Yeni Üyelik
35.
Bölüm

İmtihan…

@meltemyaman

Acının tarifi nedir?
Yere düşünce kanayan dizler mi? En sevdiğin giysilerin küçülmesi mi? Heves ettiğimiz şeylerin kursağımızda kalması mı? En sevdiğimiz arkadaşımızla aramıza mesafeler girmesi? Ya da yıllarca hayalini kurduğumuz şeyi bir türlü gerçekleştirememek acının ne demek olduğunu açıklar mı?
HAYIR!
Bunların hiçbiri acının asıl tarifi değil. Asıl acı nedir biliyor musunuz?
İçimizde acı sandığımız onca şeyi yaşarken yanımızda, dizimizin dibinde, kalbimizin içinde olan insanı kaybetmektir. Asıl acı kaybetmektir. Alelade birini değil, hayatının en kıyısında ki insanı kaybetmektir. En uçta ki insanı kaybetmek. Her duyguyu uçlarda yaşatan, sizi tek bir hareketi, tek bir cümlesiyle hem en mutlu, hem en kederli insana dönüştüreni kaybetmektir.

Mutluluk zamanla oluyor, peki ya hüzün neden bir an da kaplıyor tüm iç dünyamızı? Bunun açıklamasını yapabilecek biri değilim ben. Benim küçücük dünyamın en baş köşesinde Anıl var. Peki ben onun dünyasının tam olarak neresindeyim? Halbu ki olduğum yerden bu denli emin olmamıştım hiç. Size bir sır verebilir miyim?
Ben daha önce hiç bu kadar mutlu ve üzgün olmamıştım saniyeler içinde. Ben sürekli imtihan mı olacaktım? Ya da hep sevdiklerimle mi sınanacaktım? Bilmiyorum. Karşımda celladım duruyor belki. Belki de herşey tam yoluna girdi derken beni o yoldan geri çevirecek olan yanlış istikamet tabelası?

Elimde dökülen çorbanın sızısı var. Bacaklarımda da. Ama kalbimin cendere de olduğu kadar acı vermiyor bana. Karşımda hala bana şaşkınlıkla bakan genç kız, hızla kapıdan ayrılarak yanıma geldi çıplak ayaklarıyla. Ben boş kalan kapıya bakıyordum. Anıl'ın kokusu vardı ama kendisi kuş olup uçmuş gibiydi. Kolumda bir el sıcaklığı hissettim. Kolumdan tutup gözlerimin içine bakıyordu.

-İyi misiniz? Kendinize gelin. Ne oluyor?

Cevap verecek mecalim kalmamıştı. Gözlerimi açık kalan kapıdan çekip kıza baktım. İsmi Hüma idi. Tıpkı isminin anlamı gibi çok zarif ve bir o kadar da güçlü duruyordu karşımda. Ağlamaklı gözlerimi çektim üstünden. Yere uzandım. döktüğüm parçaladığım tabak çanağı toplamak istercesine. Ağzımı bi açabilsem, siz kimsiniz diyebilsem, ama yapamıyorum. Belki de yapmak istemiyorumdur. Belki de duyacağım cevaptan çok korkuyorumdur. Kırık tabağın parçalarının her biri göğsüme batıyor sanki. Şimdi hüngür hüngür ağlamak, tam da şu an ölmek geliyor içimden. Oysa dün gece sonsuza dek yaşamak istiyordum.
Ölmemin de yaşamak istememin de sebebi aynı kişiydi, Anıl.
Eğer bana bunu yaptıysan seni bir ömür boyu affetmeyeceğim.
Ellerimin titremesine engel olamıyorum. Hüma hala oturduğum yerde beni izliyor. Gözleri fal taşı gibi açılmış. Ben ise çok utanıyorum. Utancımın sebebini bilmiyorum ama yerin dibine girmek istiyorum.
Aşağıdan Patırtı seslerini duyan Gül abla'nın annesi Şengül teyze bağırıyor;

-Bade ne oluyor yavrum. İyi misin? O sesler neydi öyle?

Cevap vermezsem işler daha da kötüye gidecek. Hemen titreyen sesimle ağzımı açıp cevap verdim;

-Şengül teyze iyiyim. Elimde bir kaç birşey vardı onları düşürdüm.

-Ha iyi tamam kızım. Eee hadi gelmiyor musun bize Melisa geldi çoktan.
-Geliyorum birazdan.

Ben konuşmaya bile güç bulamıyorum. Adım nasıl atayım? Hüma bana baktı. Sonra evin içine doğru döndü, ben ise hala Anıl'ın nerede olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bir türlü göremiyorum. Gelmiyor. Sesi çıkmıyor.
Hüma yine hayretle bana baktı;

-Bade sen misin?
Ne demek istediğini anlamadım. Bade ben miyim? Ben Anıl'ın Bade'siyim. Ben sadece Bade değilim. Ben Anıl'ın Vuslatı olacağım. Kendimi hep öyle avuttum şu bir kaç aydır. Belki de dediğim gibi sadece avuntuydu. Benim gözlerim belki de bu kadar kördü. Aptal mışım belkide? Bilmiyorum. Yüzümde ki sıcaklık artıyor hala. Kafamda zibilyon tane duygu, düşünce fink atıyor. Gözlerimi tekrar Hüma'nın gözlerine çevirdim. Şimdi ise bana gülümsüyor. Belki de acıyordur. Bilmiyorum. Ben şu an sadece Anıl'ın nerde olduğunu bilmek istiyorum. Sadece Anıl'ı istiyorum. Derken içerden yükselen sesle ikimizde açık kalan kapıya baktık tekrar;

-Hüma. Kızım nereye kayboldun iki dakika da?

Ve üzerinde ki bornozuyla kendini gösterdi Anıl. Saçları ıslak. Bornozunun arasından gözüken göğsü. Dün gece uyuduğum, kendimi en güvende hissettiğim yer. Başa bela olacak kadar yakışıklı. Acı çektiğim şu dakikalarda bile onun ne kadar yakışıklı olduğunu düşünecek kadar aşığım ben bu adama.
Kalbim hızla çarpmaya başladı. Ama bu kez heyecandan değil. Hani ucu tırtıklı hançerler olur ya, ha işte tam olarak onlardan binlerce göğsümün orta yerine battığı için. Ben ne yaşıyorum şu an? Ben yaşıyor muyum şu an? Az önce derste kafamı koymuş uyuyordum. Belki de rüyadayım hala. Daha doğrusu kabustayım. Anıl hayretle karşısında duran şaşkınlıkla renk değiştiren bize bakıyor. Yerde kırılan tabak, dökülmüş çorba. Hepsini sırayla seyrediyor. Belki de bana bir açıklama yapmaya bile gerek duymuyordur. Belki de herşey anlaşılmıştır konuşmaya gerek yok diye geçiriyordur içinden. Yavaşça o da çıplak ayaklarıyla bize doğru yaklaşmaya başladı. Yüzümün yandığını anlamış gibi bakıyordu bana. Hümanın önünden geçip titreyen elimde ki tepsiyi aldı önce. Sonra yüzümü avuçları arasına alıp;

-Ne oluyor, neden içeri girmedin? Buranın hali ne böyle?

Kafam iyice allak bullak olmuştu. Gözlerinin içine baktım. Konuşamıyordum hala.

-Bade konuşsana. İyi misin ne oldu sana?

Ben yere bıraktığı tepsiye baktım. O ise ellerime dökülen çorbanın verdiği kızarıklıklara? Dehşete düşmüş gibi bir hali vardı. Arkasını dönüp Hüma'ya baktı;

-Hüma ne oldu güzelim burda?

Güzelim? Artık kendimi tutamıyorum. Artık kendime engel olamıyorum ben. Gözlerimde ki yaşları durduramıyorum artık. Gözlerimden hızlıca dökülen yaşlar dudaklarıma temas etmeye başlamıştı. Kuruyan ruhu çekilen dudaklarıma değen tuzlu yaşlar biraz olsun kendime getirdi beni. Hüma ağzını açıp cevap verecekti ki araya girdim;

-Kusura bakmayın. Ben sizi rahatsız ettim galiba. Hasta zannettim sizi. Çorba yapıp getirdim. Ama tanımadığım bu hanımefendi açtı kapıyı.
-Ee içeri niye girmedin? Getirdiğin çorbayı yollara mı döktün.

Benimle dalga geçiyor hala. İçimden tam suratının ortasına yapıştırmak geliyor. Her ikisini de şu camdan aşağı fırlatmak istiyorum. Şiddete son derece karşıyım ama dayanmak çok güç geliyor şu an da. Anıl;

-Bade her tarafına çorba dökülmüş. Yanmış. Bu nasıl tepsi taşımak. Konuşsana artık.
Hüma araya girerek, Anıl' a döndü;

-Ben anladım galiba. Bir saniye müsade et bana.

Anıl'ın kolundan tutup kenara çekti. Bana yaklaşıp gözlerimin içine baktı tekrar. Elimi tanışmak istercesine uzattı bana;

-Tekrar merhaba. Ben Hüma. Anıl'ın kız kardeşiyim. Sende Abim'in resimlerini her yere yapıştırdığı Bade'sin öyle değil mi?

Allahım ben ne kadar salağım. Ben ne kadar düşüncesiz, ne kadar aptalım. Kız kardeşiymiş. Allahım şükürler olsun. Az önce beş dakika da kafam da kurdum, yaşadım. Asıl şimdi yerin dibine girmem gerekiyor. Asıl şimdi kendime bir tane çarpmam gerekiyor. Anıl'dan şüphe ettim. Hayatımın en büyük hatasını yaptım şu beş dakika da. Anıl da Hüma da bana bakıyor. Eminim içlerinden ne kadar aptal olduğumu, ne kadar salak olduğumu geçiriyorlardır. Hayretle ikisine birden baktım. Ne diyeceğimi nasıl tepki vereceğimi bilmiyorum. Benim hatam olmamalıydı bu. Gördüğüm manzara, duyduğum" Hayatım" kelimesi benim hatam değildi. İnsan sevdiği adamın evinde tanımadığı bilmediği, ilk defa gördüğü birine karşı ne tepki verebilirdi. Ne düşünebilirdi başka. Sevdiğim, aşık olduğum, canımın parçası bildiğim insanı kıskanmak, onun elinden kayıp gittiğini sanmak, bunlar benim suçum değil.
Karşımda hala benim konuşmamı bekleyen Anıl ve Hüma. Ağzımı açıp konuşmak isteyen ama bir türlü cesaret edemeyen ben. Anıl tekrar kolumdan tuttu.
-
Bitanem. Konuşsana. Neden susuyorsun böyle. Birşey mi oldu?

-Yok ben...

-Abi ben bi su getireyim en iyisi.
-Bade?
-Anıl ben sandım ki?

-Ne sandın?

-Anıl sana ulaşmaya çalışıyorum sabahtan beri.
-Bitanem ben sana mesaj attım. Hatta cevap vermeyince endişelenmeye başlamıştım senin için.
-Seni okulda bulamadım. Mesaj atmak istedim telefonum kapandı. Eve geldim. Hasta olmuştur belki diye düşündüm. Çorba yapıp getirdim.
-Sonra Hüma'yı gördün. Ve senin aklına farklı şeyler geldi değil mi?
-Ama hayatım diye bağırdı. Başka ne düşünebilirdim?

-Sen delirdin mi? Nasıl böyle birşey düşünürsün?
-Anıl ben seni kaybettim sandım.
-Bade ben senin için bu kadar alçak bir adam mıyım?
-Anıl.

-Bade sus lütfen. Gerçekten. Duymak istemiyorum.
-Anıl bilmiyordum. Kardeşin olduğunu bile bilmiyordum ben.
-İyi işte. Anlamadan dinlemeden hemen şerefsiz damgasını yapıştırmışsın. Şu haline bak. Heryerin yanmış.
-Önemli değil. Acımıyor.
-Ama benim kalbim açıyor şu an.
-Anıl ben gerçekten özür dilerim.

Elinde ki bardakla bize doğru yaklaşan Hüma, abisinin yüzüne bakarak;

-Abi, dur bi kız kendine gelsin.
-Ben içeri giriyorum Hüma sende gelirsin.

Elime aldığım bardağı tek seferde içtim. Anıl arkasına bile bakmadan içeri girdi. Çok kırmıştım onu. Gerçekten şüphe etmiş olmanın verdiği utançla Hüma'ya baktım. Elini omzuma koyarak;

-Kusura bakma. Ben de hata. Ama seni tanıyamadım ilk bakışta. Sende öyle kalakalınca ne diyeceğimi şaşırdım.
-Anıl çok kızdı.

-Ben konuşurum onunla.
-Senden de özür dilerim.
-Ne için?

-Az önce sana öldürecek gibi baktığım için.
-Ahahah hiç önemi yok. Hem biliyor musun ben olsam teşebbüs etmiştim belki.
-Gerçekten çok özür dilerim. Anıl ona güvenmediğimi düşünüyordur eminim. Küstü bana baksana.
-Bade, inan önemi yok. O küsmez sana.
-Öyle mi dersin?

-Bilmem bana anlattığına göre nefesi kesiliyormuş sensizken.

Utanmıştım. Benden bu şekilde bahseden insanı kırmıştım. İçeri bakıyordum hala ama geri dönmüyordu Anıl. Gerçekten küsmüş olmalıydı bana.

-Bade sen geç içeri istersen. Yalnız konuşun.
-Yok şu an çok kızgın belli ki.
-Sen beni dinle geç konuş. Ben burda beklerim.
-Yok olur mu öyle şey. Ben anahtarı vereyim sana. Bana geç sen.
-Olur. Müsait değilsen burda da bekleyebilirim.
-Müsaitim geç lütfen.

Uzattığım anahtarı alıp kapıyı açtı. Çok içten bir kızdı Hüma. Bu hemen anlaşılacak derece de belliydi. Kapıyı kapatmadan tekrar bana döndü;

-Hadi ne bekliyorsun. Gir içeri.
-Emin değilim. Ya daha fazla kızdırırsam.
-Denemeden bilemezsin.

Gülümseyerek göz kırptı. Kapıyı usulca kapattı sonra. Yavaş adımlarla Anıl'ın dairesine girdim. Mutfak ve salonda değildi. Üzerini değiştirmek için odasına gitmiş olamlıydı. Yine yavaş yavaş ses çıkarmadan odasının kapısına kadar ilerledim. Elimle kapının kulpunu tuttum. İçeri girdiğimde gördüğüm manzara beni daha da fazla utandırmıştı. Anıl üzerine sadece şort giyebilmişti. Üzeri tamamen çıplaktı. Adeleli kolları, yapılı göğsü, ve hala dağınık olan saçlarıyla çok yakışıklı görünüyordu. Onu daha önce iki kez bu şekilde görmüştüm. Biri rüyamda, ikincisi ise kampta denize girerken. Ama bu kez farklıydı. Bu kez sevgilisiydim ve aklımdan başka şeyler geçmesi içten bile değildi. Ardına dönüp yüzüme baktı. Bende bir elimle gözlerimi kapatıp, derin bir nefes alarak yutkundum.

-Çok pardon. Giyindiğini düşünmüştüm.
-Bade.

Hala elimle gözlerimi kapatıyordum. O ise hiç utanmamıştı. Serseri.

-Efendim.
-Gözünü niye kapatıyorsun?
-Çıplaksın.
-Eeee

-Ne eee Anıl çıplaksın işte. O yüzden kapatıyorum.
-İlk defa mı çıplak görüyorsun?
-Yok bu üçüncü oluyor?

Ağır adımlarla bana doğru yaklaştı. Eliyle gözlerimi kapadığım elimi aşağı indirdi. Gözlerimi sımsıkı yummuştum.

-Aç gözlerini.

-Hayır.

-Bade gözlerini aç.
-Açamam.
-Sebep?

-Üzerini giyin.
-Bade gözlerini açar mısın?

-Anıl niye zorluyorsun açmak istemiyorum.
-Tamam kal öylece o zaman.
-Tamam konuşmaya geldim zaten bakmasam da olur.
-Gözlerini açmadan seni ciddiye almayacağım.

Çok sinirlenmiştim. Hızlıca gözlerimi açtım. Anıl burnumun dibinde gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Üzerine baktığım da ise tişörtünü giymiş olduğunu gördüm. Benimle yine alay etmişti.

-Niyr giyindim demiyorsun.
-Canım öyle istedi.
-Dalga geçiyorsun resmen benimle.
-Bade konuşacak mısın niye geldin?

İyice dudaklarıma yaklaşmıştı. Titreyen sesimle cevap verdim.

-Biraz uzak dursak olmaz mı?
-Neden?

-Konsantre olamıyorum.
-Olamazsan ne olur?
-Aklımdakini söylersem...

Ani bir hareketle benden uzaklaşıp yatağının üzerine oturdu. Eliyle yanını işaret etti. Gel otur demek istercesine.
Elimle salık olan saçlarımı hızlıca toplayarak masasının üzerinde duran kurşun kalemi geçirdim saçlarıma. Sonra yanına oturdum.
Hiçbirşey söylemiyordu. Yerdeki halının desenlerini seyrediyordu öylece. Kırılmıştı. Hayal kırıklığına uğramıştı belli ki. Gönül alma sırası bende gibi duruyordu.

-Anıl.
-Hı

-Küstün mü bana?
-Küsmedim Bade. Küsmedim ama çok kırıldım.
-Anıl yemin ederim bak bilmiyordum. Bilemezdim.
-Bilmiyordun. Aklına ilk gelen şeyi kurdun kafanda. Üstünün başının haline bak. Durduk yere hem kendini hem beni üzdün.
-Üstüm başım hep çorba içinde kaldı. Halbu ki senin için getiriyordum.
-Görüyorum.
-Çirkin mi gözüküyorum.

Tatlı tatlı yüzüne baktım. Hiçbirşey söylemedi. Hala yeri izliyordu. Yüzüme bakmıyordu. Elimle yüzünü tutup kendime çevirdim.

-Çirkin mi gözüküyorum?

-Hayır. Çok güzel görünüyorsun.
-Bu kıyafetle bu saçla mı?

-Evet. Çünkü brnim gözlerim sana çirkin bakmayı bilmiyor.
-O zaman gözlerime bak.
-Dinliyorum.
-Özür dilerim.
-Özğr dileme Bade.
-Hayır bu kez özür dileme sırası bende. Senden şüphe etmemeliydim. Ama elimde değildi. Özür dilerim.
-Benim sana yanlış yaptığımı düşündün.
-Evet ama Sende bana kardeşinin geleceğini söylememiştin.
-Çünkü bilmiyordum.
-Anıl sen olsan ne dğşünürdün?
-Bilmiyorum.

-O zaman affet beni. Milyon kere özür dilerim senden.
-Önemli olan bana güvenmiyor okulun. Halbu ki sonsuz güvenin olduğunu düşünüyordum. Yanılmışım.
-Hayır Anıl lütfen. Sana güveniyorum tabi ki. Ama Sendr beni anlamalısın.
-Tamam her neyse.
-Hayır geçiştirme lütfen.
-Bade. Hüma Antalya da üniversite okuyor. Beni bir kaç günlüğüne ziyarete gelmiş. Benimde haberim yoktu. Sabah okula gelmek üzereyken aradı terminalden almam için. Haberim olsa senden neden saklayayım.
-Haklısın. Kim olduğunu bilmeden böyle davranmamam gerekirdi. Affet beni.
-Tamam söyleme şöyle.
-Küstük mü şimdi biz. Ayrıldık mı yani. Ben gidiyorum o zaman.

Hınzırca cümlemi bitirdikten sonra ayağa kalktım. Kapıya doğru ilerledim. Elimle saçıma yerleştirdiğim kalemi çıkardım. Geriye dönüp masanın üzerine bırakacaktım. Biliyordum Anıl dayanamayacaktı. Kafamı geri çevirirken;

-Kalemini de bırakıyorum merak etme.

Kafamı tekrar döndürdüğüm de Anıl yine burnumun dibinde bitmişti. Elimde ki kalemi alarak beni belinden kavradı. Kendine doğru çekmişti iyice. Gözlerimin içine bakıyordu. Ellerimle kollarının arasından kurtulmaya çalıştım. Fakat başaramıyordum. Öyle sıkı sarılıyordu ki. Burnunu burnuma değdirip,

-Her hatanda hemen kaçacak mısın?

Dedi kısık ses tonuyla.
-
Kaçmıyorum. Küstün madem bende sana küstüm işte.
-Hem suçlusun hem güçlüsün.
-Hayır değilim. Sadece seni çok seviyorum.
-Badeeee, Badee. Sen insanı deli edersin.
-Sen benden farklı mısın?
-Seni deli mi ediyorum?

-Evet.
-Neden?

-Bu kadar yakın olmak zorunda mısın.
-Rahatsız mı oldun?

-Evet dersem çekilecek misin?

-Daha fazla yaklaşacağım.
-Çok rahatsız oldum.

Dudakları son söylediğimle birlikte dudaklarımı buldu. Bir iki dakika yarınlar yokmuşçasına öptü beni. Bende onu tabi ki. Koklayarak öpmek ne demek bilir misiniz? İçinize işleyen o kokuyla bütünleşmek? Hayatınızda duyduğunuz en güzel kokuyla boğulmak istediniz mi hiç? Ben istedim. Şu anda da istiyorum. Elimi göğsüne koydum. Beni öperken hızlanan kalbini hissettim. Gözlerimi kapatıp kendimi tamamen onun girdabına bıraktım. Beni gitgide içine çeken o sevda girdabına. Dudaklarını ayırdı dudaklarımdan. Alnımdan öpüp beni kendine doğru çekti bir hışımla. Göğsüne bastırdı kafamı. Sımsıkı sarıldı bana. Ellerimi kollarının altından uzatıp, sarabildiğim kadar sardım çıplak vücudunu. Dakikalarca öyle bekledik. Sessizlik hakimdi. İkimizde konuşmuyorduk. Aslında konuşuyorduk. Bilirsiniz biz kelimelerden çok bakışlarımızla, dokunuşlarımızla, susmalarımızla konuşuyorduk birbirimizle. Aramızda ki muhabbet ilelebet böyle devam edebilecek kadar derindi. Sevgimiz kelimelerin anlatamayacağı kadar derindi. Az önce ondan şüphe ettiğim için binpişman olmuştum. Yüzüne bakmaya utanıyordum. Ama kendime en büyük sözü veriyorum. Bir daha Anıl'dan şüphe duyarsam, bir daha Anıl'ı anlamadan dinlemeden üzersem, bir daha Anıl'a böyle kötü bir yakıştırma yaparsam kendimi asla ama asla affetmeyeceğim.

Sessizliği bozan Anıl olmuştu.

-Hüma nerede?

-Benim evimde.
-Hüma da şaşırdı.
-Evet belki de deli olduğumu düşünüyordur. Halbu ki nerden bilsin?
-Neyi bilecekmiş?

-Gerçekten deli olduğumu. Abisine deli olduğumu.

Beni göğsünden uzaklaştırarak eliyle yüzümü okşadı.

-Ben ne yapacağım senle.
-Beni sadece sevsen olmaz mı?
-Seni zaten çok seviyorum. Ama anlatamamışım demek ki.
-Anıl lütfen. Yapma.
-Tamam neyse artık olan oldu.
-Barıştık mı?
-Barışmadık dersem öpecek misin beni?
-Hayır. Öpmeyeceğim.
-Kaçak dövüşüyorsun.
-Sende hep beni öpmek istiyorsun.
-Seni öpmek istemiyorum. Seni alıp ta içime hapsetmek istiyorum Bade.
Söylediğiyle daha da utanmıştım. Hemen konuyu dağıtmak istercesine;

-Kardeşine ayıp oldu çıkalım artık.
-Sen bi yere mi gidecektin?
- Evet aşağı inicem. Gül abla bizimle konuşacakmış. Melisa ve benimle. Düğünle alakalı sanırım.
-Sen daha heyecanlısın.
-Ayyy evet. Şimdiden ne giyeceğimi düşünüyorum.
-Öyle mi?
-Eeee gelinin kız kardeşi sayılırım. Güzel olmam gerekiyor.
-Daha ne kadar?

Anıl konuştukça kalbim ağzımda atmaya devam ediyordu. Elimle sakallarını okşadım.

-Sen beğen yeter.
-Özel bi çabaya gerek yok bunun için.
İkimiz de gülümsedik. Elimi çekip kapıya doğru yöneldim. Usul adımlarla Anıl'ı arkamda bırakarak;

-Ben gidiyim artık. Hüma bekliyordur. Gül ablada. Sonra görüşürüz olur mu?
-Bu gece birlikte uyuyalım mı?
-Misafirin?
-Hüma uyuyunca gelirim.
-Anlaştık.
-Beni çok bekletme.
-Bu konu da söz vermiyorum. Sonra başımıza bişey geliyor. Ahahaha.

Koşar adımlarla kapıya yanaştım. Kapıyı açtığım da Hüma'da evden çıkmış bana doğru yaklaşıyordu. Yüzüne bakıp gülümsedim.

-Teşekkür ederim.
-Ne için?
-Konuşmam gerektiğini düşünüp beni ikna ettiğin için. Konuşup hallettik.
-Sevindim adınıza.
-Seninle de doğru düzgün tanışamadık. İnan çok üzgünüm.
-Biz daha çok zaman geçiririz. Merak etme.
-Peki o zaman. Benim biraz işim var. Şimdi gitmem gerekiyor. Sonra görüşürüz olur mu?
-Olur. Ben bir iki gün buradayım.
-Biliyorum. Tekrar teşekkür ederim.
-Bende sana teşekkür ederim.

İkimizde birbirimize gülümseyerek kendi evlerimize girdik.
Hızlıca üzerimi değiştirip aşağı indim. Çok bekletmiştim insanları. Kapıyı çaldım. Gül abla elinde çay tepsisiyle kapıyı açmıştı. Tepsiyi görünce yine aklıma geldi az önce yaşadıklarımız.

-Hoşgeldin Bade. Gelemeyeceksin sandık valla.
-Kusura bakma abla bi aksilik oldu da?
-Ne oldu ki?
-İnan çok inmeli değil.
Terliklerimi çıkarıp içeri girdim bir yandan da;

-Siz neler yaptınız. Melisa geldi mi?

-Melisa geleli bir saat oldu. Sen iyi misin rengin solmuş.
-Çok iyiyim.
-Hadi bakalım.

İçeri girdiğimde mükellef bir sofra karşıladı beni. Kafayı toparlayacak gün sofrası derler ya ha işte aynen öyle. Hızlıca Şengül teyzeyi ve Melisayı öpüp masaya oturdum. Havadan sudan sohbet etmeye başladık. Gül abla hala konuşacağı konuyla alakalı birşey söylememişti. İyice merak etmeye başlamıştım. Bu sofra boşuna olmamalıydı.
Meraklı gözlerle önce Melisa'ya sonra Gül ablaya baktım;

-Eee abla sen neden çağırmıştın bizi, ne konuşacağız?
-Hmmm direk konuya gir diyorsun.
-Ahahah yok estağfurullah merak ediyorum sadece. Melisa sen merak etmiyor musun?

-Valla ben de çok merak ediyorum.

Şengül teyze de merak etmişti iyice. Hepimiz dikkat kesilmiş Gül ablanın söyleyeceklerini duymayı bekliyorduk. Çay bardağını bırakıp iki elini masa da birleştirdi. Gözlerimizin içine bakarak;

-Kızlar. Biliyorsunuz, iki ay sonra düğünüm var.
-Evet biliyoruz abla çok heyecanlıyız.

Dedi Melisa gerçekten heyecanlı sesiyle.
-
Düğünü okul bahçesinde yapmaya karar vermiştik biliyorsunuz. Bu konuda bir türlü Talha'yla anlaşamıyoruz. Sürekli aynı konu üzerinden tartışma çıkıyor. İşin içinden bir türlü çıkamıyorum. İnanın ne yapacağımı şaşırmış durumdayım.

-Talha abi nerede olsun istiyor ki? Dedi Melisa.

-Düğün salonu tutalım okul bahçesi ne alaka diyor.
-Abla yanlış anlama ama sanki haklı gibi. Yani şöyle hem çok sıcakta bir ay değil. Salon daha iyi olabilir aslında.
-Bilmiyorum Bade. Gerçekten hemen hemen hergün tartışma çıkıyor bu konuda.
-Abla şöyle yapsanız olmaz mı? Sen kına geceni okul'un bahçesinde yap. Düğünü de salon da yapın. Nasıl fikir?
-Bilmem ki olur mu?
-Neden olmasın abla. Gayette güzel olur. Bizde Badeyle bir gece öncesinde süsleriz. Harika olur.
-Kızım sen niye istemiyorsun düğün salonu. Talha haklı.
-Annecim, düğün salonu istemiyorum. Kapalı alan istemiyorum. Açık alanlarda ateş pahası. Ben iki saatlik eğlence için milyarlar veremem. Talha bey istiyorsa versin. Ama ben veremem.
-Vallahi bilmiyorum kızım sizin bileceğiniz iş.
-Tamam abla işte dediğim gibi taparız. Melisa doğru söylüyor. Önceden de süsler püsleriz. Çok güzel olur. Yine heyecan bastı beni.
-Siz zaten benim nedimelerimsiniz. Düğün öncesi, düğün esanası beni hiç yalnız bırakmayacaksınız değil mi?

-Bırakır mıyız abla. Bade de bende her anında yanında olacağız. Öyle değil mi Bade?
-Tabi ki. Söz.

Gül ablanın pekte önemi olmayan, boşuna canını sıktığı konuyu tekrar tekrar konuştuk. Oturduğumuz masa da üçüncü saatimizdi. Sıkılmıştım gerçekten saat 9 olmak üzereydi bile. Anıl'ı özlemiştim. Telefonum yanımda değildi. Şarja taktığım gibi duruyordu aynı yerde.

Bade ve arkadaşları aralarında hararetle konuştukları güzel ve bir o kadar da eğlenceli konuşmalar esnasında Anıl'da aylardır görmediği kardeşiyle sohbet ediyordu. Ama onların sohbeti Badeler gibi heyecanlı ve eğlenceli değildi maalesef. Hatta gayet ciddi ve ciddi olduğu kadarda anlaşılamayacak cinstendi.
Hüma Bade'nin evinden çıkıp abisinin evine girmişti. Abisi hala yatak odasında uzandığı yatakta yüzünde ki sırıtmayla öylece tavanda ki Bade'nin resmine bakıyordu. Hüma odadan içeri girip yatağın kenarına oturdu tavanda ki genç ve güzel kadının resmine bakıp iç çekti;

-Abi 

-Hmm 

-Çok mu seviyorsun Bade'yi?

-Çok seviyorum Hüma. İnan bana çok seviyorum.
-Resmini her yere çizecek kadar mı?
-Hüma ben onu kalbime kazımışım, bi kağıt parçası ne ki?
-O da seni çok seviyor. Baksana neredeyse kalp krizi geçirecekti kapının önünde. Dumanı üstünde tabak döküldü üzerine of bile demedi.
-Beni sevmesi kötü bişey mi?
-Abi şu an seni sevmesi dünyanın en kötü işi biliyorsun.
-Hüma başlamayalım can sıkıcı konulara lütfen.
-Abi bak genç bi kız Bade. Ama ya yolunda gitmezse işler, ya onu bugün olduğundan daha fazla üzersen? O zaman vicdan azabı çekmeyecek misin?
-Hüma sus artık. Gerçekten duymak istemiyorum.
-Susamam abi. Ben bu kadar derin bağlar olduğunu bilmiyordum aranızda. Belki bir hevestir diye düşündüm. Ama gördüm ve inandım ki öyle değilmiş. Gerçekten hata ediyorsun.
-Sevmek hata mı? Aşık olmak hangi dilde hata anlamına geliyor Hüma. Hem diyelim ki gerçekten hata. Peki bu bizim elimizde mi? Biz engel olabilsek olurduk zaten.
-Belki engel olmayı denemediğindendir, ne dersin?

Anıl uzandığı yatağından doğruldu. Elimde ki kumandayla tavanda ki resmi yok etti tek tuşuyla. Hümanın yanına yaklaştı. Artık abi kardeş dip dibe oturuyorlardı. Anıl kafasını kaldırıp Hüma'ya baktı. Endişeli gözlerle ona bakan, abisinin ve Bade'nin acı çekmesini istemeyen bu tedirgin genç kadın çok şey söylemek istiyor gibiydi.

-Hüma engel olmak şöyle dursun, ben onu ilk gördüğüm günden beri kendime gelemedim. Kendimi unuttum. Az daha canından olacaktı, ondan önce ben gömüldüm diri diri soğuk toprağa sanki. Şimdi sen bana onu bırakmamı istiyor gibi bakıyorsun.

-Abi en azından şu bir sene boyunca yaşadığın herşeyi içinde tutmanı dilerdim. En azından 1 sene boyunca sana bu kadar bağlanmasına izin vermemen gerektiğini anlatmaya çalışıyorum sana.
-Olmadı. Yapamadım. İçimde tutamadım. Delirdim, aklımı yitirdim. Kendime onlarca söz verdim. Ama yüreğime söz geçiremedim.
-Eğer A...

-Sus alma adını ağzına. Lütfen duymak bile istemiyorum.
-Abi ben senin her zaman yanındayım. Ne zaman ihtiyacın olursa ben senin hep böyle dizinin dibindeyim. Ama ya babam duyarsa, ne biliyim mi şekildr öğrenirse? O zaman ne olacak?

-Hiçbirşey bilmeyecek. Sende söyledin. Şu 1 seneyi atlatalım sonra herkes kendi hayatına bakacak zaten.
-Bilmiyorum abi umarım aklıma gelenler birgün başına gelmez. Umarım en ummadığınız anda birbirinizden ayrılmak zorunda kalmazsınız.
-Öyle biley olmayacak. İzin vermem.
-Buzdolabının üzerine bile fotoğraflarını yapıştırmışsın. İnşallah bende bir gün böyle sevilirim.
-Dayak istiyorsun galiba. Seni kimselere vermem ben. Sen benim inci tanemsin.
-Ahaha yatağının üstüne resim çizmeyi biliyorsun ama.
-O başka.
-Çok güzel bi kız.
-Öyle.
-Belli içi de dışı kadar güzel. İki adım atana kadar on kez özür diledi belki. Mahçup, naif, nazik. Annem görse çok severdi biliyor musun?

-Öyle mi dersin? Belki annem de istemezdi.
-İnan bana çok severdi. İnşallah birgün tanışırlar. Ne diyim abi herşey gönlünce olsun diye dua edeceğim hep. Umarım sen plan yaparken kader sizin üzerinizden oyunlar oynamaz.
-İnşallah güzelim. İnşallah.

Abi-kardeş birbirlerinden aldıkları kuvvetle, birbirlerine olan inançla ayakta kalabilmişlerdi bu güne kadar. İkisi de her zaman birbirlerinin en büyük destekçisi oldular. Hüma evin en küçüğüydü. Abisi onun için dünyanın en iyi, en mükemmel insanıydı. Hep öyle kalacaktı. Onun üzülmesi dünya da isteyeceği en son şey olmuştu hep. Şimdi ikisi de yüreklerinde ki endişeyle birbirlerinin yüzüne tebessümle bakıyorlardı. Hüma oturduğu yataktan kalkıp;

-Eee hadi acıktım. Yemek yapmıyor muyuz?
-İstersen dışarda da yiyebiliriz.
-Vallahi çok yorgunum belki yarın. Olmaz mı? Şimdi şipşak makarna falan yapalım.
-Olur. Bade çorbayı dökemeseydi onu yerdik. Ahahaha

-Eee kız neye uğradığını şaşırdı. Çağırsana Bade'yi de gelsin birlikte yiyelim.
-Bilmem ki Gül'ün yanına gidecekti en son dönmüş müdür?
-Abi telefon diye bir icat var ara sor işte. Herşeyi ben mi söyleyeyim.
-Çok bil'miş seni

-Hadi sen ara ben makarna için su kaynatacağım.
-Tamam bakalım.

Hüma mutfağa gitmek için ayrıldı odadan. Anıl ise hemen telefonunu eline aldı. Bade'yi aradı. Fakat çalıyor ama açılmıyordu telefon. Sessizde olduğunu düşünüp kalktı oda yatağın üzerinden. Kardeşine yardım etmek için mutfağa yöneldi.

Bade ve Melisa henüz çıkıyorlardı Gül hanımlardan. İkisi de Şengül hanım ve Gül ile vedalaşıp ayrıldılar. Melisa'yla birlikte Bade'de çıktı binadan. Kapının önüne vardıklarında Melisa hemen Bade'nin koluna girip;

-Anlat bakalım ne oldu sana?

-Ne? Ne olmuş bana?

-Bade hadi uzatma işte. Apartman da bişeyler devirdin, eve geldin yüzün kireç gibi noldu? Anıl'la mı tartıştınız?

Hayretle Melisa'nın yüzüne baktım. Gerçekten söyledikleri karşısında şok geçiriyordum. Bir insan diğer bir insanı ancak bu kadar iyi tanıyabilirdi. Arada yaşanan 15 yıl boşa değilmiş meğer. Meğer yaşadığımız yıllar sahiden bize verilen en büyük nimetmiş. Bugün iyi bir dost, arkadaş bulmak zor ama ben tüm şansımı Melisa'dan yana kullanmış gibiyim. Elhamdülillah.
Şaşkınlıkla araladığım ağzımı kapattım önce sonra beş dakika da yaşadığım o binlerce duyguyu birbir en ince ayrıntısına kadar anlattım. Söze başlarken Kardeşi olduğunu söylememiştim bilerek bakalım Melisa da benim gibi tepki verecek mi diye. Daha cümlenin başında gözlerinin içi öfkeden kıpkırmızı oldu, ağzından çıkan küfürleri duymak bile istemezdim ömrümce. Demek ki her kadın aynı tepkiyi verirmiş. Demek ki ben de hata yokmuş. Buna gerçekten sevinmiştim. Tek hatam güven duyduğum insanı dinlemeden yargılamak olmuştu. Ama bir daha böyle bişey olmayacağı konusunda söz vermiştim bile kendime.
Melisa'ya bütün hikayeyi anlatınca o da benim gibi rahatladı.

-Kızım ne yaşamışsın akşam akşam. Vallahi başta Anıl'ı öldürmemek için zor tuttum kendimi. Sen iyi sadece tepsiyi düşürmekle yetinmişsin.
-Sus ne yaşadığımı bir ben biliyorum. Ama Anıl çok kızdı bana. Daha doğrusu çok kırıldı.
-Nedenmiş o?

-Ona güvenmediğimi düşündüğü için. "Beni dinlemeden kafanda şerefsiz damgasını yapıştırmışsın" dedi bana.
-Hmm kötü olmuş evet ama kim olsa aynı şeyi anlardı arkadaşım. Baksana ben bile kardeşi diyene kadar dokuz doğurdum. Neyse sen takma kafana eminim alırsın gönlünü.
-Bilemem ki almışımdır belki.
-O nasıl oldu hemen öyle?

-Bir kaç dakika özel anlar yaşamış olabiliriz.
-Oooooouuuuuu yok artık. Yemin ederim az değilsin. Helal.
-Sus ya utandırma beni.
-Kızım zaten utanmıyorsun ki sen. Yaparken utanmadın ben söyleyince mi utanacaksın.
-Ya Melisaaaaa.
-Tamam, tamam hadi ben kaçıyorum artık. Yarın görüşürüz.
-Tamam görüşürüz bende üşüdüm. Canım balkonda içtiğimiz kahvelerde çekti.
-Canın kahve değil balkon çekmiş. Bi kaç ay sabret. Oturduğumuz an mumyaya döneriz bu soğukta. Hadi gir içeri.
-Tamam canım hadi Görüşürz iyi geceler. Selam söyle annenlere.
-Söylerim canım iyi geceler.

Bade de Melisa'nın ardından hızlıca içeri girdi. Anıl'ı görecek olmanın heyecanıyla eve çıktı. Şarjda bıraktığı telefonu alıp kontrol etti. Anıl üç kez aramıştı. Hemen üzerini değiştirdi. Geceliklerini giyindi. Saçlarını at kuyruğu yaptı. Üzerine en sevdiği parfümden bir iki fıs sıktı. Telefonu tekrar eline alıp Anıl'ı aradı. Bu kez de Anıl açmıyordu telefonu. İki kez aramıştı ama cevap yoktu. Bu adam telefonu açmayınca çok sinirleniyorum ben diye geçiriyordu içinden. Gidip ziline basmayı düşündü. Hüma'nın burada olduğu aklına geldi. Belki birlikte vakit geçirmek isterler diye düşünerek bu düşüncesinden vazgeçmişti. Birlikte uyuyacaklardı ama belki de Anıl çoktan uyumuştu bile.

Eline aldığı romanı yatağının içine geçerek okumaya başladı. Tam o sıra da Anıl'ın mesaj attığını gördü. Kitabı kapatıp telefonunu aldı eline.

-Kapıdayım.

Bade yatağından fırlayıp kapıya koşturdu. Yavaşça açtığı kapı da tüm yakışıklılığıyla Anıl dikiliyordu.

Anıl buğulu bakan gözleriyle beni baştan aşağı süzdü. Elimi uzattım. Uzattığım elimi fazla bekletmeden tuttu. İçeri doğru adım attı. Ardından kapıyı kapatıp Anıl'a doğru döndüm. Tuttuğu elimden çekerek kendi vücuduna yapıştırdı beni. Eliyle yanağıma dokundu. Parmak ucu dudağıma değiyordu. Eğilip boynumdan küçük bir buse çaldı.
Kalbim yine küt küt atmaya başladı. Ellerimin içi herzaman ki gibi terliyordu. Kollarımı uzatıp boynundan aşırdım. Artık sarılıyorduk. Burnunu boynuma yapıştırıp derin derin nefes almaya başladı. Kolumu içine çekiyordu belli ki. kısık ve titrek bir sesle;

-Bu nasıl bir koludur böyle. Aklımı yitirebilirim şu an.
-Beğendin mi?
-Çok beğendim. Nedir bu?
-Misk.
-Misk mi?
-Neden şaşırdın?
-Bilmem Miski bilen çok insan yoktur diye düşünüyordum.
-Beğendiysen hep bunu kullanırım.
-Çok beğendim.
-Sende çok güzel kokuyorsun.
-Hmm senin kadar değildir eminim.
-Aşağı da oturrken bile seni çok özledim.

-Bende seni özledim. Gelmek bilmedin bir türlü.

Sardığım kollarımı geri çekip yüzüne baktım. Sonra elinden tutup salona geçtik. Koltuğa oturdu. Ben ise dizlerine uzandım. Üzerime küçük bir battaniye örttüm. Dünyanın en rahat yeri Anıl'ın göğsü ve dizleriydi. Bunu bir kez daha anladım. Yüzüne dönük bir şekilde yatıyordum. Parmaklarını saçlarımın arasında dolaştırıyordu. Birbirimize bakıl gülümsüyorduk.

-Sahi Hüma ne yapıyor. Tek kalmasaydı.
-Hüma çoktan uyudu. Yorgun malum.
-İyi bakalım.
-Siz ne konuştunuz?
-Önemli bişey değilmiş ya. Dediğim gibi düğünle alakalı bir iki ayrıntı.
-Sevdiğin insanla evlenmek kim bilir nasıl bir duygudur?
-Bilmem heralde muhteşem bi duygu olmalı.
-Birgün bizde...

Sözünü tamamlamasına izin vermeden araya girdim;

-Eğer birgün evlenirsen biliyorum ki bu seninle olacak o yüzden içim rahat.

Kocaman gülümsemeyle gözlerimin içine baktı. Elimi tutup avucumun içinden öptü.

-Seninle evlenmek, birgün seni gelinlikle görürmüyüm bilmiyorum ama inan eğer görürsem, şu kısacık dünyadan başka hiçbirşey istemem.
-Çok mu isterdin sahiden?

-Çok isterdim. Dünya da en çok istediğim ikinci şey. İnan bana.
-Birinci şey ne peki?
-Senin her zaman benimle birlikte olman.

Uzandığım dizinden kaldırdım kafamı. Yüzünü avcumun içine alıp yanağından öptüm. Sonra koltuğa yerleştirdiğim kolumun üzerine yasladım başımı. O da dirseğini yasladı koltuğa. Diğer eliyle yüzümü okşayıp konuşmaya devam etti;

-Düşünsene evliyiz. Yine aynı şekilde diz dize oturuyoruz. Etrafta koşuşturan çocuklarımız. Evimizin içi cennet gibi cıvıl cıvıl.
-Çocuklarımız mı?
-Evet.
-Kaç çocuktan bahsediyoruz?

-İki çocuk biri erkek diğeri kız. Allah nasip ederse tabi.
-Hıımm güzelmiş. Eee isimleri ne çocuklarımızın?
-Bilmem isim düşünmedim ama akrostiş olacağı kesin.
-Ahahaha nasıl yani?

-Yani şöyle benim ve iki çocuğumuz isimlerimizin baş hafrleri senin ismini çıkaracak ortaya.
-Hiç anlamadım desem.
-bi kağıt kalem verir misin bana?

-Ha yazarak göstereceksin yani?

-Ee hadi.

Yerimden fırlayıp elime aldığım ilk kalemi ve kağıdı getirdim tekrar aynı yere oturup Anıl'ı izlemeye başladım. Kağı da alt alta şunları yazıyordu;

Bade

Anıl

Derin

Ediz

Kağıdı bana doğru dönderdi.

-Bu isimlerin sadece baş harflerini oku.

Hayretle okudum bir bir. Gerçekten de başta bizim isimlerimiz olmak üzere yazdığı diğer isimlerin baş harfleriyle birlikte yine benim adım çıkıyordu ortaya. Ağzım açık kalmıştı zekasına. Bunu hangi ara düşünmüş karar vermişti bilmiyorum ama önore olmuştum. Hiç olmadığım kadar. Açık ağzımla birlikte Anıl'a döndüm yine. Elini uzatıp çenemin altından parmağıyla itti. Açık kalmış ağzımı kapatmıştı. Gülümsüyordu.
-
Sen bunları hangi ara düşündün böyle? Çok şaşırdım şu an.
-Aslında isimleri düşünmemiştim. Şu an uydurdum onları.
-İlk uyduruşunda çok seçkin olmuş. Çok güzel isimler. Teşekkğr ederim. Birgün olur mu bilmiyorum ama olduğu günden itibaren senin için hep şükredeceğim. İyi ki varsın, iyi ki yârsın.
-Sen şiir mi okuyorsun?

-Evet bundan sonra bende beğendiğim şiirleri ezberleyip senin için okuyacağım.
-Memnuniyetle dinleyeceğim.

Yine dizlerine uzandım. Dakikalarca kahlkahalarla sohbet ettik. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyorduk bile. Sanki saatler değil dakikalar gibi geliyordu bize. Gece yarısını çoktan geçmişti bile.

-Artık uyuyalım mı?

-Olur. Yarın okul var. Hiç kalkmak istemiyorum senin olduğun yataktan.
-Ben okulumu sevdiğim için hiç zor gelmiyor. Senden de ayrılmıyorum nasıl olsa. Hep beraberiz.
-Ben sizi yanımdayken özlüyorum hanımefendi. Bakıyorum siz aynı fikirde değilsiniz.
-Belki özlenilmeyi daha çok seviyorumdur.

Dedim göz kırparak. Elinden tutup yayıldığımız koltuktan zor da olsa kalktık. Yatak odasına gidip hemen uzandık ikimizde. Ben yine Anıl'ın göğsüne yatmıştım. İkimizde odaya sızan sokak lambalarının cılız ışığına doğru bakıyorduk. Hiç konuşmuyorduk. Anıl'ın durduk yere canı sıkılmış gibiydi. Bugün ki meseleye takılmış olabileceğini düşünerek;

-Hala kızgın mısın bana?

-Ne için sevgilim?

-Bugğn için işte. Çok kırdım değil mi seni?

-Olan oldu bitanem. Niye tekrar tekrar düşünüp canını sıkıyorsun ki?

-Moralin bozuk gibi hala o meseleyi düşünüyorsundur diye söylüyorum.
-Hayır hayır. Unuttum bile. Hem moralim de bozuk değil. Yorgunum sadece.
-Peki bakalım.

-Bade.

-Efendim?

-Bugğn çok mu üzüldün? Yani üzüldün ama içinden ne geçti gerçekten?

-Çok net ve kısa bişey söyleyeceğim. Seni kaybettim sandım. Sonsuza kadar kaybettiğimi düşündüm. Geri kalan hayatımı nasıl geçireceğimi düşündüm. Kalbime hançer saplandı sanki. Yani kısaca öldüğümü düşündüm. Vurulduğum da bile canım bu kadar yanmamıştı.

Yastıktan kafasını kaldırdı. Üzerime doğruldu. Eliyle önüme gelen saçlarımı arkaya attı. Alnımdan öptü, defalarca kez öptü alnımdan. Sonra yine sıkıca bastırdı göğsüne. Koklayarak öptü saçlarımdan. Elimi tutup kalbinin üzerine koydu sonra.

-Gönül hanemin tek sahibi sensin. Değil başkasını gönlüme almak, misafir dahi etmem kimseyi.
-Biliyorum. Kendime söz verdim bundan sonra asla seni dinlemeden, senden duymadan, görmeden seni bu kadar çocukça davranmayacağım. Seni çok seviyorum.
-Bende seni çok seviyorum.

Kafamı göğsünden kaldırdım. Bu kezde ben onun üzerine doğrulmuştum.
-
Biliyor musun Bugğn Hüma bana Bade sen misin diye sorunca içimden şey dedim. " Ben Bade değilim, Anıl'ın Badesiyim" içimden geçen tek cümle bu oldu o an.
-Anıl'ın Bade'si.
-Evet. Sende Bade'nin Anıl'ısın.
-Çok hoşuma gitti. Bundan sonra hep öyle geçireceğim içimden. Sen benimsin. Kokun, tenin, gözlerin, tamamiyle benimsin. Anıl'ın Bade'sisin.
-Anıl'ın Bade'si.
-Hıhı.

Tekrar göğsüne koydum başımı. Yüzümüzde herşeyi değecek olan gülğmsemeyle uykunun ellerine bıraktık kendimizi. Anıl uyumadan hemen önce bir kaç dize mırıldandı kulağıma;

Boşuna değil
Her dakika seni hatırlayışım
Boşuna değil her akşam
İçime bir garipliğin çökmesi
Bu şehrin bütün sokaklarında
Yana yakıla seni aramam boşuna değil

Boşuna değil pazarları sevmeyişim
Durup durup içimin kararması
Gözlerimin dolması apansız
Boşuna değil
İnan boşuna değil sevdiğim
Bu dalıp dalıp gitmeler
Bu dayanılmaz özlem
Bu sevda boşuna değil

....
Koşmak sana doğru
Yaşamak senin için
ve katlanmak herşeye seninle
Tek başına değil
İnan,sevdiğim inan
Seni bunca sevmem
Boşuna değil

Ümit Yaşar Oğuzcan.

Her seferinde bir diğerinden daha güzel şiirler okuyordu sanki. Sanki her şiiri farklı duygularla okuyordu. Sanki her okuduğu şiir diğerinden daha duygu yüklüydü. Belki de bizim duygularımız hergün artıyordu. Her duyduğumuzu, söylediğimizi bu yüzden farklı algılıyorduk bir öncekinden. Ah be adam sen benim karşıma nereden çıktın bilmiyorum ama iyi ki çıktın. İyi ki şu kısacık ömrümde bana da aşk denilen duyguyu dolu dizgin yaşatıp, tadına vardırdın. Seni seviyorum Anıl. Seni kendimden bile çok seviyorum. Var gerisini sen düşün.

Sımsıkı sarılıp uykuya teslim oldu ikisi de. Uyurken duydukları koku, birbirlerinin kokusu onları daha da birbirlerine bağlıyordu. Uyurken bile yüzlerinden tebessüm eksik olmuyordu. Birbirlerine çok aşıklardı. Bu aşk onlara hayaller kurdurup, yüreklerinde ki geçmişten kalan izleri yavaşça sildiriyordu. Önlerinde ki engellerin bir kaçından haberdarlardı. Ama geçeceği günleri iple çekiyordu ikisi de. Geçecek elbet ama tam olarak nasıl geçecekti. Bu engeller ya teğet geçecekti ya da üzerlerinden geçecekti. Ya en mutlu çift olacaklardı ya da çift olmak için bile fırsatları olmayacaktı. Zaman çoğu şeyin ilacıydı. Ve bir çok şey içinde zehirden farksızdı.

Saatler yine dakikalar gibi geçmişti. Güneş çoktan doğmuştu. Etraf cıvıl cıvıl olmaya başlamıştı bile. Kuş sesleri tüm Muğlayı sarıyordu. İlk gözlerini açan Anıl olmuştu bu kez. Saat yedi buçuk olmuştu çoktan ikisi de okula yetişmeliydi. Uyuyan Bade'nin Alnından öptü. Eliyle saçlarını okşadı. Uyanması için fısıltı şeklinde seslenmeye başladı.

-Sevgilim uyan. Sabah olmuş bile.

Bade hiç sesini çıkarmıyordu. Bebek gibi uyuyordu sevdiği adamın kollarında. Anıl bir kaç kez daha seslendi. Sonunda zor da olsa gözlerini araladı. Kafasını çevirip saate baktı. Geç kalacağını düşünerek fırladı yataktan

-Geç kalacağız. Kalk hadi.
-Sakin ol bir saat var daha. Hem uyanınca insan bi öper günaydın der.
-Anılll hadi sevgilim. Duşa girmem gerekiyor. Saçlarımı kurutmam bir saat neredeyse.
-Ahahah. Ben kuruturdum.
-Hadi Anıl. Git sende hazırlan. Bugün seninle geleyim olur mu? yoksa gerçekten gecikeceğim.
-Hay hay. Hazırlanıp aşağıda bekleyeceğim seni.
-Tamam.
-Eeee

-Ne eeeee?

Parmağıyla yanağını işaret etti. Öp demek istiyordu. Tam serseriydi bu adam. Hızlıca yatağa atladım. Yanağından kocaman öpüp;

-Günaydın sevgilim. Seninle uyuyup uyanmak çok güzel.
-Ha şöyle. Tamam bu bana akşama kadar yeter.
-Ben banyoya gidiyorum. Kapıyı yavaşça açıp kapa olur mu?
-Tamam git sen merak etme.

Bade koşarak banyoya gitti. Anıl ise yataktan istemeyerektr olsa kopabilmişti. Bade'nin söylediği gibi yavaşça kapıyı açıp, yine yavaşça çekti ardından. O da hızlıca hazırlanıp aşağıya indi. Bade'yi beklemeye koyuldu. Bir yandan da telefonuyla uğraşıyordu.
Bade ise hızlıca duşunu alıp saçlarını kuruttu. Yine yanında toplayıp ördü. Bugğn bu şekilde idare edecekti. Kıyafetlerini giyindi. Çantasını alıp çıktı evden. Tesadüf o ki Gül de gecikmişti bu sabah. Aynı anda çekmişlerdi kapılarını. Aşağı inen Bade'yi görür görmez kahkahayı patlattı.
-
Bugün hepimizde bişey var sanırım. Yatakalardan kopamadık.
-Anlamadım hepimiz kim?

-Sen, ben, Anıl hoca.

Söylediğiyle yüreğimi korku kaplamıştı. Anıl'ı çıkarken görmüş olabilir miydi? Endişeyle yüzüne bakıyordum.

-Ne?

-Hiç abla. Evet dün uyuyamadım çok. Uyanamadım haliyle.
-Ben de öyle vallahi. Eee Anıl araba da bizi bekliyor heralde.

İyice endişelenmiştim. Ne demek istiyordu algılayamıyordum. Hızlıca arkasından yürümeye başladım. Korkuyla atıyordum tüm adımlarımı. Anıl'ın arabasına yaklaşıp camına tıklattı. Anıl da şaşırmıştı. Yavaşça camı indirdi.
-
Anıl hocam günaydın. Camdan gördüm de indiğinizi. Bizde sizle gelelim. Gecikeceğiz yoksa.
-Olur olur hocam tabi Buyrun lütfen.

Rahatlamıştım sonunda. Gül abla öne ben ise arkata oturdum bu kez. Okula doğru yola koyulduk. Gül abla bana dönerek;

-Okuldan sonra bekle beni bahçe de.

-Neden?

-Melisa da gelecek. Gelinlik bakmaya gideceğiz.
-Talha abiyle gitmiyor musun?

-Yok sadece üçümüz gideceğiz. İşi varmış. Bekle yarın gideriz dedi. Sinirlendim. Bugğn gideceğim illa. Hemde düğüne kadar da göstermeyeceğim gelinliği.

-Alemsin abla.
-Kendi kaybetti valla.
-Ahahah. Bugün biraz tripli günğmüzdeyiz sanırım.
-Hiç değil.
-Belli oluyor.

İkimizde kahkaha atıyorduk. Anıl da bizimle birlikte gülümsüyordu. Okula gelmiştik bile. Hızlıca indik araçtan. Gül abla hızlıca ayrıldı yanımızdan. Anıl da bana göz kırpıp;

-İyi dersler Anıl'ın Bade'si Dedi

Gülümseyerek bizde içeri geçtik.
ilk ders himmetin vermemeişti Bugün. Sarhoş gibi hissediyordum kendimi. Ama aşk sarhoşu bir an önce akşam olmasını diliyordum. Anıl'a kavuşmayı diliyordum. Bugğn dersimiz de yoktu maalesef. Teneffüsler dışında göremeyecektim akşama kadar. Her zaman olduğu gibi saatler akmak bilmiyordu bir türlü. Dün gece saniyeler gibi gelen saatler şu an günler gibi yavaş ilerliyordu sanki. Bugün epey sıkılmıştım okulda. Nihayet son derste bitmek üzereydi. Eşyalarımı toparlayıp çantama yerleştirdim. Zilin çalmasıyla birlikte hızlıca bahçeye inip Gül abla'yı beklemeye başladım. Herkes çıkmıştı neredeyse. Bahçe yavaş yavaş boşalmaya başlamıştı. Kapı da Anıl belirmişti. Ben çıkışa doğru olan bankta oturuyordum. Telefonla uğraşıyordum bir yandan da. Bana yaklaştığını hiç fark etmemiştim. Birden yanıma oturup;

-Özleştik.
-Susar mısın? Kalk yanımdan.
-Asıl sen Bugün tripli günündesin heralde. Sabahtan beri kaç kere kovdun beni. Dedi gülümseyerek. Yüzüne bakıp gülümsedim bende.
-
Hayır trip değil de gören faln olacak. Lütfen hadi.
-Okul sınırları içindeyiz. Kim ne diyecek.

-Ayyy tamam otur Anıl. Sakın ha kalkma ama.
-Niyetim yok zaten.
-Aferin.

Gözlerimi tekrar telefonuma indirdim. Seslenen Gül ablanın sesiyle irkildik ikimizde. Neredeyse yanımıza kadar gelmişti.
-
Ne yapıyorsunuz bakalım?

-Oturuyoruz Gül hocam. Siz?

-Ben çok yoruldum hocam. Kolumu kaldıracak mecalim yok. Hadi Bade Melisa çarşı da bizi bekliyor.
-Öylemi yazmadı bana hiç.
-Bilmem telefonu yanına alamadığını düşünmüştür belki.
-Hmm olabilir. Ee hadi gidelim.
-Anıl hocam görüşürüz.
-Hocam ben bırakabilirim isterseniz.
-Yok hocam zahmet etmeyin ters oluyor size.
-Önrmi yok hocam ne olacak.
-Ne dersin Bade?

-Olur hocam. Yani sıkıntı değil benim için.
-Ee peki o zaman.

Hep birlikte yine arabaya bindik. Gül abla yine önde ben ise arkada oturuyordum. Anıl aynadan ara sıra bana bakıyordu. Ben ise telefondan kaldırmıyordum başımı. On dakika sürmedi, geleceğimiz yere ulaşmıştık. Arabadan indik birlikte. Gül abla önümde ilerlemeye başlamıştı. Yarı açık camdan adımı seslenen Anıl'a doğru döndüm. Kafamı cama yaklaştırdım. Anıl gülümseyen gözleriyle bana bakıyordu.

-Birgün seni yine gelinlikçiye getireceğim. Ama bu kez deneyen sen olacaksın.

Yüzüme oturan tebessümle baktım gözlerinin içine.

-Birgün yine seninle gelinlikçiye geleceğim. Ben gelinliğimi denerken beni izleyeceksin.

Gözlerim dolmuştu. Dokunsalar ağlayacak kıvama gelmiştim neredeyse. Daha önce de söylediğim gibi, sevmek güzel şey. Ama sevdiğin adam tarafından sevilmek daha güzel. Sevgi kelimesi söylerken bile ağır geliyor. Peki ya bu eylemin hakkını vermek öyle kolay mı olacak sanıyoruz. Seviyorum, sevdiğimden eminim. Peki ya sevildiğimden ne kadar emin olabilirim? Anıl bana her baktığında bundan kendi sevgimden olmadığı kadar emin oluyorum. Bana ilk karşılarştığımız günden beri hep sevgiyle baktı. Onu kırdığımda bile gözünde ki sevgi bir milim bile oynamadı. Ben artık eminim. Hiç olmadığım kadar eminim. Sevdiğimden de, sevildiğimden de. Daim olmasını dilerim.

Gül ablanın seslenişiyle birlikte gözlerimi Anıl'dan çektim. Dolan gözlerimin o da farkında olmalı ki aynı şekildr gözlerini doldurmuştu.

-Ben gidiyim.
-Görüşürüz gözümün nuru.
-Görüşürüz. Ben senin kadar süslü kelimeler bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim, Seni çok seviyorum.
-Bende seni çok seviyorum. Akşam bekletme beni.
-Bekletmem.

Arabanın yanından koşar adımlarla uzaklarştım. Gül abla epey yürümüştü. Melisa ise mağazanın önünde bizi bekliyordu. Gül ablaya yaklaşıp koluna girdim. Duraksayıp yüzüme baktı önce, sonra;

-Ne diyordu?

-Önemli bişey değil. Sabah kitabımı düşürmüşüm arabada da onu verdi.
-Hmmm iyi bakalım.

Son cümlesi şüpheci ve bir o kadar da sesinin tınısı tehditkârdı. Yüzünden çektim gözlerimi hemen. Kaçamak bir kaç bakış attım. Sağolsun bu şüpheci havayı yine Melisa dağıtmıştı. Yanımıza yaklaşıp sitemle;

-Neredesiniz Allah aşkına ağaç oldum.
-Geldik. Gül abla biraz geç çıktı okuldan.
-Kusura bakma Melisa bir kaç evrak işi vardı. O yüzden geciktik. Hadi geçelim içeri. Çok heyecanlıyım zaten.

Aramızda kikirdeyerek sohbet ede ede girdik mağazadan içeri. Bembeyaz bir rüya da gibiydik. Her yer bembeyaz, ışıl ışıldı. Binbir çeşit model vardı. İnsan bir kaç kez giyeceği kıyafeti bile hemen seçemiyor. Peki ömrün de bir kez giyeceği, belki de hayatında giyeceği en önemli giysiyi nasıl seçebilir ki? Bu kadar seçenek arasından nasıl seçilecek en güzel günümüzün kıyafeti.

Yanımıza gelen mağaza sorumluları bizimle ilgilenmeye başladılar. Gül ablanın vücut tipine göre gelinlikleri göstermeye başladılar sırayla. Balık etli, bembeyaz bir kadındı Gül abla. Açık kahverengi saçları vardı. Her ne kadar kabarık modellere bakmak istese de ikna edip A kesim gelinlikleri denettirmeye başlamıştık. Sırayla giyinip çıkıyordu. Bembeyaz gelinlik içinde tıpkı bir meleğe benziyordu. Bizim için melekler kadar iyi bi kalbi vardı. Şimdi ise tam anlamıyla melek olmuştu. Melisa'yla oturduğumuz koltuktan zıplıyorduk her yeni modelle çıkışında. İlk bir kaçını ikimiz de beğenmemiştik. Gül ablanın da içine sinmemişti. Farklı farklı tam sekiz gelinlik denemişti. Ama "işte bu" diyeceğimiz olmamıştı aralarında. Sonunda ışıl ışıl olmasından ziyade, saten hem sade hem de çok şık bir model getirdiler. Görür görmez aşık olmuştum. Bir an önce içeri girip denedi Gül abla da.

O sıra da Melisa bana doğru döndü;

-Siz neler yapıyorsunuz Bade hanım. Görümcenizle aranız nasıl?

Melisa'nın sözlerine karşın oturduğum koltuktan vücudumu ona doğru döndürerek ufak bir kahkaha attım.

-Ne diyorsunnn, sussana. Hahaaha

-Ne yanlış mı söyledim. Baldız mı diyecektim.
-Melisa çok fenasın. Sus duyacaklar şimdi. Allah aşkına.
-Beni de tanıştırsana merak ettim. Eltini.
-Ahahahha kızım sen kafayı iyice yedin ne eltisi görümce diyeceksin.

Melisa koluma vurdu hafifçe;

-Ha kabul ediyorsun görümcen olduğunu. Hahahaah

-Melisa lütfen konuşuruz sonra. Sus. Hem daha ben bile doğru düzgün tanışmadım.
-Siz daha çok tanışırsınız. Yengesi olacaksınız ya.
-Ahhahaa. Yenge? Bade yenge?
-Evet isminle çok uymadı sanki. Neyse akşam sana gidelim olur mu? Kahve içeriz.
-Tamam olur. Burdan direk bize geçeriz.
-Tamam bakalım.

Biz aramızda sohbet ederken Gül abla kabinden çıktı yavaşça. İkimizde ayağa kalktık. Gözlerimiz fal taşı gibi açılmıştı adeta. Çünkü o kadar yakışmış, o kadar güzel olmuştu ki. Denediği hiç biri bu kadar yakışmamıştı. Elim ağzıma gitmişti çoktan. O kadar beğenmiştim. Gelinliğin nasıl olacağını daha ilk görüşümde anlamıştım zaten. Gördüğüm en harika gelinlikti. Belki de sahiden evlensem giyeceğim şey bu olurdu.

Gelinlik kalp yaka, göğüs çatalı gözükecek kadar dekolteli. Kol kısımları omuz üzerinde duruyor. Sırtı yarıya kadar açık. Üzerine fikir olsun diye taktıkları duvak baştan aşağı aralıklı incilerle bezeli. Tablo gibi.

Melisa da ben de gözlerimizden akan bir iki damla mutluluk gözyaşlarını birlikte Gül ablaya doğru yürüdük. Melisa titreyen sesiyle lafa girdi;

-Çok güzel olmuşsun. İnan bana çok yakışmış.
-Gerçekten harika oldu abla. Başka deneme yapmaya ihitiyacın yok. Mükemmel oldu.
-Sahi mi? Arkası falan nasıl?

-Harika

-Harika.

İkimizinde hem fikir olduğunu anlayınca Gül abla da karar verme aşamasına geçmişti. Tek sıkıntı bahar başında olacağı için düğün üşür müydü diye düşünüyordu. Fakat son karar değişiklikleri geldi aklına. Düğün salon da olacaktı. Hiçbirimiz çok üşüyeceğini düşünmüyorduk.
Gelinliği, duvağı, aksesuarını seçip kapırasını ödedi.

-Gül abla keşke çıkarmadan Talha abiyi görüntülü arasaydık. Ya da fotoğrafını çekip gösterseydik.

-Hayır Bade. Düğün günü görsün beyefendi.
-Ya abla çok merak eder ama.
-Etsin boşver.
-Abla zaten düğünden önce gelinlikle görmesi iyi biley değilmiş.

Dedi Melisa kendinden emin bir şekilde. İstemsizce kahkaha atmaya başladım.
-
Ne gülüyorsun?
-Melisa bu söylediğin şeye sen inanıyor musun?
-Yok Bade doğru söylüyor öyle söylermiş eskiler.
-Ha siz ikiniz de inanıyorsunuz yani?
-Evet.

-Evet.
-Bu hurafelere nasıl inanırsınız. Aklım almıyor gerçekten çok komiksiniz. Ahahha

-Bade, bak kızdırma beni.
-Tamam Melisa, tamam sustum. Ahahaha

 

Gülmemi durduramıyordum bir türlü. Bana kötü kötü bakıyordu ikisi de. Arkamı dönüp yanlarından uzaklaştım. Hala gülmeye devam ediyordum. Gül abla düğün tarihini verdi. Gelinliği kiraladıkları için ne zaman alabileceklerini danışıyordu;

-Düğün tarihimiz 14 Mart. Gelinliği ne zaman teslim alabiliriz.
-Efendim gelinlik üzerinize tam olduğu için herhangi bir tadilat yapılmayacak. E siz kiraladığınız içinde biz sizin giyeceğiniz tarihe kadar başka kimseye kiralamayacağız. Sizden önce giyen olursa gelinliğe zarar verebilirler. İşletme olarak buna izin veremeyiz. Yani kısacası isterseniz şu an bile yanınızda götürebilirsiniz. 15 Mart tarihinde de teslimatını yaparsınız.

-Aaa öyle mi götürme şansımız var yani.
-Tabi efendim. Ancak ödemenin tamamını aşmak durumundayız.
-Tabi, tabi. O zaman ödemeyi yapıp Götürelim gelinliği siz hazırlayın. Duvağı aksesuarı hepsini lütfen.
-Tabi biz hazırlıyoruz şimdi.

Gelinliği hazırlamaya başladılar. Biz ise Hala Melisa'yla sohbet ediyor gülüşüyorduk. Gül abla dışardan bir taksi çevirmemizi istedi. Koca gelinliği taşıyamazdık neticede. Melisa hızla dışarı çıktı. Ben Gül ablayı bekliyordum. Beş dakika geçmeden taksi yanaşmıştı kapının önüne. Tüm işlerimiz bittikten sonra gelinliği de alıp çıktık mağazadan. Taksiye zor sığıyordu gelinlik. Umarım bunu taşıyan Gül abla fıtık olmaz diye geçirdim içimden. Gerçekten çok ağırdı. Önce oturmuştum bu kez. Arkamı dönüp Birbirine bakıp sohbet ederek gülümseyen Gül ve Melisa'o seyrettim. Dudaklarım kıvrıldı. Gülümsüyordum. İkisi de bana baktı. İçimde anlayamadığım bir burukluk vardı. Nedenini bilmiyordum. Belki de günün birinden birbirimizden sahiden uzaklara gideceğimiz gelmiştir aklıma. Şimdiye kadar en fazla 3 ay ayrı kalmıştık birbirimizden. Gül abla bizden sadece altı yaş büyüktü Anıl gibi yani. O yüzden birbirimizle büyümüştük. Ablaydı evet ama herşeyden önce iyi bi arkadaştı. Hele Melisa onu söylemiyorum bile. İkimizde aynı şehirleri tercih edeceğiz üniversite için. O kadar ayrılmak istemiyoruz. Ben şanslı bir insanım. Annem babam cennettiler belki ama yanımda beni çok seven bir adam var, sonra beni kendi kardeşlerinden ayırmayan arkadaşlarım. Şükürler olsun....

 

Taksiden inmiştik. Eşyalarımızı alıp binaya doğru ilerledik. O sıra da dışarı çıkan Anıl ve Hüma karşıladı bizi. Üç saat olmuştu Anıl'dan ayrılalı. Gözlerine baktım. Aslında herkes birbirine bakıyordu biz hariç. Biz sadece birbirimize bakıyorduk. Anıl;

-Hanımlar Merhaba.
-Merhaba Anıl hocam.
-Bitmiş işleriniz.
-Evet bitti şükür.

Hüma elimizde ki kocaman torbaya bakarak;

-Aaa o nedir öyle?

-Gelinlik. Dedim

-Öyle mi kim için? Ay yoksa...

Anıl kardeşinin pot kıracağını anlamış gibi sözünü kesti;

-Gül hanım için Hümacım.

-Ay bende ne sandım.

Gül abla Hümayı görmemiş olmalı ki baştan aşağı süzdü önce;

-Bu hanımefendi kim hocam?

-Kardeşim Hüma. Hüma Okulumuzun müdür yardımcı Gül hanımla tanış. Ha birde Melisa, Bade'nin yakın arkadaşı. Bade'yi tanıyorsun zaten.

-Aaa öyle mi tanışıyor musunuz Bade?
-Evet abla. Karşılaşmıştık yani.
-Evet evet karşılaştık. Çok memnun oldum. Bende Hüma.
-Bizde memnun olduk Hüma.
Dedi Melisa. Anıl'la göz göze geldik yine. Hüma bir Anıl'a bir bana baktı sonra Gül abla'ya dönüp;

-Ben yarından sonra ki gün gideceğim. Sizlerle yakından tanışmak isterim. Sizde isterseniz tabi.

-Aaa neden olmasın. Yarın okuldan sonra görüşebiliriz.

Melisa kolumu dürttü önce sonra araya girerek;

-Yarın okuldan sonra Bade de buluşalım olmaz mı? Orası daha uygun gibi. Malum bizim ailelerimiz var çokta rahat olamıyoruz.

-Niye Bade'nin ailesi nerede ki?

Herkes dönüp bana baktı. Anıl'ın yutkunma sesi bana kadar gelmişti. Önceden bu soru sorulunca canım yanardı. Fark ettim de şimdi canım yanmadı. Yani kabullenmişim artık. Yüzümde ki hafif tebessümle Hüma'ya döndüm;

-Benim ailem vefat etti. Ben tekim yani evde. O yüzden yarın akşam beklerim.

Hümasöylediğime inanamamış gibi abisine baktı önce. Sonra sırayla herkesin yüzüne. Hepsinin benzi solmuştu bir anda. Gerginlerdi. Anıl ise utanmış gibi mahçup bakıyordu yüzüme. Hüma yutkunarak kısık bir sesle önüne bakarak;

-Ben çok özür dilerim. Bilmiyordum.
Elini tutup;

-Önemli değil. Gerçekten.
-Seni üzmek istemedim.
-Üzülmedim. Ben bu konuya en son üç ay önce üzülmüştüm. Sonra hiç o kadar üzülmedim.

Dedi Anıl'a göz kırparak. Anıl ne demek istediğimi anlamıştı. En son o kırmıştı bu konuda kalbimi. Gözlerini devirdi hemen. Konuyu dağıtmak istercesine;

-Siz nereye böyle ?

-Bizde abimle dolaşalım biraz dedi. Çok sevdiği bi iskele varmış beni oraya götürecekmiş.

Yüzüme imayla gülümsedi. Bizim iskelemiz olduğunu anladım hemen. Anıl da gülümsemişti. Melisa ve Gül abla " iyi günler yarın görüşürüz" diyerek kapıya doğru yöneldiler. Ben ise arkalarında kalmıştım. Hüma koluma dokunarak;

-Bade gerçekten özür dilerim, Eğer seni kırdıysam.
-Hayır dedim ya. Gerçekten iyiyim ben. Annem ve babam yok yanımda artık ama sizler varsınız ya.

Kulağına eğildim fısıldayarak;

-Annem ve babamın yerine dolduramaz belki ama Anıl'ın varlığı birazda olsun teselli ediyor artık beni. Şşştt aramızda kalsın.
Sonra yüzüne bakıp gülümsedik birlikte. Anıl'a da güle güle diyerek girdim ben de binadan içeri. Onlar ise bizim ardımızdan yürümeye başladılar.
Yukarı çıktığımda Gül abla ve Şengül teyze ufak bir tartışma yaşıyorlardı. Ne olduğunu anlayamamıştım. Melisa'nın yüzüne baktım. O da kenarda şaşkınlıkla izliyordu.
Konu şu ki; gelinliği iki ay boyunca muhafaza edecek yer yokmuş evde. Şimdi alıp eve getirmemiz saçma olmuş. Yani Şengül teyze bunu söylüyordu. Aslında kötü bişey söylemiyordu ama Gül abla biraz stresliydi ve en ufak şeyi büyütüyordu. Gitgide büyüyordu tartışma. Hemen araya girdim;

-Ya bu kadar büyütmeyin şöyle yapalım, abla gelinliği bizim evde ki kilitli odaya asalım kılıfıyla birlikte. Hem kimse de görmez orada bişeyde olmaz. Ne dersiniz.

Melisa beni desteklercesine;

-Evet bakın ne güzel söyledi. Hadi Gül abla al gelinliği. Badelere gidelim. Hem Şengül teyze de kötü bişey söylemedi. Doğru söylüyor. Evde çok yer kaplayacak bu.

-Tamam Bade çok teşekkür ederim.
-Ne önemi var abla. Hadi kusura bakma Sendr Şengül teyze, belli ki Gül abla bu aralar biraz sinirli. Düğün aralığı olur öyle şeyler. Takma kafana.

Şengül Teyze Gül ablaya dönerek gülümsedi;

-Yok yok bu evlenmeden önce iyi bi anne dayağı istiyor anlaşıldı.
-Ahahaha canım annem kusura bakma. Gerçekten istemeden sinirleniyorum.
-Tamam hadi sırnaşma, yemek hazır. Gelinliği asın gelin hepbirlikte yemek yiyelim. Siz de kızlar.
-Şengül teyze biz Melisa'yla Bugğn affını istesek olur mu? Dolapta bir sürü yemek var ziyan olacaklar. Onları yesek.
-Tamam yavrum siz bilirsiniz.

 

Hepbirlikte yukarı çıktık. Gelinliği odanın en güzel köşesine astık. Karşısına geçip baktık bir süre. Hepimiz mutluyduk, bir yandan da hüzünlü. Biricik ablamız gelin oluyordu ne de olsa. Biraz duygusallaşmıştık. Odadan zorda olsa çıktık. Gül ablayı uğurlayıp Melisa'yla bizde yemek yedik. Çok acıkmışız ikimizde. Masayı topladık. Ben bulaşıklarla uğraşırken Melisa da yanımda kahve yapıyordu. Güzel vakit geçiriyorduk birlikte. Kahveleri fincanlara doldurup;

-Battaniye alıp balkonda otursak ya.
-Bilmem ki. Hava soğuk. Aralıktayız Melisa. Ahaha

-Olsun ya o kadar da soğuk değil.
-Madem istiyorsun çıkalım.

O kahveleri götürürken bende içerden battaniyeleri alıp balkona geçtim. Kahve eşliğinde dakikalarca sohbet ettik. Biraz da dedikodu yapmış olabiliriz. Ansızın Anıl'ın balkon ışığı yandı. Eve gelmiş olmalıydılar. Gözüm balkonda onu görmek için bekliyordum. Balkon kapısı açıldı. Anıl, Elleriyle saçlarını avuçlayarak. Göğe bakıyor, derin derin nefes alıyordu. Melisa'yla dikkat kesilmiştik. Bizim ışığımız kapalıydı. Görmemişti henüz. Neye sinirlenmişti böyle? Ya da neye canı sıkılmıştı? Çok sıkıntılı görünüyordu. Arkasından Hüma çıkageldi. Abisinin omzuna elini koydu. Sonra sıkıca boynuna sarıldı. Onun da gözlerinde hüzün vardı. Ne olduğunu bilmiyordum. Melisa da hayretle onları izliyordu. Çıt çıkarmıyorduk. Daha iki saat önce kapı da karşılaşmıştık. Gayet iyiydi ikisi de. Bu kısacık sürede ne olmuş olabilirdi bilmiyorum. Anıl'ın yüzüne aniden çöken, onu birden bire dünyanın en hüzünlü insanına çeviren bu derdi neydi bilmiyorum ama sormaya da korkuyorum. Rengi kıpkırmızı olmuş. Öfkeden mi yoksa acıdan mı bilmiyorum. Ben Anıl söz konusu olunca hiçbirşey bilmiyor gibiyim. Daha doğrusu bildiklerimi bile unutacak haldeyim onunlayken. İçimden koşmak boynuna atlayıp sıkıca sarılmak geliyor. Ama daha oturduğum yerden bile kalkamıyorum. Kardeşinin gözünden bir iki damla yaş geliyor. Parmağıyla akan gözyaşlarını siliyor görüyorum. Belki Anıl da ağlıyordur. Ağlıyor mudur sahi? Arkası dönük yüzünü göremiyorum bir türlü.
Melisa dudaklarını ısırarak bana bakıyor. Ben ise dolan gözlerimle Anıl ve Hüma'ya. Öylece bekliyoruz. Saat işliyor ama biz duruyoruz.

Anıl ve Hüma eve döner dönmez dışarda yaşadıkları tartışmanın uzamaması için çabaladılar. Anıl kendini balkona attı. Hüma'nın "Ona yaptığını duyunca senden hiç olmadığı kadar uzak duracak. Canı yana yana, seni ne kadar severse sevsin nefret edecek, bir kez bile dinlemeyecek seni. Abi özür dilemeye bile fırsatın olmayacak belki." Sözleri beyninde yankılanıyordu.
Bunları düşünmek bile onu uçurumun kenarına sürüklüyordu. Yaşamak içten bile değildi. Anıl bu koca sırrı daha ne kadar taşıyacaktı. Daha ne kadar istemeye istmeye de olda Bade'ye yalan söylemeye devam edecekti.
Bütün bu sırlar, engeller bitsin de Bade'nin karşısına dimdik çıkabilsin diye yalvarıyordu Allah'a.
Arş-ı Alâ titriyordu feryadıyla ama yakınında ki duymuyordu.

Gönlüme aldığım bir gün "
Orası benim evim" dediği gönlümü bırakıp gider mi? Seni hiç terketmeyeceğim desem bana inanır mı? Bir zamanlar peşinden dolu dizgin koştuğum yârin yanından bile geçemeyecek hale getirir mi bu hayat beni? Şimdiye kadar hiç kaybetmekten korkan taraf olmamıştım. Şimdi ise tir tir titriyorum. Hiçbirşey olamamış gibi davranabilirim belki ama nasıl hiçbirşey hissetmemiş gibi davranacağım? Bilmiyorum. Bilmiyorum. Bilmiyorum...

Tek bildiğim, tek öğrendiğim şu ki kısacık zaman da "Kalbimin en ince yerinde şimdi bu imtihan."

Halil Cibran diyor ki;

"Başka bir insanın hakikati, onun sana açıkladığı şey değil, açıklayamadığı şeydir. Bu yüzden onu anlamak istersen söylediğine değil, söyleyemediğine kulak ver."

İnsan sustuğu şeyler kadardır. Ve insan insanı anlatamadığı yerden anlıyorsa yakındır...

(Alıntı)



 

 

 

Loading...
0%