok hoş bir balık restoranına getirmişti. Meyhane gibiydi aslında ama adı restorandı. İçmemesine rağmen böyle yerleri seviyordu. Benden izin alarak benim için de yemek seçimini yapmıştı. İçmemi istemediğini de belirtmişti. Belki de içmem ve üzerine kusmamla ilgili fobileri vardı artık, olabilirdi.
Her şeyden konuştuk yemek boyu. Onunla konuşmak o kadar kolaydı ki. Onu dinlerken, kendimi anlatırken zamanın nasıl geçtiğini bile anlamıyordum. Bir de bu konuşmaya lezzetli yemekler eşlik ettiğinde daha fazla bir şey isteyemezdim.
Ya da isteyebilirdim belki. GERÇEKLER!!
Konuşma bir noktada oraya bağlanır diye bekliyordum ama asla bağlanmıyordu. Tarator kelimesiniz kökenini bile konuşmuştuk ama konuşmamız gereken şeyleri konuşmuyorduk!!
"Güzelim taratorun canını çıkarmasan mı?"
Aziz'den duyduğum sesle ezmekte olduğum taratordan başımı kaldırıp ona baktım. Yaptığım şeyin farkında değildim. "Tadı böyle çıkıyor." dedim ve gerçekten canını çıkardığım taratordan bir çatal ağzıma attım.
Gülerek bana bakıyordu Aziz de. "Çok güzelsin." demesi ise beni tamamen hazırlıksız yakalamıştı.
Ne diyeceğimi bilemedim bir an. "Elbisem sağ olsun." dedim.
Başını eğerek güldü cevabıma. "Evet elbisen de güzel. Sana da çok yakıştı. Ama güzelliğinin onunla bir ilgisi yok."
Ani iltifatlar beni hep gererdi. Ne cevap vermem gerektiğini asla öğrenememiştim. "Diğer elbise mi daha çok yakıştı yoksa bu mu?" Kesinlikle vermem gereken cevap bu değildi mesela.
Kaşlarını hafifçe yukarı kaldırıp düşünür gibi yaptı. "Kulvarları kesinlikle çok farklı onları aynı yerde yarıştıramayız. Ama zaten içinde sen olduğun sürece ne giydiğinin pek bir önemi olmuyor benim için."
Dediğini ciddiye almadım. "Pijamalarla çıksam karşına aynı şeyi söyleyebilecek misin acaba?"
Gözlerinin için güldü bu dediğimle. Onu bu kadar güldürecek ne demiş olabileceğimi düşünürken lafa girdi.
"Sana ne zaman aşık oldum biliyor musun?"
Sorusuyla bir süre durdum ve düşündüm. Hayır bilmiyordum. Bizimki zaman içinde gelişen bir şeydi. Ben, kendim ne zaman bir şeyler hissetmeye başladım onu bile bilmiyordum. Uzun bir inkar dönemim olduğu için tam anını hatırlamam imkansızdı. Ama ilk tanıştığımızda da çok iyi anlaşamadığımızı hatırlıyordum. Teneffüste yanımıza geliyor ama benimle pek konuşmuyordu. Daha sonradan yakın olmaya başlamıştık.
Sorusuna cevaben 'bilmem' der gibi kafamı sağa sola salladım.
"İlk ne zaman karşılaştığımızı hatırlıyor musun peki?"
Bu sefer hatırlamak için kendimi zorladım. Ben onu ilk günden beri okulda görüyordum zaten ama karşılaştığımız zamanı hatırlayamıyordum.
"Leyla'yla Erdem'in yıl dönümü için Leylaların evinin bahçesine gelmiştik. Siz içeride film izliyordunuz. Sen sesleri duyunca cama çıkmıştın."
"Ne?!" diye yükseldim sonra sesimin çok çıktığını fark ederek utanarak sesimi kıstım. "Bizim ilk o zaman karşılaşmamıza imkan yok ben seni onun öncesinde okulda hep görüyordum bir kere. Basketbol oynayan havalı çocuktun sen."
Dediğim Aziz'in hoşuna gitti. "Basketbol oynayan havalı çocuk biraz fazla havalıydı. Teneffüslerini arkadaşı, arkadaşının sevgilisi ve onların yancısı kızla geçirmeye pek hevesi yoktu."
Duyduğum şeyle ağzım kocaman açılmıştı ama sinirimden de gülmeye başlamıştım. "Onların yancısı kız mı? Sen.. sen..? Pislik! Öyle mi düşünüyordun benim hakkımda?"
"Hemen ufak bir düzeltme yapayım senin kim olduğundan haberim yoktu. Hatta yüzünü bile görmemiştim. Zaten o gece seni gördükten sonraki günlerde her teneffüs yanınızda bitmemden anlaşılıyordu aslında seni ilk kez o zaman gördüğüm. Ve üstünde pijamaların vardı. Açık pembe, pamuk şeker gibi bir saten pijama takımı. Saçların salıktı ve ince dalgaları daha belliydi. Hafta sonunu nasıl geçirdiğimi bilmiyorum. Tek yaptığım şey saatleri saymak ve seni düşünmekti. Leyla cezalı olduğu için o ikisi de buluşamıyordu. Erdem'in efkarına ortak olmuştum resmen ama o tabi o sırada benim empatisi yüksek iyi bir dost olduğumu düşünüyordu. Bilmiyordu ki aşık olmuşum."
Anlattıkları içimi çoktan yumuşacık yapmıştı bile. "İlk görüşte mi aşık oldun sen bana?" dedim tekrar tekrar duymak istediğim için.
Umursamaz bir tavırla bir gözünü kırparken dudaklarının arasından bir 'cık' sesi çıktı ve başını hafifçe sağa sola salladı. "Her görüşte."
Yanaklarımın kızardığını hissediyordum. Gülüşümü bıraksam kulaklarıma değecek gibiydi. Gözlerimi kaçırdım. "Salak" diye mırıldanıp elbisemin eteğiyle oynamaya başladım. Bu halim Aziz'i daha da güldürmüştü.
Hızla oturduğu yerden kalktı ve yanımdaki sandalyeye oturdu. Bir elini belime atarken diğeriyle çenemi tuttu ve başımı kaldırıp ona bakmamı sağladı. "Ölürüm kızım sana! Ne bu tatlılık! Bu da can!"
"Bir şey yapmadım ki." dedim en masum halimle.
"Bir şey yapmamış halin bile bana neler yapıyor bir bilsen." dedi başını iki yana sallayarak.
"Ne yapıyormuş?" dedim ben de. Merakla karışık meydan okumamı anlamıştı hemen.
"Bilmek ister misin?" diye sordu daha da yakınlaşıp. Dudaklarımız arasında varla yok arası bir mesafe vardı. Onaylar bir mırıltı çıkardığımda benden hafifçe uzaklaşıp cebinden bir kolye çıkardı.
Kelebekli bir kolyeydi. Kolyeyi elinde tutarken gözlerimin içine baktı. Bir eliyle kalbini işaret etti. "Bende sana ait bir şey var." Dövmesini gösterdiğini anladım. "Sende de bana ait bir şey olsun istedim."
Kolyenin güzelliği ayrı Aziz ayrı hoşuma gidiyordu. "Tırtılım kelebek olmuş." dedim hafifçe burnumu çekip. Yüzünü ellerimin arasına alıp burnunun ucuna kelebek gibi bir öpücük kondurdum.
"Şimdi yürürlükten kalktı ama biz biraz geride kaldığımız için bunu yapmam gerek. Kafalarda herhangi bir karışıklık kalmaması için önemli." deyip hafifçe boğazını temizledi. "Seni çok seviyorum güzelim. Her zaman hayatımda olmanı istiyorum ama o önemli sorudan önce minik bir soruya cevap vermen gerekiyor." Gözlerimi açıp heyecanla sorusunu bekledim. "Benimle çıkar mısın?" dedi başını hafifçe sola yatırıp.
Bu hali inanılmaz tatlıydı. Neredeyse 30 yaşında insanlar olarak çıkma teklifini geri getirmiştik.
"Evet" dedim kıkırdayarak. "Seninle çıkarım."
Elini kalbine koyup derin bir nefes verdi. "Huh, gerilmiştim."
"Salak niye geriliyorsun? Hayır mı diyeceğim?" Bu dürüst sorgum onu güldürdü. "Senin süründürme yöntemlerine bazen akıl sır ermiyor. Yapabilirsin diye bekledim."
Kısık gözlerle suratına baktım. "Sanki çok sürünmüş gibi!" dedim kınayarak. "Sen şu kolyeyi bir boynuma tak da ondan sonra gör bakalım sürünmeyi."
Bir an bile geri çekilmedi. "Hemen efendim." diyerek ön tarafımdan yaklaşarak kolyeyi taktı. "Zamanında tırtıldık zaten. Sürünmek bize işlemez." dedi sanki çok havalı bir söz söylemiş gibi.
"Tırtılım benim." diyip yüzüne iyice yaklaştım. Biraz öpesimvardı.
O sırada çıkan yüksek sesle birinin masamıza çarptığını fark ettik. Aziz hemen başını çevirdi ve arkasına baktı. Ben de onun gövdesinden göremediğim için başımı hafifçe sağa doğru eğdim.
"Kemal Bey?"
"Hop!" dedi sarhoşluktan gözünü zar zor açabilen adam. Bir kez daha sendeleyince Aziz kalkıp kolundan tutarak destek oldu. Biraz kendine gelsin diye karşımızdaki sandalyeye oturttu ve garsona kahve yapıp yapamayacaklarını sordu. Tekrardan yanıma gelip oturduğunda Kemal Bey sanki ikimizi de ilk kez görüyormuş gibi başını kaldırdı.
"Aa Birce'cim hoş geldin!" dedi gülerek. "Ne iyi ettin bir bilsen. Biz de tam sevgilimle akşam yemeğinde, evimizin ne kadar güzel olacağını konuşuyorduk."
O kadar sarhoştu ki kelimeleri birbirinin içine giriyordu. "Sevgiliniz olduğunu bilmiyordum Kemal Bey. Kendisi nerede?" Bir yandan da etrafımda bir kadın var mı diye restoranda gözümü gezdiriyordum.
Önce kahkahayla gülmeye başladı. Sonra gülüşlerinin yerini hıçkırıkları aldığı an Aziz de ben de şok içinde birbirimize baktık. Kemal Bey avucunu göğsüne yaslamış yavaş yavaş vurmaya başlamıştı. "Burada." dedi akan göz yaşlarının arasında.
"Seven sevdiğini ne olursa olsun bırakmamalı! Ne olursa olsun! Ben aptallık ettim. Yıllardır da bunun bedelini ödüyorum."
Bir Kemal Bey'e bir birbirimize bakıyorduk. O sırada garson kahveyi getirince Kemal Bey'in gözleri açıldı. "Oo kahvelerimiz de gelmiiş. Kimi istiyoruz? Birce seni mi istiyoruz? Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızımız Aziz'i oğlumuz Birce'ye istiyoruuuzz." deyip büyük bir yudum aldı kahvesinden. Fincanı geri masaya bırakıp yavaşça başını da masaya koydu.
İkimiz de anlamsız bakışlarla Kemal Bey'e bakıyorduk. Aziz kafasını bana çevirdi. "Ne biçim insanlarla çalışıyorsun sen?"
Kaşlarım havalandı bu ithama. "Ben en azından ev yapıyorum adama sadece. Sen adamın avukatlığını yapıyorsun!"
Derin bir nefes verdi. "Onu çok doğru dedin." Başını tekrar Kemal Bey'e çevirdi. "Milyarder adamın geldiği hale bak. Kim bilir ne yaşadı?"
"Seven sevdiğini bırakmamalı dedi duydun değil mi?" dedim kolunu dürterek. "Ders niteliğinde konuştu."
Onu dürttüğüm kolumun elini avuçlarının içine aldı ve avucuma bir öpücük kondurdu. "Ben o dersi çok öncesinden aldım sen merak etme. Sınavı da çok zorluydu."
"Hmm geçebildin mi bari?"
"Sınavı geçtim ki ödülüm karşımda duruyor."
Tam "Bak seeen." diye nazlanıyordum ki Kemal Bey'in anlam veremediğimiz mırıltısı bize ne durumda olduğumuzu hatırlattı.
Kemal Bey bu haldeyken gecenin devam etmeyeceğini anladığımız için bir şekilde onu toparlayıp otele geçtik. Odasına kadar götürdük. Hatta Aziz içeri girip yatağına bile yatırdı. Üstüne de yorganı attıktan sonra oradan çıkıp kendi odamıza girdik.
"Milyarder adamın düştüğü hali görüyor musun? Ey aşk!" Sesini yükseltip 'ey aşk' diye bağırdıktan sonra kedi gibi yanıma geldi ve boynuma sokuldu. "Nasıl bir şeysin sen böyle?"
"Güzel bir şey." dedim aşktan bahsederek. "Hem de çok!" dedi o da başını boynumdan kaldırıp yüzüme bakarken.
Kollarım yine omuzlarındaki yerini almıştı. "Söyleyemedim ama kolyemi çok beğendim."
"Çok yakıştı sana." dedi kolyeye bakarken. "Sevmek zaten çok yakışıyordu biliyorum ama sevdiğini haykırmak sana çok yakıştı."
Beni yine utandırmıştı. Bir elimle ağzını kapatıp yavaşça uzaklaştırdım kendimden. "Her zaman bekleme. Bununla bir süre idare et." deyip valizimden pijamalarımı alıp banyoya geçtim. Arkamdan "Burada da giyinebilirdin!" diye bağırdığını duydum. Banyonun kapısını yumruklamamla içerden gülme sesi geldi.
Ben hazırlanıp çıktıktan sonra bir tur da Aziz girdi banyoya. Ben o sırada çoktan yatakta yerimi almıştım. Şu an bile elimi kolumu nereye koyacağımı bilemiyordum. İyi ki regl olmuşum diye şükrettim yoksa düşünmem gereken farklı şeyler olacaktı ve benim stres seviyem bambaşka bir düzeyde olacaktı.
Aziz banyodan çıkıp ışıkları söndürerek yavaşça yanıma geldi. Küçük sarı bir lambayı açık bırakmıştı sadece. Hiçbir şey yapmadan onu izliyordum. Yorganı kaldırıp yatağa girdi. Beni belimden tutarak tamamen kendi tarafına çekti. Ben de yan döndüm ve kolumu üstüne attım anında. Yatakta biraz aşağı kayıp kafasını göğsümün üzerine bastırdı. Yastıkta yerini bulmaya çalışıyor gibi kafasını oynattı bir süre. Sonra doğru pozisyonu bulmuş olacak ki durdu. Üzerindeki elim saçlarına gitmişti anında. Hem çok alışıldık gibiydi onunla böyle olmak hem de çok yeni. Hem heyecandan kalbim küt küt atıyordu hem de sanki ruhum huzurla doluyordu. Bunları bana nasıl aynı anda hissettirebiliyordu bilmiyordum.
Kafasını hafifçe yukarı kaldırdı. "Kalbin çok gürültü yapıyor." deyip boynumdan öptü. "Bugünlük sıramı sana veriyorum." deyip beni göğsüne doğru çekti. Bir kolum ve bir bacağımla neredeyse üstünde gibiydim. O saçlarımı okşarken ayık kalmam çok zordu. Ne zaman olduğunu fark etmedim ama uyuyakalmıştım.
Uyandığımda Aziz'in boynunun dibine girmiştim. Bir elimle de kafasını tutuyordum sanki kaçacakmış gibi. İşin daha komik tarafı ise Aziz de benim elimi tutuyordu. Belli ki birbirimizi tekrar kaybetmeye hiç niyetimiz yoktu.
Burnumu hafifçe boynuna değdirerek kokusunu içime çektim. Tarçınlı kurabiye kokum buradaydı işte. Canım da öyle bir çekiyordu ki. Aziz'den bir ısırık almamak için kendimi zor tutuyordum.
Isırmak olmazdı ama öpmekten bir zarar gelmezdi. Dudaklarımı hafifçe boynuna bastırdım. İkimiz de yorganın altında birbirimize sarıldığımız için pişmiştik. Bir öpücük daha kondurup dudaklarımı boynundan çenesine doğru çıkardım. Çenesine, yanağına dudaklarının kenarına öpücükler kondurdukça beni rahatsız eden bir şey olduğunu fark ettim. Dudaklarımı alnına değdirdiğimde daha da panik oldum ve hemen elimi alnına koydum.
Ateşi vardı. Kesinlikle ateşi vardı. Çok değildi ama kesinlikle vardı. Aziz yavaşça gözlerini açtı ve gülümseyerek bana baktı. Ben ona aynı şekilde karşılık veremedim ama bunu görmemiş gibi elini yanağıma getirdi ve yüzümü yüzüne yaklaştırarak yanağıma kocaman bir öpücük kondurdu. "Oh, günaydın sevgilim." dedi aklımın uçmasına sebep olan sesi ve hitabıyla.
Evet sevgilisiydim. Öz, hakiki, gerçek sevgilisi. Aklım başımdan bir anlığına gitmişti ama kendimi toparladım. "Ateşin var." dedim tekrar ciddileşerek.
"Hayır, yok." dedi Aziz de yatakta gerinirken. "Ateşi olanlar ateşlerini anlamazlar zaten!" diye itiraz ettim.
"Sevgilim ateşim olunca anlayabileceğim kadar ateşlenme tecrübem var. Üşümüyorum, halsiz değilim, vücudum ağrımıyor, gözlerim yanmıyor. Hatta aksine kendimi gayet canlı hissediyorum." dedi beni ikna etmek ister gibi.
"Öyle diyorsun ama dün o kadar yağmurda kaldık. Çok normal hasta olman. Bence şimdi biraz ateşin var zaten. Eğer ilgilenmezsek daha çok artar. Havale bile geçirebilirsin."
Ben yatakta dizlerimin üstünde Aziz'e derdimi anlatmaya çalışırken o da yavaşça sırtını yatağın başlığına dayayacak şekilde oturdu. "Sevgilim, bir tanem, güzelim, biriciğim... Abartmasan mı biraz. Hiçbir şeyim yok diyorum. İyiyim diyorum çok iyi hissediyorum diyorum. Sağlıklıyım diyorum. Başka ne yapmam lazım?"
Hitaplarına eriyişim sorusunu sorduğu anda bitmişti. "Kanıtla!" dedim kollarımı birbirime bağlayarak. Hoşuma gitmeyen yan bir gülüş attı. "Bir erkeğe, sabah saatlerinde, sağlıklı olduğunu kanıtlamasını istediğinin farkındasın değil mi?" dedi.
Tüm özgüvenimle "Evet." deyip başımı salladım. Gülüşü daha da büyüdü. Yaklaşıp alnıma kocaman bir öpücük bıraktı. "Ne istediğinin farkında bile değilsin." diyerek yataktan kalkıp banyoya doğru ilerledi.
Kapıyı kapattıktan sonra içerden su sesi geldiğinde kapıyı tıklattım ve içeriye doğru seslendim. "Ilık duş al! İyi gelir ateşe!"
Suyun sesiyle karışık Aziz'in sesini duydum. "Benim ateşimi ancak soğuk su paklar!"
"Saçmalama daha kötü olursun. Soğuk değil ılık ılık!" diye seslendim tekrardan. Buna karşılık Aziz'in sadece güldüğünü duydum. Bir şey demeyeceğimi anlayınca odadaki telefondan resepsiyonu arayıp odaya bir ateşölçer göndermeleri rica ettim.
Elimde ateşölçerle banyonun kapısında beklerken Aziz yine belinde havluyla dışarı çıktı. Bu sefer saçları kuruydu. Az önce duyduğum sesten anladığım gibi saçlarını kurutup öyle çıkmıştı. Anında elimdeki ateşölçeri bir silah gibi kafasına tuttum. O ne olduğunu anlamadan ateşini ölçmüştüm. Ellerini yukarı kaldırdı ve mimiksiz bir suratla "Lütfen bana zarar verme." dedi.
"Vereceğim ben sana zararı! Bak şu dereceye! 38.4 diyor! Ateşin var işte. Yat çabuk şu yatağa." diyip Aziz'i bir kolundan çekiştirmeye başladım. Diğer koluyla havlusunu tutuyordu.
Çekiştirmeme engel oldu ve o benim kolumu tuttu. "Bir tanem kurutma makinesinin sıcaklığıdır o. Ölç bak bileğimden o kadar sıcak mı?"
İnanmaz gözlerle Aziz'e baktım ama doğru diyor olabilirdi. Ateşölçeri bileğine tuttuğumda sonuç değişmişti. "Bak gördün mü?" dedi.
"Sus 37.5 da normal sayılmaz. Sen yatıyorsun ben de Şahin'i arıyorum kahvaltıya gelemeyeceğimizi söylüyorum tamam mı?" deyip telefonu elime aldım. Aziz anında yanımda bitip telefonu elimden aldı ve yukarı kaldırdı.
"Kimseyi aramıyoruz. Hazırlanıyoruz ve kahvaltıya iniyoruz. Ben hasta değilim. Ki hasta olsam da bu senin bir şeylerden taviz vermen gerektiği anlamına gelmiyor. Önce kendini düşünür müsün artık! Ölmüyorum Birce! 37.5 derece ateşle kimse ölmez! Ateş bile denmez! Hasta olsam zaten önce ben yatmak dinlenmek isterim. Ben yatarım sen de işine gidersin. Hasta bakıcım değilsin!" Sesi yüksek değildi ama cümleleri sert ve keskindi. Kendi sesim içinse aynı şeyi söyleyemezdim.
"Sevgilinim gerizekalı! Hasta olduğunda tabi ki seninle ilgileneceğim!"
"İlgilenme demiyorum zaten! Sınırını kaçırıyorsun! Şu sınırını çekmeyi öğren! Bir başkası için de kendini harap etme!"
"Sen başkası mısın aptal herif!" deyip elim göğsüne vurmak için havaya kalkmıştı ki fark ettiğim anda yumruk yaparak yavaşça indirdim.
"Başkasıyım." dedi sakince. "Beni kendinden önceye koyma! Sakın!"
Valizinden aldığı kıyafetlerle banyoya ilerledi. Telefonumu da bırakmamıştı. O banyoya girdiğinde ben de sinirle hazırlandım ve odadan çıktım.
Al bak koymuyordum onu kendimden önceye! Hayır anlamıyordum ki yaptığımın nesi yanlış? Hastalık bu ya hastalık! Hem de ateşli hastalık. Ben kendi keyfime kahvaltı yaparken o yukarda bayılıp kalsa haberim bile olmayacaktı.
Aklıma gelen şeyle otelin restoranına giden ayaklarım aniden durdu. Gerçekten de bayılıp kalsa haberim olmazdı. Bir sinirle çıkmıştım odadan ama bunu düşünmem gerekirdi. Hemen geri dönüp asansöre koştum. Kat tuşuna üst üste bastım ve asansörün bir an önce çıkması için dua etmeye başladım.
Asansör katımıza geldiğinde koşarak kapıya gittim ama Allah kahretsin ki oda kartını içeride unutmuştum.
Kapıya vurdum önce duyup açması için. İçeriden herhangi bir ses gelmediğinde daha sert vurup seslenmeye başladım. Hâlâ bir hareket yoktu. Kapıyı yumruklayıp Aziz'in adını bağırırken aklıma gelen tek şey odanın bir köşesinde bayılıp kalmış olma ihtimaliydi.
Temmuz-2013
Mahir'in gençleri otogara bırakmasının ardından yapılan otobüs yolculuğu sonucu sabahın ilk ışıklarında İstanbul'a varmışlardı. Herkes otogardan evine dağılıp bir süre sadece uyumuştu.
Uyandıklarında ise Birce gruba mesaj atmış ve öğlen kahvaltısı için anne ve babasının hepsini eve çağırdığını söylemişti. Kahvaltı bahaneydi Adem'in tatil ile ilgili gençlerin ifadesini alması gerekiyordu. Çapraz sorgularla hikayede çelişkili bir durum var mı kontrol edecekti.
Aziz'se bu daveti iyi değerlendirecek hem tatilde uslu bir çocuk olduğu için -Mahir abisinin dayısına kendisiyle ilgili övgüyle bahsettiğini duymuştu- Adem'in gözünde kendini iyice yükseltecek hem de sonrasında hep beraber dışarı çıkıp arkadaşları var ya da yok bir şekilde Birce'ye tüm hislerini söyleyecekti.
Sabah gözlerini Birce'nin mesajıyla açınca hemen yataktan kalkıp giyindi. Annesinin odasına baktığında annesinin uyuyor olduğunu gördü. Muhtemelen uçuştan yeni gelmişti çünkü o eve geldiğinde evde kimse yoktu. Annesini öpüp anahtarını da alarak dışarı çıktı.
Onların oturduğu mahallede çok iyi bir börekçi vardı. Koşturarak oraya gidip sipariş verdi. Kadın yarım saat sonra gelip alabileceğini söyledi. Oradan çıkınca biraz uzakta olan çiçekçiye koşturdu. Çiçekçiden Birce'ye, annesine ve Birce'nin annesine üç buket çiçek aldı.
Hâlâ daha vaktinin olduğunu görünce annesine kahvaltı hazırlamak için eve geri döndü. Yorgun olmalıydı bir de kahvaltıyla uğraşmasını istemedi. Böreği evden çıktığında alıp Bircelere öyle geçmenin planını yaptı.
Eve girdiğinde iki buket çiçeği mutfağa koydu. Bir tanesini alıp annesinin odasına doğru ilerledi. Odaya geldiğinde annesini odada göremeyince kaşları çatıldı. Evin her yerinde annesini aramaya başladı. Odalar arasında hızla gidip geliyordu. Üst kata çıkıp tekrar alt kata iniyor ve annesine sesleniyordu. Üst katta tüm odalara tekrar baktıktan sonra aşağıdan telefonunun sesini duydu. Merdivenlerden hızla aşağı indi.
Telefondaki 'Biricik' yazısını görünce kalp atışı değişmişti sanki. Heyecanlanmıştı. Ya da hem dışarıda hem evin içinde koşturduğu için biraz fazla nefes nefese kalmıştı. Önce soluğunu toparlamak istedi. Derin derin nefes almaya çalıştı ama pek beceremedi. Derin nefes alamadıkça daha çok derin nefes almaya çalıştı.
Bir elinde evin içinde annesini aradığı için bırakamadığı çiçeği diğer elinde telefonuyla, nefesinin düzene girmesini beklese de öyle olmadı. Gözlerinin karardığını hissetti. Bayılacak mıydı? Yavaşça yere eğilmeye çalıştı ama en son hissettiği şey başındaki acıydı.
Gözleri kararmış, bilinci kapanmış ve bayılırken de kafasını yere çarpmıştı.
Elindeki buketi hâlâ sıkı sıkı tutuyordu. Telefon ise elinden düşmüştü. Ekrandaki 'Biricik' yazısı kısa bir anlığına kayboldu. Sonra telefon tekrar çalmaya başladı.
Ama o gün tüm aramalar cevapsız kaldı. |
0% |