Yeni Üyelik
82.
Bölüm

36. Bölüm

@merida_xx

Dakikalar geçiyordu. Dakikalar tüm bu olanlara inat akıp gidiyordu. Sanki beni sona ulaştırmak için hırslanmış gibiydi, sonumu bildirmek için hırslanmıştı. Tam şu an zaman dursa ve haftalar öncesine gidebilme şansım olsaydı ne olurdu? Yine çok şey istiyordum. Hakkım olmayan şeyleri istiyordum. 


Her zamanki gibi oluyordu, güzel olan şeyler büyük bir hüsranla sonuçlanıyordu. Bakışlarım boşluktayken "Hep böyle oluyor" diye gülmeye başladım. "Sürekli böyle oluyor" diye daha da güldüğümde elimle gülmemi kapatmak istedim. Artık deliriyordum.Elimi dudaklarıma götürdüğümde yüzüme bulaşan kanın soğukluğuyla gülmem kesilmişti.


Bakışlarım boşluktan önümdeki tabloya düştüğünde yerde biriken kan izlerini ve kan gölünü gördüm. Onun peşinden de kapıya doğru giden bir sürü terlik izi, hepsi yerdeki kan yüzünden nasibini almıştı. Kendi terliklerime baktığımda onların da nasiplendiğini gördüm. Aslında bu hep olurdu, yani her yerimin kan olduğu zamanlar çok olurdu. Ama daha önce sevdiğim birinin kanına bulandığımı hatırlamıyordum.


Sarsılan bedenimle oturduğum yerde yana doğru düşecekken biri tarafından tutulmuştum. Sarsılmamın etkisiyle yere koyduğum elim anında yere iz bırakırken bu görüntü beni gördüğüm kabuslara götürmüştü. Küçüklüğüm de evin içinde gezerken bastığı yerlere hep kan izi bırakıyordu. Bakışlarım ellerimden tekrar terliklerime kaydığında yine aynı şey vardı işte. Hatta artık ellerimde buna eklenmişti. Tek farkım şu an o halimden çok daha büyük olmamdı.


Yürümeye çalışsam yine her yer kan olurdu, sendeleyip bir yere tutunmak istesem bu sefer tutunduğum kan olurdu. Tekrar sarsıldığımda bu sefer ayağa da kaldırılmıştım. Kafamı duvara yaslayıp karşımdaki yüze baktım. "Hilal! Kendine gel!" Diye bağırmasıyla "Yine olmadı" diyerek mırıldandım. "Kızım kendine gel!" Diye bağırdıktan sonra "Götürdüler" diye mırıldandım. "Evet kızım ameliyata aldılar. Daha bir şey olduğu yok!" diye tekrar bağırmasıyla ayılır gibi gözlerimi kırpıştırdım ve karşımda bağıran hocama baktım.


"Evet daha bir şey olmadı" diye kafa salladığımda "Evet! Topla kendini! Alpay ve Atakan girdi ameliyata, bir şey olmayacak allahın izniyle" diye konuştu. Alpay ve Atakan mı? Onlar onu kurtarabilirdi belki. Acaba bende girse miydim? Belki bende yardım edebilirdim. Ama elim? Hocama bakıp "Ben de gireyim mi?" diye sordum. Şimdi görüyordum, bana üzgün üzgün bakıyordu. "Olmaz Hilal. Prosed-" diye konuşacakken beni tutan kollarını ani bir sinirle üstümden ittirip "Umurumda değil! Gireceğim!" dedim ve açık olan kapıya adımladım.


Terliklerim hafiften kaydığında sinirle ayağımdan bir köşeye fırlattım. Ortaya çıkan beyaz çoraplarımda da gördüğüm kanla bakışlarımı oradan kaldırdım. Sadece ameliyat bitene kadar kendimi kaybetmemem gerekiyordu, sonra geçer bir yere ağlardım. Şimdi olmazdı. Derin nefeslerim göğsümü şişirirken "Hilal, kızım bak olmaz" diye konuşan hocamı duymamazlıktan geldim ve kendimi odadan çıkarı attım.


Karşımda bana endişeyle bakan insanları da es geçtim ve ameliyathanenin olduğu yere doğru ilerledim. Sanırım Safalar falandı. Üst kata ulaştığımda hızlı adımlarla içeriye girdim ve kapıların camlarından bakıp Polatın nerede olduğunu bulmaya çalıştım. En sonunda bir camdan koca bir kalabalığı gördüm ve hemen yan tarafta bulunan lavaboda ellerimi yıkadım. Ellerim havada içeriye girdiğimde bana dönen bakışlarla yanımdaki hemşireye dönüp "Giydir beni!" dedim. "Hilal dışarı çık!" diye bağıran kişi Alpaydı, gerçi sonra aynı şeyi Atakanda söylemişti ama onları umursamadım.


Hemşirenin yardımıyla giyindikten sonra Alpayın yanına geçtim ve "Son durum ne?" diye sordum. Atakan "Hila-" derken "Son durum ne dedim!" diye bağırdım. Atakan "Kolundaki kurşun sıyırmış önemsiz, karnına isabet eden bir kurşun organlara zarar vermemiş onu da hallettik. Dalaktaki kurşunu da çıkarttık ama kanamayı durduramıyoruz. Büyük ihtimalle splenektomi gerçekleştireceğiz. Vitallerin durumu uygun mu?" diyerek anesteziste baktığında hızla "Hayır!" dedim. "Eğer dalağını çıkartırsak bir daha askerlik yapamaz. Kanamayı durdurmalıyız" diye ekledim ve gazlı bezleri kaldırıp kanın nereden sızdığını bulmaya çalıştım.


Atakan "Hilal önceliğimiz hastanın hayatı! Zaten çok kan kaybetti, zorlanıyoruz. Onun hayatını riske atıyorsun!" diye çıkıştıklarında elimi hemşireye uzatıp "Klemp" dedim. Elimde hissettiğim baskıyla kafamı kaldırıp monitöre baktım. Ardından önümdeki koca yeşil örtüye. Şu an yüzünü göremiyordum ama o olduğunu biliyordum. Sol elimde klembi tutarken diğer elimle kanlanmış gazlı bezleri yere attım. Midenin arkasında yükselen kanla birlikte elimi dalağa doğru ilerlettim. "Nabız düşüyor!" diyen anesteziste "Kan vermeye devam et!" diyerek elimi dalağın üstünde gezdirdim. Neredesin lanet olası delik!


"Hilal, kaybedeceğiz çekil şuradan!" diye bağıran Alpaya "Hocam nabız 49!" diye bağıran anestezist eşlik etmişti. Parmaklarımın ucunda hissettiğim atımla diğer elimdeki klembi hareket ettirip "Önümü aç Alpay!" dedim. Alpay elimin altını daha boş bir hale getirirken klembi deliğin bulunduğunu düşündüğüm yere götürüp klempledim. "Hilal organın kan akışını kestin ne yapıyorsun!" diye bağıran Atakana bakarak, hemşireye "2 numara prolen!" diye bağırdım.  


Hemşirenin uzattığı portegüyü aldım ve "Alpay klembi çek" dedim. Alpay bana bakmayı sürdürdüğünde "Alpay çek şunu! Uzun süre öyle duramaz!" diye bağırdım. Alpay sonunda dediğimi yaparken damarda görülen ufak çıkıntı sayesinde kanın sızdığı yeri görebilmiştim. İğneyi küçük açıklığın bir ucuna geçirirken elimin kasılmasıyla bir an duraksasam da iğnenin ucunu diğer açıklıktan geçirdim. Maskeme vuran sıcak nefesimle "Hocam nabız 45!" diyen anestezist de beni sınıyor gibiydi.


Elin kasılmıyor Hilal. Yine evde tavuk dikiyorsun. Polatta zaten yanımda, rahat olabilirim. Sadece artık kucağında oturmuyorum o kadar. "Nabız 60 hocam" diyen anestezistle, dikişi bitirdiğim için ellerimi Polatın içinden çıkarttım ve "Siz kapatıp yoğun bakıma alırsınız" dedim. Kafamdan yatan kişinin olduğunu çıkartamadığım için midem kasılmaya başlamıştı ve hem elim hem midem buna daha fazla devam edemezdim. Adımlarım gerilediğinde yerimi Alpay almıştı ve Atakan "Seninle sonra konuşacağız" demişti. Kapının yanındaki çöpe üstümdeki önlüğü ve eldivenleri atıp dışarıya çıktım.


......................................................................................


Hilal, ameliyattan çıktığında kapalı gözlerini açtı ve karşısında Özgürü gördü. Karşısında duran Özgür "Bunu yapmaman gerekiyordu Hilal" dedi ve sonrasında "İyi misin?" diye sordu. Hilal "Birazdan çıkarlar, cerrahi yoğun bakıma alırlar büyük ihtimalle. Kan takviyesi, vücudun kendini toplaması derken iki, üç gün orada kalır" diye düz bir şekilde konuştu. Özgürün bakışları Hilalde endişeyle gezinirken "Ben senin iyi olup olmadığını sordum Hilal." diye sorusunu yineledi.


Hilal, Özgüre boş boş bakıp "Hastanın ailesini aradınız mı?" diye sordu sonra da elini alnına koyup "Ah doğru ya. Askeriyeden aramışlardır zaten" diyerek kendi sorusunu kendi yanıtladı. Özgür "Hi-" diye sorusunu tekrar soracakken Hilal "Benim biraz işim var, görüşürüz" dedi ve Özgürü orada bırakıp ameliyathanelerin bulunduğu yerden çıktı. Özgür, Hilalin arkasından bakarken "İyi değilsin" diye mırıldanmıştı ama onu kimse duymamış, sesi boş ameliyathane koridorunda kaybolmuştu.


Bekleme alanında bekleyen kişi sayısı her dakika artarken içeriden çıkan Atakan ve Alpayla, oluşan kalabalık onlara yönelmişti. Yavuz bey "Alpay, Polat nasıl?" diye sorduğunda Gece timi de albaylarına katılıp "İyi bir şey söyleyin" dediler. Atakan "Ameliyat oldukça zor geçti. İki kurşunu sorunsuz halledebildik ama diğeri dalağın ana damarını zedelediği için bizi baya uğraştırdı" derken ona bakan gözlerin ağırlığını bedeninde hissetti. Derin bir nefes alıp "Şu an yoğun bakımda tedavisi devam ediyor. Durumuna göre bir kaç gün orada tutmaya devam edeceğiz" diye sözlerini bitirdi.


Atakanın söyledikleri hepsine biraz da olsa rahat bir nefes aldırırken Alpay hala gözleriyle Hilali arıyordu. Amcasına dönüp "Amca, Hilali gördün mü?" diye sordu. Yavuz bey, Alpayın gergin haline bakıp "Yok oğlum görmedim. Neden?" diye sordu. Alpay istediği cevabı alamadığı için arkadaşlarına bakıp "Hilali gördünüz mü?" diye tekrar sordu.


Safa "Ben görmüştüm. Komutanımı aldığınız kırmızı alan mı ne, orada görmüştüm en son. Sonra zaten ameliyat için yukarı çıkmıştı" dediğinde Alpay "Yok öyle değil Safa. Ameliyattan sonra gördünüz mü diye soruyorum" dedi. Arkadaşlarından 'görmedim' kelimelerini duyunca daha da gerildi. Onlardan önce çıkmıştı halbuki, nereye gitmişti ki?


Alpay kafasını sallayıp "Tamam sağolun. Atakan size bilgi verir" dedi ve yanlarından ayrıldı. Çağırdığı asansörün kapıları açılırken içinden çıkan babasını gördü. Sonra da yandaki merdivenlerden çıkan Hilal timini görmüştü. "Polat nasıl Alpay?" diye soran babasının yanına diğerleri de eklenince "Yoğun bakımda baba. Hilali gördünüz mü?" diye sordu. Demir "Hayır görmedik" diye cevap verdiğinde Alpay kendi kendine "Dışarı mı çıktı acaba?" diye konuştu.


Halil, Alpayı duyduğu için "Biz zaten kalabalık olmasın diye dışarıdaydık Alpay, Hilali dışarıda görmedik" diye cevap verdi. Alpay içindeki sıkıntıyla kafasını sallarken Aydın bey "Sorun ne Alpay?" diye sordu. Oğlunun gergin olduğunu bakışlarından anlayabilmişti. Alpay durgun bir şekilde "Hilali ameliyattan sonra gören olmamış baba, merak ettim sadece" dediğinde Aydın beyinde içini bir sıkıntı kaplamıştı.


Emre "Alpay, Hilal Polatın ameliyatına mı girdi? Pek bilmem ama Hilalin ameliyata girmesi yasak değil miydi?" diye sordu. Özalpte kafasını sallayıp "Dizilerde falan hep öyle oluyor" diye merakla Alpaya baktığında, Alpay "O konu karışık. Neyse ben bir Hilale bakınayım" dedi ve onlarında yanından geçip gitti. Aydın bey giden oğlunun arkasından bakarken Demir "Ben onunla giderim baba, sen Polatın durumunu öğren" dedi ve Alpayın arkasından ilerledi.


Alpay indiği merdivenlerden gördüğü bazı insanları durdurup Hilalin nerede olduğunu soruyordu ama aldığı cevap değişmiyordu. Onu gören olmamıştı. Demir, Alpayı durdurup "Alpay bir şey olmadığına emin misin sen? Niye bu kadar telaşlandın, bir yere gitmiştir" dediğinde Alpay, abisine bakıp "Abi iyi değil gibiydi" diye cevap verdi. Ameliyathanedeki o boş bakışları yakından görmüştü ve hiç hoşuna gitmemişti. Demir de  Alpayın dedikleriyle endişelenmeye başladığında "Eve falan gitmiş olabilir mi?" diye sordu. Alpay onu reddedip "Polat buradayken gideceğini sanmıyorum" diye cevap verdi.


"Alpay hocam!" diye bağıran sese döndüklerinde Ferdinin onlara yaklaştığını gördüler. Ferdi "Hocam, haberi aldım Polat bey yoğun bakıma alınmış ama durumu iyiymiş" dediğinde Alpay onu kafasıyla onaylamıştı. "Ferdi, Hilali gördün mü?" diye soran Demirle, Ferdi "Ben de onu soracaktım size. Terliklerini kırmızı alanda bırakmış, personeller alanı temizledikten sonra bana verdiler. Bende ona teslim edecektim ama sizde nerede olduğunu bilmiyorsunuz sanırım" dedi.


Alpay deri bir of çekip "Bir şey mi oldu acaba?" demişti. Demir "Saçmalama Alpay!" diye kızdığında Alpay sinirle abisine bakıp "Ne saçmalamaması abi! Nerede Hilal, ne biliyorsun bir şey olmadığını! Ya yine panik atak geçirdiyse?!" diye bağırdı. Demir zaten bunu düşünmüştü ama istemediği için bu fikri reddediyordu. Ferdi, tartışan ikiliye bakıp ne kadar endişelenmiş olsa da onları yatıştırmak için "Kötü düşünmeyin ya. İşi vardır belki" demişti ve çalan telefonuyla "Benim acile inmem gerekiyor" diyerek yanlarından ayrıldı.


Demir "Bir şey olmamıştır" diye tekrar konuştuğunda Alpay dolan gözleriyle "Abi anlamıyorsun! Çok boş bakıyordu, böyle sanki in-" diye konuşurken Demir "Alpay kırdırtma bana çeneni! Doğru düzgün konuş!" Diye bağırmıştı. Alpaysa kafa sallayıp "Umarım boşa telaşlanıyoruzdur!" Diye mırıldanıp Hilali aramaya devam etti.


*


Bekleme alanında oturan iki tim, saatlerdir birbirlerine bakıp duruyordu. Aydın bey ve Yavuz bey askeriyeye dönmüştü ve akşam uğrayacaklarını söylemişlerdi. İki timin bakışmasını bölen şey "Safa abi!" diyerek bekleme alanına dalan Oğuz olmuştu. Haberi aldığı gibi uçağa atlayıp soluğu hastanede almıştı. Safa, Oğuzu görür görmez "Aslanım sakin ol, Polatın durumu iyi" diyerek onun endişesini yok etmeye çalıştı.


Oğuz duyduklarıyla rahat bir nefes verirken "Allahım çok şükür. Nerede peki görebilir miyim?" diye sordu. Emre de ayaklanıp Oğuza yaklaştığında "Yoğun bakımda şu an Oğuz, girmek yasak. Gel otur şuraya nefeslen biraz" diyerek onu kalktığı yere oturttu. Demir, telefonunun çalmasıyla ayaklanıp kalabalıktan uzaklaşırken babasının aramasını "Efendim baba?" Diye cevapladı. Aydın bey, hala çocuklarında bir haber alamadığı için "Oğlum Hilalden hala haber yok mu?" diye endişeyle sordu. Bir yandan da mutfakta yemek yapan eşini kolluyordu.


Demir "Yok baba. Alpayla hastaneyi taradık ama bulamadık" derken karşıdan gelen Hilali görmüştü. "Dur baba geldi" diyerek telefonu babasının yüzüne kapattı ve Hilale doğru adımladı. Hilal ona yaklaşan abisini farkettiğinde adımlarını durdurdu ve ona yaklaşmasını bekledi. Demir "Hilal her yerde seni aradık, neredeydin? İyi misin?" diye sorduğunda Hilal kafasını sallayıp "İyiyim abi. Siz niye buradasınız?" diye sordu.


Demir, Hilale dikkatle baktığında içinin yandığını hissetti. Solgun bir yüz ve boş bakan kırarmış gözlere rağmen dik duran omuzlar ve dik bir baş, Demirin içinin kıyılmasına yetmişti. Hilal "Hafızamı falan kaybetmedim abi, sadece yoğun bakıma giriş yasak olduğu için soruyorum" dediğinde Demir "Be-bekliyoruz" diye kekelemişti. Hilal, abisinin kekelemesine gülümseyip "Kendine gel yüzbaşı, ne bu haller" dedikten sonra abisinin yanından geçip gitti.


Hilal bekleme alanına girdiğinde gözleri ilk önce Oğuzu bulmuştu. Yanına adımlayıp "Oğuz?" Diye seslendiğinde Oğuz da bakışlarını sese çevirip Hilali görmüştü. Oturduğu yerden hızla kalkarken "Yenge" demiş ve Hilale yaklaştığında ona sarılmıştı. Hilal onu saran kollarla önce şaşırsada sonrasında o da Oğuza sarılmıştı. Hilal "Sakin ol Oğuzum. Polatın durumu iyi, bir şey olmadı" diye mırıldandığında Oğuz "Evet o iyi. Bir şey olmadı" diyerek onu onaylamıştı. Şu an herkesin iyi cümlelerini duymaya çok ihtiyacı vardı, hastaneye gelene kadar ölüp ölüp dirilmişti.


Hilal, Oğuzun sırtındaki ellerini çekip "Asiye hanımlara haber verdin mi Oğuz?" Diye sordu. Oğuz burnunu çekip Hilalden uzaklaşırken "Babama söyledim. Gelir onlarda bir kaç saate" diye cevap verdi. Hilal, Oğuzu onaylayıp "Tamam o zaman, ağlama Oğuz. Bir şey olursa ben acilde olucam, gelebilirsin. Geçmiş olsun" dedi ve başka kimseye bakmadan bekleme alanından çıktı. Üstünde olan bakışları ise yine umursamamıştı.


Geldiği yerden gidecekken aynı şekilde duran abisini gördü. Demir yanından geçen kardeşinin arkasından bakarken "Hilal nereye gidiyorsun?" Diye sordu. Hilal, abisine dönüp "Acile iniyorum abi. İşimi aksattım" dedi ve tekrar ilerlemeye devam etti. Demir başka bir şey söylemediğinde gözden kaybolan kardeşiyle telefonunu cebinden çıkartıp Barışı aradı.


Telefon üçüncü çalışta açılınca "Demir? Hilale bir şey mi oldu?" Diye panikle konuşan Barışın sesini duydu. Önce onu sakinleştirmek için "Hayır ona bir şey olmadı" diye cevap verdi. Barış, Demirle genelde kötü zamanlarda konuştuğu için aklına direk kötü senaryolar gelmişti ama öyle olmadığını öğrenince rahatça nefes verip "O zaman niye aradın?" Diye sordu. Demir diğer eline alnına koyup sıkıntıyla nefes verdi ve "Ben ne yapmam gerektiğini bilmiyorum" dedi.


Barış, Demirden gelen cümleyle elinde tuttuğu kalemi masasına bıraktı ve sırtını sandalyesine yasladı. "Ne diyorsun anlamıyorum Demir. Daha açık konuşamaz mısın?" Dediğinde Demir "Bugün Polat görevde ağır yaralandı ve hastaneye kaldırıldı. O sırada Hilal de buradaymış ve onu görmüş, hatta Safanın söylediğine göre burada ilk müdahaleleri de o yapmış" dedi ve kısa bir nefes alıp "Sonra da ameliyatına girmiş. Ameliyat bitince de neredeyse üç dört saat boyunca ona ulaşamadık" dedi.


Barış duyduklarıyla alnını ovuşturup "Yapma be" diye yüzünü buruşturup "Saklanmıştır" diye mırıldandı. Demir, Barışın dediğini anlamayıp "Saklanmıştır derken?" Diye sordu. Barış önündeki dosyayı kapatıp askılıktaki paltosunu aldı ve "Görünmek istememiş Demir. Bir köşede saatlerce ağlamıştır kesin" dedi. Demirden ses gelmediğinde ise "Ona ne diyeceğini bilmediğin için mi beni aradın?" Diye sordu.


Demir kafasını sallayarak "Evet. Garip bir şekilde normal görünüyor ama gözlerine bakınca bir garip oldum" dedi ve Barışın bir şey söylemesini bekledi. Barış ise ondan yardım isteyen Demirle ne yapması gerektiğini düşündü. Belki de söylememeliydi ama yine de söylemek istedi. Barış "Kimseyi yanında isteyecektir Demir. Yalnız kalmak için her yolu deneyecektir, ondan daha inatçı olman lazım" dediğinde Demir "Ben onu bir yere götürsem? Uzaklaştırsam buradan" Diye sordu.


Barış arabasına binerken "Bunu yapmanı önermem. Onun işine karışma ya da nasıl olup olmadığını sorma. Sadece yanında dursan ona yeter" dedi ve arabasını çalıştırdı. Demir, Barışın dediklerini aklına kazırken "Tamam öyle yaparım" dedi ve "Ama müsaitsen sen de gelsen olur mu? Ben..yani ben belki ona iyi gelmem, seni isteyebilir" diye devam etti.


Barış, Demirin bu son derece ılımlı halinin Hilal olduğunu bildiği için buna takılmadı ve "Zaten birazdan orada olurum. Ben gelene kadar idare edebilirsin" diyerek telefonu kapattı. Demir, Hilalin arkasından gidecekken "Demir bir sorun mu var?" Diye gelen soruyla arkasına dönüp Emreyi gördü. Demir kafasını olumsuz anlamda sallayıp "Hilal gözüme pek iyi görünmedi. Onun yanına gidecektim" dediğinde Emre de "Evet bende onu söyleyecektim" diyerek Demire yaklaştı.


"Az önce gördüm de, nasıl desem? Biraz şey gibiyd-" diyen Emreyi, Demir "Korkutucu? Garip? Endişe verici?" Diye sıralamıştı. Emre kafasıyla onaylayıp "Hepsi. Ama en başında da çok boş" dedi ve "O bakışlar hiç iyi değildi Demir, onu yalnız bırakma bence" diye ekledi. Demir, onu onaylayıp acile doğru ilerlemeye başladı.


Demir acile indiğinde onu gören Melek bulunduğu yerden kalkıp "Demir!" Diye ona seslendi. Demir, adının söylenmesiyle sese doğru döndü ve gördüğü Melekle "Melek şimdi işim var, sonra konuşsak olmaz mı?" Dedi. Melek, Demirin kolunu yakalayıp "Bu önemli Demir. Az önce şu komite üyelerinden bir kaçı geldi ve Özgürün odasına çıktı. Sanırım Hilal için tutanak tutmuşlar" diye hızlı hızlı konuştu.


Demir sinirle bir kaç küfür mırıldanıp "Hiç vakit kaybetmemişler amına koyayım!" Diyerek yüzünü sıvazladı. Melek endişeli gözlerle Demire bakıp "Ben Ömer beyi aradım birazdan geleceğini söyledi" dediğinde "Teşekkürler Melek. Ben gidip Hilalle konuşayım" dedi ve Meleğin alnından öpüp Hilali bulmak için acile girdi.


Hilali bir hemşireyle konuşurken gördü ve onlara yaklaşıp "Hilal, abicim gelir misin?" Diye seslendi. Hilal elindeki kağıdı hemşireye uzatıp "Serumu yavaştan verelim" dedi ve abisine dönüp "İşim var abi gelemem" diye cevap verdi. Hilal önünü dönüp masadaki stetoskobunu alırken Demir onun kolunu tutup "Konuşmamız lazım Hilal" diye sertçe konuştu. Hilal kolunu abisinden kurtarıp "İşim var dedim!" Diye aynı sertlikte cevap vermişti.


Demir, Hilale bir adım yaklaşıp "Sana konuşmamız lazım dedim Hilal! Hemen!" Diye aynı sertlikte cevap verince Hilal "Umarım kudurduğun kadar önemli bir konudur! Dışarı çıkalım!" Diyerek dışarıya adımladı. Dışarıya çıktıklarında boş bir çardağa ilerlediler ve ulaştıklarında Hilal "Hadi konuş" diye abisine baktı. Demir "Hakkında tutanak tutulmuş Hilal. Melek komite üyelerini görmüş" diye direkt söyledi.


Hilal, abisinin dedikleriyle bir süre idrak edememişti ama sonrasında anlayıp gülmeye başladığında Demir hala endişeli gözlerle kardeşine bakıyordu. Hilal "Ne bekliyordum ki!" Diye gülmeye devam ederken Demir sessiz kalmayı tercih etmişti. Hilal gülmelerinin arasında abisine bakıp "Git buradan!" Diye mırıldandı. Demir, kafasını olumsuz anlamda sallarken Hilal bu sefer sinirli bir hale bürünüp "Git dedim! İstemiyorum seni burada! Git!" Diye bağırdı. Demir tavrını koruyup "Hiç bir yere gitmiyorum, istediğin kadar bağır" diyerek omuz silkti.


&&&


Devamı Part 2 de...


Loading...
0%