Yeni Üyelik
60.
Bölüm

30. Bölüm (Part 2)

@merida_xx

Mutfağa geçip masaya oturduğumuzda, bari bir iş yapmış olayım diye ekmek sepetini herkese uzattım. Yemekte en sevdiğim çorba vardı ve şu an benden mutlusu olamazdı. Yayla çorbası! Dünyanın en iyi çorbası olur kendileri. Çorbayı yavaşça yudumlarken o mükemmel tat damağımda yayıldı ve anneme "Eline sağlık anne" demeyi ihmal etmedim. Sol elimi de kullanmaya artık iyice alışmıştım. Solak olmama ramak kalmıştı. Masanın üstüne koyduğum telefonum çalmaya başlayınca sadece benim değil, herkesin bakışları telefonumu bulmuştu. Yazan 'Talha' ismiyle sakince telefonu açtım ve "Alo?" dedim. Babam bakışlarını saklama gereği duymadan dimdik bir şekilde kulağımdaki telefona bakıyordu.


Telefonu kulağımdan biraz uzaklaştırıp "Ders bir, kızı telefonuyla konuşurken babası böyle sert sert bakmaz" diye fısıldadığımda önce derin bir nefes aldı ve sonrasında elini yanağına koyup öyle bakmaya başladı. "Ders iki, kızı telefonla konuşurken babası yumuşak bakışlar eşliğinde gayette bakabilir" dedi ama az önceki halinden tek farkı elinin yanağında olmasıydı. Bakışları ise kesinlikle yumuşak değildi! Sanırım elinden gelen bu kadardı. Gelen kıkırtıya döndüğümde Alpayın, ağzına ekmek tıkıştırıp kendini kamufle etmeye çalıştığını gördüm. Elimdeki telefondan ses gelmeye başlayınca masayı boşverip Talhaya odaklandım.


"Geliyor musun?" Dediği kısmı duyabildiğim için "Talha başını kaçırdım, nereye geliyor muyum?" Diye sordum. Telefondaki gülüş sesinden sonra "Şu tezimi bitirdim diyorum kontrol edelim eğer müsaitsen, aşağıdayım geliyor musun?" Diye tekrar sordu. Geçirdiğimiz şu dört günde tezine yardım ediyordum ki bu konuda tek değildim, Alpayda bize yardımcı oluyordu. Önümdeki çorbama melül melül bakarken babamdan "Çağır gelsin" lafını duyunca ona baktım. Kim gelsin? Annemde "Buradaysa çağır kızım" diyerek babama destek çıkınca onlara kısa bir bakış atıp "Talha annemlere gelsene, acelen yoksa tabii" dedim. Talha bir kaç saniye sessizlikten sonra "Ben mi?" Diye sordu. Şaşkınlığına takılmayıp "Açıyorum kapıyı hadi gel" dedim ve ayaklanıp kapıya gittim.


Kapıda Talhanın gelmesini beklerken içeriden gelen konuşmaları duymamazlıktan gelmeyi seçip Polata mesaj attım. Acaba nasıl hissediyordu? Bendeki de soru, elbette kötü hissediyor olmalıydı ve şu yemek işinden sonra onu görsem iyi olurdu. Attığım mesaja yanıt gelmezken asansörün kapısı açılmış ve Talha görünmüştü. Bana yaklaşırken şaşkınca "Hilal ben niye buraya geldim?" Diye sordu. Haklı tabi çocuk, aniden çağırmış oldum. Ona yol verip içeri alırken "Babam gelsin dedi, nedenini ben de bilmiyorum" diyerek omuz silktim. Elindeki dosyayı bana uzattı ve paltosunu çıkartıp "Annenin dediği gibi topuklarıma mı sıkacak acaba?" Diye sordu. Topuklarına sıkmak mı?


Yaşanan olayları yine bir yerde kaçırmış olmalıydım. Dosyayı ayakkabılığın üstüne bırakıp "Sanmıyorum. Yani silahı odada falandır, sıkamaz." dedim ve mutfağa adımladım. Mutfağa girdiğimde masada boş bir yer açıldığını farkettim. Talha arkamdan "İyi akşamlar" diye mutfağa girdiğinde bakışlar ona dönmüştü. Annem güler yüzle boş sandalyeyi işaret etti ve "Gel Talhacım otur" diyerek onu davet etti. Talha bana neler dönüyor adlı bakışlarını yollayıp sandalyeye geçti. Babaannem hiç dışarıdan nasıl görünür diye düşünmeyip masada öne doğru eğildi ve kıstığı gözleriyle Talhayı süzmeye başladı.


"Ha bu uşak mi damat?" Diye sorduğunda ise annem hemen "Anne!" Diye uyarmıştı ama babaannem onu takmayıp Talhaya doğru "Uşağım bana bak hele" dedi ve ona bakan Talhaya "Ha bundan karı marı olmaz aklinda kalsun" diye konuştu. Talhanın şaşkın bakışları babaannemden bana döndüğünde bezgince kafamı salladım. O da böyle bir kadındı ne yapayım. Annem "Anne, yalan yanlış konuşmasana a aa" diye gülümsedi. Kızına kötü bir imaj gelmesin diye adeta çırpınıyordu kadın. Talha anneme dönüp "Aysun hanım, ben Hilali tanıyorum zaten sorun yok" diye kibarca konuştu. Kibarlığından da bir şey kaybetmemişti anlaşılan.


Babam suyunu içtiği bardağı masaya biraz sertçe bırakınca ona baktım. Ders üçe geçmemiz gerekiyor sanırım! Ben bir şey demeden annem boğazını temizleyip gerekli mesajı yollamıştı. Babam yerinde biraz kıpırdanıp "Kaç yaşındasın?" Diye sordu. Sorunun muhattabı belli olduğu için Talha hemen "Yirmi sekiz" diye cevap verdi. Babamın bakışları Talhanın üstündeyken Talhada ona bakmaya başladı.


"Askerliğini yaptın mı?"


"Evet yaptım"


"Kaç ay?"


"Altı"


"Nerede?"


"Karabük"


"Doktor musun?"


"Evet"


"Ne doktoru?"


"Beyin"


"Nerelesin?"


"İzmit"


"Ula ne edeysun! Kafam döndi bi sağa bir uşağa bakmaktan!" Diye çıkışan babaannem bizimde ikisi arasında mekik dokuyan kafalarımızı durdurmuştu. Sinirle babama dönüp "Ne yapıyorsun baba? Çocuğu sorguya mı çekiyorsun?" Diye çıkıştım. Babam bana dönüp "Öyle bir şey yapmıyorum. Sadece arkadaşını tanımaya çalışıyorum" diye sakince konuştu. Talha öne atılıp "Hilal benlik sıkıntı yok. Hem bende ailenle tanışmak istiyorum" dedi ve babama bakıp "Aklınıza takılan başka şeyler var mı? Yoksa eğer bende sizi tanımak isterim" diye konuştu.


Babam dirseklerini masaya dayayıp allerini önünde birleştirdi ve "Yok daha sorularım bitmedi" dedi. Talha eliyle babama 'bekliyorum' dercesine işaret yaptığında içimden Polata kızıyordum. Babamla kendisi konuşmak istediği için bir şey söylememiştim ama şu an babam yanlış bir yolda adım adım ilerleyecek gibi duruyordu. Onlar kendi aralarında konuşmaya başladığında telefonuma baktım ama Polattan hala bir mesaj yoktu. Bakışlarımı konuşan ikiliye çevirdiğimde konunun bizim ilişkimiz olduğunu fark ettim. Ne alaka şimdi baba allah aşkına ya!


....................................................................................


Silah arkadaşın yattığı yatağa serdikleri türk bayrağına bakan iki tim sessizlik yemini etmiş gibi suskundular. Hepsinin aklında Yiğitle birlikte yaşadıkları anılar geçip gidiyordu ve bir kere daha yarına çıkıp çıkmayacaklarının belirsiz resmiyle bakışıyorlardı. Safa, derin bir iç çekip telefonunu çıkarttı ve Cananın fotoğrafına baktı. Sonra da dostlarına bakıp "Ben evlenicem" diye fısıldadı. Her zaman enerjileriyle herkesin modunu yükselten Faruk, Halil ve Emir üçlüsü düşmüş yüzleriyle Safaya baktılar. Serhat "Hayırlı olsun komutanım" diye mırıldanınca Demir, askerlere bakıp "Başınızı eğip benim canımı sıkmayın lan! Önce Yiğit için sonra bu vatan için o başınız asla eğilmeyecek!" Diye bağırdı.


Demirin sesiyle oturdukları yerlerde dikleşen iki tim kafalarını sallayıp hızla kendilerine geldiler. İlk anlarda yaşadıkları hüznün onları ele geçirmesine karşı koyamıyorlardı ama aştıkları zaman o hüznün yerini saf bir öfkeyle kaplıyorlardı. Odaya giren Polat ve Emrenin gözleri önce bayrak serili yatağa kaymış ve sonrasında arkadaşlarına dönmüştü. Faruk "Komutanım, intikam sesi ne zaman duyulacak kısmetse?" Diyerek ayaklandı. Hüzün bedenini terk etmişti ve artık diğer kısma giriş yapmıştı.


Emre, Faruğa bakıp "Yarın öğlen" diye kısaca cevap verdiğinde elinde kağıtlarla kapıda bekleyen Bülent duyduğu şeyle "Komutanım, af buyurun ama intikam sesi dediğiniz nedir?" Diye sordu. Buraya gelmeden önce Urfada görev yapıyordu ama orada daha önce intikam sesi diye bir şey duymamıştı. Polat, Bülentin elindeki kağıtları alıp "Her şehidin selası, bizim için bir intikam yeminidir Bülent" dedi ve timine dönüp "Yarın, akşam olmadan göreve çıkıyoruz ona göre hazır olun." Dedi. Gece timi Polatı onayladıktan sonra çantalarını şimdiden hazırlamak için mühimmat odasına ilerlemeye başladılar.


Demir, Emreye bakıp "Bize de var mı bir şeyler?" Diye sordu. Emre, Polatın elindeki kağıtlardan rastgele bir kaçını alıp "Olmaz mı" diye gülümsedi ve timine dönüp "Bizde yarın törenden sonra çıkıyoruz" dedi. Halil ellerini ovuşturup ayaklandı ve "Bu bugün aldığım en iyi haber" diyerek mühimmat odasının yolunu tuttu. Halilin arkasından çıkan timin geri kalanı sayesinde odada kalan üçlü birbirleriyle bakışmaya başladılar. Bakışmalardan sıkılan Polat "Hadi size kolay gelsin" diyerek odadan çıktığında Demir, Emreye dönüp "Kesin Hilale gidiyor" diye çıkıştı.


Emre, biraz da olsa sinilenen dostuyla keyiflenmişti. Yanındaki sandalyeye oturup "Senin o bet suratına mı bakacaktı lan. Tabiki sevdiği kadını görecek" diye sırıttı. Son bir kaç gündür tek eğlencesi Demiri bu konuda kudurtmaktı. Bundan bir hayli zevk alıyordu. Demir, yanında ona sırıtarak bakan yüze sabır çekerek baktı ve "Elimde kalacaksın" diyerek ayaklandı. Biraz hava alsa belki sinirleri yumuşardı. Emre odada tek başına kaldığında sakince telefonunu cebinden çıkarttı ve ekranındaki kadına baktı. Sonrada arama kısmına geçip numarasının üstüne tıkladı. Telefon çaldığı gibi açıldığında "Emre!" Diye heyecanlı ses kulaklarından sızıp içini sarmıştı.


Emre "Mügem" diye konuşunca özleminin bu kadar büyük olduğunu fark etmemişti. Mügenin ağlayan ama bir o kadar da mutlu çıkan sesi Emreyi güldürürken durmadan konuşan sevgilisini "Kızım bir dur konulara yetişemiyorum. Yavaşça anlat" diye gülerek böldü. Emre, telefonda kız arkadaşıyla özlem giderirken aynı niyette olan Polatta telefonunu çıkartmış Hilalin mesajını okumuştu. Mesaja dönmek yerine aramayı seçip telefonu kulağına dayadı ve geldiği binanın önünde beklemeye başladı.


Polat, açılmayan telefonla etrafta gezdirdiği bakışlarını Hilalde durdurmuştu. Yanında Sedayla ona doğru geliyorlardı. Telefonu kapatıp cebine attığında Seda "Size iyi akşamlar" diye gülümseyip binaya girdi. Polatta kafasını hafifçe eğip Sedaya gülümsedikten sonra Hilale döndü. Artık gün aşırı görmeye alıştığı bu yüz yine onu anlamsız bir şekilde rahatlatlatmıştı. Hilal onu izleyen sevgilisine gülümseyerek yaklaştı ve hafifçe parmak ucuna çıkıp kollarını boynuna sardı. Hilal de onu özlemişti. Polat, tek kolunu Hilalin beline sarıp onu kaldırınca Hilalin yerle olan ilişkisi kesilmişti. Burnunun dibinde buram buram gelen koku yine aynı etkiyi yaratmış ve günün gerginliği bedeninden söküp atmıştı.


Hilal, onu kaldırmasına rağmen istifi bozulmamış Polatın yanağına öpücük bırakıp "Nasılsın?" Diye sordu ve biraz geri çekildi. Polat, ona ilgiyle bakan gözleri biraz izledikten sonra tam konuşacaktı ki Hilal "Yalan yok Polatım" diye tekrar konuştu. Polat söyleyeceği şeyin yalana gireceğini düşününce kısa bir iç çekti ve "Şöyle böyleyim" diye cevap verdi. Hilal alçılı kolunu Polatın omzunda tutarken diğer elini Polatın yüzüne yerleştirip "Belli oluyor, yorgun bakıyorsun" diye yanağını sevdi. Polat yüzünde gezinen parmaklarla gözleri kapatıp derin bir nefes aldı. Hilal, gerçekten de ona ilaç gibi geliyordu.


Hilal, yorgun yüze bakıp "Uyumadın dimi hiç" diye sordu ve cevabı tahmin edip "Sen hangi blokta kalıyorsun Polat?" Diye sordu. Polat gözlerini aralayıp Hilale baktı ve "Niye sordun güzelim?" Diye sordu. Hilal, Polatın sorusunu es geçip "Şimdi burada beş blok var. A ve B aileler için C, D ve E de askerler için. D de biz varız sen yoksun, ya C desin ya E de. Hangisindesin?" Diye kendi kendine konuşurken daha önce abisinin konuşmasından duyduğu bilgiyle "E" dedi. Polat, Hilalin yaptığı beyin fırtınasını ufak tebessümle izledi. Hilal, Polatın kolundan aşağıya indiğinde Polatın elini tutup E bloğa doğru ilerledi.


Polat, Hilalin ne yapmaya çalıştığını tam çözememişken onu sürüklemesine izin veriyordu. Binanın önüne geldiklerinde Hilal, Polata dönüp elini uzattı ve "Anahtar?" Diye gülümsedi. Polat, elini cebine atıp anahtarı çıkarttı ve Hilale uzatırken "Ne yapıyorsun?" Diye merakla sordu. Hilal kapıyı açıp içeri girdiğinde "Abimden biliyorum, evde çok kalmıyorsunuz?" Diye sordu. Eve gidiyordu ama evde birinin olup olmayacağını düşünmemişti. Polat, Hilale gülümseyip "Sence evde biri olsa beni böyle peşinden sürüklemene izin verir miyim?" Diye sordu ve "Ayrıca yarın göreve çıkacağız, görev öncesi evde kalmıyoruz güzelim" dedi.


Hilal, Polatın göreve gideceğini öğrendiğinde kısa bir süre ona baktı ve "Hiç söylemeseydin" diyerek kızdı. Şans eseri söylemiş gibi hissetmişti ve bu hoşuna gitmemişti. Polat, Hilalin kızgın yüzüyle "Söyleyecektim Hilal bakma bana öyle" diye konuştu. Hilal, omuz silkip "Kusura bakma Polat ama bakacağım. Hadi daireyi göster, onu tahmin edebilecek bilgim yok" diye merdivenlerden çıkmaya başladı. Polat, Hilalden ilk tribin nasibini alırken sessiz bir şekilde Hilalin peşinden adımladı. Hilalin bu hali de garip bir şekilde hoşuna gitmişti. Herkesin yakındığı bu trip işi niye onun hoşuna gitmişti anlamamıştı ama bu durumdan hiç şikayetçi değildi.


Asansör dördüncü katta durduğunda Hilal, Polatın arkasından indi ve elindeki anahtarı Polata uzattı. Polat kapıyı açıp içeri girdiğinde önce gözleriyle evi kolaçan etti. Sonuçta tek yaşamıyordu ve ev dağınık olabilirdi. Evi düzenli bir şekilde görünce evde olan son kavganın işe yaradığını anladı. Safa ve Emirle beraber kalıyordu ki ev dağınıklığı yüzünden kavga etmişlerdi. Şimdi evin derli toplu olması kavganın yararının kanıtıydı. Hilal ilk defa gördüğü evi incelerken nasıl bu kadar toplu olabileceğini düşünüyordu. Kendisi evde olmadığında Alpay evin altını üstüne getirdiği için şu an bu ev fazlasıyla garibine gitmişti.


Terliklerin bile sıralı bir şekilde olması Hilalin sinirini bozarken "Bana bu kadar düzenli olmadığını söyle lütfen" diye mırıldandı. Polat, arkasını dönüp Hilale baktı ve "Evet demek doğru geliyor olsada ne yazık ki" dedi. Sonrada çok nizami şekilde duran terlikleri ayağıyla bozdu. Terliklerin hafif birbirine karışmasıyla Hilal "Aşırı rahatladım şu an" dedi ve üç adımlık koridoru aşıp salona ulaştı. İkili koltuktan birine oturdu ve eliyle yanına pat pat yaptı. Polat, Hilale yaklaşırken "Trip işi kısa sürdü" diyerek yanına oturdu. Hilal, koltukta yan bir şekilde oturmuş, onu anlamaya çalışan bakışlara bakıp gülümsedi.


Hilal "Yok hala atıyorum" diye omuz silkti ve Polatın yakasından tutup kendine doğru çekmeye çalıştı. Polat hem Hilale uyup hem de yaşanan durumu sorgularken "Hilal ne yapıyorsun?" Diye sordu. Hilal, yüzüne yaklaştırdığı şaşkın yüze gülerek "Bir şey yapmıyorum Polatım, ama biraz daha böyle şaşkın bakarsan yaparım" dedi ve elini Polatın ensesine koyup onu göğsüne yasladı. Göğsündeki kafaya sarılıp ve geriye doğru uzandığında Polatta koltukta yan bir şekilde Hilalin üstüne düşmüş oldu.


Polat, Hilalin canını yakmamak için daha rahat bir konuma geldi ve şınav pozisyonu aldı. Kontrol edemediği şaşkınlık Hilalin artık dayanamayıp gülmesini sağlamıştı. Polat, altında kahkaha atan Hilalle kaşlarını çatarken "Sen benimle oyun mu oynuyorsun?" Diye sordu. Hilal gülmesini durdurabildiğinde kafasını iki yana sallayıp "Hayırr. Alt tarafı seni uyutmak istemiştim ama bu kadar garipleşeceği aklıma gelmedi. Gel buraya" dedi ve Polatı tekrar göğsüne çekti. Polat bu sefer daha normal bir ifadeyle Hilale baktığında "Ağırım ben biliyorsun dimi?" Diye sordu. "Yeterince biliyorum Polat, hadi ama! Tribime trip ekleteceksin" diye tepki alınca da kafasını Hilalin göğsüne yasladı.


Hilal, göğsüne yaslanan Polatın ne kısa ne uzun denilebilecek saçlarını sevmeye başladı ve "Yarın kaçta uyanman gerekiyor?" Diye sordu. Polat, saçında dolanan parmaklarla hissettiği duyguyu anlamlandırmaya çalışırken "Beş- altı gibi" diye mırıldandı. Sonra da isim veremediği duyguyla kafasını kaldırıp "Güzelim ben çocuk muyum, niye böyle yatıyorum?" Diye sordu. Hilal ona bakan kahvelere gülümseyip "Trip atıyorum şu an Polat, sorgulama beni" dedi ve Polatı tekrar yatırdı. Polatta artık sorgulamadan Hilalin göğsünde yatarken daha rahattı. Şu an bu halde olmaları ne kadar doğru ne kadar değil düşünmek istemedi.


Hilal, tekrar Polatın saçlarıyla oynayıp masaj yapmaya devam etti. "Polat, tören yarın kaçta olacak?" Diye soran Hilalle "Öğlen olacak, sen katılacak mısın?" Diye sordu. Hilal olumlu bir mırıltı eşliğinde "Evet katılıcam. Sonra da mevlit okunacak ona yardım edicem" dedi. Polat yattığı yerde biraz daha gevşerken "Ne mevlidi?" Diye sordu. Hilal, akşam yemeğinde konuştukları konuyu Polata aktarıp "Yengemle annem ayarlamışlar, Yiğit bizim de oğlumuz ne gerekiyorsa yapıcaz dediler. Seda ve bende yardım ederiz dedik." Dedi. Polat yüzüne buruk bir gülümseme yerleştirdi ve kalbiyle gurur duydu. Ne güzel bir kadına kaptırmıştı kendini öyle.


Yaşadığı gururu içinde sürdürürken "Kimler gelecek?" Diye sordu. Sonuçta lojmana kafalarına göre insan sokamazlardı. Hilal de bunu merak ediyordu "Annem törene katılanları çağırırız, önemli olan Yiğiti dualarla göndermek" dedi ve "Ayrıca bloktaki kişiler de katılacaklar" diye ekledi. Polat yarın törene katılacak ailesini hatırlayıp "Benimkilerde gelirler o zaman" dedi. Ailesi Yakubun düğününü beklemeye karar verdikleri için hala teyzesinde kalıyorlardı ve törene gelmişken mevlite de katılırlardı. Hilal, Polatı onayladıktan sonra "Uyu hadi, biraz da olsa dinlen" dedi.


Polat, böyle uyuyabileceğine ihtimal vermiyordu ama burnuna dolan çiçeksi kokuyla gözlerini kapattı. Hilalin aklına babasının onu kafası doluyken şarkı mırıldanarak uyuttuğu gelmişti. İlk zamanlarında uykuya dalması zor olduğundan dolayı babası ona şarkılar mırıldanıp uyumasını sağlıyordu. Belki Polat bundan rahatsız olur diye düşündü ama sonrasında r şey olmaz diyerek boğazını hafifçe temizledi ve elinin altındaki yumuşak saçları sevmeye devam ederken mırıldanmaya başladı.


"Samistal yaylasinun


Samistal yaylasinun


Neden erimez kari?


Neden erimez kari?


Ben sevdum alamadum


Sevdum da alamadum


Böyle durdun ya hali


Böyle durdun ya


Yüksek dağlarun kari


Yüksek dağlarun kari


Erimeden akar mi?


Erimeden akar mi?"


Dedikten sonra kafasını biraz kaldırıp Polatın yüzüne bakıp ne hissettiğimi anlamaya çalıştı. Gördüğü kapalı gözler yavaşça aralanıp sakince tekrar kapanırken devam etmeye karar verdi.


"Ben yürekten yanmişim


Yüreğumden yanmişim


Ateş beni yakar mi?


Ateş beni yakar mi?


Çamlı hemşin deresi


Pazar hemşin deresi


Yine öyle akar mi?


Yine öyle akar mi?


Akşamdan doğan aya


Akşamdan doğan aya


Nazli yarum bakar mi?


Nazli yarum bakar mi?"


Diye mırıldanırken Hilalin de gözleri kapanmıştı ve ikili kendilerini uykunun kollarına teslim etmişti.


&&&&


Devamı Part 3 de…


Loading...
0%