Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@merida_xx

Müziğimin sesini açarken elimle direksiyonda ritim tutuyordum. Camı açıp biraz havanın girmesini sağladım. Bir süre sonra klima uyutma moduna geçiyordu. En azından bana öyle yapıyordu. Şarkının en sevdiğim kısmı gelince bende eşlik etmeye başladım.


"Hadi gülüm yandan yandan yandan


Biz korkmayız ondan bundan


İstedim seni ailen abinden


Karşıma dikti iki goril cinsinden


Tehdit yüklü korku dolu sözler


Sizin havanız burda biraz zor söker


Hadi yürü yandan sağdan soldan


Arkana bakmadan şaşmadan tam ortadan


Az bir zaman kaldı hepinize yeter


Toz kaldırmadan ikileyin birer birer"


Ben mutlu mesut şarkımı söylerken yanından geçtiğim Silopi tabelasıyla müzik kesilmiş ve abimin araması arabayı doldurmuştu. Yok yani! Kudurdu kesin! Aramasını cevaplayınca "Hilal bana hala gelmedim deme!" Diye kızdı.


"Şimdi geçtim tabelanın yanından abi merak etme. Ayrıca abartma artık ya! Söylediğimden beri hevesimi kursağımda bırakıyorsun." Diye bende kızdım. Olayı anlatacak olursam; abime Şırnağa atandığımı söylediğimden beri burnumdan getiriyordu. Yok efendim buralar tehlikeliymiş, yok efendim burada yapamazmışım, vay efendim ne söz dinlemez bir kardeşmişim.


Sanki kendisi dört yıldır burada değilmiş gibi! "Aynı şey değil! Neyse gelince konuşuruz zaten. Yarım saat içinde evde olman Hilal. Bir dakika bile gecikirsen bütün her yere haber salarım arama emri çıkartırım!" Diye sinirini korudu. "Abii tamamm. Konuma göre geliyorum işte!" Diye cırladım. Yeterdi ama yani! Kaç yaşındayız şurada!


"Süren başladı!" Diye telefonu kapattı. "Allahın öküzü! Kim ne yapsın seni bu davar hallerinle acaba! İnsan bir kibar olur! Kardeşin kalkmış teee kaç saattir direksiyon sallıyor! Sakin sakin yolumda geliyorum işte ne bu tantana arkadaş!" Diye söylene söylene yoluma odaklandım.


Bir kaç dakika daha yolda gitmemle kenarda bir kaç tane durmuş araba olduğunu gördüm. Bu saatte trafik olur muydu ki burada? Niye olmasın Hilal burası şehir değil mi?! Önleri de boştu aslında niye durmuş bunlar?


Kornaya basmamla hala hareketsiz şekilde kaldılar. Işıklarda yanıyor, çişini mi yapıyor acaba köşede bir yerde? Kapıyı açıp dışarı çıktım. "Arabanızı çeker misiniz yolu kapattınız!" Diye bağırdım. Işıkları yanan arabalara doğru ilerledim. Eee bu arabalar boş?


Arabanın arkasına doğru bakarken birisi arkamdan saldırmış ve boynuma kolunu dolamıştı. "Dohtor mısen?" Diye sorunca adamın bozuk türkçesi ve tonlaması hiçte emin ellerde olmadığımın habercisiydi.


Etrafa baktığımda hava oldukça kapalıydı. Hiç bir şeyde görülmüyordu. Sadece arabamın ve bu adamın arabasının ışığı aydınlatıyordu. Boğazımdaki kolunu iyice sıkarken "Dohtor mısen dedim!" Diye bağırdı. Bok yoluna gideceğim ya hadi hayırlısı. Kafamı aşağı yukarı oynatabildiğimde beni arabaya yaslayıp elimi kolumu bağladı.


"Kimsiniz siz?" Diye sorduğumda "Çoh gonuşma!" Diye tekrar bağırdı ve ağzımı bezle bağladı. Dilimle çıkarırım ki! Adama tekme atmaya çalıştığımda hemen ayaklarımı da bağladı ve yere düşmemi sağladı. Bu profesyonel olarak adam kaçırmacı falan mıydı?


"Bu karıdır dohtor! Hayde gelin gidek" diye bağırmasıyla etrafta bir sürü ayak sesi duydum. Şan ne oluyor? Ellerinde silahlarla en az on kişi belirdiğinde harbiden bok yoluna gittiğimi anladım. Yüzlerinde de keçeleri görünce adamların terörist olduğunu anlamamak salaklık olurdu.


Ağzımdaki beze rağmen boğukça bağırmaya çalıştım. Birisi yanıma yaklaşıp "Bu mudir?" Dedi. Hay senin bozuk türkçene sokayım! "Başkasi mi var salağ! Budir!" Diye yanımdaki adam konuştu. "Benzer ona ha! İyi gozumuz olacah." Diye baktı ve kafama çuval gibi bir şey geçirdi.


Ne kadar debelensemde beni arabaya tıkmışlardı. Nereye gidiyoruz allah aşkına ya! Varya kesin bunların başı hasta onun için kaçırıyorlar beni! Yalnız ben Hipokrat yemini ederken ayağımı kaldırdım! Öldüreyim o şerefsizi de görün!


Rastgele tekmeler savururken asla ne yaptığımdan haberim yoktu. Kafamda çuvalla ne görebilirim ki! "Ula rahat dur! Solucan gibi gıbrık gıbrık!" Diye bacağıma vurdu. Başlayacağım böyle işe ama ya!


Yarım saat olmuş muydu acaba? Abi seni gördüğüm anda özür dileyeceğim. Haklıymışsın! Araba durduğunda yine birileri tarafından sürüklendim. "Askerin yanına götür!" Diye birinin konuşmasıyla bu sefer sola doğru sürüklendim. Ulan ayağımı çözün de yürüyeyim!


Bir yere doğru fırlatılmamla canım acımıştı ve bağırmıştım. Kafamdaki çuval gibi olan şeyi çıkarmalarıyla saçlarım yüzümü kapattı. Geriye doğru atmamla karşımda duvara bağlanmış biri olduğunu gördüm. Altında kamuflaj ve postalları vardı. Üstü kesikler ve kanlar içindeydi. Yüzü de bölge bölge morarmıştı. Askerdi bu!


Kafamı beni getiren şerefsize çevirdiğimde parmağını sallayıp "Usla duracaksın!" Dedi ve çıktı. Kapıyı da üstümüze kilitleyince bakışlarımı tekrar askere çevirdim. Gözleri kapalı bir şekilde duruyordu. Ölü mü ki? Ona doğru ilerlerken yani sürünürken gözlerini aniden açtı ve ödümü bokuma karıştırdı.


Çatık kaşlarıyla bana bakarken korkmadım desen yalan olur. "Kimsin sen?" Diye sorunca adımı söyledim. Tabii ağzımdaki bezi unutmuş olabilirim. Dilimle bezi ittirirken askerde beni izliyordu. Sonunda bezi çıkardığımda bir kaç nefes aldım. "Hilal ben." Dedim.


Beni dikkatlice inceleyip "Neden buradasın?" Diye sordu. Bu soruya ne kadar cevap vermek isterdim biliyor musun! "Bilmiyorum" dedim ve yerimde doğruldum. "Yeni geldim buraya ve yolumu kesip kaçırdılar. Her halde başlarınladaki it geberiyordur" dedim. Hala dikkatlice yüzümü inceliyordu.


"Doktor musun?" Diye sordu. Kafamı salladığımda o da aynı şekilde salladı. Yaraları taze durduğu için onu da yakın zamanda esir almışlardı galiba. Kapı açılıp içeri bir kaç şerefsiz girince istemeden de olsa gerildim. Ya beni alacaklardı ya da askeri.


Yüzünde pis gülümsemesiyle biri yanıma yaklaşınca bacaklarımı tekme atmak için hazırladım. "Beni hatırladın mı Zelal?" Diye konuşmasıyla bunun neden düzgün konuştuğunu düşündüm. Zelal mi dedi o? Ne Zelali lan?


Gözleri yerdeki beze düşünce gülüp yanındaki adama döndü ve "Düzgün yapın dedim size lan! Rahat durmaz bu dedim!" Diye bağırdı. "Bağlıydı Zidar. Ema yoldan beri gıpır gıpır durmuyo karı" dedi.


Adının Zidar olduğunu öğrendiğim şerefsiz tekrar bana döndü. "Biliyorum. Küçükken de böyleydi. Durduramazdı babam onu" dedi v elimi saçlarıma uzatınca hazırladığım tekmeyi bacağına geçirdim. "Zelal kim bilmiyorum! Bas geri yoksa fena yaparım!" Diye bağırdım.


Bana bu sefer sinirle baktığında "Zelal sensin aptal!" Diye bağırdı. La havlee! "Ben Zelal falan değilim!" Diye aynı şekilde karşılık verdim. "Bırak lan kadını!" Diye bu sefer bağıran kişi askerdi. Şerefsiz arkasını döndüğünde hızla adamlarına baktı.


"Aynı yere mi koydunuz lan bunları!" Diye bağırdı. Askerle bakışlarımız buluştuğunda bu odada bir şey anlamayanlar olarak durduğumuzu anladım. "Gelin benimle! Sonrada Zelali benim odama götüreceksiniz!" Dedi ve odadan çıktı. Sürüsü de onu takip edip çıktığında asker "Zelal misin?" Diye sordu. Hay Zelalinizi ama he!


"Zelal ye birini tanımıyorum ben! Hilal benim adım. Hilal KARAY!" Dedim ve "Ben biri yaralı diye kaçırıldım sanıyordum, şimdi Zelal çıktı başıma!" Diye sinirle ekledim. Asker bir şey demeden duruyordu.


Kıçıma bir şey batmasıyla gözlerimin parladığına yemin edebilirim. Elimi çözebilirim! Hafifçe arkama baktığımda cam gibi bir şey vardı. Bileklerimi hızla oraya sürterken asker hala bana bakıyordu. "Niye sürekli bakıyorsun? Tanıdın her halde?" Diye sordum.


Bir şey demeyip sadece bakmaya devam etti. Onu boşverip işimi yaparken elimin gevşemesiyle hemen camı ayaklarıma getirip o bağıda kesmeye çalıştım. Adamlar gelmeden yapsam iyi olurdu. Hızlıca ondan da kurtulduğunda askere doğru emekledim. Ee ama bu zincir?


"Bunu nasıl çözebilirim?" Diye sordum. Kafasını bana çevirip gözlerime baktı. "Çözemezsin. Kaç kurtar kendini." Dedi ve odadaki camı işaret etti. "Bebek yağı!" Diye kısıkça bağırdığımda "Ne?" Diye sordu. Montumun iç cebinden küçük bebek yağı şişesini çıkardım. Vakit kaybetmeden benim yanımdaki bileğine dökünce kolunu çekmeye çalıştım.


Kafamı ona çevirip "Bakacağına yardım et! Bu halinle bile benden güçlüsündür!" Dedim. Kolunu tekrar çektiğimde bu sefer onunda yardımıyla pıt diye çıkmıştı. Sevinçle "Oldu!" Dedim. Diğer elini de aynı şekilde kurtarınca hızla cama doğru gittik. Ben kapıya bakarken "Aç şu camı!" Diye sinirli sesini duydum.


Ona döndüğümde ellerini gösterdi. He bebek yağı! Camı zorla açtığımda aşağıya baktım. "Yüksek burası" dedim. Asker gözlerini devirip "Şansa bak o zaman!" Diye yine sinirli sinirli konuştu. Ya ben sana ne yaptım acaba! Alt tarafı bebek yağı sürdüm! Ki o da senin iyiliğin içindi yani!


Aşağıya bakıp elini kamuflajına sildi ve cama atlamak için yerleşti. Aşağıya atlamadan bana dönüp "Davetiye mi bekliyorsun?" dedi. Dövecek gibi davranmasa güven verebilirdi belki. Ona yaklaştım ve ne yapmam gerektiğini söylemesini bekledim. Kapıdan sesler duymamla birlikte kendimi havada süzülürken buldum.


Ufak çığlığımı tutamazken gözlerimi araladım. "Biraz daha bağır istersen!" diye kızmasıyla "Haber verseydin bağırmazdım!" diye bende ona kızdım. Kolunu belimden çekti ve ilerlemeye başlayınca bu sefer onu bağırtmadan yürümeye başladım.


Yolu biliyormuş gibi ilerliyordu. Ee tabi avucunun içi gibi biliyordur burayı normal. "Oradalar!" diyen birini duyunca hızla askere yaklaştım. O da beni arkasına çekip sese baktığında  küfür savurup elimden çekmeye başladı. Eli hala yağlıydı ve aynı şey bana olsa büyük ihtimalle bende kızgın olurdum.


Otların yoğun olduğu bir kısma geline "Gir şuraya" diye beni iteledi. Ben girdikten sonra o da yanıma geçip üstümüze otları çekmiş bizi kamufle etmişti. "Nefes bile alma" diye fısıldadı. Yanımıza yaklaşan ayak sesleriyle ona iyice sokuldum. Önümüzde birinin dikilmesiyle ciddi anlamda nefesimi tuttum.


"Onu yine kaybedemem! Dağılın çabuk bulun Zelali!" Hay Zelalin sevsin ama! "Zidar önemli olan askerdir. Kadını bırak artık. Yıllar geçmiş üstünden. Hatırlamıyor zaten bir şey" diyen adama odaklandım. "Anlamıyorsun Davut. Bırakamıyorum onu, yıllardır takip ediyorum. Buraya kadar gelmişken onu yine kaybedemem" dedi o Zidar denen. Askerin bakışlarını bana dönerken ona olumsuz anlamda kafa salladım.


Tanımıyorum ben bunları ya. Hem benim teröristle ne işim olur! "Hem albaya ceset gönderdiniz siz. Adam inanmaz" dedi. "O an öyle olması gerekiyordu. Dedim ya o zamanlarda bile rahat durmazdı. Kaçmış gitmişti koca yerden!" dedi. Kim lan bu Zelal? Yüzümdeki bakışlara baktığımda yine dikkatli dikkatli bana bakıyordu.


"Ben o değilim diyor ama?" diye sordu diğeri. "İsmi Hilaldi. Babam Zelal adını koydu ve bizimle kaldığı sürece öyle kabullendik" demesiyle içimi bir ürperti sardı. Önümüzden yürüyüp giderlerken "Yalan söylüyorsan iyi olmaz doktor!" diye konuşmasıyla askere baktım. "Seni inandırmak zorunda değilim!" dedim ve etrafa bakıp otların arasından çıktım.


Arkamdan o da çıkarken bir süre birbirimize kötü kötü baktık. Gözüm kollarına kayınca bazı yaralarının kanadığını fark ettim. Ay ışığının altında üstündeki kan parlıyordu. Ceplerimi yokladığımda bir kaç peçete çıktı. Ona uzattım ve "Al şunları yarana koy! Yardım isteyecek gibi durmuyorsun." dedim.


"İhtiyacım yok. Yürü hadi gidelim şuradan" dedi ve ilerlemeye başladı. Onun arkasında ilerlerken hava iyice soğumuştu. Buranın zaten soğuk bir yer olduğunu biliyordum ama bu nedir yani! Çamurlara bata çıka ilerlerken onun hala nasıl yorulmadığını ve üşümediğini düşündüm. "Üşümüyor musun? Montumu ister misin?" diye sordum. "Alışkınım ben. Hızını düşürme" dedi.


"Asker olmasan umurumda olmazdın zaten. Kan kaybediyorsun diye dedim" dedim. Arkasını hafif dönünce kaşları yine çatıktı. Yalan değildi. Onlar dağlarda yani buralarda bizi güvende tutarken onu düşünmem mantıklıydı. Başka türlü olsa tek bile kaçabilirdim.


Bir şey demeden önüne döndü ve yürümeye devam etti. "Adın ne?" diye sordum bu sefer. Sonra aklıma gelenle "Ya da boşver sormadım say. Esir tutulduğuna göre bordo bereli falansındır. Yalan söylemendense söyleme daha iyi" dedim. Yüzünde ufak bir sırıtış oluştuğunda onu kolundan durdurdum. Gülüşünü soldurup bana ve koluna baktı.


"Senin yüzünü gördüm ben. Beni öldürmezsin dimi?" diye sordum. Sonra saçma olduğuna karar verdim. "Bence öldürmezsin çünkü masum bir vatandaşım ben" dedim ve önüne geçip yürümeye başladım. Yol düzdü ve bence buradan gidecektik. "Mayınlı bölgeye girmek için doğru yoldasın" demesiyle adımım havada kaldı.


Dehşetle ona döndüğümde düz bir şekilde bakıyordu "Ciddi misin?" diye sordum. "Hayır" diye omuz silkti ve sol taraftan ilerledi. Rahatça nefes verip arkasından ilerledim. "Niye korkutuyorsun o zaman" diye homurdandım. "Sadece arkamdan devam et" dedi ve yine sustu. İlerlemeye devam ederken yanımda çalı sesi duymamla "Asker, biri var burada!" diye seslendim.


Bir şey olmadan devam ettiğinde tekrar seslendim ve bana sinirle bakmasını sağladım. "Sesi duymadın mı biri var!" diye korkuyla konuştum. Biri değil" dedi ve önüne döndü. Allahım beni mi sınıyorsun acaba? "Ba-" "Sus artık! Bayılacak gibiyim ve ne kadar erken gidersek o kadar iyi!" dedi ve ilerlemeye devam etti. 


Bayılacak mı? Yürüyüşünü biraz izlediğimde cidden adımları sarsaklanmıştı. Hızlı hızlı yanına gidip kolunun altından yaralarına dikkat ederek ona sarıldım. Adımlarını durdurup bana döndü ve sinirle bir nefes koydu. Bu da her şeye sinirleniyor ama! "Bayılma diye" diye mırıldandım. "Sinirimi bozuyorsun ve seni kurtlara yem edesim geliyor" dedi. Kurtlar?


Gözlerim şokla açılırken "O sesler kurtlardan mı geliyordu?" dedim. Adımlamaya devam ederken beni yanıtsız bıraktı ve ben korkuyla ona daha da sokuldum. "Gerçekten yardım mı ediyorsun yoksa beni siper olarak mı kullanıyorsun?" diye sordu. "Bakış açısına göre değişir. Senin için yardım ediyorum, kendim için kurtlardan korunuyorum" dedim.


"Bu konuda dürüstsün en azından" dedi. Karanlıkta yürüdüğümüz için ayağım çalıya takılınca tökezledim ama beni tuttu. "Ben hep dürüstüm" dedim ve bir şey olmamış gibi yürümeye devam ettim. "Duralım biraz burada" dedi ve ağaca yaslandı. Neredeyse iki saattir yürüyorduk. Bu sefer alnındaki terler de parlayınca montumu çıkardım ve sırtına doğru yerleştirdim.


"Terliyorsun ve bu iyi değil" dedim. "Terliyorsam niye örtüyorsun?" diye sordu. "Çünkü soğuktan terliyorsun asker. İnsan vücudu değişiktir, anlamak için altı yılımı verdim. Biraz güvenebilirsin" dedim ve iyice sardım. Sadece yarısı kapanmıştı ama olsundu. O nefeslenirken kafamı kaldırıp etrafa baktım. Her yer aynıydı. Ağaç ve daha çok ağaç! Bir de yaprakları yoktu, sanki korku ormanı gibi bir yerdi.


"Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Tekrar doğrulduğunda yine kolunun altından onu destekledim. "Küçük bir jandarma komutanlığı var oraya" dedi ve birlikte adımladık. Yolculuğumuz son derece sessiz ilerlerken aniden durdu. Korkuyla önce ona ve sonra etrafa baktım. Bir kaç ses duyduğumda içimden kurtlar olmasın diye dua ettim.


"Onlara beni kurtardığını söyle" dedi ve anda yere yığıldı. Tabi bende onunla birlikte devrildim. "Ses buradan geldi!" "Koşun!" diye gelen seslerle tutan duama sevinsem mi diye düşündüm. "Komutanım" diye birinin bize koşmasıyla aniden durdu ve silahını bana doğrulttu. Onunla beraber yanındaki beş kişi daha silahını bana doğrulttu.


Gözüme giren ışıkla elimi kaldırdığımda "Hareket etme!" diye kükremeyle hemen elimi indirdim. "Onu kurtardım" dememle biri hızla yanıma geldi ve beni yüzüstü yatırıp elimi arkada kelepçeledi. Ne! "Bakın cidden onu ben kurtardım!" diye yükselmemle "Onu öğreneceğiz! Faruk al şu kadını" dedi ve dizini belimden çekti.


Yerden kaldırılmamla bir kaç asker benimle olan askere yöneldi ve biri onu sırtladı. "Eylül bölüğü ara geldiğimizi söyle!" dedi beni kelepçeleyen. Onları şu an ikna edemeyeceğimi fark edince sessizce ayak uydurdum. Yirmi dakika kadar sonra karargah gibi bir yere geldik ve binaya girince vücudum gelen sıcak havayla rahatladım.


Yanımdaki askeri başka yere götürürlerken beni bir odaya soktular ve ellerimi masaya kelepçelediler. Asker odadan çıkmadan bana şaşkınca bakışlarımı ondan çektim. Her yerim çamurdu kesin. "Tövbe yarabbi. Allahım insanları çift yarattığının en büyük kanıtını bana mı gösterdin yarabbi?" diye konuşa konuşa odadan çıktı.


&&&&


Devamı Part 2 de….


Loading...
0%