Yeni Üyelik
13.
Bölüm

8. Bölüm (Part 2)

@merida_xx

Biz genel yaptıklarımızı konuşurken asker yanımıza geldi ve "Bir süre beklememiz gerekiyor. İleride çatışma çıkmış, ekip birazdan halletmiş olur" dedi ve arkadaşının yanına ilerledi. Ferdi "İşte bunu bir türlü kabullenemiyorum. Böyle güzel bir yerde yaşanan duruma bak" diye konuştu. Haklılık payı vardı. İnsanların zarar görmesini kim sevebilirdi ki.


Çatışma seslerini bizde duyabiliyorduk. Yanımızdan geçip giden insanların rahatlığı beni rahatsız etmişti. Bu kadar mı alışkınlardı bu seslere?  Etrafta dolaşan bakışlarım elinde silahlı koşturan birini görünce dondu kaldı. Hızlıca askerin yanına girip "Şurada silahlı biri var" diye az önceki adamın geçtiği yeri gösterdim. Asker bana bakıp "Emin misin?" Diye sordu. "Evet" diye yanıtladığımda kafa sallayıp oraya doğru ilerledi.


Onu arkasından izlerken aniden silahını sağa çevirip ateş etti. Serap ve bir kaç kişi çığlık atınca asker hemen yanımıza geri döndü ve "Araca geçin hemen!" Dedi. Ekip araca binerken ben bir cevap bekliyordum ama asker beni de kolumdan tutup araca bindirdi. Diğer asker şoför kısmına geçip arabayı çalıştırdığında diğer asker hala dışarıda silahıyla etrafa bakıyordu.


"Diğer asker gelmedi!" Diye atılan Atakana "Önce sizi buradan götürmem lazım!" Diye yanıt veren askere kötü kötü baktım. "Adamı tek mi bırakacaksın?" Dediğimde beni yanıtsız bırakmıştı ki hemen dibimizden gelen silah sesleriyle arkaya baktım. Evlerin arasından askere ateş ediyorlardı!


Biz hala yolda ilerlerken "Ya dönsene geri be adam! Yardım etmen lazım!" Diye bağırdım. "Verilen emir sizi sağ salim götürmem, Tunç başının çaresine bakar!" Diye o da bağırdı. "Bakamaz demedim ki! Yardım et dedim!" Diye karşılık verince sinirle bana döndü ama asla tavrından caymadı.


Arkamda tek başına çatışan askere bakarken geriye doğru savrulmasıyla vurulduğunu anladım. "Vuruldu! Durdur artık şu arabayı!" Diye çığırdım. Asker hızlıca arkasına bakıp sinirle bir şey söyledi ve arabayı evin bir köşesine çekti. "Siz buradan ayrılmayın!" Diye bağırıp arabadan indi. Diğeri yerde hala ateş ederken arabadan inen de evlerin arasından gitti. Arkadan saldıracak her halde.


Evin kapısı açıldığında "Hele çabuk girin!" Diye birisi bizi içeriye davet etti. Ekibe döndüm ve "Siz girin çabuk!" Diye herkesi eve tıkıştırınca kendim şoför kısmına geçtim. Düz vites mi? Cidden mi! İnşallah burada da stop ettirmem!


Arabayı çalıştırdıktan sonra "Allahım valla kendim için değil lütfen stop etmeyeyim" diye arabayı kaldırdım ve ettirmedim!! Arabayı yerde yatan askere doğru sürerken onun bakışları kısa süreliğine bana kaymış ve tekrar ateşine devam etmişti. Aracı onun önünde durduğumda arabaya gelen kurşunları tınlamayıp yolcu kısmından aşağıya atladım.


Yerde yatan asker ki adı Tunçmuş, bana sanki karşısında düşman varmış gibi bakıyordu. "Sen ne yaptığını zannediyorsun!" Diye bağırdı ama karnındaki kurşun konuşmasını zorlaştırdı. "Seni kurtarıyorum burada! Bağrınma!" Diye bende ona bağırdım.


Yarasına bası uygularken silah sesleri azalmaya başlamıştı. Aracın içindeki çantayı açıp bulduğum sargı gezlerini yarasının üstüne bastırdım. İniltisini duyduğumda "Bastır şuraya!" Diye elini yarasının üstüne koydum. "Başım dönüyor" diye konuşmasıyla "Bana sakın bayılıcam deme Tunç! Azıcık sık dişini dayan!" Diye onu uyardım.


Bana doğru koşan Atakanı görünce "Sen kafayı mı yedin!" Diye bağırması da ona eşlik etmişti. Yanıma geldiğinde "Şu yeri hazırlada askeri oraya koyalım" diye arabanın zeminini gösterdim. Kafa sallayıp zemindeki çantaları koltuklara attı ve bana döndü. "Sen kollardan tut ben ayaklardan" diyince "Atakan sen kafayı yedin? Nasıl kaldıralım biz bu adamı? Üstündekiler zaten benim kadar!" Dedim be Tuncu dürtüp gözlerini açtırdım. "Bize yardım etmen lazım!" Dedim.


Tuncunda yardımıyla onu servisin zeminine yatırınca duran silah sesleriyle bize diğer ekipte katılmıştı. Hepsi servise geçip askere yardım etmeye çalışırken bende diğer askeri arıyordum. Evlerin arasında görülmesiyle derin bir nefes verdim. Onunda kolunda kan lekeleri vardı. Hızlıca arabaya binip arabayı tekrar çalıştırdım ve ona doğru sürdüm.


Beni görünce derin bir nefes aldı ve yolcu kısmına binip arkaya baktı. "Tunç, iyi misin lan!" Diye bağırdı. "Çok iyiyim anasını satayım! Keyfim kehya!" Diye zorda olsa karşılık verdi. Yanımdaki asker ona gülerken "İyisin iyi" dedi ve bana döndü. "Sen ne diyo beni dinlemiyorsun?" Diye çıkıştı. "Adam ölse miydi?" Diye bende aynı şekilde karşılık verdim.


"Ayrıca benim dediğim zaman dönseydik vurulmamış olabilirdi!" Diye ekledim. "O zaman da siz tehlikede olacaktınız! Gerçi sen yine koşa koşa geldin orası ayrı!" Diye klimayı kendine çevirdi. "Bak zaten yollar çukurlu çukurlu beni çıldırtma. Ben bana doğru geleni yaptım!" Diye klimayı kendime yönlendirdim.


"Kavganızı sevicem ama ha! Adam bayılıp bayılıp duruyor daha hızlı sür Hilal!" Diye bağıran Atakana "Gel sen sür! Ben düz vites kullanamıyorum!" Diye bağırdım. Bir kaç saniye sessizlik oluştuğunda ilk tepki hiç olmaması gereken birinden geldi "Ne?" Diyen Tunçtan. Yanımdaki asker elini alnına vurdu ve büyük ihtimalle sabır dilendi.


"Durdur arabayı!" Diyince durdurdum. Aslında stop etmişti ama söylememe gerek yoktu. Arabadan inip yolcu kısmına giderken Atakan "Buraya gel Hilal" diye seslendi ve yanlarına geçtim. Tuncun rengi iyiden iyiye atarken "Kan var mı?" Diye Ferdiye baktım. "Yok Hilal hanım" diye başkasının cevaplamasıyla "O negatif olan var mı?" Diye sordum. Haluk öne atılıp "Ben" deyince "Gel hemen" dedim.


Servis zaten küçük olduğundan "Atakan sen öne geç" diye onu öne yolladım. Servis tekrar çalıştığında Haluktan, Tunça doğru bir kan akışı başlattım. Sallana sallana giderken "Askeriyeye geçiyorum daha yakın!" Diye konuşan askeri Atakan onayladı çünkü ben şu an Tunçla uğraşıyordum.


Bir kaç kere kafamı vurdum ama sonunda yolculuğumuz bitmiş olmalı ki araç durmuştu. Tunç gözleri baygın baygın bakarken "Geldik Tunç! Merak etme kurtulacaksın!" Diye zihnini açık tutmaya çalıştım. Gözlerini kırpıştırdığında ona gülümsedim. İyi zihni açıktı.


Kapı açıldığında askerle bakıştım. "Sırtıma almam lazım. Sedye yok" diyince aradaki kan akışına dikkat ederek onu sırtına almasına yardım ettim. Elim hala yarasında bası uygularken bir elimle de Haluğu tutuyordum. Biz merdivenlerden hızlıca geçerken üstümüzde bir sürü bakış vardı ama tek odağım Tunçtu.


"Buraya getirin!" Diye bağıran Alpayın sesiyle "Kan lazım Alpay!" Diye bağırdım. Haluk artık zorlanmaya başlayınca kolundaki iğneyi çıkardım ve onu yanından geçtiğimiz sandalyelere ittim. "Orada kal, gelicem birazdan!" Diye bağırıp revire girdim.


Tunçu sedyeye yatırınca Alpay "Hilal şu dolapta kan var onu bağla hemen!" Dedi. Gösterdiği kısma ilerleyip üç tane kan torbası aldım ve hazır olan damar yoluna bağladım. Diğer asker bizi izlerken onu dışarıya çıkardım. Alpayla beraber Tunçun yarasına baktıktan sonra eldivenlerimi çıkartıp çöpe attım.


"Huh. Zordu. Nasıl oldu bu?" Diye önlüğünü çöpe atan Alpaya baktım. "Köylere gitmiştik, orada çatışma çıktı." Diye kısaca özet geçtim. Kafasını salladı ve "Sen iyi misin?" Diye sordu. Yara falan almamıştım. "İyiyim ben. Diğer askere de bir bakayım" diye kovduğum askerin yanına ilerledim.


Zaten kapının önünde bekliyordu. Beni görünce "Ne oldu?" Diye panikle sordu. "Koluna bakmam lazım gel içeri" dedim ama "Ben iyiyim Tunç nasıl?" Diye sordu. Yanıma gelen Alpay "İyi Kadir. Baya zorladı aslında ama şimdi iyi" dedi. Kadir derin bir nefes verdiğinde Alpaya döndüm "Sen ilgilen onunla, ben hemşiremin yanına gidiyorum" dedim ve sandalyede oturan Haluğa ilerledim.


Haluk kafasını geriye atmış gözleri kapalı gibiydi. "Haluk" diye seslendiğimde açılan gözleriyle sevindim. "Uzansana şuraya niye oturuyorsun" diye onu bulunduğu yere yatırdım. "Hilal bir şey lazım mı?" Diye soran Alpaya "Vişne suyun var mı?" Diye sordum. "Kafeteryadan al" diye gülümseyip Kadirle beraber tekrar revire girdi.


Yatan Haluğa bakıp "Haluk sen bekle burada geliyorum şimdi" dedim ve kafeteryaya doğru yürüdüm. Alt katı gösteriyordu umarım doğrudur. Ağzına kadar dolu olan kafeteryaya baktım ve yemek koyan askerlere doğru ilerledim. Önünde beklerken "Tabağın ner-" diye konuşan asker bana bakınca elinde kepçesiyle donakaldı.


"Vişne suyu var mı acaba?" Diye sorduğumda kepçe kazanın içene düşüp bir gürültü oluşturdu. "Tövbe bismillah!" Dedi ve beni süzmeye başladı. "O kim?" "Üstündeki kan mı lan?" "Alpaya çok benziyor yalnız" "Buraya nasıl girmiş?" Gibi sorular kulağıma gelince arkamı dönüp bana bakan gözlere baktım. Gözlerim anında Aydın beyle buluşunca bir ayaklanma sesiyle oraya baktım. Demir bana doğru geliyordu.


"Hilal? Bu halin ne? Ne oldu yaralı mısın?" Diye beni çevirip kontrol etmeye başladı. Elinden kurtulup "Vişne suyu var mı burada?" Diye sordum. Acaba adamı daha ne kadar şaşırtabilirdim? "Ne?" Diye sorduğunda bana uzatılan vişne suyuna baktım. Bana uzatan askere gülümseyip teşekkür ettim. Demire de dönüp "Afiyet olsun" dedim ve merdivenlere ilerledim.


Ben yukarıya çıkarken "Hilal dedim! Ne olduğunu anlatır mısın?" Diye beni tekrar durdurdu. İlerlemeye devam edip "Köye gittik bugün, orada çatışma çıktı" dedim. Bu sefer şaşkınlık değilde sinirle "Ne!" Diye yükseldi. Haluk hala bıraktığım gibi dururken yanına ilerledim. "Haluk bunu içmen lazım" diye onu doğrulttum. "İyiyim ben Hilal hanım" diye konuştu ama rengi hala bir tık soluktu.


"Tamam iyisin evet. Bunu iç daha da iyi ol" dedim ve pipeti ağzına dayadım. Demir yanımda büyük ihtimalle açıklama bekler nitelikte bana bakıyordu. Alpay odadan tekrar çıktığında "Serum vereyim mi?" Diye sordu. "Yok yok. Düzeldi zaten. Rengi kendine geldi." Diye Haluğun omzunu sıvazladım.


"Lan bana da bi şey desenize!" Diye böğüren Demire kınayıcı bakışlar attım. "Ne bağırıyorsun acaba" diye gayet sakince konuştum. Ona garip garip bakıp "Sence?" Diye ellerini iki yana açtı. "Bence keyiften" dememle Alpayın gülüşü kulağıma geldi.


"Bi bakar mısın doktor hanım?" Diye kolu sargılı odadan çıkan Kadire döndüm. "Konuşabilir miyiz?" Diye sorunca da kafamı olumlu anlamda salladım. "Sebep?" Diye sert ses duymamla Demire baktım. Kadire hoş olmayan bakışlar atıyordu ki merdivenlerden Aydın bey ve Yavuz bey göründü.


Yanımıza yaklaştılar ve Aydın bey "Odama! Hemen!" Deyip geçti gitti. "Kadir sen bekle" dedim ve Aydın beyin odasına doğru ilerlemeye başladım. "Hilal hanım ben?" Diye soran Haluğa dönüp "Haluk sen gidebilirsin. Diğerleriyle beraber hastaneye geçin ben sonra gelirim" dedim. Kafasını salladı ve vişne suyunu içmeye devam etti.


Aydın beyin odasına girip kapıyı kapattım. "Yaralı mısın?" Diye hızlıca beni evirip çevirmesiyle şaşırsamda kendimi geri çektim ve "Hayır değilim" dedim. Gözlerindeki rahatlamayı görmek beni garip hissettirsede bir şey demedim. "Kızım bu halin ne o zaman?" Diye soran Yavuz beye döndüm.


Aydın bey kendi yerine geçerken "Oturabilirsin" diye Yavuz beyin karşısındaki sandalyeyi işaret etti. Geçip oturdum ve "Köye muayene için gitmiştim. Dönüş zamanında çatışma çıktı, bi-" "Ne demek çatışma çıktı? Bize haberi gelmedi!" Diye yükselen Aydın beye omuz silktim.


"Bilmiyorum, sonuç olarak çatışma çıktı işte. Bir askerde yaralandı, üstümdeki onun kanı" diye gereken açıklamayı yaptım. İkiside kafasını salladığında "Ben artık gidebilir miyim?" Diye sordum. Sessizce bakıyorlardı sadece. Durmam saçmaydı.


"Hayır, yani gitmesen de olur." Diyen Aydın beye baktım. Yavuz bey "Ben bi askerlere bakayım" diye bizi odada tek bıraktı. Aydın bey karşımda boşalan kısma geçip oturdu ve derin bir nefes aldı. "Hilal, bak ben sana karşı davranışlarımdan ötürü özür dilerim" dedi. Böyle bir şey beklemediğim için şaşkınca ona baktım.


Gözlerini gözlerimden çekmeden konuşmaya devam etti "Bilmiyorum bu özür sana ne kadar inandırıcı gelir ama gerçekten özür dilerim. İlk başlarda yaşadığın gerçeği ile yüzleşmek benim için çok zordu, hala zor ama bir şekilde halletmeye çalışacağım. Senden istediğim bana yardım etmen"


Ne gibi bir yardım? "Nasıl bir yardımdan bahsediyorsunuz?" Diye sordum. "Yaşadığını bana hissettirmeni istiyorum" diye konuştu. İyi de kanlı canlı karşısındayım zaten. "Mesela?" Diye tekrar sorduğumda "Sarılsak mı?" Diye sordu. Bunu o kadar içten söylemişti ki bakışlarımı kaçırmak zorunda gibi hissetmiştim.


"İstemiyorsan anlarım ta-" "Olur" diye onu böldüğümde bana şaşkınca baktı ama sonrasında çok güzel bir gülümseme verdi. Ağzımdan çıkan kelime beni de şaşırttı ama bozuntuya vermedim. Ayağa kalktığımda o da ayaklandı ve karşımda koca bir dağ gibi dikildi.


"Ben sarılalım dedim ama üstüm kir-" cümlemi bitirmeden beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Kolları omzumun etrafından beni göğsüne bastırırken başını da başıma yaslamıştı. Aydın beyin bana bu kadar huzur vermesi çok garipti ama neredeyse kolları arasında mayışmıştım. Saçlarımda öpücük hissedince gözlerim kapandı. "Kızım benim" diye titrek sesini duyduğumda yandaki ellerimi sırtına yerleştirdim ve bende ona sarıldım.


Saçlarımı okşarken ona iyice sokuldum. O da beni iyice sarmaladığında "Babik" diye istemsiz bir şekilde fısıldadım ve vücudunun anbean kasılmasını hissettim.


&&&&


Diğer bölümde görüşmek üzere...🫶🏻🫶🏻🫶🏻


Loading...
0%