Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@melisefa19

Otuz dokuz gün. Ablamın kendisini asmasının üzerinden tam otuz dokuz gün geçmişti. Ve ben bugüne kadar tam otuz dokuz kişiyi öldürmüştüm. Çektiğim hiçbir acıyı dindirmese de dünyadaki tüm pislikleri öldürmek bana iyi geliyordu. En azından diğer insanların canı yanmıyordu.

 

Tüm ailem bir bir öldürülürken hayatta kalmak bana çok zor geliyordu. Biz üç kardeştik. En küçük kardeşim Lara, babamın düşmanları tarafından öldürüldüğünde o beş ben on yaşındaydım. Babam eğer onlara istediği her neyse verseydi belki şuan yaşıyor olabilirdi. Ama babam, hep bizi korumak istediğini, vereceği şeyin çok büyük bir şey olduğunu ve asla bunu yapmayacağını dile getiriyordu. Yıllar geçmesine rağmen hâlâ bilmiyordum vermediği şeyin ne olduğunu. Bundan tam yedi sene sonra ben yedi yaşındayken, annemi bir alışveriş merkezinde önünü kesen maskeli adamlar on yedi kez bıçaklayarak hayatına son vermişlerdi. Ablam o zamanlar üniversitedeydi. Küçüklüğümden beri hep resime ilgisi vardı. Güzel Sanatlar Üniversitesinde okuyordu bundan ötürü. Okuldan döndüğü zamanlarda aldığı bu haberden dolayı ağzını bıçak açmamıştı. Hiçbir şekilde yemek yemiyor ve gülmüyordu.

 

Geçen sene eve geldiğinde arkadaşlarının ihaneti ile sarsıldığını ve artık okula da gitmek istemediğini söyledi. Zaten annemin ölümü ablama çok ağır gelmişti. Okulu ve hayallerini yarıda bıraktıktan beş yıl sonra tam da benim doğum günümden bir gün önce kendi hayatına son vermişti. Canına kıymıştı. Onun ölümünden sonra, her şeyin sorumlusu olarak gördüğüm babam ve ben kalmıştık hayatta.

 

Hava bulutlu ve rüzgarlıydı. Yağmur yağacak gibi duruyordu. Ablam en çok güneşli havaları severdi benim aksime. Babamın yıllardır yanında çalışan tek güvendiği adamı, onun biricik sadıkçısı Asil'in sesi kulaklarımı doldurdu.

 

"Önder Bey'in arabasını hazırlayın, birazdan kendisi yola çıkacak."

 

Asil, ben doğduğumdan beri burdaydı. Yani en azından ben öyle biliyordum. Babasını yıllar önce bir trafik kazasında kaybetmişti. Babamla nerde ve ne zaman tanıştıklarını bilmesem de babamın benden çok ona güvendiğine emindim. Benden üç yaş büyüktü. Hatta ablamla aynı yaştaydı. Ama hiçbir zaman ablamla anlaşamazdı. Hep bir terslik vardı aralarında benim çözemediğim. Ablam hep prenses gibi büyütülmüştü. Asil ise onun aksine sert bir şekilde yetiştirilmişti babam tarafından.

 

Asil'in arabadan indiğini görünce kendi kendime gülümsedim. Onu özlemiştim sanırım. Bu evde tek konuştuğum kişi oydu. Tek arkadaşım da diyebiliriz. Ortalamaya göre uzun boylu bir erkekti. Koyu kahve saçları gözlerinin önüne dökülmüştü. Kirli sakalları ise en sevdiğimdi onun yüzüne ait. Hiçbir zaman kesmiyordu nedenini çözemesem de.

 

"Beni çok özlemiş görünüyorsun Periliçe?" Başını kaldırıp bana bakarken gülümsediğini fark ettim dudağında oluşan gamzesinden. Bana periliçe demesinin sebebi beni daha çok gülümsetti. Çünkü sihirli annem izleyerek büyüyen nesilden biriydim. Hâyâl dünyasında yaşayan bir gerizekalı desek daha doğru olur tabii. Ona kafamı hafifçe yana yatırıp cevap verdim. Yeni uyanmıştım ve hâlâ uykulu hissediyordum.

 

"Neler olduğuna inanamayacaksın," diye seslendim.

 

Asil başını arkaya doğru atıp saçlarını gözünün önünden çekti. "Önce kahvaltı yapmaya ne dersiniz küçük hanım?"

 

Gülümsedim. Kafamla mutfağı işaret ettim. Orada buluşabilirdik. Yani en azından kimse yanlış anlamazdı. Bu her gün bir rutindi bizim için. Babam bu zamana kadar benimle hiç kahvaltı yapmamıştı. Sanırım benim onu suçlu bulmam gibi o da beni suçlu buluyordu. Dışarıdan arika bir baba gibi görünse de evde asla öyle değildi. Saatlerce çalışma masasının başındaydı. Onu her gördüğümde kağıtlara bir şeyler yazıyor veya imzalıyordu. Ve ben onu gördükçe annemin, ablamın ve kardeşimin ölümünden sonra ailemizin artık bir bütün olmadığını hatırlıyordum.

 

Önce duşa girip kendimi rahatlatmam lazımdı. Çünkü kimsenin bilmediği sırrımı - Asil hariç- temizlemem lazımdı. Tenime ve tırnaklarıma bulaşmış kan lekesini temizlemek için duş almak bana her gün bir vazife haline gelmişti. Ne de olsa alışagelmişin dışında bir suikastçı olmak kolay değildi.

 

Evet doğru duydunuz: Ben Peri, babamın hayatta kalan tek akrabası. Ablamın ölümünden sonra gizlice dövüşçülük eğitimi alarak dövüşçü olma hayaliydi yanan o kızım. Bu kararı o öldüğünde tüm soğukkanlılığımla vermiştim. Hiçkimse ablamın katili için bir şey yapmamıştı. Babam dahil. Böylece olayın üstü intihar denilerek geçilip kapatılmıştı. Ama bana göre hiçbir şey tesadüf değildi.

 

O gece annemin yanına gidip, "Anne ben suikastçı olmak istiyorum " demiştim. Annem beni asla umursamamıştı. Ben de ertesi gün bunu Asil'e anlatmıştım. Beni dinleyip kendi tabirince beni o adamlarla tanıştırıp eğitim almama destek olmuştu. Tek destekçim.

 

Aradan yıllar geçmişti ve ben artık tek başıma kendime istihbarat bile toplayabiliyordum. Dünyadaki önemli isimleri ama cezasız kalan tüm suçluları bulup yaşamlarına son verirken aldığım her canın, her ölümün beni kız kardeşim, annem ve ablamın ölümüne sebep olan kişilerin yani katillerine bir adım daha yaklaştırıyor gibi hissettiriyordu.

 

Birkaç yıl sonra bir isim duydum beni eğitenler tarafından. Lakabı 'Kara' idi. Yüzü tamamen bir maske ile örtülüymüş. Hakkında bilgi toplamak adına hiç tanımadığım insanlarla ahbaplık kurmak zorunda kalıyordum. Kimse kimliğimi anlamasın diye kendimi çok iyi gizliyordum. O adamın canını alıp tarihten sildikten sonra kimse Önder Yıldırım'ın biricik kızı Peri Yıldırım suikastçı demeyecekti.

 

"Fatoş abla?" Diye seslendim bizim mutfakta çalışan hizmetkarımıza. Onu bu evin çalışanı olarak görmek hoşuma gitmiyordu. Orta yaşlı, pofuduk yanakları ile sevecen bir kadındı Fatoş abla. Ablam öldükten sonra benimle vakit geçirip her koşulda yanımda olan kişilerden birisiydi. Çünkü diğer kişi Asildi. Bana hem anne hem teyze yeri geldiğinde abla olmuştu.

 

"Efendim canım?"

 

"Kahvaltımı mutfakta, Asille yapacağım. Benim servisimi oraya açabilirsiniz."

 

Fatoş abla bir an duraksadı. "Üzgünüm Peri Hanım ama babanız, Önder Bey bu sabah sizinle kahvaltı yapmak istediğini belirtti. Sizi salona bekliyor. Sanırım sizinle konuşmak istediği bazı konular var. Rica etmedi. Emretti."

 

Bu aniden aklımda fikirler oluşmasına sebep oldu. Babam benimle neden konuşmak isterdi ki? Konu ne olabilirdi? Yoksa artık evlenmemi falan mı düşünüyordu? Konu eğer evlilikse buna şaşırmazdım. Çünkü yirmi üç yaşındaydım. Ve mürvetimi görmek isteyebilirdi. Gerçi buna pek inanmak zordu ama neyse.

 

Bir an önce salona inip benimle ne konuşacağını öğrenmem lazımdı. Üzerime bol salaş beyaz bir tişört geçirdim. Altıma dizleri yırtık mavi kotumu giydim. Ama suikastçı iken giydiğim siyah takımlarımı kesinlikle bu hanımefendi görünümüne tercih ederdim. Onlar vücuduma tam oturuyor ve kendimi daha güçlü hissetmeme neden oluyordu. Sanki karanlıktaydım ve hiç kimsenin beni göremeyeceğini hissediyordum.

 

Son kez aynada kendime bakıp saçlarımı at kuyruğu yaptım. Salona doğru giden merdivenlerden inmeye başladım. Bizim ev tamamen beyaz renklerle dekore edilmişti. Koltuklar, perdeler, halılar ve daha niceleri. Ve bunlar tamamen babamın tercihiydi.

 

Salonun hemen ilerisinde mutfağa giden bir hol vardı. Geniş koridor boyunca, ellerinde tepsiler ile ilerleyen ve sürekli farklı yiyecekler getiren hizmetkarlarımız vardı. Hizmetkarların işi bittikten sonra gergin bir aile kahvaltısı olacağı belliydi. Çünkü yalnızca ikimiz kalmıştık. Dudaklarımı tedirgin bir şekilde kemirirken devasa masaya yaklaştım. Babam baş köşeye oturmuş, beni bekliyordu belli ki.

 

"Umarım çok bekletmedim, baba" Dedim son kelimeye baskı yaparak.

 

Babam nazikçe gülümsedi.

 

"Ben de yeni oturmuştum zaten, kızım" Dedi aynı benim gibi yaparak. Sesi fazla gergindi. Babamın yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. Ağzına birkaç lokma aldığında ben de uzandım tabağa.

 

"Geceleri iyi uyuyor musun, güzel kızım?" Dediğinde ağzımdaki lokma az kalsın boğazıma kaçıyordu.

 

"Ah, su getirin hemen!" Diye seslendi mutfağa. Boğazımı temizledim.

 

"Evet ama benimle ne konuşmak istediğini açıkça söyleyebilirsin. Kendini zorlamana gerek yok, babacığım" Dedim onu takmadan. Çünkü gerçekten onun bu yapmacık tavırları beni sinirlendirmişti. Üstelik Asil'e anlatmak istediklerim vardı dün gece olanlarla ilgili.

 

Babam bu tavrım karşısında şaşırmıştı. Hafifçe öksürüp boğazını temizledi.

 

"Ah, seninle bir şeyler konuşacaktım doğru ya, unutmuşum" Dediğinde bu şapşal halleri beni güldürdü. Dev şirket sahibi Önder Yıldırım, herkesle sert buz gibi iken, biricik kızı ile ciddi bir şey konuşamıyordu ne yazık ki.

 

"Peri, artık biliyorsun ki küçük bir kız çocuğu değilsin. "

 

İşte şimdi başlıyordu Önder Yıldırım ciddiyeti.

 

"Artık malum yaşlandım ve şirketime bir yönetici seçmem gerek. Sende tek varisimsin. Bunun için işlemlere başlamak istiyorum. Lakin sana biraz daha zaman tanımak istiyorum en azından kendine bir eş adayı bulana kadar. Senin için bir eş seçmeyeceğim. İstediğin kişi ile evlenebilirsin. Ama vaktin az bilgin olsun. Ailemiz için yas tuttuğunu biliyorum. Ama birkaç hafta sonra şirketimizde bir balo olacak. Buna senin de katılmanı istiyorum. Önder Yıldırım'ın kızı ile artık herkes tanışmalı. Hem belli mi olur, belki baloda tanıştığın birisi seninle evlenmek ister, ne dersin?"

 

Bu konunun buraya gelmesi yani evlilik pek de beklemediğim bir şey değildi. Ama babamın şirketi hiç de bana göre bir iş değildi. Sakin, monoton bir hayatım yoktu benim. Düşüncelerim arasından sıyrılmam babamın bana söylediği son sözler oldu.

 

" Eğer zamanın dolana kadar kendine bir eş bana da bir damat adayı getirmezsen, benim seçimlerime maruz kalırsın, canım kızım."

 

Babam ve seçimleri. Hiçbir şey söylemedim. Balo için kendime kıyafet bakacağımı ve onun tabiriyle kendime eş bulma fikrine sıcak baktığımı söyleyerek merkeze gidip, ailemi ölüme sürükleyen katili bulmak için benim adıma güzel bir fikir olacaktı. Ancak bunu babamın bilmesine gerek yoktu.

 

"Elbette babacığım, ailemize yakışır bir damat bulacağım. Baloya da mutlaka geleceğim. Seni hayal kırıklığına asla uğratmam!" Bu konuda ciddiydim. Ama damat konusunda tereddütlerim vardı.

 

Tam o sırada, bu keyifli 'aile' konuşmamızı Asil'in odaya girmesiyle bölünmesi bir oldu.

 

"Önder Bey, beni çağırmışsınız" Dedi bana kaçamak bakışlarla bakarken.

 

"Evet Asil. Geldiğin için teşekkürler. Son durumları almak istiyorum senden."

 

Babam biraz geri çekilip omuzlarını geriye atmıştı. İşte tam da Önder Yıldırım duruşu. Kararlı, sert ve soğuk.

 

"Efendim, tüm aramalarımıza rağmen ne yazıkki 'Kara' lakaplı suikastçıya dair herhangi bir iz, bilgi bulamadık."

 

Bu ismi duymamla birlikte içtiğim su ağzımdan püskürdü. Ancak ne Asil ne de babam beni fark etmedi. Babam hışımla ayağa kalktı. Yere çarpan sandalyenin gürültüsü tüm konağı inletirken, Asil başını önüne eğmişti.

 

"Bu nasıl olur, Asil?" Diye sordu babam öfkeyle. "Bu adam Hayalet değil. Kendisini suikastçi sanan ucube birisi. Bir şeyler başardığını zanneden işe yaramaz adamın teki olduğuna eminim. Adamın seri katil olduğunu biliyorsunuz. Nasıl bir iz bulamazsınız?"

 

Asil rahatsız bir şekilde yutkunup, "Önder Bey, birçok ekiple gittik. Muhtelemen birisi ona geldiğimizi duyurmuş olabilir. Bizi biliyorsunuz, birlikte görülünce hemen sizin adamınız olduğumuz anlaşılıyor. İzin verirseniz benim başka bir planım var."

 

Babam burnundan öfkeyle soludu.

 

"Dinliyorum seni"

 

"Ben tek başıma gideyim efendim. Yalnız başıma gidersem eğer anlamaz. Onu tuzağa düşürüp size getirmesi kolay olur."

 

"Bunun işe yarayacağına emin misin?"

 

Olumlu anlamda başını salladı.

 

"Tamam o zaman. Sana her zaman güveniyorum biliyorsun ki. Onu bana mutlaka diri getir. O aptal bir dersi hak ediyor."

 

Babamın tok, kendinden emin sesine Asil başını sallayıp uzaklaştı.

 

"Konumuz bitti sanırım?" deyip babamdan izin istedim. Kafasını iki yana sallarken yanağına ilk kez öpücük kondurup uzaklaşırken babamı en son ne zaman öptüğümü düşünmeden edemedim. Hatırlamıyordum.

 

Asil bahçede çardakta oturuyordu. Yanına doğru ilerledim. Telefonunda bir şeylere bakıyordu.

 

"Senin orada olduğunu biliyorum Periliçe. Haydi dinliyorum."

 

Beni neden bu denli iyi tanıyordu...

 

"Sen bu 'Kara' denilen adamın peşinden gidecek misin gerçekten?"

 

Başıyla onayladı. "Evet. Kendisini saklamayı çok iyi biliyor. Ordu gibi gittik adamın peşine. Anlamasaydı aptallık olurdu."

 

Sinirden kasılan çenesi benim gözlerimle buluşan gözlerinden sonra dudakları yana doğru kıvrılırken içe göçen gamzesi beni gülümsetti.

 

"Seninle bende geleceğim" Dedim soru sormadan.

 

Tek kaşını kaldırıp, "Sen ve benimle gelmek öyle mi?" deyip gürültülü bir şekilde güldü.

 

"Benim suikastçı olduğumu ne zaman unuttun, çimen gözlüm?"

 

Bu söz onun hoşuna gitmiş olmalıydı.

 

"Ve en önemlisi babam benim evlenmemi istiyor. Bunun için baloya da katılmamı istedi. Artık bu iş olana kadar bir macerayı daha hak ettim bence. Babam öğrenirse suçu ben üstlenirim. Seni zorlandığımı ve tehdit ettiğimi söylerim."

 

Asil'in evlenme kelimesinden sonra yüzünün düştüğünü ve kaşlarını çatarak bana baktığını gördüm.

 

"Tehlikeli olacak. Pis mekanlarda olabiliriz. Saatlerce yürüyebilirsin. Araba olmayacak. Koşup dizini kanatabilirsin. Kötü insanlar olabilir. Güvenliğin için evde kal. Israr etme."

 

"Ya of! Ne zamandır benim işlerime karışır oldun Asil? Ben ne diyorsam o."

 

"İyi madem. Ama yetki bende. Hiçbir işe karışmayacaksın. Ben ne dersem o olacak. Anlaşıldı mı?"

 

Başımı olumlu anlamda salladım. Yarına kadar kıyafetlerimi ve silahlarımı ayarlamam lazımdı. Heh bir de erken kalkmam. Odama doğru ilerlerken düşündüğüm tek şey bu maceradan çok fazla keyif alacağımdı.

Loading...
0%