Yeni Üyelik
44.
Bölüm

24. Bölüm

@merida_xx

Hilalin uyanmasını bekleyen Barış, yatağın yanındaki koltuğa oturmuş ve kardeşini izliyordu. Ameliyatın üstünden neredeyse altı saat geçmişti ve hava artık aydınlanmaya başlamıştı. Gece kontrole gelen Ozan, Hilali makinadan çıkarmıştı. Hilal artık makine olmadan nefes alıyordu ve bu yüzden nefesleri daha sıktı.


Kirpikleri titremeye başlayan kardeşini görünce hızlıca ona yaklaştı ve saçlarını okşadı "Hilal, buradayım abicim". Hilal, gözlerini araladığında karşısında gördüğü abisiyle ağrıyan vücuduna rağmen gülümsemeye çalıştı ve "Abi" diye mırıldandı. Barış, sonunda kendine gelen kardeşiyle sevinçle gülümseyip alnına uzun bir öpücük bıraktı.


Hilal artık iyiden iyiye ayılırken ağrıları da kendini daha çok belli ediyordu. Abisine bakıp "Ölmemişim" dediğinde Barış, bu halde bile gülmeye çalışan kardeşine bakıp "Salak seni" dedi ve daha da gülümsedi. Sanki artık daha kolay nefes alıyor gibi geliyordu. Hilal, gülümsemesini acıyla kesip "Ağrım var abi, ağrı kesici veremezler mi?" Diye sorduğunda odanın kapısı açılmış ve Ozan, kontrol için odaya girmişti.


Ozan, Barışın ona bakan gülen yüzünü görünce "Demek hastamız uyandı" diyerek Hilalin görüş açısına girdi. Hilal, karşısında tanımadığı doktoru görünce kaşlarını çatsada önceliği ağrılarıydı. "Ağrım var" diye zorlanarak konuştuğunda, yanına gelmiş olan Ozan, serumun hızını yükseltmiş ve "Birazdan daha iyi hissedersin" demişti. Halil başını sallarken Ozana bakıp "Sen yeni mi atandın?" Diye sordu. Onu daha önce hastanede görmediğine emindi.


Ozan, bakışlarını Barışa çevirdiğinde Barışın gülen yüzü solmaya başlamıştı. Galiba artık başlıyorlardı. Hilal, birbiriyle bakışan ikiliye baktıktan sonra sızlayan elini hissetti ve bakışlarını onlardan çekip  eline indirdi. İndirmesiyle beraber şok olması bir olmuştu. Eli niye bu haldeydi? Elinin ağrımasına rağmen hızlıca kaldırdı ve "Bu ne?" Diye yükseldi. Yükselmesiyle birlikte de bu sefer göğsünde ki yarası sızlamıştı ama şu an ki olayı eliydi.


Barış, Hilalin kaldırdığı elini yavaşça indirmeye başlayınca Hilal elini abisinden kurtarıp "Abi bu ne!" Diye bağırmaya çalıştı. Ozan, hemen Hilali omuzlarından sabitlerken "Hilal bağırmaman lazım yaranı zedeleceksin!" Diye onu uyardı. Hilal ise onu duymazdan gelip "Elime ne oldu!" Diye bağırmaya devam ediyordu. Kalp atışları hızlanmaya başlayınca Ozan "Bu böyle olmayacak!" Dedi ve sakinleştirici almak için hızla odadan çıktı.


Barış, kolları arasında çırpınan kardeşini tutmaya çalışırken "Hilal yalvarırım sakin ol abicim!" Diyordu. Hilal ise elini gördüğü gibi ne olduğunu anlamıştı ve sadece yanıldığını duymak için çırpınıyordu. Zaten nefes alması güç olduğundan sıklaşan solukları "A-abi elim!" Diye iç çekişlerle azalmaya başlamıştı. Barış, kolları arasında kriz geçiren kardeşini tutarken onunla beraber ağlıyordu.


Hilal, Ozanın yaptığı sakinleştiriciyle beraber durulurken kalp ritimleri de düzelmeye başlamıştı. Hilali geri yatıran Barış, yavaşça geri çekildi. Ozan, ilk iş olarak Hilalin yarasına bakarken açılan yarayla "Açılmış biraz. Ben malzemeleri alıp geliyorum" dedi ve odadan çıktı. Barış, uzanmış olan kardeşinin saçlarını okşadı ve gözyaşlarıyla beraber "Özür dilerim abicim, engel olamadım" diye fısıldadı.


Barıştan aldıkları mesajdan beri gözlerine uyku girmeyen Akabeyler, Kaanın da vizesinin bitmiş olmasıyla daha da elleri kolları bağlanmış bir şekilde kalakalmıştı. Gerçeklerden bir haber Romanyaya gitmeyi düşünüyorlardı ama aslında Hilalin iki saat uzaklıkta olduğundan bir haberlerdi. Evde yine sessizlik içinde oturan Akabeyler kahvaltı bile yapmamışlardı. Alpay dünden beri kafasını kurcalayan fikri dile getirmeye karar verdi.


"Metin amcadan en azından sağlık raporlarını öğrensek? Gidemiyoruz diye böyle bilgisiz mi kalacağız?" Diye sordu. Aydın bey zaten bunları düşünmüştü ama ailesinden görünmüyorlardı. O yüzden bilgi veremezlerdi. "Kayıtlarda aileden görünmüyoruz Alpay. En iyi sen bilirsin bu durumları" diye bezgince konuştu. Demir de çöktüğü koltukta derin düşünceler içindeyken "Şu DNA zımbırtısı işe yaramaz mı?" Diye sordu.


Alpayda koltuktan hızla kalkıp "Bu işe yarayabilir! Sonuçta resmi bir belge ve babası olduğun net bir şekilde kanıtlı. Kağıt nerede? Yoksa raporu tekrar çıkartalım!" Diye konuştu. Aysun hanımda oğlunun söyledikleriyle ayaklanıp "Saklıyordum kağıdı! Hemen getireyim" diyip koşarak odalarına gitti. Faturaları biriktirdiği çekmeceyi açıp örtünün altını kaldırdı ve hala o günki gibi zarfta duran kağıdı aldı. Hızlı adımlarla salona geçtiğinde kağıdı oğluna uzattı. Alpay kağıdı aldığı gibi "Ben size haber veririm hep birlikte gitmemize gerek yok" dedi ve hızlıca Metin amcasına doğru gitmeye başladı.


Metin amcasının yanına ulaştığı gibi ona yaşanan durumları anlattı. Elinde kağıtla gitmesi işe yaramıştı çünkü birisi hesap sormaya kalksa tanıdık olduğu için değil, kanıtlı belgesiyle geldiği için rahattı. Şu an ise yazıcıdan çıkan sağlık raporunu bekliyordu. Yazıcının başında hem heyecanlı hem de hüzünlü bir şekilde bekliyordu. Metin bey, aile dostları olan Akabeylerin yaşadıkları durumla yine şaşkına uğrarken, yazıcının başında gidip gelen Alpaya bakıyordu. "Oğlum sakin ol! Çıkıyor işte!" Diye onu sakinleştirmek istedi ama Alpay daha kağıt yazıcının haznesine düşmeden kağıdı yakalamıştı.


Gözleri hızlıca yazanlarda gezinirken okuduğu rapor onda yıkıcı etkiler yarattı. "Yo yo yo hayır! Olmaz olmaz lütfen." Diyerek yavaşça yere çökmeye başladı. Metin bey, Alpaya yaklaşıp "Oğlum kötü haber mi?" Diye elindeki kağıdı okumaya başladı. Okurken de fark ettiği ayrıntıyla "Alpay, hani Romanyadaydılar? Bu rapor Türkçe oğlum." Dedi. Alpay, Metin beyin dediklerinden sonra dolmuş gözlerinindeki yaşları geri yollamış ve heyecandan atladığı hastane adına bakmıştı.


Çöktüğü yerden hızlıca kalktı ve "Mardin! Mardindeler!" Diye bağırdı. Metin amcasına teşekkür bile etmeden koşar adım karakoldan çıkmış ve arabaya atlamıştı. Hilalin yerini artık öğrendiği için mutluydu ama okuduğu rapor aklına geldikçe gözlerinin dolmasına engel olamıyordu. Aklına bunları getirmemeye çalışırken bir yandan da abisini arıyordu. Telefonu açıp "Var mı bir şey Alpay?" Diye mırıldanan abisine "Abi Hilal burada! Yani burada değil ama burada!" Diye bağırdı.


Alpayın söylediklerini ilk başta anlamayan Demir bir süre karşısındaki vazoya öylece baktı ve sonrasında da hızla ayaklanıp "Ne! Ne demek burada? Buradaysa nerede?" Diye bağırdı. Aydın bey, oğlunun sesiyle dalıp gittiği düşüncelerden çıktı. Aysun hanım zaten Alpaydan haber beklediği için tetikte bekliyordu. "Ne olmuş Demir?" Diye ayaklandığında Demir eliyle annesine bir dakika yapıp Alpayın dediklerine odaklandı. Demirin yüzünde gülümseme oluştuğunda Aydın beyde oturduğu yerden kalkmıştı.


"Tamam. Tamam çıkıyoruz hemen!" Diye telefonunu kapatan Demir, ona bakan ailesine baktı ve "Hilal, Mardindeymiş. Hemen çıkmamız lazım baba" dedi. Hızlıca kapıya doğru gittiğinde hala salonda dikilen anne babasına baktı. "Hadisenize baba!" Diye bağırınca, Aydın bey kendine gelmiş ve eşinin kolundan tutup hızlıca dışarıya çıkmışlardı. Aldığı haberi ancak anlamladıran Aysun hanım arabaya doğru koştururken "Hani yurtdışındaydı? Durumu nasılmış? Tam olarak ne olmuş?" Diye sorularını sıralamaya başlamıştı. Arabaya bindiklerinde Demir, annesine dönüp "Anne bilmiyorum. Alpay, sadece Hilalin Mardinde olduğunu söyledi" dedi ve arabayı çalıştırıp hızla yola koyuldu.


Hilal sakinleştiricinin etkisinde uyurken Barış, hava almak için bahçeye çıkmıştı. Ozanla konuşmuştu ama Hilalin tekrar aynı tepkiyi vermesinin olası olduğunu söylemişti. Barış da aynı tepkiyle karşılaşınca nasıl davranması gerektiğini düşünüp duruyordu. Bir kaç saat önce yaşanan anları hatırlayınca bedeni öfkeyle kavruluyordu zaten. Keşke daha önceden onu uzak tutabilseydi diye düşünmeden edemiyordu.


Artık Hilalin uyanacağını düşündüğü için oturduğu banktan kalktı ve girişe doğru adımladı. Cengizi dün gece gönderdiği için bugün burada tekti. İşyerinden de izin almıştı ve Hilal bu süreçte kendini toparlamazsa iznini daha da uzatacaktı. Odaya girdiğinde Hilalin hala uyuduğunu gördü ve yatağın yanındaki koltuğa geçip kardeşini izlemeye devam etti. Bir kaç dakika sonra Hilal, gözlerini yavaşça açtığında Barış ayaklanıp kardeşinin görüş açısına girdi.


"Hilal, daha iyi misin abicim?" Diye sorduğunda Hilal bakışlarını tavanda tutup yeni uyandığı için cızırtılı çıkan sesiyle ilk olarak "Abi, elim ne kadar kötü?" Diye sordu. Barış, en doğru olan şeyin direkt söylemek olduğuna kanaat getirince Hilalin alçılı elinin yanına oturdu ve alçının ucundan çıkmış parmaklarına dokundu. Hilal, abisinin yüzüne bakınca üzgün halini farketti ve gözyaşlarını akıtmaya başladı. "Çok mu kötü?" Diye sorduğunda Barış, elini kardeşinin ıslanmış yanağına götürüp gözyaşlarını sildi.


O da dolu olan gözleriyle "Bazı sinir hasarları ve kaslarında kesikler varmış abicim" dedi. Hilal burnunu çekip "Hangi sinir ve kaslar?" Diye sorduğunda "Onu bilmiyorum" yanıtını alınca başını biraz kaldırıp ayakucundaki masaya baktı ve "Şu dosyayı getirir misin abi?" Diye sordu. Barış başını olumsuz anlamda sallayıp "Hilal, bunu kendine yapma güzelim" dedi ve "Daha kötü şeyler de olabilirdi" diye ekledi.


Hilal, abisinin dedikleriyle daha çok ağlarken "Daha kötü ne olabilir ki abi!" Diye yükseldi. Barış, Hilalin yine sinir kriz geçireceğini anladığı gibi hızlıca odadan çıkmış ve hemşireye seslenmişti. Tam odaya girerken de birinin ona seslenmesiyle durmuştu ama hemen ardından da kardeşinin çığlığı kulaklarına gelmişti. Seslenen kişiyi es geçip odaya geri girdiğinde gördüğü tabloyla adeta kal gelmişti.


Hilal alçılı elini yatağın yanındaki komodine vurup duruyordu. Parmaklarının ucundan da kanlar damlamaya başlamıştı. Canı yandığı için her vurduğunda bağırıyordu ama darbelerini kesmiyordu. Barış, hızlıca ona atıldığında Hilal elini tekrar vuracakken son an da yakalamıştı. Eline daha fazla zarar vermek istemediği için dikkatle tutmaya çalışıyordu. "Hilal yapma lütfen!" Diye onu tutan abisini ittirmeye çalışırken "Daha kötüsü olsaydı keşke abi, keşke orada ölseydim de bu yaşanmamış olsaydı" diyerek ağlamaya devam etti.


Barış, kardeşine dikkatli bir şekilde sıkı sıkı sarılıp onu tutarken "Deme öyle birtanem. Bu da geçecek, bunu da atlatacağız" diyerek onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Kapının dibindeki insanların arasından sıyrılan hemşire, hemen hastanın yanına geçip akan serumuna düşük dozda da olsa sakinleştirici enjekte etmişti. Hemşire, hastayı tutan adama bakıp "Ben hemen Ozan beyi çağırıyorum" dedi ve hızlıca odadan çıktı.


Hilal, abisinin kolları arasında ağlarken onun omzunun üstünden kapıdaki ailesini gördü. Kapının girişinde donakalan Akabeyler gördükleri yüzünden hareket bile edecek durumda değillerdi. Aysun hanım eliyle ağzını kapatmış bir şekilde ağlarken kızına bakıyordu. Hilalin ağlamaları iç çekişlere dönüşürken Barış, onu kendinden uzaklatırdı ve yüzünü eliyle sildi. "Atlatıcaz güzelim, söz veriyorum bunu da atlatıcaz. Ben hep senin yanında olucam tamam mı?" Diye alnından öptüğünde Hilal yavaşça kafasını sallamıştı. Abisi yanında olduğu sürece her şeyi atlatabilirdi değil mi?


Ozan, hızlıca odaya geldiğinde hemen Hilalin eline bakmıştı. Alçı yüzünden pek bir şey belli olmuyordu bu yüzden yanındaki hemşireye "Alçı kesiciyi getirir misin?" Dedikten sonra Barışa bakıp "Sen de çık istersen Barış" demişti. Barış onu onaylamayıp "Hayır burad-" diyordu ki "Barış, çıksan iyi olur" diye konuşan Ozanla, Barış kafasını kapı tarafına çevirdiğinde dinmiş olan öfkesi tekrar alevlenmişti.


Hilal, abisinin bakışlarını farkedince "Abi" diye ona seslenmişti ama Barış, onu duymamıştı ve hızlıca kapıya ilerlemişti. Hilal, yatağından kalkmak istediğinde Ozan onu engelleyip "Sen hiç bir yere gitmiyorsun!" Dedi ve "Eline bakmamız lazım" diye ekledi. Hilal, Ozana bakıp "Bakmasan da olur. Ne de olsa bir anlam ifade etmiyor!" Diye konuştu. Ozan hüzünlü bakışlarını Hilale çevirirken "Hilal, sadece ameliyatlara giremeyeceksin. Poliklinikte görev yapmaya devam edebilirsin" dedi.


Hilal, usul usul ağlamaya devam ederken "Ben acil doktoruyum. Acile gelen bir hastaya 'kusura bakma ama ben elimi kullanamıyorum o yüzden şurada ölebilirsin' mi demem gerekiyor?" Diye sordu. Ozan, derin bir nefes verip "Fizik tedavi görürsen biraz da olsa yardımı dokunur" dediğinde Hilal "Kaç yıl sürecek?" Diye sordu ve elini işaret edip "O çiviler bile en az üç ay kalacak" dedi. Ozan, Hilalin bu dediğine bir şey söyleyemezken "Bizim işimiz umut olmak Hilal. Önce kendimize inanmalıyız ki bize inananları yüzüstü bırakmayalım. O yüzden karamsar olma" diyerek onu motive etmeye çalıştı.


Ozanın söyledikleri onu biraz rahatlatırken kulağında 'yüzüstü bırakmak' cümlesi tekrar duyulmuştu. Sonrasında ise yaşadıkları bir bir gözünün önünde canlanmaya başladığında tek bir yüz onun sinirle kasılmasını sağlamıştı. Eylül. Ona, onu Tekinçerle bırakmamasını söylemişti ama o hiç düşünmeden onu bırakıp gitmişti. Kapının oradan gelen bağırışları duyuyordu ve Ozana bakıp "Kapıdakilerden birini çağırır mısın? Abim dışında" diye ondan birini çağırmasını rica etti.


Ozan onu onaylayıp kapıya ilerlediğinde Barışın birini yumrukladığını gördü. Hastane güvenlikleri ise onları ayırmaya çalışıyordu. Kavganın yanında durmuş ağlayan kadını görünce "Hilal sizi görmek istiyor" diyerek koluna dokundu. Kadın, kızarmış gözleriyle ona baktı ve arkasındaki kavgayı bırakıp hemen odaya, kızının yanına gitti. Aysun hanım yatakta ağlayan kızını gördüğünde koşar adım yanına gitmişti. "Kızım" diyerek tam sarılacaktı ki göğsündeki sarılı bandajla sarılamadı. Elini tutmak istedi ama bu seferde alçılı elini görüp onu da yapamamıştı.


&&&&


Devamı Part 2 de geliyor🥲..


Loading...
0%