Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm- Nedensiz, Nasılsız

@melinogut

 

Selamlar, selamlar

 

Okurken düşüncelerinizi ve tepkilerinizi benimle paylaşırsanız çok mutlu olurum 🩷

 

Yorumları okumayı çok seviyorum.

 

Umarım siz de kitabı en az benim yorumları okumayı sevdiğim kadar sevmişsinizdir🩷

 

Odadaki diğer misafirler ya birbirleriyle sohbet ediyor ya da yemek yiyordu. Kapıdan giren Kürşat sadece bizim dikkatimizi çekmişti ama Kürşat bu durumu tersine çevirmek istemiş olacak ki ‘‘Merhabalar herkese’’ diyerek giriş yaptı odaya.

Dikkatleri üstüne çektiğinde ilk reaksiyon gösteren annem oldu. ‘‘Aa Kürşat, hoş geldin oğlum. Geleceğini bilmiyordum. Çok şaşırttın beni çok mutlu oldum.’’ diyerek gülümseyerek ona bakan Kürşat’a sarıldı.

Kafamı yavaşça yanımda oturan Aziz’e çevirdim. Gözlerini dikmiş sarılan anneme ve Kürşat’a bakıyordu. ‘Çek la ellerini anamın üzerinden!’ diyebilecek bir hava seziyordum. İçindeki ‘Angaralı’ her an aktif olabilirdi.

‘‘Ay Birce annecim bak Kürşat gelmiş. Hem de çiçek getirmiş.’’ diyerek bana döndü annem. Yanımdakinin de dikkatini benim üzerime döndürmüş oldu. Ne güzel bir 3 dakika da olsa ben dışında bir şeylerle ilgileniyordu anne. Ne güzel seni kıskanıyordu. Yine niye benim başıma sarıyorsun bunu?

‘‘Gördüm anne gördüm.’’ dedim sahte bir tebessümle. Susması için bir uyarıydı bu ve bu uyarıyı yapmamın şu an içinde bulunduğum durumla alakası yoktu. Genel olarak annemi Kürşat’tan ayrıldığıma inandırmak çok zor olmuştu. Üniversitede sürekli ayrılıp barıştığımız için son sefer gerçekten bittiğine çok uzun bir süre inanmamıştı. Bizi tekrar bir araya getirmek için de bayağı bir mesai harcamıştı. Kürşat saygılı ve iyi bir çocuktu o yüzden annemin bu darlamalarına sesini çıkarmıyordu ama ben en sonunda kesin bir dille annemle konuşarak kafasındaki şeyin gerçekleşmeyeceğini iyice anlatmıştım. O zamanki çabamı hatırladığım için şimdi tekrar annemin böyle bir ihtimal için ümitlenmesini istemiyordum.

Oturduğum yerden kalktım ve salonun ortasında elinde bir buket çiçek ve bir hediye paketi ile duran Kürşat’a ve anneme doğru ilerledim. Geride bıraktığım ne halde emin değildim. Kürşat’ın yanına geldiğimde kibarca ‘Hoş geldin.’ Dedim. Elindeki buketi bana uzattı ‘doğum günün kutlu olsun.’ diyerek. Teşekkür ederek buketi aldım. Annem ikimizi salonun ortasında tek bırakarak kişisel alanımıza saygı duyduğunu düşünüyordu. Sanki odanın bir köşesinde ne konuştuğumuzu dinlemeye çalıştığını görmüyorum anne.

‘‘Sarp’la karşılaştık da bugün alışveriş merkezinde. Laf arasında doğum günün olduğunu söyledi.’’ Sonra durdu yanlış bir şey söylemiş gibi ‘‘Yani doğum gününün bugün olduğunu biliyorum tabi de. Kutlamadan bahsetti işte. Davet etti. Umarım buraya gelerek seni zor durumda bırakmamışımdır.’’ Dedi. Son cümlesini kulağıma biraz yaklaşarak kısık sesle söylemişti.

‘‘Yok canım, niye zor durumda bırakasın. Sen de arkadaşımsın sonuçta. İnan burada olmaması gereken çok başka insanlar var.’’ Dedim olayı alaya almaya çalışarak. Çünkü gerçekten de zor durumda bırakmıştı. Ne alakaydı yani birden eski sevgilinin doğum gününe gelmek.

‘‘Evet görüyorum, Aziz bile burada.’ Dedi arkamdaki bir noktayı işaret ederek. ‘‘O size nereye gittiğini bile söylemeden yurt dışına gitmemiş miydi üniversitede? Döneli olmuş herhalde. Yine eski ekip bir araya gelmişsiniz. Ne güzel.’’ Sesindeki tüm tonları duyuyordum. Ne demek istediğini adım gibi biliyordum. Döneli uzun süre olmadığını biliyordu. Üniversitede bize haber bile vermeden gitmesini hatırlatarak ‘böyle bir şeyi unutup, hiç olmamış gibi mi davranıyorsunuz gerçekten.’ demek istiyordu.

‘‘Ya öyle oldu.’’ Dedim kestirerek. Ona açıklama yapacağım bir konumda değildi ilişkimiz. ‘‘Burada olmaması gereken insanlar da arkadaşlarım değil ne demek istediğini anlıyorum, yapma.’’ Dedim. Bende bu cümleyi ona yaklaşarak sessizce söylemiştim. Gerçekten sessiz bir uyarıydı.

Önceden Kürşat’ın cümlelerine saatlerce kafa yorardım. Öyle mi demek istedi, öyle demek istememiştir, niye öyle desin, o öyle bir insan değil diyerek sürekli kafamda onu aklamaya çalışırdım. Ama tam olarak da öyle bir insandı. Bu tarz imaları bana direkt söylediğinde onunla tartışacağımı bildiğinden lafı öyle bir hale getirip söylerdi ki ben sonunda kendimi onu aklamak için kendimle tartışır bir halde bulurdum. Bunu fark etmem zaman aldı tabi ama fark ettiğimde bu manipülasyonun içinde daha fazla kalmak istemediğime karar verdim ve ayrıldık. Bu son ayrılığımızdı.

Her ayrılışımızdan sonra hiçbir şey yapmıyordu. Kararımı kabul edip saygı duyacağını ama yanımda kalmak istediğini söylüyordu. O yaşlarındaki Birce’ninse tek ihtiyacı sorgusuz sualsiz yanında olabilecek biri olduğundan her seferinde tekrar yanı başındaki adama dönüyordu. Pek akıllı biri değildi o Birce. Terapiye ihtiyacı vardı ama bunu kabul etmiyordu. Çözümü de böyle bir ayrıl barış ilişkide bulmuştu. Üniversite bitmeden ayrıldık ve sonrasında görüşmek istemediğimi söyledim çünkü ben tedavi olmadıkça yanımda olduğu için onu hayatımda istemeye devam edecektim. Buna da saygı duydu. Ama arada bir hep aradı ya da mesajla halimi hatırımı sordu. Attığım postları beğendi bazı hikayelere cevap verdi. Yıllar içindeki iletişimimiz hep böyle küçük şeylerle sınırlı kaldı. Aynı sektörde olmamıza rağmen sadece birkaç kere karşılaştık. Hayatımdan hiç gitmedi ama hayatımda hiç olmadı da. Kendini arafta bir yere sabitleyip yerinden hiç ayrılmadı.

Bugünü bekliyormuş.

‘‘Arkadaşlarının senin için ne kadar değerli olduğunu biliyorum. Yanlış anladın beni. Öyle bir şey demek istemedim. Sadece şaşırdım biraz. Hatırlıyorum çünkü o zamanları sevgililiğimizin ilk aylarıydı. Sonra Aziz gitti. Hepiniz çok sarsıldınız. Sen hele çok kötü olmuştun. Kendine gelmen, Aziz’in bırakıp gittiğini kabullenmen zaman almıştı. Sevindim şimdi aranızın iyi olmasına.’’ Son cümlesinden sonra yüzüne bir tebessüm kondurdu. Dediği hiçbir şey yanlış değildi. Belki bu yüzden sözlerinin bir iğne gibi derime battığını hissediyordum. Sözleri çok içten gibi olsa da onların içindeki kıvılcımları görebiliyordum.

‘‘Geçelim mi yanlarına?’’ dedim daha fazla salonun ortasında dikilmek istemeyerek. Çünkü bakmamaya çalışsalar da herkesin gözü bizim üzerimizdeydi. Tabi insanlar en azından kibarlık yapıp bakmıyormuş gibi yapıyordu. Bir de Aziz vardı. Gözünü bile kırpmıyordu.

‘‘Hoş geldin Kürşat!’’ dedi Sarp sanki adamı buraya davet eden o değilmiş gibi ‘nereden çıktın sen?’ diyecekti birazdan. Diğerleri de ona eşlik edip Kürşat’la tokalaştılar.

Bir kişi hariç herkesle selamlaşmıştı Kürşat. Sonra gözleri Aziz’e döndü. Bermuda şeytan üçgeni gibi bir köşede Aziz bir köşede Kürşat diğer köşede de ben vardım. ‘‘Aziz!’’ dedi şaşkınlıkla. İki saattir ne konuşuyoruz biz neden yeni görmüş gibi yapıyorsun ya? Bu çocuğun oyunculuğundan gerçekten ders almak gerekiyor.

‘‘Uzun zaman oldu görüşmeyeli. Yurt dışına gittin diye duymuştum. Duymuştuk daha doğrusu. Başka bir şey bilen yoktu. Temelli dönüş mü yaptın?’’ Bak bak soruşu soruştaki tekniğe bak. Cümleleri iyi- kötü- iyi şeklinde sıralıyor ki karşısındaki iyiye odaklanırsa söylediği kötüyü göremesin, kötüye odaklanırsa da ‘ben öyle demek istemedim iyi bir şey dedim’ diyebilsin. Ee ben de az bir şeyler kaptım bunun taktiklerinden. İlişkimizin bana kattıkları…

‘‘Öyle, uzun zaman oldu gerçekten. Seni en son gördüğümde lise koridorunda ağlıyordun. Ama toparlamışsın. İyi gördüm şimdi seni. Evet, temelli dönüş yaptım. Buradayım artık.’’ Az önce olanı bir tek ben fark etmedim değil mi diye bizimkilere dönüp baktım ama onlar sanki karşılarında pembe dizi oynuyormuş gibi kitlenmiş yanımdaki ikili arasında kafalarını dolaştırıyorlardı. Aziz, Kürşat’a onun taktiğiyle geri cevap verdi. Benim Kürşat’ın taktik yaptığını anlamam 9 ayımı almıştı. Ben mi zekadan geriydim acaba azıcık.

Güldü Kürşat. Gören birinin ne kadar da içten gülüyor diyebileceği bir gülüşle. ‘‘Doğru ağlıyordum. Birce beni reddetmişti.’’ dedi Aziz’e bakarak. Sonra kafasını bana çevirdi ve gülümsedi. ‘’Neyse ki gözyaşlarımın peşine birçok kahkaha sığdıran da o oldu.’’

Yasaklı hareketler yapıyorsun Kürşat, ceza sahasına giriyorsun Kürşat, çık oradan Kürşat.

‘‘Ne güzel.’’ Dedi Aziz çenesi seğirirken gülerek. ‘‘Çok gülen çok ağlar demişler. Sonra yine merdiven başlarında çok ağladın galiba.’’ Birbirlerine öyle gülüşler atıyorlardı ki birazdan birisi bir bıçak çıkarıp öbürüne saplayacak gibi hissediyordum.

‘‘Yoo, çok güzel yıllar geçirdik Birce’yle.’’ Kürşat abartmasan mı birlikte olduğumuz zamanları toplasan 9 ay eder. ‘‘Çok güldük birlikte, ağladık da. Birce’nin üzüldüğü şeyler olurdu, hep yanında olurdum. O da aynı şekilde benim tabi. Kaç gecemiz gündüz oldu birlikte. Çok memnun ederdi beni.’’ Kısa bir süre cümlelerine ara verdi. O kısacık sürede suratına bir tokat yapıştırmak istedim çünkü sözlerinin başka ne anlamlara gelebileceğini bilerek söylüyordu. Aziz’in sıkılmış yumruğu da sözü tam olarak Kürşat’ın istediği taraftan anladığını gösteriyordu.

Bana dönerek sözlerine devam etti Kürşat. ‘‘O kütüphanelerde az mı sabahladık Birce kuş. Sevgilimle üniversite hayatını her şeyiyle yaşayabilmek çok güzeldi.’’ Tekrar Aziz’e döndü. ‘‘Birce’ye de hep teşekkür ederim bu yüzden. Bana unutamayacağım anılar verdi. Belki zaman zaman birbirimizi kırmışızdır ama asla çizgiyi geçip birbirimizi yitirecek duruma gelmedik. Arkadaşız zaten. Yıllardır Birce’nin ne yaptığını hep bilirim. O da beni bilir. Ayrılmış olabiliriz ama hayatlarımızın içindeydik. Birbirimizi geride bırakmadık.

Tamam. Abartıyordu. Ama öyle güzel laf sokuyordu ki onu düzeltme gereksinimi hissetmiyordum. Aziz buradan giderken ne umuyordu bilmiyorum ama döneceği zaman onu neyin beklediğini tahmin etmeliydi. Onu bekleyen çok şey vardı, çok gerçek vardı. Hepsiyle birer birer yüzleşmesi gerekiyordu.

‘‘İlginç.’’ Dedi Aziz sanki az önce söylenen hiçbir şeye takılmamış gibi. ‘‘Geride kalmamışsın ama doğum gününe davet edilmiyorsun. Senin ‘hayatın içinde olma’ kavramın biraz geniş galiba. Rehberinde numarası olunca ayrılmaz dostlar mı oluyorsunuz?’’ Aziz artık ciddiydi. Tebessüm etmiyordu ve itiraf etmeliyim bu hali beni gülen halinden daha da tedirgin ediyordu.
Aziz tüm ciddiyetiyle dururken Kürşat’tan küçük bir kahkaha sesi duyuldu. Delirdi mi diye bir döndüm baktım ama iyi görünüyordu.

‘‘Doğru, Birce’nin rehberinde benim numaram var en azından. Seninkini en son aradığında ‘aradığınız numara kullanılmamaktadır.’ diyordu. Zaten silmiştin değil mi o günden sonra canım?’’ Hitabıyla kısa bir an kendimi sorguladım. Ben ‘canı’ mıydım? Yoo. Niye böyle şeyler söylüyordu o zaman ve bu iki salak neyin kavgasını veriyordu tam olarak.

Sussun, kimse senin kavganı veriyorlar demesin!

Ben cevap veremeyince meydanı boş bulan Kürşat konuşmaya devam etti. ‘‘Evet doğum gününe de davetli değildim çünkü Meltem teyze ikimizi bir arada gördüğünde tekrar barışmamız için dil döküyor. Çok sever beni. Ben de onu daha çok üzmek istemiyorum. Kendimi gözüne sokar gibi davranmaya gerek yok değil mi?’’

Sert darbe gelmişti işte. Aziz’in annem sevgisi çok ağır basıyordu. Biz lisedeyken de çok iyi anlaşırlardı. Bir gün Aziz okula gelmemişti de ben eve döndüğümde bizim mutfakta tarçınlı kurabiye yaparken bulmuştum ikisini.

Bir önceki gün canımın çok tarçınlı kurabiye çektiğini ama annemin ‘koca kız oldun kalk kendin yap!’ diyerek yapmadığını anlatmıştım. Annemi ketenpereye getirip ‘hoşlandığım kız tarçınlı kurabiye seviyormuş nasıl yapabilirim bana öğretebilir misin Meltem teyze.’ dediğini öğrenmiştim. Tabi o zamanlar parlak zekamı derslerime harcadığım için o kızın ben olduğunu düşünmek yerine, ‘Aziz be çakal gibi çocuksun. Annemi kandırıp bana kurabiye yaptırmanın yolunu bulmuşsun.’ demiştim.

Üniversitede bir kafede otururken menüde tarçınlı kurabiye gördüğüm bir an o kızın aslında ben olabileceğim ihtimali geldi aklıma. Tabi bunun itirafını ondan hiçbir zaman alamamıştım. Gerçekten de çakal çocuktu ama plana bak hem hoşlandığı kızı memnun ediyor hem de bunu kızın annesine yaptırıyor.
‘‘Öyledir Meltem teyze. Sevgi dolu bir kadındır. Bilirim. Çok yemeğini yemişliğim var.14 yaşından beri tanıyorum. O zaman da severdi beni. Aradan kaç yıl geçti. Hiçbir şey değişmemiş. Yine seviyor. Hatta bence artık daha çok seviyor. Sadece kırgın biraz ama ben onu iyi tanıyorum. Gönlünü almayı bilirim.’’
Konu hala annem miydi? Ben bir yerden sonra üstüme alınmaya başlamıştım çünkü.

‘‘Kendinden çok eminsin. Ne kadar güzel. Ama dikkat et. O kadar affedici olmayabilir. Meltem teyze. Ben de iyi tanırım.’’

‘Ay’ diye derin bir nefes bırakınca ortamdaki gergin havayı biraz olsun dağıtmayı umdum. Hepsinin gözü bana döndü. ‘‘Bır bır bır ne çene varmış sizde ya. Konuş konuş bitiremediniz.’’ Dedim alayla. ‘‘Bu kadar konuşacak şeyiniz varsa çıkışta bir kafeye gidin çay için.’’ Kıkır kıkır gülen Erdem ve Sarp çarptı hemen gözüme. ‘‘Hatta bunları da alın. Gözüme batmaya başladırlar.’’

Alıngan bir suratla yüzüme baktı Sarp ‘‘Aşk olsun Birce biriciğim fazlalık mı olduk sana?’’ dedi kalbini tutarak. Tam gülecektim ki sol tarafımdan tok bir ses yükseldi.

‘‘LA!’’ Yüzünde ‘sen hayırdır?’ ifadesi olan Angaralı’dan yükselmişti tabi ki bu ses.

‘‘Sana ‘LA’ ’’ diye karşılık verdi Sarp. ‘‘Ne oldu bir sıkıntı mı var? Çekinme söyle ya açık açık burada biz bizeyiz.’’ İnadına yapıyordu. Yapsındı. Bu odadaki herkes Aziz’i kudurtabilirdi.

‘‘Birce Hanım?’’ diye nahif bir ses ilişti kulağıma. Arkamı görmemle karşımda Altan Bey’i görmem bir oldu.

‘‘Altan Bey?’’ diyerek yüzümü tamamen ondan tarafa çevirdim.

‘‘Nazik davetiniz için çok teşekkür ederim. Nice yaşlara. İyi ki doğmuşsunuz tekrardan.’’ Sesini biraz kısarak sordu. Arkamdakiler muhtemelen gözlerini dikip bizi izledikleri için biraz rahatsız olmuştu. ‘‘Ben sizinle tekrardan bir yemeğe çıkmak isterim. Siz ne zaman müsaitseniz ona göre bir plan yapabilir miyiz?’’

Ah Altan! Altan! Sen çok iyisin. Ama ben bu kadar iyi bir kadın değilim. Sen gerçekten daha iyilerine layıksın. Bak gerçekten. Ben cazgırın tekiyim. Bende ne buldun? Demek istedim tabi. Ama dinsizin hakkından imansız gelirdi. Bu arkamdaki iki manyak birbirleriyle kedi köpek gibi savaşırken ortaya bir tavşan atmanın bir zararı olmazdı.

Altan özür dilerim. Duygularınla oynamak değil niyetim. Güven bana sana çok iyi birini bulacağım tamam mı? Ben yapacağım yuvanı. Hatta gitmeden şu benim kuzenlere bir bakın da öyle git be.

Sesimi arkamdakilerin beni gayet rahat duyabileceği bir tona getirerek cevapladım Altan’ı. ‘‘Hafta içlerim çok yoğun geçiyor. Eminim sizin de öyledir ama hafta sonu uygun olur mu sizin için?’’ diye hanım hanımcık bir şekilde sordum.

Yüzü güldü hemen. Özür dilerim Altan. Yemin ediyorum düğününde yarım altın takacağım. ‘‘Tabi, uygundur benim için. O zaman tam tarihi ve saati kararlaştırırız daha sonra.’’

‘‘Tabi, mesaj atarsın.’’ Dedim hanım hanımcık tavrımı bozmayarak.

Tam veda edecekti ki aklına bir şey geldi. ‘‘Ha bu arada Birce sana getirdiğim çiçek. Begonya. Sabah güneşini çok sever. Evde sabah güneşinin vurduğu bir yer varsa oraya koyarsın. İyi bak çiçeğine ve kendine. Görüşmek üzere.’’ Dedi ve elini uzattı. Tuttuğum elini kendime çekip dostça bir şekilde sarıldım. Gerçekten dostça bir şekildeydi. Zaten ilk gördüğüm andan beri pıt pıt sırtına vurup ‘geçti, geçti’ diyesim geliyordu. İçimdeki annelik ruhunu uyandırıyordu jinekolog Altan.

Altan tek tek arkamdaki şahısların elini sıktı. Ben de ona kapıya kadar eşlik ettim. Onu uğurladıktan sonra lavaboya gitmek için banyonun olduğu koridora ilerliyordum ki koridorda konuşan Erdem ve Aziz’i gördüm. Onlar beni görmeden bir köşeye sindim ve ne konuştuklarını duymaya çalıştım.

‘‘Gördün mü? Bu da çiçek almış.’ Dedi Erdem. Yüzünde yandan bir gülüş vardı.

Aziz’in bariz bir şekilde morali bozulmuştu. Mızıkçı bir çocuk gibi omuzlarını yukarı aşağı hareket ettirdi. ‘‘Onunki sayılmaz. Saksıda almış. Birce’nin istediği, çiçek buketiymiş. Hem de şu Kürtaj’ın getirdiği gibi ölü beyazı değil. Aralarına pembeli istiyormuş, benim aldığım gibi.’’ Doğru çiçeği almış olmanın gururu resmen sesine yansımıştı. Salak.

‘‘Aynen aynen. Sen doğru çiçeği ben aldım de. Randevuyu jinekolog kapsın.’’

‘‘O herif jinekolog mu?’’ diye şaşkınlıkla sordu Aziz. Erdem, Aziz’in takıldığı noktanın burası olmasını garipsemişti. ‘‘Ne yapcan olum. Bir rahatsızlığın mı var hayırdır?’’ diye sordu. Kahkahamı zor durdurdum. Hala beni fark etmeden fısır fısır konuşuyorlardı.

‘‘Meltem teyze bir hikaye anlattı.’’ Dedi yutkunarak. ‘‘Birce ve doktorculuk oynama aşkıyla ilgili.’’ Anne! Anne! Onu da yapmamış ol lütfen. ‘‘O randevu gerçekleşmemeli Erdem. Yoksa benim beynimde dönen filmler yüzünden beni de Bakırköy’e kapatırsınız.’’

‘‘Saçma sapan konuşma lan! Hem kaç yaşına gelmiş kız. Sana mı soracak yapacağı şeyi. İsterse jinekologla gider randevuya isterse Kürşat’la. Sen de kendini aklayacak bir açıklama yapmadığın sürece izler kalırsın böyle.’’ Konuş be Erdem konuş. Alnından öpeceğim seni bir ara hatırlat.

Aziz bir an için koridorda benim durduğum kör noktada kalan köşeye bakar gibi oldu. Sırtımı daha da yasladım köşeye ve beni görmemesi için dua ettim. Sesini kıstı iyice duymakta gerçekten zorlandım ama küçükken babaanneme dedikodu toplamak için eğitilmiş kulaklardı bu kulaklar. Duyardım.

‘‘Birce’nin ne kadar iyi kalpli bir insan olduğunu en iyi sen bilirsin Erdem. Değil arkadaşına, yoldaki karıncaya bile kıyamaz. O kalbin gerçekten benim için attığına emin olmadan kendimi anlatamam ona. Sadece öyle emin olabilirim. Beni gerçekten seviyor derim. Nedensiz, nasılsız.’’

Loading...
0%