@merveeylmazz
|
" Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir yaşamın da mevcut olduğunu benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin." - Sabahattin Ali
Allah der ki; Kimi benden çok seversen onu senden alırım ve ekler: "Onsuz yaşayamam" deme, seni onsuz da yaşatırım. Mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur, aklın şaşar. Dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur, öyle garip bir dünya; Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur. Düşmem dersin düşersin. Şaşmam dersin şaşarsın. En garibi de budur ya öldüm der durur, yine de yaşarsın. Görünmez iplerle örülü bir sahnede yer alan hayat öyle ya, yaşayamam demene izin verir, nefes alamam demene izin verir, bittim demene izin verir, öldüm bile demene izin verir de ölmene izin vermez. Gerçek ölüm sahnen perdelenene kadar acı tatlı gerçekleri anlatan bir öyküyü perdeleyip durur. İnsanın ruhunu sınayan, olgunlaştıran ve en nihayetinde ona yaşamın derin anlamlarını fısıldayan bir öykü... Yaslandığım teras korkuluğu, metrelerce yüksekten düşüp boğazın serin sularıyla buluşmamı engellerken rüzgar, bedenimi titretecek kadar sert esiyordu. Havanın soğukluğundan artık kırmızılaşmaya başlayan elimdeki sönmemesi için uğraştığım sigaramı dudaklarıma götürerek derin bir nefes içime çektim. Üstümde askılı bir elbise, ayaklarımda bedenimi taşıyan şık topuklular, özenle yapılmış saç ve makyaj... Günün ışıklarıyla var olan ışıltısının esamesi okunmayan, karanlık bir girdaba benzeyen deniz dalgalarının kayalıkları döven hırçın sesi, terasa kadar taşan şarkı melodileriyle karışarak kulaklarıma doluyordu. Titreyen parmaklarımın arasındaki azalmış izmariti kenardaki korkuluğa bastırarak söndürdüm. Başımı içeriyi görebilmek için cama doğru çevirdim. Perçemlerim yüzüme doğru uçuşurken kabaca kulağımın arkasına sıkıştırıp Ece’yi görebilmek için gözlerimle salonu yavaşça taradım. Orada, dikdörtgen şeklindeki tamamen manzaraya bakan pencerelerle kaplı, sağında solunda sıra sıra sütunların bulunduğu akşam için özenle hazırlanmış salonun köşesinde arkadaşlarından biriyle dans ederken kahkaha atıyordu. Bu görüntü benim de bugün için kırmızıya boyanmış dudaklarımın iki köşesinde hafif bir harekete sebep oldu. Elimdeki izmariti çöp kutusuna atarak teras kapılarını arkamdan kapatarak içeriye girdim. Bedenimi anında kuşatan sıcak havayı hissetmek için bir süre bekledim. Zeminde attığım her adımla birlikte az önce aralarında bulunduğum kalabalığa yaklaştım. Yanından geçtiğim kişilerden duyduğum belli belirsiz yeni yıl dileklerine teşekkür ederek ilerledim. Sahnenin arkasına yerleştirilmiş masanın üstünde duran kabanımı alarak sırtıma geçirdiğimde yanıma davetin organizatörü gelmişti. “Kesinlikle harika bir geceydi. Sesiniz gerçekten bahsedildiği kadar güzelmiş, konuklara keyifli bir gece yaşattınız.” “Teşekkür ederim.” Uzattığı elini sıktığımda sahici bir tebessüm yüzünde belirdi. Ceketinin cebinden çıkardığı gecenin ücreti olan zarfı uzattığında alarak çantama yerleştirdim, “İyi geceler” diyerek uzaklaştım. Benim gelmemle Ece kolları arasında olduğu, Ece‘ye bakışlarından duygusal bir şeyler hissettiğine emin olduğum, bugün tanıştırılmama rağmen adını hatırlamadığım kişinin yanından ayrılıp yüzünde kocaman gülümsemesiyle el sallayarak bana yaklaştı. “Ah bebeğim, benim güzel çiçeğim ne kadar güzel bir gece." Ellerini çenesinin altında birleştirmiş kendi etrafında dönerek kurmuştu cümlesini. “Ben çıkıyorum sözüm var biliyorsun.” Başını sallayarak beni onayladığında yanaklarıma derin öpücükler kondurdu. Üstündeki mini kabarık pembe elbisesinin eteklerini savurarak masasına doğru ilerlerken ben de çıkışa ulaşmıştım. Gece yarısına bir saatten az vardı. Kapıda hazır bekleyen taksilere bir bakış atarak hareket etmek üzere olan bir tanesine baş ve orta parmağımı dudaklarıma yaklaştırarak ıslık öttürdüm. Anında önümde biten taksinin arka koltuğuna oturdum. Orta yaşlarda, hafifçe göbekli, saçlarını yorgun yılların beyazlattığı, halinden bu saatte çalışmaktan memnun olmadığı anlaşılan adam, yanları yaşının getirisiyle kırışmış gözelerini aynadan benimkilerle birleştirdi. “Nereye ablam?” “Galata’ya gidelim.” Başını ağır bir hareketle aşağıya indirip kaldırarak anladığını belirttiği işaretinden sonra bakışlarını yola çevirerek arabayı çalıştırdı. Taksinin hareketlenmesiyle koltuğa daha rahat oturup akan yolu izlemeye başladım. Şehrin tüm ışıkları yanmış yeni yıl coşkusuyla hemen hemen her caddeye, boş bulunan her duvara, her köşeye fütursuzca eklenen süslemelerle gece gündüze evrilmiş gökyüzünde tek yıldız tanesinin esamesi bile kalmamıştı. Yarım saat kadar akan yolu izledikten sonra İstanbul’ un tüm güzelliğinden arınmış gri renklerden oluşan ara sokaklarının birinde taksi söylediğim adreste durdu. Karaköy’ ün arnavut kaldırımlı ara sokaklarından birinde olan evimin sokağının başında ücreti ödeyip araçtan indim. Hafifçe atıştırmaya başlayan yılın ilk karı saçlarıma, üşümemek için sıkı sıkı sarındığım kabanıma yapışıyordu. Adımlarımı ayağımdaki ayakkabılar sebebiyle küçük ama emin atıyordum. Kesinlikle buraya, bu sokağa ait değilim yazısı göğsümde neon ışıklı bir tabelayla yazılsa sırıtmayacak kıyafetlerim ve duruşumla yola devam ediyorum. Sağımda ve solumdaki binalara göz gezdirdikçe çatırdama, kırılma sesleri duymam içtiğim 2 kadehin etkisiyle psikolojik olmalıydı. Karın yağış hızı artmasıyla adımlarımı hızlandırdım. Yokuşun sonuna vardığımda yaşadığım bina gözlerime değdi. Kahverengi, zamanla siyaha yaklaşmış bir kahverengi. Çirkin bir renk, gördüğüm en çirkin renklerden. İnce uzun 3 katlı bir bina. Hafifçe omzumla uyguladığım baskıyla açılan giriş kapısından girdikten sonra sarmal merdivenlerden yukarı tırmandım. Kapısını sarıya boyadığımız evimize girebilmek için elimi küçük siyah çantama daldırıp anahtarı ararken daha bulamadan kapının açılmasıyla elimi çantadan çıkardım. Defne kapıda beni bekliyordu. Sarı düz saçları kendisinin yaptığı belli olacak şekilde darmadağınık iki at kuyruğu yapılmıştı, üstünde harçlıklarını biriktirerek aldığımız tavşanlı pijama takımı, paçasının teki yukarı sıyrılmış, ayaklarına büyük gelen çoraplar, bana bakan kocaman kahverengi gözleri, gördüğüm en güzel kahverengiydi. Tek ön dişi düşmüş kocaman gülümsemesiyle ben de ona gülümsediğimde konuşmaya başladı. “Nerede kaldın abla seni beklerken çok çalıştım uyumamak için. Tonton teyze geldi benimle oturdu yemek yedik ama o gitti. Yaşlanmış artık bu saatlere kadar dayanamıyormuş. Beni de uyutacaktı ama uyumam dedim. Katır inatlı dedi, anlamadım ama kapıyı kilitle kimseye açma ablan gelir şimdi dedi gitti.” Onun konuşmasını bitirmesini beklerken ayakkabılarımı çıkarıp sağ ayağımla öylesine köşeye iteledim. İçeriye girerken cevap vermemi bekleyen Defne’ ye dönüp konuşmaya başladım. “Biliyorum güzelim ben söylemiştim saat kaçta geleceğimi o yüzden gitmiştir evine.” Dizlerimi bükerek yere çömeldikten sonra yanaklarını sıkarak devam ettim. "Ayrıca bu kadar sevimli gözükmemelisiniz yoksa bu yanakları ısırıverirler.” Dememle yanaklarını ısırmaya çalıştım. Çığlıklarla kaçmaya çalışırken göbeğinden yakalayarak gıdıklamamla kahkahalar da eklendi. Kollarının iki yanından tutarak kucağıma aldım, birlikte ayağa kalktım. Yanağına sulu bir öpücük kondurduktan sonra kendimi geriye doğru çekerek bir oh sesi çıkardım. "Misler gibi." Öpücüğümden sonra yere bırakırken pijamasının paçasını düzelttim. Sol elimi kaldırarak avucumu saçında gezdirdim, güzel gözlerine bakarak gülümsedim. Ayak parmaklarını içeri doğru kıvırdı, ellerini önünde birleştirdi, gözlerimin en içine bakmaya başladı, bir şey söyleyecek ya da isteyecekti ama utanıyordu, her zaman yaptığı hareketiydi. “Bugün Tonton teyze saçlarımı tarayıp örmek istedi, kabul etmedim. Elleme saçlarıma dedim. Sanırım biraz yanlış anladı ama senden başkası dokununca anneymiş gibi gelmiyor ki bana. Ondan özür dilemem lazım dimi?” Yüzümdeki gülümsememi düşürmemeye çalışırken annem dediği yere gelince gözlerimi kapadım. Ciğerlerime sığdırmaya çalıştığım nefesimle gözlerimi açtığımda sorusuna cevap bekleyen, suçlu hisseden bedenini gördüm. Gülümsememi bozmadan cevap verdim. "Bazen söylediklerimiz aslında söylemek istediklerimiz olmaz. Tonton teyzenin seni suçlayacağını düşünmeni istemiyorum. Yarın onun yanına gideriz ve sen kendini açıklarsın, aslında saçlarını benim yapmamı istediğini, öyle söylemek istediğini anlatırsın olur mu?” Duruşunu, rahatlamasıyla birlikte anında değiştirerek elinin tekini göğsüne koyup bilmiş bir edayla cevap verdi. "Ay nasıl rahatladım anlatamam Mahi’cim, ablacım.” “Bu sorunu çözdüğümüze göre saçlarını örerek uyumak için hazırlanma vaktimiz geldi de geçiyor.” Dedim saate bakarak. Koşarak tokalarını almak için salonumuzdaki tek mavi kanepemizin yanındaki çekmeceli dolabın önüne, 2 kişilik masamızın sandalyelerinden birini yaklaştırarak boyunun yetmediği ilk çekmeceyi açtı. İçinden 2 tane sarı lastik çıkardığını gördüm. Elimdeki çantayı hemen kapının solunda kalan, evde bulunan tek oda olan Defne ‘nin odasının yanındaki yemek masasının üzerine bırakarak birkaç adımla kanepemize oturdum. Çekmeceleri biraz daha karıştırarak bulduğu tarağı da getirerek yanıma dizlerinin üstüne oturdu. Küçük elleriyle uzattığı tarağı aldım. Saçlarını severek tararken küçük mırıltılar çıkarırken gözlerini kapatarak gülümsedi. Taramayı bitirdikten sonra pamuk gibi olan hafif dalgalı, uzun saçlarını ikiye ayırdım. Elinden sırayla aldığım tokalarla saçlarını örmeyi bitirip uçlarından bağladım. Hemen önüne dönerek elleriyle yanaklarımı sıkıştırıp yüzlerimizi yaklaştırdı. Benim ona yaptıklarımın aynısını bana yapması yüzümü güldürüyordu. "Sen benim biriciğimsin." Burnunun üstüne kondurduğum öpücükle tekrar ettim. "Sen benim biriciğimsin." “Atla bakalım, doğruca yatağa küçük hanım. Kıyafetlerimi değiştirip geliyorum." Poposuna vurarak odasına yolladım. Gidişini izledikten sonra ellerimi dizlerime koyarak yavaşça oturduğum yerden kalktım. Ayaklarımı sürüyerek banyoya gittim. Ece’ nin maşayla dalga dalga yaptığı kahverengi saçlarımın tek yanına özenle tutturulmuş tokayı çıkararak yüzümde dökülmesine izin verdim. Parmaklarımla saç derime hafifçe yaptığım masajdan sonra saçlarımı tepemde küçük bir ev topuzu yaptım. Avucuma doldurduğum sabunla yüzümdeki makyajı çıkarttığımda gözlerimin altındaki düzensiz uyumama bağlı hafif morluklar ortaya çıktı. Üstümdeki sahnede giydiğim tek tük davet kıyafetlerinden olan elbiseyi çıkartarak kirli sepetine attım. Aynada bir süre kendime baktıktan sonra ışığı söndürerek koridordaki Defne ve bana ait olan dolabın içinden siyah bir eşofman ve beyaz bir tişört alıp giyerek salonla bir olan mutfaktan 1 bardak su doldurdum ve Defne ‘nin odasına ilerledim. Kapının eşiğine yaslanarak yatağında oturmuş ayaklarını sallayarak, yüzünde küçük bir tebessümle uzun ahşap camlardan dışarıdaki kar yağışını seyredişini bir süre izledim. Beni farkettiğinde kafasını bana doğru çevirdi. "Kar çok güzel değil mi? Ben çok seviyorum. Çok çok yağsın oynayalım istiyorum." Kafamı ben de cama çevirerek yağış hızı artmış kara baktım. “Haklısın ama şimdi uyuma zamanı sabaha kadar belki yerler tutmuş olur.” Kafasını sallayarak beni onayladı ve yorganın altına girdi. Elimdeki doldurmuş olduğum bir bardak suyu yatağın yanındaki komodinin üstüne bırakarak yanına uzandım, ellerimi uzatarak Defne ‘yi göğsüme çektim. "Gel bakalım prenses." Saçlarına kondurduğum öpücükle göğsüme yerleşti. Saat 12’ ye gelmek üzereydi. Birazdan yeni yılın ilk günü için atılacak havai fişeklerin sesi duyulacak, oda renkleriyle aydınlanacak daha sonra biz uyuyacak gece bizim için sonlanacak, yeni bir yıl olduğu söylenen ancak önceki günden hiçbir farkı olmayan yeni yılın ilk günüyle, hiçbir şey değişmeyen hayatımıza bizde herkes gibi devam edecektik. Sabah Defne ile ettiğimiz kahvaltıdan sonra onu Tonton teyzenin yanına bırakarak gündüzleri garsonluk, akşamları da canlı müzik kısmında şarkı söylediğim restorana gitmek için yola çıktım. Evin kapısından çıktığım, otobüse binip çalıştığım yere gidene kadar Ece ‘nin eskiden yanında gördüğüm bir arkadaşını ara sıra olduğu gibi bugün de benimle aynı güzergaha gittiğini gördüm. Saklanmak gibi bir derdi olmadığı için beni takip ettiği düşüncesine hiç ihtimal vermedim. Hatta bazen benim onu takip etmeye yeltendiğim nereye gittiğini merak etmişliğim bile olmuştu. Kadıköy’ün denize bakan sokaklarından birinde sabah akşam hiç boş olmayan, havalı tiplerin mekanına arka kapıdan giriş yaparak dolabıma bıraktığım eşyalarım ve kapar gibi alıp çıkarken koridorda bağladığım önlüğümün cebinden çıkardığım isimliğimi yakama taktım ve bugünkü mesaime başladım. Koridorda hızlı hızlı yürüyüp servise yetişmeye çalışırken ana salona açılan dönemecin önünde Emre ‘yle çarpıştım. Dün gece de geç saatlere kadar çalıştığı dağınık olan saçlarından ve yüzünden belliydi. Uzattığı elleriyle dirseklerimden tutarak dengemi sağlamama yardım ederken konuştu. “ Bücür? Ayılamadın galiba ,gözlerin görmüyor henüz” derken yüzündeki sırıtmayla bana bakıyordu. “Ha ha çok komik. Sen kendine bak önce. O dağılan saçlar ve yorgun gözler bana bugün yeterince güzel olmadığını gösteriyor.” “Saçmalama ben her zaman güzelim” derken hayali uzun saçlarını savuruyormuş gibi yaptı. Attığım küçük kahkahayla yanağımdan makas aldı. “Boşuna yoruldun buraya kadar güzelim, haber geldi büyük beyden bugün kapatası gelmiş. Gelmeden önce haber verememiş mendebur.” Şöyle bir koridorda göz gezdirerek cevap verdim. “Düzgün konuş şu adam hakkında duyacak seni bir gün.” Omzunu silkeler gibi yaptı. Kafamı iki yana salladım. “Aman hiç büyüme .” Yandan bir gülüş atarak iki elini kaldırıp onaylama işareti yaparken geri geri yürümeye başladı, seslenmeye fırsat bulamadan sırtını yarım açık kapıya çarptı. Dizlerinin üzerinde durup sanki vurulmuş edasıyla yaptığı ölüm sahnesinden sonra koridorun sonunda kayboldu. Ben de ana salona girdim. Sabahtan beri birkaç kez aradığım Ece ‘nin telefonu yine açılmamıştı. Gecesinin geç bitmesi sızıp kaldığı düşüncemi destekliyordu. Öğleden sonra tekrar aramayı kafama not ederek mutfakta biraz oyalandım. Bu azlıktan kaynaklı patron herkese izin vermiş akşamüstü restoran kapatılmış eve gitmek için hazırlanıyordum. Ece ‘yi yine aradım. Bu saate kadar açmış olması gerekirdi. Tam endişelenmeye başlayacakken restoranın kapısından çıkmadan camlı kapılardan ara ara ve bugün gördüğüm o kişiyle Ece ‘yi gördüm. Gözükmemek için kapının biraz gerisinde bekleyerek bir süre izledim. Hararetli bir konuşma ya da tartışma içerisindeydiler. Adını bilmediğim o kişinin kahverengi gözleri beni buldu. Konuşmaları benim onlara yaklaşan bedenimle bıçak gibi kesilirken o kişi Ece’nin yanından hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı. Gözlerinden okunan sinir beden diline de taşmıştı, uzaklaşırken de gergin olması bir sorun olduğunu düşünmeme sebep oldu. “Seni merak ettim, neler oluyor?” “Hiç eskilerden biri, önemli bir konu değil. Emre haber verdi erken çıkıyoruz diye. Beni aramışsın eve geçerken bir uğrayayım dedim. Öyle görünce selam verdim.” Koluma girdi beni de çekiştirerek yürümeye başladı. “Hadi size gidelim ben de bir Defne ‘yi göreyim. Otururuz biraz fena mı olur?" Kabul etmemle bizim eve giderek akşamı birlikte geçirdik. Saatin ilerlemesiyle Ece kalkmak istedi, onu kapıdan geçirmeye gittim. Kapıya yaslanmış ayakkabılarını giymesini izliyordum. “Son zamanlarda bir sorun olmadığına emin misin?” “Neden böyle düşündün?” “Bilmiyorum, bir kaç gündür bir gariplik var.” Giydiği ayakkabılarının ardından doğruldu ve sarı saçlarını düzeltti. “Evham yapmaya başlama lütfen. Gayet iyiyim bir sorun yok. Bu aralar biraz meşgulüm. Ailesel mevzular.” Sözlerine yüzüne yayılan bir gülümseme ile devam etti ve bana sarılarak vedalaştı. “İyi geceler öpüyorum.” El sallayarak kapıyı arkasından kapattım. Gidişini izlemek için cama çıktığımda yokuştan yukarı çıkarken yeniden onu gördüm. Dört bina kadar yukarıda karşıdaki merdiven basamağına oturmuştu. Yanında uzun saçlı iri yapılı başka bir erkek daha vardı. Ece ‘nin de binadan çıktıktan sonra o tarafa gitmeye başladığını gördüm. İkisinin hareketlenmesiyle ortada buluştular ve Ece'nin iki yanında yer aldılar, etrafı kolaçan ederek ilerlemeye başladılar. Bu normal bir durum olamazdı, kesinlikle ortada bir şey vardı ve ne olduğunu anlayamıyordum. Ece her ne kadar Emre kadar olmasa da yakın bir arkadaşımdı ve onun tehlikede olma ihtimali beni endişelendirmişti. Onlar gözden kaybolmadan önce koşarak kapının yanına koyduğumuz ayaklı askılıktan kabanımı alarak üstüme geçirdim. Spor ayakkabılarımı da giyerek anahtarı aldım ve bir hışımla alt katta oturan Tonton teyzenin kapısını çaldım. “Geldim ,geldim.” Kendi kendime hızlı olması adına mırıldanırken kapı açıldı . “Tontonum gece gece rahatsız etmezdim ama acil bir durum var. Ece ‘nin yardıma ihtiyacı varmış. Hemen gitmem gerek. Defne yalnız, uyuyor onun yanına çıkabilir misin? Söz geç kalmayacağım hemen gelirim.” Kendi anahtarını alırken beni cevapladı. “Tabi deli kız çok paniksin, önemli olsa gerek. Biz kuzumla koyun koyuna uyuruz. Sessiz gir eve gelince .” Yanağımdan öperek yukarıya çıktı. Kapıya geldiğimde sokakta kimseyi göremedim. Yokuşu tırmanmaya başladım. Etrafa bakarken hızlı attığım adımlar küçük bir koşuya dönüşmüş saçlarım ve önünü kapatmaya fırsat bulamadığım kabanımın etekleri uçuşuyordu. Gecenin ayazı bu saatlerde iliklerimi geçerek ruhumu bile titretirdi ancak şuan üşümek bir yana merak, heyecan ve koşmanın da etkisiyle yanıyordum. Çok da uzaklaşmadan onları bulmuştum. Bir telefon kulübesinin yanında durarak beni fark etmemeleri için bir süre ne yaptıklarını izledim ve uzaklaşmalarını bekledim. Sadece ilerlemeye devam ediyorlardı, Ece asla sesini çıkarmıyordu. Benim bildiğim Ece şuana kadar çoktan kavga çıkarmış, onlara hesap soruyor olurdu ama sesini bile çıkarmıyordu. Galata’ dan aşağı inerken yaya gittikleri için bir süre takip edebilmiş ana caddeye yaklaşınca önlerine yaklaşan pikap tarzı araca, uzun saçlı olanla Ece binerek uzaklaştı. Şuradan bir taksiye atlayıp o meşhur öndeki aracı takip et sahnesini her ne kadar gerçekleştirmek istesem de yanımda beş kuruş para yoktu. Bu yüzden mecbur yaya devam eden diğer kişiyi takip ettim. Son zamanlarda sürekli görmeye başladığım o adamı. Hafif yapılı bir vücudu, uzun bir boyu vardı. Üstündeki yakalarını kaldırdığı siyah kaban ve başındaki siyah şapkayla geceyle bir bütün olmuştu. Anayoldan sonra bir süre daha yürümeye devam etti, ben de takibe. Soğuktan üstümdeki kabanıma sıkı sıkı sarılmış soğuktan kızardığına emin olduğum yanaklarıma cebimden çıkardığım ellerimi yaslayarak kendimce ısıtmaya çalışıyordum. İçimden kendime saydırmam devam ederken bir kilisenin önüne gelmiştik. Çok uzun zamandır kullanılmadığı ve bakımsızlığı dışından çokça belli oluyordu. Bir ağacın arkasında saklanarak gece vakti neden kiliseye geldiğini düşünüyordum. Bu noktada takibi kesmem gerekirdi, içeriye girmemeliydim. Buradan sonrası tamamen benim merakımla gelişecekti. Şimdi çekip gidebilir sıcak yatağımda Defne ‘ ye sarılarak güzel bir uyku çekebilir yarın işten sonra neler döndüğünü Ece ‘ye sorarak öğrenebilirdim. Ancak sorduğum soruların duyduğum cevapları, kendi gözlerimle gördüğüm cevaplardan ne kadar fazla tatmin ederdi orasını tahmin edemiyordum. Fazla düşünmeden adımlarım yavaşça az önce onun girdiği eski kilisenin kapısına yaklaştı. Kapıyı hafifçe iterek içeriye girdiğimde arkamdan kapandı. Başımı çevirerek baktığım kapıyla tekrar önüme döndüm. İçerisi dışarıdan çok farklıydı. Sanki yıllardır umursanan ve ilgilendikleri tek yer iç tarafıydı. Daha da garip gözükmesini sağlayan detay ise gecenin bir yarısı ibadete bile açık olmayan bu binada birilerinin olmasıydı. Onu göremiyordum ancak içeriden birden fazla ayak ve konuşma sesleri geliyordu. Kapının yanındaki yuvarlak sütunlardan birinin arkasına saklanarak gelenleri görmeye çalıştım. Kapının yanındaki sağa ve sola ilerleyen koridordan bu tarafa doğru gelen kadın çok güzeldi. Beyaz bir tene, küçük bir buruna, yeşil gözlere, biçimli dudaklara ve açık sarı tek tarafından örülmüş ve sol yanına sarkıtılmış uzun saçlara sahipti. Ancak başında binlerce, hayır milyonlarca taşla süslenmiş, başının önüne ve yanlarına uzun inciden zincirler sarkan üçgen bir taç taşıyordu. Başlığından hiçbir fark olmayan taşlarla süslenmiş mavi kabarık elbisesiyle ellerini önünde zarifçe birleştirmiş topuklu ayakkabılarıyla yanındaki korumalarıyla buraya yaklaşıyordu. Şaşkınlığımı gizleyemediğim bir tepki verdim. “Kesin rüyadayım.” Hemen elimi ağzıma kapattım. Ancak sesimi duymuş olsa gerek kapının önündeki koridoru geçerken bir anda durup geriye baktı. Olduğum yere sinmiş uzaklaşmasını bekliyordum. Sonra bu deli saçması yerden çığlıklar atarak kaçacaktım. Lakin kadın uzaklaşmadı, kulağıma yaklaşan adım sesleriyle bir anlık cesaretle onların sağ tarafta olmasını bilerek sol koridora doğru koştum. Peşimden sesi geliyordu. "Hemen yakalayın! Herkes bana bu sıradanın nasıl içeriye girdiğinin hesabını verecek!" “Sıradan mı?! Biri neler olduğunu açıklayabilir mi?” Cevap vermem çok mantıklı bir hareket değildi ama mantık kırıntılarımın sonuncuları az önce itibari ile ölmüştü. Ben önde, korumalar arkamda koşmaya devam ediyorduk. Önüme çıkan taş merdivenlerden hızlıca aşağı inerek sağlı sollu büyük kapıların olduğu koridorda ilerlerken herhangi bir odaya saklanma umuduyla kapıları kontrol ederek ilerlerken açık olan birinden içeriye kendimi attım. Kapının arkasına hızlıca çektiğim bir sandalyenin sırtını kapının kulpuna yerleştirerek kısa süreli bir güvenlik önlemi aldım. Kapıya bakan yüzümü yavaşça bulunduğum odaya doğru çevirdim. “İşte şimdi sıçtım.” Kocaman depo olduğunu düşündüğüm ince uzun bir odaydı. Üst üste yığılmış çoğunu daha önce hiç görmediğim eşyalar, çeşitli mobilyalar sağlı, sollu ve önümde bir yığın oluşturmuş ,üstlerindeki toz tabakası yıllardır burada olduklarının cevabını hiç sormadan söylüyordu. Aklımdaki tek düşünce sadece buradan çıkmaktı. Seslerin yaklaşmasıyla odanın içerisinde saklanacak bir yer aramaya başladım. Aslında kimseye hiç bir şey yapmamıştım, saklanmamı gerektiren bir durum söz konusu değildi. Ancak bilinmezliğin yaşattığı korkuyla gerilmiş ne yapacağımı bilemez duruma gelmiştim. Saklanıp onlar gittikten sonra hızlıca buradan çıkarak evime gitmek istiyordum. Seçtiğimiz tercihler bazen hiç açılmaması gereken kapılar açıyor, hiç girilmemesi gereken yollara sokuyordu. Sonra o tercihler bize tercih etmediğimiz seçeneği seçseydik ne olurdu sorusuyla baş başa bırakıp sonunda kırılıp parçalanacaksak tokat gibi yüzümüze çarpıp hayatımızı olmamışlar için debelenerek, geçmişte takılı kalarak kendi düşüncelerimizin boynumuza bir urgan geçirmesine sebep oluyordu. Seçtiğim bu tercihle olabilecekleri düşünecek zaman bırakmamıştım kendime. Kendi ellerimle açtığım bir kapıdan içeri adım atmış adeta kendimi buraya kilitlemiştim. Şimdiyse kapının önünden gelen uğultularla beni bulmaları an meselesiydi. Eşya yığınlarının yaslandığı karşı duvarda başka bir kapı olduğunu fark ettim ancak ağır olduğu belli olan ve bir yığın halinde duran eşyalardan şuan için açmamın imkansız olduğu karşımdaki kapının iki yanında çok eski olduğu anlaşılan ama hiçbir bozulmaya uğramamış iki dikdörtgen şeklinde sütun vardı. “İstanbul’daki bütün sütunları yıkacağım buradan çıkınca. İstanbul’u bırak ülkedeki.” Kendi kendime söylenmeye ara verip şimdilik o sütunlardan birini kullanarak saklanmaya karar verdim. Belki girdiğim ana kapıdaki peşime düşen korumalar sığamazdı ama benim sığabileceğim sağ taraftaki duvarın içerisine doğru bir oyuk vardı. Kafamda buradan çıkma düşüncesiyle önündeki eşyaları açıp oraya saklanmışken kapının açılması ve çıkan topuklu ayakkabılarının tıkırtısından anladığım o garip kadının yavaş adımlarla içeriye girmesi bir oldu. Gözleri direk bulunduğum alana kaydı. Son dakika kafamı çevirmemle direk gözlerimin içerisine bakan keskin gözleriyle benim açık kahverengi gözlerim kesişti. Tam kutu şeklindeki oyuğa girmişken yuvarlak kırmızı ışıklar görmeye başladım. O kadının elini kaldırmasıyla, korumalar bana doğru gelmeyi bırakmış sadece izliyorlardı. Hepsi beni şaşkınlıkla izliyordu. Son gördüğüm kadının dudaklarında oluşan tehlikeli kıvrılmaydı. İnceleme fırsatı bulamadan bir anda kendimi yükseklikten yere düşerken buldum. Yere düşen bir çocuk gibi kendime siper ettiğim ellerim, yere çarptığımda avuç içlerimde büyük bir sızlamaya sebebiyet verdi. İnleyerek kaldırdığım ellerimden sonra çarptığım yerin toprak bir alan olduğunu fark ettim. Bedenimdeki sızıyla yerde uzanmaya devam ederken başımı sol tarafa çevirerek nerede olduğuma baktım. Az önce içerideki kapının bir eşini görmemle buranın binanın dış tarafı olduğunu anladım. Daha bu detayı sorgulamaya fırsat bulamadan karşımda gördüğüm ayaklarla kafamı hafifçe kaldırdım. Neler olduğunu anlamadığım için çatılan kaşlarım bu sefer şaşkınlıkla havaya kalktı. O tam karşımdaydı. Ayaklarının önünde yerde uzanıyordum. Gözlerine baktım; o da sabit bir surat ifadesiyle beni izliyordu. Kapının önünde yerde yatmaya bir son verip gözlerimi kaçırarak ayağa kalktım. Ellerimi üstümde gezdirerek silkeledim. Dikleştiğimde yüzümde dökülen saçlarımı ellerimle arkaya doğru itekleyerek onunla yüz yüze geldim. Ardından bakışlarım etrafta gezindi. “Neredeyiz biz?” Sorumu görmezden geldi. “Nasıl geldin buraya?” Bu soruya benim de verecek mantıklı bir cevabım yoktu. Gerçekten neler olduğunu anlayamadığım bir andaydım. Yüzüne bakmaya devam ederken eliyle kolumdan hızlıca kavradığında elimi refleksle elinin üstüne kapattım. Önce ince parmaklara sahip, üstü soğuktan kurumuş elime baktı; ardından gözlerini yüzüme çıkardı. “ Sana buraya nasıl geldiğini sordum?!” Dudaklarından kelimeler tane tane dökülse de ürperten bir sertlik barındırıyordu. Bilmediğimi söylemek üzereydim ki kalabalık bir grubun olduğu anlaşılan ayak sesleri gelmeye başlamasıyla ikimizde başımızı o yöne çevirdik. Ben hala o tarafa bakarken elimi tutmasıyla başımı tekrar ona çevirdim. "Önce peşimize taktıklarından kurtulmalıyız." Konuşmama fırsat kalmadan koşmaya başladık. Sokağın başında gözüken bir grup adam peşimizde koşmaya başlamıştık. Şaşkınlıkla çevreme bakarken sağımdan ve solumdan ağaçların uzandığı patika bir yolda koşmaya devam ettik. Adrenalin tüm vücudumda çokça salgılanmış kalbimin kan yerine bu hormonu pompalamasını sağlıyor göğsüm hızla inip kalkıyordu. "İlerideki sokağa gireceğiz beni takip et." Nereye gittiğimizi bilmiyordum ancak o kendinden çok emin gözüküyordu. Elimi sahiplenmiş bir şekilde tutmuşken ve ben arkasında sürüklenirken başka şansım yoktu zaten. Arkamızda bizi takip edenlerden daha hızlı koşmamız sebebiyle biraz geride kalmışlar, bazıları artık görünmüyordu. Onun dediği gibi patika yolun bittiğini belli eden tek tük evlerin bulunduğu bir sokaktan dönmüştü. Sıkışan ciğerlerimle derin bir kaç nefesi içime doldurmaya çalıştım. Bir kaç derin soluktan sonra, "Bana burada neler döndüğünü hemen açıklıyorsun. O boktan yer neresiydi, neden peşimize düştüler, neden kaçmamız gerekiyor?" Gittikçe sesimde sinirim de yükseliyordu. Cümlelerimin sonu planladığımdan daha yüksek çıkmıştı. " Şşt! Yakalanmak istiyorsun galiba." "Neresi burası?” Bir cevap arıyordum. Cevap vermedi yüzüme uzunca bir süre bakmaya devam etti. Volta atarken, bir elimin parmakları şakaklarımda bir elim belimde derin nefesler alıp vererek kendi kendime sakinleşmeye çalışıyordum. Bir süre sonra durdum ve iki elimi de indirip gözlerinin içine bakarak açıklama bekledim. “Sakinleştin mi?” Büyük bir soğukkanlılıkla sormuştu. "Anlamadım." Birkaç adım yaklaştım. "Oğlum; döverim bak seni!" Dudaklarındaki kıvrılma sinirlenmeme sebep olmuştu. Tartışmamızı bölen sokağın başından gelen adım sesleriyle bakışlarımız o tarafa döndü. Bizi takip eden adamlar sokağın başından yaklaşıyordu. Geriye doğru ilerlerken arkamızdan da gelen seslerle bir grup adamın da orayı tuttuğunu fark ettik. Kapana kısılmıştık. Bakışlarım yanımdaki adama dönerken sakince duruşu beni şaşırtmıştı. O sırada gecenin karanlığına karışan sokakta bir kadın sesi yankılandı. Dudaklarından melodik bir ıslık sesi dökülüyordu. “Beyler!”, dudaklarından onaylamaz bir kaç mırıltı çıkardı, “Ayıp oluyor.” Sokağın başından yaklaşan adım sesleri duyuldu. Yanına yaklaştığı korumalardan birinin başını kendisine temas bile edemeyecek bir hızda ellerinin arasına alarak çevirdiğinde boynu kırılan adam yere serilmişti. “Bensiz parti mi düzenliyorsunuz?” Dudaklarından korkutucu bir kıkırtı döküldüğünde korumalara yaklaşmıştı.Bense gözlerimi yerde yatan ölü adamdan ayıramıyordum. “Nerede kaldınız sizin yüzünüzden koşuyorum kaç dakikadır.” Yanımdaki birlikte koştuğum adamdan yükselen sesle bakışlarım diğer tarafa döndü. Bu uzun saçlı Ece’ nin pikabına binerek uzaklaştığı adamdı. “Halledemedin mi bir grup adamı?” Kırık bir şekilde konuşmasından dile yabancı olduğu anlaşılıyordu. Bizi takip eden adamlar bir süre bu konuşmayı dinlemiş, ardından sokağın sonunda duran kadın ve adama yönelmişlerdi. Adam çıkardığı silahın ucuna taktığı susturucu ile hamle yapmalarına fırsat bile kalmadan seri halde önündeki tüm korumalar yere serildi. Korku ile büyümüş gözlerime ne yapacağını bilemez şekilde bir köşeye sinmiş bedenim eşlik etti. Kadın silah kullanmak yerine dövüşmeyi tercih etmişti. Profesyonel olduğu her halinden belliydi. Karşısındaki adamın boynuna asıldığına arkadan ona yaklaşan adama bacakları doladı ve ikisini aynı anda yere serdi. Eğildiği yerden uzun bacağını uzatarak düşmesini sağladığı karşısındaki kişinin gözünü topuklu ayakkabısı ile delmişti. Arkasında kalan iki adam kadına yaklaşmaya korkmuş olacak ki yerde yatan diğer korumalara bakarak kaçmaya başlamışlardı. Kadın ayakkabısına tiksinti ile bakıyordu. “Yeni almıştım ya.” Sesi gerçekten üzülmüş gibiydi. Uzun saçlı adam yanımıza yaklaştığında bir kaç adım daha geri çekildim. Uzaktan gördüğümden çok daha iri birisiydi. “Güzelim boşuna kendini yoruyorsun, söylüyorum sana.” Diyerek kadının dudaklarına sert bir öpücük kondurdu. “Bu seferkilerde silah olmadığı için şanslıydın o kadar.” “Seni izlemeyi seviyorum.” Eğilerek kadının dudaklarına sert bir öpücük daha kondurduğunda arkamdan ses yükseldi. “Yeter bu kadar, gidelim.” Elele tutuşmuş çift bize doğru yaklaştı. “Aysu izlemeyi bırak temizle.” Kime seslendiğini anlamak için arkamdaki adamın baktığı noktaya baktım. Karşıdaki tek tük evlerin arasında bir evin çatısına oturmuş bir kadına bakıyordu. Bacak bacak üstüne atmış, uzun topuklu çizmelerinin sardığı bacağını belli bir ritimle sallıyordu. Koyu bir kırmızıya boyanmış dudaklarını büzülmüş, tüm derdi kırılan tırnağıymış gibi eline bakıyordu. Bakışlarını buraya bile çevirmeden incelediği elini gelişigüzel savurduğunda hareketlenen toprakla dengemi sağlayamayarak hızla yere oturdum. Hareketlenen toprakla yerde yatan adamlar birbirine yaklaşırken hepsi yanımızda olduğunu bile fark etmediğim uçurumdan teker teker yuvarlandı. Az sonra çatıdan inerek yanımıza geldiğinde yerde oturmaya devam ederken karşımdaki gruba korku dolu gözlerle bakıyordum. Bir grup adamı öldürmenin daha iyi yolunun silah kullanmak olduğunu savunan uzun saçlı Asyalı iri bir adam, az önce bir adamın gözünü topuklu ayakkabısıyla ezerek çıkartan o değilmiş gibi kocaman gülümseyen bir kadın, yaptığının hayalden ibaret olduğunu düşündüğüm isminin Aysu olduğunu öğrendiğim yüzünün her santimi çillerle kaplı bir kadın ve bu gece takip ederek en büyük hatamı yaptığımı bakışlarıyla hissettiren adamla oturduğum yerde kendimi geri iterek uzaklaşmaya başladım. Korku dolu bakışlarımı üstünde gezdirirken ondan bir ses yükseldi. “Gidelim.” Arkasını dönerek ilerlemeye başladı. Uzaklaşan diğer kişilere kısa bir bakış attığımda karşımda bana yaklaşan uzun saçlı adamı izledim. Yanıma geldiğinde durarak konuşmaya başladı. "Tercihler ve sonuçlar." Duraksadı. "Tercihler ve sonuçlar! Yeni hayatına hoşgeldin, seni bekliyorduk."
Hadi bunu bir oyuna dönüştürelim. Tercihler ve sonuçlar. Herkes tarafını seçsin ve buraya yazsın. Tek kural var, ne olursa olsun taraf değiştiremezsiniz. İyilerden misiniz, kötülerden mi? Kazananı hep birlikte görelim. OYUN BAŞLASIN!
Tercihinizi belirtin; İyilerdenim diyenler... Kötülerdenim diyenler...
|
0% |