@melinogut
|
“Çingenem” diyerek Aziz’in kolundan kurtulan Sarp kendini evin içine attı ve kollarını birbirine bağlamış, karşısındaki sarhoşları yargılayan Meryem’e sarsak adımlarla yaklaştı. Tam önünde durup sarhoş haliyle tam beceremese de gözlerinin içine bakmaya çalıştı. “Karagözlü çingenem!” Meryem kollarını çözerek bir elini burnuna getirdi. “Iyy leş gibi alkol kokuyorsun ya!” Meryem’in tepkisine deli deli gülmeye başladı Sarp. “Aşkınla tutuşup yandım kız!” deyip kollarını Meryem’e doladı. Meryem’in bir eli burnunda bir eli bedenlerinin arasında kaldığı için Sarp’ı uzaklaştıramıyordu. “Karım nerede karım? Karım var benim nerede o?” Erdem’den çıkan sesle dikkatimizi tekrar kapıya çevirdik. Leyla kocasını teslim almak için kapıya ilerlerken Aziz de hem kendisinin hem Erdem’in ayakkabısını çıkarmaya çalışıyordu. “Aha karım! Karım gelmiş! Çocuğumun annesi. Güzeller güzelim!” deyip vakit kaybetmeden o da Leyla’ya sarıldı. “Kocam siz ne yaptınız böyle ya? Biz sizi bunun için mi gönderdik meyhaneye. Sizin bu çocuğa sahip çıkmanız gerekiyordu.” dedi o sırada dış kapıyı kapatan Aziz’i göstererek. “Bir daha peşime adam takacağınız zaman alkol toleranslarının daha yüksek olmasına dikkat edin lütfen.” Gözleri bendeydi ama Leyla’ya söylüyor gibiydi. “Duydunuz mu Birce Hanım?” Bana söylüyormuş. “Bir daha bana meyhane konumu atmazsan peşine adam göndermeme gerek kalmaz.” En haklı benmişim gibi konuşuyordum. “Ha, ben seni düşünmeye devam edeceğim diyorsun yani? Olur bana uyar. Memnun olurum.” Elleri cebinde rahatça kapının önünde dikilmeye devam ediyordu. “Ulan bırak artık beni tamam yeter!” diye bir ses duyuldu Meryem’den. Onları geride tamamen unutmuştum. “Olmaz bırakmam! Bırakınca her şey çok kötü oluyor bırakmam.” Sarp öyle bir sarılıyordu ki Meryem’in konuşmaya nefesinin olmasına şaşırdım. “Daha önce bıraktın sen alışkınsın. Bırak hadi.” Bu durumda bile laf sokmaya devam ediyordu. Ne diyebilirim ki? Gerçekten laf sokmayı seven kadınlarız. “Önce sen bıraktın. Ben bırakmadım seni. Sen bıraktın. Git dedin bana. Üzülüyordun. Sen bıraktın. Daha çok üzülme diye bırakmana izin verdim.” Küçük bir çocuğun vazoyu nasıl kırdığını anlatışını dinliyorduk sanki. Benim bile kalbim bir an için titredi. “Bunları mı konuşalım şimdi Sarp!” dişlerinin arasından sinirini belli etmemeye çalışarak konuştu Meryem. “Hadi bırak sonra söz konuşacağız.” “Söz mü?” “Söz.” Sözünü alan Sarp kollarını yavaşça Meryem’den çekti ama tutunacak hiçbir şeyi kalmayınca bir anlığına dengesi bozuldu. Düşecekken Meryem, Sarp’ın kolunun altına girerek belinden tuttu. “Yavaş yavaş. Geç şöyle kanepeye otur” “Erdem uyansan mı artık?” Gözüm kanepeye geçen çiftten kapı önünde ayakta dikilen çifte döndü. Erdem kafasını Leyla’nın boynuna gömmüş uyuyordu. “Yeri rahat elleme.” dedi sırıtarak Aziz. Bana da bir bakış atmayı ihmal etmemişti tabi ki. Erdem huzurlu uykusundan “Durun!” diyerek kalkınca herkes olduğu yerde kalıp Erdem’e baktı. “Karıma şarkı ithaf etmek istiyorum.” Hepimiz durmuş Erdem’in ne söyleyeceğini bekliyorduk. “Yok ben söylemicem. Azizim aç yavrum!” Aziz ne yapması gerektiğini çözememiş olacak ki gözleri odadaki ayık insanları süzerek bana döndü. Bizden yardım dileniyor gibiydi. “Oğlum dedin ya meyhanede düğünümde oynayacaz dedin.” Sarp hariç herkesin bakışları Aziz’deydi. Sarp koltukta Meryem’in omzuna başını yaslamış halıyı izliyordu. “Düğünümde oynayacağız dedim kardeşim şimdi demedim. Haydi sarhoşlar için uyku vakti.” Erdem’in koluna girip onu odaya götürmeye çalışırken Sarp’ın telefonundan müzik sesi yükselmeye başladı. Telefondan yükselen 'Kaşları karam, gözleri cezam' sesiyle Sarp oturduğu yerden kalktı. Erdem de Leyla'yı bırakıp salonun ortasına doğru oynaya oynaya gitmeye başladı. İkisi de ortada buluştuğunda "Aman aman aman hali duman!" diye bağırarak Aziz'i işaret ettiler. Aziz elleri belinde sırıtarak arkadaşlarının eğlencesini izliyordu. 'Saçları belam, dudağı ikram' derken kalçalarını sağa sola atıp kıvırarak oynuyorlardı. "Gel gel sıradaki sözler senin." diyerek Sarp, Aziz'i elinden tuttuğu gibi salonun ortasına çekti. Birden bir halka oluşturup kollarını omuzlarına attılar ve holigan gibi şarkıyı söylemeye devam ettiler. Bu sefer Aziz de onlara uyuyordu. "Sensiz bu hayat bana ziyan. Seni görmeden geçen günler bana haram!" Birden hep birlikte bana dönüp işaret parmaklarıyla beni gösterdiler. Sesleriyse az öncekinden daha yüksekti. "İnsaf eyle! İnkar etme! Söyle söyle söyle!" "Çocuk uyuyor çocuk!" diye sessiz bir çığlık atıp kocasının ağzını eliyle kapattı Leyla. Olayın şaşkınlığından içeride uyuyan Akgün'ü ben de unutmuştum. Erdem zorla Leyla'nın elini ağzından indirdi. "Dur karım çok önemli bir şey yapıyoruz şu anda." Sesini kıstı ama fısıltısı bile yüksek sesliydi. "Birce'nin affetmesi lazım bu çocuğu." "Bırak da ona Birce karar versin değil mi kocam?" "Olmaz! Birce bilse hemen affeder zaten. Ama bilmeden affetmesi lazım. Burada da devreye ben giriyorum." Tekrardan bakışları bana döndü. "Sen bu çocuk neler yaşamış gavur memleketle..." Bu sefer Erdem'in ağzını kapatan Aziz olmuştu. "Kardeşim, senin dilin ne güzel açıldı öyle. Uyu bence sen ha ne dersin? Hadi Leyloş tut şunun ucundan götürelim yatıralım." Önlerinde dikilip durdurdum. "Sen çek bakayım o elini arkadaşımın ağzından." Anında indirdi elini. "Erdem, canım arkadaşım biz seni götürelim içeri Leyloş'la hadi." Aziz'in tuttuğu Erdem'in koluna girmeye çalıştığımda Aziz birden tek koluyla belimden tutarak ayaklarımı yerden kesti ve beni Erdem'den uzaklaştırdı. "Bak sen! Taktik de yapıyorsun öyle mi? Yemezler." Cümlesi bittiğinde beni odanın diğer köşesindeki duvarın dibine götürmüş, yere indirmiş ve bir kolunu da oradan ayrılmamı engellemek ister gibi duvara dayamıştı. "Yerler be valla yerler! Ne kokuyor böyle? Aziz'in parfümü gibi tarçın tarçın kokuyor. Kız Bircesi yine Aziz'in kokusunu özleyip tarçınlı kurabiye mi yaptın sen?" Gerçekten Erdem'in susması gerekiyordu. Aziz'in bakışları Erdem'den bana döndü. Yüzünde yine o yan gülüş vardı. "Erdem'in susturulması gerekiyor Aziz." dedim en masum halimle. "Yok, güzel konuşmaya başladı bence." Kafasını tekrar Erdem'e çevirdi. Ben hâlâ duvarla Aziz arasında sıkışık durumdaydım. "Çok mu yaptı Birce tarçınlı kurabiye?" diye sordu. "Ohoo bir ara delirdi içimizi dışımızı tarçın etti. Hatta o kadar çok yaptı ki ben bir süre bizim bankaya tarçınlı kurabiye ihracatı yaptım. Sarp'la Meryem gelen hastalarına ikram ediyordu. En son Leyla hamile olduğu için kokudan midesi bulanıp kustu da yapmayı bıraktı hepimiz rahat ettik sonra." Kendi anlattığına kendi gülmeye başlamıştı. Leyla daha fazla destek olamamış olacak ki Erdem gülerken birden yere düştü ama kalkmak yerine yerdeyken kahkahaları daha da arttı. Onun düştüğünü gören Sarp da kahkaha atmaya başladı. Hem onların bu halinden hem de az önce duyduklarının zevkinden Aziz de gülmeye başladı. Kahkahaların dozu çok yüksekti. "Hadi bu ikisi sarhoş aptal aptal gülüyorlar. Sen niye gülüyorsun?" Sanki duvarla Aziz arasına sıkışan ben değilmişim gibi diklenerek sordum bu soruyu. Aniden bana döndüğünde o kadar da diklenmemem gerektiğini fark ettim ama artık çok geçti. Burnu resmen burnumun dibindeydi. Özlemimi dindirmek için kurabiyelere tutunduğum kokusuysa burnumun direğini sızlatmaya yetiyordu. "Ben de sarhoşum." Gülümsemesini yüzünden hiç silmeden söylemişti bunu. Böyle yapmamalıydı dikkatim dağılıyordu. "Neren sarhoş senin be! Şu gözlere bak. Fıldır fıldır." Sesli bir gülüş bıraktı bu dediğime. Kulağıma doğru eğildiğinde kokusunun kaynağı boynu burnuma değdi. Kendimi geri tutmadım. Yılların özlemi vardı içimde. Sinirliyim, affetmedim, sürenecek. Ama önce biraz koklayayım çünkü dayanacak gücüm kalmadı. Ben çaktırmamaya çalışarak boynunu koklarken fısıldadı kulağıma. "Aşk sarhoşuyum." Duyduğum cümleyle Aziz'i kendimden biraz uzaklaştırdım ama elleri hâlâ duvarda ben de ikisi arasındaydım. "Git ayıl öyle gel o zaman." "İlacım burada diye geldim ama yan etki yaptı galiba daha da sarhoş hissediyorum." "Kalk kız Meryem oyna!" diyen Erdem'in sesiyle soyutlandığımız dünyaya geri döndük. Aziz bir elini duvardan çekerek yarım bir şekilde arkasına döndü. Benim görüş açımı da açmıştı. Keşke açmasaydı. Sarp'la Erdem Leyla'yı aralarına almış baştan başlamış şarkıda ankara havası oynuyor bir yandan da Meryem'i kaldırmaya çalışıyorlardı. Karşısındaki insanları sorgulayan Meryem'in aksine Leyla eğlenceye kendini kaptırmıştı bile. "Lan Aziz kızı yemen bittiyse sen de gel hadi!" Sarp'ın konuşmasıyla gözlerim büyüdü. Yaslandığım duvardan ayrılıp hızlı adımlarla Sarp'a doğru yürüyüp omzuna bir tane geçirdim. "Ne yemesi eşek herif. Ağzına biber süreceğim senin gel buraya" Her kelimemden sonra bir şamar daha vuruyordum. "Vurmak için kullanma o tarçınlı kurabiye yapan güzel ellerini Bircesi. Oyna oyna!" diyerek gelen Erdem elimden tuttuğu gibi beni de oynatmaya başladı. "Heyt be Angaralı! Hoş geldin!" Sarp oyun havası çemberine dahil olmuş Aziz'i karşılıyordu. Pislik bu şarkıda oynarken bile karizmatikti. Şarkıyı yüzüme baka baka söylemese belki kalbim bu karizmaya dayanabilirdi. Meryem'in çığlığıyla Sarp'ın onu oturduğu yerden kucaklayıp kaldırdığını gördük. Kucağında tepinen Meryem'i indirip karşısında oynamaya devam etti. Leyla Erdem'e cilve yapa yapa kıvırıyordu. Sanki her şey çok normalmiş gibi takılan 4 kişi vardı odada. İşin kötü tarafı bunların sadece yarısı sarhoştu. Meryem'le birbirimize 'Biz neyin içine düştük' diyen bakışlarla baktık. Bakışmamız biraz uzayınca ikimiz de aynı şeyi düşündüğümüzü fark ettik. Aynı anda omuzlarımızı kaldırıp indirdik ve amaan diyerek biz de oyun havası çemberine dahil olduk.
Gerdan kırmalar, göbek atmalar, omuz tokuşturmalar sürerken Akgün'ün ağlayışı bir anda Leyla'yı clup kızı modundan anne moduna geri soktu. "Uyuyor çocuk dedim ama size ya!" diye söylene söylene odaya doğru ilerledi. "Yuh gerdan kırarken hiç öyle demiyordun Leyla Hanım." diye arkasından bağırdı Sarp. "Sus lan cevap verme karıma." diyerek ensesine bir tane yapıştırdı Erdem. Sarp daha da sarhoş olmuşken Erdem ayılmış gibiydi. Onun da babalık iç güdüleri devreye girmiş olacak ki. "Oğlum ağlıyor ben gideyim de bakayım oğluma. Benim oğlum. Ben yaptım." Belki de o kadar da ayılmamıştı. Sarsak adımlarla odaya doğru ilerledi. Müziği kapatan Sarp yere yığılmıştı. Ayağıyla dürttü onu Meryem. "Pişt kalk oradan. Koltuğa yat hadi." "Ne koltuğu kızım. Koltukta tutulurum ben hep." "Siktir git evine o zaman." Yattığı yerden kafasını aniden kaldırdı Sarp. "Hii ne kadar ayıp! Birce bunun da ağzına acı biber sür." "Sürerim sürerim hadi kalk koltuğa yat. Üşüteceksin çocuğun olmaz sonra." Dediğimle birlikte aniden yerinden kalktı. Gayet düzgün adımlarla misafir odasına gitti. Bu tepkiyi hiçbirimiz beklemediği için olduğumuz yerde kalakalmıştık. En çok da Meryem. "Sen niye bu kadar panik yaptın lan." diyerek peşine gitmeden önce bir 30 saniye kafasında bir şeyler tartmıştı belli ki. Aziz'le sessiz salonda baş başa kalmıştık. Bakışlarının bende olduğunu hissediyordum. Gözüm tezgahın üstündeki tepsiye takıldı. "Kurabiye yemek ister misin?" dedim bu bahaneyle sessizliği bitirmekti amacım. "İsterim. Sen ister misin? Tarçınlı kurabiyeyi çok seviyorsun kokusunu alıp yiyemeyince canın çekmiştir." Pislik yapıyordu resmen. Az önce onu kokladığımı fark etmişti pişmiş kelle. "Tuzaklı cümleler kuruyorsun Aziz Çınar. Düşmeyeceğim." "Tuzak mı? Ben? Ne münasebet işim olmaz." "Ya ya hiç işin olmaz. 10 yıl önce benimle o anlaşmayı imzalarken de tuzakla işin olmaz mıydı acaba? Resmen ketempereye getirmişsin beni." "Tuzak demeyelim de işimi sağlama aldım diyelim. Her şey planladığım gibi gitmezse diyeydi. İyi ki de yapmışım." Hiç utanma arlanma da yoktu. "Planın neydi ki?" Peşime takılıp mutfak tarafına gelmişti masaya oturup tepsiden kurabiye alıp direkt eline vermiştim. Ben de bir yandan elimdeki kurabiyeyi kemirmeye başlamıştım. "Üniversiteyi İstanbul'da okumak. Tercihler açıklandıktan sonra sana, seni sevdiğimi söylemek. Senin de beni sevdiğini söylemen. 4 yıl boyunca sevgili olmak. Tüm söz verdiğimiz, yaparız diye konuştuğumuz şeyleri birlikte yapmak. Mezuniyetine gelmek. Mezuniyetten sonra seni istemeye gelmek. Peşine nişan çok uzatmadan da düğün. Birkaç yıl evliliğin tadını çıkarmak. Sonra sen hazır hissettiğinde bir bebek. Şu an mutfağında oturup kurabiye yediğimiz evin bizim evimiz olması. Bu kurabiyeleri çocuğumuz için yapmış olman. İçeride çocuğumuzun uyuması. Uyanacak diye endişelenen kişilerin sen ve ben olması." Gözlerimin içine baktı. "Devam edeyim mi?" Böyle bir itiraf beklemiyordum. "Erdem'le Leyla'ya söyleyeyim de bir kurşun döktürsünler. Resmen hayatlarını kıskanıyorsun." İşi şakaya vurmaktan başka bir çıkış yol bulamamıştım. Burnundan verdiği nefesle güldü dediğime. "Deli gibi kıskanıyorum." Gözlerime bakmasına ve sessizliğe daha fazla dayanamadım. Ağzına bir tane kurabiye tıktım. "Ye hadi çok konuşma. Geçen zamanı geri getiremezsin." Hızla çiğnedi ağzındaki lokmayı "Geçen zamanın geri gelmesini ister miydin?" Kurabiyemi yemekle çok meşgulmüş gibi davranarak cevap vermedim bu dediğine. "Sen istersen geçen tüm zamanı geri getiririm. Verdiğim sözlerin hepsini tutarım." Aniden Akgün'ün odasının kapısının açılması beni bu ortamdan kurtarırken Leyla hızlı adımlarla odadan çıkıp banyoya girdi. Peşine çıkan Erdem'inse hem yüzü hem üstü batmış halde görünüyordu. "Ne oldu?" diye sordum panikle. "Ağzını tişörtünün kenarıyla silerek bana cevap verdi. "Akgün bey ağzıma kustu. Önemli bir şey yok ya." Aziz de ben de suratlarımızdaki iğrenmiş ifadeye sahip çıkmaya çalışarak Erdem'e bakıyorduk. “Leyla’ya ne oldu?” diye kusmadan sorabildim. Gerçekten yüzündeki, üstünde kusmukla durup bizle sohbet ediyordu her şey normalmiş gibi. “Akgün kusunca onun da midesi kötü oldu. Peşine o da kustu. Allah’tan o üzerime kusmadı. Şimdi müsaadenizle bir tur da ben kusacağım. Sarhoş olan benim herkes benden önce kustu. Aile bireylerimin bu dikkatleri üzerine çekme isteğiyle ne yapacağım bilmiyorum.” Cümlesini bitirip konuşmamızı beklemeden banyoya girdi. Bu kadar kusmuk konuşulunca benim de midem bulanmıştı elimdeki kurabiyeyi tepsiye geri bıraktım. “Kıskandığın hayatın gerçekleri. Hala kıskanıyor musun?” dedim gülerek. “Hayalim bu kadar kusmuk içermiyordu tabi ama evet hala kıskanıyorum. Keşke şu an bizim çocuğumuz da ağzıma kussaydı.” Suratımı buruşturdum. Gerçekten bunu diliyor olması ne kadar çok istediğini mi gösterirdi? “İğrençsin Aziz.” Dedim omzuna vurarak. “Ne? Çocuğumuzun kusmuğundan iğrenecek halim yok. Annesi sensin sonuçta.” Deyip yarım bıraktığım kurabiyeyi tek seferde ağzına attı ve hiçbir şey demeden kalkıp içeriye geçti. Mutfaktan, sırtını kanepeye verip yere oturduğunu görebiliyordum. Karşısındaki manzaraya bakıyordu. Dolaptan süt çıkardım birkaç dakika ısınmasını bekledim. Sonra bardaklara koyduğum süt ve kurabiyelerle birlikte yanına gittim. Hiçbir şey demeden yanına oturdum. Bardağını ona verdim. Ayaklarımı uzatıp üst üste attım. Kendi bardağımdan bir yudum aldım. “Süt?” dedi sorgular gibi. “Meyhaneye sarhoş olmak için gitmedim.” Garip garip baktım suratına. “Meyhaneye sarhoş olmak için gitmediysen niye gittin?” “Niye herkes bu kadar garipsiyor ya meyhaneye gidince illa sarhoş olmak mı gerekiyor. Şarkıları güzel, mezeleri güzel. Şarkı dinleyip yemek yemeye gittim.” “Moralim bozuk mozuk bir şeyler yazıp meyhane konumu atmışsın başka ne düşünebilirdim?” “Morali bozukmuş meyhane konumu atmış gideyim de ne haldeymiş bir bakayım diye düşünebilirdin mesela.” Sesini incelterek yaptığı taklit beni güldürmüştü. “Çok beklersin. Ben bilmiyor muyum senin planını sanıyorsun. Bilerek gelmedim.” “Ama kıyamadın da.” Şöyle yandan yandan tatlı tatlı bakmasa her şey daha kolay olacak sanki. “Peşime gönderdin korumaları hemen. Gerçi biraz tırt çıktılar ama olsun. Senin suçun değil.” “Sağ ol ya!” “Rica ederim.” Bir süre ikimiz de sessiz kaldık. Sütten içip kurabiyeden yedik. Loş sarı ışık, sıcak oda, süt, tarçınlı kurabiye ve sessizlik beni adım adım uykuya götürüyordu. Uyumamak için konuşmam gerektiğini fark ettim. Saçma bir konu açtım. Hiç merak ettiğim bir şey değildi sadece konu açılsın diye açtım. “Düğününde ‘Ben Tabi ki’yle mi oynamak istiyorsun?” Birkaç saniye anlam veremedi dediğime. İlk geldiklerinde Erdem’in ağzından çıkmış bir şeyi hatırlıyor olmama şaşırmış olmalıydı. Bunu fark ettiğinde gülümsedi sadece yüzünü değil komple bedenini bana çevirdi. O öyle oturunca fazla yakın olmuştuk. Ben de pozisyonumu değiştirip ona doğru döndüm. “Evet, hayalim. Bu şarkıyı kaç kere dinledim kaç kere o anı hayal ettim bilemezsin. İnsan hayallerinden uzak olunca kendini onlara bağlayan şeylere daha bir sıkı tutunuyor. Sen de sürekli oynardın lisede bu şarkıyla hatırlıyor musun?” “Hatırlıyorum. Ben seviyorum diye mi çaldıracaksın düğününde. Gelin hanım istemez belki.” Kaşları çatıldı bu dediğime. “Anlamamakta ısrar ediyorsun ama gelin sen olacaksın. Düğün bizim düğünümüz olacak. Sen gelin ben damat. Daha net anlatmama gerek var mı?” Dediklerini hiç duymamış gibi konuşmaya devam ettim. “Hani dedin ya sürekli bu şarkıyı dinler hayal ederdim diye. Meyhaneye de şarkıları için gitmişsin. Belli ki şarkılar arkadaşın olmuş bizden uzak olduğun zamanlarda. Benim de vardı böyle arkadaşlarım. Tekrara alır geceyi sabah ederdim. Dinlemek ister misin?” Gözleri parladı onunla bir şeyler paylaşmak istediğimi duyduğunda. “Tabi ki.” Deyip başını salladı. Cebimden telefonumu çıkarıp şarkının adını arattım. Sonra açıp ikimizin ortasına koydum. İlk önce hangi şarkı olduğunu anlamadı. Belki de daha önce dinlememiştir diye düşündüm. Sonra ilk mısrası duyuldu şarkının. Yüzündeki heyecanlı ifade yerini durgun bir hale bıraktı. ‘Bak bana, bak bana ‘Sev beni, sev beni ‘Kim bilir neredesin? ‘Sev beni, tek beni ‘Ama zamanı değil Kurduğu cümleyle uzaklaştırdım kendimi. Yanağımdaki eli havada kaldı. Kafamı yana çevirdim. Başımı dizlerime yasladım ve pencereden dışarı baktım. Yüzümü göremiyordu. Şarkının melodisi bize eşlik ederken bir süre sessizce durduk. Penceredeki yansımadan bana baktığını görüyordum. Bir an için elini saçlarıma uzatacak oldu. Sonra vazgeçti. O an şarkının sözleri tekrar başladı. ‘O bir tepe ben bir ova Kafamı dizlerinden kaldırdım. Az önceki halimden daha kötüydü gözlerim çünkü ağlamam durmamıştı. Böyle sözlere de karnım toktu. Tek bir soru soruyordum. Tek bir cevap istiyordum. ‘Şimdi gitsem buralardan “Sana verecek cevabım var.” Benim aksime o çok sakindi. “Sadece şimdi değil. Anlayamaz mısın beni?” Hala oturduğu yerdeydi. Yukarıdan onun suratına bakmak yavru bir köpeğin suratına bakmaktan farksızdı. “Anlayamam!” diye tekrar yükseldiğimde bu sefer sesim de yüksek çıkmıştı. Oturduğu yerden kalktı. Önce ellerimi tuttu. Ellerimi çekiştirmeye çalıştığımda izin vermedi. Gözlerimin içine baktı. Sıkışmış dudaklarımın arasından ne dediğimin anlaşılacağını umarak konuştum. “Tomom yanımda olobolorsin omo bu kodor yakın olmono gerek yok.” Ben bile kendi dediğimi ciddiye alamamıştım. Aziz’in ciddiye almasını beklemek aptallık olurdu. Kahkaha attı suratıma pislik. Sonra yanaklarımı bıraktı. Kolumdan tutarak benimle birlikte koltuğa oturdu. Bir kolunu da omzuma attı. Başını bana çevirerek sordu. “Bu yakınlık iyi mi? Birce Hanım?” “Kolunuzu kendinize saklarsanız neden olmasın Aziz Çınar Bey.” Dedim kolunu ittirerek. Pek etkili olmamıştı ama. "İki ismimi de kullanınca çok geriliyorum." "Biliyorum. Babaannenin yaramazlık yaptığında hep böyle seslendiğini söylemiştin." Yüzüme bakmaktan vazgeçmediğini fark edince ben de ona çevirdim kafamı. Bugünkü bu yakınlığımız bana kalp krizi geçirmezse şanslıydım. "Hatırlıyorsun." dedi fısıltıyla "Seni gıcık edecek her şeyi hatırlıyorum." dedim geri durmayarak. "Eminim beni mutlu edecek şeyler de hatırlıyorsundur." Konuşurken gözleri dudaklarımla gözlerim arasında gidip geldi. "Bilmem. Hatırlatman gerekebilir." Geri çekileceğimi, köşeye pısıp onu iteceğimi düşünüyordu. Ama ben bu saatten sonra ben onu öpmeden beni öpmeyeceğine emindim. İlki bir kavuşma gibiydi onun için. Yıllar sonra karşısında bulabilmiş olmanın sevinci. Ama artık ben onu affetmeden benim izin verdiğim sınırı aşamazdı. Onu tanıyordum. İnkar etsem de. O benim bildiğim Aziz'di. "Mesela kafanı şöyle omzuma koyardın." dedi kafamı tutup omzuna yatırırken. "Geceleri uyumadığın için okulda çok uykun olurdu. Sıra çok sert, mont çok yumuşak burası tam kıvamında derdin. Bak bakalım hâlâ kıvamında mı?" Bunu hatırlaması da benim karnımdaki kelebekleri dürtmüştü. Kafamı kaldırım sertçe tekrar vurdum omzuna. Kalite kontrol yapıyordum. "Maalesef değil. Sertleşmiş biraz." Gülüşünü duydum. Camın yansımasından gülüşüne bakacaktım ki onun da bana bakıyor olduğunu gördüm. "Kusura bakma. Biraz kaslanmış olabilirim." "Neyse deneme sürüşünden sonra şikayetlerimi iletirim. Şimdi sus. Kafamı dinleyeceğim. Sabahtan beri konuşuyorsun." Gözlerimi kapattım kafamı iyice omzuna yerleştirdim. Niyetim gerçekten uyumak değildi ama kas hafızam kesin bu kolu hatırlamıştı. Öyle bir uyku bastırmıştı ki uyumamam gerektiğini bilmeme rağmen gözlerimi açamıyordum. Uykuya çekilirken saçlarıma konan öpücüğü hissettim. Sonra saçlarımda dolanan parmakları. Bilincim açıktı ama elimi kaldırmaya takatim yoktu. "İyi geceler bir tanem." diyen sesle artık tamamen uykunun kollarına bırakmıştım kendimi. Sabah uyandığımda koltukta üzerimde battaniyeyle tek başımaydım. Gece uyuduğum hali hatırladım. Muhtemelen Aziz ben uyuduktan bir süre sonra beni buraya yatırmış üstümü örtüp gitmişti diye düşündüm. "Günaydın Bircesi." dedi Erdem mutfak tarafından. Dün sarhoş olan buydu ben neden daha sarhoş gibiydim şu an. "Günaydın." diye mırıldandım. Kimseye sormadan Aziz'in evde olup olmadığını çözmeye çalışıyordum. "Aranma öyle gözlerinle. Erken çıktı Aziz. Şirkette acil işleri varmış." dedi Leyla. Hemen de fark et zaten. "Erken çıktı derken? Dün gece burada mıydı?" "Bilmem onu sana sormak lazım. Niye göndermedin çocuğu evine de burada koltuk köşelerinde uyuttun?" "Ne diyorsun Leyloş ya. Yeni uyandım zaten. Beynim daha çalışmaya başlamadı." "Sana attığım fotoğrafa bir bak diyorum bir şey demiyorum." Dün gece şarkı dinledikten sonra yerde bıraktığım telefonu aldım elime. Leyla gerçekten bir fotoğraf göndermişti. Benim bir fotoğrafımı. Benim Aziz'le bir fotoğrafımı. Benim Aziz'le koltukta. Benim Aziz'le koltukta ben ahtapot gibi çocuğa yapışmışken uyuduğumuz bir fotoğrafımı. |
0% |