Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Başlangıçtan hemen öncesi

@meri.zu

1.bölüm

 

Tolstoy’un bir sözü vardır.

“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar. Ya insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.”

Çoğu kişi sözün Tolstoy’a ait olmadığını sadece atfedildiğini söyler. Muallaksa muallak. Peki doğru mu?

 

Benim hikayemin mükemmel olmadığı buradan belliydi sanırım. Yolculuk yapmayı planlamamıştım. Ve şehrime bir yabancı gelmemişti. En azından yeni gelmiş bir yabancıyla karşılaşmamıştım. Ben karşılaşmamıştım ama Ayperi karşılaşacaktı. Ama onun hikayesi muhteşem bir hikaye olmayacaktı. Demek ki sözün ikinci yarısının daha detaylı açıklanması gerekiyordu. Zira bizim kendimizce mutlu hikayemize bir ay içinde hüzün çökecek ve biz sonsuza dek ayrılacaktık.

Şehre gelen yabancı yüzünden.

Acımasızca.

 

~Ayperi’nin ölümünden yirmi iki gün önce~

 

Bir yerlerde okumuştum. Sabah uyanma şeklimiz hayat kalitemizin göstergesiymiş. Kalite anlayışım baya vasat olmalıydı ki, ben uyanamıyordum. Çalan bilmem kaçıncı alarma rağmen hem de. Dur bir bulalım şu telefonu da uyanırız uyanırız. Yatakta döndüm, sağımı solumu yokladım yoktu telefonum. Sonra uzaktan, iki oda öteden, mistik ve bir o kadar sinirli bir ses duyuldu.

 

“Firuzeee. Ya uyan ya şu alarmını kapat. Delirtecek sesi beni.” Bu Ayperi. Çocukluk arkadaşım. Minnoşum. Fıstığım Ayperi. Ama sabahları çalan öten her şeye nefret kusan Ayperi.

 

“Firuu sana diyorum. Alarm diyorum. Kıracağım az kaldı diyorum. Duymuyor musun?” Duyuyorum Ayperi de ellerim meşgul olunca ağzım çalışmıyor maalesef. Bozulan çalar saatimi yaptırmış olsam şimdi komodine uzanır kapatıverirdim de telefonumu bulmak zordu. Durdum sesi bir dinledim. Aşağılardan bir yerden geliyordu. Aşağıdan?

Düşmüş. Yere. Telefonum. Hızla açtım hala kapalı olan gözlerimi. Yere. Düşmüş. Canım telefonum. Yerde şuan.

 

Vücudumun yarısı yataktayken gövdemi sallandırdım aşağıya doğru. Saçlarım döküldü yüzüme elimle onları bir tarafta topladım. Baktım, baktım. Sonra gördüm canım telefonumu. Tuttum hemencecik. Yanmış mıydı canı ? Ay kıyamam sana güzelim. Önce bir sevdim, sonra toparladım kendimi beynime kan doluyordu bu duruşta çünkü. Mistik sesin sahibi odayı her an basabilirdi. Bu hiç iyi olmazdı. Kapattım alarmımı.

 

“Duyuyorum, kapattım tamam. Ya Ayperi alt tarafı 2 dakika aralıksız çaldı kızım ya. Senin odana sesi oldukça az geliyordur eminim.”

 

“Hiç az gelmiyor bir kere. Bak çok yorgunum yeni geldim hastaneden. Sessiz sedasız çık git evden. Başka varsa da kapa.” Evet. Nöbetten geldi. Saat de 7.30. Hemen de atlamıştır yatağa. Bir de ayak üstü beni kovdu. Aslında kesin sırt üstüyken kovmuştur.

 

Böyle uzaktan bağrışmasak iyiydi. Kalktım hızlıca odasına ilerledim Minnoşum, Pamuğumun. Tam tahmin ettiğim gibi sırt üstü kovmuştu.

 

“Bak böyle geliyor, giriyorsun hemen yatağa hastanenin kokusu, mikrobu üstünde hep. Kalk önce duş al. Söz kız ben de o sırada kahvaltı hazırlayacağım bize. Hadi.” Kılını kıpırdatmadı. “Ayperiii! Kime diyorum. Kalk diyorum.”

 

“Sen az önce mikrop mu dedin?” Evet. Dedim. Kocaman kahkaha attı. “Mikrop dedin.” Ne var be dediysek mikroba mikrop denir bizde.

 

“Aa ne var yasak mı canım?”

 

“Yani koskoca cerrahi asistanı kadınsın Firuze . Bu cümle cidden böyle mi çıktı ağzından?”

 

“Ayperi…. Sabah sabah sayıyla mı verdiler seni başıma? Latince adlarını sayayım mı mikropların sana için rahat edecek ve kalkacaksan oradan?”

 

“Yine dedin. “Yine güldü. Ya biliyoruz heralde dediğimizi.

 

“Kahvaltıyı unut. Ne halin va-…”

 

“Yaaa tamam tamam sustum. Unutamam kahvaltıyı olmaz. Değil mi? Unutmayayım hadi hazırla. Alacağım duş.”

 

Baktım şöyle bir tek kaşımı havalandırarak öyle mi dercesine. Sonra dedim ki neyseeee. Hazırlayayım. “İyi, öyle olsun. Geç uyandım fazla vaktim yok ama sen de hızlı ol.”

 

“Ya nöbetten gelmişim keyif yapıcam hızlı ol diyorsun ayıp vallaha.”

 

“Ne keyfi? Hiç oralı olmayacaktın kahvaltı demesem.”

 

Cevap beklemedim ilerledim mutfağa. Yüzümü bile yıkamamıştım. Hızlıca bir çay koydum. Ekmek kızartma makinesine ekmek atıp sayacını çalıştırdım. İki yumurta çıkardım dolaptan, çıkarırken fark ettim market alışverişi yapmak şarttı bize. Bir süredir erteliyor vakit bulamıyorduk. Zamanı gelmişti. Yumurtaları tezgaha bıraktım. Yüzümü yıkamaya gittim odamdaki banyoya. Ayperi çoktan duşa girmişti. İşlerimi halledip kıyafet dolabıma ilerledim. Bir bölümü sadece scrubs olan dolabı açtım. Lacivert scrubslarımı çıkarıp giyindim. Uyumlu olduğunu düşündüğüm gümüş birkaç takı taktım. Belimin hemen üstünde biten, kahverengi gür saçlarımı da yarım bir şekilde topladım. Kutusundan yine uyumlu olacak bir saat çıkartıp taktım. Saat takmak gün içerisinde baya pratik oluyordu. Hastane içinde her yere telefonla gidemiyor gitsem de elime alamıyordum. Bu sefer ayna karşısına geçip yüzümü nemlendirmeye başladım. Hızlı bir makyaj yaptım. Vaktim azalıyordu bu yüzden asla beceremediğim eyelineri çekmeye yeltenmedim bile.

 

İşim biter bitmez hızlıca mutfağa geri döndüm ve hazırlamayı yarım bıraktığım kahvaltıyı tamamladım. Kısık sesle şarkı da mırıldanıyordum. Yüksek söyleyemezdim canım tehlikeye girebilirdi.

 

“Sabah yeli ılgıt ılgıt eserken

Seher vakti bir güzele vuruldum “

 

Bu şarkı serin bir ilkbahar günü gün doğumunu izlemek hissiyatı veriyordu bana.

 

“Al dudakta inci dişi

Bu dünyada yok bir eşi

Seher vakti bir güzele vuruldum”

 

“Ooo hanımefendi mis gibi kokmuş mutfak. Ne pişirdin?”

 

“Göz yumurta yaptım.” İkimiz de çok severdik göz yumurtayı. Hatta yarış yapardık yerken. “Hadi gel soğutma.” Hemen oturdu masaya. Kızarmış ekmeklerden uzattım, çayını da yanına çektim. Ayperi nöbetlerden sonra bir huysuz olurdu evden kaçmaya yer arardınız. Şanslıydım çünkü on dakikaya çıkacaktım evden. O da tüm gün uyuyacaktı. Hakkıydı gerçi nöbet tutmuştu dün gece. Dün konuşmamıza göre de yenidoğan yoğun bakımındaydı nöbeti. Kendisi kadın doğum asistanı da. Benim gibi üçüncü yılında.

 

“Ayperi market alışverişi yapma zamanı geçiyor. Erken çıkamam ama çıkınca ararım seni. Gideriz beraber ne dersin?”

 

“Ben evdeyim ya giderim. Yorulma sen.” Kim gider? Ayperi mü? Yorulmayayım ben öyle mi?

 

Elimden çay bardağımı bıraktım. Şaşırmıştım. Tembellik günü olduğunu, uyuyacağını hatta bir sonrakine ben giderim diyerek bütün alışverişi benim yapabileceğimi söylemesi gerekiyordu. “Ne? Sen? Gidersin? Sen kapı dışına adım atmazsın bugün kimi kandırıyorsun?”

 

Yumurtasının son lokmasını da alarak bana baktı. Gözlerini kıstı. Açtı. Devirdi. “O kadar mı inanmadın ya?” Güldü. “Tamam çıkınca yazarsın. Ama bugün sadece uyumayacağım. Ankara’nın sokaklarında gezeceğim.” Belliydi zaten inanmayacağım da neyse. Ankara sokaklarında gezmek…. Bu da pek onluk değildi. “Nereden çıktı gezme fikri? Tamamiyle merakımdan soruyorum bak.” Ve sonunda ağzından baklayı çıkardı.

 

“Tek başıma değil. Bir beyefendiyle.” Hee ondan. Demek öyle dercesine havalandı kaşlarım. Bu kız bu iş yükü içinde bir beyefendiyle nerede tanışmış olabilirdi? “Nasıl yani ? Date gibi mi?”

 

“İlk buluşma gibi.” Tamam ayaklı TDK, ondan. Boşta baktım. Takılmamız gereken kısım bu değildi. “Yani Ayperi var ya bazen diyorum sen sözelden devam etseydin ne olurdu acaba? Neyse nerde tanıştınız siz? Nasıl tanıştınız? Sen ev hastane yapmıyor musun sadece? Benden habersiz bak-….” Parmağımı kaldırdım. “Kim, nasıl birisi, güveni-…”tamamlayamadım cümlemi. “Dur dur. Abartma ilk buluşma adı üstünde zaten bunları öğrenmek için var.” Haklı ama burası da kocaman bir şehirdi. Bizim de ikimizden başka kimsemiz yoktu burada. Yıllardır beraberdik ama ikimizdik işte sadece. Her türden insanla iç içe bir çalışma koşulumuz vardı. Sokaklar desen yine aynı şekilde. Çok korumacıydım bu konuda bu yüzden kavga da ederdik sürekli. Ama sonunda birbirimizin iyiliği için olduğunu anlar, fark ettirmeden barışırdık. “Hastanede tanıştık ayrıca. Ev hastane arası mekik dokuyorum kızım ben gün yüzü gördüğüm mü var.?” E bu cümlenin alnı olsa öperdim, kağıtta yazsa kaşe imza çakardım altına. “Kadın doğum servisinde? Bekar bir erkekle tanıştın?”

 

Bezgin ve büyük bir soluk verdi. “O kadar değil kızım ya. O hastanenin bir bahçesi kantini var. Ben de oralara gidiyorum biliyorsun ki.…” Bacaklarını gösterdi. “…bacağım var ayağım var sonuçta.” Tamam haklıydı. Abarttık biraz.

 

“İyi, anladım. Bak güzel sevindim adına turunç reçelim ama dikkat et olur mu? Haber ver bana ne zaman çıkıyorsun, ne zaman eve geliyorsun? Aklım kalmasın sende.” Kafasını salladı çayının son yudumunu da içip kalktı sandalyeden. “Eyvallah benli dilber. Mutfağı ben toplarım. Çık sen hadi.”

 

Birbirimize arada böyle seslenirdik. Ben ona ‘turunç reçeli’ derdim çünkü doğal bakır saçları vardı. O da bana ‘benli dilber’ derdi çünkü yüzüm ve omuzlarımda fazlaca benim vardı. Ama o özellikle çenemdeki bene dikkat ederek söylerdi. Arada ela gözlü diye de eklerdi. ‘Ela gözlü benli dilber’.

 

Apar topar arabamın ve evin anahtarlarını aldım. Geç kalacaktım bu gidişle. Umuyorum ki trafik yoktu. Yoksa sorumlum çok kızacaktı. Cerrahi asistanı olmak hiç kolay değildi. Uzun nöbetler, ameliyatlar, hiyerarşi…. Hiyerarşi. Sorumlum. Unuttum. Onu aramam lazımdı. Telefonumu çıkardım hoparlöre alıp yanıma bıraktım. Çaldı, çaldı,açmadı. Tekrar denedim. Yine çaldı, çaldı, açtı. “Efendim?” Bakmadan açmış sanki. “Alo. Benim Cem abi günaydın.” Sesimi duyunca alaya büründü. “Ooo Firuze hanım günaydın demek. Bana güneş batmadı da aysın ama sana aymış. Nerdesin sen? Niye arıyorsun?” Offf…gerçekten offf. “Yoldayım. Az kaldı hemen beş dakikaya hastanede olacağım.” Derince nefes verdi. “Bu bu haftaki kaçıncı geç kalışın sorabilir miyim?” Sorabilirsin tabi canım. Kolumdaki saate baktım. Bugün geç kalmamıştım ama bu sayılmaz. “Bugün geç kalmadım ki?” Kalmamıştım. Sadece kalabilirim diye aramıştım ama o benden önce davranıp ima yapmıştı. Yanılmıştı. Tam yanında olsam gıkım çıkmayabilirdi buna ama yanında değildim. O zaman keyiflenebilirdim. Nefes aldı derince, konuşacaktı. Ben önce davrandım.

 

“Kesin hasta başındadır, kahvaltı yapmamıştır diye düşündüm. Sana poğaça çay alayım mı? Bak istersen kahve de alırım. Gerçekten geç kalmıyorum.” Usulca verdi aldığı nefesi. Tamamdır be kazandım bu günkü köşe kapmacayı. “Al bakalım şekersiz sütsüz olsun kahve. İki dakika da alma payı diyorum sana fazlası yok. Ha gelince de direkt ameliyathaneye. Kapatıyorum.” Kapattı.

 

Direkt ameliyathaneye? Hayda. Uzun bir gün beni bekliyordu anlaşılan.

.

.

.

 

Öğlen olmuş ama hala ameliyathaneden çıkamamıştım. Akşam olmuş gibi hissetmem normal miydi? Burda sanki zaman kırılıyor, bükülüyor, bir türlü geçmiyordu. Hemşireler değişiyordu, anestezistler ve teknikerler de değişiyordu. Hatta asıl sorumlu hocalarımız da değişiyordu ama bir tek ben yerime mıhlanmışçasına duruyordum burada. Bana biraz hava almak için izin veremezler miydi.

 

Son yarım dakikadır tuttuğum nefesi verdim usulca. Ya da pek usulca değildi. Kıdemlimin ilgisini üstüme çekmeme yetecek kadar sesliydi sanırım. “ Nefes terapisi… gerginken yapıyorum. Bir kaç kere.”

 

“Doğru yapmadığına eminim.”

 

“Hı?… yani anlamadım.”

 

“Neyi anlamadın? Doğru yapmıyorsun diyorum. Son yaptığını uzun tuttun.”

 

“Odağım hastadaydı. Ondan yoksa doğ-…”

 

“Aynı anda ikisini de yapamıyorsan daha önemli olana öncelik ver.” Hayır gayet de yapıyordum. Büyütmesi gereken bir şey yoktu ortada.

 

“Peki hocam. Ben de size bir tavsiye verebilir miyim?” Cevap vermedi kafasını kaldırıp baktı yüzüme. “Koteri* uzatırken tutulup tutulmadığından emin değilseniz hemen bırakmayın.” Önce bir baktı ne diyorum diye. Sonra eline çevirdi gözlerini koter yere düşmüş terliğine takılmıştı. Hızlıca ayağını çekti. “Anası-…. Yanıyordum lan.”

 

“Öyle demeyin hocam. Sönerdi tabi yakmazdı. Ben terliğiniz için dedim sadece.” Ters bir bakış yolladı bana. İlk lafı bana gelmeyecekti. Sevgi hanıma döndü.

    

“Sevgi hanım siz ne yapıyorsunuz Allah aşkına? Gelip dursanıza yanımda.”

 

“Hocam kateter…” Hayır sevgi ablacım. Seni hatırlamıyorum hastane çok büyük ondan ama bu egoist hocamın sana laf etmesi beni deli eder. Senin suçun da yok ki hem.

 

“Sevgi hanım bana kateter uzatıyordu hocam. Onun elini görmeyen sizsiniz.” Bakışları tekrar bana döndü. Öyle mi dercesine. Kafamı aşağı doğru eğip kaldırdım tek seferde söylediğimi onaylarcasına.

 

“Gel buraya gerisi sende.” Ne? Efendim? Ne demek bende?

 

“Ne ama bende mi?”

 

“Sende, evet. Baksana ne kadar dikkatsizim. Ya hastaya gelseydi? Değil mi? Sen madem bu kadar dikkatlisin gel sen yap sen bitir.”

 

“Hocam ben yani…. Prensip olarak yarım hasta almıyorum. Yani lütfen devam edin.”

 

“Alışırsın. Çünkü bundan sonra….” Gözlerinden hin bir ifade geçti. Kesin maskesinin altından gülüyordu. “… benimle tüm ameliyatlara girip dikkatsiz olup olmadığıma bakacaksın.” Eliyle alnına vuran insan emojisi. Sıçtım. Harika. Mahvedecek beni. Ama sorun yok kuyruğu dik tutmalıyız. Her şeyi yaparız evelallah.

 

“Tamam, buyurun hocam. Öğleden sonrakine de ben geliyorum o zaman siz asistanınıza durumu anlatırsınız. Ha isterseniz onu da ben söyleyebilirim.” Yaaaa böyle göt ederim işte. Kıdemli diye caka satıyor bana. Egoist.

 

“Ben söylerim. Kolay… gelsin sana.” Hadi defol. İnsafsız.

 

“Sevil hemşire portegü lütfen.” Sevil hemşireye baktım. Şaşkındı biraz sanki. Kıdemlinin gidişini izliyordu. “Sevil hemşire…”

 

“A hocam şey evet.. Sevgi ben ayrıca.” Ay tüh ya gitti tüm forsum kadının gözünde. Ama isim hafızam kötü ya yoksa şey etmem asla Sevi- ay aman Sevgi hemşire.

 

“Afedersiniz. Portegü lütfen bir de dikiş seti açalım.”

 

Bir yandan iyi olmuştu. Beni yanında istemesi kötüydü tabi ki. Amaa öğle molasına çıkabilecektim. Yaşasın. Bir de kadınları mutlu etmek zor derler. Ver bi öğle molası, iki çıkıp bahçede temiz hava alsın, kuşlarla konuşsun kedi beslesin yeter de artar be.

 

Dikişi seri ve nizami attım. İçimden kendimi tebrik de ettim. Eldivenleri çıkartınca ellerimi öpecektim. Şaka şaka o kadar değil. Yalan yok ben güzel dikiş atardım. Fakültede beceri derslerinden belliydi bu. Gruplara ayrılarak girerdik derslere. Ta o zamanlar ilgiliydim cerrahiye. Tabi ki çok dalgası, yapamazsınız geçmişti ama gelip baksınlar bakalım kim yapmış. İzin alıp her grubun dersine girer sütur atardım. Her grupta da en iyi atan ben olurdum.

 

Ameliyathaneden çıkınca ilk durağım doktor odası oldu. Masama oturdum. İnsan bazen oturmaya hasret kalabiliyordu. Çantama uzandım. İçinden suyumu ve vitaminlerimi çıkardım. İçtim. Nöbet tuttuğum zamanlar uyku düzenim elbette değişiyordu. Uykuda geçirdiğimiz zamanda biyolojik ritmimiz ve vücudumuz için çok önemliydi. Ama tabi nöbette zor oluyordu bunun dengesini tutmak. Vitamin, takviye ne iyi gelecekse onlardan kullanmaya özen gösteriyordum. Ayperi’ye de öğütlüyordum da o pek dinlemiyordu beni.

 

Saat onikiyi biraz geçmişti. Hasta gelmezdi odaya, rahattım. Önümdeki bilgisayardan Kıdemlim Orhan’ın öğleden sonraki ameliyatına baktım. Saat ikiye almışlardı. Küçük bir sevinç çığlığı attım. O zamana kadar dinlenebilirdim. Önce bir şeyler yiyeyim dedim yolum kantin oldu. Sonra baktım çok kalabalık istediğim tostu elime alıp bahçeye çıktım. Havalar soğuktu Ankara’da. Takvimler 3 Aralık’ı gösteriyordu. Kar beklendiğini duymuştum dün sanki o yüzden daha bir soğuktu. Üstüme daha kalın bir şey alsam fena olmazmış. Neyse soğuk çarpar dinç hissettirirdi biraz. Boş bir bank buldum kendime. Bulmak sorun olmazdı çok geniş bir bahçesi vardı hastanenin. Eşyalarımı koydum,polarımın önünü kapattım. Elimdeki çay hızlı soğurdu bu havada. Acelece yedim ve içtim. Ama tostu çok yiyememiştim. Tadı hoşuma gitmemişti. Beğenmediğim şeyi yemem mümkün değildi. Zevkten değil midem kabul etmezdi. Kusardım. Sonra ağrırdı da. Kediler ya da köpekler yesin istedim. Aslında onlara vermek zararlı tabi böyle şeyleri. Yine de kış günü karınları tok olsun diye düşünerek kenarda köşede bir yere parçalayıp bıraktım.

 

Ayperi ne yaptı acaba diye düşündüm sonra ‘neden aramıyorum?’dedim. Ama uyanmamış olabilirdi. Buluşmam var demişti uyuyor muydu ki hala. Emin olamadım mesaj attım.

 

    Ben:

~Uyuyor musun? Çıktın mı evden? Yaz demiştim yazmadın.

 

Ay perisi:

~Hazırlanıyorum benli dilber. Yazacaktım önce davrandın.

 

    Ben:

~İyi yapmışım. Kesin yazmayacaktın. Yalancı.

 

Ay perisi:

~Ya deme öyle. Atsınlar yalancıyı dokuzuncu kattan.

 

Hep böyle söylerdi. Beni deli ederdi.

 

    Ben:

~Ya ben sana deme şöyle şeyler demiyor muyum?

 

Ay perisi:

~Tamam sustum. Bak dur böyle konuşmayalım. Görüntülü arayacağım seni kombinimi yorumla.

 

O iş o kadar ciddi mi be? Kombin yorumlatacak kadar?

 

Çalan telefonumu açtım Ayperi gözünün içine kadar sokmuştu telefonu. Hep böyle açardı. Şapşikçe. “Kız tutma gözüme öyle. Ayperi çevir hadi kamerayı.”

 

“Dur dur. Hallettim. Hıh, bak nasıl olmuşum?”

 

Oldukça güzeldi. Siyah kısa bir etek üstüne yine siyah boğazlı bir kazak giymişti. Eteğin altında siyah tül çorap vardı. Üzerine de krem rengi bir kaban almıştı. Çantası yine siyah altın detaylıydı. Sade takı takmış çok makyaj yapmamıştı. “Ayakkabı ne giyeceksin?” Durdu düşünüyorum dercesine. Ben fikir verdim. “En iyi siyah çizme gider altına. Tercihim topuklu olması amaa tanıştığın kişi kısaysa topuksuz giy bence.” Onayladı beni. Telefonu sabitledi bir yere. Gidip dolaptan getirecekti göstermek için. “Kısa değil bence 1.90 var.” Kafamı salladım. “Offf kızım bir kamaştı benim gözlerim var ya öyle böyle değil.” “Keko keko konuşma Firuu.” Güldü. Güldüm. Keko konuşuyor değildim. Gerçekten göz alıcıydı. “Yalan değil. Göz alıcısın Ayperi. Acaba diyorum hatta fazla mı oldu ya karşındaki kişi eşofman gömlek gibi salakça bir kombinle gelirse?” Alıkça baktı telefona. Güzel kitledim Ayperi’nin beynini. “Firuzeeee…. Hayır öyle bir insan değil. Hatta biliyor musun bence eşofman ne demek bilmiyordur bile.”

 

“O nasıl oluyor canım?”

 

“Şöyle ki ben hep takım elbiseli gördüm. Hep. Ve bak düşün hastanede hastası var ama adam fiyaka.”

 

“İş insanı falan mı kim bu?”

 

“Ben şu buluşmaya bir gideyim de sana anlatacağım her şeyi. Tamam diyorsak kombinime kapatacağım.”

 

“Tamam diyoruz. Ama bak haber vermeyi unutma.”

 

“Tamam, çıkarken yazıcam. Ama sence de marketi başka zaman mı yapsak?”

 

“Ooo Ayperi hanım satışı da koydun bana. Bu kadar hızlı pabucumun dama atılacağını bilsey-…”

 

“Arkanı sağlama mı alırdın? Hımm… belki arka-“

 

“Hayır. Sağol. Ben kariyer kadınıyım canım. Senden sıra kalırsa akşam benim de anlatacaklarım olacak. Haydi kapıyorum. Öptüm seni.”

 

“Bende seni kariyer kadın.” Alaycı. Gülüyor böyle söylememe.

 

Ama ne demişler?

Yanındaki seni terk eder de kariyerin seni terk etmez.

 

Biz ikimiz de 27 yıllık hayatlarımızı mesleğimize adamış iki insandık. Ayperi benim çocukluk arkadaşımdı. Farklı üniversitelere gitmiş. Uzmanlıkta Ankara’da buluşmuştuk. Üç yıldır beraber yaşıyor, işe gidiyor geliyorduk. Bazen birimiz nöbette oluyordu diğeri onu ziyarete gidiyordu gece. Bazen sabah yaşadığımız senaryonun aynısı yaşanıyordu. Bazen uykulu olan ben oluyordum, yine benzer senaryoyla. Bazen de aynı anda nöbet yazılıyordu bize. En çok da bunu seviyor olabilirdik. Benim servisim ve onun servisi aynı katta farklı bloklardaydı. Aynı dinlenme odasını kullandığımız oluyordu. Ortak hastalarımız da oluyordu. Birbirimizin yüzünü bile göremezdik çoğu zaman ama. Molalarımız denk gelmez, hep hasta başında olurduk. Hep mesajlaşırdık. Uyuşamazdık. Yine de kim boş zamana çıkmışsa öbürünü hatırlar, sorardı. Yemek yiyeceksek mesela ‘sen de yedin mi?’ , kahve içeceksek ‘sen de içtin mi?’….. Biz bunu son üç yılda öğrenmemiştik. Çocukluğumuzdan beri beraberdik. İlkokulda tanışmıştık. O zamanlar da beraber okula giderdik, gelirdik. Serviste beraber otururduk. Ben onun turuncu saçlarını çok garip bulur ama hayran hayran bakardım. O da benimi severdi.

“Ne kadar çok var senden.” Demişti bir keresinde. Gülmüştüm.

 

“Senden? Ben o akıllım ben.”

 

“Ben de aynısını söyledim ya. Sen işte.”

 

“Kişi değişince isim değişmez. Senden deme ben de.” Demiştim.

 

“Bende hiç yok ben diyemem senden işte. Senden sen-den.”

 

Şimdi bakınca bu mesela biraz fazla uzamış sonunda kavga edip küsmüştük birbirimize. Tam yirmi iki dakika. Servis okula varana kadar.

 

Ortaokul aynı, lise aynı ve çok sancılı tabi. Üniversitede ayrı düşmüştük. Tatiller hariç onlarda yine hep ikimizdik. O benim sahip olamadığım kardeşimdi. Bazen ablamdı. Bazen annem. Bazen babam. Ama hep olmayan ailemdi. Ailemin tek üyesiydi. Ama her şeyiydi. Evdi bana. Kapıydı, duvardı, sıcaktı, güvendi. Her şeydi.

 

Ayperi bunlar demekti. Peki ben neydim? İyi bir kardeş? Olabilirdim. Güven? Belki. Kendimce sorsam bunları hiçbirinin yanıtı kesin değildi gözümde. Sanki sorsam ve cevaplasam hepsine yanlış cevap verecektim. Olmadığım şeylere doğru diyecektim. Oysa Ayperi bana hissettirirdi. Ne olduğumu, kim olduğumu…. O hissettirince ben sormayı bırakırdım. Çünkü o anlar ben daha aklımdan geçirmeden yanıtlardı beni.

    

Aile. Anne baba ve çocuk. Belki -lar. Annesini terk eden bir baba. Babasından sonra evlenen anne. Ortada hep yalnız çocuk. Küçüktüm hatırlamıyorum. Babam gitti bir gün. Gidiş o gidiş. Gelmedi bir daha. Annem gelmeyecek dedi inanmadım. Bekledim günlerce, aylarca, yıllarca. İlk zamanlar kapı eşiğine oturur beklerdim. Sonra camdan yolunu gözledim durdum. Geceleri adını sayıklar ağlardım. Annem sarılmazdı babam için ağladığımda. Ağladığımı babam duyup gelmezdi. Unutmamı bekledi annem bir süre. Hiç bahsetmedi bana, hatırlamamı sağlayacak hiçbir şey anlatmadı. Fotoğraflarını yaktı, mektuplarını attı, kıyafetlerini ve ayakkabılarını da. Ben hatırlamayayım unutayım diye. Unutsaydım belki kızı olurdum. Unutmadım. Zihnimi silemezdi ya. Ben unutmadıkça annem unuttu beni. Bir gün sanki hiç var olmamışız hayatında gibi kendine yeni düzen kurdu. Evlendi bir başkasıyla. Bana da bak baban diye tanıttı. Hayır değildi babam. Daha on yaşında değildim ben. Babam sanki dün gitmişti. Kabul etmek istemedim. Ama zorunluluktum ben. Zorunluluksam kabul gerekirmiş . Bir gün duydum ki çocuk tek yapılmıyormuş. Bugün bu ne demek biliyorum. O zamanlar anlayamamıştım. Çocuğa tek de bakılamıyormuş. Başka kardeşi olsa yabancılaşırmış. Kardeş değil karındaş. Çocuk yurda verilmeliymiş.

 

Yaşım on değildi belki ama hayat bana bir şeyler öğretmeye başlamıştı. Oysa benim yaşımdaki çocukların sadece okuldan sorumlu olduğunu görüyordum. Eğer bir çocuğun babası yoksa onun evi olmazmış. Sıcak yatağı olmazmış. Annesi onu sevmezmiş. Sever gibi yaparmış, sevmezmiş. Zorunluluksun dermiş. Eğer bir çocuğun annesi evlenirse onun başka bir babası olmazmış. Karındaşı olurmuş ama anlaşamazmış onlarla. Anneler babası olan çocuklarını severmiş hep. Bunu tatillerde yurttan alınmak zorunda kaldığında anlamış çocuk. Zorunlu tatillerde zorunluluklarını alırmış anneler yurttan. Bir babası olmayan çocuğun annesi de silinirmiş yavaşça ailesinden. Tek kalırmış. Hayır kalmaz. Ayperi var. Ayperi ailem. Tek üyesi ailenin. Ama her birine bedel.

 

Tatillerde annemden çok Ayperilere giderdim. Annesi Nermin teyze annemi tanırdı. Aynı okuldayız diye. Ama hiç sevmezdi. Ona göre annem sevilecek kadın değildi. Bana yazıktı. Pamuk gibi çocuğu nasıl sokağa atabilirdi?. Beni de aksine hep çok sevdi. Seviyor da hissettiriyor. Kendisi emekli bankacı. Babası Bülent amca dünya iyisi bir insan. Emekli matematik öğretmeni. Sınavlarımıza o hazırlardı bizi. Yüksek alınca başımızı okşar ‘Aferin.’ derdi. Düşük alınca kızmazdı. Zaten biz de hep çok çalışır düşük almazdık, almamaya çalışırdık.

 

Lisede çok kavgacıydık. İkimizin velilerini çağırırdı gün aşırı müdür. Benim gelen kimsem olmazdı. Doğrusu müdür benim velime ulaşamazdı bile. Bir gün yine olay olmuştu. Bir koltukta Nermin teyze diğerinde Bülent amca. İkisi hiç beraber gelmezdi Ayperi için. Meğerse o gün biri bana gelmiş. Hangisi bilmem. Söylemediler. Söyleselerdi eğer. O gece kim neyin olarak geldiyse onun eksikliğine ağlardım. Söylemediler, ikisinin eksikliğine de ağladım. İki gün sonra tekrar devam etti bu olay. Yine ağladım. Ben bu hayatta önce babama ağladım. Ona ağladığımı herkese duyurdum. Sonra anneme ağladım. Ona ağladığımı gözlüklerim bile bilmedi. Şimdi sadece gülmek geliyor içimden. Geçmişime gülmek. Geleceğimde daha çok gülmek. Geçmişe neden gülüyorum? O beni ağlattı. Çünküsü var. Çünkü aileyi hep yanlış yerde aradım.

 

“Seni doğuran ve var olmana vesile olan her zaman ailen olmaz. Sen uyanıkken, uyurken, yürürken, yemek yerken, daha nicelerinde yanında kim varsa…. Firuze en önemlisi sen ne zaman zordaysan ve çıkış yolu bulamıyorsan, yanında kim varsa sana yol gösteren odur senin ailen. Ben sana kendini üzme diyemem. Kendini boşa üzme derim. Bak bir yanına şöyle. Kim var sen zordayken? Sen emin misin onun seni bırakmayacağından? O zaman o senin ailendir.” Nermin teyze bunları bana söylerken başına bir bela alacağının farkında değildi. Çünkü etrafına bak dediği yerde kızı duruyordu. Ayperi ailem. İkisi aynı kelime. Ha yan yana Ayperi Ayperi yazmışsın ha aile aile.

 

Bu yüzden bir gün sabah uyandığımda beni terk etmeyeceğine emin olduğum iki şey var: biri Ayperi, öbürü kariyerim. Fazlasına gerek görmedim bunca zaman. Bundan sonrasında da ihtiyaç duymayacaktım. Terk etmek can yakardı. Terk eden nasıl hissederdi bilmem. Umarım bok gibi hissediyordur. Terk edilen yanıyordu. İçin için yanıyor dışında hayata koşuyordu. Zorundaydı. Yaşamak istiyorsa alev alsa da, kül olsada, bir avuç toprağa karışsa da, rüzgarda savrulsada hayata koşmak zorundaydı. Koşarken alevden ateşe dönüşecekti. Onu yakmak istediklerinde o her zaman daha çok yakan olacaktı. Bu döngünün sonu hiç olmayacaktı.

     

Çok yanan çok alevliydi. Belki ateşin kendisi olmuştu. Çevresi dikenlerle örülüydü. Yaklaşmasınlar diye. Yaklaşıp daha çok yakmaya cesaret edemesinler diye. Küçük bir boşluk vardı dikenlerin arasında. Ayperiye sadece. O girerdi içeri. O girince alevler azalır, ateş sönmeye yüz tutardı. Ayperi söndürmezdi ateşi çünkü bilirdi ; Yanan kişi o ateşten alırdı gücünü. Ateşi sönerse kişi yok olurdu.

 

Peki ben bu hikayede daha çok yanan mı olacaktım? Yoksa tamamen sönen mi? Yoksa beni yakanları daha mı çok yakacaktım?

 

 

 

 

 

 

Oy vermeyi ve bolca yorum yapmayı unutmayın lütfen.❤️

 

 

 

 

    

 

    

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

    

 

 

    

Loading...
0%