@mershyy
|
Uykuları her seferinde kabuslarla süsleniyordu, hiçbir zaman güzel hayallerle donatılmış bir rüya görmüyordu. Bitmeyen kabuslarla uyanmaktan yeterince bezmişken bir kabusundan daha uyandırılıyordu Arden. Lakin bu sefer korkmaması için annesinin yatıştırıcı sözlerini işitmek yerine dışarıdan gelen çığlıkları işitiyordu. Çığlık sesleri kulağını işgal ettikçe rahatsız oluyordu ki bir anda yükselen sesle irkilerek aniden yatağından kalktı. Pencereye doğru hareket edip dışarıdaki manzarayı izlemeye koyuldu. Ufak çaplı bir şaşkınlıkla kaşlarını çatarak dikkatlice olan biteni anlamaya çalıştı. Felaketin habercisi edasıyla yağan yağmur görüş açısını fazlasıyla azaltıyordu lakin belli belirsiz silüetleri görebiliyordu. Sokak zırhlı araçlarla donatılmıştı ve araçların içinden inen tonla insan vardı. Her yeri kuşatıp evlere hücum etmeleri çok sürmemişti. İnsan çığlıklarıyla bütünleşen yakarışlar sebebiyle sesleri ayırt etmek oldukça zordu. Sanki ölüm kapıyı çalıyordu, sokaklar cehenneme bürünmüştü. Suç işleyen insanları aramak için geldiklerini düşündü Arden. Aslında birkaç suçlu için bu kadar fazla kişinin gelmesi garipti ama buna inanmak istemişti. ‘Neler oluyor?’ diye geçirdi içinden ardından korkuyla aklına annesi geldi, panikatağı vardı ve böylesi korkunç bir durumda çok gerilirdi. Hızlıca odasından çıkarak annesinin odasına ilerledi, annesi uyanmıştı ve camdan bakıyordu, tedirgin olduğu barizdi. Aniden kafasını camdan çevirerek “Arden,” diye seslendi kızına. Arden’in korktuğunu gözlerinden anlamıştı, “Korkma,” dedi üzüntüyle. “Sana her şeyi anlatacağım ama üzgünüm, bu yüz yüze olmayacak kızım.” Petra önce gidip odanın kapısını kilitledi. Ardından çalışma masasındaki çekmeceyi açarak içinden bir kutu çıkardı. Arden olan bitene anlam veremiyordu. Şakanın içinde gibiydi fakat kanının son damlasına kadar hissediyordu gerçekleri. Bir silah sesi kapladı odayı. Ve Arden korkuyla yerinden sıçradı. Dışarıdaki bağırışlara artık silah sesleri de eşlik ediyordu. Petra da silah sesine irkilmiş olsa da aldırış etmeden elindeki kutuyu açarak tekrar kızının yanına ulaştı. Göz alacak derecede parlayan bir hançer çıkardı kutudan, sanki nadide bir parçaymışçasına oldukça güzel gözüken siyah kadife kumaşa sarılı duruyordu. Hançerin kabzası siyahtı ve etrafına koyu gri renginde, kabartma biçiminde işlenmiş yılan figürü sarılıydı. Kınında ise yılanın vücudunun çok az bir kısmı ile kafası yer alıyordu. Yılanın gözleri o kadar parlak bir kızıldı ki Arden gözlerini ayırmak zorunda kalmıştı. Gördüklerine inanamaz biçimde “Ne diyorsun anne?” dedi Arden. Çok geçmeden devam etti. “Belli ki birileri yine suç işlemiş, onları arıyorlar. Neden bu kadar fazla insan var bilmiyorum ama eve girmemeleri için kapının önüne ağırlık yapacak bir şeyler koyalım. Çok fazla silah sesi geliyor, korkuyorum. Bunları bana sonra anlatırsın.” “Hayır,” dedi Petra kızına bakarak. “Bizi arıyorlar.” Arden hiçbir şekilde mantık yürütemiyordu. Bölge çok kötü bir haldeyken bile annesiyle birlikte mutlu mesut yaşıyorlardı. Annesinin de kendisinin de kimseye hiçbir zararı yoktu. Kim, neden onları arardı ki? “Anne saçmalamayı bırakır mısın artık!” diyerek saklanma amacıyla annesinin kolundan çekiştirdi Arden. Annesinin elindeki hançer Arden’in çekişiyle yere düştü ve ses odada yankılandı. “Arden, bir dakika beni dinle. Vaktimiz yok!” diyerek çıkıştı Petra. Bir yandan hançeri almak için yere eğilmişti. Daha Petra eğilmeden Arden yerdeki hançeri aldı ve incelemeye başladı. Her ne kadar acele etmesi gerektiğinin farkında da olsa, hançerin soğuk metaline temas ettiği anda kafasındaki bütün sesler susmuştu sanki. “Bunun bizim evde ne işi var? Hiç görmedim,” dedi önce. Ardından hançerin kınını çekerek keskin bıçağı ortaya çıkardı. Kusursuz bir şekilde P.A. harfleri kazınmıştı bıçağın ucuna. Derin bir nefes alarak konuşmaya başladı Petra. “Arden’im. Ay ışığım. Bu hançeri sana verdiğim için binlerce özür dilerim ama buna gerçekten mecburum. Umarım bir gün beni anlarsın.” Dışarıdan bir atış sesi daha gelince irkilerek “Bu kadar erken geleceklerini bilmiyordum. Buradan kaçman lazım.” diye devam etti. Arden, korkak bir şekilde “Anne lütfen neler olduğunu detaylı bir şekilde anlat,” dedi. Bir süre bekledi ve annesinden cevap gelmeyince “Anne ne yapacağım ben?” diyerek sinirlenmeye başladı. Petra, Ardenin’in elindeki hançeri alıp kutuya geri bıraktı ve kapağını kapatırken “Emin ol günü geldiğinde her şeyi öğreneceksin,” dedi. Arden’in yüzüne dikkatlice bakarak inceledi ve yavaşça ellerini tuttu. Arden’in daha annesine soracak tonla sorusu vardı fakat konuşmayı bölen dış kapının kırılma sesiydi. Üst kata çıkmaya başlamışlardı ve Arden iki katlı bir evde oturdukları için tekrar tanrıya şükretti. Hala zamanları vardı. Annesine hızlıca “Anneciğim, gel hadi,” dedi. “Saklanalım bir yerlere, sen daha iyi bilirsin. Nereye saklanalım?” Çocukken ailesiyle birlikte saklambaç oynarlarken hep böyle derdi annesine. Babası ise onları her defasında bulurdu. Petra gözünden akan bir damla yaşı silerek hançeri işaret etti ve “Bu hançeri ne pahasına olursa olsun koruman gerekiyor Arden. Kimsenin eline geçmemeli. Gerekirse benden bile vazgeç. Eğer başkasının eline geçerse bu insanlığın sonu olur, herkesin kaderi senin elinde,” dedi. Adım sesleri artık çok yakından geliyordu. “Babanın mezarlığının 400 metre batısında bir ağaç var. O ağacın altında sana ait bir şeyler var. Kimseye görünmeden en yakın zamanda oraya gitmeye çalış. Ama unutma Ay Işığı, kimseye görünmemelisin.” Annesinin gözlerinden durmaksızın yaşlar akıyordu ve Arden korktuğunu iliklerine kadar hissediyordu. Korktuğu zamanlarda içinden geçirdiği cümleyi yine tekrarladı; ben Petra Araz’ın kızıyım ve hiçbir şey beni korkutamaz. Metanetli çıkarmak için çabaladığı sesiyle “Anne, gidecekmiş gibi konuşuyorsun, gitmeyeceksin değil mi?” dedi Arden. Gözlerinden süzülen yaşlar ve kafa karışıklığıyla “Babam gibi bırakmazsın beni değil mi?” diye yeni bir soru daha yöneltti annesine. Artık ikisi de kapının dibindeki konuşmaları duyabiliyordu. Gür bir sesle “Artık vakit geldi!” diyordu bir adam. Petra son kez kızının yüzüne baktı ve titreyen sesiyle “Hiçbir şeyden korkma, sen benim ve babanın kızısın. Biz hiçbir şeyden korkmayız,” dedi. Kapının kırılma sesi duyuldu. Odadan giren insanların hepsi siyah üniformalara bürünmüştü. Hepsinde maske olduğu için yüzleri görünmüyordu lakin üniformalarının sol tarafındaki yılan sembolü gayet barizdi. Arden’in son gördüğü şey annesini yaka paça kapı dışarı sürüklemeleriydi ve Arden’in çığlıkları ile savurduğu yumruklar maskeli yabancılara etki etmiyordu. Ardından üstüne şırıngaylayla gelen adam ve sonrası büyük bir karanlık ile ardından gelen karmaşık rüyalardan ibaretti. ✯✯✯ "İçeride yatan kız Arden Araz. Siz olan bitenin farkında mısınız? Hemen kaledeki bütün kapıları kilitleyin ve giriş çıkışlara yasak getirin!" Arden duyduğu seslerin rüya ya da gerçek olduğunu ayırt edemeyecek durumdaydı. Saatlerdir uyuyordu ve tek hatırladığı defalarca kabuslar sayesinde uyanıp geri uyuduğuydu. Başı inanılmaz derecede ağrıyordu. Tekrar aynı kadının sesini duymasıyla rüyada olmadığının ve her şeyin tamamen gerçeklerden ibaret olduğunu fark etti. Oldukça tehditkâr çıkan sesiyle "Bana derhal koruyucuyu çağırın! Zaman geldi." dedi ve biraz duraksayıp sözüne devam etti. "Canınız pahasına koruyacaksınız onu. Elimizden kaçırdığımız an bizim sonumun değil, insanlığın sonu olur." Yabancının söylediklerini zerre anlamıyordu ve zaten düşünmeye gücü yoktu fakat hayal meyal hatırladığı bir şeyler vardı. Annesini hatırlıyordu mesela. Kapı kırılma sesi hatırlıyordu ve bir şey gözünü alıyordu, çok parlak bir şey vardı. Hatıralarını zihninde birleştirmeye çalışırken başarılı olamıyordu ve bu sinirini bozuyordu. Her şey kesik kesikti. Dakikalar ardı ardına gelirken sonunda zihninde beliren görüntü tiz bir çığlık atmasını sağlamıştı. Bir hışımla üstündeki yorganı çekerek yataktan kalktı, ani kalkışı sebebiyle hafif bir göz kararmasıyla birlikte hızlı adımlarla yürümeye koyuldu. Odanın kapısının kulpunu çevirdiğinde kapı açılmadı. Bir daha denedi, yine açılmadı. Tekrar tekrar kolu çevirmesine rağmen değişen bir şey yoktu. Çatık kaşlarla etrafına baktı ve bir anahtar bulma umuduyla etrafı inceledi. Oda zaten bir yatak, yatağın yanında sandalye ve büyük bir kitaplıktan oluşuyordu. Başka hiçbir şey yoktu. Hızla kitaplığa giderek kitapların arasını inceledi. Üstlerine baktı, hatta bazı kitapların altına bile baktı. ‘Gerçekten buraya hapsedildim mi?’ diye düşünüyordu. Her şey şakadan ibaret olmalıydı. Koruyucu da kimdi? Başının zonklaması ayakta durmasını zorlaştıracak dereceydi. Resmen yere yığılıp kalmamak için kendini zor tutuyordu. Odayı talan ederken dışarıdan gelen bağırış sesleri kulağını tırmalıyordu, çok rahatsız ediciydi. Bütün sesler birbirine giriyordu ve beyni sesleri ayırt edemiyordu. Tekrar gelen bir göz kararmasıyla kafası sert zeminle buluştu. Sonrası yine karanlıktı. ✯✯✯ Arden saatler sonra gözlerini açtığında aynı yatakta yatıyordu. Etrafına bakındı ve hafif yaşlı bir kadının yatağın hemen yanındaki sandalyede oturduğunu gördü. Aniden yataktan doğrulmaya çalışırken bir yandan konuşmaya çalıştı. “Sen kimsin?” Boğazının kuruluğu kelime kurmasını zorlaştırıyordu fakat devam etmesi gerekiyordu. Sesini yükselterek “Ne oluyor bana?” dedi. Tekrar hatırlamaya çalıştı Arden. Zihninde geçmişe dair birleştirebileceği bir parça bile yoktu. Bomboştu sanki. Kadın önce elini uzatarak genç kızın elinin üstüne koydu. Arden anında irkilerek hızlıca elini geri çekti. Kadın bu harekete gülümseyince Arden kadına çatık kaşlarla bakmaya başladı. “Hatırlıyor musun?” dedi kadın. Kendini tekrar hatırlamak için zorlarken çabasının boşa olduğunu fark ederek “Hayır.” diye mırıldandı Arden. Yaşlı kadın bakışlarını ayırmadan yavaşça ayağa kalktı ve “Demek ki bilmen gereken hiçbir şey yok.” diyerek sözünü bitirdi. Arden, kadının hızla kapıya ilerleyişini gördü ve ardını kilit sesi aldı. Kadın o kadar hızlıydı ki gözle görülmemişti. Hızlıca bir gölge önünden geçmiş gibi hissettirmişti. ‘Bu hız da ne böyle?’ diye düşündü Arden. Sanki babasının anlattığı masallardaki gibi gücü vardı kadının. Yanlış gördüğünü düşündü. Sonuçta kendini gerçekten kötü hissediyordu. Arden kararlı bir şekilde yatağından kalkarak kapıya gitti ve önünde durarak bıkmadan yine açmayı denedi, açılmayınca sinirlenerek yumruklamaya başladı. Dakikalar sonra çığlık atmaya başlamıştı ve çığlıkları bir an olsun kesilmezken kapıya vurmaktan elleri acıyordu. Defalarca vurdu, her seferinde bir yanıt bekledi. Çığlıkları bir süre sonra yakarışlara dönüştüğünde artık nefes alışları bedenini zorluyordu, kayıtsızca yaşlar akmaya başladı gözünden. Engelleyemiyordu. Ağlamanın etkisinde eskisi kadar şiddetli vuramasa da büyük bir hırsla kapıya vurmaya devam etti. Belki dakikalar belki de saatler geçmişti, hiçbir fikri yoktu. Ağlaması durmamıştı ve belli ki birileri bu durumdan rahatsız olmuştu. Bu kapıdaki kilidin açılma sesinden pekâlâ belli oluyordu. |
0% |