

bölümde geçen ev...
Uzun zaman yüründüğünde bacaklarım karıncalanırdı. Şimdi de karıncalanıyordu fakat yatmaktan. İki gündür bu odadaydım. Evet, iki gün. Ailem çıldırmış olmalıydılar. Birine bir şey sormak istiyordum hele o dört mal kafalara. İnci yüzünden ben burada olmamalıydım. O... Bu bana çok koyuyordu. Telefonum yoktu. Önlüklü bir kadın üç öğün bana yemek getiriyordu. Tuvalete gidiyordum. Sorun: günde en az sekiz kere tuvalete çıkmamdı. En fazla günde üç kere tuvalete çıkan bene göre anormal bir durumdu. Gitmeyince ise ağrılarım fırlıyordu. Kesemi boşaltsam bile bir beş dakika hafif bir ağrı dolanıyordu. Başım uyumuktan ağrıyordu. Gereğinden fazla uyusam bile gözlerimi açmak istemiyordum. Açamıyordum. Uyuyamıyordum ama uykum vardı. Haliyle okulda gidemiyordum. Bu yatakla en yakın zamanda bütünleşecek raddeye gelmiştim.
Beni getirdikleri hâl buydu.
Yine uykuyla uyanıklık arasında dolaştığım bir evreydi. Ağır kapının sertçe kapanma sesi, kaldığım odanın kapısını titretti. Kulaklarımı çınlatmayı sağlıyan gürültülü ses gözlerimi açmamı sağladı. Doğrulup ne olduğuna bakmak istemiyordum. Yüksek ihtimal bana yemek getiren kadının -zaten ondan başka kimse yoktu- çığlığı yolunda gitmeyen şeyler olduğunun göstergesiydi. Panik? Ne yapmalıydım. Şu karşımda ki dolaba mı saklansaydım? Yorganı üzerime örtsem? Kalkasımda yokt-
Olduğum yere kilitlendim. Sessizlik çığ gibi etrafa yayıldığında bütün gücümle dolaba koştum. Her yer aynalıydı, tutacağı yoktu demek ki sürgülüydü... aynanın üzerine avucuma yapıştırmıştım. Devamını getiremedim. Alnımdan aşağı bir tane ter damlasının aktığını aynadan gördüm. Aynı kapının tekmelenerek açılıp maskeli adamın içeri daldığı gibi. Bana yemek getiren görevli kadının sesini kesen silah ise bana doğrultulmuştu. Ölecek miydim? Ama neden? Bunlar bana... yoksa maskemi takmışlardı. İnci bahane miydi? Kurdukları plan doğru mu gitmemişti? Ne olmuştu?
Ben ne yapacaktım?
Yüzünde kar maskesi vardı. Açığa kalan gözlerden çıkartamadım kim olduğunu. Yansımadan bana doğru iki adım attı. İki adım daha. Ve iki adım daha... namlunun soğuk ucu saçlarıma değiyordu. Tanıdık değildi, onlar değildi. Kimdi bu, tuttukları adam olabilir miydi?
Yaklaştı. Tamamen hissediyordum o sert cismi. Yutkunuşum kulağına varmıştı, gözleri kısıldı. Korkudan titremem hoşuna gitmişti. Bacaklarımın gücü çekiliyordu, yerr düşebilirdim. Bunu, ona karşı saldırı anlayıp tetiği çekmesindi.
Yansımadan elini kaldırdığını gördüm. Gözlerim salise kaçırsa ölecekmişim gibi geliyordu. Beynim dağılacaktı, her yer kan olacaktı! Omzuma değmesine ramak kala solumdaki cam parçalara ayrıldı. Kulakları sağır edecek derece dışarıda kurşun yağmuru başlamıştı. Ne olacağını beklemek istiyordum, yaşamak istiyordum. Saçımın arkasından ufak bir esinti geçti, silah yere düştü. Üzerime ve aynaya kan damlaları sıçradı. Elim kalbimi bulurken hızlıca arkamı döndüm. Dağılan beyin bana ait değil, az önce beni dağıtmayı düşünen adam. Ayaklarımın dibinde beyin parçacıkları vardı. Soluk turuncu muydu o? Kan vardı. Çok fazla.
"Deniz!"
Göz vardı birde. Şu göz şeklinde ki şekere benziyordu ama bu biraz kanlı ve arkasında uzanan-
"Deniz!" Bu Dağranın sesiydi. Kırılan cama baktım. Bana doğru koşuyordu. Az önce yüz mermi boşlattıklarından camın her yeri kırıktı. Kırık diyebileceğim bir cam kalmamıştı. Dağra; ayakkabılarının altına aldığı camları göz ardı etti. Nefes nefese geldi yanıma. Tuttu kollarımın iki yanından, önce vücuduma sonra tam gözlerimin içine baktı. "Bir şeyin yok ya?" Ne demek yoktu?! Benim gözümün önünde beyin parçalanmıştı. Dağra basmıştı biraz üzerine.
"Deniz." Beni yerimde sallayarak ayıltacağını düşünüyordu. Ben zaten ayıktım, aptal. Başımı döndürmekten başka faydan yok!
Yine kucakladı beni. Ne yapayım, yere düşecektim zaten. Koşuyordu. Kurşun yağmuru bitmişti.
"Gözünü kapat." Dedi. Kapatmadım. Okulda yardımıma koştuğunu sandığı gün gibi başımı tuttu nazikçe, yüzümü odunsu kokunun kaynağı olan yere gömdü. Ama ben ön bahçede yerde yatan yığınla adamı görmüştüm...
...
"Ara, ara! Durmadan ara. Açacak o telefonu." Öfkeli direksiyona kafa atacak kıvamdaydı. İbo onu sakinleştirmeye çalışıyordu ama faydasızdı. Bizde arka koltukta Dağra ile sessizce akıp giden yolu izliyorduk. Görünürde öyleydi. Benim kafam farklı, onun kafası farklı alemlerdeydi. Her şey o kadar üst üste gelmişti ki düşünmek istemiyordum. Başım çatlıyordu.
"Doğu'yu ara!" Başımı kaldırıp öne göz attım. İbo rehberden yeşilleri bulup çaldırdı. İki kere, Üç kere. Cevapsızdı. Sonra tekrar Mehru'yu çaldırmaya başladılar. Alya falan. Kalbimin dinlenmeye ihtiyacı vardı ve ben buradayken normal ritmine dönmeyecek gibiydi. Beni yerin dibine sokan kızı arıyorlardı. Ona değer veriyorlardı. Dağra bu yüzden mi susmuştu? Beni aşağılamasına onu sevdiği için mi susmuştu? Gerçi benim için niye araya girsindi. Dağradan uzaklaştım. Camın yansımasından başını bana çevirip sorgulayıcı gözlerle bana baktığını görmüştüm. İbonun tam arkasındaydım.
Dağranın bana verdiği deri, içi yünlü cekete iyice sarılırken arabanın içinde zil sesi çınladı. Bekletmeden açtıklarında onun sesini duydum.
"Sarılar durak, Alya yanımda. Mehru'ya ulaştınız mı?" Yağmurun şiddetlenmesi ikinci cümlesini kurmasıyla eş şiddetlendi. Göğsümde ki fırtınayı durdurabilmemin imkanı yoktu. Aynı dışarıda yağan yağmurun uzun süre dinmeyeceğine benziyordu. Sert manevrayla cama yapışırken araba ani frenle durdu. Dağra'nın tarafında ki kapı açıldı ve Alya'yı gördüm. Göz göze geldik. Arabaya binecekken durmuştu, doğrulup Doğu'ya döndü ve arabanın içini işaret etti. "Mehru nereye binecek?" Sesinden nefret akmıyordu, fışkırıyordu. Burada zorla tutulan bendim, fazlalık muamelesi görende. Zoruma gidiyordu.
"Hallederiz, Alya. Bin şu arabaya," diyerek kızı arabanın içine oturttu. Dağra ortada, ben ve Alya iki yanındaydık. Öfkeli telefondan birilerine mesaj atıyor, konuşulanlara ayak uydurmaya çalışıyordu. En sonunda kapıyı açtığında "Adamı aradım yakındaymış arabayı alıp Mehru'nun evine gideceğim. Siz önden gidin kızı almadan gelmem merak etme." Dedi ve hızlıca ayağa kalktı. Doğu bunu bekliyormuşcasına "sağol, Yağız." Dedi hızlıca. İkiside birbirinin kollarına vurup başlarını eğdiler. Anlaşma dilleriydi herhalde. Arabaya bindiğinde burnuma gelen gül kokusu başımı döndürdü. Yutkunurken araba çoktan yol almıştı.
Kelimeleri yutmak zorunda kalıyordum.
Yokuş tırmanıyorduk saatlerdir. Aileme ne olmuştu, benim nerede olduğumu düşündüklerini bilmiyordum. Daralıyordum. Yapacak bir şeyim de yoktu. Öylece camdan dışarı bakıyordum. Kalbim sıkışıyordu.
Artık toprak yollardaydık. Bir ara arabayı kenara çekip Yağızı aradılar; Mehruyu almış geliyor olduğunu söylemişti. Nereye geliyordu, biz nereye gidiyorduk? Çöp torbası gibiydim. Birazdan beni uçuruma fırlatacaklardı. Ya gerçekten öyle olursa? Ne hissedeceğimi bilmiyordum. Deli gibi ağlamak istiyordum. Yanaklarım ıslanmaya başlamışlardı bile. Başımı cam tarafına çevirip tıkanmış burnumla ağzımdan nefes almaya çalışıyordum. Ağlayınca burnum akar, tıkanırdı. Ben bunları hak edecek ne yapmıştım?
Çok isyan etmiştim.
Burnumu çektim ama bu büyük bir hataydı. Sürücü koltuğunda ki yeşiller bile bana dönmüştü. İbo direk yüzümü görebilmişti, önümde oturuyordu.
"Ağlıyor musun sen?" Bu direk öbürlerinin dikkatini çekmişti. Doğu, arabayı yavaşlatmıştı. Alya burnundan gülmüştü. Dağra kolumdan tutup kendine çevirmeye çalışmıştı. Buna hakkı yoktu. Kolumu sertçe çektiğimde ibo önden peçete uzattı. Dağraya karşı bu hareketimi anlamlandırmaya çalışıyordu. Normal değil miydi zaten tavrım? Kendi aralarında bana yakın durmasını istemediysiler tabii.
Burnumu sildim ekstra sessiz olması için çaba sarf ederek. Alya'nın yine zoruna gitmiştim ama. "Hem suçlu hem güçlü, yine ağlayacak yüz var. Vay be!" Öne eğilip görüş açıma girdiğinde "Kızım sen ne yüzsüzsün. İlgi mi istiyorsun? Burada sana ilgi gösterecek kimse yok, boşuna ağlamak için yırtma-"
"Alya, yeter." Dağra değilde neden Doğu susturuyordu bu kızları. Bana değil miydi 'sorun olursa, gel' diyen Dağra. Araba durmuştu. Karşımızda iki katlı bir ev duruyordu. İn cin top attığı yere, beni mi bırakacaklardı? Bunun için mi gelmiştik buraya? Kaçsam... nereye gidecektim, nereye kadar?
"Doğu-"
"Hadi in, Alya!" Dağranın bezmiş sesi ne kadar sıkıldığını gösteriyordu. Buraya birlikte mi girecektik? Ne oluyordu? Ben ne diye duruyordum burada?
Doğu, ibo, Alya arabadan inmişti. Dağra beni beklerken hızlıca açmıştım kapıyı ancak, kolumu tuttu. Şaşkınlıkla bir ayağım dışarıda biri içeride ona döndüğümde "Neden öfkelisin?" Dedi. Şok oldum. Neden mi öfkeliydim? Şuan burayı yakıp yıkmam gerekiyordu benim. Susturuluyordum. Ben-
"Deniz, bak-"
"Öfkeli değilim ben. Olsam bile çok normal değil mi?" Sonlara doğru titreyen sesimle gözlerimden yaşlar boşaldı. İfadesiz durmak imkansızdı. Anlayışla yaklaştığını sanmasındı. En kötüsü oydu. Ümit verip geri çekilen insanlardandı.
"Ben..." boşluğunu fırsat bilip çektim kolumu ve indim arabadan. Doğu önde, ibo ve Alya arkada bizi bekliyordu. Doğu'nun gözleri koyu renge bürünmüştü. Kaşları çatılmış arkamdan gelen Dağra'ya bakıyordu. Etrafa hakim olan ıslak toprak ve koyu yeşil ağaç yaprakları arasında çok uyumlu duruyordu. Kahverengi saçları ve yeşil gözleriyle...
Arabayı kilitledi gözlerimin içine bakarak. Saf sertlik vardı yüzünde. Çözmek imkansızdı. Arkada ki eve doğru ilerlemeye başladılar. Buraya girmemizin nedenini merak ediyordum ama bir babayiğit bana söyleme fırsatında bile bulunmuyordu.
Hep beraber kapının girişine geldik. Yanlarda eskimiş sandalyeler vardı. Ahşaptan yapılmıştı ev. İki katlıydı. Eski diyecektim ama camlardan öyle diyemiyordum. Üst katın camları boydan boyaydı. Doğu kapının kilidini açtı, kulpu indirdi. Gıcırdayarak açılan kapı bu ıssız yerde irkilmeme sebep oldu. İki dakika sonra ne olacağını bilmemem korkularıma korku katıyor, bir yerlere sığınma isteği uyandırıyordu. Dağranın yanına yaklaşmıştım. Farketmemesi için çaba sarf etmem boşunaydı. Direk göz teması kurdu sanki beni utandırmak istercesine. Kara gözleri parıldıyordu. Dudağının sağ köşesi yukarı kalktı belli belirsiz. Bunuda ben fark etmiştim işte. Birden aramızdaki mesafeyi kapatıp arkama geçti. Kollarımdan tutup beni içeri yönlendirmek için hareket etti. Göğsü sırtımdaydı, ben güven alıyordum.
Alya, ibo giriş kapısından girildiğinde karşıya çıkan ilk odaya girdiler. Doğu ortalıkta yoktu. Dağranın izin verdiği kadarıyla etrafı inceledim. Karşıda bir kapı vardı, sağda iki solda iki daha. Şuan bulunduğumuz yer ise bomboştu. Geniş kare bir alandan oluşuyordu. Simetrikti. Dağra hâla temas içindeydi. Kafam karışıktı. Benim neden burafa olduğum muammaydı. Sonum ne olacaktı?
Dağra elini omzumdan bileğime doğru getirdiğinde kasıtlı yere bakıyordum. Huylanmam benden bağımsızdı, titremem. Fazla temas içinde olmasını yanlış algılaması mıydım?
"Dağra?!" Sonra arkamdan gelen Doğunun sesini fırsat bilip ondan uzaklaştım. Duru yeşillikler şaşkındı. Gözlerimin içine bakıp başını yana eğdiğinde Dağraya döndü, bunu söylemesini beklemiyordum.
"Ne yapıyorsunuz?" Sesindeki buz kütlesini iliklerime kadar hissettim. Ayak tabanımda hissettiğim yerin hemen şuan açılıp beni almasını istedim. Bu... çok garipti. Ayıptı. Ayrıca o ve ben. Dağra ve beni kast ediyorduk. Beni kaçırmışlardı, aramızda ne olabilirdi? Bunu neden söylemişti. Kara gözlere öfke yayılmıştı. O siyahlıktaki kızıllakları görür gibi oldum. Bana oyun atıyorlar diyecektim ama bu kadar iyi rol yapamazlardı.
"Lafına dikkat et, Doğu. Ne alaka." Dişlerinin arasından fısıldaydı ve bana son kez baştan aşağı bakıp arkasındaki kapıya girdi. Kapıyı sertçe kapattı ardından. Sesindeki sakinliğe tezat hareketleri depremin habercisiydi. Ne olmuştu bu kadar abartılacak? Doğu derin bir nefes verip eliyle yanımı gösterdi; girişin tam karşısındaki kapı. Dikkatle yürüyüp aralık kapıyo ittirdiğimde dilimi yutacaktım ama art arda aldığım nefeslerle bunu ezmeye çalıştım. Doğu benim hızıma ayak uydurarak peşimden geldi.
Karşımda oturma alanı, karşısında şömine, sağında televizyonlu oturma alanı, en köşede yemek masası. Burası neden bakımlıydı? Neden buradaydım? Beni buraya mı bırakacaklardı?
Doğunun arkamda olduğunu bilerek kapının yanına geçip duraksadım. Bana burada ne yapabilirlerdi?
"Ne oldu?" Üç adım ötemde durdu.
" Ne, ne oldu?" Dedim hırlayarak. Boğazım çatallaşmıştı, kusmak istiyordum.
"Titriyorsun." Madem titriyordum, karşından atak geçiren bir insan var. Bu rahatlık nereden geliyordu.
Cevap veremedim.
"Deniz." Yapacak başka bir şeyim yoktu. Varlığımla yokluğumla çıkışa doğru koştum. Kalbimin çaresiz çırpınışlarıyla Doğunun ayı gibi haykırışı nerede olduğunu bilmediğim Alyanın çığlığıyla benim tökezlememe neden oldu. Yinede kapının kulpunu tutup kendimi çekmiştim lakin kapı öyle sert geri kapandı, kırıldı sandım. Pes etmedim, ne olacaksa olsundu, böyle yaşayamazdım ben!
"Dur!" Arkamdan sarmış uzun boyu nedeniyle ayaklarım havada ileri geri sallanıyordu. Elini tırmıklarken kopan tırnağımın acısı tarif edilemezdi, kafamı bir geriye attıysam, kırıldı sandım. Kafamın arkasına saplanan acıyla şu dağda duyulmayacak feryadıma inat daha çok bağırdım.
"Doğu-" Dağra gelmişti. Bütünleşecektik birazdan, bir gram gevşeme yoktu.
"Bıraksana beni orospu çocuğu. Ne istiyorsunuz benden?!" Duvarlata çarpıp kulaklarıma geli ulaşan ses canımı acıttı. Yüzüm sırılsıklamdı. Gözyaşlarım, sümüklerim her yerimdeydi. Arkamdaki sert vücudun taşa dönüştüğünü hissettim. Nefesini kulağıma az öncekinden daha anormal verdi. Alya ve iboyu gördüm salon kapısında. Şaşkınlıkla karşılarındaki görüntüye yani bana, bize bakıyorlardı. Ellerimi uzatım yüzüne uzatacaktım, savruluşumla ayağım duvara çarptı. Bükülmüştü. Hayır, bükükemezdi. ÇOK ACIYORDU. NEDEN ACIYORDU?
"AYAĞIM!" Kapıyı tekmeleyip savurdu. Duvara çarpan kapı yüzüme geliyordu, dirseğiyle engelledi. Burada merdiven vardı, ayaklarımı kımıldatamıyordum çünkü uyuşmuştu, hele sağ ayağım. Kollarımla sağa sola vurmaya devam ettim. Nefeslerini artık hissedemiyordum. Karşıdaki ilk kapıyada tekme savurdu. Önümdeki yatağa beni attı. Takla atıp yere düştüğümde kırılan tırnağımın üzerine baskı olmuştu. Bağırmaktan vazgeçmiyordum. CANIM ÇOK YANIYORDU. kapıyı kapatmak için geri döndüğünde yatağın başındaki komodinin üzerindeki boş bardağı kaptım. Acıyan ayağımla bunu yapmak zor olduğundan ses çıkartmıştım. Öyle bir döndü ki bana cebinden bıçak çıkartacak sandım. Bana attığı kocaman adımlarla elimdeki bardağı ona savurdum. Eğilerek atlatmıştı. Şimdi beni öldürecekti, sonum gelmişti. Bu olacaktı. Böyle olmamalıydı! Hep yok olan ben yine yok bir şekilde ölecektim. Ellerimi ileri uzatıp yüzümü kapatmak istedim ama bileklerimden tuttu, Aşağı indirip yüzünü yüzüme yaklaştırdığında gözlerimi kapattım.
"Aç gözlerini." Hiç bir şey yapmadım.
"AÇ. ŞU. GÖZLERİNİ." bağırışı camları titretecek türdendi. Sağır olmuştum. Zaten ölecektim ne önemi vardı. Katilime bakmamı istiyordu. İstemiyordum zaten ölecektim ne önemi vardı.
"HAYIR!" Ne önemi vardı.
"GÖZLERİNİ AÇ, DENİZ!" dağra neredeydi. Hani yardım edecekti. Bana neden kimde yardım etmiyordu, yardıma ihtiyacım vardı.
"SANA-"
"HAYIR. HAYIR. HAYIR." Ellerimi savurmaya başladım. "NE ÖNEMİ VAR, HAYIR BAKMIYORUM. ÖLDÜR İŞTE BENİ HADİ. HAYIR. HAYIR. NE ÖNEMİ VAR." transa girmiş gibi tekrarlıyordum. Her yer karanlıktı. Deli gibi titriyordum.
"NE Ö- ÖNEMİ VAR. HAYIR." takılıyordum. Bileklerim gevşemişti ama bundan sonra önemi yoktu.
"HAYIR."
"HAYIR."
"Deniz." Omzumda elini hissettim. Titremem arttı, sanki dans ediyormuşum gibiydi...
"N-N-NE ÖNEM VAR Kİ YOK HAYIR. HADİ HADİ." susamıyordum.
"Deniz!" Omuzlarımdan tutmuş beni sarsıyordu. Dağra gibiydi. Ağzımı açıp yine hayır diye bağıracaktım ama diyemedim. Kalbim çok atıyordu. Konuşamıyordum. Ağzımı kapatmıştı. Gözlerimi açtığımda deniz yeşillerini dolu dolu gördüm. Mırıldanarak anlatmaya başlamıştım kendimi. Kollarım iki yanıma düştü. Burnumdan iç çekişlerim kesilmek bilmiyordu, kesilecek gibi değildi. Gözyaşlarım kulağıma akıyordu. Doğunun eli sümük ve gözyaşı olmuştu. Arkadan kapı kırılırcasına açılmıştı, geç kalmışlardı.
"Ih- ııh."
"Deniz." O da transa girmiş gibiydi. Ne önemi vardı.
İlahi bakış açısı
Doğu kızı yatırıp üzerini örttükten sonra başında dikilmeye başlamıştı. Arkadaşlarının arkasında olduğunu ve olanları gördüklerini biliyordu. Ne yaptığının farkını çok sonra fark etmişti. Anı yakalayamamıştı. Kız çocuğu dakikalar önce onun için bir tehditti. Sonra kollarının arasında ağlayan çaresiz bir kıza dönüşmüştü. Kontrol etmeliydi, kendine hakim olmalıydı. Olamamıştı. Eyvah ele gelmemişti. Ona belki senelerce unutamayacağı bir travma yaşatmıştı.
Ayak bileği şişti, ona hakim olmak isterken sarstığında olmuştu.
Kimsenin konuşacak cesareti yoktu. Zaten kimse ona hesap soramazdı ya.
Arkasını dönüp kapıdan çıkmak için hamle yaptı. Dağra koca omuzlarıyla buna engel olmuştu. Alya birazdan olacakları tahmin edip İbrahime dokundu. İbo; kızda takılı kalmıştı.
"Çekil." Doğu burnundan soluyordu. Omuzları hızla inip kalkıyordu. Oysa Deniz şimdi gözlerini açsa omu izlediği dizilerdeki yaratıklara benzetebilirdi.
Dağra ise patlayacak volkanı andırıyordu. Gözleri kısılmış etine göz koyan başka bir hayvanj nasıl parçalayacağını düşünen bir aslana benziyordu. Yapamıyordu da. Karşısında ki Doğu: hayat dostuydu.
"Ne yaptın, sen?" Kendine hakim olabilmişti ama. Sakince sorabilmişti sorusunu.
Soru Doğunun hoşuna gitmemişti. Neyi kast ettiğini anlamıştı. Başını yerden kaldırıp alev saçan kara gözlere baktı.
"Çekil, kızın bileğine buz getireceğim." Dağra öfkesini kusmak istiyordu. Onu, kaybettiği kız kardeşine benzettiğini nasıl fark edememişti. Ona zarar vermişti üstüne.
"Doğu," Dağra elini Doğunun omzuna koymuştu. İbrahim bir anlığına korkmuş ileri atılmıştı ama işte eyvah ele gelmezdi.
"İlaçlarına başlaman lazım."
Doğu başta kulaklarına inanamadı. Bu yaşadıklarının hayal olmasını diledi içten içe. Bunu en son annesi demişti. Sokağa attığı annesi. Ve bunu yıllardır koynunda beslediği dostu mu söylemişti? Kulaklarına inanamazdı. Bu başka bir şey olmalıydı. Neden söylemişti bunu? O pis kızdan dolayı mı? Onu seviyor muydu? O cümleyi nasıl kurabilmişti?!
Dağranın ise içinde akıl almaz bir savaş vardı. Bunu kurmalıydıda, kurmamalıydıda. Batırmıştı, nasıl toparlayacaktı?
Alya şokun etkisiyle sesli bir nefes çekti içine. İbrahim, Dağraya uzattığı eliyle ona ulaşamadan donup kalmıştı.
Doğu sadece bakmıştı. Söylenecek çok şey vardı, fakat o yine öğrendiği gibi susmayı tercih etmişti. Göğsünde çığır açan bir ağırlık vardı. Dağranın omzuna çarpıp merdivenlerden indi. Dişleri kırılacaktı. Kapıyı açıp arabaya ilerledi hızlıca. Bindi, çalıştırdı ve sert manevrayla dağ Evinden uzaklaştı.
...
Mehru ve Yağız yaşananlardan habersiz yaşadıkları felaketin etkisiyle yorgun bir şekilde akıp giden yolu takip ediyorlardı. Yağız bilinçli gidecekleri yerin kar altında kalacağını bilerek altına jeep almıştı. Sürücü koltuğunda o yanında Mehru sessizce gidiyorlardı. Son yaşam belirtisi olan benzinliğe gelmişlerdi. Yağız yavaşlayıp istop ettiğinde adam "Ne kadar, abi." Diye aralık camdan sormuştu. Yağız kapıyı açarken adam geriye çekilmiş bekliyordu.
"Fulle abim, fulle." Dedi bitkin sesine engel olamadan. Dışarıdan Mehruya baş hareketi yaparak marketi gösterdi. Dağ evinde çürümüş ekmek bile olacağını düşünmüyordu. Birlikte markete girip el arabası aldılar. Mehrunun sessizliği dikkatini çekmişti.
Arabayı doldurmuş ikinci arabayı almak için girişe giderken başından aşağı kaynar sular döküldüğünü hissetti. Ayakları bulunduğu yere çivilenmişti. Mehrunun onu çağıran sesini bile boğuk duymuştu. Doğuya verdiği araç benzin istasyonuna giriyordu. Hava kararmak üzereydi, ne işi var diye düşündü başta Yağız. Kötü düşünmek istemedi çünkü daha ne kötü olabilir diye düşündü. Belki alışveriş yapmaya geleceği fikriyle dudağının kenarı yukarı kıvrıldı ama Doğunun arabadan inişi ve kan çanağı gözleri gözler önüne serilince dudakları düz çizgi halini aldı. Yolunda gitmeyen şeyler vardı. Hemde çok büyük şeyler.
...
O gece İbrahim ve Alya diken üstünde Doğuyu beklemişlerdi. Benzin istasyonundan sonra Yağız, Mehru ve Doğu gelmişlerdi dağ evine ancak içeriye girmemişti. Arabada kalmıştı.
Dağra pişmandı. Arabanın önüne gidip saatlerce beklemişti. Onun çocukluk arkadaşıydı o. Kan bağı olmayan kardeşiydi. Hayatının her anında yanında olmuştu. Bebeklik, ergenlik, gençlik hepsini birlikte atlatmışlardı. Soğukta durmak pek etkilememişti Dağrayı. Görmezlikten gelmişti Doğu. Arabayı kilitlemiş kulaklıklarını takmış sesi fullemişti. Camı parçalayacak raddeye gelen Dağranın sesini öbürleri duymuş zorla içeri sokmuşlardı. Denizin yüzünden olduğunu düşünümüştü. O kızdan uzak durmalıydı. Aklı kaymıştı. O kızdan uzak duracaktı. İlk işi ise hayat arkadaşıyla konuşmak olacaktı.
...
Deniz Mil
Üzerimden tır geçmiş gibiydi. Gözlerimi şebekten açamıyordum. Başımda rahatsız edici ağrı, kasıklarımın sızısı, bileğimin zonklaması bunlar hiçti. Benim kalbim darmadağındı. Yapboz parçaları dört bir yana dağılmıştı. Yapbozda işte kalbimdir.
Ellerime ağırlık verip doğrulmaya çalıştım yatakta. Ayak bileğim açıkta muhtemel buz paketi erimiş vaziyetteydi. Alıp yere attım. Bileğimi kapattım ve ağırlığımı diğer kalçama vererek kapıya yöneldim. Açtığımda direk merdiven vardı karşımda, az ilerideydi. Sağ tarafta salon gibi geniş alan vardı, kenarlarda odalar. Hangisi tuvaletti?
Merdiven Trabzanlarına tutundum ama bileğim beni zorluyordu. Etraf sessizdi tuvaleti soramazdım. Sınanıyordum. Beni attıkları odanın yanında ki odadan mu başlasaydım. Öyle bir raddeye gelmiştim ki kafamı tutunduğum yere vurasım gelmişti. Nefeslerim hızlıydı. Karnım çok kötüydü. "Biri var mı?" Demek zorunda kaldım. Rüzgarların cama vuran sesi vardı.
"Ya," dudaklarım titremiş yanaklarım ıslanmıştı. "İnsan tuvaletli odaya falan fırlatır bari." Yerde bağdaş kurup alnımı tutunduğum elime yasladım. Gözlerim kapalı sakin olmaya çalışıyordum. Karnım patlayacaktı birazdan. Sesime engel olamayarak hıçkırmaya başladım. İleride bir kapı açılmıştı.
"Deniz." Bu ses Alyanındı. Bana kaynar çay suyu fırlatan. Doğunun sırtının yanmasına sebep olan. Gözlerimi açıp sesin geldiği yöne baktım. Pijamalarıyla saçı başı dağılmıştı. Yanıma geldi telaşla?
"Bir şey mi oldu?" Ne güzel saldırasım vardı, içimde kalacaktı. İçimde kalıp dağ olacaktı. Göğsüm daralacaktı. Olan bana olacaktı.
"Tuvalet nerede?" Eğilecekti ama cümlemle durdu. Elini başına götürüp kaşıdığında boşta kalan eliyle çıktığı odanın yanını gösterdi. Ağırlığımı kollarıma verdim ve acılarımı göz ardı etmeye çalışarak yağa kalktım.
"Yardıma ihtiyacın var mı?" Derken Alya, yok olman diye cevap vermeyi ne isterdim. Kapıyı hızlıca kapattım, kilitledim. Çok soğuktu.
Yarım saat tuvaletten çıkmadım. Soğuğun her yerime yayılmasını ve taş etmesini bekledim. 'Fırlatıldığım' odada buradan farksızdı. Yorganın altında uzun süre kalırsam belki ısınırdım. Karnım ağrıyordu hala, rahatsız etmiyordu çok. Elimi yıkadım buz gibi suyla, sıcak su yoktu. Kilidi çevirip kapıyı açtığımda bir an nefesim kesildi. Dağra, İbo, Mehru, Alya hepsi koltukta oturuyor bana doğru bakıyordu. Sorun, hepsinin bana bakmasıydı. Hemde ölüyüm gibi.
Alya yerinde doğrulup ellerini bacaklarına sürttü. "İyi misin?" Dedi gözlerimin içine bakarak. Takıldığım şey onun, Alyanın bana -çay fırlatan kız- sorduğuydu. Yan yan baktım. Yürüyüp fırlatıldığım odaya gitmek isterdim ama seke seke gitmek gururuma yedirmiyeceğim bir şeydi. Doğu yoktu. Onun yüzündendi.
Bir adım attım ama topallayınca ibo "yardım edelim." Diyince duvara tutundum. İbo koştu. Geri çeviremezdim ya, ona tutundum. Beni fırlattıkları odaya geldiğimizde "ihtiyacın varsa seslenirsin." Dedi. Yüzüne kapıyı kapattım. Dalga geçiyordu.
Yatağa girdiğimde yan döndüm. Bileğim...kötüydü. ağrıyordu. Morarmıştı. Şişikti. İçim daralıyordu.
Ağlayarak akşamı getirmiştim. Bileğimin ağrısı geçti diyemezdim lakin hafiflemişti. Kollarımı yukarı kaldırıp yatağa serbest bırakıyordum. Bunu tüm gün neredeyse tekrarlamıştım. Çok sıkılmıştım. Beni öldüreceğede benzemiyorlardı. Mal gibi duruyordum. Getirdikleri tepsinin üzerindeki çikolatayı aldım. Paketi açıp yemeye başladım. Susadım. Su bitmişti. Hafif sekerek açtım kapıyı. Aşağıdan mırıltılar geliyordu. Geceydi. Merdivenlerden indim, bitmek bilmedi. Dikti birazcık. İndiğimde soluklanıp kapıyo geçtim ve hole geldim. İlerideki kapı aralıktı herkes oradaydı. Dışlanıyordum. Kapıyı açıp sertçe kapattım ve inledim ve yere attım kendimi. Madem eğlence arıyorlardı onlara verecektim istediklerini. Sessizlik oluştu. Ağlamaya başladım. Kolaydı bu sıralar ağlamam. Kapı açıldı hızlıca. Daha yeni düşmüştüm oysa. Dağra koşmuşa benziyordu. Tam adım atacakken durdurdu kendini. Ardından hemen gelen Yağıza döndü. Bakıştılar ayak üstü. Yağız yüzünü ekşittiğinde ibo "çekilin be." Diye cırladı. Mehru ve Alya en arkadan bana bakıyorlardı. İbo üzerime eğildiğinde "düştün mü? Ne oldu?" Kollarımı tutmuş kaldırmaya çalışmıştı. Ağırlığımı verdim. Şaşırdı. Önümde olduğundan bana attığı obez bakışını benden başka kimse görmedi. Ben obez değildim o Hamdı. Zayıflıktan ölmek üzereydim kendinden utanmalıydı. Yüzümü buruşturduğumda "Şaka." Yaptı. Dedi. Hop diye kucağına aldığında beni içeri götürecekti ama "mutfak, su." Dedim hemen. Heyecandan cümle kuramamıştım. Kucağına alan alanaydı. Durduğunda "düşmedin mi kızım?" Dedi yüzüme. Nefesi alkol kokuyordu. Beni yukarı fırlatıp alkol keyfi yapıyorlardı ha? Bu durum kötüydü. Gözyaşlarım bu sefer hızlı akmaya başladı. Gerçekti bu.
"Ne oldu?"
Kapının kilidine anahtar girdi, çevrildi ve buz gibi soğuk buyur etti içeri. Doğu aramızda fazlaca mesafe olmasına rağmen getirdiği sigara kokusuyla bize baktı. Gözlerime iboyla benim üzerimde oyalandı. Tek kaşı havalandığında "hayırdır, ibo?" Dedi yorgun olduğunu belirten sesiyle. Kar olmuş botlarını çıkarttıktan sonra kenara fırlattı. Kar mı yağmıştı?
"Sana hayırdır, Doğu? Gelesin tutmuyor." İbo sanki kucağında ben yokmuşum gibi davranıyordu. Vücudunu yani beni tamamen iyi görebilmesi için Doğuya çevirmişti.
Doğu bu kışta neredeydi? Dağra öne çıktı. "Konuşalım biraz, gel."
"Cık" sesi çıkarttı ağzından ve iboya doğru yürüdü.
"Kızı verdi bana, bakarız sonrasına."
"Ne?" Bu mehrunun sesiydi. İbonun kucağından aldı ve "iyi geceler." Deyip merdivene doğru yürüdü. Ben susamıştım.
"Su..." Doğu durduğunda ibo koşup bana bir Pet şişe su getirmişti. Kucağıma bıraktı, bizde yukarı tırmandık. Fırlatıldığım odanın aksine sola döndüğünde en uçtaki odaya girdi. Beni omzuna attığında kapıyı açtı, tekmeledi ve sertçe kapattı. Ben hala omzunda cebindeki eşyaları sağa sola fırlattı. Beni bırakabilirdi ya da onun deyişiyle fırlatabilirdi. Sigara paketini, çakmağını. En sonunda fırlattı.
"Ah. Yavaş Bıraksana eşşoğlu."
"Sus." Balkonun panjurunu açtı ve camı sürükledi. Bembeyaz kar ortadaydı.
"Kar." Diye mırıldandığımı duydum. Bana yandan bir bakış attı.
"Çık."
"Ne?"
"Çık. Elle. Oyna. Ne dememi bekliyorsun. İlk defa kar görmüşsün." Dudakları şişmişti.
"Yok!"
"Bakma öyle o zaman."
"Bakmıyorum zaten!"
"Off..." balkona çıktığında arkasından bende gittim. Sektiğimi gördü. Bir şey demedi. Onun suçuydu. Demeliydi, en azından bir özür.
Tente ile korunan koltuğa çöktüğünde yanına oturdum. Yine yanına baktı. Gözleri çok koyuydu, kenarlarda damarlar yoğundu, ağır sigara kokuyordu, çok büyüktü.
Sormaya çekinsemde yüz bulmuştum.
"Neden buraya getirdin beni?" Öne eğilip yüzünü ellerinin arasına aldı. Sıkıntıyla ofladı. En az beş dakika öyle durdu. Daha konuşmaya cesaret edemedim.
Uzun sessizliğin ardından bana döndü. Üstümü inceleyip "üşümüyor musun?" Diye sordu. Sayesinde daha fazla üşüdüm.
"İçeri geç, sana kıyafet vereyim." Ayağa kalkacaktı, tepkisiz kaldığımdan geri oturdu.
"Derdin ne, çocuk?!"
"Soruma cevap vermedin." Her an patlayacak gibiydi. Küçücük bir cesaret kırıntısına tutunmuştum. Pişmandım. Pişman edeceğe benziyordu.
"Gerilme."
"İmkansız." Başımı iki yana sallayıp derin bir nefes vermiştim. Yere bakıyordum. Rüzgar, kar taneciklerini ayak uçlarıma savuruyordu.
Beni izlediğini hissettim. Başımı kaldırdığımda hislerimde yanılmamıştım. Keskin çene hatları bir erkeğe göre çok düzgün burnu vardı. Dudakları balon gibiydi. Sanki...emilmiş gibi. Midem bulandı.
"Seni ben gözetleyeceğim bundan sonra. Benim yüzümden sorumluluk almamalılar." Olmayan sakallarını okşadı. Gözlerimin içine bakıyordu. İçimde girdiğim savaşı anlamıştı.
"Hani gördün ya..." anlamıyordum.
"Şeyi..." Yok.
"Sen aç mısın? Beynin falan mı durdu? Neyse ne? Bize yemek getireceğim." İçeri girdi. Fırlatmıştı.
"DOĞU!" kapı kulpunda eli durmuştu. Başını bana çevirdi.
"Ya bunlar bana çikolata koymuş, varsa getirsene." Gözlerini aynı anda kırptı. Sanırım bu onun onaylama şekliydi. Aşağıdakiler sorumsuzdu; kahvaltı getirip gitmişlerdi ben zaten yemek düşmanıydım ya! Açtım ve Doğuya bu konuda susmuştum.
Doğu, arkasına yaslanmıyordu. Hiç yaslanmamış ya dik durmuş ya da dirseklerini dizlerine yaslamıştı. Alya çay attığından olabilir miydi? Olabilirdi ama...o kadar da değil gibiydi. İçeri girip sürgüyü kapattım. Koltuklara oturabilirdim ama yatağa girip üzerimi örttüm. Yastığa sarıldığımda aldığım gül kokusuyla karışık şampuan kokusuna istemsizce sarılmıştım. Burası Doğunun odasıydı. Gül kokusu belli ediyordu. Ayrıca beni fırlattıkları oda çok küçüktü. İki, Üç eşya en fazla olandı. Burada tam tersi koltuk takımı, yatak, çekmeceler, kıyafet dolapları, komodinler, raflar...televizyon.
Kapı açıldığında gözlerimi kapattım. Beni alıp balkonundan aşağı atma hakkı vardı. Çok Haklıydı. Ben olsam öyle yapardım. Koltukların ortasındaki sehpaya tepsiyi bıraktı. Beni izlediğini düşündüm. Beni bekliyordu. Nefes alışverişleri düzdü, hala sigara kokuyordu. Bunu burnuma dayalı gül kokulu yastığa rağmen alıyordum.
"Beş dakikada uyumuş olamazsın." Kalın sesi tok bir şekilde kulaklarıma ulaştığında vücudum titredi. Bunu bastırmak için kalktım. Gözlerine bakmamaya çalışıyordum, her an boğazıma yapışıp 'niye yattın lan yatağıma' diye yüzüme tükürerek bağıracağını hissettim. Seke seke yanına gittim. Sıkıntıyla soludu. Yüzüne baktığımda "Özür dilerim." Dedi. Koltuğa oturdum. BU BENİM YATTIĞIM YATAKTAN RAHAT OLAMAZDI. Acı çekiyordum resmen.
Yanıma oturdu. Sağ elini ileri uzatıp parmaklarını iki kere kendine doğru çekip saldı. "Bileğini uzat." Sesi sabırsızdı, ikileme istemiyordu. Biraz ondan uzaklaşıp sırtımı koltuğun kopçasına yasladım. Bileğimi istediği gibi uzattığımda parmakları tenimle temas etti. Midem bulandı, başım döndü, gözlerim karardı, vücumdan terlerin boşaldığını hissettim. Ağzımdan kaçan kesik nefesi engelleyemedim. Tersti. Parmakları gezindikçe titremem artıyordu. İç organlarım içeride tepetaklak olmuştu. Gözlerim dolmuştu.
Vücudumun bu kadar tepki vermesi normal değildi. Bunu fark etmişti. Bileğimi uzattığımdan beri yüzüme bakıyordu. En sonunda azıcık kalmış şişiren döndü. Baş parmağını o bölgede hareket ettirirken "geçecek." Dedi. Bana kaldırdı başını.
"Değil mi?" Sesi yumuşacıktı. Oda anında ısınmıştı
Sesi mayıştıravak türdendi. Ne yaptığının farkında mıydı? Sesini ilk defa bu kadar...anlamlı çıktığını duyuyordum. Kalbim içeride dört nala koşuyordu.
"Soruma cevap?" Yüzüne bakamıyordum.
Ve kulaklarıma gelen gülüş sesiyle kaskatı kesildim. Başımı kaldırdığımda dudaklarının iki yana kıvrılması, içinden gelen o hafif gülme sesi sol yanağımın ıslanmasına neden oldu. Gözleri yanağıma kaydığında gülüşü soldu. Doğu gülmüştü. Ama bu bunca senelik ömründe ilk gülüşü gibi gelmişti bana.
"Ee?"
"Hıhı." En sonunda sorusuna cevap vermemle. Yemek yemeye başladık.
Başta tabakları değiştirmiştim. Ne olur ne olmaz. Susmuştu. Tabağımda kalan pilavı önümden uzaklaştırdığımda "yemiyor musun?" Dedi. Başımı iki yana sallayıp tatlıya uzandım. Tabağımı önüne çekip kalan yarısını yemeye başladı. Tatlımı bitirmiştim. O da yeni başlıyordu. Tatlıdan bir Kaşık alıp ağzına attığında yüzünü buruşturdu. Önüme fırlattı. Ben yemeye başladım. O koltukta oturuyor, ben yere oturmuştum. Hepsini silip süpürmüştük. Sessizlik oluştu. Sanırım kendi odama gitme vakti gelmişti. Beni getiren oydu ama ne ise.
Ayağa kalktığımda "bu odada kalacaksın." Dedi. Başımı çevirdiğimde "bir şeyler izleyebilirsin," eliyle odanın köşesini gösterdi. "Ben duşa gireceğim." Ayağa kalktı ve dolapların yanındaki kapıdan girdi. Kapıyı kapattı. Beni fırlattıkları odada yoktu.
Dediğini yapıp televizyon açtım. Çizgi film kanalını açıp karşıdındaki koltuğa uzandım. Amaç ışık, ses olsundu.
Ne kadar olduğunu anlamadığım bir sürede Doğu çıkmıştı. Benim onu görmediğimden emin olduğunda havluyu çıkartıp kıyafetlerini giymişti. Seslerden anlıyordum. Adım seslerinide işitiyordum. Yanıma gelirken şampuan kokusu hakimdi, sigara kokusu gitmişti. Yanıma oturduğunda "Sana kıyafet çıkarttım, sende girebilirsin." Bunu reddedemezdim. Saçım çok yağlanmıştı. Kısaca alıp çıkardım. Ayağım sorun çıkarmazdı diye düşünüyordum.
Banyoya girdiğimde lavabonun kenarında üzerime olacak kıyafetler vardı. Diğer kızların olmalıydı. Kabine girdim. Sıcak suyu ayarlayıp muhtemel onun kullandığı şampuanı kullandım.
...
Havluyu iyice sarınıp kapıyı araladıktan sonra Doğuya seslendim. Az önce benim uzandığım yerde oturuyordu. Başını çevirdiğinde elimle gelmesini işaret ettim. Garibine kasada onların kıyafetlerini giymeyecektim. Ayağımın dibine tüküren kızın ve arkadaşının eşyalarını kullanacak halim yoktu. Burada imkanlarım kısıtlıydı, olabildiğince değerlendirmem lazımdı. Kapının aralığına geldiğinde "bana yeni kıyafetler verir misin? Senin, küçük olanlardan."
"Orada var."
"Biliyorum." Dedim sesimi üzgün çıkartmaya çalışarak. Bir süre yüzüme baktığında "Tamam," dedi ve uzaklaştı. Adım atmayı durdurduğunda "gelsene." Dediğinde buz kestim. Nereye gidecektim?! Üzerimde minnacık bir havlu sarılıydı.
"İstemiyor musun?" Anında kapıdan çıktım. Dengemi kaybedip öne eğildiğimde ağzımdan kaçan küfüre engel olmadım. Doğrulup arkama baktığımda ayna olmamasına şükür ettim. Doğu o sırada kıyafet bakıyordu. Yanına Havlumu tutarak yavaşca yürüdüm. Hemen baldırlarımda bitiyordu, göğsümü zor kapatıyordum.
"Çamaşırın var?" Sorusuna onaylamayan bir cevap verdim. Tek kaşını kaldırarak bana döndüğünde üzerimi gördü. Anında gözlerimin içine yöneldiğinde gözleri elime kayıyordu ama çaba sarf ediyordu.
"Çamaşır makinesine attım hepsini." Dedim mahcup bir sesle.
"İyi." Bana paketi açılmamış sıfır çamaşır verdi. Birde atlet. Gerçi veremedi, elimle Havluyu tutuyordum. Kendisi tuttu. Açılmamış kadın çamaşırının orada ne işi vardı ki? Tişört, sweetshirt ve eşofman. Yatağa fırlattı, koltuğa geri oturdu. Sırtı bana dönüktü. Lavaboda giyinebilirdim? Havluyu yere atıp çamaşır paketlerini açtım, üzerime geçirdim. Stresli kısmını atlatabilmiştim. Eşofmanın bol olması rahattı, tişört ve kazakta öyle. Saçımı havluyla durulayıp astım. Yatağa girdim. Doğu artık bana bakıyordu. Susuyordu. Gözünün içine bakarak üzerime örttüm yorganı. Gözlerini onayladığını ifade edercesine kırptı ve önüne döndü. O nerede yatacaktı bilmiyordum, bildiğim bir şey varsa arkasına yaslanmadığıydı.
Uyumayı denedim saatlerce. Yapamadım. Son günlerde yaptığım yel şey yatmak ve uyumaktı. Beş dakika beş dakika dalıp dalıp uyanıyordum. Yine beş dakikalık dalmanın yanıma çöken ağırlığın ardından gözlerimi araladığımda yanımda Doğuyu gördüm. Yüz üstü yatıyordu. Ellerini yastığın altına koymuştu. Balkon tarafına çevirmişti yüzünü.
Hava aydınlanıyordu. Kalkıp perdeyi kapattım o sıra Doğunun beni izleyen koyu yeşillerini görmüştüm. Durduğumda "uyuyamıyorsun." Dedi. Doğruldu. Dizlerini kendine çekip Kollarını yasladı. Sırtını Yaslamıyordu. Ona bakmaya devam ettiğimi görünce başıyla yanını işaret etti. Gittim.
Bağdaş kurup ellerimi önümde birleştirdim.
"Bana kendinden bahsetsene." Kulaklarım duyduğu şeylerle çınlamaya başlamıştı. Karnıma ağrı giriyor, bu anın bitmesini bekliyordum.
"Ne için?"
"Seni kaçırdım."
"Ee..."
"Harbi çocuksun." Dedi ve göz devirdi. Dudaklarımın arasından kesik nefes kaçmıştı.
"Nereye kadar sürecek? Beni salmanız." Madem sohbet etmek istiyordu, madem bende istiyordum. Edecektim.
"Bilmem." Dedi omuz silkerek.
"Dalga mı geçiyorsun?" Baskılamıyordu.
"Yok." Sesi çok naifti.
"Burada durmak istemiyorum."
"Bende." İçini bana gösteriyordu. Gözlerinin önündeki duvarı kırmıştı. Orada hüzün, acı vardı.
Uzun süren bakışmanın ardından "saçlarını neden kestin?" Dedi. Elimi saç uçlarıma götürdüm. Alt dudağımı öne çıkarıp "bilmem." Dedim. Saçlarıma üzülmüyordum. Üzülemiyordum. Başını salladı.
"Bana sormak istediğin bir şey var mı?" Sesi...niye bu kadar merhametliydi? Gözümün dolmuş olmasını başımı sağa çevirerek saklamak istedim ve sordum.
"Ağrı kesici var mı?" Bu cümlelerim dudaklarımdan o kadar kırık çıkmıştı ki. Sanki ilaç beni toplayacaktı. Ağzımdan nefes verdim.
"Bana baksana bir." Artık ağlıyordum.
"Deniz." Çenemi tutup hızlıca, canımı yakmadan çevirmişti. Dudaklarını ıslattı. "Neyin var?" Sesi gerçekten meraklıydı.
"Karnım..." konu karnım değildi.
Kollarımı tuttu. Başımı kaldırdığımda dudaklarını birbirine bastırdı. "Verirsem, içecek misin?" Yemeğe bile tabak değiştirerek başlamamdan bahsediyordu. Başımı salladım hızlıca. Ayağa kalktı. Sehpanın üzerinden bir kutu aldı. Az önce bunlar yoktu. O da mı almıştı? Su getirdi. İlacı paketinden ayırıp elime verdi. Ağzıma attım. Uzattığı suyun hepsine içtim. "Bir daha verebilir misin?" Göz kırptı. Getirdi, içtim, aldı. Yanıma geri oturdu.
"Uzan," Dediğini yaptım. Üzerimi örttü. Saçımı okşadı. Göz kırptı.
...
Onun yatağında çok uzun süre yatmış artık zaman kavramını yitirecek raddeye gelmiştim. O ise sağda solda vakit geçirip odadan çıkalı tahmini çok olmuştu. Artık bana ayrılan odaya gitme vaktiydi. Bileğim daha iyi olduğundan hızlıca gittim. Oraya uzandım. Artık kendi kedime mırıldanıyor, sıyırmamak için dua ediyordum. Ellerimi havaya kaldırıyor parmaklarımı sayıp tekrar indiriyordum. Tırnaklarımı uçlarını koparmıştım. Tekrar parmaklarımı saymıştım. Ölmek üzereydim.
Yine bir tuvalet daha dönüşü yatağa uzanacakken camın oradan gelen tıkırtı dikkatimi çekti. Elime düzeltmek için aldığım yorgan ucunu fırlattım. Yavaş yavaş cama yürüdüm. Bu...sürtünme gibiydi. Beynim geri çekilmem gerektiğini haykırıyordu, çünkü ses kesilmek bilmiyordu. Bir adım geri attığım sırada camın alt kısmında siyah dört parmak gördüm. Gözlerim fal taşı gibi açılırken kapıya yönelecektim ama cama sıkılan kurşun ile dona kaldım. Çığlığı basarken "hareket edersen, ölürsün." Sesini duymamla yere çivilendim. Kalbim her saniye hızlanırken buraya kadar olduğunu anladım. Artık bu duyguyu her seferinde yaşadığımdan iğrenç anılarımı aklımdan geçirmedim. Derin bir nefes alıp sakin kalmaya çalıştım. Hep ölmek isteyen bana ne güzel ölümü tattıracaklardı.
Boynumda hissettiğim soğuk kumaşla inledim, geriye doğru çekiyordu. Yerde cam kırıkları vardı, daha fazla gidemezdim! Zaten ölmeyecek miydim ne önemi vardı? Kapımın kırılırcasına açılması kırıldığına işaretti. Zaten fırlatıldığım zaman ağır darbeler almıştı. Önce Doğu sonra Dağra falan daldı içeri. Kızlar şokla ağzını kapatırken Yağız; aksiyon filmi izler gibiydi, bir patlamış mısırı eksikti. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatıyordu, artık yanaklarım suda kalmaktan buruşacaktı. Ne önemi vardı, ölmeyecek miydim Zaten? Alnımda hissettiğim şey ise kopma noktamdı. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Doğuya bakmaya çalıştım ama beni hapsedenlerden yardım istemem zirve çaresizlikti. En iyisi ölmekti.
Bir adım daha atıyorduk, Doğu "saçının teline zarar verirsen, yakarım seni. Emin!" Dedi elini bize kaldırarak. İşaret parmağı beni işaret ediyordu, yakıcı gözleri arkamdaydı. Sırtımda bir sürtünme hissettim, gülüyordu. Tanışıyorlardı. Emin ise beni tutan herifin adıydı. Nefes alamıyordum. Ellerimin boğazıma sarıldığını hissettim.
"Emin!" Ayağım camlara battığında, Doğu üzerime atlamıştı ve duyduğum son şey silah sesiydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |