@melissariaa
|
♫ Tommee Profit-Tomorrow We Fight ♫
|| Bölümü oylarsanız sevinirim, iyi okumalar.||
Bazı şeyleri kabullenmek zordur. Görülenleri sindirmek, ihtimallere can vermek, duyguları kapı dışarı etmek... Korkmam dersin ama en olmadık şeyle damarlarına akın eder o korku. En kötüsüde bilmediğin bir şeyden korkmaktır. Sağa mı döneceğini, sola mı döneceğini bilemezsin. Hamlesinin nereden geleceğine akıl erdiremezsin. Dokunamadığın, duyamadığın, koklayamadığın, göremediğin, tadamadığın bir şeyden korkmak akıl kârı mıydı? Yeryüzünde hiçbir hücresi bulunmayan bir canlı söz konusuydu. Bunu doğduğum andan beri biliyordum fakat küçümsemiştim çünkü benim için göremediğim ve dokunamadığım bir şey bana zarar veremezdi. Verebilir miydi? Tırnaklarımı kafama saplarken saçlarım yeri süpürüyordu. Adamın görüntüsü gözlerimin önünden gitmiyordu. Neden şimdi? Çok uzun yıllardır bu gezegenin bir parçasıydım ve hiçbir zaman böylesine bir şeyle karşılaşmamıştım. Gabona benim için hep bir hayal ürünü gibiydi. Benim bir şeyi tehlike olarak algılayabilmem için o şeyden bizzat zarar görmem ya da bu zarara bizzat şahit olmam gerekti. Büyüklerim anlatırdı, babam anlatırdı eskiden. Onun korkunç bir yaratık olduğunu ve biz insanlardan ne istediğini bilmediğini söylerdi. Kimse bilmezdi. Bazı zamanlar kasabalarda dedikodular yayılırdı, "Gabona'yı görmüşler! Korkunç yılan derili, on metre bir yaratıkmış." diye hikayeler uydururlardı. Bazıları buna inanırdı fakat tabii ki çoğunluk bunun gerçek olmadığını bilirdi. Gabona hiçlikti. Gabona varlığına da yokluğuna da tereddüt ettiren bir efsaneydi sadece. Derin bir nefes alıp kafamı geri atarak yatağın kenarına yasladım. Yerde oturmuş saatlerdir düşünüyordum. Ne düşündüğümden de emin değildim çünkü karşımdaki şeyin ne olduğundan emin olamıyordum. Bilinmemezlik beni hep korkutuyordu. Huzursuzca yerimden kalkıp kulübenin içinde turlamaya başladım. Kafamın içi sorularla kaynıyordu. Gözlerim kapıya takıldığında kapının önüne döktüğüm muma baktım. Bu benim koruyucu mumlarımdan biriydi. Beni Gabona'dan korur muydu? Tedirginlikle masama ilerleyip her şeyi talan etmeye başladım. Ellerim hızlıca raflarda gezinirken birkaç şişe yere düşüp kırıldı. Umursamadan bu sefer de çekmecelere geçtim. Bir şeyler olmalıydı. Beni Gabona'dan, bildiğim ve bilmediğim her şeyden koruyacak bir şeyler olmalıydı. Büyüsüz olmanın acizliğini ilk defa böylesine içimde hissedebildim. Adeta bir yılan gibi ruhumun derinliklerinde kıvrıldı ve en çaresiz hissettiğim noktalara baskı uyguladı. İlk defa yıllardır yaptığım onca şey saçma geldi. Mumlarım, tozlarım, bitkilerim, karışımlarım, zehirlerim, panzehirlerim, tuzlarım, tılsımlarım ve diğer bütün yaptıklarım. Hepsinin birer saçmalık olduğu hissi içime işlerken ellerimi masaya yaslayıp kafamı eğdim. Bunlar beni Gabona'dan korumayacaksa ne işe yarardı ki? Acizdim. "Hayır." diyerek kendimi ikaz ettim. "Hayır, değilim. Aciz değilim. Bütün bunlar bugüne kadar beni korudu ve yine koruyacak." Kendi sesimle bütün düşüncelerimi susturarak yavaşça kafamı kaldırdım. Çoğu zaman kendimle konuşur, kendi moralimi kendim düzeltirdim çünkü tek başımaydım. Dışarıdan deli gibi gözüksem de akıl sağlımı korumam için kendi kendime konuşmam şarttı. Birkaç adım geri çekilerek bütün malzemelere uzaktan baktım. "Duygularının seni yönetmesine izin veriyorsun, Karina." Abimin bana sürekli dediği cümleyi, kendime sesli bir şekilde hatırlattım. "İzin vermeyeceğim." diye mırıldandım. Masanın yanına, yere koyduğum yaklaşık 20 santimetre genişliğindeki ağaç parçalarından birini aldım. Bu ağaçları uzun zaman önce yuvarlak şekillerde kesip törpülemiştim. Ağaç parçasını masaya koyup yerdeki kutunun içinden kalın bir demir parçası ve çekiç çıkardım. Demiri ağacın kenarına tek tek çakıp ağaç parçasının kenarlarında 20-25 tane delik açtım. Çekmeceden aldığım bir eldiveni hızlıca elime geçirerek demir bir maşa yardımıyla yerdeki sepetin içinde duran, dikenli ve zehirli sarmaşıklardan bir tane alarak masaya koydum; bu sarmaşığı ağacın etrafına saracaktım ama öncesinde üzerine sembolü kazımam lazımdı. Başucuma yönelip oraya bıraktığım hançeri alarak tekrar masanın başına geldim. Bedenimi rahatlatması umuduyla derin bir nefes aldım ve hançerin uç kısmıyla fazlasıyla aşina olduğum o sembolü ağacın üzerine kazımaya başladım. Spiral göz. İyice oyuntulu olmasına dikkat ederek birkaç defa üzerinden geçtiğimde şekil tamamen ortaya çıkmıştı. Bu bana bahşedilmiş güçlü bir koruma sembolüydü bu yüzden sürekli kullanamıyordum. Vücudumda büyü gücü taşımadığımdan bu tarz güçlü büyü enerjileri beni halsizleştirebiliyordu. Maşadan yardım alarak sarmaşığı tek tek deliklerden geçirerek ağacın etrafına sardım. Bu sarmaşık, içinde biriktirdiği zehirli büyüyle, büyünün etrafında bir kalkan oluşturacak ve büyünün sadece semboldan dağılmasına yardımcı olacaktı. Birkaç tane daha sarmaşık sarıp hasır bir halattan kapıya asmak için minik bir askı yaptım. Artık ağacın kenarları tamamen sarmaşıkla kapanmış, ortadaki göz sembolu bana bakıyordu. Hazırdı. Ağacı oyduğum hançeri elime alıp keskin kısmını avcumun içine koydum ve parmaklarımı kapatıp hançeri hızlıca çektim. Acının etkisiyle dudağımı ısırıp elimden akan kanı yere akıtmadan hemen ağacın üstündeki sembolün içine akıttım. Birkaç damla spiralin sol başlangıcına, birkaç damla da sağ başlangıca damlattığımda kan yavaşça spiralin içinde dönerek ortadaki gözün içini doldurdu. Birkaç adım geri çekilip büyünün oluşmasını bekledim. Sabırsızca kıpırdanırken, "Hadi ama..." diye fısıldadım. Bir yandan da elimdeki kesiğe baskı uyguluyordum. Bir süre daha beklediğimde merakla öne bir adım atacaktım ki ağaç parçasından yayılan somut bir büyü vücudumu delip geçti. Bu büyü asla Gabona'ın beni metrelerce öteye fırlatan büyüsüyle karşılaştırılamazdı ama yine de anlık bir boşluk hissiyle ağzımdan inilti çıktı ve gözlerim kapandı. Büyü yayılırken hafif uğultulu bir ses çıkartırdı ya da bu benim paranoyaklığım sonucu duyduğum bir sesti. Ruhum resmen bedenimin içinde dalgalanırken gıdıklanmaya benzer, tuhaf ve rahatsız edici bir his oluşmaya başladı. Gözlerimi araladığımdaysa evin içine bir ağırlık çökmüştü. Büyünün içinde bizzat benim kanım olduğundan büyü sadece bana ve bana ait olanlara etki ediyordu, edecekti. Birkaç kez gözümü kırpıştırıp vücudumun büyünün ağırlığına alışmasına müsaade ettim. Başımı kaldırıp hafifçe etrafımda döndüğümdeyse... Bu muazzamdı. Bu büyüyü birkaç defa yapmıştım ama daha küçük çaplı yaptığımdan hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştım. Tam tur etrafımda döndüğümde uzun saçlarım savruldu. "Çok güzel..." diye fısıldadım istemsizce. Sanki ben değilde, küçük Karina konuşuyordu. Evin içi tamamen büyüyle dolmuştu ama bu büyü diğerlerine kıyasla daha somut bir büyü olduğundan, bu sefer büyüyü net bir şekilde görebiliyordum. Hafif puslu ve içinde sime benzer birçok ufak parıltının bulunduğu büyü, evimin havasını ele geçirmişti. En sevdiği oyuncağına kavuşmuş bir çocuk edasıyla kıkırdadığımda elimi kaldırıp havada gezdirdim; büyü elimin etrafında hareket ediyordu. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Gülümsemem gittikçe genişlerken ara ara sesli şekilde gülüyordum. Neye güldüğümden emin değildim ama uzun yıllar sonra evime dönmüş gibi hissediyordum. Gerçek evime. "Çok özledim bu hissi." Ellerim büyünün içinde dolaşırken tekrardan etrafımda dönüp büyüyü her bir noktamda hissetmeye çalıştım. Ne kadar fani vücudum bu histen hoşlanmayıp daha şimdiden beni halsizleştirsede ruhumun dinlendiğini hissediyordum. Ruhum kesinlikle büyüye aitti. Büyümü benden alsa da bu aitliği benden asla alamayacaktı. Asla. Bedenimin her bir noktasına ulaşan ağırlık hissi beni yorduğunda, kendi kendime oynadığım bu çocukça oyuna bir son verdim. Elimde olsa sonsuza dek bu anda sıkışıp kalmak isterdim fakat bedenim buna izin vermiyordu. Bu büyü sürekli evde asılı olacağı için ilk olarak evin etrafında bir kalkan oluşturacaktı. Bu kalkan Gabona'yı durdurmazdı belki ama ufak bir ihtimalde olsa oyalama şansı vardı. Deneyimleyip görecektim. İkinci olarakta beni koruyacaktı. Dışarıda olduğumda bile bu büyünün bir parçası benimle olacağından en basitinden enfekteleri baya bir afallatırdı, bu da benim işime gelirdi. Banyoya yönelip iki musluğuda açtığımda küvet suyla dolmaya başladı. Üzerimdeki her şeyi çıkarıp kirli sepetine attığım ve oyalanarak aynanın karşısına geçtim. Ormanda sürüklendiğimde vücudumun bazı noktalarının derisi zedelenmişti ve sırtımı ağaça çarptığım için hafif bir ağrı çekiyordum. Sağ gözümdeki bandajı çıkarıp aynaya yaklaştım ve iltihaba yakından baktım; çok büyük ölçüde azalmıştı ama gözümün beyaz kısımları hala fazlasıyla kanlıydı. Sol gözümü kapatarak görüşümü kontrol ettiğimde tam net göremesemde düne göre daha iyiydim. Dün yaptığım damladan tekrar damlatırsam yarına tamamen geçerdi. Küvet tamamen dolduğunda banyo dolabını açıp içinden birkaç tane çiçeğin özünden yaptığım sıvıyı küvette ki suya karıştırdım. Hem vücudumu rahatlatacak hem de yaralarım daha iyi temizlenecekti. Sonunda küvete girdiğimde saçlarımı küvetin dışında bıraktım -yerde koca bir yığın oluşturmuştu. Suyun sıcaklığı ve çiçeklerin özü vücudumu yumuşatırken kendimi küvetin içinde kaydırarak yüzümü suya daldırıp çıkarttım. Kendime gelmem lazımdı. Zaten yeterince zayıfken bir de fiziksel yaraların beni geri çekmesine müsaade edemezdim. Ve asıl soru... Şimdi ne yapacaktım? Avcılar muhtemelen bu gece birinci kıtaya dönmek için yola çıkarlardı. Yarığa tekrar gidip olaydan sonra bir değişiklik olup olmadığına bakabilirdim. Belki bir kalıntı ve ipucu çıkardı. Derin bir nefes aldığımda gözlerimi kapattım. "Gabona'yla ilk temasa geçişim bu şekilde olmamalıydı." diye söylendim kendi kendime. Benim için bu zamana kadar Gabona hep hikayelerden ve görünmezlikten ibaretti. Hiç bizzat -bu şekilde- karşılaşmamıştım. "Gerçi bu güne kadar karşılaşmamam da garip yani." Hafifçe doğrulup yandan köpüğü alarak suyun içine sıktım. Tekrardan aynı poziyonumu aldım ve elimi çırparak suyu köpürttüm. "Şimdi," Kafamda bir plan oluşturmam lazımdı. Suyun içinde sol elimi kapatıp bir parmağımı açtım. "İlk olarak; banyodan çıkıyorum, iki saat uyuyup geri kalkıyorum ve sabah olmadan geri yarığa gidiyorum." İkinci parmağımı da açtım. "İkinci olarak; artık resmi olarak Gabona'yı araştırmaya ve ne olduğunu bulmaya odaklanıyorum." Üçüncü parmağımı da açtım. Şu an bir şarap, bir sigara iyi giderdi. Neyse, odak bozmak yok. "Üçüncü olarak; Lord meselesini aksatmak asla yok. İntikam dosyası hala açık." Dudağımın içini yiyerek düşünmeye devam ettim. Bundan sonra atacağım her adım daha önemliydi. Cevap bulmam gereken sorular her geçen gün artıyordu. Beynim bu sorularla boğuşurken daha fazla oyalanmayarak yıkandım ve yatağa giderek kısa süreli uykuma daldım. ... Botlarımın dalları çatırdatarak ses çıkarmasına engel olmaya çalışarak saatler önce bulunduğum noktaya geri geldim. Tekrardan bok gibi enfekte kokmaya niyetim yoktu o yüzden bu sefer kokumu gizlemek için yoğun kokulu çiçeklerden oluşan bir sprey kullandım; bu da bir nevi iş görürdü. Temkinli bir şekilde avcının öldüğü yere geldim. Ortalık sessizdi, enfekteler başka bir bölgeye çekilmişlerdi. Beni duymaları veya görmeleri an meselesi olduğu için hızlıca olay yerini incelemeye başladım fakat garip bir çekilde etrafta hiçbir şey yoktu. Ne herhangi bir organ ne de bir damla kan. Sanki Gabona giderken cesetin her bir hücresini de beraberinde götürmüştü. Kaşlarımı çatarak etrafımda döndüm. Ağaçlarda gözlerimi gezdirirken gözüme ölen avcının arkadaşının, arkasına saklandığı ağaç ilişti. Birkaç saniye olduğum yerde durarak ağaca baktım, garip bir şeyler hissediyordum. Vücuduma fazlasıyla yabancı kalan bir his ruhuma pençelerini geçirdi. Hislerim yüksekti bu yüzden -ne kadar yabancı hissettirsede- içimden gelen bu güdüye güvenmeyi seçtim. Dikkatli bir şekilde ağaca yaklaştığımda içimde güçlenen bu anlam veremediğim güdü beni tamamen ele geçirmişti. Evde yaptığım koruma büyüsü üzerimde ki etkisini sürdürüyordu bu yüzden biraz daha rahattım. Sol elimdeki eldiveni çıkarıp elimi tereddütle ağaca yaklaştırdım ve derin bir nefes aldım. Parmaklarım büyük bir çekimle ağacın kavuğuna dokundu. Başıma saplanan büyük bir ağrıyla sıkıca gözlerimi kapatmak zorunda kaldım ve hızlıca geri açarak birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. "Umarım Lord bize ağır bir ceza vermez." Bu ses... Ne oluyordu? Hala aynı yerdeydim, ağaca dokunuyordum. Sadece hava biraz farklıydı. Sanki puslu... Elimi ağaçtan çekip sesin geldiği yöne, arkama dönerek sesin sahibine baktım. Gözlerim ardına kadar açılırken anın gerçekliğinden emin olmaya çalıştım. Ölen avcı ve arkadaşı saatler önceki haliyle karşımda duruyordu. "Eğer seni ve diğerlerini cezalandıracak olursa bunu kendi isteğimle yaptığımı söyle. Birazdan olacak her şeyi ona en ufak detayına kadar anlat, hiçbir detayı atlama." Aldığım nefes bile şaşkınlığımla kesilirken kaşlarım çatıldı. Ne olduğunu anlayana kadar hareket etmemeye ve ses çıkarmamaya karar verdim. Kalbim ne kadar büyük bir gümbürtüyle çarpsada kendimi sessiz olmaya zorladım. Şu an paniğe kapılmamın ne bana ne de içinde olduğum durumu anlamama bir yardımı yoktu. "Ya hiçbir şey olmazsa ve boş yere ölmüş olursan? O zaman ne olacak?" Ölen avcı hafifçe arkadaşına eğildi. "İşaretler... Onlara güveniyorum. Bunu denemeden asla bilemeyiz. Bir de, geminin ufak bir arıza yapmasını sağladım. Bu yüzden bir gün daha fazladan kıyıda kalacak. Diğerlerine çaktırmadan araştırma yapmaya çalışın. Lord'a ve halka yararım olur umarım." Diğer avcı onaylamaz bir şekilde kafasını salladı fakat sesini çıkarmadı. "Git hadi." Arkadaşı bana doğru döndü ve koşmaya başladığında refleks olarak kaçmak için arkamı döndüm. Belli belirsiz pusun gezindiği hava bir anda yok olurken tekrardan arkamı dönerek avcılara baktım. Yoklardı. "Bu neydi böyle?" Kendi kendime mırıldandığımda sessiz bir küfür savurdum. Tekrardan ağaca döndüğümde iki elimi de ağacın gövdesinde gezdirdim fakat az önceki o güdünün, çekimin hepsi yok olup gitmişti. Kaşlarımı çatarak ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bütün hayatını fani geçirmiş ve büyüden bihaber birisi olsaydım şu an ki olay beni korkudan alt üst edebilirdi fakat bu gezegen tamamen büyüyle doğduğu için bu olay o kadar olağandışı gelmiyordu. Belki de sadece Uliana'nın bana oynadığı bir oyundu. "Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım." Sesli düşündüğümde gözüm ağaç ve az önce avcıların olduğu yer arasında gidip geliyordu. Bunu ben mi yapmıştım yoksa Uliana mı? Fani bedenimle böyle bir görünün içinde bulunmak tüylerimi ürpertirken kafa karışıklığıyla kafamı iki yana salladım. "Kitaplarıma bakmam lazım. Şu an yeni bir gizemi düşünemem. Şu an olmaz." Az önce olan şey hakkında bilgim yokken bu durumdan çıkarım yapamazdım bu yüzden bunu sonra düşünmeye karar verdim. Şu an bu durumdan daha vahim konular vardı. Bacağımdaki deri not defterini ve kalemi alarak sadece kendim anlayacağım bir şekilde gördüklerimi not aldım. Yazdıklarıma kısa bir göz atarken avcının dediklerini sesli tekrar ettim. "Geminin ufak bir arıza yapmasını sağladım. Bu yüzden bir gün daha fazladan kıyıda kalacak." Gemi hala kıyıdaydı. Hızlıca defteri kapatıp tekrardan cebime koydum ve kıyıya doğru koşmaya başladım. O gemiye girmek zorundaydım. Her geçen gün kafamdaki soruların artması artık canımı sıkmaya başlamıştı. Kıyıya koşmaya devam ederken az önce yaşanan başka bir detayı daha düşündüm. O avcılar bunu gerçekten Lord'dan gizli mi yapmışlardı? Saatler öncesine kadar avcıyı feda edeni Lord sanıyordum fakat bunu Lord'dan habersiz yapmışlardı. Bu da ayrı bir mevzuydu. Hepsini sonra düşünecektim, şu an zamanı değildi. Bu avcı eğer böyle bir şey için kendini feda edecek birisiyse kesinlikle daha fazlasını bilme ihtimali vardı. Bu ihtimali değerlendirmek için gemide avcının eşyalarını arasam iyi olacaktı. Kıyının yanına gelince soluklanmak ve geminin çevresine bakmak için kalın bir ağacın arkasına gizlendim. Bir yandan nefesimi düzenlerken gözlerim kıyıyı taradı. İnsanın gözlerini kamaştıracak büyüklükte bir gemi kıyıda duruyordu; bu gemilerden öncesinde fazlasıyla görmüştüm. Biraz eğildiğimde geminin arkada kalan kısmından birkaç kişi sohbet ederek çıktılar. Birkaçı sigara yakıp içmeye başladığında gülerek sohbet etmeye devam ettiler. Üzerlerindeki kire bakacak olursak hala geminin arızasıyla uğraşıyorlardı. Ağacın diğer tarafına geçerek geminin sol tarafına daha geniş açıdan baktım. Arıza sağ tarafta olduğundan geminin solu tamamen boştu. Soldan girebilirdim. Gemiye doğru harekete geçmeden önce üzerimdeki spreyi tazeleyerek kokumu tekrardan gizledim ve kendimi güvenceye aldım. O insanların dikkati başka yöne çekilmediği sürece gemiye girmem imkansızdı. Avcı değillerdi, bu yüzden herhangi bir yakalanma durumunda onları alt etmem daha kolay olurdu ama yok yere daha fazla insan öldürmek istemiyordum. Gözlerimi adamların üzerinden çekmeden olduğum yerde beklemeye başladım. Dakikalar sonra verdikleri sigara molasını sonlandırarak tekrardan geminin sağ arka tarafına giderek gözden kayboldular. Bir saniye bile zaman kaybetmeyerek hızlıca ağacın arkasından çıktım ve var gücümle koşarak geminin sol tarafına geçtim. Yukarıdan sarkan iplerden biri yakaladım ve çekiştirerek sağlamlığını kontrol ettim. Muhtemelen eşya indirmek için bağlamışlardı ve kesinlikle sağlamdı. Yukarı doğru sıçrayarak ipe tutundum ve bacaklarımdan da destek alarak ipten yukarı çıkmaya başladım. Geminin uç kısmına kadar geldiğimde kafamı çıkarmadan önce elimi ipe sarıp birkaç saniye bekledim. Hislerimi ve kulaklarımı dört açarak etrafı görmeden kolaçan ettim. Ortalıkta kimse yoktu. Sanırım gemi arıza yapınca avcılarda son bir ava çıkmışlardı. Bu fazlasıyla işime gelirdi fakat ne zaman döneceklerini bilmediğimden acele etmem gerekti. Bütün gücümü kollarıma toplayarak kendimi yukarı çektim ve içeri atladım. Şu andan itibaren bir kedi gibi davranmam gerekiyordu. Sessiz ve sinsice. Gözlerim etrafta dolanırken etrafta büyük bir sessizlik hakimdi. Yönümü bildiğimden adımlarımı geminin içine doğru inen merdivenlere yönelttim. Lord'un bütün gemileri aşırı büyük ve içinde her türlü şeyi barındıracak şekilde tasarlanmıştı. İç tasarımı gerçekten fazlasıyla düzenli yapılmıştı; insanı bir savaş gemisinde gibi değilde ev de gibi hissettiriyordu. Aşağı kata inerek avcıların konakladığı odalara geldim. Her rütbeye göre odalar ayrılıyordu. Aradığım avcının veya arkadaşının adını bilmiyordum. Önümde gemi boyunca uzanan koridora ve karşılıklı yerleştirilmiş elliyi aşkın odalara baktım. Hepsine girip arayacak zamanım yoktu bu yüzden birkaç saniye olduğum yerde durarak ne yapacağımı düşündüm. Ani rota değişikliğimden dolayı herhangi bir plan yapamamıştım. Kapıların üzerlerinde oda numaraları ve isimler vardı fakat avcının ismi olmadan hiçbir işime yaramazdı. Gözlerimi kapatıp ormanda ki konuşmaları zihnime getirdim. Konuşmaları tekrar zihnimde canlandırdım. Tekrar tekrar dinledim ama birbirlerine herhangi bir isimle seslenmiyorlardı. Gözlerimi açmadım, etrafı ve avcıların kıyafetlerini inceledim. Bir ipucu olmalıydı, ufak bile olsa olmalıydı. Dikkatim iki avcıya kaydığında yeleklerinin göğüs kısımlarında yazan rakamlar dikkatimi çekti. Bunlar onların avcı numaralarıydı. 47 ve 48. Aklıma gelen şeyle hızla gözlerimi açtım ve görüntüleri bir toz bulutu gibi kafamda dağıttım. Tekrardan kapılara baktığımda oda numaralarının birden başlayıp devam etmediğini fark ettim. Bunlar oda numarası değil, avcı numaralarıydı. Koridorda hızlıca koşarak 47 ve 48. odaları aradım. Sonunda ölen avcının odasının önüne geldiğimde durakladım. Arkadaşıyla odaları yan yanaydı. 47, Arlo Mason. 48, Aiden Davin. Nefesimi tutarak hislerimi açtım ve etrafı kontrol edip içeri girdim. Gözlerim etrafı taradı. Sıradan bir odaydı. Tek kişilik bir yatak, ufak bir çalışma masası, gardrop ve okyanusa bakan ufak bir pencere. Eşya saklayabileceği çok fazla alan yoktu bu yüzden içim rahatladı. İlk önce çalışma masasına yönelip masanın üstündeki kağıtları inceledim. İşime yarar şeyler değildi. Çekmecelere geçtiğimdeyse sıradan şeyler beni karşıladı; birkaç paket atıştırmalık, kişisel eşyalar ve bu tarz gereksiz eşyalar vardı. Sabırsızca iç çekerek dolaba yöneldim ve içini hızlıca aradım fakat burada da birkaç zırhlı kıyafetten başka bir şey yoktu. Kalın bir ceketi askıdan alarak üzerime geçirdim. Eh, beleşe zırhlı kıyafet bulmuşum kaçıracak değilim ya? Yatağa yöneldiğimde aceleyle yorganı çekip yere fırlattım. Peşinden nevresimi de söktüğümde yine kocaman bir hiçlikle karşılaştım. "Defter olsam nereye saklanırdım? Kağıt olsam nereye saklanırdım? İpucu olsam nereye saklanırdım?" Kendi kendime mırıldanarak elimi belime koydum ve dudağımı büzerek odayı inceledim. Tekrardan yatağa döndüğümde alayla gülümsedim. "Tabii ki yatağın altına saklanırdım." Önce dizlerimin üzerine çöküp yatağın altındaki zemine baktım ve elimi tabanında gezdirdim fakat bir şey yoktu. Bu seferde yatağı kaldırıp bazayla yatağın arasında olan kısma baktım. İşte buradasın. Deri kaplama olan defteri alarak çok hızlı bir şekilde sayfalarını karıştırdım fakat şu an inceleyemezdim. Odayı öylece bırakıp yan odaya geçtim. Ortalık hala sessizdi ama hissediyordum. Bİrilerinin gelmesine çok az kalmıştı. Odaların hepsi aynı düzen de olduğundan aynı şekilde bu odayı aradım. Arlo elindeki bilgileri saklama gereği duymuştu. Muhtemelen uzun bir süredir Lord'dan gizli bir şeylerin peşindeydi ama Aidan hiç bu zahmete girmemişti. Masanın üzerindeki kağıtlara baktığımda birçok rapor taslağı gördüm. Dün arkadaşına olanların sonucunda elde ettiği bilgileri Lord'a vermek üzere not almıştı. Fazlasıyla karmaşık ve hızlıca yazılmıştı. Bazı cümleler yarıda kesiliyor, bir cümleden başka bir cümleye geçiyordu. Ensemde keskin bir yanma hissettiğimde nefesimi tutarak dikkat kesildim. Sonrasındaysa kulağıma sesler gelmeye başlamıştı. Gelmişlerdi. Her türlü çıkardım bu gemiden ama olabildiğince tek parça halinde çıkmak tercihimdi tabii. Kulağımı kapıya yaslayarak uzaklıklarını hesap etmeye çalıştım. Avcıların -muhtemelen hepsi- koridorda odalarına dağılıyordu. Birbirleriyle vedalaşanlar, kapı açılıp kapanma sesleri, ciddiyetle günün kritiğini yapanlar ve gülüşenler... Kesinlikle kapıdan çıkamazdım. Kalbim endişeyle sıkıştığında daha da sıkışmasına sebep olan bir şey oldu. Gemi çalıştı. Ve ben hala geminin içindeydim. Az önce odaları ararken acil durum çıkışı olarak düşündüğüm çıkışa döndüm; pencereye. Gemi fazlasıyla hareketli bir şekilde sallanarak kıtadan uzaklaşmaya başladığında elimdeki kağıtları katlayarak defterin arasına, defteri de az önce odadan çaldığım ceketin iç cebine koydum ve varlığına şükürler ettiğim fermuarı çektim. Pencereyi açarak aşağıya baktım ve... Siktir, siktir, siktir. Dehşet yüksekti. Uçurumdan aşağıya bakıyormuş hissiyle karnım gıdıklandığında kesik nefesler aldım. Sertçe yutkunarak bir ayağımı dışarı sallandırdığımda kapının önünden birinin konuşma sesi kulaklarıma geldi. "Arlo'nun bu yaptığını Lord'a nasıl açıklayacağız? Hepimizin burnundan getirecek. Çocuk resmen yok yere öldü." Diğer ayağımı da sallandırdığımda her an atlamaya hazır şekilde bekleyip konuşmalarına dikkat kesildim. Fazla bilgi göz çıkarmaz. "Yok yere ölmedi! Elimizde önemli bilgiler var." dedi tanıdık ses. Bu Aidan'ın sesiydi. "Ama ölmesine değecek bilgiler değil bunlar." "Arlo' da Lordumuz gibi halkın iyiliğini ve kötü olanı defetmek istiyor." Bu cümleyi aklımın bir köşesine hiç silinmeyecek bir şekilde kazıdım, sonrasında hatırlayıp ortadan ikiye yarılana kadar gülmek için. "Neyse, yarın konuşuruz bunları. İyi uykular." İş biter, Karina kaçar. Kendimi aşağıya doğru bıraktığımda arkamdan kapının açılma sesini duydum. Çok güzel zamanlama kızım. Gemi çok fazla olmasada kıtadan epey uzaklaşmıştı. Bedenim sertçe suyla buluşmadan önce hızlıca derin bir nefes almayı başarmıştım. Ceketin çok fazla su geçirmiyor olmasını umarak kontrolü ellerime aldım ve bedenimi suyun yüzeyine değilde biraz daha derinine indirerek hızlıca karaya yüzmeye başladım. Muhtemelen avcının, dağınık odasını ve açık pencereyi gördükten sonra ilk işi pencereden bakmak olacaktı. Bunca yıl kendimi herkesten ustaca saklamışken böyle kıytırık bir şekilde yakalanamazdım. Bu yüzden nefesimi tutabildiğim süre boyunca sudan çıkmadım. Birkaç dakika sonraysa karadaydım. Hızlıca sahile çıkıp soluklanarak dizlerim üzerine çöktüm. Ceketi üzerimden çıkarıp aceleyle iç cepten defteri çıkardım. Kağıtlara, sayfalara baktığımda sırılsıklam olmasada ıslandığını gördüm ve bu fazlasıyla sinirimi bozmuştu. Bazı yerlerin yazıları suyla birlikte dağılmıştı. Bunun olacağını tahmin etsemde sinirle birkaç küfür savurmaktan kendimi alıkoyamadım. Ceketin suyunu biraz olsun sıkıp tekrardan üzerime geçirdim ve defteri tekrar aynı cebe koyarak eve doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Suyun altından yüzdüğüm için enerjim fazlasıyla tükenmişti ve bacağımda ki şişelerin çoğu da suyun içinde kaybolmuştu. Eve gidene kadar aynı şeyleri kafamda defalarca çevirip durdum. Tekrar tekrar düşündüm, tekrar tekrar inceledim ama anlam veremediğim çok büyük bir şey vardı; bunca şey neden bir anda ve şu an olmaya başlamıştı? İçimden bir ses geri kalan her şeyin temelinin, bu sorunun cevabında yattığını söylüyordu. Eve vardığımda ilk işim bütün ıslak kıyafetlerimden kurtulmak olmuştu. Evin içinde etkisini sürdüren koruma büyüm, kapıdan içeri girer girmez bedenimi ve zihnimi mayıştırmıştı. Bu yüzden hızlıca üzerime rahat bir şeyler geçirip saçlarımı açtım ve defterle ufak bir mum alarak evden çıktım. Hava kararmak üzere olduğu için hafif bir karanlık çökmüştü. Evimin önünde bulunan küçük masaya yerleşerek mumu, ışığı deftere vuracak şekilde yanıma koydum. Mum ışığını seviyordum. Defteri açıp öncelikle içinden kağıtları çıkararak ve masaya dizerek işe başladım. Hasar sahilde gördüğümden daha büyüktü. Derin bir iç çekerek önümdeki kağıtlara bakmayı sürdürdüm. Yazılar yazılırken mürekkep kullandığından neredeyse tamamı dağılmış durumdaydı. Birkaç sayfayı elime alarak dağılan yazıları okumaya çalıştığımda okunur düzeyde olan kısımlardan, bir çoğunun benim işimi görmeyeceğini anlamıştım. Çoğunlukla avcılık işlerinden, av sayılarından ve av lokasyonlarından bahsediliyordu. Bir süre incelesemde kağıtlardan bana malzeme çıkmayacağı kanaatine vardım fakat diğer kağıtlara nazaran fazlasıyla küçük kalan bir kağıt gözüme çarptı. Çekik gözlerim kısılırken küçük kağıdı ellerimin arasına aldım. Ufak bir not defterinden koparılmış gibi duruyordu. Yazıların neredeyse hepsi dağılmıştı, taş çatlasa 15-20 kelime okunur durumdaydı. Sağ elimin parmakları yazılarda gezinirken istemsizce kaşlarımı çattım. "Aceleci..." diye fısıldadım anlamlandırmaya çalışarak. Okunma düzeyinde olan kelimeler o kadar yamuk ve hızlı yazılmıştı ki Aidan bunları yazarken kesinlikle baskı altında olduğunu ele veriyordu. Kendi defterimi açarak okuyabildiğim kelimeleri not aldım. "... nüfuz. Siyah ... Ne... girdap o... göremiyorum. Patlama. ... kırıldı, uz...rı kop... her yer de, hissediyorum. Kesi... 10+" Çok saçmaydı. Yazanları birleştirmeye çalışsamda kafamda birleştirmek çok zordu. Bütün bu yarım kalmış cümleler ve kelimelerin yanında tek bir cümle sağlam ve bütün kalmıştı. Sanki o cümle sonradan yazılmış ve su oraya hiç dokunmamıştı. Tüylerim keskin bir şekilde ürperirken hafifçe titredim ve cümleyi istemsiz bir şekilde sesli okudum. "O bir Tanrı gücüne sahip!" Sertçe yutkunurken kafamı iki yana salladım. "Her şey çok anlamsız." Bunca zaman bu gezegen tarafından Tanrı gücüne sahip ve layık görülen tek bir kişi vardı; Lord. Bütün bunlar beni aşacak konulardı. Böyle bir şeyi Lord'dan gizli yapacak kadar cesur olan bu avcılar bile, Aidan bile korkuyla bu cümleyi yazabiliyorsa karşımdaki şey gerçekten akıl karı olabilecek bir canlı değildi. Belki de gerçekten gereğinden fazla masallaştırmıştım onu kafamda. Son zamanlarda fazlasıyla alışkın olduğum bir his tekrardan etrafımı sarmaladığında gözlerimi kapatıp keskin rüzgarın uzun saçlarımı geri savurmasına izin verdim. Ensem keskin bir şekilde yanmıştı, yine. Ne hissedeceğimi, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Gözlerim yavaşça aralanırken stabil bir yüz ifadesiyle kafamı sola doğru çevirdim, koca bir boşluk. Oradaydı, bana bakıyordu. Hafifçe gözlerimi kısarak onu kafamda tanımlamaya çalıştım. Enerjisini, sesini, kokusunu... Eğer öfke ve güç birleşerek bir koku yaratabilselerdi kesinlikle bu şekilde kokardı. Garip bir hissi vardı, insan bedenine sığacak bir ruh değildi bu. Biraz ilerimde hiçbir atağa geçmeden bana bakmasına rağmen bedenim taşımaması gereken bir ağırlık taşıyormuşcasına zorlanıyordu. O avcının bedeninin neden ve nasıl o şekilde patladığını daha iyi anlıyordum. Rüzgar tekrardan saçlarımı geriye savururken bu sefer gözlerimi kapatmadım. Sanki orada durmuş beni izliyordu ve benimle alay ediyordu. Ruhum ve bedenim bu küçümseye dayanamadı, yavaşça gülümseyerek karşılık verdim. Aptal cesareti. Ağaçların dalları sallandı, toprak taneleri havada uçuştu, evimin diğer tarafında olan şelaleden daha şiddetli su sesi gelmeye başladı. Hükmediyordu ve bunu bana gösteriyordu. Delice gelecekti ama güldüğünü hissettim. Bana gülüyordu. Bugün hiçbir sonuca varamamıştım ama artık şundan emindim, kolay olmayacaktı. Ben karşımdaki bu sonsuz ruhu tanımıyordum ama iliklerime kadar hissettiğim bir şey vardı o da onun beni kesinlikle tanıdığıydı. O bana ne kadar yabancıysa, ben ona o kadar tanıdıktım. "Seni bulacağım." diye fısıldadım boşluğa. Beni duymuştu. Bu söylediğimle zorlandığını hissettim, sanki bana doğru bir adım atmaya çalışıyordu ama onu tutan bir şey vardı. Belki de engelleyen... Durumunu kabullenmişcesine durakladı ve son kez bana baktı; tam gözlerimin içine. Ne yapmak istediğini kestiremiyordum. Gözlerimin içinde keskin bir yanmayla ona bakmayı sürdürdüm fakat o bu durumu sonlandırarak dört bir yana bölündü ve karanlığa karıştı. Karanlık artık dört bir yandan sarmalıyordu beni ve ben o karanlığın ortasında pusulamı kaybetmiş, her zaman olduğu gibi yine yalnız başıma kalmıştım.
________________________________
Selamlar🫶🏻 Normalde bu bölümleri yazarken şu an paylaşmak gibi bir düşüncem yoktu ama birçok şey tahminlerim gibi ilerlemiyor. Dersler sandığımdan daha yoğun ve bütün günümü buna harcarken aklımdakiler yazacak beş dakikam bile olmuyor. O yüzden en azından elimde ki bölümleri paylaşarak diğer bölümle arayı çok açmamak istedim. Bölüm hakkında, yazım dili hakkında veya genel olarak yayımlanan kısımlar hakkında bir eleştiriniz var mı? Şu an yoksa bile bunu zaman zaman bana iletirseniz sevinirim, böyle böyle kendimi geliştirip öğreneceğim. Dışarıdan fikirler benim için çok değerli.🤍 Bir de buna ek olarak gördüğünüz yazım yanlışlarını yorum kısmına yazarsanız cidden çok iyi olur. Bölümü düzenlesemde bazen gözden kaçırabiliyor veya ek ayrımlarında hata yapabiliyorum. Umarım beğenerek ve keyifle okumuşsunuzdur. Kendinize iyi bakın, ışıkla kalın. |
0% |