@melvabooks
|
Dört Yıl Sonra...
Zaman, kimi yaraları iyileştirirken kimilerini daha da derinleştirir. Dört yıl oldu. Dört uzun yıl… Dağhan’dan bir haber alamadım. Bir ses, bir nefes, bir iz… Tek bildiğim, onun doğuda bir görevde olduğu. Bu belirsizlikle geçen günlerde, hayatıma başka bir yol çizdim. Kendi ayaklarım üzerinde daha güçlü durmaya mecburdum.
Küçük bir güzellik salonundan bir hayale dönüşen işlerim, şimdi büyüyüp dallandı. Hayat beni hep zorladı ama her seferinde daha yükseğe çıkmamı sağladı. Şimdi, o hayali daha da genişletmek için doğuya, onun bir zamanlar gittiği yere bir güzellik merkezi açıyorum. Bu karar, yalnızca işlerimi büyütmek için değil, içimde eksik kalan parçayı bulabilmek için de bir yolculuk aslında.
Belki de bu sadece bir bahanedir. Belki de hâlâ ona ulaşabilmek, bir kez olsun gözlerine bakabilmek umuduyla gidiyorum. Ama şunu biliyorum: Bu dört yıl bana bir şey öğrettiyse, o da beklemekle kaybedilen zamanın bir daha geri gelmediği. Şimdi artık hem kendim için hem de kalbimde taşımaktan vazgeçemediğim hisler için adım atma zamanı.
Doğuya Ulaştığımda...
Doğuya adım attığım an, içimde hem bir huzur hem de tarifsiz bir heyecan vardı. Burası, Dağhan’ın görev yaptığı yerin bir parçasıydı belki de. Onun adımlarının değdiği topraklara basıyor olmanın verdiği his, dört yıldır sakladığım özlemi biraz olsun hafifletiyordu.
Buraya gelmeden önce, işlerimi büyütmek için planlarımı yapmış, güzellik salonu için bir mekan tutmuştum. Şimdi içimdeki heyecan, sadece bu yeni başlangıç için değil, aynı zamanda geçmişle aramdaki o görünmez bağ için de büyüyordu. Mekanın içini düzenlemesi için işçilerle anlaşmıştım, onlar şimdiden çalışmalara başlamıştı. Salonu hayalimdeki gibi yapmak için elimden geleni yapacaktım. Ama buraya adım atmamla birlikte başka bir hikaye daha şekillenmeye başladı.
Nalan, üniversiteden çok sevdiğim bir arkadaşım, tesadüfen aynı şehirde öğretmenlik görevi almıştı. Onun sıcak, tanıdık gülümsemesiyle karşılandığımda, yıllar önceki dostluğumuzun hiç eskimediğini anladım. Birkaç gün onun evinde kalmam için ısrar etti, ben de bu güzel teklifi geri çeviremedim. Onunla geçirdiğim vakit, bana bu yeni şehirde bir nefes alma fırsatı sundu.
İlk akşam, çaylarımızı alıp pencere kenarına oturduk ve yılların getirdiği özlemi sohbetlerle doldurmaya çalıştık. Nalan, yeni görevinden bahsederken gözlerindeki heyecanı fark ettim. "Buralar zor," dedi bana, "Ama bir o kadar da değerli. İnsan burada sadece başkalarına değil, kendine de bir şeyler öğretmeye başlıyor."
Ben de ona neden burada olduğumu anlattım. İşlerimi büyütmek, yeni bir kapı açmak, ama belki de en çok bir iz bulmak için geldiğimi… "Bu şehir, bana hem yepyeni bir başlangıç hem de geçmişimi arama fırsatı sunacak gibi hissediyorum," dedim. Nalan, anlayış dolu bir bakışla başını salladı.
O gece, yıldızlar altında bir kez daha anladım: Burada, sadece bir güzellik merkezi değil, içimde yıllardır eksik olan bir parçayı da bulacaktım. Belki bir iz, belki bir cevap… Ama önce kendi hikayemi tamamlamalıydım.
Odamın penceresinden içeri sızan sabah güneşi yüzüme vururken, tatlı bir sıcaklıkla uyandım. Hava, doğunun o taze sabahları gibi, sessiz ama umut doluydu. Burnuma mutfaktan gelen nefis kahvaltı kokuları dolduğunda, Nalan’ın benden önce uyanmış olduğunu anladım. Gülümseyerek yatağımdan kalktım.
Elimi yüzümü yıkayıp ferahladıktan sonra mutfağa doğru ilerledim. Nalan, masasını sıcak çaylarla, taptaze ekmeklerle ve kendine has özeniyle hazırlamıştı. O an, bu şehirde kendimi ilk kez gerçekten evimde gibi hissettim.
“Günaydın!” dedim neşeyle, mutfağa adım atarken. “Günaydın Serap, güzel uyuyabildin mi?” diye sordu. Gözlerinde her zamanki samimi sıcaklık vardı. “Harika uyudum,” dedim, sandalyeye otururken. “Evin çok güzel ve ayrıca huzur verici. Üstelik böyle kahvaltı kokularıyla uyanmak da cabası!”
İkimiz de çay bardaklarımızı elimize aldık. Sohbet, hem eski dostluğumuzun hem de yeni başlangıçlarımızın bir yansıması gibiydi. Nalan, "Bugün planların ne?" diye sordu. “Güzellik salonunu ziyaret edeceğim,” dedim heyecanla. “İşçiler içeriyi düzenlemeye başlamışlardı. Hem eksikleri kontrol ederim, hem de bir süre vakit geçiririm. Sen ne yapacaksın bugün?” Nalan, çantasını göstererek, “Okula gideceğim,” dedi. “Öğrencilerimle uzun bir gün olacak, ama bu işi seviyorum.”
Onun öğretmenliğe olan sevgisini ve hevesini dinlerken, içimde bir şeyler kıpırdadı. Nalan, hayatına dokunduğu insanlarla büyüyordu. Ben de salonumda, insanların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayarak kendi yolumu çiziyordum. İkimiz de farklı yollarla olsa da insanlara ulaşmaya çalışıyorduk.
O gün, çaylarımızı içtikten sonra kahvaltı masasını toparlıyordum. O sırada Nalan ise okula yetişmek için kıyafetlerini giyip hazırlanıyordu. "Ben çıkıyorum Serap, dikkat et kendine. Bir şey olursa mutlaka ara." dedi. Bakışlarımı kapıda duran Nalan´a çevirdim ve "Tamamdır canım, sende kendine dikkat et. Akşam görüşürüz." dedim. Kahvaltı masasını toparladıktan sonra odama çekildim. Valizimi açıp kıyafetlerimi dikkatlice dolabıma yerleştirdim. Her bir parçayı düzenlerken, aslında hayatımdaki dağınıklıkları da toparlıyormuşum gibi hissettim. Valizin derinlerinden eski bir atkım çıktı; annemin ördüğü, bana çocukluğumdan beri eşlik eden o sıcak hatıra. Onu elime alıp bir an duraksadım. Bu atkı, dört yıl boyunca bana her zaman bir ev hissi vermişti. Şimdi, burada, yeni bir şehirde, bana hâlâ aynı hissi sunuyordu.
Diğer eşyalarımı da çekmecelere yerleştirdikten sonra, bir an durup odama göz gezdirdim. Bu oda, birkaç günlüğüne de olsa benim sığınağım olmuştu. Tertemiz örtüleri, cam kenarındaki küçük masasıyla, kendime bir köşe yaratmıştım. Yine de duvardaki saat ve pencerenin ötesindeki yabancı manzara, buranın geçici olduğunu hatırlatıyordu.
Biraz oturup soluklanmak istedim. Çekmeceden çıkardığım küçük not defterimi elime aldım. Bu defter, yıllardır biriktirdiğim hayallerimi ve anılarımı saklayan bir sırdaştı. Bugünkü hedeflerimi yazmaya başladım: Güzellik salonunu ziyaret et, eksikleri kontrol et, işçilerle konuş ve işleri hızlandır. Her cümlenin sonunda içimde küçük bir kıvılcım yanıyordu. Bu şehirde kendim için yeni bir sayfa açıyordum.
Eşyalarımı yerleştirip her şeyi tamamladığımda, kendimi daha hafiflemiş hissettim. Adımlarımı yavaş ama kararlı bir şekilde atıyordum. Nalan’ın, “Buralar insana bir şeyler öğretir,” dediği sözler kulaklarımda yankılandı. Belki bu şehir sadece iş için değil, kendimle yeniden tanışmam için de doğru yerdi.
Evden ayrıldıktan sonra güzellik salonumun yolunu tuttum. Salon, Nalan’ın evine yaklaşık 20 dakika uzaklıktaydı ve ben yürümeyi tercih ettim. Doğunun serin sabah havasında yürümek, hem düşüncelerimi toparlamama hem de şehri daha yakından tanımama olanak sağlıyordu. Sokaklar sakin, etraftaki insanlar ise sabahın huzurunu yaşıyor gibiydi.
Yürürken içimde garip bir huzur hissettim. Burada olmak, bir yandan yeni bir başlangıç anlamına gelirken, diğer yandan yıllardır özlemini çektiğim bir hisle beni dolduruyordu. Yol boyu, karşıma çıkan her şeyde bir anlam arıyordum; bir tabelada, bir çocuk kahkahasında, ya da sabah serinliğini ısıtan güneşte.
Salona ulaştığımda, içeriden gelen iş seslerini duydum. Kapıyı açıp içeri girdiğimde işçilerin çalışmaya başladığını görmek beni mutlu etti. Mekan, daha önce yalnızca hayalimde canlandırdığım haliyle şekilleniyordu. Boyalar yapılmış, aynalar yerleştirilmiş, masalar ve tezgahlar neredeyse tamamlanmıştı.
"Kolay gelsin!" dedim içeri girerken. İşçilerden biri, elindeki aletleri bırakıp bana doğru döndü. "Hoş geldiniz Serap Hanım. Bugün tavan aydınlatmalarını bitiriyoruz. Ayrıca bekleme alanının düzenlemesi için mobilyalar da yarına yetişecek," dedi.
Çalışmaları dikkatle inceledim. Boyanın rengi tam istediğim gibi olmuştu; ferah ve huzur veren bir ton. Aynaların doğru yerlere monte edildiğini görmek beni mutlu etti. Bekleme alanına yerleştirilecek koltukların gelmesiyle salonun ruhu tamamen ortaya çıkacaktı.
"Harika görünüyor, elinize sağlık," dedim işçilere. "Ama birkaç şey daha eklememiz gerekecek. Duvarlara birkaç tablo ve raf istiyorum. Ayrıca girişe bir hoş geldiniz köşesi tasarlasak çok güzel olur."
Notlarımı hızlıca ilettim. İşçiler, fikirlerimi uygulamak için kolları sıvadı. Ben de bir süre orada kalarak detayları kontrol ettim ve hayal ettiğim salonun yavaş yavaş gerçeğe dönüşmesini izledim. İçimdeki heyecan, tedirginliği tamamen geride bırakıyordu.
Saatler geçmiş gibi hissetsem de sadece birkaç saat olmuştu. Salondan çıkarken içim rahattı. Bu yer, sadece bir iş yeri değil, aynı zamanda bir hayalin vücut bulmuş haliydi. Sokaklara geri döndüğümde güneş biraz daha yükselmişti. Yürürken, gelecek günlerin getireceklerini düşündüm. Şimdi her şey daha gerçekti, ve bu şehirde daha büyük bir hikaye beni bekliyordu.
Dağhan´dan..
Buralar sessizdi. Ama bu sessizlik, huzurdan değil, her an patlamaya hazır bir gerilimden geliyordu. Dağların arasına sıkışan bu soğuk hava, insanın ciğerlerine işlerdi. Nöbetlerde, rüzgarın uğultusu dışında hiçbir şey duyulmazdı. Sessizlik burada en gürültülü şeydi.
Her sabah erkenden kalkar, botlarımı bağlarken görevimin ağırlığını bir kez daha hissederdim. Bu topraklarda olmak, sadece bir görev değil, bir sözün, bir inancın devamıydı. Bizim burada durmamız, bir şeylerin sağlam kalmasının garantisiydi. Ama bunu herkes bilmezdi, bilmesi de gerekmezdi.
Her çatışma, her yeni gün, beni biraz daha değiştirdi. Bir zamanlar hayata daha hafif bakan o çocuk, şimdi her adımını tartarak atan bir adama dönüşmüştü. İnsan, burada kendini kaybetmeden önce kendisiyle yüzleşiyor. Geçmişin gölgeleri, karanlık gecelerde nöbet arkadaşım gibi yanımda duruyor.
Ve o gölgelerde hep bir siluet beliriyor: Serap. Onun yüzü, yıllar geçse de zihnimden silinmiyor. Gözlerini düşündüğümde içimde bir sıcaklık hissediyorum, ama ardından o sıcaklık, büyük bir özleme dönüşüyor. Dört yıldır bir haber yok. Belki de bu sessizlik, onun beni unuttuğunu söylüyor. Ya da ben ona ulaşacak cesareti hiç bulamadım.
Ama burada, bu dağlarda öğrendiğim bir şey varsa, o da her savaşın sadece bir cephede kazanılmadığıdır. Bazen insanın en büyük mücadelesi, içinde taşıdığı yüklerle olur. Gökyüzüne bakıp yıldızların arasından bir cevap ararken hep aynı şeyi düşünürüm: Bir gün geri döneceksem, gerçekten hak ettiğim bir hayatla dönmek istiyorum.
Şimdilik buradayım, bu topraklara kök salmış gibi. Ama bir gün… O gün geldiğinde, onun karşısına geçip geçmişin borcunu ödemek istiyorum. Hem bu topraklara, hem ona.
Güneşin doğuşu burada başka bir anlam taşır. Gözlerini dağların ardından yavaşça yükseltir, her yere aynı sessiz ama kararlı ışığı saçar. Ve biz o ışığın altında, her gün bir önceki gibi başlar, ama asla tam olarak aynı bitmez.
Botlarımı giyerken güne başlama ritüelimi tamamlarım. Silahımı kontrol eder, ceplerimi yoklarım. Her şey yerli yerinde olmalı. Burada en ufak bir hata, sadece senin değil, yanındaki herkesin hayatını etkiler. İşte bu düşünce, insanı diri tutar.
Havanın soğuğu tenime işlerken, nöbet için dışarı çıktım. Rüzgar yine esiyordu, o tanıdık uğultusuyla. Sessizliği dinlemeye alıştım artık. Burada sessizlik, huzur anlamına gelmez. Sessizlik, fırtınanın öncesidir. Ve o fırtınayı beklemek, sabrı öğrenmenin en sert yoludur.
Gözlerim ufka kayarken, içimde hep aynı düşünce döner: Serap. O şimdi nerede, ne yapıyordur? Onu düşünmek, burada en insani yanımı koruyan tek şey belki de. Onunla birlikte hayal ettiğimiz hayatı burada bir gün gerçeğe dönüştürme umudu… İşte o umut, en sert kış gecelerinde bile içimi ısıtır.
Nöbet için dışarı çıktığımda Yusufu, nöbet alanının biraz ilerisinde gördüm. Yanıma gelerek hafifçe başını eğdi.
“Günaydın abi,” dedi, gülümseyerek.
“Günaydın,” dedim. Yavaşça adımlarımı ona doğru attım. “Bugün de bir fark yok, soğuk, sessizlik… Yine bekliyoruz.”
Yusuf bir süre sessiz kaldı, sonra biraz düşündü. “Evet, her şey aynı gibi ama… Ben buradayken Nalan’ı düşünüyorum. Özlüyorum, bazen burada tek düşündüğüm şey o oluyor. Onun için her geçen gün hayatta kalıyorum.”
Ona baktım, gözleri biraz uzaklarda gibiydi. Anlaşılan, sevdiğiyle olan bağ burada, bu dağlarda bile onu rahat bırakmıyordu. “Yusuf, buralarda insan bir süre sonra her şeyden uzaklaşıyor gibi hissediyor. Ama sevdiklerini düşünmek, bir şekilde seni burada tutan şey oluyor.”
Yusuf, hafifçe gülümsedi. “Biliyorum,” dedi, “ama bazen o kadar zor oluyor ki. Nalan’ı düşünmek, sesini duymak, sadece ona bir mesaj atmak…”
“Seni anlıyorum, Yusuf,” dedim. “Her neyse, bugün görevin son günü. Teröristlerin inini bugün patlatıyoruz.”
Yusuf sessizce başını salladı, derin bir nefes aldı. O an, herkesin içinde aynı düşünce vardı: Bugün, her şey sona erecek ve biz de bir adım daha atacağız.
Hazırlıklar tamamlanmıştı. Tüm askeri ekipmanlar, patlayıcılar ve strateji belli olmuştu. Bugün, planın hayata geçeceği gündü. Savaşın gidişatını değiştirecek, teröristlerin elinde bulundurduğu bölgeyi temizleyecektik. Bu görev, adeta son bir hamle gibi hissediliyordu.
Bir helikopter, belirlenen alana geldi ve nöbetçi askerler helikoptere binmeye başladılar. Tek bir helikopterle yapılacak bu operasyon, hızlı ve etkili bir şekilde sonuçlanmalıydı. Hepimiz, hızlıca ama dikkatli bir şekilde uçağa yerleşmeye başladık. Sadece birkaç kişi yer alacak, fakat her birinin görevi çok önemliydi.
Helikopter motorları gürleyerek havalanmaya başladı. Yukarıya doğru yükseldikçe, yerin her an daha küçük ve daha uzak olduğunu hissedebiliyordum. Gökyüzü kararmıştı, ancak biz göreve odaklanmıştık. İçerisi sessizdi, sadece helikopterin kanat sesleri ve bizim nefeslerimiz duyuluyordu.
Helikopter, hedef bölgesine yaklaşırken, gözlerimiz yere sabitlenmişti. Hedefi net bir şekilde görmek, o an geldiğini bilmek her şeyin önündeydi. Birkaç dakika içinde patlama için her şey hazır olacaktı. Sonunda helikopter, hedef bölgeye inerken, liderimiz ilk adımı attı ve hızlıca patlayıcıyı yerleştirdi.
"Patlama için hazır olun!" diye bağırdı komutan. Herkes konumunu aldı ve sonunda, patlama anı geldi.
Bomba patladı, dev bir gürültüyle yer sarsıldı. Dağlar titredi, karşımıza çıkan her şey yerle bir oldu. Birkaç saniye sonra, patlamanın ardından tüm bölge dumanla kaplandı. Sonunda, görevin başarıyla tamamlandığını ve hedefin yok olduğunu biliyorduk. Hepimiz, içsel bir rahatlama hissettik.
Patlama tamamlandıktan sonra, helikopter tekrar geldi. Bütün askerler hızla helikoptere doğru ilerledi. Geride bırakılacak hiçbir şey yoktu. Hedef başarıyla yok edilmişti ve görev bitmişti.
Helikopterin motorları tekrar güçlü bir şekilde çalıştı ve bizi alarak, oradan uzaklaştık. Yavaşça, karargaha doğru ilerlemeye başladık. Her şey doğru planlandığı gibi gitmişti. Helikopter karargahın alanına iniş yaptı. Tüm askerler dışarı çıkarken, komutan karşımızda duruyordu.
“Güzel iş çıkardınız, arkadaşlar,” dedi, yüzünde hafif bir gülümseme. “Görev başarılı oldu ve bu, hepimizin zaferi. Bugün hepimizin adım adım kazandığı bir gün. İyi iş çıkardınız.”
Herkes başını sallayarak teşekkür etti. Artık görev bitmişti, ama burada, bu karargahın içinde, başka bir hayat başlamıştı..
|
0% |