Yeni Üyelik
37.
Bölüm

Dipsiz kuyu

@meltemyaman

Saat gecenin dördü olmuştu. Bırakın uyumayı, gözlerimi bile kırpamamıştım şu saate kadar. Anıl'ın hali gözümün önünden gitmiyordu bir türlü.
Evet gidememiştim yanına. Soramamıştım neyin var diye. Belki haddim değil diye düşündüm. Belki kızar diye. Ama en büyük sebebi korkumdu. Korkuyordum. İçimde sebebini bilmediğim korkularım var. Anıl'ın bu gece ki hali bu korkuları daha da harlamıştı. Kalbimin içinde bir yerler de yanan, yandıkça sızlatan, sızladıkça da can yakan bir ateş var. Buna sebep olan kişi Anıl. Ama neden? Neden bu kadar yakınken aramızda kilometrelerce mesafe var?

Hayatım boyunca hiç sırrım olmadı benim. Hep şeffaftım. Herkese, herşeye karşı. Şimdi ise bir sırrım var. En derinim de, kalbimin en baş köşesin de kocaman bir sırrım var; AŞK.
Ama aşık olduğum adamında benden sakladığı sırları var. Anıl benim tek sırrım. Ama ben Anıl'ın tek sırrı değilim. Bende dahil sakladığı belki de onlarca şey var. Merak ediyor muyum? Hayır, biri hariç.
Ben sırlarını değil, Anıl'ı bu kadar üzen derdi merak ediyorum.
Ben, o bu kadar acı çekerken yanına bile gidemeyişimi merak ediyorum. Ben sırrını değil sadece aramızda ki görünmez buz dağının sebebini merak ediyorum.

Bu ve bunun gibi bin tane şey düşündüm sabaha kadar, camdan dışarıyı izlerken. Sokak lambaları sönmeye başlamıştı teker teker. Gün ışığı usulca süzülüyordu salona. Saçım başım darmadağınık. Üstüm başım sanki harap olmuş gibi hissediyorum. Ben üzgün olunca kendimi çok çirkin hissediyorum. Belki de sahiden çirkinleşiyorumdur üzgün olunca. Oturduğum kanepeden doğruldum. Odama gidip okul kıyafetlerimi hazırladım. Saat beş buçuktu. Kitaplarımı açıp bir saat dahi olsa ders çalışmak istiyorum. Kafamdaki düşünceleri dağıtmak tabi asıl amaç. Bugün Anıl'la dersimiz var. Ama içimden okula bile gitmek gelmiyor.
Her ne olursa olsun bugün Anıl'la ciddi bir şekilde konuşacağım. Çünkü insan şüpheyle yaşayamıyor. İçimde en ufak bir güvensizlik yok Anıl'a karşı. Özellikle son yaşadığımız olaydan sonra. Ama bilmediğim bir çok şey var. Bunları bana tek tek anlatmak zorunda.

Tavanda ki resmi izliyor saatlerdir. Kılını dahi kıpırdatmadan öylece yatıyor. Ruhu ölmüş gibi anlamsız ve boş bakıyor Bade'nin gözlerine.
Balkondan içeri girer girmez atmıştı kendini yatağa. Evet Anıl da tıpkı Bade gibi sabaha kadar gözlerini yummamıştı. Sanki ikisininde kalbi tek beden de atıyor gibi hareket ediyorlardı. Biri uyumayınca diğerinin de uykusu kaçıyordu. İki bedendiler ama tek ruhlardı. Biri diğerinin acısını en derinden hissediyordu.
Elinden gelmeyen çok şey vardı. Elinde olsa değiştirmek istediği çok şey. Bade'nin korkuları vardı. Ama Anıl'ın tek korkusu bir gün yaşadığı koca yalanın içinde kaybolmak, kaybolmaktan ziyade Bade'yi kaybetmek. Anıl Bade'ye tarifi çok zor duygularla bağlıydı. Ne aşk, ne sevgi, bu kelimeler hissettiklerini açıklamak için fazla basitti. Sanki şunun şurasında altı aydır değil de altı asırdır onu tanıyor, seviyor, istiyor gibiydi. Evet tam altı ay olmuştu. Haziranda görmüştü Bade'yi. Aylardan aralıktı. Sanki bu sene kış bile gelmemişti koca şehre. İçini ısıtan, sevdasıyla vücudunun her bir uzvunu ayrı ayrı yakan kadındı sebebi. Buz tutmuş yüreği, upuzun, simsiyah saçları, kapkara gözleri, uzun kirpikleri, her öpüşünde iliklerine kadar ısıtan kırmızı dudakları, bembeyaz teni olan kadının sayesinde çözülmüş, adeta sonsuz denizler gibi dalgalanıyordu. İçinde yaşadığı zorluklar boyundan büyüktü. Ama sevdası daha büyük. Sırları var evet. Ama bir gerçek var ki, o da içinde her geçen gün artan, yakan kavuran aşkı. Tek isteği hayatının gerçeğini, hayatının orta yerinde ki koca yalan yüzünden kaybetmemek.
Bakalım bu sırlar nelere yol açacak. Bakalım kimin aşkı, kimin sevdası tarifsizce büyükmüş. Bakalım kimin canı daha çok yanacak. Hepsini zaman gösterecek.

Saat yedi olmuştu. Bade çoktan hazırlanmaya başlamıştı. Duştan çıkmış saçlarını kurutuyordu. Zar zor da olsa başarmıştı. Üzerini giyindi. Saçlarını hafif dalgalı yapmak istiyordu bugün. Biraz da olsa enerjisi yükselsin istiyordu. Elinde ki maşayı dalgınlıkla alnına yapıştırdı.

-Ahhhhh. Allah kahretsin. Diye çığlık attı.

Alnı yanmıştı bile bir kaç saniye içinde. Bir uğursuzluk olduğu belliydi. Gözleri dolmuştu sızıdan. Söylene söylene elindekini bırakıp banyodan çıktı. Çantasını alıp evden çıkmak üzereydi. Çıkmadan Son kez alnına baktı. Kıpkırmızı olmuş ve çok sızlıyordu. Eliyle dokununca sızısı daha da artmıştı. Telefonu eline aldı. Anıl mesaj atmamıştı. Bu daha da yakıyordu canını sanki. Çantasını tek koluna geçirip çıktı evden. Kapıyı kilitlediği sıra da Anıl'ın da kapısı açılmıştı. O da erkenciydi bu sabah. Arkasını döndüğünde gözleri birbirini buldu. Anıl'ında gözleri yorgun gözüküyordu. Belli ki uykusunu alamamış diye geçirdi içinden. İkisi de kapılarını kilitleyip birbirlerine yaklaştılar. Anıl badenin iki elini de tutup gözlerinin içine baktı;

-Günaydın bitanem.
-Size de günaydın.
Anıl afalladı Bade'nin sözleriyle. Gözlerini hafifçe kısarak;

-Size de günaydın? Derken?

-Yanlış birşey mi söyledim?

-Siz ne demek?

-Bilmem aramız da bir takım mesafeler var gibi geldi de o yüzden öyle söyledim.
-O ne demek Bade? Ne oluyor sevgilim?

-Eee baksanıza uyanmış hazırlanmışsınız, dün gece iyi geceler yazmadınız, sabah günaydın yazmadınız? Demek ki biraz mesafe girmiş araya.

Aslında ima ettiği şey mesaj atılmaması değildi. Öyle basit şeylere çok takılan bir insan da değildi zaten. Belki de tek derdi Anıl'ın kendiliğinden anlatmasıydı dün ki halini. Ama karşısında sadece gülümseyerek dikiliyordu. Tuttuğu ellerini bıraktı. Bade'min Giydiği montun altından geçirdi kollarını belinden kavrayarak kendine doğru çekti. Alnı alnına değiyordu artık.

-Öyle mi mesafe mi girmiş araya dersin. Eee hani ben mesafe göremiyorum.
dedi serserice gülümseyerek. Bade ise daha da sinirlenmişti bu haline. Dün neredeyse ağlayacak halde olan adam şimdi ise karşısında serserice gülümsüyordu. Ama çok güzel kokuyordu. Bir kaç saniye gözlerini kapatıp Anıl'ın kokusunu içine çekti. Kokuyla başı dönmek üzereydi ki Anıl'ın aniden belini bırakıp çenesini sertçe kaldırışıyla kendine geldi. Gözlerini kısmış alnında ki iyice belirgenleşen kızarıklığa bakıyordu. Sanki kendi canı yanıyormuş gibi gözleri kısık dudakları büzülmüştü.

-Bade ne oldu buraya?
-Önemli değil. Maşayı değdirdim dalgınlıkla.
-Ne maşası sabah sabah. Maşayla ne işin vardı?

-Ahahah öyle maşa değil. Yani saç şekillendirici manasında.
-Ya Allah aşkına nasıl yanmış niye dikkat etmiyorsun?
-Yahu önemli değil diyorum ya. Acımıyor.
Eliyle kızarıklığın kenarına dokundu nazikçe. Ben ise sızısıyla gözlerimi kıstım.
-
Belli acımadığı.

-Dokununca acıdı.
Önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasında sıkıştırdı. Yine çenemden tutup gözlerine bakmamı sağladı.
-
Senin canını yakan şey benim de canımı yakıyor.
-Senin canını yakan şey de benim canımı çok yaktı.

Ne ima ettiğimi anlayamadı. Gözlerine ne demek istediğimi anlamamışçasına bakıyordu elini yüzümden çekti. Ağzını açıp konuşacağım sırada araya girdim;

-Şimdi bişey konuşmak istemiyorum. Ne demek istediğimi açıklayacağım. Ama şu an değil. Hadi gidelim mi?

-Anlamadım bişey mi demek istedin.
-Evet birşey demek istedim.
-Nedir?

-Dedim ya şimdi konuşmayalım. Okula gidelim geç kalacağız?

Arkamı dönüp bir iki adım attım. Kolumdan tutup kendine çevirdi. Belimden tutarak kendine çekti. Yaklaşabileceği kadar yaklaştı dudaklarıma. Gözleri kapalıydı. Fısıldar bir sesle

-Beni zaten deli ediyorsun. Şimdi de imalı konuşarak iyice çıldırtacaksın yani.
Kalbim küt küt atıyordu heyecandan. İlk günden beri ne zaman bu kadar yakın olsak aynı tepkiyi veriyordu. Gözlerimi kapadım bende;

-Sen daha tam delirmedin. Dedim kısık ve titreyen sesimle.
Dudaklarını iyice yaklaştırdı. Tam öpeceği sırada kendimi tüm gücümle geriye doğru itip kurtuldum kollarından.
-
Öpmek yok.
Kaşlarını çatarak bakıyordu.
-
O nedenmiş?

-Sana tiripliyim bir müddet. Maalesef öpemeyeceksin.
-Hayır. Bak yapma şunu. Dedi sesinde ki hayal kırıklığıyla.
-
Yaptım bile. Ben gidiyorum. Geliyor musun bekleyecek misin?

-Bilerek yapıyorsun değil mi?
-Evet.
-Okula falan gelmiyorum ben. Moralim bozuldu. Ders falan anlatamam.
-vallahi o senin bileceğin iş. Ben gidiyorum görüşürüz.
-Ha sen ciddisin.
-Fazlasıyla.

-Offf Bade offf.

Arkamı dönüp cevap vermeden inmeye başladım merdivenleri. Arkamdan hala söylenemeye devam ediyordu. Bu sabah Gül abla çıkmamıştı evden. Gitmiş olmalıydı erkenden. Anıl dün hiçbirşey olmamaış gibi hoplaya zıplaya indi merdivenleri. Dış kapıya benden önce ulaşıp açtı. Eliyle dışarıyı göstererek;

-Buyrun Bade Hanım.

-Teşekkğr ederim.

Diyerek çıktım kapıdan. Hava soğuktu ama yürünmeyecek kadar değil. Anıl arabasının kapısını açtı.
-
Hadi gelmiyor musun?

-Yok ben yürüyeceğim.
-Hava soğuk. Araba varken niye yürüyelim.
-Çok soğuk değil bence. Biraz yürümek istiyorum ben. Sen git. Gelirim bende.

-Olmaz öyle şey.
Arabadan uzaklaşıp kilitledi. Yanıma gelerek;

-Madem yürümek istiyorsun, birlikte yürürüz. Hadi bakalım.
-Sen üşürsün. Ben gelirim sen arabayla git gerçekten. Sorun yok yani.
-Valla insanın senin gibi güzel sevgilisi olunca bakkala bile tek göndermek istemiyor. Yavaş yavaş yürümeye başladık.
-Ahahah öyle mi?

-Ne sen benim için böyle düşünmüyor musun?

-Yooo niye düşünecek miyim?

-Eee o zaman beni beğenmiyorsun sen?

-Allah aşkına ne alakası var şimdi?

-Öyle öyle. Beğenmiyorsun beni.
-Sen benden duymak istiyorsun beğendiğimi? Yine aynı numara.
-Hiç ilgisi yok.
İkimizede gülüşüyorduk konuşurken. Serin hava üşütmüyordu bizi. Bakışlarımız, aramızda ki bağ ısıtmaya yetiyorda artıyordu. Tabiii hala yüz vermemeye çalışıyordum. Burnuma mis gibi kestane kokuları geliyordu. Sabahın köründe nereden geliyor diye bakındım bu güzel koku. Kenarda oturan seyyar satıcı, bembeyaz saçlı, sakallı, 65-70 yaşlarında bir amca satıyordu. Belli ki sabahın bu saatinde işe başladığına göre ihtiyacı var. Hem yaşlı olup hem de çalışmak zorunda olan insanlara ömrüm boyunca çok üzüldüm. Yatıp dinlenmesi, sağlığına dikkat etmesi gereken yaşlarda hala ekmek parası için çalışıyorlar maalesef. Gülüşlerim yaşlı amcanın hüzünlü ve bir o kadar da yorgun yüzüne bakınca son buldu. Olduğum yerde durakladım. Anıl bir kaç adım öne geçmişti bile. Geriye dönüp baktığım yöne doğru baktı;

-Noldu niye öyle bakıyorsun?

-Kestane.
-Kestane mi istedi canın. Alalım istersen ama saat erken daha dokunmayın.
-Yok bir dakika bekler misin?

-Nereye gidiyorsun?

Hızlı hızlı yaşlı amcaya doğru yaklaştım. Küçük bir tezgahı, kestaneleri pişirdiği ocağı ve oturduğu küçücük taburesinden başka hiçbirşey yoktu. Onu ısıtan doğru dürüst bir palto bile yoktu üzerinde. Kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Ayağa kalkarak;

-Buyurun efendim. Kestane mi istediniz?

-Günaydın amcacım. Nasılsınız?
-Gğnaydın. Sağol. İyiyim tanıyor muyum seni kızım.
-Yok, yok amca tanışmıyoruz. Ben kestane alacaktım.
-Tamam ne kadar vereyim.
-Ne kadar kestane var elinde?

-Anlayamadım kızım?

-Elinde ne kadar kestane var? Yani hepsini almak istiyorum da ben.
-Eğlenme benle kızım. O kadar kestaneyi alıp ne yapacaksın?
-Olur mu estağfurullah. Ciddiyim amcacım. Ben Bade. Şu karşı cadde ki okulda okuyorum. Sizin isminiz nedir?
-Adem ben kızım. Memnun oldum.
-Bende çok memnun oldum.

Anıl yanımıza gelmiş kenardan şaşkınlıkla bana bakıyordu. Ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı ama inanamıyor gibiydi. Amca Anıl'a doğru dönerek;

-Siz ne istemiştiniz?
-Ben. Ben...

-Eee biz birlikte yürüyorduk Adem amca beraberiz yani. Hadi kestanelerden konuşuyorduk. Diye araya girdim.
- Kızım bugün biraz az getirdim yanımda sadece yirmi kilo kestane var.
-Adem amca yanlış anlamazsan bişey sorabilir miyim?

-Sor kızım.

-Sabahın bu saatinde kimse kestane almaz ki. Neden bu saatte kendini yoruyorsun?

Adem amca biraz utanarak, birazda çekinerek kafasını yere eğdi. gözlerinde ki yorgunluk, görülmeyecek gibi değildi. Çok üzülmüştüm.

-Kızım hanım hasta. İlaçları bitmek üzere. Mecbur erken geldim. Bir an önce ilaçları almam lazım.

İçim parçalanmıştı. Anıl'da üzgün gözüküyordu. Kafamı kaldırıp Anıl'ın yüzüne baktım. Gözlerim dolmuştu iyice. Neredeyse ağlayacaktım. Gökyüzüne bakıp derin derin nefes aldım. Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Adem amcaya dönüp titreyen sesimle;

-Adem amca kestanelerin hepsini almak istiyorum. Olmaz mı? Bu edebiyat öğretmeni Anıl. Bizim şimdi ki dersimiz Anıl hocayla. Kendisi de izin verirse sınıfça bahçe de senin pişirdiğin kestaneleri yeriz olmaz mı?
Anıl kocaman gülümsüyordu. Adem amca da sevinmiş olmalıydı ki kafasını kaldırıp mahcubiyetle yüzümüze bakıyordu.
-
Kızım ben çok mahcup oldum.
-Neden mahcup oluyorsun. Hem canım çok çekmişti. Gerçekten mis gibi kokuyor. Eline sağlık.
-Bilmem ki Beyefendi bişey söylemdi daha.

Anıl bana bakan gözlerini devirip yine gülümseyerek Adem amcaya baktı.
-
Adem amca yarım saat var dersin başlamasına. Sen tezgahını alıp okul'un bahçesine gel olur mu? Bizim şimdi gitmemiz lazım. Benden sınıfı alıp bahçeye çıkarım. Hepbirlikte pişirdiğin kestaneleri yeriz.
-Allah razı olsun. Allah sizi karşıma çıkardığına göre vardır bi bildiği. Allah ne muradınız varsa versin. Ben birazdan gelirim.
-Senden de razı olsun amcacım. Bekliyoruz.

Adem amcanın yanından ayrılıp yine yürümeye başladık. Gözlerimden bir kaç damla yaş süzüldü. Parmağımla Anıl'a çaktırmadan silmeye çalıştım ama nafile anlamıştı bile;

-Sen şu dünya da gördüğüm en merhametli insansın. Hep dedim hep diyeceğim ben seni boşuna sevmedim Bade. Ağlama yoksa yolun ortasında herşeyi bırakıp bağrıma basacağım seni.
Kafamı kaldırıp baktım gözlerine. Gerçekten hayran hayran seyrediyordu beni. Gülümsedim;

-Yapma sakın öyle bişey. Tamam duygulandım sadece ağlamıyorum. Sana çok teşekkür ederim.
-Ne için ben yaptım teşekkür edilecek.
-Beni kırmadığın için. Çok mutlu oldu adamcağız. Baksana karısına ilaç alacak parası bile yokmuş. Kahroldum.
-Sen o kadar ince düşüncelisin ki. Benim buna karşı koymam imkansız.
-Hem bizim içinde değişiklik olur. Kestane yeriz birlikte. Bak bir anı daha.
-Yeriz. Yeriz ömrümün baharı. Kalbim.
-Şşşştt okula geldik. Artık yok öyle sözler.
-Sen bekle burda herkes içeri girmiş zaten. Bir daha yukarı çıkma. Ben sınıftakileri alıp geliyorum.
-Ama Adem amca gelmedi ki daha.
-Olsun. Hava alırız hepbirlikte.
-Peki madem.

Anıl gülerek uzaklaştı yanımdan. Bahçede hiçkimse yoktu. Telefonu alıp Anıl ve sınıftakiler gelene kadar Dedemi aradım hemencecik. Daha önce konuştuğumuz yardım kolilerini ne zaman göndereceğini sordum. Bir kaç gün içinde geleceğini söyledi. Sevinmiştim. Çünkü kışın en ağır zamanı gelmişti. Kimse botsuz ve montsuz kalmamalıydı. Adem amca içinde bişeyler yapmak gerekiyordu. Kendisinden birkaç bilgi alıp gerekeni yapacaktım. Kararlıydım. Çünkü dedemden yaşlıydı ama şu kısacık ömründe derdin kederin içinde çırpınıyordu. Birilerinin görmesi gerekiyordu. Bu da ben oldum. Elimden geldiğince yardımım dokunursa ne mutlu bana.

Sınıftakiler yavaş yavaş bahçeye çıkmaya başladılar. Herkes ne olduğunu anlamamış gibi etrafa bakınıyordu. Oturduğum banka gelip oturdu bir kaçı;

-Bade sen niye burdasın. Anıl hoca sürpriz var diye dışarı çıkardı bizi sen biliyor musun?
-Evet biliyorum.
-Eeee neymiş sürpriz.
-E sürpriz ya işte birazdan görüsünüz.

Demeye kalmadan Adem amca küçük seyyar arabasıyla okul bahçesine girdi. Hızlıca kestanelerini pişirmeye başladı. Anıl öğrencileri etrafına toplayarak;

-Arkadaşlar bu Adem amca. Şimdi bize kestane pişirecek. Hepinize afiyet olsun. Bütün kestaneler bitecek. İstediğiniz kadar yiyin lütfen.

Herkes çok sevinmişti. Ben hala bankta oturuyordum. Kestaneler bir bir pişti piştikçe herkes üçer beşer yemeye başladı. Heryeri mis gibi kestane kokusu sarmaya başlamıştı. Anıl keselerle aldıkları kestanelerle etrafa dağılan öğrencilerle sohbet ediyordu tek tek. Adem amcanın yüzünde güller açıyordu adeta. Neredeyse yarısı bitmek üzereydi kestanelerin. Anıl'ın gözü beni arıyordu. Merakla etrafa bakındı. Oturduğum yerden kalkıp küçük tezgahın yanına yaklaştım. Adem amca parlayan gözleriyle bana baktı;

-Kızım sen melek misin bilmem ama dünyaya boşuna gelmemişsin.
-Estağfurullah Adem amca ne yaptım ki. Sadece canım kestane istedi o kadar. Hem sen boşver. Baksana herkes ne kadar sevindi. Ellerine sağlık. Eee bende bakayım artık tadına olmaz mı?
-Hemen dolduruyorum kızım. Afiyet olsun.
Anıl tezgaha yaklaştı. Elinde ki keseyi Adem amcaya uzatarak;

-Doyamadık Adem amca kestanelere. Kaldıysa biraz daha alabilir miyim?
-Ne demek hocam. Kaldı tabi. Hemen veriyorum. Bade kızımın kesesini doldurayım önce.
Anıl baktı bana derin derin. Çok güzel bakıyordu yine. Ama bu kez bi farklı bakıyordu. Hem sevgiyle hemde anlam veremediğim bir şekilde. Hani spor odasında kucağına düştüğümde demiştim ya insan insana böyle bakmamalı diye, ha tıpkı öyle bakıyordu.
Adem amca keseyi uzatmıştı ama fark etmemiştik bile. Anıl'dan gözlerimi alamıyordum. O da benden. Gülümsüyorduk. Baktıkça bakıyorduk gözlerimizin içine. Adem amcanın sesiyle gözlerimi çektim Anıl'dan;

-Kızım, kestanelerin hazır. Buyur bakalım. Aman dikkat et yanmayasın.

Sesindeki tonlama utandırmıştı beni. Bir Anıl'a bir bana bakıyordu. Elinde ki keseyi alıp teşekkür ederek uzaklaştım yanlarından. Az önce oturduğum banka geri döndüm. Kestaneler gerçekten de sıcacıktı. Bir bir ayırdım kabuğundan. Farklı bir tadı vardı. Sanki dünyanın en güzel kestaneleri benim kesemdeydi. Anıl elinde ki keseyle gelip yanıma oturdu. Ben ise gözlerimi kapatmış tadını çıkara çıkara çiğniyordum kestaneleri. Beni izliyordu. Fark ediyordum. Gözlerimi açıp yüzüne baktım. Tebessümle yüzüme bakıyordu. Ağzımda ki kocaman lokmayı yuttum.

-Noldu niye öyle bakıyorsun?

-Dünyadaykendr cenneti görmek mümkünmüş. Ona bakıyordum.
Gözlerimi çevirdim gülümseyerek. Adem amcaya baktım yine. Neredeyse bitirmişti kestanelerini teneffüs zili çalmak üzereydi. Telrar Anıl'a baktım.
-
Benim yanımda o kadar para yok. Nasıl yapacağız bilmiyorum ki.

-Benim de o kadar nakitim yok.
-Eee tamam buldum ben. Dur bakalım bitirsin önce işini.
-Ne buldun?

-Bekle görürürsün birazdan.
-Sen nerden çıktın benim karşıma. Meleğim benim.
-Anıl. Şşşşş okuldayız lütfen.
-Şu an seni hiç istemediğim kadar öpmek istiyorum.
-Lütfen bak bize bakıyorlar zaten kalkıyorum ben gelme yanıma.

-Nereye gidiyorsun ya. Kimsenin baktığı yok.
-Adem amcanın yanına gidiyorum. Gelme.
-Ben öderim.
-Ben öderim. Ben istedim gelmesini.
-Bade gerçekten ben öderim sen gel otur ben gideyim.

-Lütfen otur. Sen de bana başka zaman kestane alırsın ödeşiriz.
-İnatçısın inatçı.
Etrafı izledim önce. Yakınımızda kimsecikler yoktu. Herkes kendi halindeydi. Bankın üstünde ki çantamı alma bahanesiyle Anıla yaklaştım tekrar. Çantama uzanıp aldım. Sonra Anıl'ın kulağına yaklaştım.

-Sende beni bu yüzden sevmiyor musun? Diyerek hızlıca uzaklaştım yanından.

Adem amcanın yanına geldim. Son kalan kestaneleri pişirmişti. Herkes doymuştu kimse gelmiyordu tezgahın yanına. Adem amca bana baktı;

-Kızım bunlar kaldı. Ne yapalım bunları.
-Adem amca sen onları büyükçe bir keseye koy. Diğer öğretmenlere veririz. Piştilerse, götüreyim ben sen tezgahını toplayana kadar.
-Tamam kızım pişti hepsi.

Tüm kestaneleri büyükçe bir keseye koydu. Çantamı yine tel koluma geçirip elime aldığım keseyle öğretmenler odasına doğru ilerledim. Beş dakikaya zil çalacaktı. Sıcak sıcak yer herkes.
Öğretmenler odasına geldiğimde kimse yoktu. Elimde ki keseyi yavaşça masanın üzerine bıraktım. Arkamı döndüğüm sırada Anıl oda'nın kapısını kapatmış üstüme doğru ilerliyordu. Rengin atmıştı resmen. Daha ağzımı açıp konuşmama fırsat vermeden bileğimden tutup kendine doğru çekti. Bedenim bedeniyle bütünleşmişti. Eliyle ensemden tuttu nazikçe. Dudaklarıma yapışmıştı tam anlamıyla. Boşta kalan elimde itmeye kalksam da başarılı olamadım. Diğer elimi de tutup arkamda birleştirmişti. Gözleri kapalı hiçbirşeyden korkmadan öpüyordu. Koca bir özlemle vardı sanki öpüşlerinde. O bırakmıyordu ben ise kendimi kurtaramıyordum bir türlü. Zilin çalmasıyla irkildi. Hemen ellerini çekti üstümden. Bir iki adım uzaklaşıp yüzüme bakıyordu. Ben ise kıpkırmızı olmuştum. Ellerim terlemişti yine. Koridorda koşuşturan öğrencilerin sesleri yankılanıyordu. Derken kapı aralandı ve öğretmenler birer birer içeri girmeye başladı. Şaşkınlıkla bize bakıyordu içeri girenler. Ben korkmuştum. Anlatacaklar diye endişe ediyordum. Anıl ise gayet rahat bir tavır içerisindeydi. Gelen öğretmenlere;

-Arkadaşlar Bade bu sabah bir Amca dan bütün kestanelerini satın aldı. Kendi sınıfına ikram etti. Dersleri benimleydi. Kalan kestaneleri de pişirip sizler için getirdi. Afiyet olsun herkese.

Herkes masadaki keseye baktı. Yüzleri gülümseye başladı bu kez. Birer ikişer kestanelerden almaya başladılar. Alan herkes Teşekkğr edip ayrılıyordu yanımdan. Gül abla da gelip almıştı bir kaç tane. Yanımda dikilip Bana dikkatlice bakıyordu;

-Noldu sana Niye kıpkırmızı olmuşsun?

-Yok niye. İyiyim ben.

-Emin misin?

-Evet şey ben gidiyim abla sizlere afiyet olsun. Adem amca beni bekliyor.
-Bade bende geleyim birlikte ödeyelim.
-Yok Gül abla teşekkür ederim. Ben hallederim. Görüşürüz.

-Bende ısrar ettim ama istemedi Bade. Diye araya girdi Anıl.
-
İnatçı keçi.
Gül abla da Anıl gibi düşünüyordu. İkisine de gülümseyerek çıktım odadan. Hızlıca Adem amcanın yanına gittim. Aklımda biley vardı ama inşallah incitmeden anlatabilirim.

-Adem amca ellerine sağlık. Şimdi benim sana verebilecek nakit param yok yanımda. Yani o kadar yok şu an. Şöyle yapalım ne dersin; Ben sana kredi kartımı vereyim.
Derken Anıl yanımda belirdi. Elinde ki parayı Adem amcaya uzatarak;

-Adem amca burda kestanelerin parası buyur. Eline sağlık teşekkür ederiz.

Sinirlenmiştim. Bu adam benim sözümü güç dinlemiyordu. Gözlerine baktım öfkeyle. Anıl kızdığımı anlamıştı. Gözlerime bakamıyordu. Adem amca benim yüzüme baktı parayı almadan önce. Ben ise gülümsedim. Yavaşça elini uzatıp parayı aldı. Ama hala içime sinmemişti. Şimdi o parayla kestanelerin ücretini ödeyecekti. Yine elinde avucunda doğru dürüst biley kalmayacaktı. Yanına yaklaşıp;

-Adem amca yanlış anlama. Bak bu brnim kredi kartım. Lütfen bunu al. İlaç falan alacaksın. Elinde ki para yetmez belki. Şöyle yapalım olmaz mı. Sen elinde ki paraya hiç dokunma. Bu kartla evinde ki erzak ihtiyacını karşıla şifreye gerek yok kartı uzat onlar çekerler parayı, sonra da "Evren Eczanesi'ne" git. En son oradan da ilaçları alıp kartı orada bırakırsın. Kendisi benim bir tanıdığım olur. Ben de haber veririm şimdi. Ben kendisinden teslim alırım.

Mahçup mahçup yüzüme baktı. Yanlış birşey yaptığımı düşünerek utandım.
-
Olmaz kızım. Zaten çok yardımcı oldunuz. Bu saate kadar tek kese satamazdım ben. Baksana şimdiyse hepsini sattım. Sağolasın.
-Lütfen Adem amca. Rica ediyorum.
-Yok Bade kızım yeterince mahçup oldum.
-Niye mahçup oluyorsun Adem amca. Hem belli mi olur. Belki yarın öbürgün benim sana ihtiyacım olur kapını çalarım. Olmaz mı?
-Her zaman kızım. Her zaman buyur gel.
-Tamam sen şimdi bunu al birde bana adresini söyle ben not alayım. Söz başım sıkışırsa size geleceğim. O zaman ödeşiriz.
Elimde ki kartı utanarak aldı. Zorda olda ikna olmuştu. Sonra adresini verdi. Telefonuma not ettim hemen. Tezgahını toplamıştı. Yavaşça yanımızdan ayrılırken son kez dönüp ardına Anıl ve bana baktı gülümseyerek;

-Sizin muradınız belli. Tek duam bir an önce muradına ermeniz. Allah'a emanet olun.

Sözleri bizi gülümsetmişti. Yaşlı adam yanımızdan uzaklaşırken Anıl'la yine göz göze gelmiştik biz. Anıl Adem amcanın duasını duyunca sevinmişse benziyordu. Ben de mutlu olmuştum. Bir yandan da ürpermiştim. Bizi bir kez gören yaşlı adam bile birbirimize karşı olan hislerimizi anlamıştı. Başkalarının da anlaması içten bile değildi. Gözlerimi Anıl'dan çekip arkamı döndüm. Yavaşça yürümeye başladım. Anıl koşar adımlarla yanıma geldi. Okul bahçesine geri dönmüştük.
-
Kızdın mı?

-Hangisi için?

-İkisi içinde.

-Evet kızdım.
-Özğr dilerim.
-Dileme. Gidiyorum ben.
-Yapma Bade. Özür dilerim. Gerçekten tutamadım kendimi. Hem gelip bana yaklaşan sensin.
-Öğretmenler odasında öptünüz beni hocam.
-Pişman değilim.
-Belli oluyor.
-Hadi zil çaldı herkes sınıfına. Diye bağırdı göz kırpıp yanımdan uzaklaşırken. Bu adama kızmak imkansızdı bir kez daha anlamıştım bunu. Ne yapıp edip beni gülümsetmeyi başarıyordu her defasında. Yine öyle olmuştu.

Bir okul günün daha sonuna gelmiştik bile zil neredeyse çalmak üzereydi. Akşama misafirlerim vardı. Hüma, Melisa ve Gül abla geleceklerdi dün anlaştığımız gibi. Eve gitmeden alışveriş yapmam gerekiyordu. Eşyalarımı toparlayıp zilin çalamsıyla çıkmıştım okuldan. Anıl bahçede diğer hocalarla sohbet ediyordu. Çapkın bir bakış atıp uzaklaştım okul bahçesinden. Önce eczaneye gidip kredi kartımı aldım. Eczacı tanıdığımla biraz havadan sudan sohbet edip kahve içmiştik. Adem amcanın hikayesini kısaca özet geçmiştim. Eczane de işim biter bitmez çıktım. Anıl mesaj atmıştı;

-Sevgilim nereye kayboldun? Arkandan geldim ama göremedim seni.
-Eczaneye uğradım kartımı almak için biraz sohbet ettik. Markete uğrayıp eve geleceğim.
Cevap gecikmedi;

-Tamam canım yardıma ihtiyacın var mı?
-Yok hayatım. Teşekkğr ederim. Görüşürüz akşam. İstersen sen de gel kızlarla beraber.
-Yok ben gelmeyeyim siz rahat edin. Belki sonra gelirim olur mu?
-Yok gelme. Trip atıyorum sana.
-Sen kıyamazsın bana.
-Öyle mi dersin.
-Akşam görüşürüz aşkım.
-Geçiştir bakalım görüşürüz.
-- :)

Hem mesaj yazıp hem market alışverişimi bitirdim. Eve gelir gelmez ikramlık bir kaç bişey hazırladım. Saat altı olmuştu. Sekiz gibi geleceklerdi. Onları beklerken ödevlerimi halledip tekrarlarımı tamamladım. Ben okumayı seviyordum gerçekten. Okumayı, yazmayı, dinlemeyi çok seviyorum. Şimdiye kadar bir çok aktiviteyle uğraştım. Annem çok düşkündü bu tarz konulara. Hangi kursu bulduysa gönderdi beni. Tenis, yüzme,yabancı dil, sesimin güzel olduğunu fark eder etmez yedi yaşımdan bu yana müzik kursları, denemediğim, elimi atmadığım dal kalmamıştı neredeyse ama ben okumak ve şarkı söylemekten aldığım zevki hiçbirinden alamamıştım. Hala da öyle devam ediyor. Kitap okurken -Okuduğum her bir kelime- sanki aklımın köşesine kazınıyor unutmuyorum bir türlü. Hafızam da binlerce kelime var ama Anıl'ı anlatırken biri bile yeterli gelmiyor. İçimde ki hissiyata kelimeler kiyafetsiz kalıyor. Belki şöyle tabir edebilirim en yakın olarak;

İkimizde tutuşuyoruz. Yavaş yavaş kül oluyoruz gözlerimizde. Kayboluyoruz. Ama bunlar negatif anlamda asla değil. Benim her parçam Anıl oldu artık, her zerremde, iliklerime kadar onu hissediyorum. Bugün Adem amca da söyledi, biz birbirimizin muradıyız artık. İkimizde iflah olmayacağız. Baksanıza kim baksa yüzümüze bizi görüyor sanki. Bir bakışımız yetiyor sevgimizi anlamalarına. İmkanla imkansızlık arasında bir çekim var aramızda. Bunu durduramıyorum. Bunu durduramıyor. Bunu artık hiçkimse durduramaz.

Elimde ki kalemle oynarken yine düşünceler içinde boğulmuştum. Zilin çalmasıyla ürktüm. Defterlerimi kapayıp kapıya yöneldim. Tahmin ettiğim gibi Melisa gelmişti. Kapıyı açıtım. Tek kelime etmeden salona geçip oturdu hızlıca. Yine merak ettiği şeyler vardı belli ki. Az çok anladım sebebini. Karşına oturdum hemen;

-Hoşgeldin.
-Hoşbulduk. Nasılsın?

-İyiyim aynı bildiğin gibi sen?

-Eh işte idare eder. Ne yaptın benden sonra konuştun mu Anıl'la?

Tahmin ettiğim gibi Geceki meseledeydi aklı hala.
-
Konuşmadım. Daha doğrusu konuşmak istediğimden de emin değilim.
-Merak etmiyor musun?

-Ediyprum. Bu gece konuşacağımda ama istediğim için değil.
-O nasıl oluyor?

-Konuyu ben sormak istemiyorum yani. Belli ki aşamadığı bir sıkıntısı var. E ben de onun en yakınıysam bunu kendiliğinden benimle paylaşması gerekmez mi?

-Doğru söylüyorsun.
-Ama o hiçbirşey söylemiyor. Belki ailevi bir mevzudur ne biliyim belki de Hümayla alakalıdır. Bilmiyorum.
-Bence kendisiyle alakalı. Yani eminim bundan. Anıl çok kötü durumdaydı yani.
-Büyük ihtimalle öyle ama yine de kesin bişey söyleyemiyorum.
-Kendisi söylemiyorsa sen sor bakalım ne diyecek. Bende merak ettim gerçekten. Ama bu kez üzüldüm de. Anıl için yani.
-Bende.

İkimizde sessizleştik. İhtimaller arasında kaybolmuştuk. Düşünüyorduk, ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Ama ne mümkün. Sessizliği bozan yine Melisa olmuştu;

-Eee gelmedi kimse. Gül abla nerede?
-Bilmem ki arasam mı tekrar.
-Dur biraz daha bekleyelim. Hümadan haberin var mı?
-Yok. Görmedim dünden beri.


Cümlemi tamamlamadan Zil çaldı yine. Melisa ayaklandı. Bende arkasından. Kapıyı açtığımızda Hüma karşımızdaydı. Anıl ise yarı açık kapıdan bana bakıyordu. Hümayı içeri davet ettim. Melisa'yla birlikte salona geçerlerken ben kafamı iyice uzatıp Anıl'a

-Beni özledin galiba öyle baktığına göre. Diye fısıldayarak seslendim.
Kaşlarını çattı önce. Sonrasında serseri gülümsemesini takınarak;

-Benim seni özlemediğim bir saniye mi var? Diye gönlümü milyonuncu kez mest etti. Baygın baygın bakıyorum artık.
-
Yaaaa Anıllll. Diye cilveli bir ses tonuyla cevap verdim.
-
Bak yapma şunu. Diyerek kapı eşiğinden bir adım ileri çıktı.
-
Ne? Ne yaptım?

-Benimle cilveli konuşma. Dedi net bir tavırla.
-
Nedenmiş ooo?
Dedim yine aynı tonlamayla.
-
Bak Bade şimdi kolundan tutar çekerim seni içeri görürsün niyesini.
-Eee ne duruyorsun o zaman? Dedim göz kırparak.
Atladığı eşikten bir iki adım daha attı çıplak ayaklarıyla. Üstüme doğru yürümeye başladı sakin ve kendinden emin bir tavırla. Neredeyse dibime kadar gelmişti ki kendimi tek hamleyle içeri atıp;

-Rüyanda görürsün. Dedim yine cilveli tınıyla ve göz kırparak.

Onu ardımda bırakıp yavaşça kapadım kapıyı. Anıl dışarda tamda kapının önünde kalmıştı. Hayalleri suya düşmüş olabilirdi. Kapı deliğine eğilip tepkisine baktığımda ise elliyle saçlarını arkaya doğru tarar vaziyette kafası ise geriye yaslanmış haldeydi. Kızdığını düşünmüştüm ama aksine gülümsüyordu. Ardını dönüp kendi kapısına ilerledi. Eşiği atlayıp tekrar döndü yüzünü suratına kapadığım kapıya. Delikten izlediğimi biliyor gibi imalı bir bakış attı. yüzünde ki gülümseme devam ederken elini yavaşça kaldırıp parmak uçlarına küçük bir buse kondurdu. Sonra öptüğü parmaklarının olduğu elini kalbine götürüp sıkıca bastırdı. Kafasını hafifçe öne eğdi. Geriye doğru bir kaç adım atarak kapasını nazikçe kapadı. Yüzüme oturan tebessümle arkamı kapıya verip yaslandım. En küçük hareketi bile kalbimi yerinden çıkaracak kadar hızlanmasına sebep oluyordu. Çok aşıktım kapıda bıraktığım adama. Bende elimi yüreğime götürüp bastırdım. Kalbim küt küt atmıyordu. Kalbim çıldırmışçasına Anıl'ın ismini haykırıyordu. "Anıl, Anıl, Anıl" diye feryatlar içindeydi sanki. Ben rüya aleminin en derinine dalmışken beni hipnozdan uyandıran Melisa'nın sesiyle kendime geldim.
-
Eee vedalaşmanız bittiyse gel artık. Diyordu. Salondan koridora doğru uzattığı kafasıyla. Elimi yüreğimden indirip kırkırmızı olmuş yüzümle birlikte salona ilerledim. Hüma ve Melisa çoktan sohbete başlamışlardı bile. Hüma'ya doğru bir kaç adım atıp en samimi şekildr sarılarak "hoşgeldin" dedim. Karşılık gecikmedi. O da aynı şekilde sıcacık sarılarak cevap verdi. "Hoşbulduk." Biz henüz kollarımızı ayırmamıştık ki birbirimizden kapı son kez çaldı. Gelen Gül ablaydı. O da gelince bizim kadro tamamlanmıştı. İçeri girdi. Yine aynı şekilde sıcacık karşılamalar ve sarılamalarla birlikte sohbete başlamışlardı. Ben ve Melisa hem sohbete dahil oluyor hem de masaya hazırladığım ikramlıları ve çay bardaklarını yerleştiriyorduk. Derken çayın hüküm sürdüğü masada dakikalar su gibi geçmişti. Bol kahkahalı, bol bol soruların olduğu sohbetimiz koyulaştıkça koyulaşmıştı. Hüma hiç yabancı değildi bize. Sanki yolların verdiği samimiyetle konuşuyordu her birimizle. Bu da beni daha çok memnun ediyordu. Tıpkı Anıl gibi içtendi her bir cümlesi. Uzun boylu, omuzları üzerinden dalgalanan koyu kahve saçlı, ela gözlü çok güzel bir kızdı. Bir süre yüzünü inceledim. Abisine çok benziyordu. Ailede genetik olamlıydı bu güzellik denen illet. Anıl ne kadar yakışıklıysa Hüma da bir o kadar güzeldi. Boyları da uzundu demek ki. Bu aile Türkiye'nin güzellik ve boy ortalamasını yükseltiyor olabilir miydi. Anıl 1.96 boyundaydı. Ona bakarken gökyüzüne bakıyormuşum gibi hissediyordum. Aslında yanlış değildi Gök, yüzünde değil miydi? Tam anlamıyla doğru bir tabir kullanmıştım. Dikkatle yüzüne baktığım Hümanın gözleri gözlerimle buluştu. Gülümseyerek;

-Ne? Niye öyle bakıyorsun. Dedi gülümsemesi kahkahaya verilirken.
-
Aynı abine benziyorsun. Diye girdim lafa gayri ihtiyari. Gül ablanın masa da olduğunu unutmuştum bir anlık. Hayranlıkla izlemiştim Hümayı çünkü. Gül abla aksine;

-Demi bende çok benzettim. Diyerek içimi rahatlatmıştı.
-
Sen hangi bölüm de okuyorsun? Diyerek meraklı bakışlarını Hüma'ya yöneltti Melisa.
-
Akdeniz üniversitesi Türk dili ve Edebiyatı okuyorum ben. Dedi. Şaşırmıştım. Demek ki abisi gibi edebiyat öğretmeni olmayı planlıyordu. Bir benzerlik daha. Gerçekten kardeş olduklarına bir kez daha inanmıştım.
-
Aaa sende abin gibi edebiyat öğretmeni olacaksın yani. Dedi Gül abla memnuniyetle.
-
İnşallah bakalım. Abim kadar iyi bir öğretmen olurum inşallah. dedi dudaklarını büzerek.
-
O ne demek? Eminim çok iyi bir öğretmen olacaksın. Hem abin gibi güzel şiir okursun fena mı? Diyerek ikinci potuda kırmıştım. Ah salaklaştıkça salaklaşan ben. Gerçekten bazen aptallığın sınırlarını zorluyorum. Gözlerimi Gül ablaya devirerek;

-Anıl hoca derslerde çok güzel şiir okuyorda. Dinlemenizi tavsiye ederim. Diyerek bu kez de sıvamaya başladım. Melisa ve Hüma gülmemek için çene kaslarıyla savaş veriyorlardı resmen. Kafamı masaya gömmek istiyordum resmen. Bu kadar aptallık bünyeme fazla gelmeye başlamıştı. Aklıma gelen ilk bahaneyle ortamı terk etmem gerekiyordu.
-
Hüma evi gezmek ister misin? dedim yüzüne kaçır beni burdan dercesine bakarken.
-
Olur valla. Bende iki saattir etrafı izliyordum. Epey güzelmiş evin. Diyerek beni kurtar çağrıma cevap vermişti. Oturduğumuz masadan kalkıp o önde ben arkada ilerlemeye başladık. Uzun koridordan geçerek önce benim odama geldik. Kapıyı açıp içeri girdiğinde affallamış gibi bana baktı. Ne de olsa ortada kocaman çift kişilik bir yatak ve tam anlamıyla evli insanların kullandığı bir yatak odası vardı. Gülümseyerek o sormadan açıklamaya başladım odamın hikayesini;

-Burası benim annemle babamın odası. Onlar vefat ettikten sonra burda uyumaya başlamıştım. O gün bugündür de böyle devam ediyor. Başka da hiç bir yerde uyumadım iki yıldır. Ha birde...

Derken cümlemi tamamlamamam gerektiğini düşündürten şey Hüma'nın yanlış anlama ihtimaliydi. Amma ve lakin sözümü Hüma hiç çaldı vermeden tamamlamıştı.
-
Birde Abimle uyudun. Öyle değil mi?

Utanmamıştım. Saklamamıştım da. Hiç beklemeden kafamı onaylar biçimde salladım. O da çapkın bir bakış atmıştı bana. Sonra tekrar odaya döndürdü kafasını. Bembeyaz döşenmiş ferah bir odaydı. Fazla hiçbir eşya yoktu. Tam anlamıyla başak burçlarını rahatlatacak biçimdeydi. Kova burcu olarak özendiğim bir burçtur kendisi.
Önüme geçerek yavaş hareketlerle odadan çıktık. Hemen yandaki kapıya kaydı gözleri. Kapısını kilitlediğim hatıra odamdı orası. Kapının kilidini nazikçe çevirip geçmesi için kenara kaydırdım vücudumu. İçeri yeni bir afallamayala girdi. Üzeri beyaz çarşaflarla örtülü eşyaların olduğu, çoğu eski aşyalardan oluşan bir odaydı. Kocamandı ama yarısından çoğu doluydu odanın. Hemen duvarda asılı duran gelinliğe çarptı gözü.
-
Bu nedir?
-Gül ablanın gelinliği. Nisan da düğünü varda. Hani dün elimizde getiriyorduk ya görmüştünüz.
-Aaa doğruya. Az kalmış düğününe.
-Öyle. Dedim sesimde ki buruklukla.
Ani bir hareketle bana doğru dönerek eliyle kolumun üst tarafına nazikçe dokundu.
-
Bade eğer sakıncası yoksa seninle başbaşa konuşmak isterim olur mu? Yani kızlar gidince konuşsak olur değil mi?
Ne söyleyeceğiyle alakalı tek bir fikrim bile yoktu. Ama merakım boyumdan büyüktü.
-
Tabi ki ne sakıncası olacak. Konu nedir?
-Abim ve sen.

-Anlamadım.

-Şimdi bekletmeyelim kızları. Onlar gidince konuşuruz baş başa.
Sesinde ki tını nedense hiç hoşuma gitmemişti. Kötü diyemem ama yine de bir uyarı gelecekmiş gibi hissediyordum nedense. Aklıma annemi getirdi bu tını. Bir hatam olduğunda bir daha olmaması için uyarırken tıpkı bu tonlamayı kullanıyordu. Korkmuyordum ama ne zaman bu tonla benimle konuşsa hemen kendime çeki dğzen veriyordum. Canım annem.

İkimizde sık adımlarla salona geri döndük. Hüma Gül ablaya dönerek;

-Nisan da düğününüz varmış tebrik ederim.
-Teşekkür ederim. Eğer manin olmazsa seni de beklerim. Abinle gelirsin olmaz mı?
-Olur neden olmasın. Eğer sınav dönemime denk gelmezse gelmeye çalışacağım.
-Elbette.

Melisa ve Gül abla yaklaşan doğum günümle ilgili plan yapmaya başlamışlardı bile. Biz gelene kadar bir kaç fikir bulmuş olacaklar ki Melisa heyecanla sordu;

-Doğum gününü konuşuyorduk. Nasıl bişey yapsak bu sene?

-Ne doğum günü Melisa artık koca koca kızlar olduk. Hem gerek yok kutlamaya beraber küçük bir pasta keseriz olur biter. Dedim tevazuyla.
Hepsi sanki kötü bişey söylemişim gibi bana baktılar.
-
Ne niye bakıyorsunuz öyle?

-Kızım saçmalama. İki senedir dediğin gibi kutladık işte yeter. Bu sene adam akıllı kutlanacak o doğum günü. Dedi gayet kararlı ve net bir şekilde Melisa. Gül abla da onu onaylarcasına kafasını salladı.
-
Benim sizden başka kimsem yok. Öyle kocaman biley istemiyorum. Dedim buruk sesimle.
-
Niye yokmuş. Öğretmenlerin var sınıf arkadaşların var. Hepsi de seviyor seni. Gelmek isteyeceklerinden eminim. Hem sen karışmıyorsun. Melisa ilgilenecek. Dedi Gül abla tehditkâr sesiyle.
-
Evet karışmıyorsun. Neyse kapatalım konuyu da sana sürpriz olsun.
-Hahahah gerçekten büyük sürpriz olacak bana. Dedim kahkaha atarken. Yanımda konuşulan konudan haberim yokmuş gibi davranmamı istiyorlardı belli ki. Konuyu büyük bir özveriyle kapatan Melisa'nın telefonu çaldı. Arayan annesiydi. Küçük kardeşi Efe'nin ateşi çıkmış. Annesi ve babası hastaneye götürecekmiş. Gelmesi gerektiğini söylemiş. Melisa korkuyla oturduğu sandalyeden fırladı hemencecik. Annesi korktuğunu anlamış olacak ki fazla kötü olmadığını sadece tedbir amaçlı hastaneye götüreceklerini söyleyerek zorda olsa sakinleştirmişti. Tek kardeşi vardı be çok düşkündü küçük Efesine. Yüreğinin ağzına geldiği beyazlaşan yüzünden belliydi. Telefonu kapattı.

-Kusura bakmayın benim gitmem gerekiyor. Görüşürüz. Diyerek Hüma'ya vedalaştı sadece. Bizi hergün görüyordu ama onu gitmeden önce son kez gördüğünü biliyordu.
kapıya kadar geçirip haber vermesini istedim. Onunla birlikte ben de çok telaşlanmıştım. Belki kardeşim yoktu ama kardeş kadar değerli bir arkadaşım vardı. Ne hissettiğini az çok anlayabiliyordum. Kapıyı kapayıp içeri geldim tekrar. Aklım onda kalmıştı ama elimden birşey gelmiyordu maalesef. Gül abla ve Hümanın da morali bozulmuştu. Ortamın gerginliğini dağıtmak istedim o an.
-
Eee çok çay içtik birde kahve içelim. Dedim gülümseyerek.
İkisi kafasını olur anlamında sallamıştı. Hemen masayı toplamıştık. Bir yanda kahve pişerken bir yandan da savaş alanı gibi olan mutfak tezgahını toparladım. Hüma oturduğu koltuktan bana doğru seslendi;

-Evinin niye bu kadar derli toplu olduğu anlaşıldı. Ben olsaydım iki güne anca toplardım o masayı. Dedi kahkahayı patlatırken. Gül abla da onunla birlikte gülmüştü.
-
Yok boş boş beklemeyi sevmiyorum. Yani kahve pişerken toplayabildiğim kadar toplarım diye düşündüm. Dedim.

Kahveleri fincanlara doldurup tepsiyle ikram ettim. Hüma birden anlam veremediğim şekilde gülmeye başladı. Gül ablayla birbirimize baktık önce. Sonra tepsiden fincanını alırken gülmeye devam eden Hüma'ya.
-
Ne oldu? Niye güldün öyle? Diye sordu Gül Bala doğal olarak.
-
Ne biliyim. Bade kahve getirince aklımda ufak bir hayali sahne canlandı. Dedi. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Aslında ne demek istediğini anlamıştım. Umarım Gül abla da anlamamıştır. Bunu düşünmek bile istemiyorum.
-
O ne demek? Dedi Gül abla tebessüm ederek.

Hümada benim gibi pot kırdığını anlamış olacak ki yüzü kireç gibi oldu. Gül balaya sonra bana sonra yine Gül balya baktı. Eminim benim gibi aklına gelen ilk cümleyi söylediğine;

-Şimdi arkadaş olduk ya. Belki ilerde Bade'nin isteme kahvelerini de içeriz birlikte. Diye girizgah yapmıştı. Gül abla saçma bir söylem olduğunu fark etmişti bence ama yine de çaktırmadan tebessüm etmeye devam etti.
-
Biz Bade'yi vermiyoruz kimseye. Dedi hem abla hem anne edasıyla. Hüma'ya birbirimize bakıp gülüştük. Gül abla merakla Hüma'ya çevirdi kafasını;

-Sahi Anıl hocanın evlilik düşüncesi var mı Hüma? Yani hayatında biri yok diye biliyorum da yanlış mı biliyorum acaba? Dedi. Cümlenin gerisinde birşeyler daha olduğunu anlamıştım.
Hüma gözlerini bana hiç çevirmedi bu kez az önce kırdığı potu tekrarlamamak adına.
-
Bilmem yok heralde. Dedi sesi kısık ve buruk çıkıyordu.
-
Anladım. Okulun gözde bekarı da. Gözler üstünde. Bugğn yoksa bile yarın olabilir. Diye beni dehşete düşüren cümleyi kurdu Gül abla. Hüma bu kez bakmıştı mosmor olan yüzüme. Yudumladığım kahve yumru gibi oturmuştu genzime. Yutamadığım gibi birde istemsizce öksürük krizine girmiştim. Neredeyse yudumladığım kahveyi püskürtecektim. Fincanı titreyen ellerimden bıraktım orta sehpaya. Hızla banyoya doğru ilerledim. Tükürdüğüm kahveyi temizleyip, ağzımı çalkaladım hızla. Aynaya kaldırdığım sülietim gerçekten mosmordu. İçerden bana iyi misin diye seslenen Gül balaya cevap veremedim. Yüzüme bir kaç avuç su vurdum. Saçlarımın önünü ıslatıp daha fazla dikkat çekmeden salona geri döndüm. Mundar olan kahve fincanını tezgaha bırakırken korktuğum soru çoktan gelmişti bile;

-Hayırdır sana ne oluyor? Dedi Gül abla bu kez hakikaten birşeyler anladığını düşünüyordum. Akşamdan beri aptallıkla kırdığım potları bu kez istemeyerek kırmıştım. Bu kez ne diyeceğimi bile bilemiyordum. Yalan bile gelmiyordu aklıma. Tezgaha dayadığım ellerimi kaldırmadan arkam onlara dönükken konuşmaya başladım.
-
Birşey yok. Şaşırdım sadece. Dedim titreyen sesimle.
-
Niye şaşırasın. Bekar kalmak zorunda mı adam. Bir kaç hocanın dikkatini çekmiş. Konuşurlarken duydum. Biri bayağı ciddi. Yakın zaman da konuşacağını söyledi onun için sordum. Hem sana ne?
Sesi bu kez gerçekten tehditkârdı. Arkamı dönüp acıyla gülümsedi . Hüma hiçbirşey söylemden donuk gözleriyle bizi seyrediyordu. Gelip oturdum koltuğun köşesine. Ne diyeceğimi bilemeyerek ama birşeyler söylemem gerektiğinin farkında olarak girdim söze;

-Tabi bana ne. Dediğin gibi sadece şaşırdım. Dedim ya. Birden söyleyince. Hani iş arkadaşları faln ya etik olur mu diye.
Söylediğim cümleyi kendim bile kınamıştım. Etik olur mu? Etik olmaz. Peki ya benim öğretmenimle bir ilişki içinde olmam etik mi? Çok bilmiş gibi konuşuyorum, kınayarak kurduğum cümleyi kendim yaşarken.
-
Ha aslında doğru. Ama koca insanlar aman bizene canım. Hümacım abine birşey söyleme rica ediyorum. Benden duyulmasın yani. Yarın öbürgün duyarsınız zaten.
Diye devam etti canımı yaktığından bir haber. Hüma yine gözlerini gözlerime dikti. Tüyleri ürpermişti belliydi. Gözlerinin içine bakarak acının etkisiyle tebessüm ettim. O da bana karşılık vermişti ama onun tebessümü de acıydı. Biz birbirimize bakmaya dalmışken;

-Ziyade olsun Badecim. Ellerine sağlık. Herşey için Teşekkğr ederim. Ben kalkayım artık. Dedi Gül abla. Ayağa kalkıp Hüma'yla da vedalaşırken. Kapıya doğru ilerledi. Vücudum onun arkasından gidiyordu ana ruhum yine terk eylemişti bu ağırlaşan bedeni. Kilometreler sürmüştü şu koridor. Zorda olsa uğurlamıştım Hem Gül ablayı hem soru işaretlerimi onunla birlikte. Hangi hoca diye sormaya bile hakkım yoktu sonuçta. Yine kapadığım kapıya yaslanmıştım. Aklım yine karmakarışık olmuştu. Canımı yakan tam olarak neydi? Anıl'ın kadınlar tarafından beğenilmesi mi yoksa "Anıl'ı kimse beğenemez O Bade'nin Anıl'ı diyememek mi?" İkinci seçenek ağır basıyordu. Doğruya Bade'nin Anıl'ı olduğunu kimse bilmiyordu. Bir tek Anıl'ın Badesi ve Bade'nin Anıl'ı. Birde kardeş dediğimiz iki kişi daha. Belki onlar bile bu denli derin olduğunu bilmiyorlardır, birbirimiz için ne demek olduğumuzu belki de idrak edememişlerdi. Hüma yaklaşmıştı yanıma kapalı gözlerimi araladım. Karşımda bana acıyarak bakan bir çift göz vardı. Yaslandığım kapıdan doğruldum.
- Bak işte gördün mü? Bazen ne elden ne de dilden bişey gelmiyor. Dedim yine zar zor kıvrılan dudaklarımla.

-Abimin seni sevdiğini biliyorsun neden üzülüyorsun ki bu kadar. Dedi beni teselli etmek istiyordu.
-
Biliyorum. Ama bilmediğim çok şey olduğunu da biliyorum.
Anlamsızca baktı yüzüme. Kaşlarını çattı. Ne demek istediğimi anlamamıştı.
-
Üzüldüğüm şey şu ki sevgimizin büyüklüğü bunun doğru olduğu anlamına gelmiyor. Belli yanlış. Belki değil bu yanlış. Ama kalbine söz geçmiyor insanın.

-Bunu ikinizde biliyordunuz. Kimseyi suçlayamazsınız. Dedi naif ama bir o kadar da üzgün sesiyle.
-
Evet. Kimseyi suçalayamayız. Ama kimse de bizi suçlayamaz. Çünkü konumumuz gereği etik olmayan şey elimizde değildi. Eğer olsaydı...

Sözümü kesti hemen.
-
Ne elinde olsa abimden vazmıgeçeceksin?
Gözlerimi devirdim söylediğimden bunu mu çıkardın dercesine.
-
Biz artık vazgeçemeyiz birbirimizden Hüma. Bunu anlamadın mı?
-Bade bir gün hiç beklemediğin birşey olur. Bakarsın elinde olmadan, istemeye istemeye vazgeçmişsin. İnan bana herşey oluyor şu hayatta. Dedi soğukkanlılıkla. Cümlesini anlamamıştım. Ama beynimde şimşekler çakmıştı.
-
O ne demek oluyor? Bilmem gereken bişey mi var Hüma?
-Hayır onu demek istemedim sadece büyük konuşmamamk gerekiyor. Dedi telaşla. Koridora çömelmiştik ikimizde. Hatta oturmuştuk bile. Yanıma gelip oturmuştu tam. Dizlerimizi karnımıza çekip ellerimizi dizlerimizin önünde bağlamıştık ikimizde. Bir süre susmuştuk. Sessizliği yine Hüma bozdu.
-
Bak ben sizin birbirinizi ne kadar sevdiğiniz anladım. Senden birşey rica edebilir miyim?
-Tabi. Elimden gelirse...

-Eğer birgün abimle istemediğin şeyler yaşarsan. Ne biliyim işte aranız bozulursa ya da bilmiyorum işte ayrılırsanız demek istemiyorum ama en kötüyü düşünmeni istiyorum anlatacaklarımı en kötüsü için söylüyorum say.
-Dinliyprum.
-Abimi dinle olur mu? Arkanı ona dönmeden önce, onu kırmadan, incitmeden önce onu gerçekten dinle olur mu? Çünkü o seni o kadar seviyor ki anlatırken bile gözleri doluyor. İnan bana.
-abinle ayrılmamanızı gerektirecek bişey mi var?
Yutkundu kafasını karşıda ki boş duvara çevirdi. Korkuttu beni. Sözleri acı vericiydi. Ne demek istediğini anlatamıyordu sanki. Açık konuşmuyordu. Hiç uzatmadan tüm şeşfaflığımla sordum.
-
Dün balkonda abine sarılıp ağlatan konu da bizim ilişkimizle alakalı mıydı?
Gözlerini hızla bana çevirdi. Nereden gördüğümü, bildiğimi sorguluyordur içinden eminim. Gözleri yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Elleri titremeye rengi bembeyaz olmaya başlamıştı. Bu tepkisi normal miydi? Değildi. Bu kötü bişey miydi? Eminim kötü bişeydi. Benimle konuşmak isteyen kendisiydi ama daha ilk sorumda afallamış, lâl olmuştu sanki. Yüzümü duvara çevirdim. Bu kez de boş duvarı ben izliyordum.
-
Seninle bir alakası yoktu. Bizim ailevi meselemizdi. Bunu da sana söyleyemem. Affet beni. Dedi kendi yalanına kendisi bile inanamayarak.

-Anıl'ın benden sakladığı büyük birşey var biliyorum artık. Yani en azından sakladığı şeyin bizi ilgilendirir ilgilendirmediğinden emin olamasamda şu an bilmememi istemediği büyük birşey var değil mi? Diye sordum yutkunarak ağlamaklı sesimle.
Çıt çıkmıyordu. Duvardan ses geliyordu Hüma dan fısıltı bile çıkmıyordu. Şimdi kesinlikle emin olmuştum. Boş boş bakıyordu sadece. Gözleri dolmuştu. Dokunsalar ağlayacak ayardaydık ikimizde. Oturduğu yerden kalktı hızla. Hala yerde oturan bana baktı. Kapının kulpunu çevirip;

-Bade umarım ikinizde hiç üzülmezsiniz. Umarım imkanla imkansızlık arasında ki vaziyetiniz birgün herşeye, herkese karşı koyacak kadar kuvvetli bir hale gelir. İnan bunu sizden bile çok istiyorum. Dedi eşikten bir adım atarken dışarıya. Son kez kalan son gücümle sordum;

-Abine güvenmeli miyim? Yoksa yol yakınken dediğin gibi istemeye istemeye de olsa vazmıgeçmeliyim? Dedim gözümden akan bir iki damla yaşla birlikte. Arkasını dönüp yüzüme bile bakmadan;

-Bunu ben söylersem sizin sınavınız olmaz. Bu gerçekten sizin sınavınız. Birbirinizi sevmeyi kendiniz seçtiniz. Güvenmeyi de kendiniz seçmelisiniz.
diyerek çekip çıktı kapıyı. Herşey apaçık ortadaydı. Bilmem gereken ama bilmediğim şeyler olduğu aşikârdı. Oturduğum yerde dakikalarca kaldım öylece. Hala doğrulamıyordum. Ağlamak istiyordum ağlayamıyordum. İçimde ki hissi tarif edecek kelime bulamıyordum yine. Çok seviyorum, çok aşığım. Güveniyorum da. Ama gizli saklı, sırlarla dolu bir ilişkiyi ben yürütemem. Ben Anıl'sız bile yaşayabilirim bir ihtimal ama şüpheyle bir gün geçiremem. İçimde ki şüphe yer bitirir beni. Hümanın söylediği şeyler üstü kapalı uyarılardan başka hiçbirşey değildi. Ona kızmamalıyım. Belki de bana hayatımda kimsenin yapmadığı kadar büyük bir iyilik yapmıştı. İçimde ki yaralar kabuk bağladı demiştim ya işte yine sızlamaya başladılar. Ben bu eve sığmıyordum. Ben bu şehire sığmıyordum şu bir kaç dakikadır. Heryanım paramparçaydı. Aklım terk etti beni. Aşk bir uçurumun kenarında olmaktan farksızmış sahiden. Elini tuttuğun ya itecek seni aşağı, ya da ellerini sımsıkı tutup seninle uçuruma meydan okuyacak. Anıl benim kalbimin imkansızı, hemde imkanı. Kalbim onunla iyileşti. Şu yaşıma kadar açılan yaralar onun sevgisiyle kabuk bağladı. Kalbime tıpkı ilahi bir güçle dokunmuştu sanki. Sevgisinden emin olduğum adamın, evim dediğim kalbinde ki sırlar içinde boğuluyordum usul usul.
Oturduğum yerden kalktım aceleyle. Üzerime montumu alıp, telenu kapayıp, sadece anahtarlarımı alarak çıktım evden. Kapıya astıpım küçük notu tekrar okudum. Nereye gideceğimi bile bilmiyorum ama gidiyorum. Belki şu tıkanan beynime oksijen giderde kendime gelirim.

Hüma eve gelir gelmez kitap okuyan abisinin karşına oturdu. Anıl kitaptan kaldırdığı gözlerini Hüma'ya dikti. Hali hal değildi. Bacak bacak üstüne atmış oturuyordu berjerde Anıl. Kitabın kapağını yavaşça kapadı. Masanın üzerine nazikçe bırakıp ellerini önünde birleştirdi.
-
Kötü bişey mi var?
Ses yok.
-
Hüma. Canımın içi bişey mi oldu?
Ses yok.
Ayağa kalkıp Hümanın önünde çöktü. Ellerini dizlerine koydu Hüma'nın. Sesi hem sakin hemde endişeliydi.

-Hüma cevap versene ne oldu?

Kafasını kaldırıp abisinin yüzüne baktı buğulu gözleriyle.
-
Ben kötü bişey yaptım galiba abi. Özür dilerim. Dedi pişmanlıkla dolan gözlerinden bir iki damla yaş aktı. Anılın göğsüne o an hançer saplanmıştı. Sanki ne olduğunu anlamış gibi;

-Bade'ye bişey mi söyledin. Anlatsana kızım niye susuyorsun? Dedim gerginleşen sesiyle.
-
Abi ben...

-Hüma öyle biley yaptıysan...

-Hayır anlatmadım bişey ama..

-Ne ama kızım. Konuşsana.

Badeyle aralarında geçen konuşmayı en ince ayrıntısına kadar anlattı. Bade'nin artık birşeylerden şüphelendiğini, dün gece onları balkonda gördüğünü hepsini bir bir anlattı. Anıl sendeledi olduğu yerde. Elleriyle saçlarını karıştırdı. Çok sinirliydi. Renk alıp renk veriyordu. Eline telefonunu alıp defalarca Bade'yi aradı. Kapalı, kapalı, kapalı. Hüma'ya hiçbirşey söylemeden fırladı evden. Zili çaldı defalarca açan yok. Kapıyı kırma raddesine gelmişti. Kıracaktı da taa ki kapının üstünde ki;

-Hava almaya çıktım. Aramayın beni.
notunu görene kadar. Bade,Gül ve Melisa belki gelir düşüncesiyle yazmıştı notu. Tabi birde telefonunu yanına almadığı için insanların aklına kötü birşey gelmesini istemiyordu. Aslında Anıl'ın onu arayacağını biliyordu. Anıl kâğıdı alıp defalarca okudu. Öfkeyle buruşturdu kağıdı. İçeri girip hışımla montunu aldı. Hüma'ya dışarı çıktığını söyleyerek sertçe kapadı kapıyı.
Binadan fırladı ama nereye gideceğini bilmiyordu. Saat 11 olmuştu. Gecenin bu saatinde Bade'nin gidecek tek yeri olmalıydı. Hızlı ve kendinden emin adımlarla yürümeye başladı. Ne soğuk hava ne de yüzüne vuran sert ayaz soğutmuyordu tutuşan yüreğini. Delice koşuyordu delirtenin peşinden.

Bade Anıl'ın tahmin ettiği gibi iskeleye gitmişti. oturdukları banka oturup denizi seyerediyordu. Gözünden dökülen incilerin ardı arkası kesilmiyordu. Saçları rüzgarla dağılıyor. Kara gözlerinin etrafı kıpkırmızı olmuştu. Burnu gözlerinden de kırmızıydı. Hava soğuktu üşütüyordu. Elleri terlemiyor kalbi sanki atmıyordu. Kalbini yoran şey ne sevgisiydi ne de duyduğu aşk. Yüreği Anıl'ı kaybetmek korkusuyla doluydu. Biliyordu. Söylenmeyen her sır peşinden bir felaketle gelirdi. Bu kadar yakınken bu kadar uzak olmak küçük felaketti. Asıl büyük felaket ölmeden ölmüşçesine kaybetmekti. İçinde ki ses bunu fısıldıyordu dakikalardır. Eliyle gözyaşlarını sildi. Feryat ediyordu ama sesi dışardan duyulmuyordu. Elini tekrar cebine koyacaktı ki birden ardından uzanan, bileğini kavrayıp hışımla ayağa kaldıran Anıl'la göz göze geldi. Bileğinden tuttuğu gibi sertçe ayağa kaldırıp karşısına dikilmişti bütün heybetiyle. Çatık kaşları, sinirden mosmor olmuş dudakları, hızlı ve bir o kadar da öfkeyle inip kalkan göğsünü fark etti. Bileğini hızlıca kendine doğru çekip kurtardı Anıl'ın elinden. Gözyaşlarını saklamaya çalışıyordu. Kafasını arkaya çevirip sildi hemencecik. Sonra tekrar Anıl'a dönderdi çevirdiği boynunu. Anıl burnu dahi kıpkırmızı olan Bade'ye bakıyordu. Ama bükmez sevgiyle değil kırgınlıkla. Elleriyle dağılan saçlarını düzeltip denize doğru döndü. Çenesini sertçe sıvazladı. Sesini yükselterek;

-Ne yapıyorsun burda?
Bade konuşmuyordu. Sadece akmaya devam eden gözyaşlarını silmeye devam ediyordu. Anıl sesinin volümünü biraz daha arttırdı.
-
Konuşsana Bade. Ne yaptığını sanıyorsun sen? Kapıya not bırakıp telefonu bile almayıp çekip gitmek ne oluyor?
Sesi sinirden titrer hale gelmişti. Sağa sola birer ikişer adım atıp tekrar bulunduğu yere geliyordu. Bade konuşmuyordu. Konuşamıyordu. Anıl iyice deliye dönmüştü. Bade'nin kollarından tutup kendine doğru çekerek gözlerini gözlerine dikti. Yüzüne karşı tüm gücüyle haykırdı;

-Senin derdin ne? Beni deli etmek mi istiyorsun. Niye benimle konuşmak yerine saçma sapan şeyler duydun diye hemen kaçıyorsun. Cevap verrr artıkkkk!!!

Bade iyice korkmuştu. Anıl'ı ilk kez böyle görüyordu. Kollarını o kadar sıkmıştı ki canı yanıyordu. Gözlerinden hala ardı arkası kesilmeyen yaşlar akıyordu. Titreyen ve fısıldar sesiyle;

-Canımı yakıyorsun. Diyebildi sadece. Anıl yaptığının farkına varıp bıraktı kollarını hemen. Geri çekilip bağırmaya devam etti;

-Sende benim canımı yakıyorsunnn. İlk günden beri benim canımı yakıyorsunn!!
Bade konuşması gerektiğinin farkına vardı. Artık susmayacak ne varsa kusacaktı. İkisi de eteğinde ki taşları dökemliydi. Anıl'ın sesini bastırmak istercesine bağırmaya başladı o da;

-Ben sana en başta söyledim. Benim canımı sakın yakma dedim. Söz verdin bana. Seni asla üzmem dedin.
Anıl'ın kulaklarından bile duman çıkıyordu artık.
-
Eee sözümden mi caydım? Sana ne yaptım ben? Seni üzmedim, kırmadım. Sen hep çocuk gibi hareket ediyorsun. Kendine gel artık.
-Asıl sen kendine gel artık. Anıl. Benden ne saklıyorsun!! Benden gizlediğin şey ne?
Anıl donakaldı. Bu sorunun sorulacağını biliyordu. Ama yine de hiçbir hazırlığı yoktu. cevap vermek zorundaydı.
-
Ne saklıyor muşum? Yine ne kurdunda neye inandın? Bana söyler misin?
-Hiçbirşey kurmadım. Ben gördüklerimi söylüyorum. Senin benden sakladığın bizim ilişkimizi etkileyecek şey ne? Bana bunu söyleyeceksin yoksa..

Anıl yine kollarına sarıldı Bade'nin yine sıkıp kendine doğru çekip gözlerine dikmişti gözlerini

-Yoksa ne!

Bade kollarını silkip geri çekildi. kendinden emin bir şekilde tamamladı cümlesini.
-
Yoksa bitsin. İstemiyorum bitsin.
Anıl'ın gözünden de yaşlar süzülmeye başladı. Siniri bir anda uçup gitmişti. Bade'nin net tavrı korkutmuştu onu. Ellerinden kayıp gidiyordu. Tutmazsa kaderi bu gece değişecekti. Sanki hayatı Bade'nin iki dudağı arasındaymışta şu saniyelerde ölüm emrini duymuştu onun ağzından. Bunu söylemek bu kadar basitmi der gibi acıyla baktı Bade'ye. Bade ise hayalkırıklığıyla cebelleşiyordu. Hala açıklamıyordu sırrını. Demek ki beni kaybetmekten zerre korkmuyor diye geçiriyordu içinden.
-
Bunu söylemek senin için bu kadar basit mi? Diye feryat etti Anıl. Bade istifini bozmadan hızla cevap verdi;

-Bizim aramızda görünmeyen bir mesafe var Anıl. Bunu her nekadar görmezden gelmek istediysemde artık yapamıyorum.
Anıl hayretle yüzünü kapattı. Oturdu banka. Tekrar ayağa kalkıp dikildi karşına Bade'nin;

-Ne mesafesinden bahsediyorsun sen? Bade neler söylüyorsun?
-Eğer mesafemiz olmasaydı, dediğin kadar bana güvenip sevseydin o sakladığın her neyse ben sormadan söylerdin. Demek ki ben sırlarına ortak

Olamaya layık değilim.
-Neler söylüyorsun Bade. Sen nasıl hala benim sevgimden şüphe edersin? Ne demek seni sevsem?
Bade Anıl'a yaklaştı iyice. Anıl'ın yüzünü avuçları arasına aldı. Sözlerini yumuşatarak;

-Söyle o zaman. Ne saklıyorsun benden. Söyle ki rahat bir nefes alayım. Seni dün gece o balkonda ağlatan şey neydi? Hümanın imayla beni uyarmaya kalktığı şeyler neydi? Benim yanımda çalınca açmadığın telefonların sebebi nedir? Niye en neşeli anlarımızda bile birden bire yüzüne hüzün çöküyor? Neden bana söz verirken yutkunuyorsun Anıl?

Anıl bunların hiçbirini yaptığına inanamıyordu bir türlü. Yani farkında olmadan da olsa bu kadar dikkat çektiğini yeni fark ediyordu daha. Bade neredeyse herşeye dikkat etmiş hafızasına kazımıştı. Şimdiye kadar bile içinde tutması bir mucizeydi. Yüzünde ki badenin ellerini tuttu. Öptü defalarca. Hala cevap bekleyen Bade'nin yüzüne baktı;

-Bak sana anlatamayacağım bir sırrım var evet. Ama bana güven nolur. Zamanı geldiğinde herşeyi oturup anlatacağım sana. Bade lütfen şimdi bunun cevabını isteme benden.
Bade duyduğu cevaptan memnun olmadı hiç. Ellerini sertçe çekti Anılın avuçlarından. Yüzüne aşkla değil öfkeyle bakıyordu.
-
Anıl ya şimdi söylersin burdan el ele gideriz eve ya da sonsuza kadar susarsın. konuşsan bile duymam seni. Karar senin.
Bade ellerini yine cebine koyup Anıl'ın cevabını bekledi. Anıl oturdu soğuk bankın üstüne. Bade ise denize yaklaştı iyice. Sanki aralarına kilometreler girmişti bir anda. İkisi de kanlı yaşlar döküyorlardı. Biri susmak zorunda, diğeri duymak.
Ciğeri yanıyordu Anıl'ın ölüyordu. Nefesi kesilmişti. Ruhu emiliyordu.
Bade kendini soğuk sulara bırakmak istiyordu. Son kez arkasını dönüp Anıl'a yaklaştı. Yanına oturdu usulca. Gökyüzüne baktı. Tek bir Yıldız bile yoktu. Yüzüne değen ılık gözyaşını sildi koluyla. Anıl kafasını elleri arasına almış öylece bekliyordu. Bade sessizliği bozdu;

-Bu suskunluğun beni haklı çıkardı Anıl. Sevgimiz ne kadar büyük olursa olsun bazı şeylere yetmiyormuş. Bazı şeyler aşkla yenilmiyormuş. Velhasıl güzel şeyler uzun sürmüyormuş. Bunları söylerken iç çekerek ağlıyordu. Anıl kafasını kaldırıp içini çekerek karşında ağlayan sevgilisine baktı. Bu kabus olmalıydı. Bade cümlesini tamalamamalıydı. Çünkü ayrılık konuşması yapmaya başlamıştı. Derin ve sık nefesler almaya başladı. Gözleri kararıyor dizleri titriyordu. Ve Bade ayağa kalkarak zorda olsa hıçkırıklarını durdurmayı başarmıştı. Kanlanmış gözleriyle son kez baktı Gözlerine Anıl'ın cümlesini bitirdi;

-Biliyorum boşuna yoruluyoruz bu yolda. Nasıl olsa birlikte yürüyemeyeceğiz. Dilerdim ki bu kadar imkansız olmasın. Ve yine dilerim ki hep mutlu ol.
Anıl ayağa kalkıp Bade'nin elini tutmak istercesine elini uzattı. Bade ise kendini hemen bir adım geri iterek izin vermedi dokunmasına. Anıl can havliyle;

-Yapma Bade. Yapma.
Diye yalvardı. Yalvardı ama nafile yankılandı gecenin uğulsuyla Badenin sesi;

-Kendinize iyi bakın hocam. Sizi tanımak güzeldi. Pardon sizi tanıyamamak...

 

Dedi ve arkasında koca bir enkaz bırakarak uzaklaştı Anıl'ın yanından. Hızlı adımlarla devam etti bir kez bile arkasına bakmadan. Anıl ise olduğu yere çöktü. Dağ gibi adam iki kelimeyle yerle bir oldu. Hayata kavuştuğu iskelede hayatı kaydı gitti ellerinden.
Bade değer verseydi her ne derdi varsa bana anlatırdı diye düşünüyordu. Anıl ise bana güvenmiyor zerre itimadı yok diye geçiriyordu içinden. İkisi de birbirini suçluyordu. Önemli olan şuçlunun kim olduğu mu? Yoksa önemli olan düştükleri kuyunun dipsiz oluşumu?

"Adım ne Yusuf ne de Züleyha. Kuyuda ne yeniyim ne de kalıcı Kuyu serin... Kuyu yüreğimden de derin..." demiş yazar. Ve başka biri de şöyle ifade etmiş

 

Bir uçurum özlemi belki aşk Paramparça yere çakılacağını bile bile Sanki elini uzatsan avuçlarında. Sanki kilometrelerce uzak. Böyle imkansız Böyle mümkün…

 

Loading...
0%