Oturduğum yerden kalkıp, aralık bırakılmış kahverengi kapıya doğru yürümeye başladım. Her adımımda kapıyla aramdaki mesafenin arttığını hissediyordum. Pes etmeden bir süre yürüdüm ve o kapıdan çıkmayı başardım. Verandadan inip yeşil çimlerin üzerinde yavaş yavaş ilerlemeye başladım. Güneş yüzümü yakıyordu. Elimi yüzüme siper edip etrafımda küçük bir daire çizdim. Sağıma, soluma, arkama bakındım ama etrafta kimseleri göremedim. Yapayalnızdım. Küçük bir kedi yavrusu gibi tek başıma bırakılmıştım. Birkaç dakika sonra kalbimin huzurla kıpırdanmasına neden olan o turuncu evi gördüm. Gülümseyip oraya doğru ilerlemeye başladım. İçimde o evin aslında bana çok yakın olduğuna dair bir his vardı fakat az önceki kapı gibi ben adım attıkça ev benden koşarak uzaklaşıyordu sanki. Koşmaya başladım. O eve ulaşmak istiyordum. Gayretim sonucunda dört bir yanı beyaz çitlerle kaplanmış o eve ulaştım. Çitin dışında ben, içinde o vardı. Bana gülümsüyordu. Saçları ıslanmıştı sanırım sıcaktan dolayı terlemişti. Elini bir anda benden tarafa uzattı. Her zamanki gibi... Bana asla yalnız hissettirmeyen o çocuğun elini sıkıca tuttum.
"Gel hadi," dedi kuru bir sesle. Bakışlarımı etrafta gezdirdim ama o tarafa geçebileceğim tek bir kapı olmadığını gördüm. Onun yanına ulaşmak istiyordum, ona daha yakın olmak...
"Gelemiyorum ki," dedim umutsuz bir sesle. Başını iki yana sallarken hala gülümsemeye devam ediyordu. Tam ona gülümsemesinin nedeni soracaktım ki birden kalbimin acıyarak attığını hissettim. Nefes almakta zorluk çekmeye başladım. Kalbim olağanın dışında bir hızda atıyordu ve her atışında tenime dikenler batırılıyormuş gibi hissediyordum. Boşta olan elimi kalbime bastırıp yeniden ona bakmak için başımı kaldırdım. Az önceki kadar mutlu etmeyen bir beden karşıladı beni. O büyümüştü. Çehresi sertleşmişti ama her ne olursa olsun onu gözlerinden tanıyordum. Kahverengi gözleri küçükken olduğu gibi masum bakıyordu. O an gözlerimi gözlerinden ayırıp başımı iki yana sallamaya başladım. Az sonra olacakları tahmin ediyordum çünkü bu anı yüzlerce kez yaşamıştım.
"Gitme, hayır," diye fısıldadım çaresiz bir sesle. Ellerimiz hala çitin üstünde kenetliydi.
"Gitmeliyim," dedi tekdüze bir sesle. Başımı şiddetle iki yana salladım.
"Hayır hayır bu sefer olmaz, olmaz," dedim. Sesim kulaklarımda yankı yapıyordu. Sesim kulaklarımı tırmalıyordu. Benden uzaklaşmaya başladı. Yavaş adımlarla geriye doğru yürümeye devam etti. Tam gözlerimin içine bakarak ellerimizi ayırdı önce, sonra kalplerimizi... O beni terk etmişti...Yine.
*****
Aniden sıçrayarak uyandığımda ilk hissettiğim şey kalbimdeki acıydı. Alnımda birikmiş ter damlalarının varlığıyla rahatsız olurken kurumuş damağımdan da aynı rahatsızlığı alıyordum. Birkaç kez yutkunup kalbimdeki acının dinmesi için beklemeye başladım. Derin nefesler eşliğinde gözlerimi kapatıp göz pınarlarıma dolan yaşları geri göndermeye çalıştım. Her özlediğimde ve üstüne uykuya daldığımda aynı rüyayı görmekten bıkmıştım. O gideli altı yıl oluyordu ve ben altı yıldır her seferinde gidişini en derinimde hissediyordum. Ona rüyalarımda binlerce kez beni bırakmaması için yalvarmıştım ve binlerce kez terk edilmiştim. Rüyaların sonunda uyandığımdaysa gittiğinde parçalanmış olan kalbimi hiç yapıştıramadığımı anlıyordum. O gözlerimin içine bakarak geçerli olmayan bir sebepten ötürü beni beynimdeki acımasız seslerle ve acıyan kalbimle terk edip gittiğinde, kalbimin kırıldığını hissetmiştim. Ses çıkarmadan usul usul parçalarının benden kopup gittiğini... Çok acımıştı ama kanamamıştı. Bense her gece parçaları yapıştırmaya kalkmıştım ama kırılan bir şey yapıştırıldığında eskisi gibi olmuyordu. Eskisi gibi olmamıştı hiç...
Rüyanın üzerimdeki bıraktığı etkisi azaldıkça nabzımın normale döndüğünü hissettim. Gözlerimi camdan dışarı çevirip hala boş gibi duran o evi izlemeye başladım. Bir süre herhangi bir hareketlilik sezmedim. Birkaç dakika sonraysa saten perdelerden birinin dalgalandığını seçebildim. Ev her ne kadar yakın olsa da görüşüm net değildi. Hem yağan yağmurun etkisiyle hem de miyop gözlerimin oluşturduğu bulanıklıkla ayrıntıları seçebiliyordum. Perde yavaşça kenara çekildi. Görebildiğim tek şey bir adam silüetiydi. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp görüntüyü netleştirmeye çalıştım. Perdeyi açtıktan sonra sırtı dönük bir şekilde orada biraz bekledi ardından yeniden içeri girdi. Net olarak görebildiğim tek şeyse gömleğinin kahverengi olduğuydu.
Derin bir nefes verdim. Daha fazla odamda durmak istemediğimden yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledim. Kenara çiftlediğim lacivert pandufları ayağıma geçirip merdivenlerden yavaş yavaş aşağı indim. Salon sessizdi. Rüya'nın burada olmadığını düşündüğüm vakit şiddetli bir sesle olduğum yere çakıldım. Sanki mutfak içe göçmüş gibi büyük bir ses çıkmıştı. Koşarak mutfağa daldığımda yere eğilmiş devirdiği tencere rafını düzenlemeye çalışan Rüya'yla karşılaştım. Beni kafasını kaşıyarak sırıttı.
"Şey, uyandırdım mı... diyeceğim de bu sesle uyanmış olsan bu kadar hızlı gelemezsin yanıma."
"Yanına geliyordum. Ödümü kopardın valla." Saçlarını eliyle düzeltip ayağa kalktı.
"Neyse ki mühim bir şey değilmiş." Başını aşağı yukarı sallayıp tencereleri iç içe koyup düzenledi. Rafı yeniden eski haline getirip ayağa kalktığında göz göze geldik.
"Bizim için bir şeyler hazırladım. Acıkmışsındır... Gerçi bilemiyorum. Ben aç olduğum için herkesi aç sanıyorum." Kıkırdadı. Hazırladığı sandviçleri salona götürürken peşine takıldım. İçine birer bardak vişne suyu doldurduğu tepsiyi oturma alanının ortasındaki geniş, krem rengi sehpaya bıraktı. O sandviçleri almak için yeniden mutfağa giderken ben, kendimi kül rengi koltuklara bıraktım. Bağdaş kurup oturduğum koltukta sırtımı yaslayıp, bakışlarımı tavana diktiğim sırada içimde beni yıkan o yorgunluğu yeniden hissetmem, derinlerimde hissettiğim ufacık yaşam hevesimi silip süpürdü.
"Ne zaman çıkarız?" Derin bir nefes alıp doğruldum.
"Şunları yiyelim, çıkarız." Yüzündeki kocaman gülümsemeyle l koltuğun en köşesine kuruldu.
"Biliyor musun?" dedi. Sesindeki heyecan on metre öteden duyulacak cinstendi. "Ekin, içimde çok büyük bir heyecan var. Böyle sanki, o evde benden bir parça varmış gibi hissediyorum. Ve bizim hayatımızı etkileyecek biri... Oraya gittiğimiz zaman aynı hislerde, aynı kişiliklerde kalmayacakmışız gibi hissediyorum. Bu beni korkutuyor, hemde çok. Ama heyecanı daha çok hissediyorum. Sabahtan beri kalbimde çok büyük bir hareketlilik hakim." Gülümsedim.
"Tam olarak neyden korkuyorsun?"
"Birbirimizi kaybetmekten. Bak, sen benim kardeşim gibisin. İki yıldır birlikteyiz, yediğimiz içtiğimiz bir. Ben aramızda oluşan bu bağın saçma nedenlerden ötürü parçalanmasından korkuyorum."
"Buna izin vermem, vermeyiz. Rüya... Sen benim canımsın, bunu biliyorsun. Ben bu bağın kopmaması için elimden geleni yaparım, ta ki sen koparana kadar..."
"Ay deme öyle, koparmam." dedi kollarını iki yana açarken. Bir anda üstüme atılıp kollarıyla beni esir aldığında ona aynı sıcaklıkta karşılık vermeye çalıştım.
"Hadi şunları yiyelim," dedi geri çekildiğinde. Yaptığı sandviçten koca bir ısırık aldım. Tadı fena sayılmazdı. Üstelik oldukça acıkmıştım. Beş dakika içinde sandviçler bittiğinde kalkıp çıkan bulaşıkları hallettik. Daha sonrasında hazırlanmak için ayrıldık. Çok özenmeden seçtiğim bol kotu ve bordo tişörtü üzerime geçirip aynanın karşısına geçtim. Siyah saçlarımı gevşek bir şekilde toplayıp solmuş tenimi renklendirdim. En sona ayakkabılarımı giyip aşağı indim. Rüya'dan herhangi bir sinyal alamayınca kendimi koltuğa atıp, kararmış salonda ışıkları açmadan oturdum. Dışarıdaki hafif esintiyle sallanan ağaç dallarının duvarda oluşturduğu görüntüye diktim gözlerimi. Karanlığa esir olmayı hiç sevmezdim küçükken. Ayışığının yansımasından dolayı oluşan gölgeleri... Her daim bana düşman olan, karanlığın içindeki canavarları... Artık böyle değildi. Kafamın içi gecenin karanlığından daha karanlıktı. Bir şeyleri yoluna koyamadığım her an başıma yorganı çeker suni bir karanlık yapardım kendime. Bir tek karanlıkta gizlenebilirdim çünkü... Bir tek karanlık ele vermezdi beni.
"Ben geldim." Rüya yüksek bir sesle salona giriş yaptığında silkelenip doğruldum. Boğazımı temizleyip ellerimle saçlarımı yatıştırdım.
"Gidiyor muyuz?" Işıkları açıp huzuruma bir son verdiğinde, bundan habersiz bir şekilde etrafında dönüyordu. Giydiği beyaz elbisenin eteklerini savuruyordu. Balon kol ve belden aşağısı kloş bir elbiseydi. Dizlerinin hemen üstünde bitiyordu. Kızıl saçlarını salık bırakmıştı. Yüzünde yok denecek kadar az makyajla her zamanki gibi müthiş görünüyordu.
"Çok güzel görünüyorsun."
"Teşekkür ederim."
"Çıkalım mı?" Başını sallayıp önden yürümeye başladı. Işıkları kapatıp peşinden bahçeye çıktım. Hafif esinti saçlarımızı uçuştururken bahçe kapısından çıktık. Kaldırımda attığımız beş adımın sonunda, bizim kapının aynısı olan kahverengi kapıyı ittirip açtık. Arnavut taşlarının oluşturduğu yolu aşıp kapıya ulaştığımızda Rüya'nın eli zile gitti. Bir kez, uzun olmayacak şekilde tuşa basıp geri çekildi. Kollarımı göğsümde kavuşturup içeriden kimin çıkacağını merakla beklemeye başladım. Bir iki dakika boyunca Rüya'yla bakıştık. Evet, ev büyüktü ama bir kapıyı iki dakika içinde açamayacak kadar değil.
"Gidelim, gelmemiz hataydı." Rüya'da benimle aynı fikirde olmalıydı ki benimle beraber kapıya sırtını döndü. İlk adımımızı atacağımız sırada kapının tıkırtısını duyunca ikimiz önce birbirimize ardından omzumuzundan üzerinden kapıya baktık.
Gördüğüm suret karşısında sadece olduğum yerde çakılı kaldım. Tepkiler vücudumu terk etmişti. Gözlerimiz kesiştiğinde toprak ve gökyüzü birbirine karıştı. Aynı gözleri uzunca bir aradan sonra tekrar görmek susuz kalan ruhuma derman olmuştu. Yıllardır her gece hayalimde canlanan gözleri şimdi capcanlı karşımdaydı ve ben hiçbir tepki vermiyordum. Gecelerce, acaba yeniden ve aniden karşılaşsak nasıl bir tepki verirdim, diye sormuştum kendime. Hepsinde istisnasız kollarında buluyordum kendimi yaptığı şeye rağmen. Göğüs kafesimdeki kalbimin yeniden canlandığını hissediyordum. Sanki uzun bir süre yağmur damlası düşmemiş bir şehirdi orası ve şimdi sağanak yağıyordu. Aniden yeşeren otlar, canlanan ağaçlar, renklerini geri kazanmış çiçekler... Ama tek bir bakışın vücudumda bu kadar etkiye sahip olması akıl alır gibi değildi. Başımı hafifçe iki yana salladım. O gözlerini benden bir saniye çekmezken Rüya'nın sesiyle gerçekliğe döndük.
"Atlas," dedi heyecana ve şaşkınlığa bulanan sesi. Gözlerini Rüya'nınkilere çevirdi.
"Rüya?" dedi. Sesinde, Rüya'nınkinin aksine tek bir heyecan kırıntısı barındırmıyordu. "Bu ne güzel bir tesadüf!"
"Evet," dedi Rüya öne atılırken. Kollarını onun boynuna dolayıp sıkıca sarıldı. Tıpkı gece kurduğum hayallerdeki gibi...
Gözlerini yeniden bana çevirdiğinde tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Vücudumu bir ürperti dalgası esir almıştı. Nerede görsem tanıyacağım o bakışlar beni delip geçiyordu. Suratım mimiksiz, ben tepkisiz birbirimize bakmayı sürdürdük. Rüya ondan ayrıldığında ani bir şekilde bana döndü. Sol elimi tutup beni bir adım öne çıkardı.
"Ekin bak bu üniversiteden a-, arkadaşım, Atlas." Zoraki tebessümü gözlerimden kaçmamıştı. Düşündüğüm şeyin olmamasını diledim.
"Memnun oldum," dedi aşina olduğum ses. Benimle konuşurken takındığı tını yok olmuştu.
"Bende," dedim kuru bir sesle. Bende tanıdığım yabancı, her şeyini milimi milimine bildiğim ama aynı zamanda zerresini bilmediğim adam... Bende memnum oldum...