Yeni Üyelik
91.
Bölüm

38. Bölüm (Part 3)

@merida_xx

Bir hafta. Koskoca bir hafta geçmişti. Hilalle konuşmalarının üstünden koskoca bir hafta geçmişti. Aydın bey telefon görüşmesinden sonra karargahtan eve bile geçmemiş sadece her hangi bir haber almayı beklemişti. Ona eşlik edenler ise Demir ve Polattı. Aralarındaki fark ise Polat ve Demirin sinirini fazlasıyla belli etmesiydi.


İkiside gelecek bir emire hazır şekilde bekliyordu ama kimse emir vermiyordu. Bir akşam gizlice çıkmak istedikleri zaman olmuştu ama Emre tarafından hazırlandıkları odaya kilitlenmişlerdi. Sonrasında ise Yavuz beyden uzun bir azar işitmişlerdi. Yılmamışlardı, hala vakit kolluyorlardı ama peşlerine takılmış askerler yüzünden harekete geçemiyorlardı.


Bahçe kapısının açılıp içeriye bir makam aracının girmesiyle oturdukları banktan ayaklandılar. Aracın kapısı açılıp içinden üniformalı biri inince gergince yutkundular. Demir "Ne oluyor?" Diye mırıldandığında karargahtan çıkan Emre araca doğru ilerleyip selamını verdi. İkisi birlikte karargaha adımlamaya başlayınca Demir ve Polat ikilisi de onların arkalarından ilerledi.


Aydın bey oturduğu odada kapının açılmasıyla sadece kafasını çevirip gelen kişiye baktı. Yavuz beyde odaya girdiğinde endişeli bir şekilde "Neler oluyor?" Diye sordu. Gelen adam sıkıntılı bir nefes verip Aydın beye baktı ve "Öncelikle doktorunuz delinin teki onu söyleyeyim!" Dedi. Aydın bey istifini bozamadan oturduğu sandalyede kızından bahsedilmesiyle hızlıca doğruldu ve "Sen kimsin?" Diye sordu.


Adam "Ben burada görev yapan doktorunuzun dahil olduğu görevden sorumlu Albay Seyfi Duran" diyerek boş sandalyeye çöktü. Aydın bey merakla adama bakmaya başladığında Yavuz bey "Sonunda! Bir haftadır ancak mı aklınıza geldi!" Diye çıkıştı. Seyfi bey "Habersiz kalma sebebiniz tamamen doktor. Her yerde onu arıyoruz" dediğinde Aydın bey "Ne demek her yerde onu arıyorsunuz?" Diye sinirle sordu.


Seyfi bey sıkıntılı bir nefes verip "İşler biraz karışık albay. Önce bana şu doktorun abisinin gelmesini bekleyelim. Onunla konuşmam gerek" dediğinde Aydın bey sinirle adama baktı "Kızım nerede?!" Diye bağırdı. Seyfi bey karşısında sinirden köpürmüş olan adama bakarken biraz şaşırdı. "Kızın derken?" Diye sorduğunda Yavuz bey "Bahsettiğin doktor, benim yiğenim. Karşındaki adam da onun babası. O yüzden şimdi neler döndüğünü anlat albay!" Dedi.


Seyfi bey bir Yavuz beye bir Aydın beye bakıp yanındaki askerine döndü. Asker "Kayıtlarda anne babası ölü olarak gözüküyor albayım. Abisiyle iletişime geçmiştik birazdan burada olur" diye konuştuğunda Aydın bey bilinmezliğin getirdiği sinirle Seyfi beyin yakalarını atıldı ve "Kızım nerede lan!" Diye bağırdı. Seyfi beyde yakasındaki ellerle oturduğu yerden kalkıp "Bak ne dediğini pek anladığımı söyleyemem albay ama madem bu kadar merak ettin söyleyeyim. Doktora dört gündür ulaşamıyoruz, abisine bilgi vermek için geldim" diye sakince konuştu.


Dört gündür ulaşamıyoruz mu? Emrenin kalbi olası senaryolarla korkuyla çarpmaya başladığında kapının girişinde kalakalmış ikiliyi fark etti. Konuşulanları duymamalarını istedi ama tepkisizlikleri duyduklarının habercisiydi. Demir odaya adım atacağı sırada Emre hemen önlerine geçip onları dışarıya doğru ittirdi ve kapıyı kapattı.


Polat "Ne dedi o?" Diye sorunca Emre koridordaki askere "Git Gece ve Hilal timini çağır hemen!" Dedi. Karşısındaki ikiliyi tek başına tutamayacağının farkındaydı. Polat tekrar "Ne dedi o!" Diye bağırınca Emre "Kıs o siktiğimin sesini! Bir şey dediği yok!" Diye Polatı uyardı. İçeride yabancı oldukları bir albay vardı ve kendi albayları kadar anlayışlı olduğunu düşünmüyordu. O yüzden sinirden kudurmaya başlayan Demir ve Polatı buradan uzaklaştırması gerekiyordu.


Demir "Dört gündür ulaşamıyoruz dedi!" Diye kapıya hamle yaptığında Emre, Demiri geriye doğru ittirdi. Koridorda çoğalan ayak sesleriyle beraber "Çekil lan önümden!" Diye bağıran Barışın sesi de duyulmuştu. Bakışlar Barışa döndüğünde uykusuzluğun görüntüsünü gördüler. Kızarmış gözler, dağılmış saç baş ve tabikide hat safhada olan gerginlik.


Barış odanın önündeki kalabalığı geçip Emreyi kapının önünden ittirdi ve kapıyı çalma gereği duymadan içeriye girdi. Odaya girdiğinde de vakit kaybetmeden "Kardeşim hangi cehennemde!" Diye bağırdı. Ekrandaki görüntü dikkatini çektiğinde alnının köşesinden çenesine kadar kan izi olan kardeşinin fotoğrafını gördü. Gözlerini kapatıp sakin kalmak adına derin nefesler alırken omzundan sarsıldığında, yanından "Bir şey söylesenize!" Diye bağıran Demiri duydu.


Seyfi bey olan biten her şeyi odada doluşan kalabalığa anlattı. Ellerinde ki en son görüntüsünü de paylaştığında Polat dayanamayıp "Askeriniz onun tek başına gitmesine nasıl izin verir! Üstelik arkasından gittiklerini de görmüş!" Diye yükseldi. Seyfi bey "İzlemedin mi asker! Kadın askerimi dinlemiyor ve kendi başına çekip gidiyor!" Diye karşılık verince Polat "Bu onu bırakması için bir sebep değil! Göreve dahil olan sivillerin, ki belirtmek isterim ki bundan sivilin haberi bile yoktu! En önemli şey sivilin hayatıdır hatta ani davranışlarından da sorumlu olduğumuz bize en başında öğretilen şeylerdendir! Bu davranışlarla uğraşmamak için sivilleri görevlere dahil etmiyoruz zaten!" Diye atağa geçince Yavuz bey "Emre, Polatı dışarı çıkart" dedi.


Emre, Polata yaklaştığı gibi Polat "Hiç bir yere gitmiyorum!" Diyerek ona uzanan elleri ittirdi. Seyfi bey kendisine diklenen askere bakıp "Kiminle nasıl konuştuğuna dikkat et asker!" Diye bağırdı. Polat sinirinden bir nebze kaybetmeden "Şu an karşınızda asker olarak değil, ulaşamadığınız kişinin sevgilisi olarak duruyorum albay. O yüzden bence siz güzel bir açıklama borçlusunuz!" Dedi.


Aydın bey baktığı ekrandan bakışlarını çekip "Peşinden ekip yollamadınız mı?" Diye sordu. Seyfi bey, bakışlarını Polattan Aydın beye çevirip "Yolladık ama bir ize rastlamadık. Ormana giriyor ve sonrası yok" diyerek mahcupça konuştu. Kapıda olan biteni dinleyen Alpay sakin adımlarla içeriye girdi. Titreyen elini alnına götürüp biraz ovaladıktan sonra Barış dönüp "Barış, Hilalin vasisi sendin dimi?" Diye sordu.


Barış, Alpayın dolu gözlerine ve ruh gibi dikilen bedenine bakıp yavaşça kafasını salladı. Alpay da kafasını sallayıp "O zaman şöyle yapıyoruz" dedi ve derin bir aldı. "Sen Hilali nakil listesine alıyorsun, ben de do-donör bulmaya çalışıyorum" diye zorla konuştu. Herkes Hilalin nerede olduğunu düşünmekten sağlığını atlamıştı. Aç susuz olduğunu ve günlerdir haber alınamadığını birleştirememişlerdi.


Alpayın söyledikleri odada farklı bir etki yaratırken az önce sinir yayılan odada artık sadece korku hakimdi. Aydın bey kafasını yavaşça oğluna çevirdiğinde anlamaz bir şekilde ona baktı. Alpay tekrar derin bir nefes aldı ama bu sefer gözyaşlarını tutamadı. Alpay babasına bakıp "Baba, biz bile sağlıklı halimizle en fazla bir hafta susuz kalabiliriz, Hilal tek böbreğiyle ne kadar dayanabilir? Hilal bulunduğunda organ yetmezliği gibi bir durumla karşılaşabiliriz. Ayrıca panik atağı da var. Düşündükçe durumun ne kadar boktan olduğunu fark ediyor musunuz?" Diye sordu.


Alpay, Barışa baktığında "Seni arayan olmadı dimi?" Diye sordu. Aldığı olumsuz tepkiyle "Demek ki hastaneye götürülmedi. Götürülseydi kayıtlardan sana ulaşıp haber verirlerdi. Yani anlayacağınız onu bulamadığınız her dakika Hilalin hayatından götürüyor" dedi ve odadan çıkıp kendisini bahçeye attı. Şu son bir kaç gündür artık iyice korkmaya başlamıştı. Görevde olduğunu ve iyi olduğunu düşünmüştü ama şimdi öğrendikleriyle bir yerde düşüp kalmış olması çok olasıydı. Onun elinden bir şey gelmiyordu. Bu da iyiden iyiye onu kötü etkiliyordu.


Alpayın söyledikleri odadaki herkesin kafasında dönmeye başlamıştı. Seyfi bey "Şimdi bu doktor aslında senin kızın? Sizin kardeşiniz? Ve seninde sevgilin?" Dediğinde sıkıntılı bir nefes verdi. Sonra da Aydın beye bakıp "Ulan o zaman ne diye kaçtı! Ailesi askermiş zaten! Neden yardım etmeyi seçmedi?!" Diye yükseldi. Kendisini sorumlu hissediyordu ve üstündeki bakışlar onu fazlasıyla zan altında bırakıyordu.


Özalp boğazını temizleyip "Bir kere yardım etti elinden oldu. Tekrar aynı şeyi yapmak istememiştir. Çok normal" diye cevap verince Seyfi bey için havada duran konular netleşmiş oldu. Demek ki o yüzden tek başına kaçıp gitmişti. Yavuz bey ayağa kalkıp bir kaç tur attıktan sonra "Çağların görevi bitti mi peki?" Diye sordu. Seyfi bey olumlu anlamda kafa sallayıp "Evet. O da Hilali arıyor" diye cevap verdi.


Polat küfürlerini içinde saklama gereği duymayıp sesli dile getirdiğinde arkadaşlarından da benzer cümleler duymuştu. Barış "Biliyorum hastanında onayı lazım, en yakın zamanda onunda o da onay verecek....evet...evet kabul ediyorum...tamam" diyerek telefonu kapattığında, telefonu masaya bırakıp gözlerini ovaladı.


*


Alpay, annesinden sonra kan verdi ve tüpleri cebine koydu. Aysun hanım "Oğlum ben daha geçen gün kontrole gelmiştim, nereden çıktı şimdi bu?" Diyerek kolundaki pamuğu çöpe attı. Alpay annesine bakıp "Keyfim istedi anne. Senden kan almak istedim ne var bunda! Bir tüp kanı da çok mu görmeye başladın anne?" Diye çıkışınca Aysun hanım şaşkınca oğluna baktı. Eve gelmiş ve 'hadi anne hastaneye gidiyoruz' diyerek kolundan tuttuğu gibi hastaneye getirmişti.


Aysun hanım "Tövbe yarabbi. Oğlum geldiler mi sana?" Diye sorduğunda Alpay "Hayır yani Hilal olsa 'al ne var ne yok senin olsun kızım' dersin. Bana gelince bir tüp kanı çok görürsün" diye atarlandı. Aysun hanım şaşkınlığı bırakıp sinirli bir hale geçip "Ay tamam! Demedim bir şey! Hem sen söyle bakayım bana, Hilal niye telefonlarımı açmıyor benim?" Diye sordu. Alpay gelen soruyla yutkunurken bir haftadır söyledikleri yalanı devam ettirdi. "Ne yapacak anne ya? Orasını burasını güneşte yakıyordur. Geçen havuz başında resim atmıştı" diye sakince konuştu.


Aysun hanım "Aa bana atmadı, hani bakayım" diyerek oğluna yaklaşınca Alpay "Tek atımlık attı anne. Attığında siliniyor ya öyle" diye yalanını sürdürdü. Aysun hanım "Yine mi ya! Kaç kere dedim insan gibi at fotoğrafları diye ama dinlememiş!" Diye biraz kızgınca konuştu. Sonrada çantasını koluna takıp "Ne zaman dönecek peki bir şey dedi mi oğlum?" Diye sordu. Alpay annesinin sorularıyla iyice boğulurken "Demedi anne" diye bezgince konuştu.


Aysun hanım oğlunun garipliğini yorgunluğa verip onunla vedalaştı ve eve doğru ilerledi. Alpayda cebindeki tüplerle doğruca laboratuvara indi. Kendi kanlarını alete yerleştirip bilgisayara geçti ve Hilalin tahlillerine bakmaya başladı.


*


Toplantı odasındaki sessizlik an be an artarken herkesin aklında farklı senaryolar dönüyordu ama ana karakter hiç değişmiyordu. Hilal. Boşluğa dalmış olan bakışlar dolmaya başladığında gözlerini yumup eski hallerine dönüyorlardı.


Kapıyı çalmadan içeriye giren kişiyle hepsi o sessizlikten kopmuş ve gelen kişiye dönmüştü. Aysun hanım gözleri kızarmış bir halde elindeki telefonu sallarken "Neler dönüyor?" Diye bağırdı. Aydın bey kızgınca bakan eşine bakıp ayaklanırken gözleri salladığı telefona ulaştı. Bir haber mi gelmişti acaba?


Onun sorusunu Barış "Biri mi aradı sizi?" Diye sorarak dile getirdi. Aysun hanım bakışlarını eşinden Barışa çevirdi ve "Evet! Antalya da bir hastaneden aradılar acilen gitmem gerekiyormuş" diye çıkıştı ve "Kızımın neden hastanede olduğunu söyleyin bana hemen!" Diye bağırdı. Aysun hanımın dedikleriyle Hilalin bulunmuş olması, herkesi biraz da olsa rahatlamıştı.


Barış kendi telefonuna bakıp hiç arama olmadığını görünce "Sizi niye aradılar ki?" Diye sordu. Aysun hanım tekrar Barışa dönüp "Mardindeyken bende numaramı vermiştim ya oğlum, ondandır belki" dedikten sonra "Söyleyin artık hadi!" Diye tekrar bağırdı. Barış, Aysun hanımın isteğini göz ardı edip elini telefona uzattı ve "Ben de bir arayabilir miyim?" Diye sordu.


Aysun hanım telefonunu uzatacağı zaman bu sefer odada Barışın telefon sesi yayılmıştı. Barış hemen telefonu açarken "Alo?" Diyerek elinde olmadan bağırdı. Barışı izleyenler önce onun gözlerindeki ışıltıyı görünce iyi bir haber olduğunu düşünerek sevinmeye başlamışlardı. "Evet biliyorum haberim var...geleceğim zaten ama ön bir bilgi alamaz mıyım?...beyefendi sakinim ben zaten, siz kardeşimin durumu söyleyin bana" diye konuşan Barışla, onun ağzından çıkacak cümleleri beklemeye başladılar.


Barışın ışıldayan gözleri kapandığında olduğu yerde hafifçe sallanan bedenini masaya dayadı. Önce gözlerini açıp etrafına bakındı ve telefonu Demire uzatıp "Şu-şuna bir baksana. Te-teyit diyor, neyi te-teyit edecekmi-şim" diye zorlanarak konuştu. Demir, bakışlarını Barıştan ayırmadan telefona alıp kulağına koyduğunda "-ce teyit etmeniz gerekiyor beyefendi" diye konuşan adamı duydu.


Demir boğazını temizleyip "Şey nereye gelelim biz?" Diye sorunca, aldığı yanıtla telefonu kapattı ve ailesine dönüp "Antalyada **** hastanesine gitmemiz lazım hadi" diyerek odadan çıktı. Barışta kendisini toparlayıp Demirin arkasından çıktığında oda yavaş yavaş boşalmıştı.


Yavuz bey ne kadar gelmek istesede karargahı tek bırakamazdı o yüzden kalmak zorunda kalmıştı. İki timde onlara eşlik etmek istiyordu ama onlarda bunu yapamamıştı. Sadece Polat ve Demir gidecek, diğerleri kalacaktı.


İki araba havaalanına doğru giderken Demir, yolda Alpayı arayıp havaalanına gelmesini söylemişti. Bir arabada Aydın bey ve Aysun hanım, diğer arabada Barış, Demir ve Polat vardı. İki arabadan çıt bile çıkmazken bir saat içinde havaalanına ulaşmış ve hızlıca biletlerini almışlardı.


Bir saatte bekleme kısmında sessizce bekledikten sonra uçağa binip yola çıktılar. Saatlerin bir kısmını da yolda harcadıktan sonra taksiye binip direkt olarak hastaneye gittiler.


Hastane ulaştıklarında Alpay yolu biliyormuş gibi hızlı adımlarla içeri girerken diğerleri de onu takip ediyordu. Alpay 'acil' olduğunu düşündüğü bölüme girdiğinde önce sedyelerin üzerinde yatan insanlara baktı ama Hilali göremeyince bu sefer bir doktor bakmaya başladı. Önlüklü koşturan birini görünce adımlarını oraya çevirdi ve "Bakar mısınız?" Diye sordu.


Doktor, Alpaya dönüp baktığında Alpay "Bizi aradılar, ee yani şey" diyerek cümlelerini toparlayamayacağını anladığında derin bir nefes aldı ve "Bugün bizi hastaneden aradılar. İkizimi getirmişler ama nerede olduğunu bilmiyoruz" diyerek sonunda daha düzgün cümleler kurdu.


Doktor "Hastanın adı so-" diye konuşurken yanlarına gelen başka bir çalışan "Cenk bey, ben ilgilenirim" dedi. Aydın beyin bakışları konuşan adama dönüp "Kızımı görebilir miyiz artık?" Diyerek doktorlardan hızlanmalarını istedi. Demir az önce konuşan adamın elindeki şeffaf torbaya bakarken içindeki eşyalara baktı. İçindeki elbise ona oldukça tanıdık gelmişti. Poşetin üstündeki etikette yazan 'Hilal KARAY' yazısıyla hemen poşete uzandı ve aldı.


Adam elindeki paketin alınmasıyla Demire baktı ve bir şey demedi. Aysun hanım "Hadi ama!" Diye yükseldiğinde Alpay, poşetten çekmediği bakışlarla "Kıyafetlerini niye çıkarttınız ki?" Diye mırıldandı. Adam bu sefer Alpaya bakıp "Öyle olması gerekiyordu" diye cevap verince Polat "Ameliyata mı alındı? Nesi var?" Diye sorularını sıraladı.


Adam, karşısında merakla ona bakan kişilere üzgünce bakıp "Bu taraftan" diyerek merdivenlerin olduğu kısmı gösterdi ve oraya doğru ilerlemeye başladı. Adamın aşağı inmesiyle Barış "Ameliyathane aşağıda mı?" Diye sordu. Adam yine cevap vermeyip ilerlemeye devam ettiğinde Aysun hanım eşinin elini sıkı sıkı tutuyordu.


İçlerindeki endişe her adımlarında artarken bir an önce Hilali görmek istiyorlardı. Koridorun iki ayrımına geldiklerinde bir tarafta kapının yanında yazan Morg tabelası, diğer tarafta yazan ise Röntgen, USG yazan tabelaları okudular. Adımları Röntgen yazan kısma yöneldiğinde önlerinde duran adamın hareket etmediğini gördüler.


Onlarında adımları da durup adama baktıklarında, adamın üzgün gözlerle onlara baktığını fark ettiler. Demir "Kırığı falan mı var?" Diye sorduğunda yanıt Barıştan "Kesin öyledir varya. Bir yerden düşüp ayağını burkmuştur o" diye gülümsedi ama gülümsemesi acı bir gülümsemeydi.


Demir de Barışa katılıp gülerken "Evet evet öyledir. Hangi odada? Şu üç numaralı odada çok sıra var, Hilal bekliyorlardır kesin" diyerek adımlarını röntgen odasına yönlendirdiğinde adam "Bunu söylemenin kolay bir yolu yok üzgünüm" diye konuşmuştu. Polat "Gayette kolay. Diyeceksin ki hastanız şu odada röntgen çekiliyor. Bu kadar" diyerek kafa sallayıp o da röntgen odasına doğru adımladı.


Alpay bakışlarını adamdan ayırmadan "Ultrason falan da olur" diye çocuk gibi omuz silktiğinde adam bakışlarını kaçırıp Morg yazan kısma ilerledi. Adamın o odaya attığı her adım onu izleyenlerin nefesini keserken Aysun hanım "Hayır, hayır!" Diyerek sayıklamaya başlamıştı. Aydın bey adama sinirle bakıp "Yanlış yerleri gösterip durma! Yeni mi başladın sen burada çalışmaya!" Diye bağırdığında adam kapıyı açıp odaya girmişti.


Barış sarsak adımlarla odaya yaklaştığında odanın ışığı açılmıştı ve adamın gri bir kapağı açtığını gördü. Eli kapı pervazını bulup sıkıca tuttuğunda ayakta durmak için çaba sarfediyordu. Adam açtığı kapağı sonuna kadar itip içinden bir şey sürüklediğinde üstünde beyaz örtüyle kapalı birini çıkartmıştı.


Barış daha fazla ayakta duramayıp yavaşça yere çöktüğünde solukları hızlanmıştı. Adam telefonunu açıp birilerini aradığında "Morga doktor yollasanız iyi olacak" diyerek aramayı sonlandırdı. Yerde çökmüş olan adama "Bir gemici tarafından bu sabah getirildi" dedi. Barış, adama dolu gözlerle bakıp "Kardeşim değildir ki" dediğinde adam "Polisler parmak izinden kimliğini doğruladı" diye cevap verdi.


Aysun hanım elini tuttuğu eşiyle beraber titrek adımlarla kapıya yaklaştıklarında yerde ağlayan Barışın yanından geçip odaya girdiler. Aysun hanım gördüğü beyaz örtüyle olduğu yerde savrulurken Aydın bey eşini tuttu ama kendisini tutamayıp sırtını duvara dayadı. Nefesi kesilmeye başlamış gibi hissediyordu.


Adam dolu bakışlarını beyaz örtüye çevirip ellerini örtünün ucuna getirdiğinde annesi olduğunu düşündüğü kadının şiddetli ağlaması duydu ama elinden bir şey gelmeyerek örtüyü indirip önündeki kadının solmuş yüzünün görünmesini sağladı.


Demir ve Polat hala röntgen odalarının yanında dururken bulundukları koridorda Aysun hanımın "Hilal! Kızım!" Diye feryatlarının yayılmasını duydular. Demir, duyduğu çığlıklarla annesinin bulunduğu odaya ona kızmak için girecekken kapının kenarında kusan Barışı gördü. Adımları onunla sekteye uğrarken "Pis biri olduğunu Hilale söyleyeceğim" diyerek homurdanıp odaya girdi.


Odaya girdiğinde karşısına ilk önce öylece ayakta durmuş nefes dahi almayan kardeşini gördü. Kafasını ondan çevirip duvara yaslanmış olan babasına baktı. Omuzları sarsılacak derecede ağlıyordu ve duvardan aşağıya kayıp yere yığılmıştı. Yanına koşan adamı gördüğünde bu sefer bakışlarını annesine çevirdi. Dizlerinin üstüne çökmüş bağırarak ağlıyordu. Onun yanına yaklaşıp "Bağırıp durmasana anne! İlla kızından azar mı işitmek istiyorsun?! " Diyerek onu uyardı.


Sonrada gözlerini beyaz örtünün örtüğü kardeşine çevirdiğinde ona yaklaştı ve açıkta kalan omzuna dokunup "Hilal hadi kalk sende, bugün boşum araba falan kullanalım?" Diye mırıldandı ama hiç bir yanıt alamadı. Yanaklarının ıslandığından habersiz tekrar kardeşini dürtüp "Tamam bak söz veriyorum ne yaparsan yap hiç kızmayacağım. Hadi kalk!" Diye mırıldandı ve yine yanıtsız kaldı.


Onu cevapsız bırakan kardeşine sinirlenip arkasını döndüğünde kapıda iki kişinin Polatı tuttuğunu, babasının da bir sedyeye taşındığını gördü. Barış yerde öylece uzanıyordu ki yanına gelen doktorlara sadece gülüyordu. Doktorlardan biri annesine yaklaşıp onu kaldırdığında annesinin "Benim kızım ölmedi! Bırakın, hayır!" Diye bağırmaları midesini bulandırmaya başlamıştı.


Yavaş adımlarla ona yaklaşan kardeşini gördüğünde ise elinde sıkıca tuttuğu kıyafet poşetini ona uzatıp "Alpay, sen Hilali uyandırda kıyafetlerini giydirelim, çok üşümüş buz gibi. Bana yine kızmış her halde uyanmıyor bir türlü" diye mırıldandı.


&&&


Beklemediğiniz bir durum olduğunu az çok tahmin edebiliyorum ama yapacak bir şey yok 😔😔


Şimdiden yorum yapan ve beğenen herkese teşekkür ederim♥️


Diğer bölümde görüşmek üzere....🫶🏻🫶🏻🫶🏻


Loading...
0%