Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm- Ellerimde Çiçekler

@melinogut

 

Selamlar, selamlar

 

Yorumlarınızı bekliyorum. Ne düşündüğünüzü bilmek benim için çok kıymetli🩷

 

İyi okumalarr

 

 

‘‘Kısacası para sikimde değil. Ben seni istiyorum.’’ deyip yıllar önce yapmadığı için çok pişman olduğu şeyi yaparak birkaç santim ötesinde duran dudakları, dudaklarıyla birleştirdi.

Kendi kalp atışlarını çok güçlü bir şekilde hissedebiliyordu. Eğer Birce şu an kendindeyse o da bedeninin yaslı olduğu bedenden gelen atışları fark ederdi. Bu düşünce Aziz’in tebessüm etmesine sebep oldu ve elindeki çiçeği yere bırakarak boş kalan elini Birce’nin beline doladı ve onu kendine daha da yasladı. El ele tutuştukları ellerini istemeyerek de olsa ayırdı ve o elini de az önce dokunamadığı için parmaklarının karıncalandığını hissettiği yanağa doğru çıkardı. Baş parmağıyla hafifçe yanağını okşarken dudakları da yılların özlemiyle kavuştuğu dudaklardan bir an olsun ayrılmak istemiyordu.

Birce ne yapacağını bilememiş bir halde elleri boşlukta kalmıştı. Anın şokuyla açık kalmış gözleri kalbinin çırpınışlarına daha fazla dayanamadı ve yavaşça kapandı. Artık daha çok hissediyordu her şeyi. Dudaklar dudaklarının üstünde hareket etmiyor ama birleştiği yerden de bir an olsun kopmuyordu.

Aziz, dudaklarını hareket ettirmemek için zor duruyordu. Cesur davranmıştı ama biraz daha Birce’den bir karşılık gelmezse bu cesaretinin bedelini birazdan ödeyecekti. Gözlerini hafifçe araladı. Birce’nin gözlerinin kapalı olduğunu gördü. Bu dudağının bir kenarının yükselmesine neden oldu. Dudaklarına yapışık haldeki dudakların bu hareketini hissetti Birce. Onu kendisine getiren şey bu oldu. Karşısındaki herif yine gülüyordu. Bu düşünce sinirini bozdu Birce’nin. Ellerini Aziz’in göğsüne yasladı ve ani bir şekilde tüm gücüyle itti. Ayrılan dudakları ıslak bir ses çıkardı. Bu Birce’nin kulaklarının kızarmasına ve daha da sinirlerinin bozulmasına sebep oldu.

‘‘Ne yapıyorsun sen?!’’ dedi Aziz’den uzaklaşarak. Sesini kısık tutmuştu ama ne kadar sinirli olduğu sesinin tonundan belli oluyordu.

Aziz ilk kez biraz da olsa utanmış görünüyordu. ‘‘İznini almadığım için özür dilerim.’’ Kafası yer ile Birce’nin gözleri arasında gidip geliyordu. ‘‘Pişman değilim ama özür dilerim. Tokat atmak falan istersen atabilirsin. Hak ettim.’’

‘‘Tokat atacak olsam atarım zaten gerizekalı! Senin iznin mi gerekli bunun için?’’ Biraz yükselen sesini dizginledi ve az önce açtığı mesafeyi biraz da olsa kapatıp Aziz’e yaklaştı. ‘‘Ben bunu unutacağım, sen de o anlaşmayı unutacaksın. Birbirimize bulaşmadan yaşayıp gideceğiz. Tamam mı?’’ diye bir teklifte bulundu. Dünyanın en gizli şeyinden bahsediyormuş gibi fısıldamıştı.

‘‘Hayır.’’ Dedi Aziz. Az önce yüzünde görülen utancın zerresi kalmamıştı. ‘‘Ben ne istediğimi söyledim, az önce ne kadar iyi bir avukat olduğumdan da bahsettiğimi hatırlıyorum. Elindeki o video ve yazılı anlaşma da sana sadece iki şans sunuyor.’’

‘‘Ya sen manyak mısın? Çocukça bir şeydi o. Hangi mahkeme onu ciddiye alır da gelmiş beni tehdit ediyorsun.’’

‘‘Tehdit yok biriciğim tehdit yok. Ben sadece olacak olanı söylüyorum. Ben sana mesajla benimle evlenir misin desem ve sen de kabul etsen dahi hukukun gözünde nişanlı sayılıyoruz ve kararlar buna göre veriliyor. Oysa bizim elimizde hem çok iyi hazırlanmış, imzalı bir anlaşma hem de reddedemeyeceğin bir video var. Ha bir de dünyanın en iyi hukuk firmalarından birinin ortağı çok başarılı bir avukat var. Unutuyor gibisin bunu arada hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Hala tebrik etmedin beni de o yüzden.’’ İşte pişkin Aziz geri dönmüştü. Sanki dediği her şey çok normalmiş gibi bir de tebrik bekliyordu.

‘‘Tebrik ederim. Arkadaşın olarak çok mutlu oldum. Bu beyinsizlikle bunu nasıl başardın şaşkınlıklar içindeyim. Tüm o dersleri algılamış beynin ama seninle evlenmeyeceğimi algılayamıyor.’’

‘‘Peki senin kıvrımlarına hasta olduğum beynin benimle evlenmemek için ne yapması gerektiğinin farkında mı?’’ tek kaşını kaldırarak suratından silinmeyen gülümsemesiyle sormuştu bu soruyu Aziz. Birce’nin kaşları çatılmıştı. Kurduğu cümle o kadar absürttü ki. Şu an neyden bahsettiğini anlamıyordu. Bunu fark etti Aziz. Birce’nin düşüncelerinin hızlandırmak için konuşmaya devam etti. ‘‘100.000 dolar diyorum. Var mı o kadar paran? Anlaşmayı yaparken 188.000 türk lirasıymış ama tabi ekonomi falan pek iyiye gitmedi son yıllarda. Sen daha iyi bilirsin buradaydın. İki ayda 100.000 dolar kazanan bir adamla evlenmek mi yoksa kalan 12 ayı o parayı bulmak için harcamakla mı geçireceksin? Malum güncel kurda işler pek iç açıcı değil gibi.

Günümüz- Doğum Günü Kutlaması

‘‘3 Milyon 383 Bin 670 Türk lirası’’ dedi Erdem elindeki telefondan dolar kurunu kontrol ederken. ‘‘Bu da şu anki hali. 1 ay sonra ne olur bilemiyorum. Hayır dolar kazanıyor olsan kafamızda bir hesap yaparız. En azından toplam paraya ne kadar yaklaşamadığını falan hesaplarız. Ama şimdi her ay kazandığın para daha az dolar yapacak.’’
Elimle yüzümü sıvazlayarak ofladım. Aziz’in yanından ayrılmıştım ve bir köşede Meryem, Leyla ve Erdem’le hayatımın orta yerine düşen problemi konuşuyorduk. Hayatmın orta yerine düşen problem ise odanın diğer köşesinden limonatasını içerek bizi izliyordu.

‘‘Kredi mredi mi çeksem ne yapsam? Erdem var mı sizin bankada iyi bir kredi.’’ Diye çaresizce sordum.

Kahkahayla güldü Erdem önce, sonra benim gülmediğimi gördü. ‘‘Ha sen ciddisin. Saçmalama kızım hiçbir banka sana 3 milyon kredi falan vermez. Verse bile faizlerden haberin var mı senin? Ömrünü krediyi ödemeye çalışarak geçirirsin. Onun yerine evlen Aziz’le daha iyi. Hiç olmadı boşanırsın belki sonra.

Birkaç saniyeliğine mantıklı gelmişti bu fikir. Üzerine düşünülebilir gibi geldi. Sonra gözlerim odanın diğer köşesinde elinde limonata bardağıyla beni izleyen adamı buldu. Bir gözünü kırptı Aziz. Elindeki limonata bardağını bana doğru hafifçe kaldırıp indirdi. Öyle bir bakışı vardı ki konuşmasa bile ‘benden kurtuluşun yok’ diyordu sanki.

Bakışlarımı çektim Aziz’in üstünden. ‘‘Ay yok. Bu manyak benden kolay kolay boşanmaz. Boşanmayı kabul ederse de inadına ayağımdaki çoraba kadar alır. Boşuna mı ikide bir avukat olduğunu hatırlatıp duruyor. Manyak bir de ortak olmuş koskoca firmaya. Nasıl bu kadar başarılı olmuş olabilir ya?’’ Tekrar gıcık olmuş bir ifadeyle Aziz’e döndüm ama Aziz’i annemle konuşurken bulmayı beklemiyordum. Bunlar ne ara bu kadar samimi olmuşlardı acaba?!
Tekrar bizimkilere dönerek konuşmaya devam ettim. ‘‘Hayır yani bu da 29 yaşında biz de. Biz mi bir yerde yanlış yaptık yoksa bu çalışmaktan başka bir şey yapmadı mı? Yani insan zaman olur üniversitede dersleri boşlar ne bileyim aşık olur takılır birinin peşine sonra çalışası gelmez biraz tatil yapar işe girer beğenmez çıkar tekrar girer patronuna söver kovulur falan. Olmaz mı böyle şeyler arkadaşlar siz bir şey söyleyin.’’

‘‘İşle ilgili söylediğin her şey sadece senin başına gelebilecek şeyler balım.’’ dedi Meryem. Haklıydı. Ama ben de haklıydım.

Mezun olduğumda iş dünyasına adım atmak için hevesim yoktu çünkü okurken staj yapıyordum ve erkek nüfusunun bol olduğu işimde çok hadsiz insanlarla karşılaşmıştım. Hep böyle olacağını düşündüğüm için mezun olduktan sonra resmen işe girmekten kaçınmıştım. Sonra korkunun ecele faydası olmadığını anladım ve işlere başvurmaya başladım ama haklı olduğumu mülakatlara girdiğim an anlamıştım bile. ‘Sevgilin var mı? Evli misin? Evlenmeyi düşünüyor musun? Çocuk sahibi olmayı düşünüyor musun?’ diye mülakat sorusu mu olurdu? Benim hayatımda oluyordu işte. ‘Bir de bahane sunmazlar mı sizden önceki mimar doğum iznine çıktı. Bizi yarı yolda bıraktı o yüzden tercih etmiyoruz.’ diye. Kadın da sana soracaktı anne olacağı zamanı hıyar herif diyememiştim tabi o zamanlar. İş bulmam gerekiyordu.

Başvurular, mülakatlar ve retler sonucu sonunda ilk işime girebilmiştim. 1 yıl dişimi tırnağıma takıp çalıştım. Kendimi övmek istemiyorum ama kaç projede arkalarını topladım o bir yıl içinde ben sayamıyorum. Sonra ne mi oldu? Benimle birebir aynı okuldan mezun alt dönemlerimden bir erkek mimar işe aldılar. Bilin bakalım kimin maaşı daha yüksekti?

Dava açıp istifa ettim. Bak şimdi aklıma geldi. O dava sonuçlandı mı? Hiç bilmiyorum artık bir şey çıkacağını da umut etmiyorum zaten.

Diğer girdiğim işte de her şey yolunda giderken zaman içinde birlikte çalıştığım mimarın tavırlarının değiştiğini fark etmeye başladım. Samimi davranıyordu. Olması gerekenden fazla samimi. Her seferinde araya sınırı çeksem de her seferinde yılışıklık yapacak bir şey buluyordu. Sözlü tacizlerine ‘iltifat ediyorum’ diye kılıf buluyordu. Rahatsız olduğumu patronuma söylediğimde ‘o biraz cana yakın bir arkadaşımız. Alttan al. Tatsızlık çıkmasın boş yere iş yerinde.’ Demişti.

‘Boş yere.’ O boş yerenin hiç de boş olmadığını ikimizin mesaiye kaldığı bir gece ‘samimiyetini’ arttırmaya çalıştığında ellerine verdiğim dişleriyle herkes anladı ama biraz geç oldu. O şerefsizden şikayetçi oldum. Patron ise kendisinden de şikayetçi olmamam karşılığında o şerefsizin istifa etmesini sağlayacağını beni ise artık orada çalışmak istemediğim için tazminatımı arttırıp işten çıkarabileceğini söyledi. Ben de kabul ettim. Patronu da şikayet etsem hiçbir şey olmayacağını biliyordum. Diğer pislik ise en son kendine çok iyi bir avukat tutup en hasarsız şekilde atlattı davayı.

Bu olaydan sonra da bir süre tazminatımı yiyip çalışmamak üzerine hayatımı kurdum. Birilerinin ofisinde çalışmak istemiyordum ama tek başıma ofis açacak kadar da adını duyurmuş bir mimar değildim. Bir süre yurt içi yurt dışı tatil yaptım. Madem eninde sonunda işe döneceğim o zaman bugünü iyi değerlendireyim dedim. İyi de değerlendirdim gerçekten. Liseden sonra hayattan en keyif aldığım dönemdi. Tabi bir şeylerin eksikliği var gibiydi hep. Çalışmayı özlemekten kaynaklandığını düşünüyordum o eksikliğin. Belki de işe yara bir insan olmayı özlemişimdir dedim ve başka bir yerde işe girdim. O eksikliğin yeri dolmadı ama benim kafamın içi doldu ve artık onu düşünmemeye başladım.

Benim çalışma serüvenim böyleyken aynı lisede okudum arkadaşım ‘senin toparlamak için böbreklerini satmanın yetmeyeceği parayı ben 2 ayda kazanıyorum’ diyordu. Tamam tam olarak böyle demiyordu ama gerçekten 2 ayda 100.000 dolar mı kazıyordu? Bir ara maaş bordrosunu istemeyi aklıma not ettim. Belki o da fakirdi de parayı benden koparmaya çalışıyordu? Olamaz mıydı? Olamazdı Birce. Çocuğun kolundaki saate, altındaki arabasına bak ve sus lütfen. Gerçekten bu pozisyona gelebilmek için hayatsız bir şekilde çalışmış olmalıydı.

Sıkılırdı ama o. Sevmezdi öyle masa başına oturup çalışmayı. Mabadında kurt var derdik. Uzun süre yerinde duramazdı. Nefes nefese kalsa da teneffüste o basketi oynar derse de koşarak yetişirdi. Yamaç paraşütü yapmak istediğimi söylemiştim bir keresinde. Her yaz yaptığını, eğer istersem benimle yapmak istediğini söylemişti. Sonra birlikte yapabileceğimiz diğer şeyleri konuşmuştuk. Ben bungee-jumping yapalım demiştim, o dağa da tırmanalım demişti. Ben maratona katılalım demiştim, o mağara dalışı da yapalım demişti. Sonuç olarak hiçbirini yapamadık. Daha doğrusu ben hiçbirini yapamadım çünkü Aziz yanımda değilken bunları yapacak cesaretim de yoktu. O kadar cesur biri değildim sadece… O varken her şeyi yapabilirmişim gibiydi. Güven veriyordu.

Gittiğinde belki de bu yüzden o kadar sarsıldım. Ya da şimdi geri döndüğünde bu yüzden bu kadar sinirliyim. Giden başka biri olsaydı belki ben de dün bizimkilerin verdiği gibi bir tepki verebilirdim. İki azar çeker sonra tutar sarılır sonra da her konusu açıldığında laf sokardım. Ama şimdi böyle yapamıyordum. Geride bırakılmış gibi hissediyordum, terk edilmiş, yalnız kalmış.

‘‘Hop, güzellik! Daldın gittin ne oldu?’’ Leyla’dan gelen sesle nerede olduğumu kavradım. Gerçekten dalıp gitmiştim.

‘‘Bir şey yok. Düşünüyorum işte. Nasıl bir çözüm bulabilirim onu düşünüyorum.’’

‘‘Balım bu üzerine çok mesai harcayacağın bir konu değil ki. Ortada bir anlaşma var. Uymazsan çok iyi uyduracak bir avukat var. O anlaşma da sana iki seçenek sunuyor. Ya evlilik ya da para. Sende para yok. Olacak gibi de görünmüyor. Belki de Erdem’in dediği gibi boşanmaya yönelik bir evlilik yaparsın.’’ Diye fikirlerini sundu Leyla.

‘‘Boşanma işi yaş. Çıkarın siz onu aklınızdan. Birce dediğinde haklı. Kolay kolay boşanacak olsa niye evlenmek için bu kadar diretsin.’’ Karşı savunmayı Erdem yapmıştı.

‘‘Peki evlenmeyi kabul ediyormuş gibi yapsan ama böyle evlilik sürecinde sorun çıkarsan mesela? Çekilmez bir kadın olsan. Her şeyi istesen. Ya da ne bileyim yemeğe falan gittiğinde garsona kötü davransan. Burnu havada bir tip gibi takılsan.’’ İkinci öneri de Meryem’den gelmişti.

‘‘Bu benle evlenmekten vazgeçsin diye insanlara kötü davranamam ya saçmalama. Kötü davrandığım insana her şeyi açıklamadığım sürece içim rahat etmez bir kere. Birilerinin beni terbiyesiz bir insan olarak hatırlamasını istemiyorum.’’

‘‘Çekilmez kadın tripleri işe yaramaz mı?’’ diye tekrarladı önerisini Meryem.

‘‘Lisede de ne kadar çekilir bir insandım ki? Biz sürekli tartışıyorduk zaten. Aziz’in bu dünyada en iyi bildiği şey benimle atışmak. O didişmelerimiz sayesinde bu kadar başarılı bir avukat olmadıysa ben de Birce değilim. Çocuğu resmen en kötüsüyle eğittim.’’

‘‘Bir dakika’’ dedi Leyla aklına aniden bir fikir gelmiş gibi. ‘‘Sizin bu anlaşmanızda bir seçenek daha var.’’ Dedi çok gizli bir detayı bulmuş gibi. ‘‘Ne diyordunuz anlaşmada, tam nasıldı?’’ deyip hatırlamaya çalıştı. ‘‘Sevgilim bulunmaması ve hala bekar olmam halinde miydi? Neydi? Öyle bir şeydi?’’ Anlamayan bakışlarla baktık Leyla’ya. ‘‘Yani bir sevgilin olsa ya da şimdiye çoktan evlenmiş olsaydın bu sözleşme geçersiz olacaktı.’’

‘‘Ama bir sevgilim yok ve şimdiye kadar evlenmedim Leyloş. Ne yapıyorsun? Evde kaldın demeye mi çalışıyorsun?’’
‘‘Of saçma sapan konuşma sus da dinle. Yapman gereken para mı bulayım Aziz’le mi evleneyim demek değil. Kendine sevgili bulmak.’’ Dedi kendinden çok emin bir şekilde.
Erdem yanında duran karısını yandan kolları altına alarak sarıldı. Kafasını göğsüne doğru bastırdı ‘‘Güzeller güzelim biz fikirlerimizi kendimize mi saklasak hı? Çok da iyi bir fikir değil bu sanki hı?’’ diyerek seviyormuş gibi yaparak Leyla’nın ağzını kapatıyordu.

‘‘Şş çek ellerini kızdan. Gayet de mantıklı bir fikir. Ben istesem 1 yıl içinde 50 tane sevgili yaparım be. O Aziz de çok bekler böylece.’’ Dedim kendimden emin bir şekilde.

‘‘Hayatım burada önemli olan nokta kaç tane sevgili yapabileceğin değil ama.’’ Dedi Meryem tüm hevesimi kursağımda bırakarak.

‘‘Önemli nokta ne?’’

‘‘Sen 30’unu geçtin diyelim. Bir de sevgilin var kolunda takılıyorsunuz çok güzel. Aziz sana bulaşamaz. Ama olur da o sevgilinde ayrılırsan an itibariyle 30’unu geçmiş ve bekar bir kadın olarak yaptığınız anlaşmaya anında uyman gerekiyor. Ayrılığının sonraki günü Aziz seni kolundan tutup nikah dairesine götürebilir yani.’’ Dedi Meryem. Mantıklıydı. Çok mantıklıydı. Bu kız hep mantıklıydı.

‘‘Nikah şahidi biz oluruz.’’ Dedi hala karısına sarılan ve ağzına kurabiye tıkıştıran Erdem.

‘‘Sen ne olsun istiyorsun ya? Kimden yanasın?’’ dedim sahte bir sitemle. Bu konunun ona çok çocukça geldiğini biliyordum.

‘‘Ben dostlarımın mutluluğundan yanayım. Bu iki hanımefendi çok güzel planlar kurdular burada ama olmaz. Hiçbiri olmaz. Aziz’le evlenmemek için mi biriyle sevgili olacaksın. Yoksa sevgili olduğun adam bok çıkınca Aziz’le evlenmemek için mi ayrılmayacaksın. Şu an hayatında olan tanıdığın adamlardan hangisi eşin olmaya Aziz’den daha uygun? Şöyle bir bak etrafına. Az önce babaannene her yaşta jinekolojik muayenenin önemini anlatan jinekolog Altan uygun mu mesela? Ya da 3 kelimeden fazla konuşmayan suratsız patronun? Kuzen evliliği yapacağını düşünmüyorum onu pas geçiyorum. Ben evliyim. Karımı çok seviyorum. Sarp’ın sevgili var. Çok sıkıntı değil onlar ayrılır ama yine de olmaz onun alıcısı başka.’’ Cümlelerini peş peşe sıralarken son cümlesinde göz ucuyla Meryem’i işaret etti.

‘‘Kaş göz yapma oyarım o gözünü. Başı bağlı adamla işim olmaz benim.’’ Dedi Meryem Erdem’in omzuna bir yumruk geçirerek. ‘‘Baksana sevgilisinden korkusuna arkadaşının doğum gününe bile gelemiyor. Korkak adamı annesine yakın bana uzak olsun.’’

Erdem kafasını hafifçe çevirdi Meryem’den bize döndü. ‘‘Evet Meryem’in az önceki cümlelerinden de anladığınız gibi Sarp’ın başı fena halde bağlı.’’ Dedi alayla. ‘‘Kim var etrafında tanıdığın başka eli yüzü düzgün erkek cinsi? Yoksa görücü usulü randevulardan devam mı? Ya da sokakta çarpıştık kitaplarımız düştü falan hikayesini yaşamayı mı bekliyorsun?’’ bir süre sessiz kaldı cevap vermemi bekledi. Verecek cevabım yoktu. ‘‘Her şeyi geçtim tek bir soru soracağım sana. Yeni biriyle tanıştın diyelim. Sadece 1 yıl tanıyacağın bir adama güvenip onunla evlenebilir misin gerçekten? Çocukluğunu gençliğini bildiğin adam karşına geçtiğinde ben seni bilmiyorum, tanımıyorum diye bağırıyorsun. 1 yıllık bir adamla evlenebilecek misin gerçekten.’’ Çok ciddiydi. Erdem’i kolay kolay ciddi görmezdiniz. İşinin yeterince ciddiyet gerektirdiğini söyleyerek iş dışındaki hiçbir vakitte somurtamam derdi. Şu an gerçekten çok ciddiydi. Ama ben saydığı tüm mantıklı şeyler yerine farklı bir şeye takılmaya karar verdim.

‘‘Sen benim Aziz’e öyle dediğimi nereden biliyorsun?’’ dedim tek kaşımı kaldırarak. Bu soruyu beklemiyor olacak ki anlık bir afalladı.

‘‘O kadar şey söyledim. Buna mı takıldın gerçekten?’’

‘‘Evet.’’ dedim çok hızlı bir şekilde. Kollarımı birbirine bağladım ve kafamı hafif sağa yatırarak gelecek cevabı bekledim.

Sesli bir nefes verdi dışarı. Kaçarının olmadığını anlamıştı ‘‘Aziz anlattı.’’ Dedi.

‘‘Pardon?’’ dedim şaşkınlıkla. ‘‘Siz görüştünüz mü restorandan sonra?’’

‘‘Görüştük tabi Birce. Neden görüşmeyelim? Aziz bizim arkadaşımız. Bir yanlış yaptıysa hepimize yaptı. Telafi etmeye gelmiş. Neden arkamı döneyim arkadaşıma? Bir nedeni vardır biliyorum. İnanıyorum ben Aziz’e. Tanıyorum çünkü onu. Sen de tanıyorsun. Ne zaman söylemek isterse de o zaman söyler neden gittiğini neden bizimle iletişimini kestiğini. Ben arkadaşım geri döndüğü için mutluyum sadece.’’ Bir çırpıda kendini açıklamıştı. Onun için bu kadar kolaydı demek ki bu durum.

‘‘Bu kadar mı yani? Öylece hiçbir şey olmamış gibi arkadaşlığına devam mı edeceksin?’’ diye sordum. Gerçekten merak ediyordum. Onlar için bu kadar kolaysa neden benim için bu kadar zordu.

‘‘Bunu yapan Sarp olsaydı. Bırakıp gitseydi aynı Aziz gibi. Geldiği zaman Aziz’e davrandığın gibi mi davranırdın dürüst ol.’’ Cevap vermem için bir süre yüzüme baktı. Bir şey söylemeyeceğimi anladığında konuşmasına devam etti. ‘‘Hayır davranmazdın. Evet çok kızardın. Geldiğini görünce iyice bir haşlardın. Belki sürekli laf sokar burnundan getirirdin. Ama yanında durmasına izin verirdin. Karşında düşmanın varmış gibi bakmazdın.’’

‘‘Sarp böyle bir şey yapsaydı, Meryem’i bırakıp gitseydi döndüğünde laf sokmakla falan kalmazdım Erdem.’’

‘‘Doğru, çünkü o arkasında sevgilisini bırakmış olurdu. Aziz bunu yapmadı. Geride kalanlar arkadaşlarıydı. Aziz senin sevgilin değildi ama bu geride kalış seni bu kadar etkilediyse belki de biraz kalbinin sesini dinleme vaktin gelmiştir.’’

‘‘Ne demeye çalışıyorsun Erdem?’’ dedim belli olmadığını umduğum bir panikle.

‘‘Ne dediğim gayet ortada ve sen çok zeki bir kadınsın Birce, anlarsın. Aziz de bizim arkadaşımız ve görüşmeye devam edeceğiz. En azından ben kendim ve karım adına bunu söyleyebilirim. Ha bir de Sarp adına. 3’ümüz buluştuk. Haberin olsun. Senden bir şey saklamak gibi bir düşüncemiz hiç olmadı zaten.’’

‘‘Erdem çok güzel konuşuyorsun ama atladığın bir yer var. Bu kızın takıldığı tek nokta Aziz’in 10 yıl sonra geri dönmesi değil. Dönüp utanmadan evleneceğiz anlaşmamız var deyip bu kızı saçma sapan bir durumun içine sokması.’’ Doğru evet çok doğru. Ben bu yüzden sinirliydim. İyi hatırlattın Meryem. Konuş kızım. ‘‘Eminim Aziz gelip sana da evlenelim dese böyle sakin karşılamazdın.’’

Erdem, Leyla’ya döndü ‘‘Özür dilerim karıcığım bu cevabı senin olmadığın bir evreni düşünerek veriyorum.’’ Deyip tekrar Meryem’e döndü. ‘‘Düğünü ne zaman yapıyoruz derdim. Aziz’den iyi koca adayı mı olur be? Adam Avrupa’nın en iyi hukuk firmalarından birinde ortak avukat. Kazandığı para hepinizin dudağını uçuklattı burada şov yapmayın şimdi. Yakışıklılık, karizma desen maşallah lisede de koridordan geçerken tüm kızları kapıya toplardı şimdi daha fena olmuş.’’ Cümlesini bitirmişti ki dönüp bana baktı. ‘‘Şimdi de şirkete gittiğinde milleti kapılara topluyordur elini çabuk tut.’’ Dedi gevşek gevşek.

‘‘Ne tutucam be elimi çabuk.’’ Dedim ani parlamayla. Benim de verecek cevabım olmadığında böyle dümdüz parlıyordum işte.

Erdem beni umursamadan konuşmaya devam etti. ‘‘Bitti mi bitmedi? Bakın şu çocuğa dedi bir eliyle arkasında kalan Erdem’i işaret ederek.’’ Hepimizin kafası birden Aziz’e dönünce Aziz’de hissetmiş olacak ki karşısında konuşan annemden bir anlık kafasını bize doğru çevirmişti. ‘‘Öyle trene bakar gibi değil Allah’ın cezaları dönün önünüze. Sizle de gizli iş yapılmıyor.’’ Diye sitem ettiğinde hemen kafamızı geri çevirdik.

‘‘Yarım saattir annenle konuşuyor. Burada hepimiz anneni tanıyoruz Birce alınmaca gücenmece yok. Değil hiçbirimiz sen bile annenle yarım saat daralmadan konuşamazsın. Kaynana toprağına öyle bir çekmiş ki bir şekilde bir kusurunu bulup tüm içten niyetiyle dan diye suratına söyler senin bu anan. Ama bak şu çocuğa.’’ Bu sefer uyarısını hemen peşine ekledi. ‘‘Yavaş bak, çevirme kafanı tavuk gibi.’’

Kafamı çaktırmadan Aziz’in olduğu yere doğru çevirdim. Yüzünde tebessümle annemi dinliyordu. Tebessümle? Annemi? Bu iki kelime en son ne zaman bir araya geldi emin değildim. Annem de anlattığı şeyle ilgili çok heyecanlı görünüyordu. Ne yaptı bu kadın iki dakikada beni Aziz’e mi verdi acaba diye bir paniklemedim değil. Ama Erdem’in konuşması manzaramı böldü.

‘‘Tamam yeter, soydun çocuğu gözlerinle. Evlenmeden olmaz daha fazlası bak buraya.’’ Gözlerimi devirerek Erdem’e doğru döndüm. ‘‘Demem o ki annenle böyle güzel konuşan bir çocuk babanı kendisine aşık eder. Baban kapmadan sen kap.’’

‘‘Ya Erdem iki dakika ciddiyet lütfen ya!’’ diye çıkışmak zorunda kaldım zira kurduğu cümlesini yanlışlıkla hayal etmeye çok yakındım.

‘‘İyi tamam ciddiyim ve konuşuyorum. Dinle! Beni değil Aziz’i dinle. Belki şimdi anlatmayacak sana ama ona şans ver. En azından eski günlerin hatırına. Arkadaşın olarak olsun çevrende. Sen de fark edeceksin. Aziz değişmemiş. Onu tanıdığın gibi. Hatta belki hala o yaşta kalmış. Sanki bizsiz geçen sürede hiç gülmemiş gibi gülüyor yüzü farkında değil misin? Laf sokmalarına seviniyor çünkü onunla eskisi gibi iletişim kurduğunu görüyor. Kaçmaman bile yetiyor aslında ona. Kaçma.’’

Erdem’in kurduğu cümleleri kafamda tartarken birden zil çaldı. Gelmesi gereken herkes buradaydı. Hatta gelmemesi gereken herkes de buradaydı diye düşünürken son cümlemde yanılmış olduğumu gördüm. Herkesin kafası ona dönük olduğu için gerilen Sarp ‘Selamın aleyküm’ diye giriş yaptı odaya. Bir köşede annemle konuşan Aziz’i gördü eliyle selam verdi. Tam onun yanına doğru gidiyordu ki bizi görüp rotasını değiştirdi.

‘‘Hoş geldim n’abıyonuz?’’

‘‘Niye geldin be sen? Sana yasaklı değil miydi burası?’’ diye sordu Meryem. Biz her fırsatta laf sokan kızlardık.

‘‘Ya bana kim yasak koyabilir ya peh sen de yani Meryem.’’ Diye saçma sapan bir şeyler geveledi ağzında.

‘‘Lale, Nur, Tuğba, Derya…’’ diye saymaya başlamıştı ki Sarp’ın araya girmesiyle durdu.

‘‘Ya dur dur tamam. Artık bana kim yasak koyabilir? Kaç yaşıma geldim. Arkadaşlarımla görüşmemi de engellemek istiyorsa olmayacak hayatımda. Netim artık.’’

Dudağını büktü Meryem hayret eder gibi ‘‘Allah allah, bundan öncekilerde gelmemişti bu aydınlanma. İtiraf et kız öğrendi geçen buluşmada benim olduğumu sana postayı koydu değil mi?’’ diye sordu. Hepimiz cevabını merak ettiğimiz soruyu yanıtlaması için Sarp’a döndük.

‘‘Ne olmuş nasıl olmuşları karıştırma güzelim. Önemli olan sonuç. Bak buradayım. Yanındayım ve buna laf edebilecek kimse hayatımda yok. Ne kadar güzel değil mi?’’

Hepimiz hayretler içerisinde Sarp’a bakıyorduk. ‘‘Ya çok güzel bakalım bu sefer ne zamana kadar sürecek?’’ dedi Meryem. Aramızda en az şaşkın olan oydu.

Meryem’in kulağına doğru eğildi Sarp. Çok da kısık olmayan bir sesle ‘‘Mezara kadar.’’ Dedi

14 yaşımda olsaydım şimdi odanın ortasında ‘ooooooo’ diye dolanırdım ama az önce 29 oldum o yüzden tepkimi Leyla’nın bacağına vurarak gösteriyordum. Çok olgunca.

Ben heyecanımı dışarı vururken bize doğru yaklaşan Aziz’i gördüm. Geldi ve Sarp’ın omzuna kolunu attı. Sarıldılar. Ayrıldıktan sonra benim oturduğum koltuğa doğru geldi. Yanıma oturdu ve kolunu da koltuğun arkasına attı. Leyla bacağınla bir işim var biraz bu tarafa getirebilir misin yoksa bu heyecanım başka bir yerimden çıkacak. Kendini dizginle Birce. 29 yaşındasın. 29 yaşında bir kadın böyle bir hareketten etkilenmez. Kendine gel.

‘‘Ne uzun konuştunuz öyle Meltem teyzeyle kardeşim. Sıkılmışsındır şimdi.’’ Diye bir olta attı Erdem ortaya. Bana da bir ‘bak gör’ bakışı attı

‘‘Yok ya ne sıkılması. Sarp’a hoş geldin demek için geldim. Yoksa Birce’nin çocukluk anılarını dinlemeyi senin goygoyuna tercih ederim.’’ Sırıttı Erdem bu cevaba. Resmen gözleriyle konuşuyor ‘bak’ diyordu ‘bak gör şu çocuğu’ ama benim takıldığım nokta tabi ki orası değildi.

‘‘Ne anısı ya? Hangi anıyı anlattı?’’ Aferin Birce paniklediğini hiç belli etmedin.

Fark etti tabi şerefsiz, güldü yine. ‘‘Baban annene çiçek almış evlilik yıldönümlerinde. Sen de 5 yaşındaymışsın o zamanlar bana neden almadı diye ağlamaya başlamışsın.’’

Bu hikayeyi biliyordum. Annemin insanlara anlatmaya bayıldığı favori hikayelerimdendi. Ama Aziz’in bunu biliyor olması şu anki durumumuzda sinirimi bozuyordu çünkü pislik yüzüme baka baka anlatıyordu hikayeyi.

‘‘Ee sonra ne olmuş?’’ diye sordu Leyla. Sanki bu hikayeyi daha önce hiç dinlememiş gibi. Şeytan.

‘‘Sonra ağlamasını durduramamışlar bir süre. Açıklama yapmak gerekmiş. Hakkı amca demiş ki ‘ama annen benim karım, bugün de ikimiz için çok özel bir gün o yüzden aldım bu çiçeği. Senin doğum gününde de sana alırım.’’ Demiş.

‘‘Ee Birce ne demiş?’’ Bak bak hain iki Meryem. Babamdan 2 annemden 3 kere dinledin bu hikayeyi sen. Sınav yapsam birinci çıkarsın be. Soruya bak.

‘‘ ‘Sen alma istemiyorum artık. Kocam olucak o alıcak.’ demiş.’’

Hepsi bir köşede kıkır kıkır gülüyordu.

‘‘Ne güzel hikayeymiş ya. Birden nereden aklına gelmiş bu da anlatmış Meltem teyze?’’ dedi üç numaralı hain Erdem.

Yandan bir bakış attı bana. ‘‘Ben çiçekle geldim ya sana bugün, aklına gelmiş işte.’’

Anladım imanı anladım tamam mı anladım. Şimdi lütfen önüne dön yoksa ben bu koltuğa eriyeceğim siz de beni kazıyarak çıkaracaksınız sen de evlenecek birini bulamayacaksın.

Sahte olduğunu herkesin bildiği bir gülüşle ‘‘Ne güzel, ne güzel.’’ diye saçmaladım biraz. Beni bu işkenceden kurtaran Sarp oldu.

‘‘Ha bu arada ben biriyle karşılaştım bugün. Doğum günü partinden bahsetmiş oldum yanlışlıkla. Sonra da yanlışlıkla davet etmiş oldum. O ‘yok ya ben gelmeyeyim şimdi’ dedi yanlışlıkla da ısrar etmiş bulundum. Geliyor şimdi yolda.’’

Hepimiz suratımızda gerizekalı bu çocuk ifadesiyle Sarp’a bakıyorduk. Belliydi ki yanlışlıkla olan bir durum yoktu. Bir şey planlıyordu ama altından ne çıkacağını o kadar öğrenmek istemiyordum ki.

‘‘Kimi çağırdın be yanlışlık yanlışlık üstüne. Bu kadar yanlışlıkla gelecek bir kişi doğru olamaz kimi çağırdın?’’ diye benim sormaya üşendiğim soruyu sordu Leyla.

O sırada zilin sesi bir kez daha duyuldu. Dış kapının açılma sesi geldi ve hepimiz kafamızı salonun kapısına doğru çevirdik. ‘Kimler gelebilir bu kapıdan Birce?’ Diye bir soru sorsanız bana ‘kimi istiyorsanız buyurun getirin’ derdim. Gördüğüm kimse de beni şaşırtmazdı.

Ama elinde bir buket çiçekle salonun kapısında duran Kürşat bunlardan biri değildi.

Loading...
0%