Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@mershyy

Tarih tekerrürden ibarettir.

Demir kapının çıkardığı ses bütün salonu doldurdu. Biri kan dökmek istercesine, akıl almaz bir hırsla kapıyı o kadar şiddetli çalıyordu ki, Lord Leon’un elindeki kadehi masaya sertçe bırakarak kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. Sakinliğini koruyarak sağındaki ve daima sağında tuttuğu baş muhafızına baktı. Tok ve kendinden emin çıkan sesiyle “Sarayımın kapılarına bu denli hücum eden ukala da kim, Pars?” dedi. Muhafız Pars, çatık kaşlarla dik duruşundan ödün vermeden Yüce Lord’a döndü ve kelimelerin ağzından dökülmesine izin verdi. “Lord’um, beni bağışlayın fakat sarayın dışındaki tonla muhafızı alt ederek büyük kapıya kadar gelebilen insan yok, bir ukaladan çok daha fazlası olduğunu düşünüyorum.”

Hafif bir sırıtış eşliğinde “Eh, zaten canım sıkılmıştı,” dedi Leon. Yavaşça elini kaldırarak kapıdaki muhafızlara işaret yaptı ve sakinlikle sözüne devam etti. “Çağırın şunu, kim bu saygısızlığa cüret edebilecek kadar yürekli görelim bakalım.”

Muhafızlar önce birbirine baktı, ardından bir tanesi oldukça endişeli olan yüz ifadesiyle “Emin misiniz Lord’um?” dedi. Lord daha ağzını açmamışken muhafız Pars sinirle “İkiletmeyin, açın kapıları. Kimin karşımızda durabileceğini sanıyorsunuz?” diyerek çıkıştı. Çok geçmeden bağırarak sözüne devam etti. “Alçak olmayın!”

Bu devirde alçak olmak, hükmü müebbetle biten bir dava gibiydi.

Leon, Pars’ın sözü bittiği gibi, tahtının yanında duran büyük kılıcı eline aldı ve kılıcı zemine vurarak metalin tok sesinin salonda yankılanmasını sağladı. Muhafızlar, gelecek gürlemeden haberdar olup irkildiler ve hızla büyük kapıyı açtılar. Leon, sözünün havada asılı kalmasına daha da sinirlenerek var gücüyle bağırdı. “Mızrakları yere bırakın.”

Bu, saraydaki görevinin son bulduğuna, tabiri caizse yaşamına perde çekilerek yarım kalmasına ve sarayın en derinlerindeki zindanlara gönderilmenin bir diğer hükmüydü.

Leon, ayaklarını sertçe yere vurarak tahtından kalktı. Etrafındaki onlarca muhafıza ve sayılı acemi askere sinirle bakarak “Bir daha benim emirlerime saygı duymayıp karşı çıkan biri olursa,” diye çıkıştı. Tüm kelimeleri tek tek heceliyordu. Her kelime adeta bir diğerinin yanında boşluk varmışçasına çıkıyordu ağzından. Derin bir nefes alarak savuracağı tehdide devam edecekti ki kelimeler bir çift gözle kapalı kapıların ardına kilitlendi. Leon’un gözleri büyük bir ihtiyatla kapıdan içeri giren kadındaydı. Saatlerdir avını bekleyip sonunda avını yakalamış bir balıkçı gibi büyük bir zevkle kadına bakıyordu. Uzun kahverengi saçlar, kusursuz bembeyaz ten ve yeşil gözlerin altındaki masum bakışlar Lord’un sözlerine ket vurmuştu. Anılar bir bir, film şeridi misali canlandı gözünde.

Uzun süredir görmediği, bir zamanlar hayatını adadığı ve uğruna her şeyi yapabileceği kadın, Leon’un geçmişiyle uzun zaman sonra ilk defa yüzleşmesini sağladı. Sanki yıkılmış gibi tahtına geri oturdu.

“Tartaros!” diye çıkıştı kadın.

Leon kendini hızla toparlayıp şakayla karışık “Bana olan aşkından kapılarımı kırmaya mı başladın, Petra?” diyerek kadına soru yöneltti. Kadın göz devirerek “Mühim bir şey konuşmak için geldim,” dedi. Ardından derin bir nefes alarak “Muhafızlarını gönder, yalnız konuşacağız,” diye devam etti.

Leon, kadını ikiletmeden muhafızlara dönerek “Salonu boşaltın,” diye gürledi. Bütün muhafızlar lordlarının sözünü dinleyerek teker teker salondan çıktılar.

Ortada garip bir sessizlik olduğunda Petra, sabırla ayakkabısının topuğunu yere vuruyordu.

Leon ‘Ne oldu?’ der gibi başını hareket ettirdikten hemen sonra Petra, gözüyle Pars’ı işaret ederek kaşlarını çattı.

Pars, daima Leon’un yanında olduğu için kendi üstüne alınmamıştı. Leon da, Pars’ı konunun içinde tuttuğu için dışarı çıkmasını istememişti.

Kadının isteği olsun diye baş muhafızı dışarı çıkarmak için “Pars, kapıdaki iki muhafızı sana bırakıyorum. Gerekeni yap,” dedi.

“Tamam, Lord'um,” diye cevap verdi Pars. Yerinden bir adım bile kıpırdamamıştı.

“Pars!” dedi Leon.

“Efendim, Lord’um.”

“Gerekeni yap.”

“Emredersiniz, Lord’um.”

Pars hâlâ hareket etmeyince Leon sinirle Pars’a dönerek “Oğlum, sen salak mısın?” dedi. Pars şaşkınlıkla ağzını açarak “Affedersiniz Lord’um. Sanırım benim de dışarı çıkmamı istiyorsunuz,” dedi.

Leon, “Hadi Pars, hadi,” dediğinde Pars hızlıca salondan çıktı.

Boş salonda sadece Petra ve Leon kalmıştı.

Leon gözlerini Petra’ya çevirdiğinde gülümsediğini fark etti. Yıllar önce, ona da böyle gülümserdi.

Petra, yavaşça adım atarak Leon’un tahtına yaklaştı. Büyük masanın tam karşısında durduğunda konuşmaya başladı. “Yıllardır birbirimizden nefret ediyoruz, yüzümüzü bile görmek istemiyoruz. Zorunda olmasam asla yanına gelmem fakat sana söylemem gereken birkaç şey var.”

Leon, devam etmesini dilercesine eliyle işaret yaptı. Gerildiği alnında belirginleşen damarlardan belli oluyordu.

“Tam 2 gün önce bir heyula gördüm. Bu toplumdaki büyücülerden ne kadar nefret etsen de yeteneklerinin farkındasındır diye düşünüyorum,” dedi ve duraksayıp çok geçmeden sözüne devam etti. “Gördüğümüz heyula, anımsama ya da sizlerin dediği gibi rüyaların gerçekleşmesi an meselesi.” Gözlerini sıkıca kapatarak ciğerlerini nefesle doldurdu. “Büyük bir yıldırım gelecek. Herkesten gizlediğiniz o soylar tükenecek ve felaket bütün toplumu alaşağı edecek.”

Leon, sinirle “Bana yine aynı masalları anlatıyorsun Petra Araz,” dedi.

Kadın Leon’un söylediklerini ciddiye almadan sesini yükseltmeye başladı. “İnsanlığın sonu gelecek Leon! İnsanlık yok olduğunda olacakları tahmin edebiliyor musun?” Leon’dan cevap gelmeyince kadın devam etti.

“Vampirlerin beslenememesine ve delirmesine sebep olacak. Bu şekilde büyücüler öldürülecek.”

Leon, “Soyunuzdan nefret ettiğimi çok iyi biliyorsun Petra. Hiçbir sözünün hükmü yok şu an,” dedi.

“Bu toprakları korumak zorundasın, Leon. Adil olmayan bir savaşın içine gireceğiz, güçlerimizi birleştirmediğimiz sürece hayatta kalmamız olasılıksız.”

“Büyücülerle güç birleştireceğime ölmeyi yeğlerim,” dedi Leon.

Petra hayal kırıklığı ile baktı.

Leon önemsemedi.

Petra, hiçbir şey söylemeden çekip gitti.

✯✯✯

Petra ve Leon’un konuşmasından tam 6 gün sonra ulu göklerden yeryüzüne dek uzanan büyük bir yıldırım düştü Tartaros bölgesine.

Sayısız can kaybı verildi, insanlık parçalandı; gökler ağladı, okyanuslar taştı. Kimsenin aklı almadı.

Gök gürledi, okyanustan derin dalga sesleri duyuldu ve toprakların kendine özgü kokusu infilak etti.

Bir devir bitti, bir devir başladı.

Artık gösteri bitmişti.

Uzun yıllardır süregelen denge bozulmuştu.

Elbette insanoğlunun tükettiği gücün bir karşılığı olacaktı, bu döngü her yerde böyle işlerdi lakin bu kadar büyük bir yıkımı kimse beklemiyordu. Olanların farkında olan iki insan ise toprakları koruyamamıştı, felaket gerçekleşmişti. Yıldırım bölgeyi işgal etmişti.

Bölgeyi bir cam parçası misali paramparça yapan yıldırım neticesinde topraklarda yaşayan canlıların yarısından çoğu yaşamını yitirdi. Savaşlar başladı, yiyecek sıkıntısı çeken insanlar hayvanları katletmeye başladı. Paraya ihtiyacı olan insanlar birbirlerini bile öldürüyordu. Başka topraklarda yaşayan insanlar Tartaros bölgesine yanaşmak dahi istemiyordu. Bölgede yaşayanlar da başka bölgelere göç edemiyordu. Giriş çıkışlar yasaklanmıştı, muhafızların hepsi bölgeyi çeviren surun kapısında nöbet tutuyordu, çıkış yapmak imkansızdı.

Büyücülerin nefretleri ilk günkü gibi duruyordu, savaşın aksetmesi an meselesiydi. Perdeler açılmıştı, gösteri yeni başlıyordu. Herkes rolünü çok iyi oynamaya çalışacak ve adını tarihe yazacaktı.

Loading...
0%