Yeni Üyelik
42.
Bölüm

23. Bölüm

@merida_xx

Hedefi vuran Demir, bulunduğu yerden çıkıp telsize bildirisini yaptı ve "Artık Hilali arayabilir miyim?" Diye sordu. Cevapsız kalınca yerde yatan hedefe yürüdü ve yan sokaktan koşarak gelen Emreyi farketti. Emre koşarak hedefe ulaştığında, yerde yatan kişinin yüzündeki örtüyü kaldırdı ve Hilalin yüzünün görünmesini sağladı.


Demir, açılan örtüyle karşısına çıkan kişiyi gördü ve  elinde telsizle öyleyece kalakalırken nefes bile alamayacak kadar şaşırdı. Kardeşi miydi o? Serhat, ceplerinden bez parçaları çıkartıp hızlıca Hilalin yarasına bastırmaya başladı. Halil ise telsize acil ambulans yollanmasını söyleyip duruyordu. Emre de Hilalin göğsünden sızan kanı durdurmaya çalışırken aynı zamanda onunla konuşmaya çalışıyordu.


Demir telsizi bırakıp kardeşinin yanına çöktüğünde önce onun ağzındaki bağı indirdi. Böylelikle zor da olsa Hilalin nefes almasına kolaylık sağlamıştı. "Ben ne yaptım?" Diye sayıklamaya başladığında ise Hilal yarasına bastıran Serhatın elini acıyla inleyip ittirmeye çalıştı. Çok fazla bastırıyordu ve canını bir hayli yakıyordu. "A-acıyor" diye fısıldadığında Emre "Yapmak zorundayız abicim, özür dilerim ama zorundayız!" Diyerek elini tuttu ve onlara engel olmamasını sağladı.


Hilal yerde acısını hafifletmek için kıvranmaya çalışınca dudaklarının arasından kanın sızmasına sebep olmuştu. Demir titreyen ellerini kardeşine uzatıp sızan kanı sildi. Hilal, vücudunu saran acıdan dolayı dolu olan bakışlarını yanı başında zangır zangır titreyen abisine yönelttiğinde kendini zorladı ve "Bi-bilemez-din" diye konuştu. Demir, sadece öylece baktı. Gerçekten bilemez miydi?


Özalp, Hilalin başını biraz kaldırdığında Hilal tekrar  acıyla inlemişti. "Boğulmaman için bunu yapmak zorundayım Hilal" diye konuştu. Siren sesleri duyulmaya başlandığında biraz da olsa rahatlayan Hilal timi, Hilalin gözlerini kapatmasıyla rahat halleri uçmuş, onun yerine daha da korkmaya başlamışlardı. Emre, Hilalin yanağına hafifçe vururken "Hilal! Hilal uyumaman lazım!" Diyordu.


Gelen ambulanstan inen paramedikler hemen Hilalin yanına koşarken, Hilal timi onlara yer açmıştı. "Kan grubu ne?" Diye soran çalışan, bakışlarını yerdeki kan birikintisinden dikilen askerlere çıkardı. Bunun cevabını bilmeyenler Demire bakmıştı ama Demir hala donmuş şekilde sadece Hilale bakıyordu. Paramedik, çalışanlara dönüp "Alıyoruz hemen!" Dedi ve Hilalin yanında konumlanıp onu yandaki sedyeye koydular. Hızlıca ambulansa geçince hastanın yanına kimsenin gelmediğini gördü. Sadece hastayı kaldırdıkları için netleşen kan gölüne bakıyorlardı.


"Vaktimiz yok gidiyoruz!" Diye ön tarafa bağırınca onları orada bırakıp hastaneye doğru yol aldılar. Halil yerdeki kan birikintisine bakıp küfür savurdu ve dualarını okumaya devam etti. Emre ise kafasını silkeleyip odağını değiştirmeye çalıştı. Demirin kolundan tutup geldikleri arabaya doğru çekti. "Hastaneye gitmemiz lazım hadi!" Diye de bağırıp onu kendine getirmeye çalıştı ama işe yaramamıştı.


Karargahta ki durumlar da farksız sayılmazdı. Hepsi kısa bir şoktan sonra ayılıp hızlıca araçlara geçmişlerdi. Bahçede haber bekleyen Aysun hanımda, dışarıya hızlıca çıkan kalabalıkla bir şeyler olduğunu anladı ve kimseye sormadan bir araca bindi. Onlar nereye gidiyorlarsa o da oraya gidecekti. Yolu hızlıca bitirmeye çalışan Akın, nerede olduklarını öğrenmek için hemen Halili aradı. Halil "Hastaneye geçiyoruz" diye bilgi verince, Akın diğer araçtakilere de aynı bilgiyi verdi ve hastaneye doğru sürmeye başladı.


Aysun hanım sakin durmaya çalışsada akan gözyaşlarına mani olamıyordu. Yanında oturan Eylülün elini tutup "Eylül allah için anlat kızım. Ne olmuş kızıma?" Diye sordu. Eylül, önce elindeki ele baktı ve sonra bakışlarını Aysun hanımın ağlamaktan kızarmış yüzüne çıkardı. Bir şey demek için ağzını açmıştı ama bütün olanların sebebinin kendisi olduğunu hatırlayınca susup başka bir tarafa baktı. Kızının bu hale getirilmesine vesile olmuş biri onun annesine ne diyebilirdi ki. Dolan gözlerini de saklamak için elini Aysun hanımdan kurtarıp ona hafif yan döndü.


Hastaneye ilk ulaşanlar Hilal timi olmuştu. Ambulansa kıyasla daha geç ulaşmışlardı ve bu yüzden Hilali nereye götürdüklerini bilmiyorlardı. Demir araçtan bile inmeyip öylece oturuyordu. Son yarım saatte hatta son bir kaç saatte olanları düşünüp duruyordu. Hastaneye ulaşan diğerleri de hızlıca içeriye girmişti. Alpay, direk olarak acilin kırmızı alanına ilerlerken peşinden bir sürü kişi onu takip ediyordu.


Kırmızı alanın kapısını açtığında karşısında boş bir sedyeyle karşılaşmıştı. Alpay, ikizinin burada olması gerektiğine emin olduğu için bir süre boş sedyeye baktı ve sonra hızlıca acile doğru adımladı. Acilin içindeki Emreleri görünce adımlarını oraya yöneltti. Yaklaştıkların da ise Halilin "Yav kardeşim sadece beş dakika önce gelmiş birinin nerede olduğunu nasıl bilemezsin!" Diye yükseldiğini duydu.


Alpay onların yanına ulaştığında "Hilal nerede?" Diye sordu. Emre sıkıntılı bir nefes verip "Söylemiyorlar! Şimdi söyleyin bari ailesi geldi!" Diye Aydın beyleri işaret etti.  Doktor, karşısındaki kalabalığa bakıp bir nefes verdiğinde söze girecekti ki Cananın sesi duyulmuştu. Canan "Safa!" Diye bağırarak kalabalığın arasında gördüğü sevgilisine doğru koştu. Safa, ona doğru koşan sevgilisine bakıp "Canan, Hilal nerede?" Diye sordu. Canan, ellerini panikle hareket ettirip Alpaya baktı ve "Hemen Özgür beye gidin!" Dedi.


Aydın bey ve diğerleri Canana baktı. Alpay öne atılıp  "Özgür kim ve nerede?" Diye sordu. Canan eliyle yolu gösterecekti ki zaten onlara doğru gelen Özgürü ve Atakanı görmüştü. "Geldiler" diye konuşunca bakışlar bu sefer onlara yaklaşan ikiliye yöneldi. Özgür, diyeceklerini kafasında toplamaya çalışırken "Kızım nerede?" Diye soran gözü yaşlı kadına baktı. Bu büyük ihtimalle Hilalin annesi diye düşünürken boğazını temizleyip "Hilalin yakınlarıyla odamda konuşabilir miyiz?" Diye sordu. Aydın bey de sesini toparlayıp "Önce kızımın durumu hakkında bilgi verseniz?" Diye sordu.


Özgür, karşısındaki adama üzgün bir bakış attı ve "Veremem" diye konuştu. Canan hızlıca Atakanın yanına gitti ve "Olmuyor mu?" Diye sordu. Atakan üzgün bir halde kafasını olumsuz anlamda sallayınca Canan dolu gözleriyle sevgilisinin yanına geri döndü. Alpay hem hüznün hem de ikizine ulaşamamanın verdiği sinirle "Ne demek veremem!" Diye çıkıştı. Özgür, kendisine yükselen adama bakıp "Çünkü Hilal hanım burada tedavi görmüyor" dedi.


Bu sefer Özalp söze girip "Nasıl burada değil? Buraya getirildi!" Dedi. Aysun hanım artık ayakta zar zor dururken "Aydın ne oluyor?" Diye eşine sordu. Aydın bey, eşini ayakta tutmaya çalışırken Özgüre bakıp "Söyler misiniz artık!" Diye çıkıştı. Özgür, odasına geçmeyeceklerini anlayınca "Savcılığın emriyle Hilal bu hastanede tedavi göremezmiş o yüzden götürüldü" dedi.


Bu sefer ki tepki Polattan "Ne diyorsun sen? Ne savcılığı? Ne emri?" Diye gelmişti. Özgürün yanına gelen başka biri elindeki kağıdı ona uzattı. Özgür de kağıdı alıp Alpaya uzattığında, Alpay hemen kağıdı okumaya başladı. Okuma işlemi bitince sinirle bir kahkaha attı. Aydın bey de oğlunun elindeki kağıdı aldı ve o da okudu. Özgür hala ona bakan kadına dönüp "Savcılığın emrine göre Hilal, bu hastanede her hangi bir tedavi göremez. Eğer tedavi görmesini gerektirecek bir durum oluştuğunda Life Memorial Hastanesine sevk edilmek zorundaymış. O yüzden dolayı şu an oraya götürülüyor" dedi.


Halil hemen "Tamam oraya gidelim o zaman! Nerede şu Life Meli denilen hastane?" Diye sordu. Alpay sinirle gülmeye devam ederken Halile bakıp "Romanyada!" Dedi. Aysun hanım oğluna bakıp "Ne?" Deyince Alpay "Demek ki o yüzden günlerdir Hilalin telefonlarına çıkmıyordu!" Diye sinirle  bağırdı ve hızlıca çıkışa koşturdu. Dışarı çıktığında yanına anahtar almadığını fark etti ve tekrar içeri girmek için hareketlendi ki bir aracın içinde oturan abisini gördü. Ona doğru koştu ve arabaya biner binmez "Abi acil Barışı bulmamız lazım! Hilali yurtdışına götürmüş!" Dedi.


Demir sanki hiç bir şey duymamış gibi oturmaya devam edince Alpay bu sefer onu sarsmıştı. "Ne oldu sana anasını satayım! Gerçi her ne olduysa bunun şimdi sırası değil, kendine gel!" Diye bağırdı. Demir gözlerini kırpıştırıp onu sarsan kardeşine baktı ve kısık bir sesle "Ben vurdum" dedi. Alpay, onu sarsmayı bırakıp abisinin ne dediğini anlamaya çalıştı. Ben vurdum da ne demekti? "Ne vurdun? Ne saçmalıyorsun amına koyayım kalk artık! Barışı bu-" diyordu ki Demir "Hilali ben vurdum Alpay! Ona o mermiyi ben sıktım!" Diye bağırmıştı.


Alpay abisinin söylediği gerçekle sarsılırken "Ne yaptım dedin?" Diye konuşan Aysun hanımı duymadı. Aysun hanım da oğlunun arkasından çıkmıştı ve konuştuklarını net bir şekilde duymuştu. Demir, bakışlarını ona donmuş şekilde bakan kardeşinden çekip annesine baktı. Annesi, arabanın arkasın da bulunan kapıya elini dayamış ona kırmızılaşmış gözleriyle bakıyordu. "Hilali ben vurdum anne. Tam buradan." dedi ve eliyle göğsünün sol tarafını gösterdi.


Aysun hanım öğrendikleriyle kendini daha fazla ayakta tutamayıp yere yığıldı. Hastanede yapacak bir şey olmadığı için dışarı çıkan Faruk, yerde yatan Aysun hanımı görünce hemen onun yanına gitmiş ve onu kucaklayıp hastaneye geri girmişti. Kucağında Aysun hanımla acile girince Atakan ve Canan hemen onlara koşmuş, bir sedyeye yatırmasını söylemişlerdi. Aydın bey de elindeki kağıtla beraber eşinin olduğu tarafa koşmuştu.


Yavuz bey sıkkınca bir nefes verdi ve "Allahım acaba daha neler olacak!" Diye konuştu. Sonrasında Özgüre bakıp "Şimdi oraya mı götürüldü yani?" Diye sordu. Özgür onu onaylayıp "Evet. Yanında da abisi vardı. Sizin yakınlık dereceniz nedir?" Diye sordu. Yavuz bey onu cevapsız bırakıp "Onunla gitti demek ki. İyi de hastaneye geleceğini nereden biliyordu ki bu?!" Diye kendi kendine konuştu. Yanında bekleyen askerlere dönüp "Hepiniz karargaha geçin artık. Burada yapacak bir şey yok" dedi ve onları gönderdi.


Yavuz bey, abisinin yanına ilerledi ve sedyede koluna serum bağlanan yengesine baktı. "Abi ben karargaha geçiyorum. Sen burada yengemle kal, bir gelişme olursa ben sana haber veririm" dedi ve abisinin omzunu sıktı. Aydın bey kafasını sallayıp onu onayladı ve sedyede yatan eşinin elini tuttu. Yine başaramamıştı, hiç bir şeyi kontrol altında tutamamıştı. Kızının abisi tarafından vurulması, Barış tarafından yurtdışına götürülmesi ve eşinin şu anki halinin birleşiminde göz yaşlarını daha fazla tutamamıştı. Kafasını, bu hayattaki tek dayanağı olan eşinin eline koyup göz yaşlarını oraya akıtmıştı.


Karargaha gelenler düşük omuzlar eşliğinde üniformalarını çıkartıyorlardı. Olayın üstünden neredeyse üç saat geçmişti ve hala bir haber yoktu. Halil "Şu savcının yaptığına bak! Hilalin ne durumda olduğunu bile bilmiyoruz!" Diye eşyalarını sinirle  dolaba fırlattı. Hepsinin sinirleri harap olmuştu ve sağlıklı düşünmeleri oldukça zorlaşıyordu. Özalp, bakışlarını taburede öylece oturan Eylüle çevirip "Hilali o şerefsizle nasıl bıraktın?" Diye sordu. Odada bulunanlar sorulan soruyla cevap ister nitelikte Eylüle baktılar. Eylül, kafasını yerden kaldırdı ve "Onun hain olduğunu bilmiyordum" dedi.


&&&&


Devamı Part 2 de…


Loading...
0%