@melvabooks
|
"Şimdi öylesine zarifsin ki, tıpkı yasemen çiçeği gibi, komşu kızı… Adımların ince bir naiflikle atılıyor, her hareketin kendine has, sessiz bir ahenk. Mahallede nereye baksam, seni hatırlatıyor; gülüşün rüzgar gibi dokunup geçiyor, ama ardında unutulmaz izler bırakıyor. Belki kimse fark etmiyor, ama senin içindeki o güzel, o derin sevgi, her şeyi daha anlamlı kılıyor. Seni her görüşümde dünya duruyor gibi geliyor, zaman yavaşlıyor, her şey silikleşiyor ve yalnızca sen kalıyorsun. Senin gibisi bir daha gelmez, Serap... Ve belki de bunun farkında değilsin, ama senin zarifliğin, her şeyden daha kıymetli." Çarşıdan alacaklarımı aldıktan sonra, evime doğru yola koyuldum. Mahalle her zamanki gibi sakin ve huzurluydu. Sabahın o canlı atmosferinin ardından, akşamın serinliği yavaşça her köşeyi sarıyordu. Pazardan taze sebzeler ve birkaç diğer malzeme almıştım. Torbalar biraz ağır olsa da, yavaş adımlarla evime doğru ilerledim. Kapımı açıp içeri girdiğimde, alışveriş torbalarını mutfak tezgâhına koyup bir nefes aldım. Evimin sıcaklığı, içimi rahatlatan tek şeydi. Mutfakta, akşam yemeğini hazırlamak için hemen işe koyuldum. Domatesleri doğradım, soğanları ince ince kestim. Mutfakta geçirilen her an bana huzur veriyordu, yemek yapmak bana yalnızca karın doyurmak gibi değil, ruhumu da beslemek gibi geliyordu. Yavaşça pişmeye başlayan yemekle birlikte, evin her köşesine yayılan o tanıdık kokular bana bir güven veriyordu. Yalnızdım ama o an yalnızlıkta bir huzur buluyordum. Ama gözlerim sürekli yan apartmanımıza kayıyordu. Dağhan’ın evine… O ev, yıllardır her gün gördüğüm, ama sanki her zaman içimde bir eksiklik olan o ev. Apartmanımızın pencereleriyle, yanındaki ışıklarla birlikte adeta mahallenin en bilindik silueti gibiydi. Her gün, o pencerelere gözlerim kayar, bir an için varlığını hissetmek isterdim. Bugün de gözlerim, farkında olmadan, yine o pencerede gezindi. Bir süre, o anın geçişine odaklandım. Derin bir nefes aldım, mutfağın sessizliğinde, yemeklerimin üzerinde biraz daha düşünürken, bir hareket fark ettim. O pencerede bir şey vardı… O an, kalbim bir anda hızlanmaya başladı. Dağhan… Gözlerim, yan apartmanda, yıllardır tanıdığım ama bir türlü ulaşamadığım o kişiyi aradı. Az önceki sakinlik birden kayboldu ve bir sıcaklık kalbime yayıldı. Yavaşça, penceresinin kenarına doğru yaklaştı. Bunu görmek, sanki yıllardır aradığım bir şeyin nihayet bulmuşum gibi hissettirdi. Bir anda tüm dünya durdu, sadece o an ve o anın içindeki sessizlik vardı. Birkaç saniye, sadece o silueti izledim. Gözlerimde, içimde bir şeyler değişiyordu. O kadar yakın ama bir o kadar uzak. Yıllar önce, o da bu mahalledeydi, yan dairedeydi… Ama ne kadar zaman geçti, ne kadar mesafe oldu aramızda, bir türlü birbirimize tam anlamıyla dokunamadık. Birkaç saniye boyunca sadece izledim. Sonra gözlerimi başka bir şey arar gibi mutfakta gezdirdim ama kalbim hala oradaydı, o pencerede, o siluette. İçimde garip bir huzursuzluk ve aynı zamanda beklediğim bir şeyin anlamını hissettim. Bu kadar yakınken, neden uzak kalabildiğimizi bir türlü anlayamıyordum. Gözlerim tekrar pencereye kaydı, ama bu sefer daha dikkatli, daha duygusal bir şekilde. O an hissettiğim şey, sadece bir merak değil, aynı zamanda yılların birikimi gibi bir şeydi. Duygularım karışmıştı. O anlar, gözlerimiz birbirine değdiğinde, bir şeylerin değişeceğini hissediyordum ama ne olduğunu hala tam çözememiştim. Dağhan’ı görebilmek için yemeğimi yedikten sonra mutfağa geçip bir tepsi kurabiye yapmaya karar verdim. Belki de onu bahaneyle görmek istiyordum, evet… Ama bu düşünce bile içimde bir heyecan uyandırıyordu. Kurabiye hamurunu yoğururken, ellerimin altındaki sıcaklık, içimde hissettiğim o tatlı heyecanla karışıyordu. Fırından çıkan kurabiyelerin mis gibi kokusu tüm mutfağa yayıldı. Kurabiyeler pişerken, kalbim de onlarla birlikte yavaşça kabardı sanki. İçten içe onunla, eski günlerde olduğu gibi, bir anı paylaşmak istiyordum. Kurabiyeler fırından çıkıp biraz soğuduktan sonra bir tabağa koydum. Kalbimde tatlı bir çarpıntı vardı. Elimde tabakla, yavaşça yan apartmana doğru yürüdüm. Adımlarım her zamankinden biraz daha temkinliydi. Zile bastım ve bir an, kapının açılmasını beklerken nefesimi tuttum. Beklerken kalbim deli gibi çarpıyordu; her şeyden daha fazla o an, sadece onunla bir göz göze gelme umuduyla doluydum. Kapı açıldığında, karşımda Dağhan yerine Selma Teyze’yi buldum. İçimden hafif bir hayal kırıklığı geçse de, Selma Teyze’nin güler yüzünü görmek, o sıcak tebessümle karşılanmak içimi rahatlattı. Gülümseyerek, “Merhaba, Selma Teyze,” dedim, “Kurabiye yapmıştım da, size getireyim dedim.” Selma Teyze, her zamanki samimi tavrıyla bana içtenlikle teşekkür etti, tabağı alırken gözlerinde minnetle karışık bir sevinç vardı. “Ay Serap kızım, ne güzel düşünmüşsün, çok teşekkür ederiz,” dedi. “Gel içeri, bir çay koyalım, sen de bizimle iç.” Bir anlık tereddüt ettim. Dağhan’ın evde olup olmadığını bilmiyordum ama içeri davet edilmek, onunla karşılaşma ihtimalini artırıyordu. İçimden, bu fırsatı kaçırmak istemediğimi hissettim. Başımı hafifçe sallayıp gülümsedim ve “Tabii, çok sevinirim,” diyerek içeriye adım attım. Evin tanıdık kokusu, eski anılarla doluydu. Kendimi her zamanki gibi sıcak bir ortamın içinde buldum. O an, akşamın sakinliğinde, Selma Teyze’nin sohbetine katılarak bir yandan göz ucuyla etrafa bakıyordum. Dağhan’ın gelişini bekliyordum, bir yandan sohbet edip bir yandan da bu anın içinde onun da olmasını umuyordum. Selma Teyze beni içeriye buyur ettikten sonra mutfağa doğru yöneldi ve "Sen geç kızım, ben hemen bir çay demleyeyim. Kurabiyeleri de çıkarırız, çok güzel görünüyorlar," dedi. Ben de salona geçip pencere kenarındaki koltuğa oturdum. Etraf o kadar tanıdıktı ki, her köşesi yılların izlerini taşıyordu. Bu evde geçen çocukluk anılarımız, Dağhan’la paylaştığımız küçük sırlarımız gözümde canlanıyordu. Selma Teyze mutfaktan çıkıp yanıma oturduğunda, "Ah Serap, senin o güzel kurabiyelerinin tadını hiçbir şeye değişmem," diye tatlı bir gülümsemeyle konuşmaya başladı. Sohbetimiz mahalleden, eski günlerden ilerlerken, benim aklımın bir köşesi sürekli Dağhan’a kayıyordu. Acaba yukarıda mıydı? Evde olduğunu bilmek bile, içimi heyecanla dolduruyordu. Bir an önce salona gelmesini istiyordum ama beklemek zorundaydım. Derken, yukarıdan ağır adımlarla birilerinin indiğini duydum. Kalbim hızla çarpmaya başladı; kapıya doğru bakmamak için kendimi zor tuttum. Birkaç saniye sonra, o tanıdık ayak sesleri yaklaştı ve Dağhan, hafif şaşkın bir ifadeyle salona girdi. Göz göze geldik. Sanki o an, bütün dünya sessizleşti ve sadece ikimiz vardık. Selma Teyze’nin sesini bile zor duyuyordum, her şey bir anda Dağhan’ın yüzünde, bakışlarında donup kalmış gibiydi. Dağhan biraz mahcup ama samimi bir gülümsemeyle, "Merhaba Serap, kurabiye kokusunu buraya kadar aldım da... Ellerine sağlık," dedi. Bu basit söz bile içimde bir şeyleri harekete geçirdi. Gülümseyerek, “Afiyet olsun, senin için yaptım sayılır,” dedim şaka yollu. Sanki gözleri parladı o an, dudaklarındaki tebessüm derinleşti. Bir süre üçümüz birlikte oturduk. Selma Teyze çayları ikram ederken bizi izliyordu, yüzünde mutlu bir ifade vardı. Biz, eskisi gibi, birkaç kelimeyle birbirimizi anlar gibi konuşuyorduk. Her cümlenin altında yılların getirdiği bir yakınlık, derin bir bağlılık vardı. O akşam, Dağhan’la paylaşacağım birkaç saat bile bana yeterdi. İçimden "Keşke zaman böyle dursa," diye geçirdim. Onunla yan yana, çocukluk anılarımızı hatırlatarak, yaşadığımız bu mahallede yeniden, sanki o eski günlerdeymişiz gibi hissettim. O akşam saatlerin nasıl geçtiğini anlamadım. Sohbet, kurabiyelerin yanındaki çaydan daha hızlı tükeniyordu. Selma Teyze'yle Dağhan arasında olmak, yıllar öncesine bir yolculuk yapmak gibiydi. Mahalledeki eski bayramlar, sokaklardaki oyunlarımız, çocukluk anılarımız bir bir gündeme geldikçe, hem ben hem de Dağhan eski günlerin sıcaklığında kaybolup gidiyorduk. Bir ara Selma Teyze mutfağa gittiğinde, salonda bir an için yalnız kaldık. İkimiz de sustuk, ama o sessizlikte bile bir şeyler söylemiş gibiydik. İçimde bir dalgalanma hissettim; sanki yılların birikimi, bir an için kelimelere dökülmeye hazırdı. Ama nereden başlayacağımı bilemedim. Tam o anda Dağhan, gözlerini benden kaçırarak hafifçe gülümsedi ve pencereye baktı. “Biliyor musun,” dedi, biraz duraksayıp düşünceli bir şekilde, “çocukken her akşamüstü seninle burada, annemin kurabiyelerini yerken sohbet ettiğimiz o günleri hep hatırlarım. Özellikle de bazen seninle oynadığımız saklambaç oyunlarını, ama bu kez saklanmamıza gerek kalmadan…” Ben de onun bu düşünceli haline karşılık verip hafifçe gülümsedim. “Evet,” dedim, “hatırlıyorum. Belki de o günlerin izini hep içimizde taşıdık. Şimdi yeniden buradayız, ama ne kadar da farklı hissediyoruz, değil mi?” Göz göze geldik; ikimiz de o eski günlerin ruhunu hissetmiştik. Farkındaydık, bir şeyler değişmişti. Yine aynı mahalledeydik, yine yan yana ama içimizde eksik kalmış, söylenmemiş duygular doluydu. O an kelimelerle anlatamayacağımız bir bağ vardı aramızda, yılların dostluğu, belki de çocuklukla başlayan ama büyüyen bir şeydi bu. Bir süre ikimiz de konuşmadan oturduk. Sadece birbirimizin varlığını hissetmek bile yetiyordu. Sonra, gözlerimi Dağhan’dan kaçırıp usulca, “Mahalleye her baktığımda, sanki bir şeyler eksikmiş gibi hissediyorum,” dedim. O an Dağhan hafifçe gülümsedi, ama gözlerindeki derinliği saklayamıyordu. “Bence o eksik şey, burada bulmayı beklediğimiz hisler… Belki de yıllardır bakıp göremediğimiz…” dedi, sesi yumuşak ve içtendi. Kafasını hafifçe yana eğerek gözlerime baktığında, sanki içimdeki her şeyi görüyormuş gibi hissettim. Birkaç saniye böyle bakıştık, ama ikimiz de konuşmak yerine, birbirimizi anladığımızı hissettik. Selma Teyze mutfaktan döndüğünde biraz daha sohbet ettik. Ama aklımın ve kalbimin bir köşesi sürekli Dağhan’daydı. Mahalledeki o eski günler, her cümlemizde yeniden canlanıyordu; sanki yıllar hiç geçmemiş gibiydi. Artık gitme vakti gelmişti, ama içimden bir parça orada kalmak istiyordu. Selma Teyze’ye teşekkür edip ayağa kalktım. Dağhan, kapıya kadar bana eşlik etti. O an, içimde kalmış tüm cesaretimi toplayarak hafifçe gülümsedim. “Yarın yine görüşürüz belki?” dedim, sesimde biraz umut, biraz da çekingenlik vardı. Dağhan da gülümseyerek, “Tabii, her zaman,” dedi. Sanki bu basit cümlenin içinde yüzlerce anlam vardı. Tekrar göz göze geldik ve içten bir gülümsemeyle vedalaştık. Merdivenlerden aşağı inerken içim huzurla dolmuştu. Yıllardır aradığım, belki de kaybettiğimi sandığım bir parçayı bulmuş gibi hissettim. Evin yolunu tutarken, mahallenin sessizliğiyle birlikte yürüdüm. Sokak lambalarının loş ışığında, eski günlerin o masumiyetini, içimde Dağhan’ın bıraktığı sıcaklığı hissederek adımlarımı attım. O gece yatağıma uzandığımda gözlerimi kapatıp her şeyi yeniden düşündüm. Yan apartmandaki o anılar, kurabiyelerin kokusu, Dağhan’ın o sessiz ve anlayışlı bakışı… Kalbim, her zamanki gibi o eski günlere gitmek istercesine dolup taşmıştı. Şimdi beklemek, belki yeniden bir araya gelmek ve söylenmemiş kelimelerle o duyguları paylaşmak için en doğru zamanı bulmak vardı önümde. Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım, yatakta gözlerimi ovuşturarak doğruldum. Hâlâ uykuluydum, ama içimde tarif edemediğim bir huzur vardı. Perdeyi aralayıp pencereden karşı apartmana, Dağhanların evine baktım. Gözüm ister istemez onun odasının penceresine kaydı. O an gördüğüm şey, kalbimi sıcacık bir mutlulukla doldurdu: Pencerenin önünde yasemen çiçeği vardı. İnce bir saksıda, zarif beyaz yapraklarıyla ışıl ışıl açmış duruyordu. Yasemen çiçeğinin anlamını biliyordum; bir dönem bana bu çiçeklerden bahsetmiş, yasemenin "saf sevgi"yi simgelediğini söylemişti. Gözlerim o çiçeğe takılıp kaldı. Belki de bu, söylenmemiş bir şeylerin işaretiydi, bir gün yeniden başlamanın habercisi gibi. İçimden, onunla konuşmadan önce yaşadığım o boşluğun nasıl dolduğunu düşündüm. Sanki geçen akşamın bıraktığı iz, şimdi bu yasemenle hayat bulmuştu. Pencereyi biraz daha açıp dışarıdaki serin sabah havasını içime çektim. Mahalle, uyanmaya başlayan bir çocuk gibi, usul usul canlanıyordu. Sanki bütün mahalle, hatta kuşlar bile benim içimdeki o küçük kıpırtıyı hissediyordu. Yasemen çiçeğine bakarak içimden fısıldadım, "Dağhan…" Belki de her şey bu küçük çiçekle başlamıştı. Ama içimde bir umut vardı; en azından bu sabahın bana verdiği o güzel hisle güne başlamak için küçük bir sebepti. "Belki de gerçek aşk, aynı mahallede yıllarca fark etmeden yan yana büyümekmiş. Bazen bir yasemen çiçeği, bazen bir bakış… Söylenmemiş sözlerin bıraktığı izlerle, insan kalbinde en derin yerini bulurmuş." |
0% |