Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm- Agop'un Meyhanesi

@melinogut

8. Bölüm
“Agop'un Meyhanesi"

Gördüğümüz şeyin doğruluğunu sorgular gibi baktık ekrana. Gerçekten meyhaneye mi gitmişti?

"Ay çocuk aşkından alkole düşmüş Birceeeğ." diye bir ses yükseldi sağ yanımdan. Birkaç saat önce Akgün'e çok ağladığı için duygusallığını üstünden atamamıştı.

"Manyak mı bu? Bana niye konum atıyor?" diye sordum. Gözlerim hâlâ anlamaya çalışır gibi konuma bakıyordu.

"Gel diyor işte. Git git git." dedi duygusal halinin yerini 12 yaşında, arkadaşını gazlayan kıza bırakmıştı.

"Ne gidecek ya saçmalama. Bir de ayağına mı gidecek." dedi Meryem sol tarafımdan.

"Konum atmış. İyi değilim demiş. Moralim bozuk demiş. Niye gitmesin ya!"

"Her çağıranın ayağına gitseydik ohoo. Bu kızı hâlâ eski Birce sanıyor, kıyamayacak sanıyor."

Ben yokmuşum gibi birbirleriyle tartışıyorlardı. Benden ses çıkmadığını fark eden Meryem bakışlarını bana çevirdi. "Kıyarsın di mi Birce? Kıyarsın."

Sesimi çıkaramadım. Dudaklarımı yemekle meşguldüm.

"Kıyamaz kiğğ." diye bir cırıltı yükseldi sağ tarafımdan. "Çocuk perişan olmuş meyhanelere düşmüş. Bu kız nasıl kıysııığğn." Bir yandan beni sarsarken bir yandan da ağlamaya devam ediyordu. Akgün'den öğrenmişti galiba. İstediği şeyi ağlayarak yaptırmaya çalışıyordu.

"Niye çocuk konsomatris olmuş gibi davranıyorsun Leyloşum?" diye çok mantıklı bir soru sordu Meryem.

"Konsomatris olsa da göndermezsin sen Birce'yi. Vicdansız."

"Konsomatris olsa hep birlikte giderdik. Arkadaşımızı yeni işinde ziyaret ederdik." dedi Meryem çok ciddi bir şeyden bahsediyor gibi. Evet Giderdik gerçekten ama konumuz bu muydu şu an?

Aziz'in gönderdiği konumdan çıkıp rehbere girdim. Bunu gören Leyla hemen atladı tabi. "Ay arayacak mısın? Ara ara hemen ara. Nasılsın de geleyim mi de."

Sanki yapacağım şey buymuş gibi Meryem de diğer taraftan itiraz etmeye başladı. "Arayacak mısın gerçekten? Arama ya! Çok istiyorsa o arasın. Çok istiyorsa o gelsin. Gidecek gidecek birileriyle sevgili olacak sonra ayrıldım ben diyecek senin başına üşüşecek sen de hemen kabul mü edeceksin olmaz öyle şey."

Yaptığım işi bırakıp kafamı yavaşça Meryem'e doğru kaldırdım. Leyla da kaşları havaya kalkmış bir şekilde gülüşünü saklamak için dudaklarını birbirine bastırıyordu.

"Hâlâ benden bahsettiğimize emin miyiz?" diye sordum Meryem'e. Ne dediğini o an fark etmiş olacak ki biraz ezilip büzüldü koltukta cevap veremedi. "Neyse ben önce şu meseleyi bir çözeyim sonra sana geleceğiz." diyerek kafamı tekrardan telefona çevirdim rehberden Erdem'in numarasını buldum ve aradım.

"Benim kocamı neden arıyoruz?" diye sessizce sordu Leyla. O sırada Erdem telefonu açtı.

"Efendim Bircesi."

"Nerdesin Erdem, napıyorsun?"

"Valla siz kız gecesi yapacağız diye beni evden kovunca ben de kardeşime geldim. Pes atıyoruz. Hayırdır bir sorun mu var? Akgün iyi mi? Leyla'm nerede?"

Erdem'in sorularıyla kenarda sırıttı Leyla. Bunlar da böyleydi işte. İlk günkü gibi.

"Yok yok onlarda bir sorun yok. Sorun diğer ‘kardeşinde’."

"Aziz? Ne olmuş Aziz'e?"

"Meyhanedeymiş."

"Meyhane ne alaka kızım. Gitmez ki o öyle yerlere."

"Gitmezdi Erdem. Gitmezdi. 10 yıl önce gitmezdi. Konumunu atacağım sana git o 'hiç değişmemiş' arkadaşına bir bak ne derdi varmış? Kaç saat geçmiş ilk mesajının üstünden zaten leş gibi sarhoş olmuştur şimdiye."

"Tamam tamam gider bakarız biz şimdi Sarp'la" dedi. Bir an Sarp'ın fısır fısır bir şeyler dediğini duydum. "S-sen de gelsene. Meryem falan?" Ses tonundan bu soruyu Erdem'e Sarp'ın sordurduğu belli oluyordu.

"Yok biz burada Leyla'nın yanındayız. Siz gidin bakın. Durumdan da haberdar edin bizi." dedim net bir tavırla.

"Tamam tamam öyle yapalım biz. Görüşürüz. Haber veririm." dedi tam telefonu kapatacaktım ki "Senin de derdini skiyim Sarp." diye bir ses yükseldi telefondan. Erdem kapattığımı düşünüp az önceki saçma davet yüzünden Sarp'ı haşlıyordu. Gülerek kapattım telefonu. Leyla da gülüyordu. Tek gülmeyen Meryem'di. Sinirli bir ifadesi vardı.

"Tabi alıştı o ne zaman çağırsa gitmeme. Yüzsüz gibi çağırıyor böyle. İyi dedin Birce. Bu piç bana söylese ben kesin giderdim salak gibi."

"Gelgelelim senin mevzuna Meryem Hanım. Hayırdır ne oluyoruz? Başa mı dönüyoruz?" diye sordum sahte bir sinirle.

"Of bunları bilmiyor musun Birce? Bir birinin sevgilisi olur bir birinin. Birbirlerine bekar denk geldikleri anlarda da birbirlerinin kafasını karıştırıp dururlar. Sonra biri geri çeker kendini. Hiçbir şey olmamış gibi devam ederler." Bunalmış bir halde vaziyeti açıklamıştı Leyla.

"Ne güzel özet yaptın Leyloş, sağ ol ya!" dedi sitemle Meryem.

"Haksız mı ama balım? Yıllardır böylesiniz. Belki bir şans verseniz bu sefer her şey yolunda gidecek ama o şansı da tanımıyorsunuz."

"Sen Aziz'e şans verecek misin?" diye lafı hemen bana çevirdi.

"Durumu hiç bana çevirmeye çalışma. Senle ben aynı konumda değiliz şu an." dedim bir parmağımı da ona uzatarak.

"Neymiş farkımız?" diye sordu sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi.

"Aziz benim sevgilim değildi. Biz Aziz'le uzak mesafe ilişkisi yaşamadık. Yıllarca uzakta ilişkiyi yürütüp yan yana gelince ortak kararımız ile ayrılmadık. Ayrıldıktan sonra birbirimiz olmadan yapamayacağımızı anlayıp tekrar sevgili olmadık. Sonra tekrar ayrı..."

Lafımı kesen Meryem oldu. "Tamam anladık çok ayrıldık barıştık."

"Olay ayrılıp barışmak değil Meryem. Olay bunların hepsinde ikinizin de söz hakkı olması. Aziz bana söyleyecek hiçbir şey bırakmadı ki. Demek ki fikrini alacağı ya da haber vereceği kadar önemli biri değildim hayatında."

"Saçmalıyorsun Birce. Hepimiz biliyorduk Aziz'in seni sevdiğini. Sadece çekiniyordu çocuk, sen liseli sevgililere laf yapıyorsun diye açılamadı sana lisede." Oğlan tarafı Leyla da savunmaya geçmişti işte.

"Bundan çekinen insan üniversiteyi bekler. Üniversite zamanı gelince hiçbir şey söylemeden çekip gitmez." Bu konuda tavrım netti. Herkesin de bunu anlamasını istiyordum.

"Anlattı mı peki hiç? Neden gitmiş? Var mı bir açıklaması?" Benim sinirlendiğimi gören Meryem daha sakin bir tonla sordu bu soruyu.

"Söylemedi hiçbir şey. Söylemeyecekmiş de." İkisi de kafası karışmış bir şekilde bana bakıyordu. "Erdem'le konuşurken duydum. Onu sevdiğime emin olmadan söylemeyecekmiş."

"E seviyorsun!" Oturduğu yerden heyecanla ayaklandı Leyla.

"Sevmiyorum!" diye reddettim anında. "10 yıl önceki Birce seviyordu. Ben sevmiyorum. Ben kırgınım. Ben kızgınım. Ben yakasından tutup neredeydin bunca yıldır diye hesap sormak istiyorum. Ben... Sevmiyorum ama." hırsla söylediğim cümleleri takip bile edememiştim.

Meryem gözünü benden ayırıp Leyla'ya döndü. "Bana seviyormuş gibi geldi."

Gözümü devirerek kanepeye yaslanıp kollarımı bağladım. Gardımı almıştım.

"Yani şimdi sen, seni ikna edecek bir şey anlatmadığı sürece Aziz'i affetmeyeceksin. Dolayısıyla onu sevdiğini söylemeyeceksin. Aziz de sen onu sevdiğini söyleyene kadar ne yaşandığını sana anlatmayacak öyle mi?" diye olayı özetleyen Leyla'ya kaçamak bakışlarla baktım. Öyleydi çünkü ama ben bunu itiraf etmek istemiyordum.

"Müthiş" diyerek az önce heyecanla kalktığı koltuğa kendini geri bıraktı. Şimdi üçümüzde yan yana oturup açık pencereden manzarayı izliyorduk. Dışarıda başlayan yağmur sakince camlara vuruyordu. Leyla başının ağrıdığını söyleyerek lambayı açmadığından onun yerine odanı bir köşesindeki lambaderden gelen sarı ışık da ortamı aydınlatıyordu. Birkaç dakika süren bir sessizliğin ardından Meryem konuştu.

"Sizce gitmişler midir meyhaneye?"

Saati kontrol ettim. "Ben kapattıktan hemen sonra çıktılarsa gitmişlerdir."

"Kocam haber vermedi değil mi daha?"

Az önce telefonuma bakmamış gibi tekrar kontrol ettim. "Yok yazmamış bir şey." tam o sırada ekrana bir mesaj düştü.

"Biz şimdi meyhanenin önündeyiz. Aziz'i alıp geliriz."
"Merak etme Bircesi."

"Gitmişler." dedim mırıldanarak.

******
Erdem ve Sarp konumun gösterdiği yere geldiklerinde arabayı park edip meyhaneye doğru yürümeye başladılar. İkisi de şaşkındı Aziz’in burada olduğuna. Lisede ‘18 olduktan sonra yapılacaklar’ diye bir liste yapmışlardı. Erdem o listeye hep birlikte meyhaneye gitmeyi de eklemişti ama Aziz gelmeyeceğini söylemişti. ‘Kokusundan rahatsız oluyorum.’ diye de bir açıklama yapmıştı. Üstüne pek düşmemişlerdi bu konunun. Öyle dediyse öyleydi. Ama şimdi kapıdan içeri girip sarhoş bir Aziz görecek olma düşüncesi garip hissetmelerine neden oldu.

Arabadan indiklerinde ıslanmamak için mekana doğru hızlı adımlarla ilerlediler. Kapıyı açıp içeriye girdiler. Geniş bir mekandı. Gözlerini etrafta dolaştırdıklarında köşedeki bir masada tek başına oturan Aziz’i gördüler. Masasında birçok çeşit meze vardı. Mekanda çatal bıçak seslerini bastıramayan ama dinlemek isteyenin yüreğini sızlatabilecek bir sesle Güllü çalıyordu. ‘Ödüm kopuyor’ diyordu. Aziz’in de dudaklarını oynatarak şarkıya eşlik ettiği belli oluyordu.

Sarp Aziz’i görür görmez yanına gitmek için bir adım atıyordu ki Erdem kolunu önüne koyarak onu durdurdu. Şarkıya eşlik eden Aziz’in derbeder hali onu çok etkilemişti. Kapının önünde çekilip Aziz’in göremeyeceği bir yerden belki başkaları da etkilenir diye video çekmeye başladı.

‘Ellerim kadehte, gözüm kapıda’ Gerçekten elinde bir kadeh vardı gerçi içindeki su gibi görünüyordu ama sek rakı da olabilirdi. Erdem emin olamadı. Ve gözü de kapıdaydı. Gerçekten de Birce’nin gelmesini bekliyordu.

‘Bu perişan yerde, beni bu halde
Bu perişan yerde, beni bu halde
Göreceksin diye ödüm kopuyor
Göreceksin diye ödüm kopuyor.’ Hem kızı ayağına çağırıp hem de korkmak da Aziz’e yakışırdı. Gerçekten hali de perişan görünüyordu ama sarhoş gibi durmuyordu. Sadece gözleri biraz bayık bakıyordu.

Video için bu kadar dramın yeterli olacağını düşünmüş olacak ki videoyu kapatıp telefonunu cebine koydu. Sarp’a bir baş işareti yaptı ve Aziz’in oturduğu masaya doğru ilerlemeye başladılar.

‘Dışarıda yağmur var, aldırmıyorum’ gerçekten de yağmur vardı
‘Masamda resmin var kaldırmıyorum.’ Masaya yaklaştıklarında kafasını masaya çevirmiş Aziz’in telefondan Birce’nin fotoğrafına baktığını gördüler.

“E yuh arkadaş sen de drama queen çıktın be Aziz’im ya” diye yüksek sesle Aziz’in arkasından gelince Aziz panikle telefonunu eline aldı ve ekranını kapattı. Hızlı bir şekilde arkasını döndüğünde Erdem ve Sarp’ı gördü. Başka birisi var mı diye etrafı gözleriyle taradı.

“Yok biriciğin. Gelmedi. O göt bir de beni ayağına mı çağırıyor dedi. Bizi gönderdi.” Erdem konuşurken masanın diğer sandalyelerinde yerlerini almışlardı.

Güldü Aziz Erdem’in dediğine. “O kadar küfredebiliyor mu artık ya? En son bana üçlü hakaret kombosu yaptığı için siniri bozuluyordu.”

“Yok be oğlum.” diye söze girdi Sarp. “Hala birebirde küfrünü duymadım ki çok götlükler yapmışımdır yani. Dese diyebilirdi ama demedi.”
“Sana bile zaten salak, maldan öteye gidememişti.” Gülüştüler buna. O günler akıllarına gelmiş gibiydi. Gençlerdi, umutları, hayalleri her şeyden de öte hiç sarsılmayacağını düşündükleri dostlukları vardı.

“Gerçi bir tane adam vardı. Hani şu davalık olduğu.” dedi Sarp Erdem’e doğru. Erdem kaş göz yapmaya çalışsa da Sarp bunu fark etmedi. “Ona çok fena küfrettim demişti. Ne dedin kız dediğimde telefonuna yazıp göstermişti bana. Yani şunu diyebilirim ki biz bunun yanında küfrederken hiç kulaklarını tıkamamış.” Sarp anlattığı şeye bir tek kendinin güldüğünü fark edince bir problem olduğunu anlayıp arkadaşlarının suratına baktı bir şey anlamaya çalışır gibi. “Ne oldu ya?” diye sordu.

“Kim la o adam? Kimle niye davalık oldu? Kime niye küfretti? Bu kıza ne yaptılar da delirip küfretti?” Aziz’in az önceki keyifli halinden eser kalmamıştı. Çok ciddi bir şekilde bakıyor ve sorularına yanıt arıyordu.

“Sen bırak şimdi onu biz sana anlatırız bir ara da sen söyle bakayım o elindeki rakıyı sek mi içiyorsun lan sen?” Erdem konuyu dağıtmaya çalışarak yöneltmişti bu soruyu.

“Yoo, su bu.”

“İçki nerede?”
“Yok.”

“Ne demek yok.”

“İçmiyorum ben. Niye içki olsun.”

“Oğlum içmiyorsan meyhanede işin ne?” diye parladı en sonunda Erdem. Çok saçma bir diyalog oluyordu.

“Müzikleri güzel.” dedi Aziz omzunu silkerek.

“Lan oğlum müzikleri güzel diye meyhaneye mi gelinir? Git evinde dinle.”

“Mezeleri de güzel.” deyip havuç taratordan bir çatal attı ağzına. Peşine bir taneyi de Erdem’e uzattı. Erdem ‘fesuphanallah’ diyen bir suratla Aziz’e baktı önce sonra uzatılan çataldaki mezeyi yedi.

“Hadi durmayın siz de gömülün. Hatta garsonu çağırayım. Siz bir büyük açın” Bu teklif Sarp’ın gözlerini parlattı.

“Yok oğlum biz seni alıp evine bırakacağız hadi.” dedi Erdem içindeki istekle büyük bir savaş vererek.

“Beni niye eve götürüyorsunuz. Sarhoş değilim kendim giderim”

Erdem bir an itiraz edecek gibi oldu o sırada Sarp devreye girdi. “Ya oğlum Birce zaten Aziz’in sarhoş olmasından endişelenip göndermedi mi bizi buraya. Değilmiş işte endişelenecek bir şey de yok yani. Oturalım içelim işte. Yılların olayları var bu masada şu an konuşmayalım mı?”

“Birce endişelendi mi? Benim için?” Küçük bir çocuğun ümitli sesiyle sormuştu bu soruyu.

“Kıza gecenin bir vakti meyhane konumu gönderirsen tabi endişe eder. Ne anlaması gerekiyordu bundan?”

“Ben endişelensin diye atmadım ki. Endişelenmesin diye attım.”

“Oğlum durduk yere niye endişelensin lan.”

“Haber alamazsa falan diye.” Başı önüne eğilmiş mırıldanarak söylemişti bu cümleyi. Çatalıyla da önündeki mezeyle oynuyordu.

“Yok ya endişelenmezdi senden haber gelmemesine alışkın o.” dedi Sarp ikili arasında diyalogu bozarak. Mezeye bandığı ekmek ağzında, çatalıyla diğer mezeyi tırtıklıyordu.

Kafasını önünden kaldırıp Sarp’a dik bakışlarını sundu. Masada sessizlik olunca Sarp kafasını yemeklerden kaldırıp önce Erdem’e sonra Aziz’e baktı. Ne söylediğinin o an farkına vardı. “Laf sokmuş gibi oldum. Öyle bir amacım yoktu. Ama içimde kalmışsa demek ki. Çıkıverdi öyle. Kusura bakma kardeşim.” Bir elini Aziz’in omzuna iki kere vurdu.

“Tüm gün Birce’nin söylediklerinin yanında bu hiçbir şey kardeşim. Zaten 1 haftadır ne telefonlarımı açtı ne mesajlarıma cevap verdi. Taşınma işlerinden de yanına uğrayamadım. 1 haftada belki siniri biraz azalmıştır diye düşündüm ama. Pek bir etkisi olmamış geçen zamanın.”

“Sen yat kalk Birce sana sinirli diye dua et. Umursamaz olsaydı o zaman görürdüm bu masada rakıları nasıl dikiyordun kafana.” Sırıttı Aziz Erdem’in bu dediğine. Evet mutluydu. Birce ona sinirli diye mutluydu. Bir şansı olduğunu hissediyordu. Birce’nin öfkesi içindeki sevgisinden kaynaklanıyor olabilirdi. Böyle düşünmek istiyordu.

“Sırıtırsın tabi sırıt bakalım Aziz efendi, sırıt. Sonra da burada ne işin olduğunu anlat hadi dökül bakalım.” Aziz’in yüzü yine düşmüştü. Gecenin meyhanede sonlanmasının nedenini hatırlamış gibiydi. Biraz kıvrandı. Nereden başlayacağını bilemedi. Sonra doğrudan konuya girmeye karar verdi.

“Kürşat’la konuştum.” Erdem de Sarp da ikisinin evden birlikte çıkmalarından şüphelenmişlerdi ama Aziz’in bunu gerçekten yaptığını düşünmüyorlardı. Şaşırdıkları için bir süre hareketsiz kaldılar. Sarp’ın ağzında yine ekmek vardı ama çiğneyemiyordu. O sırada masaya garson 50’lik bir şişe rakı bıraktı ve gitti. Erdem ve Sarp, Aziz’in sözüne devam etmesini beklediler.

“Anlamışsınızdır zaten. Evden birlikte çıktık. Konuşabilir miyiz diye sordum kabul etti. Geçen haftaki restorana gittik.

Restoran

Aziz ve Kürşat cam kenarında bir masada karşılıklı oturuyorlardır.
“Severim bu restoranı. Birce’nin de favorilerindendir. Çok gelip gitmişliğimiz var.”

Burnundan ani bir nefes verdi Aziz ve yandan bir gülüş attı. Başını kaldırıp Kürşat’a baktığında suratı mimiksizdi. “İnadına mı yapıyorsun?”

Kürşat yaptığı şeyden habersiz gibi bir ifadeyle “Bir şey mi yaptım? Olan bir şeyi paylaştım. Bunu bile kabullenemiyorsan sağ çıkamayacağın bir savaşa giriyorsun demektir.” dedi.

“Ben savaşa girmiyorum Kürşat çünkü karşımda savaşacağım konumda birisi yok. Sen Birce’nin geçmişisin ve bu benim değiştirebileceğim bir şey değil. Değiştirmek istediğim bir şey de değil. Öyle olsa en başında engel olurdum.”

“Öyle mi?” diye sordu Kürşat. Bu kez sinirini saklamaya çalışarak gülme sırası ondaydı. “Sen de Birce’nin geçmişiydin. Ben de seni savaşabileceğim konumda biri olarak görmüyordum ama gölgen hep üzerimizdeydi. Emin olan benim de gölgem üzerinizde olacak.”

“Hayatta olup olmadığından bile emin olmadığınız bir adamın ilişkinizde gölge olması biraz ilişkinizin problemiymiş gibi geldi bana.” Gözlerini kısmış sanki çok önemli bir tespit yapıyormuş gibiydi Aziz.

“Bizim ilişkimizin değerlendirmesini yapmak için mi çağırdın beni buraya?” Konunun gidişatı Kürşat’ın hoşuna gitmemişti.

“Hayır, sadece merak ediyorum. Birlikte mutlu muydunuz? Mutlu edebildin mi onu?” gerçek bir merakla sormuştu bu soruyu. Kürşat soruda asıl amacı anladı.

“Ben mutluydum. Birce’nin de mutlu olması için elimden geleni yaptım. Şimdi ona sorsan bu soruyu o da mutlu olduğunu söyler ama ben her zaman bir şeylerin eksikliğini yaşadığını hissediyordum. Ha eğer ki ‘yanında mıydın?’’ diye soruyorsan evet yanındaydım. Yalnız hissetmesine izin vermedim. O da bu yüzden sevdi zaten beni. Her zaman onun için oradaydım çünkü. Her istediğinde. Gün geldi istemediğine karar verdi. Ben 3 adım uzaklaştım ve orada bekledim. Beni tekrar yanında isteyeceği zamanı bekledim. İstedi de. Ben onu çok seviyordum o benim varlığımı seviyordu. Bunu biliyordum. Hiçbir zaman beni kandırmadı. Hisleri konusunda dürüsttü. En azından itiraf edebildiği hisleri konusunda.”

Duyduklarını birkaç saniye sindirdi Aziz. Hoşuna gitmiyordu ama duyması gerekiyordu. Hiçbir şey söylemeye de hakkı yoktu.

“Nasıl oldu peki? Nasıl bitti?”

“İyileşti.” Sakince Aziz’in gözlerine bakıyordu. “Sırf yalnız olmamak için benim gibi bir adamla olmaması gerektiğin fark etti. Onun yanında kalmak için yaptığım manipülasyonları da fark etti bizim birbirimize uygun olmadığımızı da. En önemlisi de galiba yalnızlıktan bu kadar korkmaması gerektiğin öğrendi.”

“Anlattı mı sana? Neden böyle olduğunu?” Anlatmadı demesini istedi Aziz. Bencilce bir istekti bu.

“Anlattı.” Kabullenir gibi başını salladı Aziz. “İlk ayrılığımızdan sonra benimle tekrar barışmak için geldiğinde fark ettim. Bunu ona da söylemek istedim ama bana geri geldiği için çok mutluydum. O yüzden hiçbir şey söylemedim. Bencilce davrandım. Pişman değilim.”

“Özelini anlatmış. Çok şey paylaşmış olmalısınız.” Bu sefer gerçekten güldü Kürşat. “Paylaştık Aziz. Bunları düşünerek boş yere kendine işkence çektirme. Çok merak ediyorsan Birce’ye sor. Bunları duymaya hakkın olan bir konumda olduğunda anlatır belki sana.” Haklıydı Kürşat. O yüzden bir şey diyemedi. Konuyu değiştirdi.

“Yamaç paraşütü yaptınız mı?” Birden aklına gelmişti bu. Soruyu duyan Kürşat şaşırdı. “Hayır, yapmadık. Ben severim ekstrem sporları ama Birce’ye söylediğimde korktuğunu söyleyerek reddetmişti.” Aziz’in böyle bir şeyi merak etmesinde başka bir neden olduğunu bilen Kürşat rahatsız olmuştu. Kaybettiğini hissediyordu. Yine… Aziz’e…

İçindeki mutluluğun dudaklarına sıçramasına engel oldu Aziz. Sonra tekrar düşünceli bir hal aldı. Neden yapmamıştı ki. Çok hevesli görünüyordu bu konuda. Çok net hatırlıyordu. Ama yapmamıştı işte.

“Nasıl başladı peki? Kim teklif et…” Sorusunu böldü Kürşat. “Oturup burada seninle İlişki testi’ çekmeyeceğim Aziz. Yıllar sonra gelmişsin Birce’nin etrafında dolaşmaya devam ediyorsun. Lisedeyken cesaretin yoktu. Benim vardı reddedildim. Üniversitede belli ki yine cesaret edemedin kaçtın. Benim cesaretim vardı. Kaldım. Birce birlikte olmak istedi. Olduk. Birlikte çok güzel zamanlar geçirdik. Yılları devirdik. Senin zamanı geri getiremeyeceğin için Birce’yle asla yaşayamayacağın şeyler yaşadık. Çok kötü günler geçirdi hepsinde de ben vardım yanında. Şimdi çıkıp gelmişsin belli ki duyguların değişmemiş ama yine korkaksın. Ben Birce bana ne zaman gel derse gelirim artık böyle bir şey diyeceğini sanmasam da gelirim. Sen de yine tanıdık bir düşmanla savaşırsın. Ama dikkat et. Sen korkak olduğun sürece Birce her an karşına başka bir adamla da çıkabilir. Aynı sektördeyiz biliyorsun, benden duymuş olma ama çok beğeneni var. En başta da ben. Sen ben merdivende ağlıyorlar diye birilerine gülerken dikkat et yine ‘kızını’ elinden almasınlar.”
Masanın üzerindeki eli sıkı bir yumruk olmuştu Aziz’in. Alnındaki şişen damar ne kadar sinirli olduğunu gösteriyordu. “Arkadaşımdın sen benim. Birce’yi ne kadar sevdiğimi de biliyordun. Okuldaki her erkek biliyordu. Ayağınızı denk almanız için söylemiştim. Uyarımı dikkate almadın gittin açıldın Birce’ye. Sonun merdiven köşesinde ağlamak olmuştu. Ben gülmeyecektim de kim gülecekti sana.”
“Son gülen iyi güler diye boşuna dememişler değil mi? Ben arkadaşımın duygularına ihanet edecek kadar sevdim Birce’yi. Korkak değildim. Hiçbir zaman olmadım. Bunun mükafatını da aldım. Sen de hala korkuyorsun belli ki. Kaybedecek neyin kaldı? 10 yıl yetmedi mi?” Aziz’in bir cevap vermesini bekledi ama beklediği cevap gelmedi.

Agop’un Meyhanesi
“Yuuh Kürşat’a bak sen yıllar önce bunları sıraya çekip ‘Birce benim kızım. Ayağınızı denk alın.’ dediğin günü unutmamış. Yıllar sonra lafını sokuyor. Vay bee işte kinini böyle diri tutacaksın” Ağzı hafif kaymış Sarp cümlesini bitirdikten sonra elindeki kadehi de kafasına dikti.

“E oğlum kolay değil. Sen bir kızı seviyorsun sonra lavuğun biri çıkıyor diyor ki ‘o benim kızım!’ Sen olsan ne yaparsın? Siktiri çekersin. Hani dersin. Kızın bundan haberi var mı? Yüzük nerede yüzüük dersin.” Erdem de en az Sarp kadar yamulmuş durumdaydı. Aziz Kürşat’la aralarında geçen konuşmaları anlatırken arkadaşlarının hüzünlü haline dayanamamış o içmiyor iye onun yerine de içerek biraz hızlı gitmişlerdi.

“Buradaki lavuk ben miyim kardeşim? Sağ ol gerçekten. İyi dostlar biriktirmişim.”
“Sen biriktirmedin ki bizi. Attın kenara. Geride bıraktın. Dönüp bakmadın da. Arayıp sormadın da.” Sarp ne dediğinin farkında olmadan içindekileri döküyordu. Hiçbir şey olmamış gibi davransalar da onlar da en az Birce kadar kırgındılar. Sadece arkadaşlarının onlara neden gittiğini anlatacakları günü bekliyorlardı.

“ÇÖP MÜYÜZ LAN BİZ?” Erdem’in çıkışını beklemiyordu Aziz. Ona çevirdi bakışlarını. “Bir şey olmuştur dedik. Bir şey olmuştur. Aziz niye bizi bıraksın gitsin. Gidiyorsun madem en azından ben siktir olup gidiyorum sizi de siktir ediyorum hayatımdan deseydin lan! Niye bize yolunu gözlettin yıllarca.”

“O kız, o kız, Birce. Kürşat’la olmasının sebebi senin olmamandı. Sen olsaydın hayatta gitmezdi ona. Ama gelmedin. Geleceğim dedin. Seni kaçıracağım dedin. Yapmadın. Seni bekledi o. Belki gelirsin diye. ‘Meşgulüm dedi ama ya sürpriz yapmak için yalan söylediyse’ dedi. Kendini inandırdı durdu. Sen gelmedin ama.” Bir Erdem, bir Sarp sarhoşluklarının da etkisiyle yılların birikmişlerini döküyorlardı içlerinden.

“Gelmişsin bir de utanmadan açıklama da yapmıyorsun. Nah sana seni sevdiğini söyler o kız! Ben de söylemeyeceğim. Seni seviyorum demeyeceğim sana. Kardeşim de demeyeceğim. Kardeşlikten reddedeceğim seni!” Birkaç saniye durdu Erdem. Gözü masadaki tabağa dalmıştı sanki bir şey düşünüyormuş gibiydi. “Lan Aziz, nasıl oluyor o işlemler sen bilirsin. Ne yapmam gerekiyor seni reddetmem için?” Arkadaşlarının dedikleri haklı da olsalar Aziz’e çok dokunuyordu ama Erdem’in son cümlesi gülmesine sebep olmuştu.

“Aa bak bir de gülüyor Erdo. Bundan bir bok olmaz. Boş ver sen bunu ben sana daha iyi avukat tutacağım. Reddedelim bunu hepimiz. Birce’ye de söyleyelim o da boşasın.” Konuşurken Sarp’ın elleri kolları durmuyor sürekli masada bir şeylere çarpıyor ya da bir şeyleri deviriyordu.
“Lan oğlum mal mısın? Birce evli değil. Evlense de bununla evlenmez. 10 yıldır nerede kimle olduğu belli olmayan adamı almam ben kardeşime. Ne belli belki gitti oralarda evlendi yaptı 3 tane çocuk. Sonra kaçtı geldi buraya.” Burukça gülümsedi Aziz. Birce’nin onunla evlenmeyeceğini duymak iyi gelmemişti.

“Ben bilmem. Boşansınlar! Kürşat’ı çağırın onunla evlendirelim.” Duydukları karşısında Aziz’in sinirleri iyice bozuluyordu.

“Yok ex’ten next olmaz. Şu şey olsun şey. Jinekolog vardı ya o olsun. Altay mıydı neydi? O iyi çocuk. Üzmez Birce’yi.”

“Exten niye next olmuyormuş abicim? Bal gibi exlerimiz olabilir. Onlar bal gibi de nextlerimiz olabilir. Niye insanların yoluna taş koyuyorsun!” Sarp şimdi de Erdem’e yükseliyordu.

“Lan yürü git sen de kendi yolunu yapacaksın diye kızı Kürşat’a yamama!”

“Tamam Kürşat olmasın. Şey olsun şey. Patron! Neydi adı Tofaş mıydı?” Sarp düşünmeye çalışırken bir hıçkırık çıktı ağzından.

“Aynen kardeşim Tofaş, modifiyeli hatta.” Kendisi de sarhoş olmasına rağmen ondan daha sarhoş olan Sarp’ı çekmek Erdem’e zor geliyordu. Tekrar Aziz’e döndü. “Anlayacağın adaylarımız bol yani. Kürşat haklı. Sen böyle durmaya devam edersen biri gelir kızını alır merdiven köşesinde ağlayan sen olursun.”

Bir süre Erdem’in yüzüne baktı Aziz. Sonra bir damla düştü gözünden. Peşinden bir tane daha sonra bir tane daha. Bir anda dışarıdaki sağanak Aziz’in gözlerinde canlanmıştı sanki. Erdem arkadaşının birden karşısında ağladığını görünce gözlerini kapatıp açtı.

Karşısındaki şeyin gerçekliğini sorguluyordu çünkü Aziz’i lisedeyken hiç ağlarken görmemişti. “Tamam oğlum lan dur ağlama. Şimdi ağlarsın demiyorum elini çabuk tutmazsan ağlarsın diyorum. Ağlama lan!” oturduğu yerden kalkıp Aziz’in yanına gelerek bir kolunu omzuna atıp ona sarılmıştı.

“Yav sen niye ağlatıyorsun benim kardeşimi? O herifler kimmiş hem Aziz’imin karşısında. Tofaş’mış Kürtaj’mış falan ne anlatıyon? Aziz ağlama lan!” Sarp da oturduğu sandalyeyi Aziz’in sandalyesine yaklaştırmış bir taraftan da o sarılıyordu. “Vardır senin bir nedenin. Birce seviyor seni. Diyemese de seviyor. Nedenini duysa kollarına koşar diyoruz biz. Kötü bir şey demiyoruz.” Bir süre sessizce birbirlerine sarılı kaldılar.

“Oğlum bari bize anlat lan!” Diyerek geri çekilip yerine oturan Erdem oldu.
O an meyhanede Müslüm Gürses’ten ‘İtirazım Var’ çalmaya başlamıştı.

‘İtirazım var bu zalim kadere’
‘İtirazım var bu sonsuz kedere’
‘Feleğin cilvesine, hayatın silesine’
‘Dertlerin cümlesine’
‘İtirazım var’
‘Yarım kalan sevgiye’
‘Şu emanet gülmeye’
‘Yaşamadan ölmeye’
‘İtirazım var’

“Tamam.” Dedi Aziz. Bunu beklemeyen Erdem ve Sarp şaşkın bir şekilde Aziz’e bakıyordu. “Size anlatırım ama iki şartım var.” Hemen kabul eder gibi başlarını salladılar. “Bu masada konuşulan bu masada kalacak. Eşlerinize, sevgililerinize, eski sevgililerinize en önemlisi de Birce’ye tek bir şey bile söylemeyeceksiniz.” Tekrar hızlı hızlı kafalarını sallayarak onayladılar. “İkinci şartım. Bana yardım edeceksiniz. Öyle jinekologlar, patronlar falan saçma sapan konuşmayacaksınız Birce’nin yanında. Beni destekleyeceksiniz. Sen nasıl zamanında Sarp’ı kızların sınıfından ajan olarak seçtin siz de benim ajanım olacaksınız.” Birbirlerine baktılar önce Erdem’le Sarp. Ciddi suratlarla tek bir kafa hareketiyle anlaştılar birbirleriyle sonra Aziz’e döndüler ve aynı hareketle onu da onayladılar.

“Her şeyi en doğru haliyle anlatabilmem için sınavdan bir hafta sonrasından başlamam gerekiyor.”

Aziz anlattı. Erdem ve Sarp dinledi. Masadaki şişeler çoğaldı. Zaman zaman yaşlar aktı. Sarhoş ikili duyduklarıyla daha da sarhoş olmak istediler. Sarhoş oldukça daha çok duymak istediler. Gece sonlandığında Erdem de Sarp da başlarını masadan kaldıramazken Aziz iki sarhoşla nasıl baş edeceğini düşünüyordu.

Leyla ve Erdem’in evi
“Aşkım gerçekten bu saatte kurabiye yaptığına inanamıyorum.”

“Sus kız Meryem. Ne güzel kurabiyemiz oluyor işte. Niye çomak sokuyorsun.”
Fırının önünde durmuş pişmekte olan kurabiyeleri izliyordum. Fırının sıcaklığı mayışmama sebep olurken tarçınlı kurabiyenin kokusu da sakinleştiriyordu.

Aziz’e bakmaları için gönderdiğim adamlarımdan ‘meyhaneye geldik.’ Mesajı dışında bir bilgi alamamıştım. Mesaj atmıştım aramıştım ama ikisi de geri dönmemişti. Onlardan haber alamadıkça daha çok sinirlenip kendimi sakinleştirmek için mutfağa atmıştım. Kızlar beni izleyerek dedikoduya devam ederken ben bütün dikkatimi kurabiyenin kalp şekillerine vermiştim. Kafamı dağıtmam gerekiyordu. Belki de kurabiye yerine bir mermi daha etkili olabilirdi.

“Sen de anca mideni düşün Leyloş hiç deme bu kız gecenin 3’ünde kurabiye yapacak kadar kafayı yedi. Ne yapsak diye hiç düşünme.”

“Bir şey olmaz bir şey olmaz. Hiçbir şey yapmadan dursa kafayı yerdi. Şimdi ne güzel hep birlikte kurabiye yiyeceğiz. Kız Biricik, çok güzel koktu bu ne zaman pişecek.” Leyla’nın dürtmesiyle kendime geldim. O an kurabiyelerin piştiğini fark ettim. Kurabiyelere bakıyordum ama gördüğüm kurabiyeler değildi ki. Fırını kapatarak kalktım oturduğum yerden. “Oldular.” Dedim sessizce.

“Allah rızası için çıkaralım yiyeceğim ben bir tane. Bir taraflarım şişecek yoksa.”

“Sıcaktır şimdi biraz soğ…” Leyla’nın kötü bakışlarıyla cümlemi tamamlamadım. Fırını açtım. Tepsiyi çıkardım ve küçük bir tabağa kurabiyelerden bir tanesini koyarak Leyla’nın önüne bıraktım. Elinde zor tuttuğu kurabiyeyi soğutmak için üfleyip durdu. En sonunda soğuduğuna ikna olmuş olacak ki tam ağzını açmış kurabiyeyi ısırıyorken kapının dışından bir ses duyuldu.

“ÇİNGENEEĞM.” Bir an için sesin varlığını sorguladık. Hepimiz duymuştuk. “KARA GÖZLÜ ÇİNGENEEĞM” Kapının dışından gelen Sarp’ın sesiydi. Biz daha şaşkınlığımızı üstümüzden atamazken kapıya üç kere vuruldu. Ben koşar adım kapıya gittim ve kapıyı açtım.

Açtım ama Aziz’e sahip çıkmaları için peşine gönderdiğim adamları Aziz’in kolunda, zil zurna sarhoş halde bulmayı beklemiyordum.

Loading...
0%