Yeni Üyelik
92.
Bölüm

39. Bölüm

@merida_xx

Alpay sıkıca sarıldığı kardeşinden onu ayırmak isteyenleri kendinden ittirdikten sonra tekrar soğuk bedene sarıldı. Personeller abisini zar zor dışarıya çıkarttıktan sonra hedefleri kendisi olmuştu ama Alpayın ikizini bırakmaya niyeti yoktu.


Sarıldığı ikizinin soğuk yanağına öpücükler bırakırken "Hadi Hilal yalvarırım kalk artık! Bak yine ayıracaklar bizi yoksa!" Diyerek ağlıyordu. Kollarından tutan adamlara "İkiziz biz! Ayrılamayız! Bırakın bizi!" Diye bağırarak tekrar onlardan kurtuldu ve hızlıca Hilale sarıldı.


Kafasını soğuk bedene yaslayıp gözyaşlarını akıtırken ondan ayrılmamak için kollarını sıkıca ikizine sardı. "Beyefendi artık çıkmanız gerekiyor" diyen adamı duymazdan gelip kollarını Hilale daha da sıkı sardı.


Tekrar geriye çekilirken kulağının altında 'tıp' diye duyduğu sesle çırpınmalarını aniden durdurdu. Durmasıyla beraber kollarından tekrar geriye çekildiğinde adamlara dönüp "Bir şey duydum! Yemin ederim bir şey duydum!" Diyerek bağırdı ama adamlar tarafından odadan çıkartılmıştı. Ne kadar çabalasa da kurtulamayınca duvar dibine çökmüş olanlara "Bir şey duydum abi! Barış lütfen bakın! Kalbini dinleyin Polat!" Diyerek bağırdı.


Yediği sakinleştirici iğneyle duvar dibine çökmüş sadece ağlayarak odaya bakan Demir, duyduklarıyla kafasını çevirip Alpaya baktı. Bir şey mi duydum demişti? Cebindeki titreyen telefonla sakince elini telefona attı ve kim olduğuna bakmadan açıp "U-uyan-mıyor" diyerek telefonu kapattı ve kafasını geriye yaslayıp gözlerini kapattı.


Polat dönen başına rağmen zorla ayağa kalktığında çıkarıldığı odaya tekrar girdi ve öylece uzanan aşık olduğu kadına baktı. Ağlamasını kontrol edemezken gözlerini silip görüşünü netleştirdi. Yanından geçen adam örtüyü kapatmaya yeltendiğinde Polat "Dursun. Lütfen. Biraz, bi-biraz daha bak-bakayım" diye zorlanarak konuştu ve adamın ondan uzaklaşmasıyla duruşunu düzeltmeye çalışıp Hilale adımladı ama adım attığı anda boşluğa basmış gibi tökezlemişti.


Elleri soğuk tezgahtan destek alarak sevdiği kadının yanına çöktü ve onu izlemeye başladı. Titreyen elini kaldırıp parmaklarını Hilalin yanağına sürdüğünde koca bir iç çekti. Diğer eliyle gözlerindeki buğu tekrar yok ettiğinde dudaklarını soğuk yanağa bastırdı. Çenesini Hilalin omzuna koyup titreyen elini saçlarına çıkartıp yavaşça okşadı.


Gözyaşları yanağından süzülüp Hilalin omzuna düştüğünde "Sana kızacağıma o kadar emindim ki. Saatlerce bağırıp kavga edeceğimize o kadar emindim ki" diye mırıldandı. "Bir bakayım hemen çıkacağım söz!" Diye bağırarak odaya giren Alpayla, Polat kafasını kaldırıp ona baktı. Alpay, hiç kimseyi görmeyip umursamadan ikizine yaklaştığında yanındaki Polatı ittirdi ve elindeki stetoskobu kulağına takıp ucunu Hilalin kalbine koyup dinlemeye başladı. 


Kulağına gelecek her hangi bir sese muhtaç şekilde nefesini dahi tutarken bakışlarını ikizinin kapalı gözlerindeydi. Odada oluşan sesleri "Kesin sesinizi!" Diye bağırarak susturduktan sonra gözlerini kapatıp sese odaklandı. Silikte olsa duyduğu ufak sesle ilk başta emin olamadı ama tekrar aynı sesi duyduğunda gözlerini açıp kulağındaki stetoskobu fırlatıp "Atıyor!" Diye bağırdı.


Sonra ikizine bakıp ne olabileceğini düşünürken Polat "Ne diyorsun Alpay?" Diyerek düştüğü yerden ayağa kalktı ve yaşlı gözlerle Alpaya baktı. Alpay ani bir hareketle ellerini Hilalin kolunda sürtmeye başladı ve "Hipotermi bu Polat! Ölmedi yaşıyor! Hilal ölmedi sadece şokta! O yüzden öldü sanmışlar" Diye bağırdı. Polat, Alpaya şaşkınca baktığında Alpay arkasındaki adamlara "Çabuk battaniye falan getirin hadi!" Diye bağırdı.


Polat, kafasını sallayıp kendine geldiğinde hızlıca üstündeki hırkayı çıkartıp Hilalin omuzlarına koydu ve yüzüne yaklaşıp avuçalarını yüzüne koyup ısıtmaya çalıştı. Adamların getirdikleri battaniyeleri hemen Hilalin üstüne attıklarında odaya bu sefer bir kaç doktor girmişti ve onlarda hızlıca Hilale yaklaşıp kalbini dinlediler. Doktorlardan biri "Allah kahretsin! Çabuk acili ara!" Diye arkadaşına bağırdıktan sonra o da Hilalin soğuk bedenini ısıtmaya çalıştı.


Demir ve Barışta odadaki gürültüyle çöktükleri yerden kalktıklarında odadan kucağında Hilalle çıkan Polatı gördüler. Alpayda peşlerinden koşarken Polatın omzundan düşüp duran ikizinin kafasını tutuyordu. Demir ve Barış onlardan uzaklaşan tabloya anlamsız bakışlar atarken yanlarından geçen adamın "Evet evet yanlış bir durum olmuş. Kadın hipotermiye girdiği için nabzını bulamamışlar" dediğini duydular.


Duyduklarını algılamaya başladıklarında Barış "Ölmedi o zaman?" Diyerek burnunu çekti ve Demire baktı. Demir de burnunu çekip gülümsediğinde "Ölmemiş" diye cevap verdi. Birbirlerine gülümseyen ikili az önce geçip gidenlerin koridoruna baktığında onlarda peşlerinden koşmaya başladı.


Polat saniyeler içinde ulaştığı acilde hemşirelerin yönlendirmesiyle kucağındaki sevdiği kadını bir sedyeye bıraktı ve sedyeyle beraber ilerledi. Sedyeyi bir odaya aldıklarında Polat ve Alpay içeri giremeden kapıyı kapatıp onları dışarıda bıraktılar. Polat kapanan kapıya "Yanında dursaydım" diye mırıldanmıştı.


Alpay hem ağlayıp hem gülerken olduğu yerde bir kaç tur atıp Polata sarıldı. İçindeki çocuksu sevinci nasıl kontrol etmesi gerektiğini bilmiyordu ve sadece gülüyordu. Sarıldığı bedenin taştan farkı olmadığını hissedince "Rahatla artık, ölmedi. Hilal yaşıyor, ölmedi" dedi ve Polata sıkıca sarıldı. Polat ona sarılan Alpaya "Rahatlamam için içerideki kadına sarılmam lazım Alpay" dedi ama yine de Alpaya sıkıca sarılmıştı.


Barış ve Demir sarılan ikiliye bakıp "Ne oldu!" Diye sordular. Alpay, Polatı bırakıp bu sefer ona daha yakın duran Barışa sarılıp "Ölmedi, yaşıyor" diye sevinçle konuştu. Barışta Alpaya sarılıp "Yaşıyor" diye sayıkladı ve bir süre öyle kaldılar. Demir ise gülümseyerek kapalı olan kapıya bakıyordu ki Polat onu omzundan tutup çekti ve sıkıca sarıldı. Demir, yüzündeki aptal gülümsemeyle Polata sarılıp "Ölmemiş" diyerek bu sefer mutluluktan ağlamaya başladı.


Sarılmaları bittikten sonra ayrıldılar ve odadan bir haber beklemeye başladılar. Hilalin ölmemiş olması sanki olabilecek bütün kötü durumları yok etmiş gibi sevinçliydiler. Alpay yerinde duramayıp bir oraya bir buraya gezinirken abisine bakıp "Abi annemler?" Diye sordu. Demir unutmuş olduğu anne babasıyla kısa bir etrafına bakındı ve "Bilmiyorum" diye mırıldandı. Aklından uçup gitmişlerdi.


Onları morga götüren adam yanlarına yaklaştığında, adam kendisine atılan öfke dolu bakışlara hak verdiği için bir şey diyemedi. Polat "Elimden bir kaza çıkacak çekil git şuradan!" Diye çıkıştığında dakikalarca yaşadığı korku ve üzüntüyü öfkeye çevirmişti bile. Adam mahçup bir ifadeyle bakıp "Az önceki kadın ve beyefendi acildeler. Onu haber vermek istedim" diyerek yanlarından uzaklaştı.


Barış, adamın dediklerinden sonra Demir ve Alpaya dönüp "Siz gidin bakın. Ben buradayım" diyerek onlara gitmelerini söyledi. Polatta Barışa katılıp "Aynen, gidin siz Demir. Biz buradayız" diye kafasını salladı. Alpay "Hemen geliriz zaten" diyip abisinin kolunu tutup acilin diğer kısmına doğru ilerlediler.


Demir, babasının yanına giderken Alpay, annesinin yanına ilerledi. Demir, babasının yanındaki doktora baktığında "Hastanın yakınısınız sanırım" diye sorulmasıyla "Evet oğluyum" dedi. Doktor kafasını sallayıp "Sebebini bilmiyorum ama babanız kalp krizi geçirmiş beyefendi. Şu anlık telaş yapacak bir durum gözükmüyor ama uyanınca tekrar kontrol edilmesi gerektiğini söylemem gerek" dediğinde Demir, doktor ne kadar telaşlanma desede yine de telaşlanmıştı.


Doktor diğer sedyede yatan kadına döndüğünde başındaki Alpaya bakıp "Oğlu musunuz?" Diye sordu. Aldığı olumlu yanıtla "Hanımefendiye de sakinleştirici vermek durumunda kaldık yoksa bir kriz geçirebilirdi. Birazdan uyanır muhtemelen" diye durumu açıkladı. Alpay, doktoru onaylayıp teşekkür ettikten sonra annesine ve babasına baktı.


Demir "Allahım bu nasıl bir gün?" Diyerek alnını ovalarken bakışlarını arada geldikleri koridora çevirip bir şey var mı diye kontrol ediyordu. Aysun hanımın "Kızım" diye sayıklamasıyla bakışlarını annesine çeviren Alpay, annesinin elini tutup "Annem sakin ol, Hilal yaşıyor. Bir şey olmadı" diye sakince konuştu. Aysun hanım gözlerini açıp oğluna bakıp "Hilal" diye mırıldandığında gözyaşları sakin ama hızlı bir şekilde yanaklarından süzülmüştü.


Alpay, annesinin gözyaşlarını silip "Hilal yaşıyor annem. Vallahi bak. Polat ve Barış yanında" diyerek durumu açıklamaya çalıştığında Aydın beyde gözlerini açmıştı. Aydın bey önce karşısındaki tavana bakıp yutkundu ama acıyan boğazıyla bunu zor yapmıştı. "Baba" diye seslenen oğlunu duyduğunda kafasını yavaşça çevirip Demire baktı. Demir tepkisiz şekilde ona bakan babasına "Baba, Hilal yaşıyor" diyerek gülümsedi.


Aydın bey ilk başta oğlunun dediğini anlamayıp boş boş baktığında Demir tekrar "Yaşıyor baba, ölmemiş" diye kafasını salladı. Yanındaki sesler çoğaldığında bu sefer kafasını o tarafa çevirip eşini ve diğer oğlunu gördü. Aysun hanım kalktığı yataktan "Kızımı göreceğim Alpay, beni ona götür" diye ağlayarak bir yere doğru gitmeye başladı. Peşinden de Alpay tabi.


Aydın beyde yattığı yataktan biraz zorlanarak kalksada oğlunun yardımıyla daha kolay olmuştu. Demir "Baba yatman lazım senin. Kalp krizi geçirmişsin, yapma böyle, yat lütfen" diyerek babasını yatağa geri yatırmaya çalışsada başaramamıştı. Aydın bey "Kızımı görmem lazım. İyiyim ben" diyerek kolundaki serumu çıkarıp attı ve eşinin gittiği yere doğru ilerlemeye başladı.


Ulaştıkları kapının önünde Alpayın biriyle konuştuğu gördüklerinde adımlarını hızlandırdılar. Polat, karşısındaki doktora "Helikopter ayarlasak?" Dediğinde doktor "Bu bir sorun teşkil etmez ama siz yine de başhekimle bir konuşun" diyerek ortamdan uzaklaştı. Aydın bey "Kızım nerede?" Diye sorduğunda Barış aralık olan kapıyı işaret etti. Adımları kapıya gittiğinde kapıyı ittirip beyaz örtüyle kapalı kızını değil kablolara bağlı olan kızını gördü.


Barış "Aydın bey, askeriyeden bir helikopter ayarlayabilir misiniz? Hilali bir an önce hastaneye götürüp tedaviye başlamamız gerekiyor" dediğinde Aydın bey, Barışı onaylayıp elini onlara uzattı. Telefon istiyordu. Başka bir doktor odadan çıkıp "Bünyesi çok zayıf içeri girmemeniz iyi olur" dedi ve kapıyı kapattı.


Aydın bey oturduğu sandalyede kardeşini aramaya başladığında telefon ilk çalışta açıldı ve "Abi kafayı yedik burada! Demiri aradım uyanmıyor diye ağlayıp telefonu yüzüme kapattı! Kurban olayım iyi bir şey söyle!" Diye bağırdı. Aydın bey zaten ağrıyan başıyla telefonu kulağından uzaklaştırdığında "Yavuz sus ve beni dinle" diyerek tekrar kulağına yaklaştırdı ve "Ben seni aradığımda buraya bir helikopter gönderiyorsun" dedi.


Yavuz bey abisini onaylayıp askerine haber yolladı ve hazırlanmasını söyledi. Telefonu hala kapatmayan abisine tekrar Hilali soracaktı ki telefon yüzüne kapanmıştı. Sinirle yüzünü sıvazlayıp telefonunu masaya attığında aralık olan kapıdan Emreyi gördü. Emre çekinik bir şekilde ona bakarken "Konutanım, var mı bir haber?" Diye sorarak bu soruyu yirmi kere sormuş oldu.


Yavuz bey ellerini iki yana açıp "Bir sik söylemedi ki Emre! Ne bileyim neler oluyor!" Diye yükseldiğinde Emre de gergince dudaklarını kemirdi. Kaç saattir bir habere muhtaç bekliyorlardı. Yavuz bey "Helikopter istediler, ne yapacaklar bilmiyorum" diye daha sakin cevap verdiğinde telefon tekrar çalmıştı ve açtığı gibi kapanmıştı. Yavuz bey sinirle bir şeyler homurdanıp "Emre git şu helikoptere çıkmasını söyle" diye konuştu ve kendini sinirle sandalyeye attı.


*


Bahçede oturan iki timde sessizliğin bilmem kaçıncı saatlerindeydiler. Diğerleri gittiğinden beri dışarıda bir oraya bir buraya gezinip durmuşlar, en sonunda da yere çöküp kalmışlardı. Faruk sıkıntılı bir nefes verip kafasını gecenin karanlığına kaldırdı. "Aga bir şey olmamıştır dimi lan?" Diye soran kişi Özalpti. Halil "Olmamıştır oğlum. Ne olacak sanki? Hilal bacımdan bahsediyoruz burada" diyerek sigara dumanını havaya üfledi. Hepsinin canı son derece sıkkındı.


Akın ortadaki sigara paketinden son sigarayı alıp birikmiş boş kutuların yanına attığında dördüncü paketi bitirmiş oldular. Akın sigarasını yakarken lojmanların bulunduğu kısımdan onlara doğru koşan Sedayı gördü. "Yakup, yenge geliyor" diye haber verdiğinde Yakup oturduğu yerden kalktı ve kendisine gelen eşini bekledi.


Sedanın yaklaşmasıyla yüzündeki parlaklık netlik kazanırken Yakup "Seda ne oldu?" Diye endişeyle sordu. Seda yaklaştığı gibi kollarını eşine sarıp içli içli ağlamaya başladığında Yakup ne yapacağını bilememiş bir halde kalmıştı. "Seda? Kurban olduğum ne oldu?" Diyerek eşini uzaklaştırmaya çalışırken "Safa!" Diye bağıran başka bir ses duyuldu.


Safa sigarasını yere atıp ona doğru koşan Cananı görünce "Lan ne oluyor?" Diyerek ayağa kalktı. Cananda, Seda gibi kollarını sevdiğine sarıp ağlamaya başladığında Emir "İyi şeyler olmuyor dimi" diye mırıldandı. Canan yaşlı gözlerle Safadan geri çekilip "Öl-ölmüş Safa" diye hıçkırıkları arasında konuştu.


Yanlarına yeni ulaşan Emre "Kim?" Diye sorduğunda Seda burnunu çekip "Hilal" diyerek daha çok ağlamaya başlamıştı. Ortamdaki bütün sesler kesilirken Faruk "Ne diyorsunuz siz ya?" Diye sinirle çıkışmıştı. Canan kendini Safaya yaslayıp ona bakanlara döndü ve ağlayarak "Antalyadan ha-haber geldi. Bizde ra-rapolarına baka-lım dedik. Ö-ölüm saati ya-zıyordu. 11.37 de ö-ölmüş" dedi.


Halil gözlerini kapatıp "Şaka falandır" diye mırıldandı ve dudaklarındaki sigarayı titreyen eliyle tutup söndürdü. Faruk "Tabi oğlum. Sever o böyle saçma şakaları" diye gülümsediğinde Canan burnunu çekip "Değil. Özgür hastaneyi a-aradı. Aydın bey-ler te-teyit etmişler" dediğinde artık geri dönüşü olmayan bilgiyi kesinleştirmişti.


Emre gözlerini kapatıp ellerini saçına götürdüğünde sakin kalmak adına derin nefesler aldı. Kardeşi gibi gördüğü Hilalin ölmüş olması canını yakarken sakin kalmak onun için oldukça zordu ki yanındaki adamların da aynı durumda olduğunu hissedebiliyordu.


Sakin kalmak adına verilen derin nefesler Emirin burnunu çekmesiyle sekteye uğramıştı. Emir, oturduğu yerden hızlıca kalkıp başka bir yere gittiğinde Özalp ve Yavuz da ayaklanıp gitmişti. Az önceki kalabalık sessiz bir şekilde farklı yerlere dağıldığında yalnız kalan Emre de gözyaşlarını akıtmaya başlamıştı. Camdan dışarıya bakan Müge ise hemen üstüne bir şeyler alıp evden çıktı ve sevgilisine doğru ilerlemeye başladı.


Emre eğildiği yerden kafasını kaldırdığında ona endişeyle yaklaşan sevgilisini gördü. Mügenin ona yaklaşmasıyla kollarını biraz açtı ve ona sarılmasını bekledi. Müge, Emreye sarılıp "Sevgilim ne oldu?" Diye sorunca Emre, kafasını Mügenin boynuna gömüp "Hilal ölmüş Müge" diye mırıldanıp usul usul gözyaşlarını akıttı. Müge henüz tanımadığı ama sevgilisinin dilinden düşürmediği kardeşinin ölmüş olduğunu öğrenmesiyle ona sıkıca sarılmaya devam etti.


Müge ellerini Emrenin ensenine koyup "Emre, güçlü durup Demir abiye destek olmalısın sevgilim" diyerek ıslanmış yanaklarını temizledi. Emre kafasını sallayıp kendini toparlamaya çalışırken "Evet haklısın. Şimdi bana ihtiyacı olacak" diyerek dik bir konuma geçti. Yavuz bey hava almak için dışarıya çıktığında binanın köşesinde çökmüş ağlayan Yavuz ve Özalpi gördü.


Adımları onlara yöneldiğinde söndürdüğü sigarayı yenisiyle değiştiren Serhatı da görmüş oldu. "Ne oluyor lan burada?!" Diye bağırdığında askerleri her zamankinin aksine daha yavaş bir şekilde hazırola geçtiğininde onların yüzüne bakamayan gözlerine baktı. "Ne oluyor diye sordum!" Diye tekrar bağırdığında Özalp "Başımız sağolsun komutanım" demiş ve kafasını eğmişti.


Yavuz bey, Özalpin dediğiyle kaşlarını çatıp "Ne diyorsun sen?" Diye anlamayarak sordu. Yavuz, burnunu çekip "Hilali kaybetmişiz komutanım" diye konuşunca Yavuz bey daha da kaşlarını çattı. Askerleri ne diyordu öyle? Eliyle karargahı gösterip "Ne diyorsunuz lan siz! Daha yeni helikopter istedi benden" diye bağırdı. Serhat boğazını temizleyip "Belki cenaze içindir komutanım" diye cevap verdi.


Yavuz bey ne yapacağını bilemez bir halde öylece askerlerine bakarken bu sefer adımlarını geriye doğru attı. Askerlerine arkasını dönüp karargaha adımlarken aklında sadece öğrendiklerinin doğruluk payı olup olmadığı dolanıyordu.


&&&


Devamı Part 2 de...


Loading...
0%