Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm- İhtimallerin Heyecanı

@melinogut

 

"Birce'nin ne kadar iyi kalpli bir insan olduğunu en iyi sen bilirsin Erdem. Değil arkadaşına, yoldaki karıncaya bile kıyamaz. O kalbin benim için attığına emin olmadan kendimi anlatamam ona. Sadece öyle emin olabilirim. Beni gerçekten seviyor derim. Nedensiz, nasılsız. Ancak o zaman açabilirim kalbimdeki gerçekleri."

Duyduğum şeyler kalbimin ritmini bozdu sanki. Bir gerçek vardı ama ben o gerçekten çok korktuğum için gözlerimi kapatıyordum.

“Az önce onu sevmemi istediğini itiraf etmişti. Daha önce de ‘para umurumda değil seni istiyorum’ demişti. Bunun üzerine düşünmeyi kendime yasaklamıştım çünkü bu cümle ve o öpücük kafamı karıştırıyordu. Kabullenemeyeceğim bir gerçeği haykırıyorlardı bana. 'Aziz seni seviyor.' diyorlardı. 'Hep sevdi. O anlaşmayı yapma sebebi en başta buydu. Geleceğe dair korkuları olan arkadaşını rahatlatmak değildi tek amacı. Seni sevdiği için yaptı.'

Ama ben susturuyordum bu sesi. Çünkü o konuşmamalıydı. Yıllar önce de böyle haykırıyordu. Aziz benimle her didiştiğinde ama sonra dönüp gönlümü almak için kırk takla attığında, benimle geleceğe dair hayaller kurduğunda, Birce biriciğim diye seslendiğinde, başka biri böyle seslendiğinde ona kızdığında... Hep çığlık atıyordu o ses bana. 'Aziz seni seviyor!'

İnanıyordum ben de ona. Gerçekten beni seviyor diyordum. Belki de onun için her şeyi dile dökmeye gerek yoktur. Belki de korkuyordur diye düşünüyordum. Baktım bana açılmıyor, ben açılmaya karar vermiştim. Koymuştum kafaya tercihlerimiz açıklandıktan sonra karşıma alıp konuşacaktım her şeyi. Ne olacaksa olsun dedim artık. Sonra Aziz'in bana haber bile vermeden tercihlerine Ankara'yı yazdığını öğrenince belki de ben yanlış anlamışımdır her şeyi diye düşündüm. Bu kadar önemli bir konuda değil fikrimi sormak haber bile vermemişti. Beni gerçekten sevse bile isteye benden bu kadar uzağa gider miydi?

Belli ki içimdeki her Aziz'i gördüğünde çığlık çığlığa bağıran o ses doğruyu söylemiyordu. Cesaretimi kaybettim. Hiçbir şey söyleyemedim.

Okullar açıldığında Aziz'in dediği gibi 'gelip beni kaçıracağı' zamanı bekledim. Aziz gelemeyeceğini, babaannesiyle ilgili bir durum olduğunu söyledi. Başka bir detay vermedi. ‘Ben geleyim.’ dediğimde de babaannesiyle çok meşgul olduğunu, gelsem de vakit geçiremeyeceğimizi söylemişti. ‘1 saat yeter’ diyememiştim. İçimdeki o ses çıtını bile çıkarmıyordu artık. Onun yerine bir fısıltı vardı. 'Seni sevmiyor. Sevseydi gitmezdi. Sevseydi bırakmazdı. Sevseydi haber verirdi. Sevseydi yanında olurdu. Olmadı. Yalnızsın. Yapayalnız. Arkadaşlarının kendi hayatları var. Sen onların bir hayatlarının bir parçası değilsin.'

Bu düşünceler her gün beynimi kemirirken başımı yana çevirdiğimde de her zaman Kürşat vardı. Oradaydı işte. Yalnız değildim. Bir insanın varlığına en çok ihtiyaç duyduğum bir gün yanımda olmayı teklif etti. 'Yalnız kalmazsın.' dedi. Benim için 'senin için ölürüm'den daha değerliydi bu cümle.

O gün birkaç başarısız deneme sonucu umudu kalmamış Kürşat'a çıkma teklifi ettim. Kabul etti. 5 hafta sonra Aziz 3 günlüğüne gelebilmişti İstanbul'a. Hep birlikte buluştuk. Yüzü gülmüyordu. Görmeye alışık olduğum Aziz değildi karşımdaki. Birkaç kere bir sorunu olup olmadığını sordum. Geçiştirdi beni. 'Yorgunum' dedi. 'Yol yordu herhalde.'

Okulların ikinci dönemi başladıktan bir süre sonra da yurt dışına gittiğini öğrendik. Hiçbir şey söylemeden.

Ona ulaşmaya çalıştığım dönemleri hatırlamak bile istemiyorum şu an. Çektiğim acılar, terk edilmiş gibi hissettiğim ve ağlayarak uyuduğum geceler bana çok da uzakmış gibi gelmiyordu. Şimdi tüm bunların sorumlusu kalkmış kalbimin onun için attığından emin olmak istiyordu öyle mi? Hem de hiçbir açıklama yapmadan.

Çok beklerdi.

“Çok beklersin.” dedi Erdem. Bu çocuğu gerçekten alnından öpecektim. “O kız bir açıklamayı hak ediyor. Hepimizden çok o hak ediyor. Ben liseli Aziz’in aşkına inanmıştım. Sen bilmiyor olabilirsin ama Birce de inanmıştı. Senden bir adım bekliyordu.”

“Biliyorum… En çok da o koyuyor zaten.” Burnundan kısa bir nefes verirken tebessüm etti. “İhtimallerin heyecanına üzülüyorum.”

“Ben diyeceğimi dedim. İlerleyen yıllarda da ihtimaller, ihtimaller diye ağlamak istiyorsan hiçbir şey söyleme. Birce’nin inadını biliyorsun. Onu ikna edemezsen ne seninle evlenir ne de o parayı verir. Gider inadına biriyle evlenir. Sen ölene kadar da boşanmaz ondan. Ha tabi bu kişi Kürşat mı olur, Altan mı yoksa karizmatik ve gizemli patronu Şahin mi bilemem.’’ Kuyuya taşı atarak koridorda benim olduğum tarafa doğru yürümeye başladı. Kaçmam gerekiyordu ama Aziz ne diyecek diye de merak ediyordum.

‘‘La Şahin nerden çıktı şimdi? Şahin’inini doğanını üst üste koyar…”

“Birce?” dedi Erdem. Koridorda aynayı siliyormuş gibi yapan bana doğru. “Sen burada mıydın?” Yüzündeki yandan gülüş burada olduğumu zaten bildiğini anlatıyordu.

“Öyle bir geçiyordum. Baktım çizilmiş mi ne olmuş ayna onu şeediyordum. Kolumla. Siliyordum. Bak.” Dedim gururlar sildiğim yeri göstererek “Silinmiş, çok iyi. Hadi içeri gidelim.” Dedim kolumu Erdem’in omzuna atarak. “Gidelim, gidelim.” dedi sırıtarak. “Çok bile kaldık.” Arkamızda kalan Aziz’e bir bakış attı. Ben de kafamı çevirdiğimde Aziz’in şaşkın suratını görmeyi ummuyordum. Gerçekten onları dinlediğimi bilmiyordu ve tüm suratı bunu anlatıyordu.

Onu geride bırakarak salona ilerledik. Biz salona girdikten iki dakika sonra peşimizden geldi. Bir elinde ceketi vardı. “Benim gitmem gerekiyor.” dedi bana bakarak.

Sağıma soluma bakındım bir şey arar gibi. Benimle konuştuğunu anladığımda tekrar ona döndüm. “Ay, pardon. Senden duymaya alışık olmadığım sözler olunca bir an bana mı diyorsun anlayamadım. Genelde haber vermeden gittiğin için garibime gitti.”

Gözleri kısıldı güldü önce. "Bundan sonra her adımımdan haberdar olacaksın merak etme." dedi. Laf sokmam hoşuna gidiyordu.


Biraz bozulur sanmıştım. Kurduğum cümleme ondan bir tepki gelmemesi benim sinirimi bozdu. "Ne merak edeceğim seni be. Haber falan verme. Alışkın değilim maazallah yan etki yapar."

Sırıtık hâlâ gülerek suratıma bakıyordu. Sarılmak için yaklaştı. Çok fazla insan içindeydik. Geri çekilmem ayıp olurdu. Bir kolunu omzumun üstünden sırtıma diğer kolunu da belime doladı. Kendine öyle çok çekti ki bedenimi, sanki hem bana sarılıyor hem de onu sarmamı sağlıyordu. Ben de kollarımı omuzlarından sırtına doladım. Kafasını, yerini bulmuş gibi boynuma doğru eğdi. Burnunu ve dudaklarını boynumda hissederken sessizce aldığı nefesi hissettim. Geri verdiği nefesi boynuma değdiğinde içim ürperdi. Sanki bir elektriğin tüm bedenimi dolaşıp kalbimi vurduğunu hissettim.

Ben bu ani sarılmanın etkisini atamadan kafasını boynumdan kaldırdı ve dudaklarını kulağıma doğru çevirdi. Sesi kısıktı ama böyle mırıl mırıl mırıldanırken daha bir toktu sanki. "Yan etki yaparsa haber ver. İlacın bende."

Ürperdim. Bu sefer gerçekten ürperdim. Omuzlarım anlık titredi. Hâlâ bana sarıldığı için o da hissetti bunu daha çok gülümsedi. Kafasını geriye çekti kollarını gevşetti. Biraz uzaklaştığımızda gülen suratını gördüm. Kısılan gözleri bana eskiden birlikte güldüğümüz zamanları hatırlatıyordu. O yüzden o güldüğünde ona kızgın kalamıyordum. Ama ona kızgın kalamayınca da kendime kızıyordum.

Benden ayrıldıktan sonra bizimkilerle de sarılıp vedalaştılar. Sıra Kürşat'a gelmişti. Tokalaşmak için elini uzatan Aziz'e Kürşat da karşılık verdi. Boştaki eliyle Kürşat'ı omuzundan biraz kendine çekti ve kulağına bir şey fısıldadı. Biraz şaşırmış gibi görünüyordu Kürşat. Sonra kafasını yavaşça tamam der gibi yukarı aşağı salladı.

Tokalaşmaları bittiğinde Kürşat bize dönüp "Ben de müsaadenizi isteyeyim." dedi. İşte bu beni gayet de şüphelendirecek bir hareketti. Aziz ne dedi de Kürşat onun dediğini yapıyordu. Az önce birbirlerini yemeyecekler miydi bunlar?

Neden gidiyorsun diye sorulduğunda büyük bir iş aldıklarını, şirkette yetişmesi gereken işler olduğunu söyledi. Öyle söyleyince ben de sorgulayamadım.

Kürşat önce bizimkilerle vedalaştı en sonunda da benim yanıma geldi. "İyi ki doğmuşsun güzellik." diyerek bir eli belimdeyken yanağıma bir öpücük kondurdu. Gözlerim istemsiz bir şekilde kapıya yakın bir şekilde duran Aziz'e kaydı. Yan dönmüştü. Duvara yaslı bir şekilde, elleri ceplerinde karşısındaki duvara bakıyordu. Buna sevindim mi yoksa üzüldüm mü emin olamadım. Kürşat'a tebessüm edip teşekkür ettim.

Kapıya kadar geçirmeme gerek olmadığını söyleyip odanın kapısından çıktı. Aziz arkasını dönüp son bir kez bana baktı. Yüzü ifadesizdi önce sonra zoraki bir tebessüm gönderdi ve arkasını dönüp o da odanın kapısından çıktı.

"Ay üstünden yük kalkmış gibi hisseden bir ben miyim ya?" dedi Meryem omuzlarına masaj yaparak. "Yemin ediyorum bu ikisi yan yanayken ben gerim gerim geriliyorum. Artık nereye gittilerse Allah ordakilere sabır versin."

"Aziz mi çağırdı Kürşat'ı?" diye sordu Leyla. "En son hiç kalkacak gibi görünmüyordu bir baktım ben gidiyorum diyor. Kapıda Aziz bunu bekliyor falan."

"Kız biricik, Aziz Kürşat'ı düelloya çağırmış olmasın. Senin için dövüş var dışarda kıız!" diyerek omzuma bir tane geçirdi Sarp. Bir an dengemi sağlayamayıp sarsıldım.

Meryem, Sarp'ın açılan dedikoducu teyze moduna kıkır kıkır güldü. Anında onun da dedikodu modu aktif oldu. "Hem ne dedi o Aziz senin kulağına öyle? Maşallah ahtapot gibi de sarıldı zaten. Yılların özlemini giderdi sanki."

"O, yılların özlemini restorandan çıktıktan sonra gidermemiş miydi ya?" dedi Leyla dudakları öne doğru büzüp öpücük atıyormuş gibi yaparak.

Kınayan gözlerle baktım Leyla'ya. " Hareketlere bak hareketlere. Senin evde 2 yaşında çocuğun var. Kendine bir çekidüzen ver rezil kadın."

"Şşt karıma laf yok." diyerek Leyla'yı hemen kolunun altına aldı Erdem. Leyla'da hemen hazır gibi kolunu Erdem'in beline dolayıp başını göğsüne yasladı.

"Hem ben niye rezil ben oluyormuşum. Git sokak ortasında eski arkadaşıyla öpüşene söyle onu." deyip bana dil çıkardı.

Bir an panik olup duyan var mı diye etrafı kolaçan ettim ama herkes başka bir şeyle ilgileniyordu. Tekrar Leyla'ya döndüm. "Annemle bu konu üzerine özel bir münakaşa etmek ister misin Leyloş çünkü biraz daha konuşursan buna mecbur kalacak gibiyiz." dedim kısık bir sesle.

"Sen konuyu değiştirme bakalım, bircesi biriciği. Ne dedi o Aziz sana."

"Üf ne diyecek saçmalıyor işte. Her adımını haber verecekmiş bık bık bık." dediğim anda cebimdeki telefondan mesaj sesi yükseldi. Telefonumu genelde hep sessizde kullanırdım. Sesliye aldığımı hatırlamıyordum o yüzden şaşırarak telefonu cebimden çakardım. Kayıtlı olmayan bir numaradandı mesaj. Daha doğrusu 1 haftadır attığı mesajlara rağmen kaydetmediğim numaradan.

"1 hafta önce önünde öpüştüğümüz restorana geldim. Eski bir arkadaşla konuşacaklarımız var."

Normalde yine cevap vermeyecektim ama bir detay sinirlerimi bozmuştu.

"Öpüştüğümüz değil, seni iznin olmadan öptüğüm diyeceksin. Rezil herif. Dua et seni şikayet etmedim!"

Mesajı gönderdikten sonra telefonu cebime koyuyordum ki anında bir mesaj daha geldi.

"Şikayetçi değildin de ondan. Gözlerini kapattın ve anın tadını çıkartın. Beni kandıramazsın fıstığım."

'Sen benimle öpüşürken gözünü mü açtın?!' yazabilirdim ama eline daha fazla koz vermek istemediğim için mesajı hiç görmemiş gibi yaptım.

"Kürşat seninle mi?" Hepimizin cevabını bildiği ama benim Aziz'den duymam gereken bir soru sordum.

Mesajı gördü. Çevrimiçiydi de ama cevap vermedi.

"Neden cevap vermiyorsun?"

"Ben kendi her adımımı haber vereceğimi söyledim. Kürtajınkiler beni ilgilendirmiyor."

"Çocuk musun sen? Kaç yaşına gelmiş adam hâlâ lakap takıyorsun birilerine."

"Evet, sana da taktım duymak ister misin?"

Bana zaten Birce, biriciğim diyordu. Yeni bir şey mi bulmuştu. Kürşat'ınki gibiyse ağzına bir tane yapıştıracağımı biliyordu o zaman güzel bir şeydi. Fazla meraklı gibi görünmek istemedim. O yüzden sadece soru işareti gönderdim. Cevabın gelmesini beklerken biraz sabırsızdım.

"Bilahare yalnız kaldığımız bir zaman diliminde söylemek isterim."

Terbiyesiz. Ne buldu Allah bilir. Pis herif. Ne buldu acaba. Salak.

"Birce!" diye yükselen Meryem'in sesi kafamı telefondan kaldırmama sebep oldu. "Eğdin kafanı kaldın öyle. Hayır yani bir dedikodu varsa bizimle paylaş!"

"Bir şey yok ya." dedim telefonumu geri cebime koyarken. "Aziz, her adımını haber verme konusunda ciddiymiş."

"Ne yazmış? Kürşat'ı dövdüm deyip selfie mi atmış?"

"Aynen Erdem. Altına da cezam müebbet çünkü ben senin gözlerinde tutuklu kaldım yazmış."

Bir an için herkes bunun gerçekten olma ihtimalini düşünüp gülüştü. Gülmesini bitiren Leyla lafa girdi.

"Balım, biz kaçalım artık. Malum evde bebiş bizi bekler. Aysun annenin tüm pilini bitirmeden alalım başından fırlamayı"

“Canım anam, zamanında inşallah senin çocuğun da sana benzer de görürsün benim neler çektiğimi diye beddua etmeseydi şimdi bu kadar uğraşmazdı.” Aysun teyze nereden bilsin sizin sürekli çocuğu ona bırakıp fıldır fıldır gezeceğinizi be Erdem. Yazık, olan kadına olmuş.

“Bir ara geleceğim size o Akgün’ün ağzını yemeye. Çocuğumu getirmemişsiniz zaten doğum günüme. Ne güzel balonlarla oynardık burada ikimiz. Tüm gün uğraştığım erkekler yerine Akgün’le uğraşmayı tercih ederdim.” Şu an burada o erkekler yoktu ama bu laf sokmama engel değildi.

“Çok güzel olurdu. Aziz’in seni bir de Akgün’den kıskanmasını izlerdik.” dedi Sarp. Başta şaka gibi gelen ama doğruluk payı yüksek bir cümleydi.

“Valla benim oğlum varken onun esamesi okunmaz. Kusura bakma ‘Biice’si billirsin para olsa oğlum çıkarır trank diye önüne koyar, seni de bu durumdan kurtarır ama daha götündeki beze para yetiştiremiyor.”

Güldüm bu dediğine. Boşuna adını Akgün koymamıştık bu çocuğun. Vardı damarlarında mafyatiklik. Prensesini kötü adamların elinden kurtaramıyordu ama henüz.

“Ben de çıkayım balım. Hastanede bir işim var oraya uğramam gerekiyor.” Cümlelerini sıralarken bir yandan da bana sarılıyordu Meryem. “Gelişmelerden haberdar et. Heyecanla seni bekliyoruz. Unutma.” Güldüm bu dediğine. Ne heyecan ne heyecan ama.


“Ben seni bırakırım Meryem.” dedi Sarp. İpini tutan yoktu ya koştursundu bakalım istediği kadar Meryem’e.

“Arabamla geldim zaten Sarp.”

“E çok iyi. Ben arabayla gelmedim. Sen beni bırakırsın o zaman.” Pişkinlik bizim bu erkeklerde bulaşıcıydı.

“Yürü, yürü başımın belası. Ne gibi bir günah işledim de seninle sınanıyorum acaba?” diyerek Sarp’ı sırtından ittirerek yürümeye başladı. Giderken de bana el sallayıp, öpücükler göndererek vedalaştı.

Hepsini yolcu ettikten sonra tekrar salona döndüğümde hala burada olduğunu unuttuğum biriyle karşılaştım.

Şahin Bey. Gerçekten hala ne arıyordu burada. Doğum günümde arkadaşlarımdan daha uzun süre kaldığı için onu mu garipsemeliyim yoksa bizimkileri mi haşlamalıyım emin olamadım. Onunla ilgilenemediğim için biraz utanarak yanına gittim.

“Şahin Bey, nasılsınız?” Kafasını elindeki telefondan kaldırdı. Ofisteki gibi bir bakış vardı suratında. ‘evet Birce, söyle’ diyecek diye çok korktum.

“Teşekkür ederim Birce iyiyim. Görüyorum ki sen de iyisin.” Bir sorsaydın be adam. Aramızda bir diyalog gelişseydi. Hayır siz bu adamı bir de iş sunumlarında görün. Müşterinin ağzından girer burnundan çıkar işi bağlar. Bana gelince mi böylesin be adam?

“Tabi, iyiyim ben de. Doğum günümde beni seven bu kadar insanla bir arada olmak çok mutlu etti beni.” Bu adamın yanında benim de konuşmam değişiyordu. İki tane insansı robot konuşuyor gibiydik. “Sizde kusura bakmayın lütfen. Annem telefonumdan almış numarayı, davet etmiş sizi. Eminim siz de pek memnun olmamışsınızdır ama davetlere hep icabet ettiğinizi biliyorum. Annemi de kıramadınız galiba. Tekrardan kusura bakmayın. Bir daha böyle bir şey olmamasını sağlarım ama annem bu olurda ben tutamazsam onu siz çok ciddiye almayın olur mu?” Uzun bir cümle kurmuştum. Sıkılıp dinlemeyi bıraktı mı acaba diye gözlerinin içine baktım. Dümdüz bir şekilde bana bakıyordu.

“Yanılıyorsun.” dedi. Eminim haklısındır Şahin ama tam olarak hangi konuda? “İş hayatında istemediğim davetlere gittiğim oluyor ama özel hayatımda kimse beni istemediğim bir yere götüremez.”

Bu sefer de ben dümdüz bakıyordum. Ne anlamam gerekiyordu. Patronumun doğum günüme gelmekten mutluluk duyduğunu mu?

“Az önce bahsettiğin ‘seni seven insanlar’ arasına beni koymadığını mı anlamalıyım bu cümlenle.” Bilmem seven insanlar arasında mıydınız? Hem 3 kelimeden fazla konuşuyordu hem de beni seven insanlar arasında olduğunu iddia ediyordu. Bu adam benim patronum değildi.

“Değerli bir çalışanımsın, zekisin, iyi bir insansın, başarılısın, insan ilişkilerin iyi. Neden seni sevmeyeyim?” Çünkü neden sevesiniz Şahin Bey. Benim kalbim bugün üçüncü bir erkeği kaldırmaz. Sakın başka bir şey söylemeyin. Bırakın gideyim.

“Teşekkürler.” En makul cevabım buydu. “Geldiğiniz için de kibar sözleriniz için de.”

Yüzüme sanki bir şeyi tahmin etmeye çalışıyormuş gibi baktı. “Yoksa ben seni doğum günüme çağırsam sen zorla mı geleceksin?” Haydi bakalım Birce topla döktüklerini kızım.

“Yok, olur mu hiç öyle şey. Memnun olurum ben de.”

“Güzel, 2 hafta sonra Şile’deki bağ evinde bir parti vereceğim. Seni de davet ediyorum. Hatta arkadaşlarını da getirebilirsin. Eğlenceli insanlara benziyorlar. Zaten kalabalık olacağız. Onların da gelmesi daha rahat olur senin için.”

Adam beni nasıl iki al ver yapıp doğum gününe davet etmişti. Hem de arkadaşlarımla. Peki bu arkadaşların içine Aziz ve Kürşat dahil mi? Ben istemiyorum da çünkü.

Az önce adama memnun olurum dediğim için geri de dönemiyordum tabi. Aklıma 2 hafta sonrası için de bir yalan gelmiyordu. Sonra dur dedim kendime. Neden yalan düşünüyorum ki. Ne güzel ortam işte. Belki içlerinden Şahin Bey’in arkadaşı hayırlı kısmetler çıkar belli mi olur. Beni Azizlerin, Kürşatların elinden alacak olan hayırlı kısmetler.

“Tabi, söylerim ben arkadaşlarıma. Onların da hoşuna gider.” Adama diyordum ama şu an ben resmen karakter sınırlı konuşuyordum.

“Güzel, sözümü de aldığıma göre pazartesi şirkette görüşürüz.”

“Görüşmek üzere.” dedim ben de ve tokalaştık. Onu da uğurladıktan sonra kalanlar benim kuzenlerim ve onların eşlerinin olduğu gruptu. Çok yorgundum ve onlara ayıp olmayacağında odama çekildim. Hava yeni kararmıştı. Birden uyku bastırınca kendimi hemen yatağıma atıp yorganımın altına girdim.

Nasıl uyuduğumu bile hatırlamıyordum ki telefonumun sesiyle uyandım. En son sessize almayı unutmuştum. Gözlerimi zor bela açmaya çalışırken arayanın Leyla olduğunu gördüm ve hemen aramayı cevapladım. Saat 21 olmuştu. 2 saat olmuştu onları yolcu edeli. Neden aradığını merak ettim.

“Leyloş?” sesim uykudan yeni uyandığımı belli ediyordu. “Bir şey mi oldu?”

Leyla’nın ağlamaklı sesini duydum o an. “Birce, hemen bizim eve gelir misin? Akgün’ün çok ateşi var. Hastaneye gitmemiz lazım. Erdem, annesini karşıda bir düğüne götürdü. Bu saatte o oradan dönene kadar yavrum ateşler içinde yanaağğr.” Son cümlesini ağlayışından pek anlayamamıştım ama tahmini böyle bir şeydi.

Onun paniği ayılmama sebep olmuştu. “Tamam, tamam. Uyandım. Geliyorum. Bir yüzüme su vurayım sizdeyim 20 dakikaya. Panik yapma tamam mı sen de. Sen çok iyi bir annesin. Ne yapman gerektiğini biliyorsun. Sadece panik yapma.”

Telefonu kapattım ve dediğim gibi yüzümü yıkayıp salona geçtim. Tüm misafirler gitmişti. Annem bu sefer de babama misafir sonrası temizliğini yaptırtıyordu. Onlara durumu anlattım ve babamın arabasının anahtarını alıp 15 dakikada Leylaların evine vardım.

Leyla da Akgün de ağlıyordu. Ortamdaki en aklı başında insan bendim ve bu hiç sağlıklı bir durum değildi. Neyse ki Leyla aklını bu kadar kaybetmeden önce Meryem’i aramış, Meryem de ona hala hastanede olduğunu Akgün’ü hastaneye getirebileceğini söylemişti. Benim aklımın da bizi evden hastaneye kadar götürebileceğini düşünüyordum. Sonrasını Meryem’e devredecektim.

Hastaneye geldik. Akgün’e serum bağladılar. Neyse ki ateşi de kısa sürede düştü. Mevsim geçişlerinden üşütmüş olabileceğini söyledi Meryem. Akgün’ün serumu bitince de bizi eve çağırdı. Uzun zamandır kız kıza dedikodu gecesi yapmıyorduk. Canımıza minnetti. Leyla, Erdem’i arayıp eve geç gelmesini söylemişti.

Eve gelip koltuklara kurulduğumuzda uzun süredir telefonuma bakmadığımı fark ettim. Okumadığım mesajlarım vardı. En üstteki sohbet Aziz’indi.

"Bilahare yalnız kaldığımız bir zaman diliminde söylemek isterim." Okuduğum son mesajı buydu. Hemen altındaki diğer mesaja baktım.

“Önünde öpüştüğümüz restorandan çıktım.” 19.30
“Şimdi öpüştüğümüz sahilde biraz oturacağım.” 19.30
“Moralim bozuk biraz.”19.32
“Söylemek istedim.” 19.32

“Sahilde üşüdüm biraz. Seninleyken üşümemiştim.” 20.03
“Eve gitmek istemiyorum.”20.05
“Keşke seni görsem.” 20.28

“Seni bu saatte göremeyeceğimi biliyorum. O yüzden ben de buraya geldim.“ 21.30
“Çünkü moralim bozuk biraz. Niye diye sorarsan eğer.” 21.32
“*Konum*”
“Ne oluyor ya?” dedim sesli bir şekilde. Kızların dikkati çekince ne olduğunu sordular. “Aziz moralim bozuk moralim bozuk diye mesaj atıp konum atmış bir de.”

“Konum neresi?” diye sordu Meryem.

“Bir de ses kaydı var.” Dedim

“Aç bakayım.” Dedi Leyla ikisi de koltukta bir sağ bir sol yanıma oturmuş elimdeki telefonuma bakıyorlardı. Ses kaydını açtığımda Güllü’nün ‘Rüyamda gördüm seni dün gece’ diyen sesi odanın içinde son ses çalmaya başladı.

Beklemediğimiz yüksek sesle hepimiz panik olmuştuk. Elim ses kısma tuşuna peş peşe basarken daha makul bir ses seviyesine geldiğinde durdum.

Resmen şu an Güllü’den ‘Sabah Olmadan’ dinliyorduk.

Ben hipnoz olmuş bir şekilde kaydı dinlerken “Sen şu konum neresiymiş bir baksana.” dedi Meryem. Kendime gelip Aziz’in gönderdiği konumun üstüne tıkladım. Üçümüzde kafalarımızı telefona eğmiş sayfanın yüklenmesini bekliyorduk. Ama gördüğümüz şeyi muhtemelen hiçbirimiz beklemiyorduk.

‘Agop'un Meyhanesi’

Loading...
0%