Yeni Üyelik
43.
Bölüm

23. Bölüm (Part 2)

@merida_xx

Cevabı duyan Demir, sinirle gülüp "Ama Hilalin hain olduğunu biliyordun?" Dedi. Demir, Emreden yediği bir kaç yumrukla kendini biraz da olsa toplamıştı ve onlarla karargaha dönmüştü. Alpay zaten babasının yanında duracaktı o yüzden orada kalmak istememişti. Polat, dolabının kapağını sertçe kapatıp "Sinyal kesici yüzünden irtibatımız kesildi Demir. Eylüle o yüzden bilgi vereme-" dedi ama Demir bahane kabul etmez bir biçimde ayaklanıp "Bu, kardeşimi orda bilerek bıraktığı gerçeğini değiştirmiyor Polat!" Diye ona yaklaştı. Polat, karşısında acıyla parlayan gözlere bakıp sakin olmaya çalıştı. Zaten onun içinde de fırtınalar kopuyordu ve bu yaşananlar ona hiç yardımcı olmuyordu.


"Tekinçerin kesin hain olduğu bilgisi bize verilmedi Demir. Eylül bunu bilemezdi, o yüzden onun emirlerini uygulamış!" Diye hala askerini korumaya devam etti. Gece timinde Polattan başka kimse Eylülün yaptığını savunmuyordu. Polatta, kendi askerini savunmasız bırakmak istemeği için konuşuyordu zaten. Tek kaldıklarında onunda hesabını soracaktı. Emre, Eylüle bakıp "Ne dedi de ikna etti seni?" Diye sordu. O kısım yaşanırken kendisi odada olmadığı için ne olduğunu bilmiyordu.


Eylül, Emreye dönüp "Bana gizli görevde olduğunu ve oradaki adamımız olduğunu söyledi" dedi. Özalp, alayla güldükten sonra "Zidar iki haftadır elimizdeydi Eylül, bu süreçte onu burada hiç gördün mü? Onun, oraya kolaylıkla girmesi için elimizde olduğunu bile gizli tutuyorken bunu nasıl öğrenmiş olabilir?" Diye sordu. Eylül, Özalpe bakıp kafasını olumsuzca salladı ve "Bunu bilemezdim Özalp. Belki başka şekilde haberi olmuştur. Ayrıca orada olan siz değildiniz! Gördüğüm tablo bunu düşünmemi sağladı!" Diye yükseldi.


Bu sefer ki tepki "Sana Şiyarın, Zidarı öldürdüğünü söylemiştim" diyen Yakuptan gelmişti. Tekinçer, Zidar öldürülünce odaya girmişti ve bu sırada sinyallerinde bir sorun yoktu. Polat hızla Yakupa döndüğünde Yakup susması gerektiğini anlamış ve sessizliğe gömülmüştü. Eylül, kendisini suçlayan tim arkadaşına döndü ve "Duymadım ben öyle bir şey" dedi. Odanın kapısı açılınca gördükleri Yavuz beyle hepsi hazırola geçmişti.


Kapının dışında konuşmaları duyan Yavuz bey, askerlerinin birbirlerini suçlamasıyla daha da üzülürken onları tek tek inceledi. Üstünü değiştirmemiş bazı Hilal timi üyelerinin dizlerindeki kan lekelerini görünce o kanın sahibini bilmek içini sızlatmıştı. "Hilal ve Gece timi! Hepiniz görev sonrası izindesiniz, ayrılabilirsiz. İhtiyaç halinde çağrılacaksınız" dedi ve odadan çıkmadan tekrar onlara dönüp "Demir, Emre ve Polat. Görevin evraklarını teslim edin öyle çıkın" dedi. Yavuz bey odadan çıkıp kendi odasına ilerlerken Barışı tekrar aradı ama yine aynı robotik sesi duymasıyla kapattı.


Odasına girdiğinde sandalyede oturan eşini gördü. Belgin hanım hemen sandalyeden kalktı ve eşine adımladı. "Yavuz, var mı bir gelişme?" Diye merakla sordu. Yavuz bey olumsuz anlamda kafasını salladı ve "Hiç bir haber yok Belgin. Barış, Hilali alıp yurtdışına gitmiş ve aramalara dönmüyor" dedi. Belgin hanım usul usul ağlarken "Ne olacak şimdi peki?" Diye sordu. Yavuz bey kendi sandalyesine geçti ve "Bilmiyorum Belgin. Hilalin durumundan habersiziz, yengem hastanede baygın, Demir ölü gibi gezinip duruyor, abim kim bilir ne halde, Alpaydan haberim bile yok" diye içli bir nefes verdi.


Belgin hanım "Bu çocuk niye böyle bir şey yapmış ki Yavuz? İnsan hiç böyle bir şey yapar mı? Herkesi perişan etti" diye ağlamasına devam etti. Yavuz bey çalan telefonuyla eşindeki bakışlarını telefonuna çevirdi. Arayanı gördüğünde hızlıca yanıtladı ve "Sen ne yaptığını sanıyorsun Barış!" Diye bağırdı. Barış, ameliyathanenin önünde beklerken kapattığı telefonunu açmış ve onu arayan Yavuz beyi aramıştı. Duyduğu bağırma sesi ile üzgünce oturduğu yerden sinirle ayaklandı ve "O sesinize sahip çıkın!" Diye yükseldi.


Bütün bu yaşananlar sanki onun suçuymuş gibi bir de ona bağırması olacak gibi değildi. Yavuz bey, sakinlik bir kenara dursun daha da yükselip "Ulan Barış, Hilali hemen buraya getirsen iyi edersin!" Dedi. Barış, sinirden gülmeye başlarken elinde tuttuğu telefonu sıkmaya başladı ve "Lan sizin aklınız hep suçlamak için mi çalışıyor! İnsanlık yapıp aradım ama bunu bile haketmiyorsunuz!" Diyerek telefonu Yavuz beyin yüzüne kapattı.


Kalktığı sandalyeye geri çökerken telefonunu yanına bıraktı ve ellerini yüzüne koyup sessizce ağlamaya başladı. Bu planı ayarlamasına yardım eden arkadaşı Cengiz, yanında oturan dostunun omzunu sıktı ve telefondakileri boş vermesini umarak  "Bir şey olmayacak Barış, böyle yapma daha fazla. Doktorlar birazdan iyi haberi verecek" dedi. Barış ondan yardım istemek için geldiğinde üç dört gün öncesi falandı. Hilalin ailesi ile ilgili bazı olanları anlatmıştı ve arkadaşını dinleyen Cengiz ona bu yapacağı şey için hak vermişti.


O yüzden bu görevde zarar göreceğini düşündüğü için böyle bir şey yapmıştı. Yanılmayı ne kadar çok istemiş olsa da hastanenin onu arayıp olanları anlatmasıyla haklılığı netleşmişti. Onlar kardeşine zarar veriyordu, hem de her anlamda. O da kardeşine daha fazla zarar vermelerini istemediği için ona en mantıklı gelen şeyi yapmış ve onlara yalan haber verdirmişti. Onları Romanyada biliyorlardı ama aslında Mardindeydiler. Ambulansta Hilalin durumunu stabil tutabilmek için torbalarca kan takviye edilmiş ve bazı müdahaleler yapılmıştı. Hastaneye geldikleri gibi doktoru önceden ayarladıkları için hızlıca ameliyata alınmıştı ve hala bir haber alamamışlardı. Barışın tek bildiği sol akciğerinden ve elinden yaralı olduğuydu.


Belki yapmaması gereken bir şey yapmıştı ama onları defalarca uyarmıştı. Kardeşine zarar verecek her hangi bir şey yapmamaları için defalarca kavga da etmişlerdi ama onlar Hilali direkt olarak, çocukluğunu mahveden insanların eline vermişlerdi. Bunu hiç bir şekilde kabul edemezdi. Bunu vatani bir görev gibi de gösteremezlerdi. Hilal hayatlarında olmasaydı bu görevi es geçecek halleri yoktu ve başka bir planla bunu halledebilirlerdi. Bu yüzden dolayı Barış, Akabeylerle ilgili bütün defterlerini kapatmıştı.


Tek düşündüğü içeride canıyla cebelleşen kardeşiydi. Böyle bir şey yaptığı için çok büyük kavga edeceklerini biliyordu ama bunu göze almıştı. Kardeşinin yeterki oradan iyi bir şekilde çıksını ve  gerisinin önemsiz olduğunu düşünüyordu. Ameliyathanenin kapısı açıldığında hızlıca ayaklanıp doktorun yanına gittiler. Barış "Lütfen iyi bir şey söyle Ozan" diye atıldı. Ozan, Cengizin arkadaşıydı ve burada doktorluğunun üçüncü yılındaydı. Buradaki tüm izin işlerini o halletmişti.


Ozan, Barışa bakıp "Haberler pek iyi değil Barış" dedi. Barış, korkuyla Ozana bakıp "Ne oldu?" Diye sordu. Ozan "Kurşun zaten çıkmıştı Barış, o yüzden bizi zorlayan kısım o olmadı. Hayati tehlikesi de yok şu anda. Hatta birazdan normal odaya alınacak" dediğinde Barış derin bir nefes verecekti ki Ozanın iyi olmayan haberin ne olduğunu söylemediğini farketti. Cengiz, ondan önce davranıp "Kötü olan ne o zaman Ozan?" Diye sordu. Ozan derin bir nefes verip "Hilal, doktordu öyle demiştiniz?" Diye onay bekledi.


Barış onu hızla onayladığında, Ozan "Üzgünüm ama bir daha ameliyat yapamaz" dedi. Barış, Ozanın söylediği cümlenin anlamını kafasında tartarken yanındaki Cengiz "Hasiktir! Nasıl yani?" Diye sordu. Ozan bu sefer ona bakıp "Sağ elindeki hasar baya ciddi. Sinirler de büyük hasarlar var ve bazı kaslarında ciddi yırtıklar mevcut. Doktorlarımız gerekli bütün müdahaleleri yaptılar ama ne yazık ki elini ameliyat yapabilecek düzeyde kullanamayacağını söylediler" dedi.


Barış, gözünden akan yaşları elinin tersiyle silip Cengize baktı ve "Gecesini gündüzüne katıp bunun için uğraşmıştı. Tek tutunduğu hayali buydu ve şimdi bunu yapamayacağını söylüyor" dedi. Cengiz, iyice bozulan moraliyle Barışı sandalyeye geri oturttu ve Ozana bakıp "Tedavi olma şansı falan yok mu?" Diye sordu. Ozan kafasını yine olumsuz anlamda salladı ve "Cerrahi bir işlem uygulanamaz ama fizik tedavi ayarlanabilir. Ki o da hayatını daha kolay idame ettirsin diye. Ameliyat için soruyorsan, o imkansız" dedi.


Ozan, arkasından çıkan arkadaşlarını konuşup yolladıktan sonra Barışa bakıp "Odaya götüreyim sizi" dedi ve odaya doğru yürümeye başladı. Barış, çökmüş bir halde ayaklanıp Ozanı takip etmişti. Odaya ulaştıklarında Ozan odaya girdi ve Hilalin yanına ilerledi. Barış, yatakta makineye bağlı yatan kardeşini görünce Ozana bakıp, kelimelerini toparladı ve "Hayati tehlikesi yok demiştin?" Diye sordu. Bağlı olan makineleri ima ediyordu.


Ozan onu onaylayıp "Evet yok. Akciğeri hasarlı olduğu için makineye bağlı. Geçici bir süreç yani, uyandığında zaten çıkartacağız. Şu cihazları diyorsan onlar ilaçların veriliş hızını ve miktarını ayarlıyorlar. Tehlikeli bir durum yok yani" dedi. Barış bu sefer gözlerini Hilalin eline getirdiğinde üç tane çivi görmüştü. Alçıyla beraber sabitlenmişti ve sanki lise fizik ödevi gibi duruyordu. Ozan, Barışın bakışlarını fark edince "İyileşme sürecini hızlandırmak için kullanıldı. Dokular daha hızlı kendini onaracak. Bir kaç ay sonra duruma göre çıkartırız" dedi.


Barış bu görüntüyü daha fazla görmek istemediği için "Ben bi hava alıcam" dedi ve hızlıca kendini hastaneden dışarıya attı. Açık havada olmasına rağmen bir türlü nefes alamıyor gibi hissediyordu. Sanki Hilal değilde o akciğerlerinden vurulmuş gibiydi. Bir süre sonra yanına gelen Cengizle, yüzündeki yaşları silip ona baktı ve panikle "Bir şey mi oldu Cengiz?" Diye sordu. Cengiz onu rahatlatmak için "Yok yok bir şey olmadı" dedi. Barış  rahatlayıp tekrar önüne dönüğünde Cengizde yanına oturmuştu.


Barış dertli bir şekilde oflayıp "Ben bunu Hilale nasıl söyleyeceğim?" Diye konuştu. "Söyleyemem ki!" Diye de elini sinirle banka geçirdi. Cengiz onu tutup "Hey sakin ol" diye yükseldi ve "Bence söylemene gerek bile kalmayacak çünkü uyandığı gibi fark eder" diye ekledi. Barış onu onaylayıp  "Çıldıracak. Perişan olacak" dedi. Cengiz de sıkıntıyla oflayıp "Maalesef. Bu süreçte onun yanında olmalısın Barış. Hatta bir destek görse fena olmaz. Hem uyku problemini de çözer belki" dedi.


Barış onu tekrar onaylarken "Tabiki de yanında olacağım" diye net bir şekilde konuştu. Cengiz biraz çekinsede "Haber verecek misin?" Diye sormuştu. Barış sert bir şekilde ona bakarken "Asla! Umurumda bile değiller" diye çıkıştı. Onlara haber vermek artık aklının ucundan bile geçmiyordu. Cengiz ona onaylamayan bakışlar yollayıp "Barış, en azından annesine haber ver" diye şansını denedi. Barış kafasını tekrar olumsuz anlamda sallayıp "Aysun hanım da engel olabilirdi. Hiç birine haber vermeyeceğim. Şu zamana kadar Hilalsiz nasıl yaşadılarsa bundan sonra da öyle yaşasınlar" diye kesin bir dille konuştu. Cengizde konunun onu ilgilendirmemesinden ötürü daha fazla üstelemedi.


Hastaneden gelen Aydın bey ve Aysun hanım eve geçmişler ve sessizliğe gömülmüşlerdi. Aysun hanım eli başında camdan dışarıya bakıyordu. Akıttığı gözyaşları sakince yanağından kayıp kucağına düşüyordu. Aydın bey de eşinin karşısındaki koltuğa oturmuş karanlık gökyüzüne bakıyordu. Kardeşiyle konuşmuştu ve Barışın bir şey söylemediğini öğrenmişti. Kalkıp gitmek isteseler vize işi vardı ve o yüzden ellerinden hiç bir şey gelmiyordu.


Aysun hanım burnunu çekip eşine baktı ve "Bizden saklanması yasak değil mi Aydın? O bizim kızımız" dedi. Aydın bey boğazındaki yumruyu zorlukla yuttuktan sonra tarazlı sesiyle "Vasisi olarak biz görünmüyoruz Aysun. Barış bu yüzden kolaylıkla böyle bir yapabildi" diye konuştu. Aysun hanım bir umut "Aradınız mı Barışı? Haber verdi mi?" Diye sordu. Aydın bey bakışlarını gökyüzünden çekmeden sadece cıkladı. Aysun hanım tekrardan cama dönüp içli içli ağlamaya devam etti.


Çalan zille birbirlerine baktılar ve Aydın bey kapıyı açmak için ayaklandı. Kapıyı açtığında karşısında kardeşini görünce direkt "Haber var mı?" Diye sordu. Yavuz bey, üzgünce kafa sallayınca gerisin geri kalktığı koltuğa geçti. Belgin hanım da hemen eltisinin yanına gidip ona destek olmaya çalışmıştı. Ağlayarak bunu nasıl başaracaktı orası şüpheliydi tabi.


Yavuz bey "Abi hala haber yok ama şöyle bir şey oldu" dedi ve abisinin ona dönmesini sağladı. Aydın bey umutla kardeşine bakıp "Ne oldu? Vize falan mı verildi?" Diye sordu. Yavuz aynı üzgün bakışlarını yollayıp "Abi hayır ama galiba bizim Kaanın vizesi varmış. Hani bu arada tatile gidip duruyor ya, onunla konuştuk buraya gelmeden, olayları anlatınca 'baba benim vizemin süresi dolmadıysa gidebilirim' dedi. Ona bakıyor şimdi, inşallah dolmamıştır. Eğer öyleyse gidecek hemen Romanyaya" dedi. Aydın bey, kardeşinin söyledikleriyle birazda olsa sevinebilmişti. İçinde umut ışıkları yanmıştı.


Konuşmaları duyan Aysun hanım "Onun vizesi mi varmış?"diye sordu. Belgin hanım, onun elini tutup "Üç ay boşluklarda buraya kısa mesafe diye gidiyor ya bazen abla, geçende Bulgaristana gitmişti. İnşallah vizesi dolmamıştır da gidip bir haber edinir. Barışın haber vereceği yok baksana!" Diye Barışa sinirlendi. Aysun hanım onu onaylarken "Çocuk nefret etti bizden, aramamakta haklı" diye konuştu.


Aydın bey eşinin dediğiyle ona öfkeli bir şekilde baktı ve "Ne haklısı Aysun! Bu yaptığına hak mı veriyorsun! Kızımdan haber alamıyorum şu an! Öl-" diye bağırdı ama son cümlesini devam ettirememişti. Dili varmamıştı ama kafasında dönüp duruyordu. Aysun hanım ona bağıran eşine aynı öfkeli bakışlarla bakıp "Buna vesile olan biziz Aydın! Çocuğu suçlamayı kes ve onun neden böyle davrandığını düşün! Yarım bıraktığın cümleni de tamamlayayım! Kızının ölüp ölmediğini merak ediyorsun ya hani, heh işte böyle habersiz kalmamızdan da siz sorumlusunuz! Siz kızımı doğru düzgün koruyabilseydiniz şu an burada yanımızda olurdu." Diye bağırdı ve odasına doğru ilerledi.


Kızından yine ayrı düşmüştü ve okları tekrar eşini bulmuştu. O izin vermeseydi böyle bir durumda kalmayacaklardı diye düşünüyordu. Yatağa geçip oturduğunda elindeki telefonu açtı ve Barışı aramak istedi. Telefon çalıyordu ama açan yoktu. Sonunda o robotik sesi duyduğunda telefonu kulağından hüzünle indirdi ve belki durumlarına üzülüp ufak da olsa dönüş yapar diye mesaj atmaya karar verdi. Mesajlar kısmına girdiğinde önce buğulu görmesini sağlayan gözlerini sildi ve Oğlum lütfen bir şey söyle. Aramaları açmıyorsun ama bari yaz lütfen. Kızım iyi mi? Diye yazıp gönderdi.


Bir kaç dakika cevap gelmesini bekledi ama hiç bir cevap gelmemesiyle telefonunu hüzünle komodinin üzerine bıraktı. Az önce sildiği yüzü yine gözyaşlarıyla yıkanmaya başlarken duyduğu mesaj sesiyle hemen telefonuna uzandı. Barışın mesaj attığını görünce biraz sevinmiş olsa da okuduğu mesajla içi daha da yanmıştı. Ablasının ağlama sesini duyan Belgin hanım hızlıca odaya girdiğinde, içi çıkarcasına ağlayan ablasının yanına koşup "Abla kurban olayım sakin ol, bak bir şey olacak yine" diye onu sakinleştirmeye çalıştı.


Aydın beyde endişeyle odaya girdi ve ağlayan eşini gördü. Onun yanına doğru adımlıyordu ki Aysun hanım, telefonu ona doğru gelen eşine uzatmıştı. Belgin hanım hemen "Haber mi var?" Diye sormuştu. Aydın bey telefondaki mesajı okuduğunda sıkıntıyla nefes verip telefonu yatağa attı. Barıştan gelen mesaj sadece iki kelimeden ibaretti.


İyi değil.


&&&&


Diğer bölümde görüşmek üzere...🫶🏻🫶🏻🫶🏻


Loading...
0%