@mermarid
|
Dört buçuk yıl sonra! Her sabah olduğu gibi günün ilk ışıklarıyla mahallede sesler yükselmeye başlamıştı. Sabah erkenden kalkan çocuklu aileler okula gitmek istemeyen çocuklarını kavga dövüş yola koyarken bir yandan da söylenmeyi unutmuyordu. Kimi çocukların tembelliklerinden dert yanıyor kimi güneş doğmadan çocukları okula gönderdikleri için yakınıyordu. Karanlık olduğundan aileler yakın olsa da çocukları kendileri okula bırakıyordu. Genç adam her sabah olduğu gibi bu sabahta spor yapmak için erkenden evden ayrılmış, koşu yolunda koşmaya başlamıştı. Sabahın serini yüzüne vurdukça içi ferahlayan genç adam koşusunu bitirerek teri soğumadan eve ulaşmıştı. Annesi onun eve girmesiyle odasından henüz çıkıyordu. “Oğlum yine mi koşuya gittin?” “Hayırlı sabahlar anne,” diyen adam annesinin sorusunu cevaplamaktan kaçınmıştı. “Ah be evladım kaç kez söyleyeceğim sabahın ayazında koşma diye. Hasta olacaksın.” Ahmet annesinin yanağını öperek odasına geçmişti. Hızlı bir şekilde duşunu aldıktan sonra üzerini giyerek odasından çıktı. Annesi ve babası çoktan kahvaltı masasına oturmuş onu beklerken görünce çok oyalandığını anladı. “Hayırlı sabahlar,” diyen genç adam yerine oturduğunda Gülay Hanım hemen oğlunun çayını doldurmuştu. Yaşlı kadın oğlunun karşısına oturduğunda her sabah yaptığı gibi onu izlemeye başladı. Ahmet annesine bakıp göz kırptığında ağzında ki zeytinin çekirdeğini yana bırakarak çayından bir yudum aldı. Gülay Hanım geçen bu yıllarda oğlunun nasılda olgunlaştığına şahit olmuştu. Eski neşeli, şakacı oğlu gitmiş yerine ağır başlı sorumluluk sahibi bir adam gelmişti. Üstelik yılların verdiği bir olgunluk oturmuştu oğlunun üzerine. Bazen o şakacı oğlunu özlemiyor değildi. Ancak Ahmet bu dört buçuk yıl içinde işinden ve kendilerinden başka kimseyle alakadar olmamıştı. Eskiden arkadaşlarıyla buluşup eğlenen oğlu şimdi işten eve, evden işe gider olmuştu. Deli gibi çalışıyordu ve bugün bu çalışmasının meyvesini alacaktı. “Tören bugün müydü Ahmet?” babasının sorusuyla genç adam başını sallamıştı. “Evet, bugün,” diyen adam sıkıntıyla iç çekmişti. O törene katılmayı hiç istemiyordu. Bugün ona en başarılı genç iş adamı ödülü verilecekti. İlaç firması genç adamın üretim yönetiminde birçok başarıya imza atmış, bu başarının getirisi olarak amcası ona küçük bir hisse payı vermişti. Oldukça iyi bir geliri olsa da ailesiyle sevdiği mahalleden ayrılmamıştı. İsteseydi en lüks mahallede daha iyi koşullarda ev sahibi olabilirlerdi ancak ne ailesi ne de Ahmet büyüdüğü bu mahalleden ayrılmak istememişti. Tek farkla, ailesi artık kirada değil oturdukları mahallenin en güzel apartmanında ev sahibi olarak oturuyordu. “Bugün amcan aradı, seninle önemli bir konuda konuşmak istiyormuş.” “Biliyorum, akşama doğru onlara uğrarım.” Gülay Hanım tedirgin bir şekilde kocasına bakarken yaşlı adam gözlerini kapatarak karısına cesaret vermişti. “Oğlum, ne zaman yuvanı kurduğunu göreceğiz.” Ahmet ağzına attığı peyniri güçlükle çiğneyerek yutmaya çalışmıştı. Annesi son iki senedir her fırsatta bu konuyu açıyordu. Otuzuna merdiven dayamıştı ve ailesi artık onunda bir yuva kurmasını istiyordu. Kendilerince haklı olsalar da genç adam kimseye güvenemiyordu. Elbette o da bir ailesi, çocukları olsun istiyordu ancak bunun için henüz erkendi. “Daha zamanı var anne, lütfen aynı konuyu konuşmayalım.” “Kaç yaşına geldin. Çok şükür işin var, aileni bakacak kadar da kazanıyorsun. Neden yuvanı kurmuyorsun?” “Anne lütfen, biliyorsun…” Gülay Hanım elini masaya vurarak sinirle konuşmuştu. “Neyi biliyorum oğlum. Yıllardır yüzün doğru düzgün gülmedi. Arkasından konuşmak istemiyorum ama adı batasıca mutlu mesut yaşarken sen burada içine gömüldün. Varsa yoksa iş… Bana acımıyor musun evladım. Bu zavallı anana hiç mi acıman yok. Seni böyle görünce ne kadar üzüldüğümü görmüyor musun?” “Gülüm yapma!” yaşlı kadın bu kez kocasına çıkışmıştı. “Neyi yapmayayım Hilmi, görmüyor musun oğlunun halini?” “Zamanı gelince elbette yuvasını kuracak. Oğlana baskı yapma.” “Ne zaman biz ölünce mi?” Ahmet annesinin sözleriyle yüzünü asmıştı. Elinde değildi… Unutamıyordu, yaşadığı ihaneti unutmasına imkan yokmuş gibi geliyordu. “Anne lütfen.” “Ben anlamam Ahmet sana dört ay mühlet ya gönlüne göre birini bulursun ya da ben senin için kız bakmaya başlayacağım.” Ahmet sıkıntıyla yerinden kalkarak kapıya yönelmişti. Biliyordu ki annesi istediğini almadan onu bırakmayacaktı. “Benim gitmem gerek size afiyet olsun.” “Kaç bakalım Ahmet Efendi kaç. Ama bil ki ben kararlıyım. Bu yılsonuna kadar yuvanı kuracağım senin.” Genç adam evden çıkıp giderken Gülay Hanım ve Hilmi Bey birbirine bakmıştı. “Sence Mehmet onu ikna edebilecek mi?” “Bilmiyorum ama Zeynep ablam çok kötü durumdaydı. Eminim bir yolunu bulup Ahmet’i ikna edecektir.” Gülay hanım kayınının eşini öz ablasından ayırmazdı. Mehmet Hilmi beyin üvey kardeşi, Ahmet’in de patronuydu. Eşi Zeynep ve Mehmet’in Ahmet’in üzerinde emeği büyüktü. Genç adam son model arabasıyla trafikte ilerlerken oldukça düşünceliydi. Kırmızı ışık yandığında arabasını durdurarak radyoya uzanarak açtı. Radyoda Demet Akalın’ın eski bir şarkısı çalıyordu. Şarkının sözleri arabanın içine yankılandığında genç adam ister istemez eski günlere gitmişti. Şarkının sözleri genç adamın ruh halini yansıtıyor gibiydi. “Pişman olup bir gün dönerse geri, Yıllar var ki unutmadım ihanetini, Ben affetsem de yalancı gözlerini, Allah’ından bul ben susuyorum…” Düşünceleri yine eski günlere gitmişti. Beş buçuk yıl olacaktı ondan ayrılalı. Dört yıl boyunca dolu dolu yaşadığı aşkının üzerine beş yıldır soğuk su içiyordu. Yalan yok eskisi gibi aklına düşmüyordu ancak böyle zamanlarda da onu düşünmeden edemiyordu. Ondan ayrıldıktan sonra belki de hırs yaptığı için bu kadar başarılı olmuştu. Okul biter bitmez işi hazır olduğu için diğer arkadaşları gibi iş arama derdi olmamıştı. Oldukça iyi bir ilaç firmasının yeni açılan üretim tesisinin yöneticisi olarak çalışıyordu. Dört buçuk yılda firmanın en başarılı yöneticisi olmayı başarmıştı. Son dört yılda yaptığı tek şey deli gibi çalışarak acısından uzaklaşmaya çalışmak olmuştu. Eski neşesi yoktu ve bu durum en çok ailesini etkiliyordu. Özellikle annesi bu durum karşısında oldukça üzgündü. Son zamanlardaysa sabah yaptığı gibi onu evlendirmek için elinden geleni yapmaya başlamıştı. Ama genç adam buna kesinlikle yanaşmıyordu. Oysa ne hayalleri vardı. Okul biter bitmez Aslı ile evlenecek güzel bir yuva kuracaktı. Ancak mümkün olmamıştı. Sevdiği kadın onu kendisi kadar sevememişti. Bazen annesinin dediğini yapıp kendi yuvasını kurmayı düşündüğü zamanlar oluyordu. Özellikle üçüzlerin doğumundan sonra bunu daha çok ister olmuştu. Derin bir nefes alıp yeniden yola koyulduğunda Demet abla şarkının son nakaratını okuyordu. Arabanın içinde yankılanan telefonun sesiyle radyoyu kapatan genç adam telefona cevap vermişti. Arayan yardımcısıydı ve ünlü bir bilim program sunucusunun onu programa davet ettiğini bildirmişti. Programa katılmak istemese de katılmasının firma açısından iyi bir reklam olacağını biliyordu. Üstelik program sonrası kendisine en iyi iş adamı plaketinin takdim edileceğini de söylediğinde kararını vermişti. O programa kendi için olmasa da yıllardır didindiği firması için katılacaktı. Telefonu kapatarak uzun zaman sonra ilk kez dudaklarından keyifli bir ıslık yükselmişti. Aşk hayatı belki bitmişti ancak kariyer basamaklarından hızlı bir şekilde tırmanıyordu. *** Genç kız hızlı bir şekilde telaşla beyaz koridorda ilerliyordu. O kadar endişeliydi ki üzerindeki beyaz önlüğü bile çıkarmadığını fark etmemişti. Kalbi kuş gibi korkudan çırpınırken sonunda ona söylenen alana gelmişti. Karşılıklı duran bekleme sandalyesinde oturan annesi ve daha önce birkaç kez gördüğü üvey amcası onu görünce hemen ayaklanmıştı. “Efnan!” yaşlı kadın kızını görünce yerinden kalkıp hıçkırarak kızın kendisine yaklaşmasını beklemişti. “Neler oluyor anne, babamın nesi var?” Efnan telaşla sorarken üvey amcasına başını sallayarak selam vermişti. Aslında üvey bile olsa amcası sayılmazdı. Çünkü babasının annesinin ilk kocasındandı Hilmi Bey. Babaannesi, aslında amcasının üvey ananesiydi. Aile bağları oldukça karışıktı bu yüzden. Efnan henüz bebekken gerçek annesi ölmüş, babası hiç beklemeden yeniden evlenmişti. Evlendiği kadın onu istemeyince şimdiki babası aslında üvey dayısı olan Mehmet Bey’in kapısına bırakmıştı. Efnan henüz iki yaşında anne sevgisini babasının Zeynep hanımla evlenmesiyle tatmıştı. Şu anda karşısında iki gözü iki çeşme ağlayan hafif topluca olan kadının hakkını ne yapsa ödeyemezdi. Üstelik kendisini öz çocuğu gibi bakıp büyüten bu kadının hiç çocuğu olmamıştı. “Şirkette fenalaştığını söylediler. Doktor bir şey söylemedi ama çok korkuyorum Efnan, ya babana bir şey olursa?” Efnan oldukça inançlı bir kızdı. Küçüklüğü kurslarda geçmiş, üniversite eğitimine kadar hep dışarıdan okumuştu. Babasının isteği üzerine kimyager olan genç kız şu anda aile şirketinin laboratuvarlarından sorumluydu. Yeni formüllerle ilaç üretimin başında bulunuyordu. “Endişelenme anne babam sağlıklı sende biliyorsun. Hadi dua edelim.” Hilmi Bey karşısında ki anne kıza üzgün gözlerle bakıyordu. Efnan’ın küçüklüğünü bilse de kız rüştünü tamamladıktan sonra onlarla pek görüşmemişti. Kendini haramdan sakınan kıza karısının hayran olduğunu biliyordu. Küçük bir kızken birkaç kez Trabzon’a babasıyla ziyaretlerine gelmişlerdi. O zamanlar büyüyünce güzel olacağı belli olan kız tahminlerin ötesinde bir güzelliğe sahipti. Üstelik bu güzellik sadece dışı için söylenemezdi. Efnan’ın kalbi de en az dış görünüşü kadar güzeldi. Standartların üzerinde uzun boyu, yüzünde tek bir lekesi olmayan beyaz teni, uzun ince parmakları kızın görünen tek yeriydi. Haberi aldığında laboratuvarda işinin başında olduğu için normal şartlarda üzerine sadece feracesiyle gezen genç kız önlüğünü çıkarmayı unutarak arabasına atladığı gibi soluğu söylenen hastanede almıştı. Acil bölümünün sürgülü kapısının açılmasıyla Efnan hızla dışarı çıkan doktorun karşısına dikilmişti. “Mehmet Şanlı’nın durumu nasıl?” doktor karşısındaki kızın sorusuyla bir an duraksamıştı. Genç kızın delici kuyuları adamı gafil avlarken yutkunmadan edememişti. “Nesi oluyorsunuz?” “Ben kızıyım, babamın durumu nasıl? Neyi var?” doktor kızın üzerindeki beyaz önlüğü görünce onunda doktor olabileceğini düşünerek açık konuşmaya karar vermişti. “Babanızın anladığım kadarıyla şeker rahatsızlığı vardı. Geldiğinde şekeri oldukça yükselmişti. Bu yüzden fenalaşıp kendinden geçmiş. Gerekli müdahaleyi yaptık ancak bugün önlem amaçlı hastanede kalmalı.” “Babam şeker hastası olamaz. Olsaydı bilirdim.” Bakışları annesine döndüğünde kadının gözlerini kaçırmasıyla gözlerini kısmıştı. “Sana söyleyecektik.” Yaşlı kadının sözleriyle Efnan derin bir soluk alarak sakinleşmek için gözlerini kapatmıştı. “Ne zamandan beri hasta?” Efnan o kadar naif sormuştu ki doktor ve Hilmi Bey ona hayran kalmıştı. “İki ay oluyor.” “Anne iki aydır bunu biliyorsunuz ve bana söylemediniz mi? Ben neyim sizin gözünüzde?” genç kız bağırmıyordu. Zaten Efnan’ın sesinin yükseldiğini bu zamana kadar kimse duymamıştı. O her zaman sakin ve yapıcı bir üslupla konuşurdu. Kimsenin kalbini kırmayı göze alamaz, yeri geldiğinde kendi kalbinin kırılmasına müsaade eder yine de sesini yükseltmezdi. Onu tanıyan kişiler onu durgun suya benzetirdi. İzledikçe huzur veren, içine girdikçe rahatlatan bir aurası vardı. “Baban üzülmeni istemedi.” “Asıl şimdi üzüldüm anne, bir daha benden bir şey saklamanızı istemiyorum.” Genç kız dolan gözlerini saklarken ileriden koşturarak gelen kişiye takılmıştı bakışları. Onu biliyordu… Onu tanıyordu… Genç kız gelen kişiyle yutkunurken ne yapacağını bilememişti. Her adımı Efnan’ı eskilere, çok eskilere götürüyordu. “Baba neler oluyor? Amcam nasıl?” genç adam yengesine selam verip yanındaki kıza bakmadan babasına dönmüştü. Hilmi Bey oğluna gülümseyerek derin bir iç çekmişti. “Amcanı ziyarete gitmiştim. Konuşurken birden fenalaştı, bizde hastaneye getirdik.” “Amcam sağlıklıydı, neden fenalaştı ki?” Ahmet oldukça şaşkındı. Hilmi beyin açıklaması Efnan’ın da merak ettiği konuya açıklık getirmişti. Yaşlı adamın annesinin yanında ne aradığını merak ediyordu. “Şekeri varmış oğlum ben ne bileyim.” Ahmet yengesine dönerek endişeyle sordu. “Ne zamandan beri şekeri var yenge, geçmiş olsun bu arada!” Ahmet’e sevgiyle bakan yaşlı kadın onun birkaç yılda ne kadar olgunlaştığının en yakın şahidiydi. Çocuklar görüşmese de büyükler her fırsatta yan yana geliyordu. Özellikle Zeynep Hanım ve Ahmet’in annesi Gülay Hanım sık sık bir araya geliyor, gelemediklerinde de telefonla konuşuyorlardı. İkisinin de tek endişesi çocukları olan kadınlar her fırsatta onlar için ne yapabileceğini konuşup duruyordu. “Yeni çıktı evladım, doktor iyi olduğunu söyledi. Bu akşam buradayız, siz isterseniz eve geçin.” Ahmet başını iki yana sallarken az geride duran kıza kısa bir bakış atmıştı. Genç adam yüzüne çok bakmasa da onun amcasının kızı Efnan olduğunu biliyordu. Nedense kıza bakmayı kendine ar edinmişti. “Anne siz eve geçin ben burada kalırım.” “Olmaz öyle şey, ben kalırım kocamın başında.” Efnan annesine hafif gülümseyerek omuzlarından tutmuştu. Kadın birkaç saatte çökmüş gibiydi. “Annecim, hadi beni üzme. İyi görünmüyorsun zaten. Ayşe abla seninle kalsın bu akşam.” Ayşe onların evinde çalışan yardımcısıydı. Evleri oldukça büyüktü. Annesi yaşlandığı için ev işlerine yardım etmesi için Ayşe hanımı işe almıştı. Varlıklı olsalar da oldukça mütevazi bir hayat sürüyorlardı. Özellikle Efnan şatafattan nefret ediyordu. Ona göre bu kadar şatafat onun imanını zedeliyordu. Bu yüzden her zaman sadelikten yanaydı. Ailesini ikna edebilseydi daha küçük bir evde yaşamayı tercih ederdi ancak iş çevresi, bulundukları statü buna imkan vermiyordu. “Ama sen burada yalnız kalacaksın.” “Merak etme yenge bende kalırım.” “Buna hiç gerek yok,” diyen genç kız anında itiraz etmişti. Ahmet Efnan’ın itirazıyla duraksarken Hilmi Bey kızın rahatsız olduğunu anlayarak oğluna “Senin kalmana gerek yok Ahmet, hadi biz gidelim,” dediğinde Ahmet babasının sözlerine şaşırmıştı. “Anne hadi sende git. Babam bu akşam uyuyacaktır.” kadın kocasını kısa bir gördükten sonra hastaneden ayrılmıştı. Kapıda Ahmet ile karşılaşan kadın duraksayarak ona doğru baktı. “Yenge, bende seni bekliyordum.” Ahmet kadının elini öperken Zeynep Hanım genç adamı olmayan oğlunun yerine koymuştu. “Sen neden buradasın ki evladım?” “Annem bize gelmeni istedi. Sabah erkenden birlikte hastaneye geliriz olmaz mı?” “Size zahmet olmasın.” Ahmet yalancı bir kızgınlıkla kadına bakmıştı. “Duymamış olayım, hem bilmiyoruz sanki annemle ne işler çevirdiğini.” Ahmet’in sözleriyle kadın bakışlarını kaçırmıştı. Gülay’ın oğluna planladıkları şeyden bahsettiğini sanmıyordu. Üstelik bunu uzun zamandır kocasıyla da konuşuyorlardı. Bu hayatta ikisinin de tek kıymetlisi vardı, Efnan! Onu dünya gözüyle emanet edebilecekleri bir adama teslim etmek istiyorlardı. Kendileri gibi kızlarına gözü gibi bakacak, onu sevecek, naif kalbini kırmayacak birine… “Yenge iyi misin?” Zeynep Hanım Ahmet’in seslenmesiyle daldığı düşüncelerden çıkmıştı. “İyiyim evladım, dalmışım öyle.” “Hadi gidelim annem çoktan yemeği hazır etmiştir.” Kadın kendisine açılan kapıdan arabaya binerken derin bir iç çekmişti. Ne çok isterdi Ahmet’in damadı olmasını. Araba yola çıktığında ikili oldukça sessizdi. Bu sessizlik Ahmet’in dikkatini çekse de konuşma girişiminde bulunmamıştı. Yaklaşık bir saat sonra kendi sokaklarına girdiklerin de Zeynep Hanım imrenerek çevreye bakınmıştı. Mahalle o kadar sıcak bir atmosfere sahipti ki kendi kasvetli mahallelerinden bir kez daha nefret etmişti. “Buranın huzurunu seviyorum.” Zeynep Hanım arabayı durduran Ahmet’e dönüp konuşmuştu. Genç adam başını sallayarak “Bende seviyorum,” dediğinde kadın onun doğru söylediğini biliyordu. Yoksa yıllardır biriktirdiği parayla daha lüks bir mahalleden istediği evi alabilirdi. Yaşlı kadın arabadan indiğinde karşı apartmanın penceresinden kendisine el sallayan eltisini görmüştü. Hilmi Bey ve Mehmet Bey üvey kardeş olsalar da çoğu öz kardeşten daha yakınlardı. Bu yakınlık eşlerini de yakınlaştırmıştı. “Ah Zeynep çok üzüldüm olanlara, şimdi nasıl oldu Mehmet ağabey daha iyi mi?” “Çok şükür Gülay korkuttu bizi ama daha iyi.” “Yanında Efnan mı var?” Ahmet eve girerken iki kadın kapıyı kapatıp ardından konuşarak salona girmişti. Zeynep hanımın telefonu çaldığında heyecanla çantasında ki telefonu çıkararak arayana baktı. Kızı hastaneden arıyordu. Endişeyle telefonu açtığında kızının konuşmasını beklerken kocasının sesini duyunca derin bir şekilde rahatlamıştı. Kısa süren konuşmayı kızıyla tamamlayan yaşlı kadın amcasında kalacağını kızına söyleyince Efnan kısa bir süre sessiz kalmış sonra da Gülay hanıma selam söyleyerek telefonu kapatmıştı. “Ne dedi Efnan kızım?” “Selamı var sana Gülay, bir daha ki sefere seni ziyaret edecekmiş.” “Hep böyle söylüyor ama henüz geldiğini görmedik.” Kadının sitemine Zeynep Hanım gülümsemeden edememişti. “Sende biliyorsun Gülay, kızımın hiç boş vakti olmuyor. İş, ev, kurs derken kendine zaman ayıramıyor.” “Hala hocalık yapıyor mu?” Gülay Hanım merakla sorarken Zeynep Hanım gururla gülümsemişti. “Etmez mi? Hafta sonları küçük talebelere Kur’an öğretiyor benim kızım. Allah gölüne göre birde eş nasip etse gözüm arkada kalmayacak ama…” derken odaya üzerini değiştirmiş bir şekilde giren Ahmet’e gözleri takılmıştı. Gülay Hanım da oğluna dönerek dikkatle ona bakmaya başlamıştı. Ahmet üzerinde ki bakışlardan çekinerek “Bir şey mi oldu anne neden öyle bakıyorsunuz?” diye sorunca Gülay Hanım ters bir şekilde oğluna cevap vermişti. “Bu gidişle sana zaten sadece biz bakarız.” “Anlamadım…” “Anlama zaten,” diyen kadın yerinden kalkarak mutfağa doğru ilerlemişti. Ahmet şaşkınlıkla annesinin arkasından bakarken başına örülecek çoraplardan haberi yoktu. Belki de bu onun kaderi olacaktı. *** *** Yorumlarınızı esirgemezseniz sevinirim. Teşekkür ederim... |
0% |