2. BÖLÜM: GÜN’DE KARŞILAŞMALAR
Sub Urban, Bella Poarch- INFERNO
💋
Etrafımda sesler duyuyordum. Anlaşılmıyordu. Derin bir uyku beni kendine çekiyordu ama gözlerimi açmaya zorladım. Yine de başaramadım. Vücudumu oynatma çalıştım. Hiçbir uzvumu hissedemiyordum. Bütün gücümü kullanarak tekrar denedim. Parmaklarımı oynatmayı başardım ama bileklerimi oynatmam imkânsızdı. Boynumda keskin bir ağrı vardı, arkaya doğru düşmüştü. Sanırım oturur pozisyondaydım ve her tarafım uyuşmuştu.
“Günaydın prenses.”
Gelen yabancı sesle kendimi daha da zorlayıp gözlerimi araladım. Çok az açabilmiştim gözlerimi sanki göz kapaklarımın üstünde ağır taşlar vardı. Bulanık görüyordum. Kafamı oynatıp düz tutmaya çalıştım ama alnımdaki sızı büyük bir acıya dönüşünce inledim.
Gözlerimi kapatıp tekrar uykuya geçmek istiyordum. Bilincim hala tam kendinde değildi.
“Uyan artık, uzaylılar geldi. Zombi istilası bitti. Sen hala uyuyorsun.”
Konuşmaya çalıştım ama yapabildiğim tek şey anlamsız sesler çıkarmaktı. Gözlerimi daha da aralayıp etrafa bakma ihtiyacıyla doldum. Yutkunmak istedim ama boğazım kurumuştu. Neredeydim? En son ne yapmıştım?
Gözümün önünde dün geceye ait ufak sahneler belirlemeye başlayınca bir anda acıyı umursamadan kafamı kaldırıp gözlerimi sonuna kadar açtım.
Yarı karanlık çok büyük, boş bir yerdeydim. Kocaman bir depoydu. Pencereler vardı. Güneş doğmaya yakındı galiba, hava hafif aydınlanmıştı. Etrafta, karşımda duran yabancı birkaç kişiden başka hiçbir şey yoktu.
Aralarından biri tanıdıktı. Çakma koruma.
Ben ise bir sandalyede ellerim arkadan bağlanmış, ayaklarım ise sandalyenin ayaklarına bağlanmış şekilde oturuyordum. Üzerimdeki çirkin, pembe elbiseyle. Üstelik hala tam kurumamıştı.
“Umarım güzel uyumuşsunuzdur. Oda servisimiz bulunmakta efendim, yararlanmak ister misiniz?” Gözlerimi zorla açık tutarken yabancı erkek sesi gelmişti. Ona doğru baktığımda siyah kısa saçlı, zayıf bir erkek gördüm. Tahminen benim yaşlarımdaydı. Yirmi üç ya da yirmi dört gibi duruyordu.
Ayrıntılı inceleyemiyordum çünkü hala görüşle ilgili problemlerim vardı. Etraf bulanıktı. Kafamı sabit tutmakta bile zorlanıyordum.
“Neden buradayım?” Sesimi ben bile duyamamıştım neredeyse.
“Elbisen yüzünden tutuklandın.” Az önceki konuşan çocuk cevap vermişti. Ona bakmaya devam ettim. Konuşmak istiyordum. Ağzım açık bir şekilde duruyordu, oynatamıyordum. Yüz ifademde ne gördü bilmiyorum ama bana kaşlarını çattı.
“Yüz felci mi geçiriyor?” Sol tarafımdan gelen bir diğer yabancı sese döndüm. Oldukça uzun boylu, esmer ve kaslı bir adam duruyordu. Benden üç-dört yaş büyük olmalıydı. Üzerinde kot bir tulum vardı.
“Kafasını sert vurdu.” Çakma korumam konuşmuştu. Karşımda ve biraz geride duruyordu diğerlerine göre.
Sağ tarafta sessizce bekleyen uzun saçlı kıza baktım. Genç ve çok masum bir yüze sahipti. “Bir sessiz olun, kendine gelsin.” Sesi inceydi ama yüksekti.
Evet, kendime gelmem gerekiyordu. Buradan derhal çıkmam gerekiyordu. Tekrar toparlanmaya çalıştım. Hareketlerim kısıtlanıyordu bağlandığım için ama inatla doğruldum. Tam karşıma, ona baktım. “Çıkar beni buradan.” Kelimeleri tane tane çıkarmıştım dudaklarımdan.
Ellerini önünde bağladı. Saçları düzgünce taranmıştı. Üzerindeki takım elbiseyi çıkarmış yerine tişört ve kot pantolon giymişti. “Dün kaçmayı bırakıp, cevap verseydin burada olmazdın. Şimdi bu hatanı telafi edebilirsin.” Yavaşça yürüdü ve biraz yaklaştı, diğerlerinin yanına geldiğinde durdu. “Söyle bakalım, kolye nerede?”
Seslice ofladım. Olduğumuz geniş alanın içi boş olduğu için sesim yankılanmıştı. “Yine mi aynı konu? Bilmi-“
“Hayır, hayır. Yalan söylemek yok.” Kafasını sanki bir çocuğa kızar gibi sağa sola salladı.
“Ağzından sadece gerçekler çıkabilir.” Az önceki elbiseme laf eden çocuk konuşmuştu. “İnanır mısın buraya gelen her misafirimiz bülbüle dönüyor aniden. Sende aynısını yapmak isteyebilirsin.” Üstü kapalı bir şekilde beni tehdit ediyordu.
Bil bakalım ne vardı?
Korkutuculuktan çok uzaktı. Karşımda bir çocuk gibi duruyordu.
“Sus artık Göker. Yalvarırım sus.” Oda da bulunan tek kız cevap vermişti. Bana doğru döndü. “Dün kolyeyi nereye koydun bize söyle, bizde seni serbest bırakalım. Nasıl anlaşma?” Net insan.
“Siz kimsiniz?” Hayatım bu cevabı aldıktan sonra çok değişecek gibi hissettim. Böyle anları bilemezdiniz ama ben öngörülü biriydim.
“Sadece o kolyeyi istiyoruz.”
“Ve sen bize dün gece ne halt yediğini, o kolyeye ne yaptığını açıklayacaksın.” Sert bakışlarıyla bana emreder gibi konuştu koruma.
“Bak çakma koruma bey, ben sadece bir modeldim. Bana ne verildiyse onu taktım, benden istendiğinde de onu geri verdim.” Biliyorum artık inkâr etmek anlamsızdı. Fakat aklıma yapabilecek başka bir şey gelmiyordu.
“Hayatımda gördüğüm en kötü yalancı.” Adının Göker olduğunu öğrendiğim çocuk beni tersledi.
Koruma onu ciddiye almadı aynı şekilde bende. Ona hala koruma diyordum çünkü adını bilmiyordum. Çok yakışıklı çakma koruma bey demek ise uzun gelirdi. “Buradan konuşana kadar çıkamazsın.” Bütün ciddiyetiyle bana bakmaya devam etti. “Asla seni çıkarmam. Aç, susuz burada kalırsın.” Sesi kısıktı ama gözleri yapabileceğini doğruluyordu. “Ölüyor olsan bile.”
Sıkı bir ağzım vardı. Dayanıklıydım.
“Ve üzerindeki o elbiseyle.” dedi Göker.
Tamam, bu son noktaydı.
“Kabul.” Sesli bir nefes verdim. “Söyleyeceğim.”
Başka şansım yoktu zaten. Bir çeteyle karşı karşıyaydım. Tehlikeli oyunlara girmek istemiyordum. Ayrıca ben tek kişiydim. Her ne kadar o paraya ihtiyacım olsa da ve benim için gerçekten önemli bir miktarda olan o kolyeyi kaybedecek olsam da vermeye mecburdum.
“Söyle.”
Gözlerinin içine baktım. Dün gece olanları bir defa daha düşündüm. Her anı tekrar ettim. Aklıma gelen düşünceyle durdum.
“Bir dakika ya.” Kafamı omzuma doğru eğdim, gözlerimi kıstım. “Neden bu kolye? Gördüğüm kadarıyla bir ekipsiniz. Daha iyisini alabilirdiniz. O kadar değerli mücevherlerin arasında neden en ucuzunu istiyorsunuz ki?”
“Seni ilgilendirmez.”
Şirince gülümsedim. “Kolye bende olduğuna göre, tam da beni ilgilendirir.” Yapabilseydim bacak bacak üstüne atar, daha da keyifli bir gülümseme koyardım dudaklarıma. “Şimdi siz söyleyin bakalım. Nedir bu kolyenin sırrı?”
Çakma korumanın bana sinir olduğunu sadece bakışlarından bile anlamıştım. Bu ise benim haklı olduğumu gösteriyordu. Eğer ki bu işin içinde başka bir şey varsa belki de bunu kendi lehime çevirebilirdim.
“Ses kaydedici.” Sol tarafta sessizce duran esmer adam konuşmuştu.
“Ne? Kolyenin içinde mi?” Hepsinin yüzünde gezdirdim bakışlarımı. Bir cevap aradım.
Çakma koruma anında bana cevap veren adama dönmüştü. “Sus, Hüdayi.”
“Sustum.” Umursamaz bir şekilde cevaplamıştı.
“Konuş artık sende. Oyun oynama benimle.” Çakma koruma olduğum yere yakınlaştı. Bir elini saçlarının arasından geçirdi. Kafasını çevirip pencereden dışarı baktı birkaç saniye ardından tekrar bana döndü. “Sabrımı zorlama gerçekten incinirsin.” Siyaha yakın koyu gözleri, otel odasında yaptığı gibi sol gözümün kenarında olan benleri inceledi.
“Bir soru soracağım. Cevabı aldıktan sonra size kolyeyi vermeyi kabul ediyorum.” Sesim kısıktı. Gözleri, gözlerimde durdu. Bu dediklerim düşünmeden çıkmıştı ağzımdan.
“Pazarlık yapabilecek konumda değilsin.” Ne dediğini umursamadım. Sadece içimde oluşan merakı durduramadım.
“Adın ne?” Yüzümde hiçbir mimik yoktu. Düz bir şekilde ona bakıyordum.
Sorumla birlikte önce kaşlarını çattı daha sonra yüzümü inceledi, dalga geçip geçmediğimi görmek için. “Konu dışına çıkma. Kolye nerede?”
Onu aldırmadım. “Kolyeye karşılık, ismin.” Bilmek istiyordum. Bazen sadece bilmek isterdin. Nedeni olmazdı.
“Kuthan.” Sesini duyar duymaz engelleyemediğim bir sırıtış belirdi dudaklarımda.
“Bende Hazal. Memnun oldum.” Konuşmasına izin vermeden devam ettim. “Eğer başka bir şekilde tanışsaydık, eminim ki şeytanlarımız iyi anlaşırdı Kuthan.”
Çatık olan kaşları gevşedi. Gözlerinde bir şeyler parladı ve gergin olan hava etrafımızda dağıldı. Beklemediğim şekilde onunda dudakları kıvrıldı. Çok küçük bir anlığına bile olsa.
Bir melodi çalmaya başladı kulaklarımda. Bu melodi, aptal defterimin yeni sayfası açılmış gibi hissettirdi.
…
Bazı insanlar düz yaşamayı sever, bazıları karışık.
Bazı insanların evi bir yerdir, bazılarının biri.
Bazı insanlar dolandırılır, bazıları dolandırır.
Ben hepsiydim. Her şeyden biraz. Asla tek bir şeye odaklanmayan, tek bir şeyi seçmeyen.
Kolyeyi vermemin üzerinden yaklaşık bir hafta geçmişti. Sürekli boş konuşan Göker benimle gelmişti. Salih abiye haber etmiştim ve onunla yakınlarda olan bir parka buluşmuştuk. Göker aldığı gibi kolyeyi benimle dalga geçmeye çalışmıştı ama umurumda olmamıştı. Ona bol bol orta parmağımı göstermiştim.
“Sen geliyor musun Hazal?” İsmimi duymamla kafamı konuşan Tarık’a çevirdim. Okulun kafeteryasında oturuyorduk. Nisan ayına girmemizle güneş kendini daha sık göstermeye başlamıştı. Bizde bu fırsatı kaçırmadan bölümden arkadaşlarımızla buzlu kahve içmeye başlamıştık.
“Nereye?” Sorum yanımdaki oturan Selen’i güldürmüştü.
“Bu sıralar bizimle değilsin Hazal. Kafan nerelerde senin?” Eğlenceli bir kızdı Selen. Bazen gerçekten arkadaş olabileceğimizi düşünüyordum. Tabii benim sırlarım aramızda kalmasaydı. Birde zengin şımarıklığı bazen sinirlerimi bozuyordu. Şehrin en pahalı ve prestijli üniversitesinde okumak egosunu daha da yükseltiyordu sanırım.
Burnumu kırıştırdım. Bir haftadır hala olan şeyleri düşünüyordum. Kızgındım. Elimden uçup giden kolyedeydi aklım. O benim olmalıydı, ona ihtiyacı olan bendim. O parayla uzun bir süre iş yapmak zorunda kalmayacaktım.
“Bu akşam Gün Sanat Galerisi açılışı var.” Adını sürekli karıştırdığım çocuk bana bakarak konuşmuştu. Ural mıydı? Her neyse. “Yaşar’ın yaptığı resimde orada olacakmış. Yanında olacağız, daha sonra evinde bir parti verecekmiş, kutlamak için.”
Yaşar güzel sanatlar fakültesinde resim bölümündeydi. Ortak tanıdıklar sayesinde birçok kez aynı ortamda bulunmuştuk. Bana karşı olan ilgisi ortadaydı ama dikkatimi çekmiyordu. Zararsızdı bunun için bilmezlikten geliyordum.
Bir dakika. Ne demişti Ulaş? Ya da ismi her neyse. Elimdeki kahve bardağını masaya koydum. “Gün Sanat Galerisi mi?” Hani şu ülkeye yeni gelen, küçük Poseidon heykelinin sergileneceği galeri.
Şimdi ilgimi çekmişti işte.
“Evet. Hepimiz destek olacağız. Bence sende gelmelisin.” Tarık imalı bakışlarını bana attı.
“Tabii ki. Çok değerli bir konu bu, kesinlikle geleceğim.” Dudaklarımı yaladım. “Başarısını kutlamalıyız sonuçta.” Yani siz kutlarken ben daha önce peşine düştüğüm ama bir türlü sahip olamadığım o küçük heykelime kavuşacaktım. Kolyenin yerini tutamazdı ama bu fırsatı kaçıramazdım.
Tarık bana gülümserken bende çantamı aldım ve oturduğum sandalyeden kalktım. “Eve geçiyorum ben. Akşama hazırlanmam lazım.” Gülümsedim ve hepsinde gözümü gezdirdim. Bir anda keyiflenmem gariplerine gitmişti. “Bana konumu mesaj atarsın Uras.”
“Uraz. Adım Uraz.” Gözlerini devirdi.
“Yaklaşmışım.”
Başka bir şey demeden hemen kampüsten ayrıldım ve taksiye binip eve gittim. Evim bir mahallede, üç katlı bir binanın en üst katındaydı. Zemin katında ise Salih abi oturuyordu. Ayrıca küçük bir bakkalı vardı binanın yan kısmında.
İlk önce ona uğradım ve bugün ki planı anlattım. Bana ilk başta karşı çıksa da sonradan kabul etmişti ve daha önceden yaptırdığımız heykelin kopyasını bana vermişti. Karşı çıkmasının nedeni geçen hafta başıma bela olan o gruptu. Bana zarar vermemişlerdi ama Salih abi yine de bir süre ortada görünmenin iyi olmayacağını söyledi. Bana o olayı hatırlatıp durması hiç iyi olmuyordu çünkü aklıma geldikçe daha da sinirleniyordum. Benimdi o. Benim hakkımdı. Ayrıca ses kaydedici demişlerdi. Bunun ne anlama geldiğini de merak ediyordum.
Akşam saat 20.00 olduğunda hazırdım. Dalgalı saçlarıma kabarmaması için saç yağı sürmek dışında dokunmamıştım. Üzerime ise boyundan bağlamalı siyah mini bir elbise giymiştim. Sırtım ve uzun bacaklarım açıkta kalıyordu. Ayakkabı olarak ise ince, bilekten bağlamalı bir topuklu giymiştim.
Taksi verdiğim konuma geldiğinde ücreti ödedim ve dışarı çıktım. Hava hafif rüzgârlıydı. Adımlarımı galerinin yapıldığı villaya doğru yönelttim. Bahçe kalabalıktı ve insanlar masaların etrafındaydı. Açılış şimdiye kadar yapılmış olmalıydı.
Görebildiğim kadar içeride de insanlar vardı onun için villadan içeriye giden merdivenlere doğru yöneliyordum ki önüme çıkan kişiyle durdum.
“Hazal.” Yaşar’dı. “Gelmişsin.” Yüzünde gülümseme ve gözlerinde parıltı vardı.
“Evet, geldim.” Bende ona gülümsedim.
“Etraf çok hoş görünüyor.” Gözlerimi ondan ayırıp bahçeye bakınmıştım.
“Burada olduğun için çok sevindim. Aslında kendim davet etmek istemiştim ama aramalarıma dönmedin. Uraz’dan rica etmiştim bende sana haber vermesi için.” Dudaklarını yaladı ve konuşmak için ağzını açtı ama geri kapattı. O sırada yanımıza gelen bir garsonu durdurdu ve elindeki tepsiden iki kadeh alıp birini bana uzattı. Elimi uzatıp kadehi aldım ve tam o anda dikkatimi garson kız çekti. Yan profili görünüyordu fakat çok tanıdıktı. Gözlerimi kısıp ona daha da dikkatli bakmaya başladım. Kafasını çevirip benim olduğum tarafa dönünce göz göze geldik.
O kızdı. Beni kaçıranların arasında bulunan kız.
Gözlerim sonuna kadar açıldı. O da beni tanımıştı ki aceleyle yanımızdan ayrıldı. Arkamı dönüp gittiği yere baktım. Adım atıp ardından gidecektim ki Yaşar tekrar konuştu.
“Hazal, benim sana söylemem gereken bir şey var.”
“Sonra konuşsak olur mu Yaşar.” Boş olan elimle kolunu tuttum. “Daha buradayım zaten.” Elimi çektim ve geri adım attım ama ısrarcıydı söylemek için.
“Lütfen.” Masum görüntüsü ve masum bakışları yavru kediye benziyordu.
Derin bir nefes verdim ve kafamı salladım bir an önce konuşmaya devam etmesi için.
“Sana bu gece bir sürprizim var.” Hafifçe gülümsedi, yanakları kızarmıştı. “Onu sana göstermek istiyorum. Belki de ben göstermeden sen fark edebilirsin.” Alt dudağını dişlerinin arasına aldı. Kafasını iki yana salladı. “Şimdi seni rahat bırakıyorum galeriyi gezmen için. Benim evdeki partiye geçmeden önce sürprizimi göstereceğim.”
Onu tam anlamıyla dinleyememiştim çünkü o kız dikkatimi dağıtmıştı. Hala peşimde olabilirler mi sorusu beni germişti. Onlara istediklerini vermiştim sonuçta benimle alakalı olamazdı. Demek ki bu galeriden almak istedikleri bir şey vardı. Umarım benim heykelciğime göz dikmemişlerdir yine.
“Sana da uygun olur mu?”
Gözlerine baktım ve konuya dönmeye çalıştım ama yapamadım onun için rol yaptım. Gülümsedim. “Tabii. Olur, uygundur bana.”
Kafasını bir kez eğerek yanımdan geçti ve bahçedeki insanların arasına karıştı. Gözlerim hemen az önceki garson kılığına bürünmüş kızı aradı. Etrafta görünmüyordu. Onun peşine düşecektim ama şimdi değil. Önce kendi işimi halletmeliydim. Tekrar soyarken soyulmak istemiyordum.
Villadan içeri girdiğimde oldukça şık kadınları ve erkekleri gördüm. Etrafta cam kutuların içinde büyüklü küçüklü heykeller ve isimlerini bilmediğim birçok şey vardı. Duvarlarda ise tablolar asılmıştı. İçerisi oldukça zarif ve şık dizayn edilmişti.
Bizim çocukları gördüğüm masaya doğruya ilerledim. Selen çok güzel bir pembe saten elbise giymişti. Tarık ise kendine özgü spor ama şık parçaları birleştirmişti. Ulaş yanlarında değildi ama başka biri vardı. Masaya yaklaştıkça yabancının yüzü daha da belirginleşiyordu. Siyah yukarı doğru taranmış saçlarıyla, benim boylarımda, zayıf erkek. Onu tanıyordum.
“Sen…” Masaya hızlıca varıp elimdeki kadehi masaya koydum. Çantamı sıkıca tuttum, ne de olsa bir hırsızdı. Kaşlarımı çattım ve burada ne halt yediğini sormak istedim ama yanımızda Tarık ve Selen varken bunu yapamazdım.
“Senin ne işin var burada?” Göker de benim kadar şaşırmıştı. Kesinlikle bir iş çeviriyorlardı. Bu sefer işimi mahvetmelerine izin veremezdim.
“Siz tanışıyor musunuz?” Tarık bir bana bir de yanımdaki gıcık adama bakıyordu.
“Evet.”
“Hayır.” Sesim yüksek çıkmıştı.
Birbirimize dönüp farklı cevaplarımıza karşı gözlerimizi kısmıştık.
“Hayır, tanışmıyoruz.” Gözlerimi Göker’den alıp Tarık’a çevirdim. “Sadece geçen hafta bu arkadaş benim aldığım şeyi benden almıştı da.” Sözlerimle koluma bir cimcik atmıştı. Ona dönüp ne var? dercesine baktım.
“Alışveriş merkezinde karşılaşmıştık.” Açıklamada bulundu arkadaşlarıma.
“Evet ve benim aldığım kolyeyi benim elimden almıştı. Zorla.” Kafamı eğip en gıcık sesimle konuşmuştum.
“Parasını ödemiş miydin?” Soruyu sorarken neyi ima ettiğini tabii ki de anlamıştım.
Gözlerimi devirdim. Masa da olan kadehimi alıp bir yudum aldım.
“Ne kadar kabasın.” Selen kafasını sallayıp gözlerini devirerek Göker’e baktı. Onu boydan boya yargılayıcı bir şekilde süzdü daha sonra ise bakışlarını ondan aldı etrafa bakındı. “Erkekler.” Derken sesli bir nefes vermişti.
“Ben öyle yapmadım.” Göker’in yüzü düşmüştü. “Benimdi zaten.”
“Erkekleri dinlemeyi çok uzun süre önce bıraktım.” Selen onu umursamazca ortaya konuşmuştu. “Lavaboya gidelim.” Bana söylemişti bunu. Buradan gitmek istiyordum, özellikle yanımdaki kişiden kurtulup bir an önce işimi halletmem gerekiyordu bunun için direkt kafamı salladım ve arkasına takıldım.
Selen tuvaletin aynasında makyajını tazelerken bende planımı kafamda tekrar geçirmiştim. Genelde bir planım olmazdı. Sadece hislerime göre davranır, geri kalanını şansıma bırakırdım. İşe yarardı.
“Bu sıkıcı yerden kurtulmamıza ne kadar var?” Elindeki ruju çantasına koydu. “Hepsini gördük işte. Ayrıca içecekler berbat, masraftan kaçınmışlar.” Onu eğlendirmek ve memnun etmek zordu. Her şeyden şikâyetçi gibi görünse de çoğu zaman haklıydı.
“En ucuz marka şarap aldıklarına bahse girerim.” Aynada saçlarımı düzeltirken bir yandan da arada Selen’in saçlarına bakıyordum. “Saçlarına nerede bakım yaptırıyorsun?”
Gülümsedi ve bana döndü. “Bana güvenebilirsin, şehrin en iyi kuaförleri dokunabiliyor bu saçlara sadece.” Biliyordum, gerçekten saçlarına takıntılıydı. Bana yaklaştı ve ellerini onun tam zıttı olan koyu saçlarımda gezdirdi. “Saçların çok güçlü görünüyor aslında. Doğal hali bu değil mi?”
“Evet.” Bana yakınlaştığı için yüzünü daha net inceleyebildim. Pürüzsüz bir cildi vardı. En ufacık bir kusuru bile yoktu.
“Sadece neme ihtiyacı var saçlarının. Maskelerle dalgalarını daha da belirgin hale getirebiliriz.” Elini saçımdan çekti ve gözlerime bakarak gülümsedi. “İstersen beraber gidelim, sana göstermiş olurum gittiğim yeri.” Tekrar aynaya döndü ve yüzünü inceledi. “Hem masaj ve cilt bakımı da yaptırırız. İnan bana harika geliyor ve senin de benim de biraz dinlenmeye ihtiyacımız var gibi.” Kafasıyla aynaya bakmam için karşıyı işaret etti. “Yorgun görünüyorsun.”
İlk defa bu kadar konuşkan ve cana yakın görüyordum onu. Garip hissetmiştim. Hiçbir zaman insanlarla yakın olmak istememiştim ama bazen Selen’le gerçekten alışverişe çıkıp sadece genç kızların konuşacağı tarzda şeyler konuşup, düşünmek istiyordum. Özellikle şu an. Selen de benim gibi çoğu kişiye karşı soğuk ve şımarık görünürdü. Ama birbirimize karşı hiç böyle davranmazdık. Çok yakın arkadaş olabilirdik ama ben kendimi frenliyordum. Yapamazdım. Yakınlaşıp benim yalanlarımın ve sırlarımın ortasına onu atamazdım.
“Benim çok sevdiğim şeyler değil aslında.” Bayılırdım. Tam bir keyif düşkünüydüm.
Omzunu silkti. “Sen bilirsin.”
Çantamı elime aldım ve kapıya yöneldim. Biraz daha burada durursam Selen’e oraya birlikte gitmek için yalvarırdım. “Ben gideyim birkaç tanıdık vardı onlara selam vermem lazım.”
Bir şey demedi ama kafasını salladı. Arkamda onu bırakarak koridorda ilerlemeye başladım. Sarıya yakın boyanmış duvarları ve altın işlemeli desenleri inceledim. Ana salonun bir üst katındaydık ve orada değildi istediğim heykel. Bu katta olmalıydı. Sağa dönüp önüme çıkan ilk açık kapıya girdim. Burada tek bir tablo vardı. Karşı duvarı boydan boya kaplayan bir tablo. Zaman kaybetmeden oradan kapıdan çıkıp, diğer odaya yöneldim. Fakat bu odanın kapısı kapalıydı. Kapının kulpuna uzanıp açmaya çalıştım ama kilitliydi. Burada olmamasını umarak diğer odaya girdim.
Küçük bir odaydı. Işıklandırma sayesinde yerleştirilmiş sanat eserleri daha da parıldıyordu. Burada ki heykellerin hepsi küçüktü. Bir kaçı camın altındaydı. Benim heykelimde dâhil. Burada kimse yoktu ama gelmeleri an meselesiydi. Ani bir plan ve şansla hemen halletmeliydim. Birde el çabukluğu lazımdı tabi.
Kapının kenarından birilerinin olup olmadığına bakmak için kafamı eğdim. Kimse görünmüyordu ama sesler çokta uzaktan gelmiyordu. Kapıyı kapatmayı denedim ama kapanmıyordu. Bir çeşit zincirle kulpunu duvara sabitlemişlerdi. Bu iş beni germişti.
Derin bir nefes alıp cama yaklaştım. Elimdeki çantanın fermuarını açtım. Yavaşça uzanıp camı kaldırdım. Arkamı dönüp bir kez daha kontrol ettim, kimse yoktu. Elimi camın içindeki küçük Poseidon’ uma uzattım. Ona dokunmuştum ki arkamdaki sesle elimi çekmem bir oldu.
“Burası şimdilik kapalı.”
Hareket edemedim. Arkamı dönüp kapıya bakamadım. Biri beni gördüyse benim işim biterdi. Camı bile kapatamadım ve öylece bekledim.
“Arkanı dön.” Kuthan.
Yavaşça arkamı döndüm ve alacağım heykeli koruyacakmış gibi sanki onu arkama aldım. Kapıda beni kaçırdıkları gün gördüğüm uzun boylu tulum giymiş adam vardı. Tam karşımda ise o.
“Bak, yine benim işimi çalmaya çalışma.” Sitem etmiştim.
Odanın ortasından bana doğru yürüdü ve kafasını eğerek arkamdaki esere baktı.
Yüzünü buruşturdu. “İşim olmaz.”
Derin bir nefes verdim. Ama hala gergindim. “Neden buradasınız?”
Kapıdaki adam tüm cüssesiyle kapıyı kaplıyordu. Oradan geçip gidemezdim.
“İşini yap, sana izin veriyorum.” Kuthan daha da yaklaşmıştı. Omzumun üstünden ona bakmaya devam ettim.
“Senden izin isteyen yok.” Söylediği beni sinirlendirmişti.
Bakmaya devam etti ve elini birden çantama soktu. Sahte heykeli alıp elinde incelemeye başladı. Şaşkınlıktan bir şey yapamadım. Sadece ona bakakaldım. Saçları yine özenle taranmıştı. Uzun kirpikleri gözlerinin parıltısını bir an olsun azaltamıyordu. Biraz daha yaklaştı cama böylece yan yana durmuş olduk, sadece farklı yönlere bakıyorduk. Açık olan camın içinden gerçek heykele uzandı. Yandan ona bakıyordum.
“Seni neredeyse yakalayacaklardı.” Bana bakmadan konuşmuştu. Şimdi elinde hem gerçek hem de sahte heykel vardı. “Değil mi, Hüdayi.”
Kapıdaki adama seslenmişti. Adam ise sadece susuyordu. O günde pek konuşmamıştı. Kapıyı kapatmakla meşguldü.
“Teşekkürler, seni ilk gördüğümde hoşlanmıştım Hüdayi.” Gerginliğimi azaltmak için saçmalamıştım. Ne istediklerini anlayamıyordum. Kafamı karıştırmışlardı.
İkisi de cevap vermemişti. Bir an önce ne olduğunu öğrenip gitmek istiyordum. Kuthan’a dönüp ellerindekine baktım.
“Al.” Deyip bana gerçek olanı uzattı. Gözleri kısılmıştı.
“Amacın ne?” Artık oyalanma yeterdi.
“Hiç.” Omuzlarını silkti. “Sadece neden yeteneğin varken dikkatsiz davranıyorsun merak ediyorum.” Heykelleri tekrar incelemeye başladı. “Tıpa tıp aynı. Nasıl?” Yavaşça bakışlarını bana çıkardı.
Cevap vermedim. Ona Salih abiyi ve en güvenilir kaynaklarımızı açık etmezdim.
Elindeki sahteyi yavaşça camın içine uzattı. Yerine dikkatlice yerleştirdi. Bir süre durdu ve camın üstünü kapattı. Bana döndü ve gerçeği uzattı. “Al.”
Elimi uzatıp heykele dokunmamla çekmesi bir oldu. Kaşlarım çatıldı. “Ne?” Kafamı kaldırıp tavana bakarak derin bir nefes aldım. “Amacın ne? Oyun mu oynuyorsun?” Sinirden ateşim çıkmıştı. “Takip falan mı ettiniz beni. Neden buradasınız?”
“Tesadüf.” Hiçbir mimik yapmadan konuşmuştu.
“Ben tesadüflere inanmam abi.” Kapıdaki adam konuşmuştu. Aslında yaşı büyük değildi belliydi ama cüssesi o kadar büyüktü ki istemsizce adam diyesim geliyordu.
Kuthan hafif sırıttı. “Bende.”
Resmen oyun oynuyorlardı ve ben anlamıyordum. Artık dayanamadım ve bir anda atılıp elindeki heykeli aldım. Beni durdurmak için bir harekette bulunmadı. Bende bu fırsattan yararlanıp açık çantamın içine koydum ve fermuarı kapattım.
“Yeter, gidiyorum.” Deyip kapıya yöneldim. Sıkılmıştım. Odanın ortasına kadar yürümüştüm ki arkamdan seslendi.
“Ekibe katıl.”
BÖLÜM SONU