Yeni Üyelik
10.
Bölüm

7. Bölüm

@merida_xx

Yanımdaki adamı öldürmemeye çalışmak benim için oldukça zordu. Kendisi şu bağış zırvalığının kaynağımı neymiş. Hastaneye gelip katılacak kişileri öncesinde bir yemeğe çıkartıyormuş ve bilin bakalım şu an nereye gidiyoruz?Kahvaltıya!


Ne kadar istemediğimi dile getirsemde neredeyse zorla yemeğe gidiyorduk. "Zaten bağış gecesinde yemek yenilecekti buna gerek yoktu." Diye yanımdaki adama baktım. Bakışlarını bana çevirip "Olsun Hilal hanım. Hem ön bir hazırlık yapmış oluyoruz" diyerek gülümsedi.


"Ne hazırlığı?" Diye sordum merakla. "Gittiğimizde konuşuruz bunları Hilal hanım" dedi ve camdan baktı. Bende yolu seyrederken aynı zamanda şehri de gezmiş oldum. Nereye gidiyoruz tam olarak? Bir lokantanın önüne gelince arabadan indim ve içeriye adımladım. Zaşer beyin ilerlediği kısma ilerledim ve kalabalık bir masaya oturduk.


Bir kaç yabancı insan vardı ama çokta umursamadım. Kahvaltımızı yemeğe başladığımızda telefonum çalmaya başladı. Arayanın Alpay olduğunu görünce daha yeni ayrıldığımız için ufak bir endişeyle açtım. "Alo?" Diye mırıldandım. İnsanları rahatsız etmenin anlamı yoktu.


"Nerdesin?" Diye sormasıyla ses tonunun garipliği kendini ele verdi. "Dışardayım bir sorun mu var?" Diye sordum ve Zaşer bana eğilip "Bir sorun mu var Hilal?" Diye sordu. Ne ara bu samimiyete ulaştı. Ona kaşları çatıp "Sizi ilgilendiren bir durum yok Zaşer bey." Diye son kelimemi vurguladım. Garip bir ifadeyle kafa salladı ve benden uzaklaştı. "Sabır yarabbi ya" diye homurdandım ve "Dinliyorum Alpay" diye telefona konuştum.


"Senin o adamla ne işin var?!" Diye sinirli sesi kulağıma ulaştığında bu seferde ona sinir oldum. Beni mi sınıyorlar acaba? "Alpay işim gücüm var konuya gir" diyerek masadan kalktım çünkü şu Zaşer denilen adam bakışlarını çekmiyordu. Lokantadan dışarıya çıktığımda üstüme bir şey alsaydım keşke diye düşünmeden edemedim.


"Konu sensin aptal! Ne işin var o adamla? Ayrıca nerdesin sen?" Diye bağırmasıyla telefonu yüzüne kapattım. Ne olduğunu söylemiyor sürekli bağırıyordu! Onu dinleyeceğimi sanıyorsa yanıldığı anlamış olmalıydı.


İçeriye baktığımda oraya da dönmek istemedim ama eşyalarım orada olduğu için mecbur kaldım. Telefonum tekrar çalmaya başladığında sessize aldım ve masaya ulaştığımda "Benim hastaneye gitmem gerekiyor, size afiyet olsun" diyerek kapıya adımladım. "Hilal, Hilal hanım!" Diye seslenilmesiyle durdum.


Titreyen telefonumu karnıma koysam kim bilir kaç gram eritirdim. "Buyrun?" Diye Zaşer beye baktığımda "Sizi bırakmama izin verir misiniz?" Diye sordu. Etrafa bakınıp taksi aradım ama bırak taksiyi sarı bir renk bile yoktu. "Taksi çağırırsanız da olur" dedim ama gülümseyip arabayı işaret etti.


Yolda baya vardı yürünmeyecek kadar hemde! İçimden buraya neden geldiğime dair binbir türlü uyarılarımı yapıyordum. Beni ön koltuğa ilerletti ve kendi de şoför kısmına geçtiğinde arabayı çalıştırdı. Sessiz bir şekilde yolda ilerlerken titreyen telefonumu camdan atasım geliyordu.


"Haftaya geliyorsunuz değil mi Hilal hanım?" Diye sessizliği bozduğunda "Bilmiyorum karar vermedim, o tarz gecelerden pek hoşlanmam" dedim ona bakmadan. "Anladım. Size bir teklifim var desem peki?" Dediğinde ona döndüm ve "Nedir?" Diye sordum.


"Biliyorsunuz ki köy taraflarında oldukça zor şartlarda yaşam süren insanlar var. Eğitim ve sağlık özellikle" diye biraz sessizleştiğinde "Bir de güvenlik" diye onu tamamladım. "Evet o da var tabi. İşte sizin bu sağlık kısmına yardımcı olmanızı istiyorum. Teklifime gelirsek de, ayda bir kaç kere ekibimizle birlikte onları ziyaret etmeni istiyorum" dedi ve kısa süreli bana baktı.


Bunu zaten yapmıyorlar mıydı? Atakanla konuştuğum kadarıyla zaten askerler eşliğinde bunu yapıyorlardı. Hatta bu ekibe bende katılmıştım. Bu hafta Çarşamba günü gidecektik. "Bu zaten yapılan bir şey?" Diye ona bakmayı sürdürdüm.


"Tabiki yapılıyor ama onların da gitmediği kısımlar var" dedi. Tek kaşım çoktan havalandığında "Askerlerin gitmediği bir yer? Onların gitmediği bir yere siz nasıl gideceksiniz peki?" Diye merakla sordum. Ufaktan atan boynundaki damarına gözüm kaydı. "Çok soru soruyorsunuz" diye sırıttı. "Teklifi kabul etmemi istiyorsanız kafamdaki bütün soruları cevaplamak zorundasınız" dedim.


Burnundan nefes verip arabayı durdurunca etrafa baktım ve hastaneye geldiğimizi gördüm. "Bunun cevabımı bağış gecesinde vereceğim Hilal hanım" dedi. Ona bir şey demeden arabadan indim ve karşımda kahvesini içen Atakana seslendim. Atakan yanımıza geldiğinde üstümdeki bakışlara yani Zaşer beye döndüm.


"Atakan bey şu an müsait Zaşer bey. Kahvaltıya katılamamıştı ama sanırım sonrasındaki kahveye katılabilir" diyerek gülümsedim. Amaç katılacak doktorları yemeğe çıkartmaktı, beni çıkardığına göre Atakanın sırası gelmişti. İkisinden de "Ne?" Tepkisi alınca Zaşer beye bakıp "Geceye katılacak olan diğer davetliniz de Atakan bey, unuttunuz sanırım?" Dedim ve Atakana dönüp "Zaşer bey davete katılacak doktorları yemeğe çıkartıyor Atakan, ben şimdi geldim sende sıra" dedim.


Atakan, Zaşer beye bakıp "Öyle mi? Bekleteceğim o zaman üstüme bir şeyler alayım" diye yanımızdan ayrıldı. Zaşer beyin gülüşünü duyunca tekrar ona baktım. Şu telefonu kıracağım artık! Sanki sinirli duruyordu ama neyse. "İyi günler Zaşer bey" dedim ve hastaneye adımladım.


Cebimde bir dakika bile titremeyi bırakmayan telefonumu sinirle açtım "Senin derdin ne be! Açmıyorsam niye sürekli arıyorsun?!" Diye yükseldim. "Hemen askeriyeye gel!" Diyen Aydın beyle kısa bir şaşırdım. Telefonu çekip baktığımda gayette Alpay aramıştı.


"Hastanedeyim işim var gelemem" diye daha sakin konuştum. Atakan yanımdan gülümseyip gittiğinde dinlenme kısmına girdim. "Gelebilir misin demedim zaten gel dedim!" Diye sert sesini tekrar duyunca gözlerimi kapatıp sakin kalmayı diledim.


"Sizin dediklerinizi yapacağımı düşündüren ne oldu acaba! Çok istiyorsanız siz gelin!" Diye bağırıp telefonu kapattım. "Yeter be sabahtan beri. Tamam normal bir insan değiller onu kabullendim ama yeter ya" diye dolabımın kapağını hızlıca kapatınca masada yemek tırtıklayan Cananla bakıştım.


"Kusura bakma Canan" diye mahçup bakışlarımı yolladım. "Önemli değilde sen iyi misin?" Diye merakla sordu. Cananla sadece merhaba merhabamız vardı, gerçi başka konuşacak zamanımız olmamıştı ya neyse. "İyiyim, tekrar kusura bakma afiyet olsun" dedim ve onu orada bırakıp işimin başına döndüm.


Yazarın anlatımından...


Toplantı odasındaki gergin hava yerini korurken Aydın bey derin bir kaç nefes aldı. Yüzüne kapatılan telefonla sinirleri anında tepesine çıkmıştı. Sıktığı telefonu masaya bırakıp "Sabır. Sabır allahım" diye sakin durmaya çalıştı. Yavuz, abisinin bu haliyle başka zaman dalga geçerdi ama şu an durum farklıydı.


Yiğeninin o adamla ne işi olduğunu düşünmekten o da bir hal olmuştu. Hala odada bulunan Bülent "Komutanım isterseniz ben Hilal hanımı getirebilirim" diye konuştu. Alpay kafasını sallayıp "Gelmez ki, katır inadı var! Görmedin mi telefonu bile kaç saattir açmadı." Diye kızgınca konuştu.


"Aysun hanım çağırsa?" Diye konuşan kişi Bülentti. Bakışlar ona dönünce "Komutanım, yanlış anlamayın ama aralarının iyi olduğunu gözlemledim. Belki o çağırırsa gelebilir" diye fikrini savundu ama üstündeki bakışlarla oldukça tedirgindi. Bu fikri sunduğuna içinden kendine 'sanane lan sussana' diye kızarken Aydın albayı "Ara Alpay" dedi ve odadan çıktı.


Yavuz bey, odada ne yapmaları gerektiğini duymayı bekleyen Gece timine baktı. "Siz şimdilik çıkın, tekrar toplanırız" diye onları gönderdi. Gece timi odadan çıktıktan sonra oturdukları odaya ilerlediler.


"Hilal hanım bir geldi pir geldi valla." Diye konuşan kişi Faruktu. Faruk, timin en konuşkan kişisi olabilirdi. Sessiz kalabildiği süre en fazla yarım saat olurdu. "Sanane lan. Bizi ilgilendirmez" diye timin en ağırbaşlı abisi Safa konuştu. Safa, sadece görev adamıydı. Fazla bir şey yapmaz ve kendi halinde takılırdı.


"Abi öyle tabi ama bana hala garip geliyor" diyen Emiri, Yakup onayladı. Emir, time yeni katılmıştı ve o da Faruk gibi deli dolu biriydi. Yakup ise timin en terbiyeli kişisiydi. Ağzından küfürü zor duyarlardı.


"Yakup abi yine dua etmeye başlayacak gibi" diye gülen kişi Akındı. Akının sözüne hepsi gülümsemişti. Şu sıra alay konuları Yakubun, Hilali görünce dua etmeye başlamasıydı.


Akın, tam bir istanbul beyefendisiydi. Son derece kibar ve dikkat çekici bir askerdi. Eylül, arkadaşının koluna vurup "Şimdi dayak yiyeceksin Akın" diye onu uyardı. Eylül ise timin annesi sıfatındaydı. O kadar anaç bir kadındı ki bazen kendisi bile buna şaşırıyordu.


"Ben Demir yüzbaşının yanına gidiyorum, bir şey olursa oradan bulursunuz beni" diye toplantı odasına çağrılmadan önceki görevine yani asker eğitimine geri döndü Polat. Polat yıllardır bu şehirde görev yapıyordu. Timin başına geçeli de üç yıl olmuştu. Diğerlerine kıyasla sessiz sakin bir kişiliği vardı. Yeri geldiğinde öfkesinden o bile korkardı ama bunu yönetmeyi iyi bilirdi. Boşuna bordo bereli değildi sonuçta.


Yeni gönderilen askerlerin başında son derece ciddi duran Demirin yanına ilerledi. "Koş asker koş!" Diye bağırışla daha da hızlanan askerler soğuk havaya rağmen ter döküyorlardı. Demir yanına gelen Polatı görünce kaşlarını çattı. En son görev için çağrılmıştı, niye geri dönmüştü ki?


"Hayırdır? Sabah mı gidiyorsunuz?" Diye sordu. Polat koşan askerlere bakıp "20 tur daha attıktan sonra atış talimine geçin!" Diye bağırdı. Askerler "Emredersiniz komutanım!" Diye bağırınca Demire döndü. "Daha belli değil" dedi. Ne kadar yakın olsalarda görevlerinden asla bahsetmezlerdi.


Demir başını sallayıp tekrar askerlere döndü. "Kaç tur attılar?" Diye soran Polata, "Bilmem saymıyorum" diye gülümsedi. Polatta sırıtıp "Koşu 50 ye çıktı!" Diye bağırdı. İkiside ellerini ceplerine koymuş koşan askerleri izlerken kendi zamanlarını hatırlamıştı. Hatırladıklarıyla "100 oldu asker!" Diye aynı anda bağırdılar. Bakışları birbirine kayarken gülmelerini tutup askerlere odaklandılar.


Aydın bey koltuğunda otururken Alpay odaya girmişti. Kapıyı çalmadan girdiği için Aydın bey öfkeli bakışlarını ona çıkarttı. "Oğlun olarak buradayım baba" dedi ve sandalyeye çöktü. "Aradın mı tekrar?" Diye sordu Aydın bey. "Yok aramadım baba. Anneme söyledim o tamam dedi" Dedi. Yavuz beyde odaya girince küçük aile toplanmış oldu.


"Var mı bir haber?" Diye diğer boş sandalyeye geçti. "Yok amca. Annem arayacaktı en son" diye konuşup elindeki telefona baktı. Hala bir haber yoktu. "Abime söyleyelim mi?" Diye sordu. Demir bunu öğrense iyi olabilirdi. Belki onu dinlerdi. Alpayın telefonu çalınca "Anne ne dedi Hilal?" Diye sordu hemen.


Aldığı yanıtla tamam deyip annesiyle vedalaştı ve telefonu kapattı. Babasına ve amcasına bakıp "Açmamış" dedi. Yavuz bey sıkıntıyla nefes verip "İşi vardır büyük ihtimalle." Dedi. Aydın bey sinirle koltuğundan kalkıp "İşi olsa ne olacak, o adamla ne alaka Yavuz! Adamın arabasına binmiş birde!" Diye camını açtı. Biraz soğuk hava iyi gelirdi belki.


Yavuz, abisinin sinirli haline hak verip onu yumuşatmak için bir şey düşündü. Aklına ise hiç bir şey gelmedi. "Vardır bir açıklaması abi sakin ol sen" diyebildi sadece. Alpayın telefonu tekrar çalınca bu sefer ki arayan onu ayağa kaldırmıştı. "Hilal?" Diyerek telefonu açtı. Babası ve amcası ona döndüğünde o konuşmasını bitirdi ve telefonu kapattı.


"Akşam gelecekmiş" dedi. "Niye şimdi gelmiyor?" Diye soran babasına "Çalışıyor baba, durumu da söylememe fırsat vermediği için mecbur bekleyeceğiz" dedi. Alpayda revire döndüğünde herkes işine dönmüştü.


Saatler diğerleri için hızla aksa da Aydın bey için hiç geçmek bilmemişti. Eşiyle konuşup biraz sakinleşsede aklı hala sabahki olaydaydı. Kapı çalındığında "Gir!" Diye sesine dikkat etmedi. Kapı açılıp içeriye giren eşiyle ayaklandı. "Sen hala deli deli geziniyor musun?" Diye soran eşine göz devirdi.


"Neyse onun için gelmedim. Sonuçları aldım Aydın" diyerek çantasından bir zarf çıkarttı. Aydın bey bütün düşüncelerini kenara itip eşinin elindeki zarfı aldı. "Orada niye bakmadın?" Diye sorduğunda "Hilalin işi vardı zaten, tek bakmam istemedim" diye üzgünce konuştu. Sözde Alpayda gidecekti ama işler biraz tuhaflaştığı için aklına gelmemişti.


Aydın bey zarfı hızla açtı ve kağıdı çıkarttı. Zarfı ne kadar hızlı açmış olsa da şimdi kağıdı açmak bir hayli zor geliyordu. Elinin üstünde el hissettiğinde gözlerini aşık olduğu kadına çıkarttı. "Ben eminim Aydın. İstersen sen bekleyebilirsin" diye konuştu. Aydın bey bir süre daha eşine bakıp onu kolları arasına aldı.


Ne kadar kaçabilirdi ki bu durumdan. Sanki kader ona oyun oynuyordu ve bir şekilde bununla yüzleştirmeye başlamıştı. Aydın bey eşinden uzaklaşıp "Bir an önce bitsin artık" diye konuşup kağıdı açtı. Gözleri kağıdı hızlı hızlı tararken en alta kalın puntoyla yazılmış yere geldi.


"Örnek alınan Hilal Karay %99,7 ihtimalle Aydın Akabey'in çocuğudur"


Aydın bey yazanı bir kaç kere daha okuduktan sonra dolu gözlerini eşine çevirdi. "Ama ben onu gömmüştüm Aysun" diye mırıldandı. Aysun hanımında gözleri dolarken kollarını eşine sardı ve ona sıkıca sarıldı. "O yaşıyor Aydın. O bizim kızımız" diye bu gerçekleri sesli dile getirdi. "Ben kimi gömdüm o zaman Aysun? Kimin başında kendime lanetler okudum?" diye gözyaşlarını akıttı.


Aysun hanım diyecek bir şeyi olmadığı için eşine sadece sıkıca sarılıyordu. Aydın bey bir süre sonra kendini toparlayıp eşinden ayrıldı. Gözlerini temizleyip kağıdı cebine sıkıştırdı ve çalan kapıyı içeriye girmesini söyledi. Gelen kişi Bülentti. "Komutanım Hilal hanım geldi" dedi. Aydın bey burun kemerini sıkıp "Sorgu odasına götür" dedi. Görevi ilgilendiren bir durum olduğu için alacağı bilgiler kayıt altında olmalıydı.


Bülent odadan çıktığında Aysun hanım merakla eşine baktı. "Ne oluyor Aydın?" diye sordu. "Görevle alakalı Aysun. Sen eve geç bekleme burada" dedi ve eşini yolcu etti. Sorgu odasına geldiğinde Yavuzu da çağırmıştı. Yavuz kameradan izlediği yiğenine bakarken "Kim sorgulayacak?" diye sordu.


&&&


Devamı Part 2 de…🥲


Loading...
0%