Yeni Üyelik
46.
Bölüm

25. Bölüm

@merida_xx

"Geliyor yani bugün?" Diye soran Emreyi elindeki valizi bagaja koyan Demir kafa sallayarak onayladı. Emre, karşısında sakalları iyice uzamış olan dostuna baktı. Hilali görmeye gitmelerinin üzerinden bir hafta geçmişti ve o gün bu gündür dışarı çıkmamıştı. Kafasında hala o anları yaşadığını ve kendini suçladığının farkındaydı.


"Sen niye gidiyorsun peki?" Diye sorduğunda aslında cevabı çok iyi biliyordu. Demir "Emre, hem ben kafamı daha toparlayamadım hem de Hilalin beni görüp etkilenmesini istemiyorum" dedi. Hilal bugün geliyordu ve onun karşısına çıkacak olmak onu fazlasıyla geriyordu. Hilal, onu suçlu bulmadığını söylemişti ama Demir bunu bir türlü kabullenemiyordu.


Serhatta hala üzgün olan komutanına bakıp "Komutanım, yanlış anlamazsanız savcı, Hilalin burada kalmasına nasıl sorun çıkarmadı? Yani şimdi şey, hani pek hoşlanmadığını söylediniz ya" diye merakla sordu. Barışın onlara karşı olan nefretini her hangi bir askere bile sorsan söyleyecek kadar belliydi. Demir, omuz silkip "Bilmiyorum" dedi. Arabanın şoför kısmına geldiğinde bahçeye giren Barışın arabasıyla "Aklını sikeyim senin Alpay!" Diye konuştu. Kardeşiyle konuştuğunda geç geleceklerini söylemişti ama şu an tam da karşılarındaydı.


Halil, arabadan inen Hilali görür görmez "Hilal bacım!" Diye sevinçle bağırarak ona doğru koşmaya başladı. Hilali gerçekten de çok özlemişlerdi. Hilal ona doğru koşan Halili görünce ona kocaman bir gülümseme sundu ve "Halill!" Diye o da ona doğru yürümeye başladı. Halil yaklaştığı gibi Hilale dikkatli bir şekilde sarıldı. Hilalde "Yolumu mu gözlüyordun Halill" diyerek ona aynı şekilde karşılık vermişti.


Halil ondan uzaklaştıktan sonra "Valla Hilal bacım birlikte bir elin parmağı kadar vakit geçirmedik ama gözlerim hep seni aradı" diye gülümsedi. Zayıflamış bedenini görünce buruklaşan gülüşü, elini gördüğünde tamamen yok olmuştu. Emrenin öksürük sesini duyunca yüzünü hızla toparlayan Halille, Hilal Emreye bakıp "Oo çakma abim? Sen de mi yollarımı gözlüyorsun?" Diye güldü. Emre, Hilalin gülümsemesine bakıp kollarını açtı ve "O zaman bir sarılma ver bakalım bu çakma abiye" dedi.


Hilal hemen pıtı pıtı gidip Emreye de sarıldı. O sırada da Barış bagajdan ufak valizleri çıkartmıştı. "Ben götürürüm istersen" diye duyduğu yanındaki sese döndüğünde Alpayı gördü. Şu bir haftadır sürekli onu görüp duruyordu çünkü hastanede bile dibinden ayrılmamıştı. Büyük ihtimalle Hilali tekrar götüreceğini düşünüyordu ve o yüzden peşinden ayrılmıyordu.


"Alpay, artık döndüğümüze göre bu kadar yakın olmamıza gerek yok" diye onu reddettiğinde Alpay "Barış, beyaz bayrak assak olmaz mı?" Diye sordu. İlk tepkilerinin aksine düşündükçe içten içe ona hak vermişti. Onun yerinde olsaydı aynı şeyleri yapma ihtimali yüksekti. O yüzden hastanede olduğu zamanda da uygun bir dille ondan o tepkileri için özür dilemişti. Barış tabiki de kabul etmemişti ama o sonuç olarak özrünü dilemişti.


Barış, bagajı kapatırken "O bayrakta kardeşimin kanı var Alpay. Biz o bayrağı ne kadar assakta o izleri görmekten kaçamayız. O yüzden böyle kalmak en iyisi" dedi ve Hilale doğru "Hilal hadi abicim, ilaç saatin yaklaştı" dedi. Hilal, konuştuğu Hilal timini bırakıp ona uzaktan bakan abisine baktı. Barışa bakıp "Birazdan geliyorum abi" dedi ve Demire doğru adımladı. Demir ona yaklaşan kardeşine baktığında yine aklına istemediği anlar gelmişti.


Hilal, abisine yaklaştığında "Ne bu halin, mültecilere benzemişsin" dedi ve alçılı elini kaldırıp yüzünü işaret etmişti. Demir, kardeşinin elini gördüğünde derince yutkundu ve "Nasılsın?" Diye sordu. Hilal, abisinin karşısında durduğunda gelen soruyla hafifte olsa gülen yüzü solmuştu ama yine de derin bir nefes alıp "Hatırlatılmadığı sürece daha iyiyim" demişti. Demir hemen "Özür dilerim. Amacım hatırlatmak değ-" diye panikle konuşuyordu ki Hilal onu sarılarak susturmuştu. Ne kadar onları görmek istemediğini söylemiş olsa da o da onları çok özlemişti.


Demir, ani gelen hamleyle kaskatı kesilirken Hilal "Çok boş yapıyorsun yine" dedi ve kafasını ona yasladı. Demir de kollarını yavaşça ona sararken gözleri dolmaya başlamıştı. Bir haftadır onunla konuşmamıştı ve gerçekten de özlemişti. Demir, kardeşinin saçlarını koklarken akan gözyaşlarıyla "Özür dilerim abicim" diye fısıldamıştı. Hilal de zaten ağlamaya çok müsait bir durumda olduğu için burnunu çekip "Üzgün olduğunu biliyorum abi ama sana dedim, seni suçlamıyorum. Benim için sadece vücuduma eklenen önemsiz bir izden öte değil. Sende kendini suçlama artık" diye konuştu.


Demir, bunu ne kadar istesede yapamıyordu. En azından şimdilik. Eliyle, yüzünü temizlerken göğsüne denk gelen kardeşine "Burnunu kazağıma mı siliyorsun sen?" Diye sordu. Hilal burnunu çekip ondan uzaklaştığında "Elimle silmek istedim ama alçım var. Bi kaç kere denedim olmadı, bak alçı hep burnumun kenarlarını kızarttı" diye burnunu işaret etti. Demir ise olaya farklı yaklaşıp "Çok mu ağladın?" Diye üzgünce sordu. Hilal kafasıyla onu onaylayıp "Hem de her gün. Annemle, abim peçete yetiştiremediği için ben de son çare olarak koluma silmek istediğimde kötü sonuçlandı" diye gülümsedi.


Karşısındaki abisine tekrar bakıp "Gerçekten şu sakallarını kes abi. Kaçak diye tutuklanabilirsin" dedi ve "Akşam sinek kaydı tıraşlı olsan iyi olur. Eve mülteci almıyorum" diye ekledi. Alpay, ona Demirin gideceğinden bahsetmişti. Hilal de bunu istemediği için onu akşam gelmek zorunda bırakmıştı. Yani öyle umuyordu. Abisini arkasında bırakıp eve doğru yürüyordu ki arkasından gelen "Hilal!" Sesiyle adımlarını durdurdu.


Arkasını dönüp ona seslenen Faruğa döndüğünde yüzüne yine aynı gülümsemeyi yerleştirdi. Faruk ona yaklaştığında "Faruk, selam" diye sağlam elini kaldırıp salladı. Faruk da ona gülümseyerek karşılık verdi. Hilal kafasını sallarken "Nasılsın?" Diye sordu. Aralarında yersiz olan bu gerginlik onları daha da germişti. Faruk 'eh işte' der gibi kafasını eğip "Asıl sen nasılsın?" Diye sordu. Onu camdan Demir komutanıyla sarılırken görmüştü ve konuşmak için hızlıca dışarıya çıkmıştı.


"Sana ulaşmak istedik ama.." diye sessizliğe büründüğünde Hilal, Faruğun gözlerinde ki pişmanlık ve mahcubiyeti görmüştü. Derin bir nefes alıp "Faruk, sizin haberiniz yok belki yani söyleyen olmamıştır ama ben sizi suçlamıyorum" dedi. Faruk, Hilalin dediğine hem şaşırıp hem de seviniyordu ki Hilal "Sadece Eylül. Sadece onu suçluyorum" diye ekleme yapınca hüzünlü bakışlarını ondan kaçırdı. Faruk, bu konu için ona hak verse de sözlerle bunu ifade edemiyordu. Hilal onda olan bakışlarını arkasına çevirdiğinde gözlerindeki öfkelenmeye anbean şahit olmuştu.


"Ceza almadı mı?" Diye sorduğunda Faruk, kimden bahsettiğini anlamıştı ve "Mahkemesi sürüyor, sonuca bağlanana kadar askıya alındı" yanıtını vermişti. Hilal "Kim yaptı?" Diye sorduğunda ise "Polat komutanım bildirdi" diye yanıtlamıştı. "Onun emrini yerine getirmedi ve bir sivilin yaralanmasına müsade etmesinden yargılanıyor" diye eklediğinde Hilal hızla Faruğa dönüp "Yaralanma mı?" Diye sordu. Alçılı elini kaldırıp öfkeli sesiyle "Benim hayatımı bitirmişken sadece yaralama olarak mı yargılanıyor!" Diye yükseldiğinde Faruk yine bir şey söyleyememişti.


Yanlarına gelen Gece timiyle, evlere dağılmak için bekleyen kişilerde onların yanına gelmişti. Bu kalabalığa Aydın bey ve Yavuz beyde katıldığında Hilal, oluşan kalabalığa bakıp "Niye hepiniz toplandınız?" Diye sordu. Kimisi bir kriz geçirir diye kimisi meraktan gelmişti ama Barış "Ben Eylülü döversin diye geldim" diyerek nedenini açıkça söylemişti. Hilal, abisinin dediğine gülerken "Abi güldürme beni, yaram hala sızlıyor" diye kızdı.


Hilal, Gece timine dönüp sağ baştan onlara sarıldığında Polat, kulağına doğru "Lütfen bana daha iyi olduğunu söyle" diye fısıldamıştı. Hilal hastanedeyken aklında Mardine gitmek vardı ama Eylülün mahkemesi yüzünden bir türlü fırsat bulamamıştı. O yüzden sadece Alpaydan bilgi alabiliyordu ki o da 'iyi değil' diyip duruyordu. Hilal de Polatın kulağına "Bok gibiyim ama bir şekilde dayanıyorum" diye fısıldayıp ondan uzaklaştı.


Eylül hariç herkese sarıldığında Eylülün üzgün yüzüne bakıp "Sen niye geldin?" Diye sordu. Alpay, hoş şeyler olmayacağını hissedip ikizinin yanına ilerleyip "Hava soğuk sanki içeri mi girsek?" Diye sorduğunda Hilal ona bakıp "Sarf edeceği boş cümleleri bi dinleyeyim de sonra gireriz" dediğinde Alpay sakince geri çekilmişti. Eylül, Hilalin alçılı elini gördüğünde derince yutkundu ve ne söylemesi gerektiğini düşünmeye başlamıştı.


Hilal, karşısında sus pus olan Eylüle bakmayı sürdürürken "Ee Eylül? Ne diyeceğini bulamamış gibisin" diye konuştu ve "İstersen ben başlıyım" diye ekledi. Hilal derince bir nefes çekerken çoğu kişi ona endişeyle bakıyordu ama bir tek Barışın yüzünde gülümseme vardı. Kardeşini biliyordu ve kesinlikle şu an Eylülü yerden yere vuracağına emindi.


Hilal, Eylüle öfkeyle bakıp "Şimdi öncelikle bir şey sormak istiyorum. Rahat uyuyabiliyor musun?" Diye sordu ve Eylülün çökmüş göz altlarını görünce gülümsedi. Onun cevap vermesini beklemeden "Güzell, uyuyamıyorsun. Demek ki ahım tutmuş. Şimdi siz ne diyor bu kız diyeceksiniz, hemen anlatayım" dedi ve üstündeki gözlere bakıp "Eylül, yani beni korumaktan sorumlu olan askerimiz beni bırakmaması gereken bir şerefsizle bıraktığında ona 'vicdanının onu bir dakika bile uyutmamasını' söylemiştim." dedi.


Aysun hanım ve Barış öğrendiği yeni gerçekle dumura uğrarken ikisi de "Ne!" Diye bir tepki vermişti. Hilal onlara bakmayıp direkt babasına döndüğünde "Görev hakkında bir şey söylemedim. Sadece ufak bir ayrıntı verdim" diye ellerini yukarı kaldırıp omuz silkti. Eylül "Hilal ben-" diye söze başladığında Hilal, onun sesine de dayanamayıp alev saçan gözleriyle "Sakın bana bilmiyordum deme!" Diye bağırdı. Eylül gelen bağırışla buna zaten hazırlıklı olduğu için gözlerini kapatmış ve Hilalin sakinleşmesini beklemişti ama Hilal susmamıştı "Sana dedim ki, ben hain falan değilim! Sana oyun oynuyor beni onunla bırakma dedim! Ama sen arkana bile bakmadan beni orada onunla bıraktın!" Diye bağırmıştı.


Eylül "Hilal anlıyorum a-" diye konuşmaya çalıştığında Hilal "Neyi anlıyorsun lan sen! Ha! Neyi anlıyorsun! Beni anlayabilmen için silah tuttuğun o elini bir daha kullanamaman lazım! Karşıma geçip seni anlıyorum gibi saçma şeyler zırvalama bana!" Diye bağırdı ve Eylülün üstüne doğru yürüdü. Demir ve Emre hemen Hilali tutarken Hilal alçılı elini kaldırıp "Bu halimin tek sorumlusu sensin! Kurtaramayacağım o canların da vebali senin boynuna olacak!" Diye tekrar bağırdı. İçinde ki öfke dinmek yerine daha da artıyordu sanki.


Eylül dolan gözleriyle "Özür di-" diye konuşacaktı ki Hilal onu tekrar kesip "Özrünü falan kabul etmiyorum. Duydun mu beni! Beni hain olarak görüp orada bıraktın, bu hale gelmemi sağladın ya hani. O zaman için yanlış olan şeyi şimdi doğru kılmak için uğraşacağım Eylül! Sana sözüm olsun! Sakın bana güvenmeye çalışma çünkü bana ufacıkta olsa güvendiğini hissettiğim an hiç düşünmeden seni arkandan vuracağım! Her söylediğin kelimeyi sana karşı silah olarak kullanmaktan bir an bile çekinmeyeceğim! O yüzden sakın beni gözündeki o hain profilinden çıkartayım deme! Bundan sonra benden sana ancak düşman olur!" Diye gözyaşları eşliğinde bağırdı.


Aydın bey, karşısında öfkesini kusan kızına baktı ve burada kaldığı sürece kötü olacağını düşünüp Barışa döndü ve "Burada kalmasa daha iyi olur" dedi. Hilal, babasının dediğini duyup bu sefer hızlıca ona döndü ve "Hayır! Ben buraya sırf bu yüzden geldim! Beni her gün görecek ve bana yaptığı şey ile yüzleşecek!" Diye yükseldi. Barış, girdiği şoktan çıkarken hızlıca Hilalin sağlam olan kolundan tutup onu Eylülden uzaklaştırdı. Hilal, bir çare arkasını dönmeye çalışıp "Buna alışsan iyi edersin Eylül! Seni gördüğüm yerde nefretimle yüzleşeceksin! Malum artık doktorlukta yapamıyorum senden başka işim yok!" Diye alçılı elini gösterip son kez bağırdı.


&&&&


Devamı Part 2….


Loading...
0%