Yeni Üyelik
59.
Bölüm

30. Bölüm

@merida_xx

Sıradaki hastamı beklerken masamdaki saate baktım. Akşam altıya geliyordu ve mesai saatimi aşalı iki saat olmuştu. Çalışmayı izlediğim için bu süre aşımı gözüme batmadı. Kapı açılıp içeriye giren hastamla bakıştığımda tanıdık yüzle gülümsedim. Bu hasta, gittiğiniz köyde ki Şirinin annesiydi. Kadının arkasından çıkan Şirinde solgun bir yüzle bana gülümsedi. "Şirin, tatlım neyin var?" Diye ayaklandığımda, annesi kapıyı kapatmıştı. Şirin burnunu çekip "Doktor abla niye bize bakmaya gelmiyorsun artık. Bak hasta oldum ben" diye kısılmış sesiyle tripli tripli konuştu.


Şirinin dediklerinden sonra içim burkulurken "Bende hasta oldum Şirin. Bak elime" diye hala alçıda olan elimi gösterdiğimde gözlerini kocaman açıp "Aaa, geçmiş olsun doktor abla" dedi ve sonra kıkırdayıp "Ama sen doktorsun ki kendini iyi edemedin mi?" diyerek güldü. Bende ona gülümsedim ve sedyenin altındaki basamağı ayağımla çıkartıp "Çık bakalım sedyeye, kendini iyi edemeyen doktor seni iyi etsinde gör gününü" dedim. Şirin, annesinin yanından ayrılıp basamağa çıktı ve sedyeye oturduğunda havada kalan ayaklarını sallamaya başladı.


Kafamı annesine çevirip "Nesi var?" Diye sordum. Kadın çantasını sandalyeye bırakıp bize yaklaştı ve "Vallah bilmem. Evvelki akşamdan beri hep öksürür, ateşi de çıktı ama yıkayınca geçti hemen" dediğinde masamdaki eldivenlerden birini giydim ve bir abeslang açıp Şirine "Şimdi kocaman aç bakalım ağzını" dedim. Şirin dediklerimi yaparken bende muayenemi gerçekleştirdim. İşim bitince zaten bitmiş olan mesaimle birlikte bende Şirin ve annesiyle beraber odadan çıktım.


Kapının önünde içeri girmeye hazır olan Melek beni görünce "Hocam çıkıyor muyuz?" Diye sordu. Melek, artık yanımda çalışan asistanımdı. Yani hastanede olduğum sürece kolum kanadım Melek diyebilirdim. Kendisi yeni atanan tatlış bir sekreterdi ve şu geçirdiğimiz iki günde benim her halime katlandığı için onu sevmiştim. Meleği onaylayıp "Evet, sende eve geçebilirsin Melek. Yarın da dokuz gibi gelirsin bugün seni de oldukça tuttum" dediğimde biraz utanıp "Yok hocam olur mu öyle şey. Sizinle beraber çalışmak beni mutlu ediyor" diyerek gülümsedi.


Yanakları pembeleşen Meleğe "Bunu bir ay sonra tekrar söyle lütfen Melek" diye güldüğümde yanımızdaki Şirin ve annesi de gülmüştü. Meleği evine gönderdikten sonra Şirine dönüp "Gel bakalım küçük hanım, testlerimizi yapalım" diyerek Ferdinin olduğu kısmı gösterdim. Acilin köşesindeki bankoda oturmuş gelen hastaların kağıtlarına bakıyordu. İki gün önce hastaneye gelmiştim ve kesinlikle herkesi çok özlediğimi fark ettim. Onları bu kadar sevdiğim konusu beni şaşırtmıştı ama olsundu. Hatta en çokta hastanenin kokusunu özlemiştim ve bunun oldukça garip olduğunu biliyorum.


Hastaneye geldiğim zaman Canan, Atakan ve İpek beni sevinçle karşılamıştı ve o gün edindiğim bilgilere göre Atakan, İpekle berabermiş. Demek ki Atakan sonunda aklını kullanmaya karar vermişti. Haluk ve Serap ise küçük kutlamamıza sonradan gelmişti, beni gördüklerinde de son derece duygusal bir karşılama yapmışlardı. Serap biraz duygusal bir kız olduğu için neredeyse ağlayacak konuma gelmişti. Tabii şu an karşımda kağıtlarla oynayan Ferdi hariç! Ferdi beyimiz beni gördüğü gibi 'Hocam ben sizi ziyarete gelirdim keşke hiç gelmeseydiniz' diyerek hastaneye olan sevgisini tekrar dile getirmişti. Bende Hilalsem sana burayı sevdireceğim Ferdi, bekle de gör!


Ferdi, karşısında dikilen beni görünce yanımdakilere bakıp bana kınayıcı bakışlar attı ve "Bir kere de baklava falan alıp gelsen olmaz mı Hilal hocam?" Diye sorduğunda ben bir şey demeden Şirin "Doktor abi sen niye hep mutsuzsun? Yoksa beni şekerin mutlu ettiği gibi seni de baklava mı mutlu ediyor?" Diye sordu. Çocuk aklıyla düşündüğü şey beni güldürürken Şirine bakıp "Öncelikle bu abi doktor değil tatlım, sadece henüz burayı çok sevmeyen birisi ama elbet sevecek" diye Ferdiye sataştım. Ferdi, oturduğu yerden kalkıp "Şirin, emin ol beni mutlu eden tek şey şu an senin bu tatlı halin" dedi ve bana dediklerim yüzünden tripli tripli bakıp "Ne olacaktı bu küçük hastama?" Diye sordu. Ona güldüm ve "Birazcık kan vermesi gerekiyor sonra da küçük bir serum" dedim.


Şirin kafasını kaldırıp bana baktığında "Ama ben iğne sevmiyorum doktor abla. O hep acıtıyor. Şerbet yok mu?" Diye sordu. Şerbet mi? Şerbet ne be? Annesi bana bakıp "Şurip diyor yane" diye açıkladığında gülümseyip Şirini sırtından destekleyip boş olan sedyeye ilerlettim. Basamak olmadığı için bu sefer annesinin yardımıyla sedyeye çıktığında "Şerbeti neyin olduğunu öğrendikten sonra veririm Şirincim, şimdi maalesef iğne yapmak zorundayız" dedim. Ferdi, elinde kan tüpleriyle yanımıza geldiğinde gelecek ağlama krizine kendime hazırladım. Çalıştığım süre boyunca iğne olan ve ağlamayan bir çocuk bile görmemiştim. Hatta bazıları iğneyi gördüğü gibi ağlamaya başlıyordu.


Hastanede işimi bitirince saat yediye geliyordu ve Alpay beni almak için geliyordu. Malum araba kullanamadığım için sabah ve akşam beni bırakıp alıyordu. Hiç sorun oluyormuş gibi de değildi o yüzden bende taksi diye tutturmuyordum. Dışarı çıktığımda önce ciğerlerime temiz hava doldurdum ve sonrasında bana doğru koşturarak gelen Cananı gördüm. Kolundaki çantasında bir şeyler arayor ve aynı zamanda koşturuyordu. Umarım yere kapaklanmazdı. Yanıma geldiğimde karşımda durdu ve çantasının bir sapını bana uzattı. Sapı tuttuğumda aradığı her ne ise daha kolay aramaya başladı.


Bana kısa bir bakış atıp "Hilal, nasılsın? Nasıl gidiyor?" Diye sordu ve çantasından çıkardığı kalemi dudaklarının arasına sıkıştırdı. Aradığı şey bu değildi her halde çünkü hala bir şeyler aramaya devam etti. Allah aşkına ne arıyor bu? Onu izlerken "Ben iyiyim de sen ne arıyorsun kaç saattir ya?" Diye sordum. "Hehh! Şükür!" Diye bağırıp elini çantadan çıkarttığında küçük bir ruj tuttuğunu farkettim. O kadar arayış bu ruj için miydi yani!? Artık ona nasıl bakıyorsam, bana baktığı gibi gülmeye başlamıştı. Çantasını koluna takıp telefonunu yüzüne hizalarken "Safanın akrabaları gelecekmiş Hilal bakma şöyle" dedi ve rujunu sürmeye başladı. 


"Canan, hastanede olduğunun farkındasın dimi?" Diye sorduğumda dudaklarını emip rujunu iyice yaydı ve saçını savurup "Buraya geleceklermişler, öyle bir görürler dedi Safa. Yanıma gelmezmişler ama sonuçta görecekler güzel olmam lazım dimi ama" dedi. Allahım sen beni kimlerle sınıyorsun acaba. Böyle saçma bir şey mi olur yani. Yine de Canana bu konuyla ilgili bir şey söylemeyip "O zaman size iyi tanışmalar canım, ben artık eve gidiyorum" dedim ve hastaneye giren Alpayın arabasını gördüm. Cananla sarılıp vedalaştıktan sonra önümde duran arabaya bindim.


Alpay, arabaya bindiğimde "Kızım sen hiç yorulmuyor musun? Ne bu bakışlar" diye güldü. Zoraki bir gülüş takındığını fark ettiğim de "Yorulmuyorum ki Alpay. Geçenki işime kıyasla bu çok basit kalıyor da senin neyin var asıl?" Diye sordum. Klimayı kapatıp camı biraz açtıktan sonra "Çok mu belli ettim?" Diye sordu. Sesi bile değişmişti resmen şaka falan mı yapıyordu. "Tabiki de belli. Kötü bir şey mi oldu Alpay?" Diye sordum. Bakışlarını yoldan ayırmadan kafasını salladığında "Şehidimiz var Hilal. O yüzden kafam pek yerinde değil" dedi.


Bu cümle içinizde ne kadar etki yaratabilirse bende de öyle bir etki yaratmıştı. Bizim için yine canını feda eden bir askerimiz vardı, ne hissedilirdi ki. İçeri dolan serin havayı soluduktan sonra "Allah rahmet eylesin, kim peki?" Diye sordum. Kısa süreli bana baktıktan sonra "Bizim test sonuçları daha açıklanmadan önce bana revirde yardım etmiştin hatırlıyor musun?" Diye sordu ve ben onay verdikten sonra "Hani birine göğüs tüpü takmıştın" dedi. O anları hatırladıktan sonra aklıma gelen sima ve isimle "Yiğit mi?" Dediğimde kafasını ağır ağır sallayıp beni onayladı.


Diyecek bir şeyim olmadığı için sıkkın bir şekilde arkama yaslandım. Aklıma onu bahçede koşarken gördüğüm anlar gelmişti ve hemen o anları def etmiştim. Benim bile içim kötü olmuşken ailesinin neler hissedebileceğini tahmin bile edemezdim. Askeriyeye yaklaşırken "Ailesi burada mıydı?" Diye sordum. Alpay "Ailesi yok. Yıllar önce vefat etmişler sonra Yiğitte kendini vatana adamış" dediğinde daha ne kadar kötü hissedebileceğimi bilmiyordum. "Tören yapılacak ama dimi?" Diye sordum ve sesimin çoktan kısıldığını anladım. Dokunsalar ağlayacak kıvama gelmiştim bile. Alpay "Tabiki olacak, ayarlıyorlardı en son. Yarın öğlen defnedilecek" dedi.


Alpayı mırıldanarak onayladıktan sonra askeriyeye girmiş olduk. Arabayı park ettikten sonra ışıkların aydınlattığı kadar bahçeye baktım. Görünürde kimse yoktu ve açık hava olmasına rağmen büyük bir kasvet hakimdi. "Annem yemeğe çağırmıştı istiyorsan gidelim mi?" Diye gelen soruyla Alpaya döndüm. "Olur gidelim" diyerek onu onayladıktan sonra birlikte lojmanlara doğru adımladık. "Babam gelmiş bu arada" diye konuşan Alpaya baktım. "Beyefendi sonunda geldi desene" diye nefes verdiğimde "Aranızdaki ilişkiye karışmıyorum" diyerek ellerini havaya kaldırdı.


Neredeyse dört gündür benimle her hangi bir iletişime geçmemişti ve anneme sorduğumda bana sadece bir yere gittiğini söylemişti. Büyük ihtimalle bağlarımızı kopartmaya niyetlenmişti. Ee olurdu ne diyeyim, böyle çocuk gibi davranacağımıza bitsindi. Böylelikle üzüleceğim kişiler arasından birini eksiltmiş olurdum. Demire gelirsek de şu aralar bana karşı daha atılgandı, Polatla olan ilişkimi bildiğini biliyordum ve açıkcası bir sorun çıkartıp aramızdaki bağları silip atacağını düşünmüştüm. Ama hiçte öyle olmamıştı. Hatta arada Polatla konuşurken denk geliyorduk ve yanımızdan mırın mırın homurdanarak geçip gitmekten başka bir şey yapmıyordu.


Binaya girecekken aklıma son anda Seda geldi ve "Sedaya haber verdin mi Alpay?" Diye sordum. Alpay "O zaten bizdeydi bugün, düğün için annem ve babaannemle konuşuyordu" dedi. Ha bir de babaannem vardı tabi. Geleli dört gün falan olmalıydı ama aylarca buradaymış gibi bir his veriyordu. Ayrıca sevip sevmeme konusunda çok git gel yapmamı sağlıyordu ama sanırım benim gibi olan o deli halleri onu sevmemi sağlıyordu. Seda da bize iyice alışmış ve o da bizim deli hallerimize ayak uydurmuştu. Yakup, kendileri için lojmanda bir ev ayarlamıştı ve hastaneye başlamadan önce birlikte ince bir temizlik yapıp evi tertemiz yapmıştık. Şu bir kaç gündür de evi düzüyorlardı.


Bir ay sonraya nikah günü almışlardı ve hem ev hem de düğün derken ağzına ediliyordu. Bence evlenmek için çok acele ediyorlardı ama babasının her an bir problem çıkartma olasılığı olduğundan bir şey dememiştim. Alpay kapıyı çaldığında bizi annem gülen yüzüyle karşılamıştı. İçeri girdiğimde bana sıkı sıkı sarılıp öptükten sonra "Hoşgeldin kızım. Geç hadi acıkmışsınızdır" dedi. Bende anneme gülümseyip salona geçtiğimde koltukta oturan babaannemi gördüm. Kıstığı bakışlarla izlediği televizyonun sesi bangır bangırdı ama asla rahatsızlık duymuyor gibiydi. Umarım bu kadar yaşlanmadan diğer tarafa giderdim, çünkü çevremde olacak kişilere şimdiden üzülüyordum.


Alpay babaannemin yanına gidip yanağını kocaman öptüğünde babaannem televizyona daldığı için korkup "Oy bismillah! Aklumi aldun uşak!" Diye koluyla onu ittirdi. Beni görünce de "Hoşceldun çırpi bacak" diye gülümsedi. Bacaklarıma iyice takmıştı! Adımla seslenmek bir yere dursun çırpı bacak, çarpık bacak diye seslenip beni delirtiyordu. Halbuki bacaklarım gayette sütun gibiydi! Yanına adımlayıp "Hoşbuldum. Sen hep böyle oturacak mısın Hanife hanım? Seni alacak koca bize bakıpta seni istemese bari, yazık adama" diyerek oturdum. Evet bende ona bana söylediği şeyleri çevirip çevirip söylüyordum. Alpay bize güldüğünde babaannem bana kötü kötü baktı ve "Seni alacak olan uşağa çok üzuldum. Hele bir göreyim de diyecem 'alma bunu, ha bundan karı marı olmaz' diye" dediğinde kafamı Alpayın dizine koyup ayaklarımı koltuğun kolundan sallandırdım.


Polat konusunu bilmiyordu ve henüz ona söylemek istemiyordum. Çünkü niyeyse evlen evlen diye baskılayacak biri olduğunu düşünüyordum ve bu yüzden ne kadar geç o kadar iyidir. Kafamı çevirip ona baktım ve "Sen daha çok beklersin, adamı senin karşına çıkartmayacağım" dedim. Bana 'hıh' layıp tekrar televizyona odaklandı. Bende kafamı rahat bir konuma getirdim ve mutfaktan gelen Sedayla anneme baktım. Kalkıp yardım etsem iyi olabilirdi ama hiç mi hiç istemiyordum. Evin kızı Seda olabilirdi, maşallahı vardı zaten. Kız her şeyi gocunmadan yaparım ederim diyordu. Yakup turnayı gözünden vurmuştu, acaba haberi var mıydı?


Onlara gülümseyip "Hoşbuldum, napıyorsunuz bakalım?" Diye sordum. Annem de bana gülümseyip "Evdeydik kızım düğün müğün derken vakit öldürdük." Dedi. Seda da "Aynıydı yani, sen nasılsın yoruldun mu?" Diye sordu. Kıçımı koltuğa dayayıp onlardan tarafa döndüm, Alpayda elini omzuma koyup masaj yapmaya başladı. Bu çocuğu gitgide sevmeye başlamıştım hadi hayırlısı. "Bende aynı sayılır. Yorulmalık bir durumum olmadı diyebilirim" dedim ve bangır bangır olan televizyonu kısmak adına orta sehpadaki kumandaya uzandım. Ama sadece uzanabildim çünkü elimi havada yakalayan babaannem "De get! Yürü git babana bak, kaç saattir giyunemedi gitti" diye beni savuşturdu.


Babam evde miymiş? Göremeyince yok sanmıştım. Anneme bakıp "Babam evde mi?" Diye sordum. Beni başını sallayarak onayladı ve "Üstünü değiştiriyordu ama oldu baya" diye düşünceli bir şekilde odalarının o kısma baktı. Gitsem mi gitmesem mi diye kendimle çelişmeye başladığımda kafamı Alpayın dizinden kaldırdım ve ayaklandım. Bakalım arayıp sormamasının nedeni neydi beyefendinin. Kapıya ulaştığımda kapıyı tıklattım ama bir ses gelmemişti. Müsait olmasa gelme falan derdi bence. Kapıyı yavaşça açtığımda yatakta sırtı bana dönük bir şekilde oturan babamı gördüm. Elleri önünde bir şey tutuyor ve kafası hafif eğik duruyordu.


Boğazımı temizleyip içeri girdiğimde hızlıca bana dönüp elindekini komodine attı ve ayaklandı. Gördüğüm kırmızıya çalan gözlerle kaşlarımı çattım. Nedenini öğrenmek için fırlattığı şeyi görmek adına komodine baktığımda önüne geçerek buna engel oldu. O da boğazını temizleyip bana yaklaştı ve beklemediğim bir şey yapıp bana sıkıca sarıldı. Bu bedenime kal getirirken ne yapacağımı bilemedim. İki ya da üçüncü sarılmamızı gerçekleştiriyor olmalıydık ama sanki ilkmiş gibi hissettirmişti.


Benim tepkisizliğime karşılık beni daha da sararken biraz kendime gelip bende ona sarıldım. Hala alışılmadık şekilde güvende hissettiriyordu ama bu beni sinir de ediyordu. Başımdaki eli beni göğsüne hafifçe bastırırken saçlarımı yavaş ama sık öpücükler bırakıyordu. Bünyem ondan gelen bu sevgi diline alışık olmadığı için şaşkınlık beni ele geçirdi. Bu sevgi selinin nedenini düşünürken "Hiç aramadın?" Diye mırıldandım. Yani sen arama sorma ama görünce sarıl! Ne düşüneceğimi şaşırtıyordu.


Benden uzaklaşmadan hatta istifini bile bozmadan "Görevdeydim" dedi. Görev mi? Albaylar göreve gidiyorlar mıydı? Kendimi ondan biraz geri çekip "Sen göreve gidiyor musun ki?" Diye sordum. Beni tekrar göğsüne çektiğinde cevapsız bıraktığını düşünmüştüm ama "Bazen çıkıyoruz" diyerek kısa bir yanıt verdi. Görevdeyse beni aramamasını anlayabilirdim. Ama çıkmadan önce haber verebilirdi sanki. Kafamda ona kızıp kızmamak arasında gelirken "Kafamı karıştırıyorsun" diye çıkıştım. Çıkışımla bu sefer beni kendinden uzaklaştıran o olmuştu.


Bakışlarımı gözlerine çıkardığımda "Ne düşüneceğimi şaşırdım sayende. Tam diyorum tamam artık aramızdaki şey bitti ama sonra ufak bir şey yapıp sana hak vermemi sağlıyorsun. Gördüğün eğitimden dolayı beni manipüle ettiğini bile düşünmüyor değilim. Sayende delirmeye adım adım ilerliyorum" dedim. Dediklerimi dinlerken yüzümü tarayan bakışlarında yakaladığım hüzünle kaşlarım çatıldı. Gerçekleri söylediğim için üzüldüyse kusura bakmasındı! "Bana böyle üzgün üzgün bakma baba. Dediklerim için pişman değilim, dengesiz olan sizsiniz ama deliren benim" diye çıkıştım.


Aynı bakışlarını atmayı sürdürmeye devam ederken beni omuzlarımdan tutup yatağanın ucuna oturttu ve kendiside yanıma oturdu. Her halde bir şey diyecekti o yüzden bakışlarımı ondan çekmedim ve bekledim. Elime uzanıp tuttuğunda "Öğret bana Hilal. Baban olmayı öğret bana. Ben senin baban olmayı bilmiyorum kızım. O yüzden bana tekrar baban olmayı öğret" diye konuştu. 


Tamamm. Öncelikle bu konuşmayı da beklemediğimi söylemek istiyorum. Ben kavgaya başlarız diye planlamıştım. Bakışlarımı ondan çekip yerdeki halının desenini izlemeye başladım. Söylediklerini de kendimce düşünmeye başladım. Birisine baba olmayı nasıl öğretebilirdim ki? Babalar babadır işte! "Yani sende baban olmamı istersen tabi. Seni zorlamak istemem ama ben bunu çok istiyorum" diye tekrar konuşunca bakışlarımı yerden kaldırdım. Boynumu biraz eğip "Ben bilmiyorum ki" dedim ve "Ben daha birisinin kızı olmayı bilmiyorken sana baba olmayı öğretemem ki" diye konuştum.


Öyleydi. Bu zamana kadar hiç bunun kızıyım dememiştim. Kimim, kimlerdenim sorusu benim için net bir cevaptı. Hilal Karay. Ne Muhammet ve Hayriyenin kızı ne de Aydın ve Aysunun kızı. Sadece Hilaldim. Manevi anne babam beni ellerinden geldiği kadar iyi büyütüp çok güzel ilgilenmişlerdi onu asla yalanlayamam. Hatta kızları gibi sevdiklerine kalıbımı basardım ama bu bende hiç bir zaman aitlik hissi oluşturmamıştı. Benimki sadece minnet gibi bir şeydi. Kafamda olması gereken aile profilini onlar sayesinde şekillenmişti ve onları o şekilde kabul etmiştim. Gerçek bir baba kız ilişkisinden haberim bile yoktu yani.


Diyecek bir şey bulamamış halini görünce "O zaman sende bana kızın olmayı öğretirsin? İki cahil bir şekilde bir yolunu buluruz" Dedim. Gülümseyerek beni onayladığında "Ula giden niye gelmeyi bu evde! Hanisinuz?" Diye bağıran babaannem duyuldu. Sese gözlerimi devirirken babam "Anlaşamıyorsunuz sanırım?" Diye sordu. Ayağa kalkıp "Pek sayılmaz. Sadece ikimizde dediğim dediğiz ve atışıp duruyoruz. Sevmemek falan değil ama" diye açıklama yaptım. O da ayaklanıp kolunu omzuma attı ve "Rahatsız olduğunda söylemekten sakın çekinme" dediğinde bizim dersler başlamış oldu.


&&&&


Devamı Part 2 de…


Loading...
0%