Yeni Üyelik
36.
Bölüm

20. Bölüm

@merida_xx

Akşam pek uyuyamadığım için sabahın köründe kalkıp mutfağa girdim. Saat daha dörde geliyordu ve mutfak sadece sokak lambasının ışığı ile aydınlanıyordu. Işığı açıp kapıyı kapattım çünkü Alpayın ses yaparsam uyanmasını istemedim. Önce bir çay içip kendime gelsem iyi olabilirdi. Çaydanlığı hazırladıktan sonra camı açıp biraz hava girmesini sağladım.


Gördüğüm kabuslardan ötürü nemlenen saçlarım beni rüzgarın etkisiyle üşütürken aklıma yine kabusum geldi. Sadece ağlayıp çığlık atan küçük bir kız. O kızın ben olduğumun farkındaydım ama çok rahatsız ediciydi. Kabuslardan bu kadar etkilenmezdim ama uyandığımda da o kızı görmek beni bir hayli ürkütüyordu. Sürekli bana dokunmak için elini uzatıyordu ama korkum ona engel olup kaçmamı sağlıyordu. Yani keramet evde de değilmiş. Zihnimin benimle oynamasındaydı.


Su kaynamaya başlayınca koca bir demlik çay demledim ve sandalyeye oturdum. Acaba uyku ilacı falan mı kullansam. Belki dinlenmeme bir katkısı falan olurdu. Zaten hastanede oldukça yoruluyordum ve uykusuz kalmak beni zorlamaya başlamıştı. Ya da bir psikiyatriyle görüşsem iyi olurdu.


Çay demlendikten sonra koca bir kupayı doldurdum ve tekrar sandalyeye çöktüm. Çayımı ufak ufak yudumlarken bu kabus işini düşünüp kendimi iyice kötüye çekmek istemedim. O yüzden hızlıca bir poğaça hamuru hazırlayıp mayalanması için köşeye aldım. Kupamı tazelerken poğaçanın iç harcını da hazırlayıp kenara aldım.


Hamurum olduğunda poğaçaları güzelce yapıp fırına attım. Galiba fırın ilk defa kullanılıyordu çünkü tepsiler bile poşetliydi. "Bunlar hep hazır yiyorlar her halde" diye mırıldanıp saate baktım. Saat beş buçuğa gelirken masayı da kurmaya karar verdim. Buzdolabında her şey kavanozlarda ve tahminen yarısı bozulmuştu.


Neredeyse buzdolabının yarısını çöpe atarken nasıl bu kadar ilgisiz olduklarıyla ilgili istemsizce homurdanıyordum. Tek sağlam olan şey peynir ve zeytindi. Onu da geçen gün yemişti zaten bir zahmet o sağlam olsundu. Kokusu mutfağı saran poğaçalarımı fırından çıkartıp yeni yıkanıp kuruladığım koca tabağa yerleştirdim.


"Alpay mutfağı mı yaktın lan?" Diye kapıyı açan Demire baktım. Yeni uyanmış haliyle bir süre bana bakınca "Ben seni unutmuşum. Günaydın abicim" dedi ve yanıma gelip alnıma bir öpücük bıraktı. Tamam bunu beklemiyordum işte. Şaşkınca "Günaydın" diye mırıldanabildim. Tabaktaki poğaçaları görünce "Sabah sabah poğaça mı yaptın?" Diye sordu ve birini alıp yemeye başladı.


"Evet poğaça yapayım dedim de siz bu buzdolabını hiç düzenlemiyor musunuz? Ne var ne yoksa bozulmuş çöpe attım hepsini" dedim. Poğaçayı incelerken "Doğrudur. Bu konu da oldukça kötüyüz diyebilirim. Alpayda pek mutfak işi yapamaz" diye suçlarını kabul ederken "Neli yaptın poğaçayı Hilal?" Diye de sordu. "Patatesli" diye yanıtlayınca kaşlarını çatıp "Ee ama kırmızı bu?" Diye poğaçayı göstermek adına bana çevirdi. "Salçalı sosla karıştırdım" dediğimde hııı layıp yarım poğaçayı ağzına attı.


Bir tane poğaçayı da aldığında "Alpayı beklesen mi acaba Demir?" Diye sandalyeye çöktüm. Karşımdaki sandalyeye çöktüğünde Alpay ayakta yemek zorunda kalmıştı çünkü evde sadece iki sandalye vardı! Bir an önce burayı düzenlesem iyi olacaktı. Allahtan bugünümü ev için ayarlamıştım. Dünki nöbetimi Atakanla değiştirmiştim ve iki gün sonra onun yerine nöbet tutacaktım. Yarın da normal çalışma günümdü. Kısacası bugün ev işini bitirince uyusam iyi olurdu.


Demir elindeki yarım poğaçayı tabağına koyarken ağzını yuttu ve "Demir?" Diye tek kaşını kaldırdı. Neden abi demediğimi kast ediyordu ama bil bakalım kim haksız çıkacaktı? Tabiki de o! "Bu konu-" diye konuşmamı başlatmıştım ki Alpay mutfağa girmiş ve "Günaydın ey halk!" Diye bağırmıştı. Demirle beraber ona bakarken o normal bir şekilde tabaktan poğaça alıp "Hilal beni buna alıştırırsan zararlı çıkarsın bak" diyerek poğaçayı yemeye başladı.


Ağzındakini yutma gereği duymadan "Abi her sabah geleyim deme kapıyı açmam" dedi ve benim kupamı eline alıp içmeye başladı. Ona şaşkınca bakmayı bırakıp hala Alpaya bakan Demire dönüp "Bu konuyu konuştuk ya Demir. Unutkanlık mı başladı?" Diye yarım kalan cümlemi bitirdim. Alpay çayımı höpürdetirken bir bana bir Demire bakıyordu. Sonrasında Demirin önündeki tabağı alıp içine üç dört tane poğaça koydu ve "Sizin kavganızı dinleyemem, ben içerdeyim" diye bizi mutfağı terk edip bizi tek bıraktı.


Demir ellerini masanın üstünde birleştirip ciddi bir hale büründüğünde uykusuzluktan dolayı başım yavaştan ağrımaya başlamıştı. "Ben böyle olalım istemiyorum ama Hilal. Dürüstçe söylediğim şeylerin karşılığının bu olacağını bilseydim hiç söylemezdim" dedi. Bende arkama yaslandım ve "Bende çoğu şeyi istemiyorum Demir ve evet keşke söylemeseydin. Siz düşüncelerinizi bana söyleyince size karşı yanlış davrandığımı farkettim ve ona göre davranmaya başladım. Yani aslında sizin ilk zamanda benden istediğiniz gibi. Bunu da artık istememe gibi bir lüksün yok" dedim.


Demir bir nefes koyverdikten sonra "Bu bir lüks değil Hilal. Benim yerimde sen de olsan şüphe ederdin" dedi. Sözlerimiz ne kadar normal telafuz edilsede gözlerimiz neredeyse savaş içindeydi. "Evet ederdim ama karşına geçip bir haltlar yemeden öncede sana güvenmiyorum o yüzden bunu bunu yapıcam derdim" dediğimde bana gülüp "Zaten güvenmediğim birini önceden uyarsaydım yani?" Diye sordu. Tamam kesinlikle uyumam gerekiyordu çünkü cidden saçma ve mantıksız konuşmaya başlamıştım.


Güvenmiyorsam niye uyarayım ki? "Tamam o konuda haklısın evet. Ama yine de beni kandırmış oldun" diye kendimi haklı çıkarmaya çalıştım. Demir beni onaylayıp "Evet bu konu da da sen haklısın" dedi ve "Karşılıklı olarak haklı olduğumuz konular olduğuna göre artık beyaz bayrak asabilir miyiz?" Diye sordu. Hala anlamak istemiyordu. Bu sefer öne doğru yaklaşan ben olup "Demir, eskisi gibi olduktan sonra bana tekrar aynı şüpheyle yaklaşmayacağının sözünü verebilir misin?" Diye sordum.


Demir beni onaylayıp "Hilal sen neden anlamak istemiyorsun? O sadece en başta olan bir durumdu artık sana güveniyorum ve babamda güveniyor. Bir daha elbette böyle bir durumla ilgili konuşulmayacak bile" diye net bir şekilde konuştu. Beynim kafatasıma resmen vurmaya başlarken konuyu daha fazla uzatamazdım "Tamam o zaman. Ama şunu söyleyeyim Demir, aa pardon abi bir daha bana karşı güvensizlik beslediğinizi hissedersem sizi silerim" dedim ve masadan kalkmaya çalıştım.


Çalıştım diyorum çünkü başıma giren ani ağrı kulaklarımı yüksek sesle çınlatırken kolumdaki elin sahibinin Demir olduğunun bilincindeydim. Diğer kolumdanda tutulmamla hafifçe sarsılmıştım. Çınlama yavaş yavaş kesilirken kapattığım gözlerimi araladım. "Hilal nefes al" diye bana endişeyle bakan Alpayı gördüm. Kolumu tutan Demir değil miydi yani? Çınlama artık beni terk ederken "Tamam iyiyim" diye ona kafa salladım. Arkasındaki Demir de oldukça endişeli gözlerle bana bakıyordu.


Alpay beni kollarımdan tutup geri sandalyeye oturtup önümde çömeldi. Elleri başımı bulurken "İyi misin?" Diye sordu. Şu an buna cevap vermem ne kadar doğru olurdu bilemiyorum ama "Sanırım iyiyim" dedim. Aslında pekte iyi sayılmazdım çünkü Alpayın görüntüsü biraz biraz kayıyordu. "Kalk hastaneye gidiyoruz Alpay!" Diye konuşan Demire bakıp "Hayır hayır gerek yok. Geçer şimdi" diye konuştum.


Onlar kendi aralarında bir şey konuşuyorlardı ama şu an onlara odaklanamıyordum. Belki uyusam iyi gelir diye düşünüp önümdeki Alpayın omzundan destek alıp ayağa kalkmaya çalıştığım anda bulanan midem hoş şeylerin habercisi değildi. Onu itekleyip koşarak banyoya ilerlemeye çalışırken arkamdan geldiklerini hissedebiliyordum. Kendimi hızla banyoya attığımda kapıyı kilitleyip midemi boşalttım.


Rahatlayan miden ve vücudumla sifona basıp yüzümü yıkamak için lavaboya gittim. Kapı hala vuruluyordu. "Çekil kırıcam!" Diyen Demiri duyduğumda "Dur kırma!" Diye yükselip sesimi duyurmaya çalıştım. Kapının kilidini çevirip açtığım anda Demir "Hastaneye gidiyoruz!" Diyerek bana doğru atıldı. "Hayır şu an gayet iyiyim abi. Uyumam lazım sadece" diyerek onu durdurdum. Okuduğum altı yıllık bilgiyi düşünmeden, savunduğum durum şu an işime en çok yarayandı. Demir bir şeyler söylecekti ama Alpay "Tamam gel odaya götüreyim o zaman" diye kolumdan tuttu.


Ona karşı gelmeyip dün akşam kaldığım odaya geldik. Ben yatağa uzanırken Alpay gözüme telefon fenerini tutup bakıyordu. Hayır Alpay beyin kanaması geçirmedim. Demir ise hala hastane deyip duruyordu. Alpay benimle ilgilenmeyi bıraktığında onlara arkamı dönüp gözlerimi kapattım. Uyku beni kendime getirirdi. Umarım.


....................................................................................


Demir ve Alpay, Hilali evde bırakırken düşünceli bir şekilde karargaha ilerliyorlardı. Demir "İçki yüzünden falan olabilir mi Alpay?" Diye sordu. Hilal, karşılarında bununla beraber iki kere fenalaşmıştı. İlkinde bayılarak sonuçlansa da bu sefer öyle olmamış kusmayla bitmişti. Alpay da elleri cebinde olabilecek ihtimalleri düşünürken "Ne olduğunu bilmiyorum ki. Başı mı ağrıdı başı mı döndü ne oldu bilmiyorum. Kustuğu için diyeceğim ki midesi bozuldu, ama yok öncesinde ne olduğunu bilmem lazım" diye konuştu.


Hilal uyumak istediğini söylediği için onu yormak istemediler ve dışarı çıkmışlardı. Merdivenlere ulaşan ikili düşünceleri ile boğuşmaya devam ederek kendi işlerine gitmişlerdi. Demir, timinin bulunduğu odaya girdiğinde hala esneyen askerlere baktı. Odaya girdiği anda askıya aldığı kardeşi ile ilgili düşüncelerinin ardından "Hilal timi dışarı!" Diye bağırdı. Emre hariç hepsi hızla ayaklanıp selam verirken Demir, kalktıkları için boşalan koltuğa geçip oturdu.


Emre ayaktaki askerlerine "Rahat" dedikten sonra Demire baktı. "Birazdan çıkarız" dedi ve askerlerine oturması için kafasıyla işaret verdi. Komutanının yanına oturan Halil "Ayılttınız komutanım allah razı olsun" diye konuştu. Demir, Halile dönüp "Ne demek aslanım her zaman" diye gülümsedi. "Bugün mü geliyorsun lan eve?" Diye bacağını dürten Emreye bakıp "Hıı evet. Dün akşam hazırladım eşyaları da getirmeyi unuttum" dedi.


Özalp "Artık Hilal hep burada o zaman komutanım?" Diye sordu. Demir onu onaylayıp "Evet. Artık aynı evde olmasakta göz önünde olacak" dedi. Emre kafa sallayıp "En azından kafanı yormazsın artık. İstediğin zaman göreceksin" dediğinde Halil gülüp "Ama istemediği zamanda görecek" dedi. Demir ona kaşlarını çatıp baktığında Halil "Yani komutanım hani kavga ediyorsunuz ya sürekli o anlamda şey ettim ben" diye mırıldandı.


Demir "Sanane lan!" Diye yükseldiğinde Halil mutsuz bir ifadeyle, Emre komutanına dönüp "Bana hep bağırıyor" diye Demiri işaret etti. Demir, uzatılan parmağa bakıp Halile kaş göz yaptı. Halilse parmağını yavaşça çekip başka yerlere bakmaya başladı. Serhat boğazını temizleyip "Komutanım şu görev işi nasıl olacak?" Diye sorduğunda ona katılan mırıltılarda eşlik etti. Emre "Hilale söylersek kabul eder diye düşünüyorum ama benim fikrim katılmaması" diye fikrini söyledi.


Halilde kafa sallayıp "Evet bencede katılmasın. Abi bir kere hem Zidar şerefsizi olacak hem de Şiyar denen pezevenk! Bak düşündükçe bile kanım kaynıyor, Hilal bacım gidip karşılaştığında kim bilir neler hisseder!" Diye yükseldi. Demir de "Zaten şu sıra pek iyi durumda değil gibi. Onları tekrar görsün istemiyorum. O yüzden başka türlü bir plan düşünmeliyiz" dedi. Aklını ne kadar kardeşinden uzak tutmaya çalışsada yapamıyordu. Özalp oturduğu sandalyede biraz öne gelip "Komutanım yanlış düşünüyorsunuz" dedi.


Bakışlar ona döndüğünde ise "Komutanım şu an kişisel olarak düşünüyorsunuz. Kardeşiniz olduğu için ayırdığınızı düşünüyorum" dedi. Demir, askerini onaylayıp "Ulan tabiki ayıracağım. Kardeşimi şerefsizlere göndermek isteyeceğimi düşünmedin her halde?" Dedi. Onun bakış açısından normal olabilirdi ama görev bazlı düşünülünce pek öyle olmuyordu. Özalp "Komutanım o zaman bu görev için dışarıda kalmanız daha sağlıklı olur. Çünkü ben Hilal hanımı kesinlikle kullanmamız gerektiğini düşünüyorum" diye net bir dille konuştu.


Halil ona kötü kötü bakarken "Ulan yavaş!" Diye onu uyardı. Sonuçta ne kadar samimi olsalarda komutanlarıydı. Demir, Halili eliyle durdurup Özalpe baktı ve "Seni bu yüzden seviyorum Özalp. Fikrini paylaşır mısın peki. Neden kardeşimi kullanmak istiyorsun?" Diye askerine baktı. Özalpte böyle biriydi, tamamen profesyonel yaklaşan bir askerdi. Hilali ne kadar sevmiş benimsemişte olsa görev için bir katkısı olacaksa hiç düşünmeden bunu değerlendirirdi.


"Tabi komutanım. Şimdi bu şerefsizi kaç gündür konuşturmak için çalışıyoruz ama o kadar uğraşımıza rağmen söylediği şeylerin karşılığında Hilali istiyor. Biz ne kadar uğraşırsak uğraşalım o yine Hilalle beraber bir şeyler istemeye devam edecek" diye onu dinleyen arkadaşlarına baktı ve konuşmasına devam etti. "Bana sorarsanız mantıklı da. Bi düşünün, sizden günlerce haber alınamıyor ve en son gittiğiniz yer Hilalin yanı. Şiyar ne düşünecek? Ya yakalandığı ya da Hilalle uğraştığını. Zidar o toplantıya Hilalle giderse sunacağı bahanesi Hilalle uğraşmak olacak. Onsuz giderse, bunu söylemek çok acı olsada aklını kullanabilen biri olduğundan, yakalanmış olduğunu ve onları satacağını düşünebilir"


Serhat onu onaylarken "Kendi kıçını kurtarmak için onu yakaladım diyecek" dedi. Emre, Özalpe bakıp "Yine de onu satacağını düşünebilir. Hilalle gelmiş olması bir şey değiştirmez ki" dedi. Özalp parmağını Emre komutanına doğru şıklatıp "Aynen öyle komutanım. Diyelim ki ondan şüphelenmeye başladı sıkar kafasına gebertir, ki bu bizim umurumuzda mı? Değil. Bizim amacımız Şiyarı almak. Zidar ölmüş kalmış bizi ilgilendirmez" dedi.


&&&


Devamı Part 2 de…


Loading...
0%