@mervegndgms
|
Merhaba, bu kısmı lütfen okuyun^^ Bölümün önemli bir kısmı +18 sahneler içermektedir. Rahatsızlık duyacaklar için bu kısmın başına ve sonuna * işareti koyacağım. Dilerseniz atlayabilirsiniz^^ İyi okumalarrr <3 Görsel: Morrigan&Eamon Taş geçit, Morrigan'a Şato'nun geniş balkonunu anımsatan bir kaya çıkıntısında nihayet bulmuştu. Oldukça yüksek bir dağın çıkıntısı üzerinde duruyor olmalılardı, sis ve bulut kümeleri önlerindeki gökyüzünü ve dağın eteklerinde ne olduğunu görmelerine engel olacak kadar yoğundu. "Haydi gelin, şurada aşağı inen oyma bir merdiven var." Nimue, Morrigan ve diğerlerinin gizli geçidin onları getirdiği yer karşısında duydukları şaşkınlığı atlatmalarına fırsat vermeden üzerinde durdukları kaya çıkıntısının sağ tarafına doğru seğirtmişti bile. Hep birlikte şifacının durduğu yere doğru gittiklerinde Morrigan şöyle bir aşağı baktı. Esasen yüksekten korkmazdı, hatta tırmanma becerilerinin kullanışlı olabileceğine inanan Edric yüzünden oldukça sarp kayalıklarda tırmanış yaptığı da olmuştu. Ancak ilk üç basamak dışında merdivenin devamı bile görünmüyordu. Üstelik güvenlik namına sahip oldukları tek şey de artık kurumuş gibi görünen bir sarmaşıktı. "Şey, ölmek için çok genç hissediyorum." Alvaro kayanın kenarından uzaklaşıp geriye doğru adım atarken gürültülü bir şekilde yutkundu. "Kesinlikle katılıyorum. Aşağo inmenin başka bir yolu yok mu gerçekten?" Envy'nin çatık kaşlarına ve aşağıyı görmeye çalışırken eğilen figürüne bakılırsa sorun yükseklik değil, sisin ardında ne olduğunu göremiyor oluşuydu. "Biraz ürkütücü olduğunu kabul ediyorum ama bana güvenin, bu yol tamamen güvenlidir. Binlerce yıldır kullanılıyor, siz ne ilk olacaksınız ne de son." Alvaro "Kulağa kesinlikle son olabilirmişiz gibi geliyor." diyince hep birlikte güldüler. Riona simyacı prense bakarken gülüyor olsa da Morrigan, yüzündeki dalgın ve düşünceli ifadeden prensesin kendisi için değil ama Alvaro için farklı bir yol olmasını umduğunu görebiliyordu. Tabii onun bazı şeylerin farkında olmadığından oldukça emindi. Eamon'ın yüzünde de kız kardeşininkinin benzeri bir ifade vardı. Merdivenin başında diz çöküp parmaklarıyla kayaya oyulan basamakları kontrol ederken yüzü hoşnutsuzdu ve kaşları çatılmıştı. "Fearghal, Odhran?" "Tamam, tamam... Ben hallederim. Gençler geleneklere hiç saygı duymuyor, öyle değil mi?" "İlk sefer için anlaşılabilir sanırım." Nimue anlayışla gülümseyerek omuz silkti. Morrigan şöyle bir etrafına bakınca Fearghal'i parmakları arasında parıldamaya başlayan yeşil büyüyle birlikte uçuruma doğru ilerlerken görmenin herkesi belirgin bir biçimde rahatlattığını kolaylıkla söyleyebilirdi. "Alar!" Eski Dil'e ait sözcüğün büyümekle ilgili bir anlamı olsa da tam anımsayamıyordu. Gri, yekpare kayanın kılcal çatlaklarından bir hışırtı eşliğinde fışkıran yeşil sarmaşıklar kıvrılıp uzadı ve birbirlerine dolanarak kalın halatlar oluşturdu. Esnek dallar birbiri üzerine gelip örülürken zikzak şeklinde, bulutların arasından aşağı doğru kaybolan bir merdiven şekli almaya başlamışlardı. Saniyeler sonra, Morrigan'ın bilekleri kadar kalın sarmaşıklarla liflerden örülmüş ve döne döne aşağı doğru inip bulutların yuttuğu merdiven tamamen hazırdı. Taşa oyulmuş şekilsiz ve kaygan merdivenden çok daha güvenli göründüğü de kesindi. "İtiraf etmeliyim ki böylesi çok daha iyi. Airen Klanı adına teşekkür ediyorum, komutan." Nimue, Feaghal'e doğru hafifçe başını eğdi. "Şimdi buyurun, siz köyümüzde misafirimiz olurken genç prenses ve prens de öykülerini anlatır bizlere." Her zamanki çevikliğiyle basamakları inerken sesi bulutların arasında dağılıyordu. Morrigan sıkıntıyla oflayarak basamakları inmeye başladı. Zihni her adımıyla önüne daha da dökülen muhteşem gökyüzünün, kanyonların ve ehlileşmemiş doğanın vahşi güzelliğiyle avunamayacak kadar meşguldü. Dostlarının ne makus talihlerinden ne yaklaşmakta olan olayların nasıl onların çok ötesinde olduğundan ne de mirasçısı olduğu tekinsiz güçten haberleri vardı. Buna rağmen daha şimdiden her birinin yüzünde endişeyi ve bilinmezliğin gölgesini görebiliyordu. O yüzlere ve kendisininkiler gibi derinlerde dolaşan gözlere her bakışında omuzlarındaki yük artıyordu sanki. Öyle derin düşünüyordu ki Eamon yanına gelip omzuyla onu dürtünce korkuyla irkildi. "Sana bir tavsiye verecek olsam bu ne olurdu, biliyor musun prenses?" Eamon'ın gözlerinde anlayışla birlikte onu sakinleştiren, içindeki fırtınanın gürültüsünü bile duymasını önleyen bir şeyler vardı. "Hayır. Neymiş?" "Zamanın başlangıcından beri olacak olanın önünde ölümlüler, ölümsüzler ve hatta tanrılar bile duramamış. Bu yüzden kendine yüklenmeyi bırak ve bazı şeyleri sırası geldiğinde düşünmek için rafa kaldır derdim." Bir kez daha Eamon haklıydı, böyle düşünerek bir yere varamazdı. Yapabileceği tek şey, elindeki kartları olabilecek en iyi şekilde oynayıp gerisini tanrılara ve şansa bırakmaktı. Öyle yaptığından emin olacaktı. Bu yüzden düşünmeyi bırakıp artık nihayetine yaklaştıkları basamakları inmeye devam etti. "Airen Köyü'ne hoş geldiniz, majesteleri ve dostları." Nimue ayakları toprağa değer değmez eliyle geniş bir vadinin zeminine yayılan köyü işaret ederek misafirperver bir şekilde gülümsedi. Çevrelerine zeytuni tenli, uzun kol ve bacakları olan, geleneksel kıyafetler giyinmiş Airenliler toplanmaya başlamıştı bile. Deriden ve kök boyalarıyla boyanmış geleneksel kumaşlardan biçilmiş püsküllü, doğa kadar rengarenk elbiseler dikkatini çeken ilk şey olmuştu. Onları karşılayan yüzlerde yalnızca merak, dostluk ve saygı vardı. Vadinin alçak ve yüksek çeşitli noktalarında daire formlu, ahşap cepheli evler yapılmıştı. Basit ancak sıcak görünüşlü evlerin her birinin süpürge otlarından oluşan püsküllü çatıları vardı. Evlerinden veya ağaçları arasından çıkıp bu karmaşanın kaynağını merak ederek kalabalığa katılan herkes, onları görebilmek için önlerinde toplanıyorlardı şimdi. Çeşitli renklerdeki gözlerin her birinde gördüğü meraklı ancak güven dolu bakışların sebebi onları getirenin Nimue olması olmalıydı. Gerçi Edric ve Morrigan'ın pelerinlerinin şapkalarını açmasıyla açığa çıkan gümüşi saçları karşısında bazı hayret nidaları ve meraklı sorular da havalanmıştı. Mırıltıların gitgide yükseldiği birkaç saniyenin ardından Edric birkaç adım öne çıkarak Nimue'nin yanında durdu. Tok ve berrak sesi vadinin her köşesinde yankılanıyor gibiydi. "Zümrüt Diyar'ın meşru kralı Edric Galanodel olarak Airen Klanı'nı selamlıyorum! Gölgelerin en kadim ormanların köşelerinde bile cirit attığı bu tekinsiz çağda kapılarınızı bize açtığınız için ben, ailem ve dostlarım adına teşekkür ederim." Abisi bir an için kalabalıktakilerle göz göze gelebilmek ve tepkilerini ölçmek için duraksadı, bakışları bir şey arar gibi teker teker karşısındaki yüzlerde duraksayarak dolaşıyordu. Gördüğü şey onu rahatlatmış olacaktı ki devam etti. "Size dış dünyadan, diyarın dört köşesinden haberlerle geldiğimiz gibi burada sizler aracılığıyla tanrılarımızdan da hepimiz için umut olabilecek şeyler duymayı umuyoruz." Edric konuşmasını bitirdiğinde klanın tüm üyeleri yüzlerinde endişeli bir ifadeyle ona ve birbirlerine bakıyorlardı. Haksız da sayılmazlardı, işlerin Zümrüt Diyar'ın kralını onların köyüne getirecek kadar kötü durumda olduğunu kabullenmek zor olmalıydı. Nimue "Sizi köyün lideriyle tanıştırayım, majesteleri. Beni takip edin lütfen." dedikten sonra çevik bir hamleyle onları görmek umuduyla giderek büyüyen kalabalığın ortasına daldı, hep birlikte onun açtığı yoldan ilerlerlerken Morrigan garip hissediyordu. O kalabalığın arasından geçmek ve onlara saygıyla, samimi bir sevgiyle uzanan ellerin hafif dokunuşlarını hissetmek Morrigan'ı hem mutlu etmiş hem de kederli kederli düşündürmüştü. Bu feyleri korkutan, tiksindiren şeyin bir parçasını geri döndürülemez bir şekilde içinde taşıyordu. Bunu fark ederlerdi, değil mi? Eninde sonunda fark edeceklerdi. O zaman da bu kadar dost canlısı olurlar mıydı? Yoksa bu onları korkutur, ondan uzaklaştırır mıydı? Bilemiyordu... Bu düşüncelerle sıkıntılı bir şekilde iç çekerken vadinin merkezine doğru ilerleyişlerini sürdürüyorlardı. Adeta yüzeye yayılan su misali ilerleyip yayılan kalabalık da gitgide genişleyerek onlarla birlikte ilerlemeye devam ediyordu. Diğerlerinin aksine şimdi önünde durdukları ev ahşaptan değil taştan yapılmıştı. Dairesel formda döşenmiş taşların üzerine altın rengi kök boyasıyla çeşitli rünler çizilmişti. Birbiri üzerine oturtulan kirişler ve ahşaplardan oluşan çatısının tepe noktasından mavimsi bir duman yükseliyordu. Nimue koyu yeşil, ahşap kapıyı tıklatıp yumuşak bir fısıltıyla bir şeyler sordu. Morrigan bilmediği, daha önce hiç duymadığı bu dilin klanın kendisine ait olduğundan emindi. İçeriden seslenen boğuk, nahif bir ses bir şeyler söyledi. Anlaşılmaz sözcükler bekledikleri onay olacak ki ahşap kapı gıcırdayarak açıldı. Bacadan yükselen mavi duman şimdi kapı aralığından taşarak bacaklarına sarılmıştı. "Önden buyurun, majesteleri." Nimue gülümseyerek Edric'in geçmesi için kenara çekildi. Onun dumanın içinde kaybolmasının ardından Morrigan da yanında Eamon'la birlikte kendini içeri attı. Diğerlerinin adımlarının sesi de onları takipteydi. Nimue'nin kapıyı kapatıp yanlarına gelmesiyle küçük grupları yeniden tamamlanmıştı. Şifacı, önlerindeki kalın dumanı işaret ederek konuşmaya başladığında Morrigan göz gözü görmeyen bu yerde yaşayan kişiyi gerçekten merak etmeye başlamıştı. "Sizi Delwyn'le tanıştırmak isterim. Kendisi Airen Klanı'nın Lideri ve benim de kızımdır." Şaşkın bakışlar Nimue'ye yönelirken şuh bir kahkaha taş duvarlarda yankılandı. Şifacı gülümseyen yüzünde bir hayranlık ve gurur ifadesiyle onlara yaklaşmakta olan kızını izliyordu. Morrigan, Nimue'nin bu şaşkınlıklarının tadını çıkarmak için onlara bu gerçekten bahsetmediğinden emin sayılırdı. Dikkatini çeken ilk şey, koyu lacivert olan ve Delwyn'in kalçasına kadar uzanan bulut gibi saçlar oldu. Ardından da Nimue'ninkilerin kopyası olan sarı, delip geçer gibi bakan gözler ve aynı zeytuni ten... Delwyn'in bileğini ve kolunu sarıp daha yukarılara tırmanan nazik, mavimsi tılsıma bakılırsa Morrigan'la yaşları yakın olmalıydı. Giyimi diğer klan üyelerininkine benzese de püsküllü deri ve pamuk giysilerinin renkleri çok daha canlıydı ve kulaklarıyla burnunu altın küpeler süslüyordu. Çıplak ayakları toprağa basarken adımları gayet nazik ve sakindi. "Hoş geldiniz, majesteleri. Günlerdir sizin gelişinizi bekliyordum, nihayet burada olduğunuzu görmek çok hoş." Sesi çocuksu bir neşe taşısa da yeni yetişkinliğe erişmiş bir dişinin tınılarını da barındırıyordu. Delwyn, Edric'in tam önünde durdu ve elini ona doğru uzattı. Morrigan birkaç saniye boyunca kimse hareket etmeyince abisine bakma ihtiyacı duymuştu. Kendisine uzatılan eli havada bırakmak, bir kral olarak hiç de onun yapacağı bir şey değildi. Ona doğru döndüğünde Edric'in şaşkın bakışlarla Delwyn'e bakakaldığını gördü. Eh... Yüz ifadesine şöyle bir bakınca, Morrigan bu garip şaşkınlığın içinde derin bir hayranlığın da saklı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdi. Dirseğini sert bir şekilde Edric'in kaburgalarına geçirerek ona uzatılan eli nihayet fark etmesini sağlarken bir yandan da abisinin bu şapşal haline gülmemeye çalışıyordu. "Ben ve dostlarım bu samimi karşılama için teşekkür ederiz. Sizinle tanışmak bir..." Edric, Delwyn'in elini avuçları arasına alarak sıkarken geniş, aydınlık bir gülümsemeyle karşısındaki kıza bakmaya devam ediyordu. "...bir onur." İkisinin parmaklarının birbirine kenetlendiği yerlerden parıldayan büyü, ahenkle havada dans eden nazik su damlalarına dönüşerek ikisinin etrafında dönmeye başlamıştı. Morrigan daha önce hiç böyle bir şey görmemişti. "Buna ne sebep oluyor bilmiyorum ama çok... zarif." Envy havada dönen damlacıkları hayranlıkla izliyordu. "Evet, güzel de..." Illarion da ona katılmıştı. "Sanırım ikimiz de suyun gücünü kullandığımızdan büyülerimiz birbirine aşinalığını böyle gösteriyor." Delwyn her ne kadar gizemli bir klanın lideri olsa da neticede dünyanın gizemleri karşısında heyecanını henüz kaybetmemiş bir gençti işte. Omuz silkip gülümseyerek onlara dönerken damlacıklar helezonlar halinde yere inerek şıpırdadı ve ayaklarının altındaki toprağı suladı. Edric birbirinden ayrılan ama hala mavimsi büyüyle hafifçe parıldayan parmaklarına bakarken düşünceli bir halde gülümsemeye devam ediyordu. Yanı başındaki Eamon dirseğiyle onu dürtünce Morrigan prense doğru döndü. Eamon, Edric'in yüzündeki şapşal ifadeyi çenesiyle işaret ederek sırıtıyordu. Neyse ki abisininki kadar geniş bir gülümsemeyle onları karşılayan Delwyn, abisine karşın çok daha sakin ve aklı başındaydı. "O onur bize ait, majesteleri, özellikle siz bizi ziyaret etmeye zahmet etmişken... Bize anlatacak çok şeyiniz olmalı, öyle değil mi?" Son cümlesini söylerken kedimsi sarı gözler hepsinin üzerinde dolaşıyordu. Çok şey bilen birine aitmiş gibi garip bir parıltıyla aydınlanmış olan o bakışlar nihayet kendisine ve Eamon'a odaklanınca Morrigan derin bir iç çekerek başını sallamakla yetindi. "Zor günler geçirdiğinizi hepimiz biliyoruz. Hikayelerinizi dinlemeden önce izin verirseniz sizi layıkyla ağırlamak isteriz." Delwyn, Nimue'ye dönerek zarif, yüzüklerle donanmış elini annesinin omzuna koydu. "Annem ve diğer kardeşlerim sizi misafirhanelerimize götürüp ihtiyaçlarınız hususunda yardımcı olacaklar. Lütfen birkaç saat de olsa huzurla dinlenin, sonrasında akşam yemeğimizi yerken uzun uzun konuşabiliriz." Delwyn'in kapıya doğru dönüp bir kuş gibi şakıyan değişik bir ıslık çalmasıyla içeri yöresel kıyafetlerini kuşanmış dişi ve erkekler girdi. Dakikalar sonra kulübeden çıkmış ve vadinin çeşitli köşelerindeki misafirhanelere doğru yollanmışlardı. Her birine ayrı ayrı kulübeler tahsis edilmiş olsa da ne hikmetse Delwyn, Eamon ve Morrigan için ortak bir kulübe verilmesine karar vermişti. Yol boyunca geniş, keyifli bir sırıtışla yanında yürüyen Eamon, bir kez daha "Sence de bu köy ve bu klan çok sevilesi değil mi?" diye sordu. "Gerçekten, tam bir felaketsin Eamon." Morrigan gözlerini devirdi. Diğerlerinden biraz daha büyük, şirin bir kulübenin önüne geldiklerinde yanlarındaki erkek yumruğunu göğsüne koyarak hafifçe eğildi ve gereken her şeyi içeride bulacaklarına dair bir şeyler mırıldandıktan sonra hızlıca ortadan kayboldu. Eh, Morrigan bu acelenin sebebinin prensin yol boyunca devam eden şakaları olduğundan emin sayılırdı. Tatlı bir kırmızı renkte olan ahşap kapıyı aralayıp içeri girdiklerinde dudaklarından elinde olmadan bir hayret nidası döküldü. Burası şimdiye kadar gördüğü en şirin yerdi. Zarif, sarmaşık formundaki bir çiçek kulübenin tüm duvarlarına sarılmış ve birçok yerde ahşap tavana doğru uzanmıştı. Kıpkırmızı açan iri goncalar tatlı, neredeyse boğucu bir koku yayıyordu. Tam karşılarındaki duvarda siyah, parlak taşlardan döşenmiş büyük bir şömine ve şöminenin önünde de bir ayı postuyla iki koltuk vardı. Morrigan odanın sol tarafındaki geniş, ahşap karyolayı ve içindeki oldukça rahat görünen yatağı görünce hızla gözlerini kaçırdı. Bu gece yatağı paylaşacaklardı belli ki... Sağdaki duvarda küçük, şirin bir mutfak vardı. Cilalı taş tezgâhın üzerinde meyveler ve yemişlerden oluşan ufak atıştırmalıklar hazırlanmıştı. Eamon elini tutarak onu şöminenin hemen yanındaki bir başka küçük, ahşap kapıya doğru çekiştirmeye başladı. "Sence bu kapı nereye çıkıyordur?" Prensin sesinde çocuksu bir merak vardı. "Kiler falan olmalı herhalde, öyle değil mi? Başka ne ol-"Kapı, Eamon'ın biraz omzuyla yüklenmesiyle birlikte açılınca Morrigan'ın cümlesi yarım kaldı. Eamon bile şaşkınlıktan hafifçe açık kalan ağzını kapatmayı birkaç saniye sonra akıl etmişti. Karşılarında bir kiler değil, dünyanın sıcak kalbinden kaynayıp taşan bir kaynağın taşıp doldurduğu bir havuz vardı. Kulübenin bu kapısı bir verandaya açılıyordu; ahşap verandanın altında bir yerden fışkıran suyun buharı yükselerek mavi gökyüzündeki bulutlara karışıyordu. Etrafı doğal dere taşlarıyla sınırlanan havuzun ötesinde uçsuz bucaksız dağlardan başka onları görebilecek kimse yoktu. "Pekâlâ, bu benim de aklıma gelen ilk şey değildi ama kesinlikle çok güzel bir sürpriz oldu." Eamon ona doğru dönüp göz kırptı ve silahlarını bedenine yaslı tutan kemerleri teker teker çözmeye koyuldu. "Ne yapıyorsun?" Gözlerini kırpıştırarak prensin silahlarının ardından pelerininin iplerini çözüp ahşap zemine kaymasını izin vermesini izledi. "Onca şeyden ve uzun bir yolculuktan sonra dinlenmek için sıcak su ve buhardan daha iyi bir şey düşünebiliyor musun, prenses?" Bunu söylerken bir yandan da üzerindeki toz topraktan rengi yer yer değişmiş olan gömleğini başının üzerinden geçirerek döşemelerin üzerine fırlatmıştı. Bakışları Eamon'ın hareket ederken şişen bronz kollarına ve iri, kaslı göğsüne değdiğinde hızlanmaya başlayan kalp atışları rahatlıkla işitilebiliyordu. Eamon bunu duyar duymaz yüzüne meydan okuyan ve Morrigan'ın ayak parmaklarının kıvrılmasına sebep olan bir gülümseme yerleştirerek pantolonunu da çıkarmaya koyuldu. "P-peki, ben içeride bekleyeyim öyleyse..." Arkasını dönmüş gidiyordu ki, ezbere bildiği iri ve sıcak bir el bileğinden nazikçe tutarak ona engel oldu. "Neden?" Morrigan üzerinde iç çamaşırı dışında hiçbir şey olmayan iri ve güçlü bedene şöyle bir baktıktan sonra gözlerini kaçırdı. Kan boynundan yükselerek yanaklarına ve kulaklarına hücum etmişti. O cevap veremeden Eamon, onun da çoktan tanıştığı arzuyla koyulaşmış bir sesle "Kal, Morrigan. Gitme..." diye fısıldadı. Kulaklarında atmaya başlayan kalbinin sesi arasından onu güçlükle işitmişti. "Peki..." diyerek Eamon'a doğru döndü, gecenin çöktüğü bir orman gibi koyulaşan o gözlerde kaybolmuştu. Sözcükler dilinden kayarken onları yakalamakta zorlandı. "Kalıp ne yapacağım o halde?" Buna karşılık olarak sunulan çarpık gülüş baş döndürücü olduğu kadar tehlikeliydi de... O gülümsemedeki sessiz vaatler zihnini bulandırdı, başını döndürdü. "Neden bana eşlik etmiyorsun, prenses? Hadi, biz bunu çoktan hak ettik." Haklıydı, bu küçük mutlu anı ikisi de fazlasıyla hak etmişler, bedelini kanları ve ruhlarıyla ödemişlerdi. Eamon verandadan direkt olarak havuzun içine inen merdivenleri adım adım inerken Morrigan derin bir nefes alarak pelerinini tutan deri kayışı çözdü. Kumaş hafif bir sesle yere düşerken Eamon havuzun içinde ona doğru dönerek izlemeye başladı. Eamon'ın içinde yanan ateşin yansımaları orada oynaşıyormuşçasına parıldayan gözleri, bedenini delip geçiyordu sanki. Sıvı gümüş gibi havada akıp yer değiştiren buhar, prensin geniş göğsünden aşağısını görmesini engelliyordu. Parmakları bluzunun klapalarına giderken tereddüt etse de o bakışlarda gördüğü vahşi arzu, özlem ve aşkla birlikte Morrigan'ın tüm utangaçlığı damarlarında akıp bedenini kavuran ateşin içinde yanıp kül oldu. Nihayet bluzunu da çıkarıp üzerinde yalnızca göğüslerini saran esnek kumaşla kaldığında gökyüzünde giderek daha da aşağılara kayan güneşin kızıl ışınları, tenini göz alıcı tonlarıyla boyuyordu. Asi saç tutamlarını yerinde tutan tokayı çıkararak saçlarının omuzlarına ve göğsüne dökülmesine izin verdi. Saniyeler sonra giderek daha kararlı hale gelen titrek parmakları pantolonunun düğmelerini ve botlarının bağcıklarını da çözerek kumaş yığınlarını verandada bırakmışlardı. Gözlerini kapatarak titrek, derin bir nefes aldı ve çıplak ayaklarıyla ahşap basamakları inmeye başladı. Prens, basamakların dibine gelip elini ona doğru uzatırken gülümsüyordu. Morrigan artık zihnine kazınmış olan o ukala gülümsemeyi öyle çok seviyordu ki... Parmakları o iri avuçta kaybolduğunda hayretten irileşmiş gözlerle prense baktı. İçinde gürleyen büyüsü yüzünden kendi parmakları mı böylesine soğuktu, yoksa prensin teni mi sıcaktan kavruluyordu? Hafifçe gıcırdayan basamakları birer birer inerken su önce bacaklarına, sonra kalçasına ve nihayetinde de göğüslerine kadar yükselmişti. Havuz oldukça derindi, ayakları yere değmiyordu. Elleri Eamon'ın güçlü kolları boyunca tırmanarak geniş, güven verici omuzlarına tutundu. Kaslarındaki gerginlik, onun da heyecanlı olduğunun ufak bir kanıtıydı. "İşte... Nasıl hissediyorsun?" Güçlü kolları Morrigan'ın belini sıkıca sarmalarken kulağına fısıldamıştı. "Yorgun, sanırım." Gerçekten de öyleydi. "Ama tam şu anı soruyorsan, çok huzurluyum. Onca şeyden sonra tam burada olabildiğimiz için mutluyum. Heyecanlıyım da..." Bunu söyledikten sonra anında pişman olsa da çok geçti. "Ya..." Eamon yanağını yanağına yaslamıştı, nefesi Morrigan'ın boynunu ve ıslak omuzlarını okşuyordu şimdi. "Neden?" Yüzünü göremese de sesindeki muzır tondan prensin sırıttığını kolaylıkla söyleyebilirdi. Geri çekilerek ona baktı. Mermerden oyulmuş gibi biçimli olan hatlarına yerleşmiş o ukala gülümseme karşısında otomatik olarak tek kaşı kalkarak sordu. "Sen nasıl hissediyorsun?" "Ah, tam şu an öyle minnettarım ki..." Bunu söylerken Morrigan'ı belinden kavrayarak havaya kaldırdı ve hafifçe döndürerek yeniden kollarıyla sarmaladı. Sanki suyun içinde dans ediyorlarmışçasına coşkun, neşeli bir hareketti bu. * Eamon'ın dudakları derin bir nefesin hemen ardından kendininkileri bulurken Morrigan kendisini özgür bıraktı ve onun için yanıp kül olmaya hazır olan bedeninin kapılarını tamamen açtı. Kalp atışları isyankâr bir tempoyu paylaşırken vücudunu sarmalayan kollar onu daha da sıkı bir şekilde kavradı. Dudakları bir buluşup bir ayrılırken Morrigan içinde tutuşan arzunun buhar olup çevrelerindeki buluta katılacağını sandı. Nefes almak için birbirlerinden koptukları saniyeler bile eziyet gibi geliyordu. Bedeni, Eamon'a ulaşabilmek için uzanırken kendini toparlayarak kelimeleri bulmayı başardı. "Minnettar? Ne için?" Sesi bir fısıltıydı, gözleri yeniden birleşmek için fırsat kolladığı dudaklarla onu delip geçecek bir tutkuyla kendisini süzen yeşil gözler arasında gidip geliyordu. Eamon nefes nefese gülümserken ıslanıp yanağına tutunan bir tutam saçı kulağının arkasına attı. hHala parmakları arasında tuttuğu saç tellerini öperek "Yaşıyorum çünkü, prenses. Hala nefes aldığım ve bu andan, senden mahrum kalmadığım için şükrediyorum." dedi. Sözcükler bir insana sarılabilir, kalbine ulaşabilir miydi? Kısa bir an için öylece durarak karşısındaki adamı izledi. Güçlü ve yılmaz bir beden, uzun koyu renkli kirpiklerin ardında saklanan keskin bakışlar, sert yüz hatları, hırçın savaşlarla büyüyerek omzuna doğru tırmanan ve birçok kişiye korkutucu gelebilecek tılsım, nihayet o şekilli dudaklardaki ukala gülümseme... Eamon dişi veya erkek birçok fey ve insan için ürkütücü bir erkekti. Ancak Morrigan ona baktığında bunların çok daha ötesini, ruhunu görüyordu. Onun için her şeyi göze alabilecek olan, yanıp tutuşan delice aşık bir ruh... Yalnızca onun tanıdığı ve gördüğü bu yönünü nasıl da seviyordu! "Ben de..." derken bacaklarını prensin beline dolayarak onu kendisine doğru çekti. Eamon'ın teni onun tenini arzu ateşiyle kavururken sesinin düzgün çıkması için büyük bir çaba zorunda kalmıştı. "Sakın bir daha beni bırakıp gitme." Eamon gözlerinin içine bakıyordu, parmakları yanağını okşayarak usul usul boynuna inerken "Seni bırakıp gitmek mi? Mümkün değil." diye fısıldadı. "Sadece o değil, yakınımda olmanı istiyorum artık." Bunu söylerken kollarını Eamon'ın boynuna doladı, bacakları prensin bedenini daha da sıkı sarıyordu şimdi. Yine de o yeterince yakın olamama hissi Morrigan'ın tüm bedeninde yankılanıyor, onu mahvediyordu. Teni, prensin dokunuşları için çığlık çığlığa yakarıyor gibiydi. Bu çığlıklar bir ürpertiye dönüşerek bedeninde gezintiye çıkmıştı ve şimdi hafifçe titremesine sebep oluyordu. "Ne kadar istersen..." Kesik kesik nefesler almaya başlayan prensin bir eli, onu daha iyi destekleyebilmek için bacağına gitti. Diğer eli belinin kıvrımına yerleşmişti ve onu kendisine yaslıyordu. "... O kadar yakınında olacağım." Alaycı gülüşü Morrigan'ın dudaklarını okşadı. "Ama çok yakın olmayı tercih ederim." Bacağından usul usul yukarıya tırmanıp baldırına ve nihayet kalçasına ulaşarak onu destekleyen parmakları dokunduğu yerleri ateşe veriyordu sanki. Güçlü bir şekilde kalçasını kavrayan tutuşun onu yükseltmesiyle bedenlerinin arasındaki o ufacık boşluk da kapandı. Sıcak, talepkâr sertliği kendi arzularının merkezinde hissetmesiyle Morrigan'ın nefesi kesildi. Zihni, varlıklarından yakın zamana kadar haberdar bile olmadığı istekler ve şehvetten oluşan bir sis perdesinin ardında kalmış gibiydi. Hafif bir fısıltıyla toparlayabildiği son kelimeler dudaklarından dökülürken tüm çekinceleri o sisle birlikte yok oldu. Kendi kalp atışlarının sesi, prensin gümbürdeyen kalbinin sesine karışıp kusursuz bir uyum sağlamıştı. "Çok yakınımda ol o zaman." Heyecandan hafifçe titreyen dudaklarının arasından kurtulan bu davet, Eamon'ı tutan görünmez bir şeylerin kopup parçalanmasını sağlamıştı sanki. Prensin alev alev yanan dudakları kendisininkilerle bir kez daha, bu sefer çok daha vahşi bir öpücük için, buluşurken dili de sabırsız bir keşfe çıkmıştı. Morrigan sert, birazdan yaşayacaklarının kanıtı olan bu saldırıya tüm benliğiyle karşılık verirken içindeki ve Eamon'ın tenindeki yangınların aksine kükreyerek bedeninden özgür kalan büyüsü buz parçacıkları ve soğuk kıvılcımlarla onları çevrelemişti. Panikleyerek geri çekilmek isteyince prens öpücüklerini boynuna ve köprücük kemiklerine doğru kaydırırken bu haline güldü, bir an için tatlı öpücükleri ve dilinin dokunuşu teninden uzaklaşmıştı. "Her şeyinle öyle güzelsin ki... Sıcak, hafif nefesi sözcüklerle onu okşarken Morrigan bir kez daha ürpererek gözlerini açtı. Sanki çok, çok uzaklara gitmiş ve yeniden bu ana dönmüş gibiydi. Neredeyse başı dönüyordu. Eamon'ın avuçlarından ve onu sarmalayan kollarından taşan kızıl kıvılcımlar onun büyüsüyle çarpıştığında patlayan göz alıcı ışık huzmeleri suya yansıdı. Beyaz ve kızıl alevlerin buluşması nefes kesiciydi. Ne o prensin alevleriyle kavruluyordu ne de prens onun buz gibi büyüsüyle donuyordu. Birbirlerini tanıyan büyüleri heyecanla kükrerken tenlerini okşayıp geçiyordu yalnızca. Öylesine büyüleyici bir andı ki... Birbirlerine dolanarak etrafta kıvılcımlar ve meşaleler halinde yanan büyülerini görmek, Eamon'ın da onun da üzerinde çok garip bir etki yaratmıştı. Morrigan ellerini prensin yüzüne yerleştirip onu kendisine çekerken hissetmeye başladığı şey katıksız bir sabırsızlıktı. Eamon'ın tüm bedenini okşayıp nihayet kalçalarına yerleşen ellerinin dokunuşunu hissetmek, güneşe dokunmak gibiydi. Morrigan ellerini prensin ensesinde birleştirip kendisini ona yaslarken dudakları Eamon'ın boynuna küçük, oyunbaz öpücükler bırakmakla meşguldü. Sudan çıkışları, onlar yanından geçerken şöminenin hafif çıtırtılarla yanmaya başlaması ya da çıplak tenlerinden ahşap döşemelere damlayan suyun sesi... Hepsinin hayal meyal farkındaydı. Morrigan'ın umurunda olan tek şey onu sarıp sarmalayan adam ve içinde giderek büyüyen, ruhunu dağıtmaya başlayan fırtınayı dindirmek isteğiydi. Eamon kucağında onunla birlikte yatağa otururken ıslanan çarşaflar Morrigan'ın çıplak bacaklarına dolandı. Prensin iki yanından uzatarak sımsıkı doladığı bacaklarının arasında, kendi arzularını saklayan mabedinin kapılarında hissettiği sertlik karşısında boğazı kurudu. Çevresinde kıvılcımlar saçan alevlerin arasında kül olmaya hazır gibiydi. Ayak parmakları hafifçe kıvrılırken bedeninin en saklı köşesinden ufak, beklenti dolu bir kasılma geçti. Nefesi gitgide hızlanırken ıslak, ince kumaşların ardından Eamon'ın bunu rahatlıkla hissedebildiğini biliyordu. Bir damla ter, Eamon'ın şakağından süzülerek Morrigan'ın göğsüne damladı. Bir eliyle Morrigan'ı sıkıca kavrayıp okşarken diğer eli kalçasından beline ve nihayetinde de göğüslerini saran esnek kumaşa uzanmış, kopçalarla savaşıyordu. Bu savaş zorlu geçiyor olacaktı ki Eamon'ın kaşları çatılmıştı. Yine de mücadele, Morrigan'ın beklediğinden kısa sürdü ve kumaş yavaşça bacaklarının üstüne düşerek onu tamamen çıplak bıraktı. Aniden çöken utangaçlık, savunmasızlık ve kaçma isteği karşısında bocalayarak gözlerini kapattı ve alev alev yanan yüzünü prensin boynunun girintisine gömdü. Orman, rüzgâr ve közle karışan teninin kokusu neredeyse sarhoş ediciydi. "Saklanma benden." Eamon'ın elleri belinden yukarı kayıp hafif bir dokunuşla göğüslerini okşayarak omuzlarına yerleşti ve onu saklandığı yerden çıkarmaya koyuldu. Yeniden yüz yüze geldiklerinde Eamon gözlerinin içine bakarak tek kaşını sessiz bir soruyla kaldırdı ve güven verici bir şekilde gülümsedi. Yüzüne, bakışlarına yerleşen hayranlık öyle derin ve öyle tutkuluydu ki, bir kez daha Morrigan'ın tüm gerginliği uçup gitti. Yüzündeki ifade neye benziyordu pek emin değildi, ancak Eamon o ifadede her ne gördüyse bakışları karardı. İri elleri yeniden kalçalarına yerleşti, Morrigan'ı bir kez daha, ancak artık daha da büyük bir açlık ve sabırsızlıkla öperken onu da beraberinde götürerek gıcırtılar eşliğinde yatağın ortasına doğru ilerliyordu. Dudakları ayrılmadan Morrigan'ı nazikçe yastıkların üzerine bırakırken bedeninin ağırlığını büyük bir özenle dengelemişti. Bir elini yastıklardan birine dayarken diğer eliyle yastığa yayılan gümüşi bukleleri okşamaya koyuldu. Tüy kadar hafif birer öpücük önce alnına, sonra yanaklarına konduktan sonra bir kez daha dudaklarında durdu. Prensin dili yeniden dudaklarını aralayarak cüretkâr bir keşfe çıktığında Morrigan hafifçe inleyerek Eamon'a sarıldı. İkisi de nefes nefese kalana ve zaman önemsiz bir kavram haline gelene kadar ateşli bir öpücüğü paylaştılar. Eamon'ın dudakları bir kez daha tenine kapanarak boynuna ve köprücük kemiklerinin aşağılarına öpücükler bırakıyordu. Morrigan ara ara tenine değen dili karşısında daha sert ve kesik nefesler almaya başlamıştı. Karşı konulamaz bir ateşin karşısında eriyen bir kar kristali kadar hassas ve çaresiz hissediyordu kendini. Benliği yeniden birleşmek üzere parçalanıyor gibiydi. Prensin nazik parmakları göğüslerinin üzerinde gezinmeye başladığında Morrigan artık nefes alıp almadığından emin olamıyordu. Bu dokunuş karşısında dikleşen meme uçlarını kıskacına alan parmaklar yıllarca silah tuttuklarından sert ve pürüzlüydü. Morrigan inleyerek tırnaklarını prensin gergin, pürüzsüz sırtına gömdü. "Şşş, güzelim..." Elbette canı yanmazdı, ukala sırıtışı da bunun kanıtı gibiydi. Morrigan'ın bedeni, Eamon'ın giderek daha aşağılara inen öpücükleri ve tenini santim santim keşfeden dili karşısında ok gibi gerilirken nefesleri giderek hızlandı ve sesi odayı doldurmaya başladı. Aşağı, aşağı... Nihayet prensin siyah saçları karnını ve daha aşağıları hafifçe okşamaya koyulmuştu. İri, bronz eller bacaklarını okşayarak nazikçe onları aralıyordu. Puslu zihninin ufak bir köşesi içsel, sonu gelmez bir panikle boğuşurken geri kalan kısımlar alev alev yanıyor, düşünmesini imkansız kılıyordu. Eamon'ın parmakları iç çamaşırının kenarına takılıp onu da aralarından çekerken gerginlikten mi, yoksa sabırsızlıktan mı hafifçe titrediğinden emin değildi artık. En savunmasız haliyle, olduğu gibi onun karşısındaydı artık. Teslim olmaya hazır olan bir kale misali bedenini fethetmesi için beklerken onu baştan sona, sanki kutsal bir şeyi izliyormuşçasına süzmekte olan yeşil gözlerde kayboldu. Birbirine dolanıp onları kucaklayan büyü kıvılcımları artık çok daha büyük bir güçle parıldayıp birer şimşek misali çakıyorlardı şimdi. "Eğer Tanrıça Arwyn bir yerlerden bizi izliyorsa, güzelliğin karşısında kıskançlık krizlerine giriyor olmalı." Güzellik ve doğurganlığın tanrıçası Arwyn onları izliyorsa, kıskanacağı tek kişi Morrigan olmazdı. Tüm heybetiyle karşısında duran prens antik çağ savaşçılarının heykellerine benziyordu ve en az o kadar kusursuz bir güzelliğe sahipti. Bu fikri sesli dile getirmek üzereydi ki Eamon'ın dudaklarını bedeninin en hassas noktasında hissetmesiyle tüm düşünceleri un ufak olarak bir zevk rüzgarıyla savruldu. Bir eli ne yapacağını bilemeyerek, ona tutunma arzusuyla Eamon'a uzandı. Morrigan siyah, nemli saç tutamlarını parmaklarına dolarken kendisini hayretle ama utanmazca prensi büyük bir iştahla kendisine bastırır halde buldu. "Ah..." Eamon'ın bir eli göğüslerine uzanırken Morrigan'ın dudaklarından ardı ardına iniltiler dökülüyordu. Tamamen yeni ve baş döndürücü bir zevkin doruklarına doğru tırmanırken tekrar tekrar Eamon'ın ismini mırıldanmaya başlamıştı. "Morrigan..." İsmi dudaklarından bir fısıltı, bir dua halinde dökülürken Eamon'ın nefesi tenini gıdıkladı. Morrigan bedenleri birbirine dolanmış bir haldeyken o an orada zamanın dışında ve hiçliğin ortasındalarmış gibi hissediyordu. Olmakta olan veya olacak olan herhangi bir şeyi fark edecek halde değillerdi. Dünya yanabilir, yanı başlarındaki okyanus donabilirdi ve ikisinin de umurunda olmazdı. Savaş, yakınlarda olan dostları, burada misafir oluşları... Dudaklarından aşkın ve hazzın coşkunluğuyla bir çığlık kurtulurken hepsi uçup gitmişti. İçinde bir şeyler büyüdü, büyüdü ve görkemli bir patlama eşliğinde tüm bedenine bir zevk ve rahatlama dalgası olarak yayıldı. Sırtı yay gibi gerilirken ayak parmakları kıvrılmıştı ve bu ölçüsüz, baş döndürücü hissin bilinmez doruklarına ulaşırken parmakları çarşaflara kenetlenmişti. Eamon'ın yüzünü yeniden kendisininkinin birkaç santim ötesinde bulduğunda gözlerini açmış, şaşkınlıkla derin derin nefes alıyordu. Az önce zihnini gölgeleyen o pus yavaş yavaş kaybolurken vücudunun her bir noktası titriyor ve seğiriyordu. Nemlenen gözlerini kırpıştırarak karşısındaki gülümseyen yüze baktı. Artan sıcaklık yüzünden terlemişti ve karman çorman olan nemli saçlarının bir kısmı o bunu hiç umursamazken yüzüne yapışmıştı. Berbat görünüyor olmalıydı. Bir elini kaldırıp bu duruma müdahale edecekti ki, Eamon ondan önce davrandı. Saç tutamlarını kibarca tarayarak kulağının arkasına atarken bir yandan da "Eh, sıra bende..." diye fısıldamıştı. Morrigan heyecanla nefesini tutarak ona baktı. Prens hafifçe doğrulurken kıkırdadı. "Şimdiden nefesini mi kestim yani?" Ukala gülümsemesi ve birazdan olacaklara dair aleni iması bir kez daha Morrigan'ın içindeki bir mekanizmayı harekete geçirmişti. Hafifçe kalçalarını oynatarak kendisini onun için hazırlarken Eamon'ın göğsünden hafif, hoşnut bir hırıltı yükseldi. Prens sabırsız hareketlerle üzerindeki son kıyafet parçasından da kurtulup ıslak kumaşı döşemelerin üzerine fırlattı. Morrigan hayranlık, beğeni ve palazlanan bir istekle onu izlerken hayretle iç çekti. "Ah, Tanrılar..." "Korkuyor musun? Benden?" Bunu sorarken sesinde endişe vardı. "Seni sadece deli gibi istiyorum, prens. Acele et..." Daha fazla konuşmaya gerek duymadı. Daha fazla sözcüğe gerek yoktu, çünkü sözcükler bu anın güzelliğini ve heyecanını anlatmak konusunda fazlasıyla noksan kalıyorlardı. Eamon bir kez daha üzerine eğilerek bir elini Morrigan'ın bacağına yerleştirdi, onu kendisine çekti ve iki bacağının arasına yerleşti. Hareketleri artık nazik değildi, sabırsızlık ve arzunun aceleciliğiyle parmakları hafifçe titriyordu. Bir eli kılavuzluk etmek için aşağılara doğru inerken göğsü hızla inip kalkıyordu. Prensin ilk zorlamasıyla birlikte Morrigan'ın nefesi kesildi. İlk kez ve ardı ardına yaşanan deneyimlerin heyecanının bu anı zorlaştırdığını fark ettiğinde Eamon'a sarılarak nefesini düzene koymaya çabaladı. O da bunun farkında olacak ki birkaç saniye için öylece, hiç hareket etmeden onu bekledi. Sakinleşmeyi başardığında Eamon "Canını yakmayacağım, söz veriyorum." diye kulağına fısıldadı ve onu öptü. Esasen bunu söylemesine gerek bile yoktu, ancak duymak da hoşuna gitmiyor değildi. Prens çok, çok yavaş hareketlerle bir kez daha onları birleştirmeyi denedi. Ağır, dairesel hareketlerle bedeninin kapılarını aralayıp Morrigan için yepyeni ve benzersiz bir deneyimin kilidini açarken arzu artık soludukları havanın ta kendisi gibiydi. "Ah...." Gözleri şaşkınlıkla açılırken dudaklarından bir inleme kurtuldu. "Morrigan..." Eamon öyle bir söylemişti ki, ismi sanki onun dudaklarında bir kutsiyet kazanmıştı. Prens parmaklarını onunkilere kenetlerken bir süre bedeninin kendisine alışmasına izin verdi ve öylece durarak onu öpücüklere boğdu. Hareket etmeye başladığındaysa Morrigan ismini, ünvanını ve kurtarması gerekenleri unuttu. Artık sadece hislerden ibaretti ve hissedebildiği tek şey de giderek hızlanarak onu bambaşka diyarlara götüren kolları arasındaki adamdı. Tek vücut olmak tanımının doğruluğunu şimdi anlıyordu, zira prens hareketlerine devam edip onu öperken hissettiği tamamlanmışlık ve tatmin çok başka bir histi. Sanki kayıp parçasını bulmuş gibiydi, sanki kusursuz uyuma sahip iki yapboz parçasıydılar da birbirlerini tamamlıyorlardı. Bedenleri gibi inlemeleri ve nefesleri de birbirine karışırken giderek hızlandılar. Bir an için bakışlarını Eamon'dan çekip odaklayabildiğinde Morrigan havada dans eden, patlayan rengarenk alevleri gördü. Bir havai fişek gösterisi izlemek gibiydi ve çok güzeldi. Ruhunun binbir çeşit duyguyla yoğrulup hazla şekillendiği o saniyeler dakikalara dönüşüp devam ederken Eamon kenetlediği parmaklarını sıktı ve dudaklarını sertçe dudaklarına bastırdı. Artık dayanamayacağının sinyallerini veriyordu ve kesinlikle yalnız değildi. Morrigan'ın gözlerinin önünde bir kez daha şimşekler çakarken bedeni bir yay gibi kıvrılarak prense tutundu. Zevkle seğiren ve kontrol edemediği bacaklarını prense dolarken ritmik kasılmaları hissedebiliyordu. Kesik kesik nefeslerinin arasında bir yandan gülüp bir yandan ağlayarak ardı ardına Eamon'ın adını sayıklıyordu. Prensin bedeni yaşadığı rahatlamayla gevşerken ter damlaları teninden süzülüp göğüslerinin arasına ve karnına damladı. O tekrar tekrar ismini ve ilk kez duyduğu aşk sözcüklerini fısıldarken Morrigan onu çok uzaklardan işitiyor gibiydi. Üzerlerine yağan ve tenlerinde oynaşan kıvılcımların bile hayal meyal farkındaydı. * Eamon alnına ve dudaklarına tüy kadar hafif birer öpücük kondurduktan sonra yanına uzandı, kollarını sımsıkı bir şekilde ona dolayarak bedenini kendisine yaslamıştı. Sevgi dolu sözcükleri kulağına fısıldamaya devam ediyor, onu sanki zarar vermekten korktuğu kutsal bir şeymiş gibi özenle kucaklıyordu. Morrigan'ın bilinci günlerin yorgunluğu ve paylaştıkları anın yoğunluğuyla kapanırken duyduğu son sözcükler "Seni seviyorum, prenses." oldu. -------------------------- Gözlerini zorla da olsa yeniden açtığında batmakta olan güneşin kızıl ışınları buruşuk çarşafları ve birbirine sokulmuş çıplak bedenlerini boyuyordu. Birkaç kez gözlerini kırpıştırdıktan sonra netleşen bakışları, Eamon'ın onu izlemekte olan gözlerine değdi. Prens hafifçe bir dirseğinin üzerinde doğrulmuş, bir elini şakağına dayamıştı ve oldukça uyanık duruyordu. "Günaydın, prenses." Saçlarına bir öpücük kondurdu. "Hm, günaydın..." Hafifçe doğrulup gerinerek kaslarını esnetti. Pekala, biraz hassasiyet vardı ancak kesinlikle kötü hissetmiyordu kendini. Esasen oldukça iyiydi ve neredeyse tamamen yenilenmiş gibiydi. "Saat kaç?" "Merak etme, yalnızca birkaç saattir uyuyoruz. Akşam yemeği için birazdan hazırlanmamız gerek ama." Bir yandan da gülümsüyor ve parmaklarını saç buklelerine dolamış oynuyordu. "Sen ne zaman uyandın? Beni neden uyandırmadın ki?" Eamon gülerek yanağını okşadı. "Aslında yaklaşık bir saat oldu ben uyanalı ama sen öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım." Morrigan prensin son bir saattir kendisini izlemekte olduğunu anladığında kanın boynundan yavaş yavaş tırmanmaya başladığını hissetti. Utanmak için sebebi olmadığının farkındaydı ama yine de... "Sıkılmışsındır..." Karman çorman olmuş saçlarını anımsayınca yüzünü buruşturarak saçlarını parmaklarıyla taramaya başladı. Her zamanki gibi asla söz dinlemiyorlardı. "Yo, manzaram çok güzeldi. Hiç de sıkılmadım doğrusu." Prens sırıtarak ayaklandı ve "Hızlıca yıkanıp giyineceğim. Ayılabilmen için sana kahve yaptım prenses, komodinin üzerinde duruyor. Soğutma, olur mu?" dedikten sonra gözden kayboldu. Morrigan bedenine dolanan çarşaflara aldanmadan yatakta yuvarlandı ve komodinin üzerindeki fincanı avuçlarına alarak bağdaş kurdu. Sıcak, hoş kokulu kahveyi yudumlarken uyku mahmurluğundan giderek kurtulduğunu hissediyordu. Zihni berraklaştıkça Eamon'la paylaştıkları anlar gözlerinin önüne gelmeye başlamıştı. Aniden üzerine çöken bir utangaçlıkla başını eğdi ve ellerine baktı. Elinin üzerindeki tılsım bir kez daha değişmişti. Koyu mavi hilalin etrafını kızıl alevler sarmıştı. Morrigan parıldayan alevleri okşayarak gülümsedi. İkisinin birlikteliğinin alameti olan bu işareti sonsuza kadar bedeninde taşıyacağı düşüncesi azımsanmayacak kadar hoşuna gitmişti. Birleşme, yetişkin feylerin yaşamları boyunca paylaşabilecekleri en özel deneyimlerden biri olduğundan iz bırakırdı. Kahvesini bitirdikten sonra çarşafa dolanarak dışarı çıktı. Eamon giyinmiş sayılırdı, üzerinde siyah bir pantolon ve düğmelerini iliklemeye çalıştığı koyu yeşil bir gömlek vardı. Siyah saçlarını kısaltmıştı ve pekâlâ, prens kesinlikle kısa saçla mükemmel görünüyordu. Keskin yüz hatları ve çıkık elmacık kemikleri daha da belirginleşmişti. Morrigan kenardaki havlulardan birini kapıp Eamon'ın kafasına attıktan sonra yanına gelerek düğmelerini iliklemeye koyuldu. Hızla gelen havlu tam yüzünün ortasına çarpmıştı. "Hey!" "Eğer saçlarını kurutmazsan böyle güzel bir gömleği lekeleyerek mahvedeceksin. İşte, oldu." Düğmeleri ilikledikten sonra prensin yakasını düzeltti ve yanağına bir öpücük kondurduktan sonra bir iki adım geri giderek onu izledi. Eamon'ın yakışıklığı ve bu rengin gözlerinin yeşiliyle uyumu bir yana, bir süredir hiç olmadığı kadar huzurlu ve rahat gözüküyordu. Prens parmağını üzerindeki çarşafa takıp onu kendine çektikten sonra dudaklarını dudaklarına bastırdı. Havlu hala saçlarındaydı. "Kahveni bitirmişsin sanırım." Gülerek abartılı bir tavırla dilini dudaklarında gezdirdi. "Hadi, sen de yıkanıp hazırlan da akşam yemeğini kaçırmayalım. Seni bilmem, prenses, ama ben açlıktan ölüyorum." Morrigan'ın midesinden gelen gurultu onun adına cevap vermişti bile. Eamon kıkırdayarak içeri giderken kendisi de üzerindeki çarşaftan kurtularak bedenini okşayan sıcak suyun tadını çıkardı. Kuş yuvasına dönen saçlarını yıkayıp düzgünce taradıktan sonra hızlıca çıkıp bir havluya sarındı. Etrafına bakarken verandanın bir köşesine bırakılmış koyu mavi bir bluz ve krem rengi bir pantolon fark etti. Hızlıca kurulanıp giyindikten sonra Eamon'ın geldiğini gördü. Ancak görüşü aniden yüzüne inen bir havluyla kapandı. O ciyaklayarak bir kez daha karışan saçları ve yüzünü kapatan havluyu aralamaya çalışırken Eamon kıs kıs gülüyordu. "Tamam, tamam... Gel buraya, prenses, saçlarını kurulayayım. Sonra çıkıp diğerlerine katılabiliriz, anlatacağımız uzun bir hikâye var neticede." ------------------------------------- Airen Köyü'nün tam merkezinde köyün en büyük ve gösterişli binalarından biri vardı. Burası onlarca, hatta yüzlerce kişiyi ağırlayabilecek bir Toplanma Salonu'ydu. Tek katlı, devasa taş binanın mermer kolonlarına ve pervazlarına sarılan sarmaşıklar yapıya vahşi bir hava katmıştı. Morrigan kemerli kapıdan içeri girerken bu kadar izole yaşayan bir klan için bu yapının fazla gösterişli kaldığını düşünüyordu. İçerideki devasa, taş masayı ve iç içe geçen ahşap kemerlerden oluşan yüksek tavanı görünce bu fikri daha da güçlendi. Masanın bir ucunda Delwyn ve Nimue, diğer ucundaysa Edric vardı. Morrigan abisinin yanına otururken Eamon da onun karşısına, Riona'nın yanına oturmuştu. Riona'nın yanında oturan ve prensese ara ara alçak sesle, hevesli hevesli bir şeyler anlatan Alvaro'yu görünce sessizce kıkırdadı. Bu ikisi giderek yakınlaşıyorlardı ve bu çok tatlıydı. Birbirlerinin farklılıklarını öyle hoş tamamlıyorlardı ki... Onların hemen yanlarında da Odhran ve Fearghal oturuyordu. Illarion ve Envy de onların karşısındaki sandalyelerde yer bulmuşlardı. Masanın tamamlanışıyla birlikte Delwyn kadehini havaya kaldırdı ve onları selamladı. "Airen Klanı'nın Lideri olarak bir kez daha kendim ve halkım adına size, Zümrüt Diyar'ın gerçek kralına ve dostlarına, hoş geldiniz demek istiyorum. Ziyaretiniz bizi onore etti, majesteleri." Bu sözcükleri söylerken hafifçe başını eğerek saygılarını sunmuştu. Edric de meyve şarabı dolu kadehini kaldırarak bu jeste karşılık verdi. "Böyle bir zamanda bizden esirgemediğiniz misafirperverliğiniz ve güzel sözleriniz için kendim ve dostlarım adına teşekkür ederim, Delwyn. Sana da, Nimue..." Nimue gülümseyip kadeh kaldırmakla yetinmişti. "Ne var ki, majesteleri..." Delwyn kibar bir şekilde tekrar sözü devralırken sarı gözleri kadehindeki şarabın hareketlerinde kaybolmuştu. "...Anlatmanız gerekenleri anlatmanızın vaktidir diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?" Delwyn genç olsa da oldukça zeki bir liderdi. Burada dış dünyadan ve hatta savaştan korunarak yaşayabilirlerdi belki ancak bunun garantisi yoktu ve şu anda herkesin geleceği meçhuldü. Dolayısıyla elbette olabildiğince hızlı bir şekilde öğrenebileceklerini almak isteyecekti. Edric iç çekerek konuşmaya başladığında Nimue ve Delwyn hariç herkes bunun oldukça uzun süreceğinin farkındaydı. Bu yüzden bir yandan düşünceli ve dalgın gözlerle etrafa bakıyor olsalar da yemek tepsileri birer birer boşalmaya ve yeniden doldurulmaya başlamıştı. Yaşadıklarını bir kez daha en baştan dinlerken Morrigan masanın üzerindeki kızarmış etlerin, keçi peynirinin, envai çeşit meyve ve sebzenin hayal meyal farkındaydı. Eamon'ın masanın altından dürtmesiyle içinde bulunduğu ana dönmeyi başardı ve yemeye koyuldu. Edric yolculuklarının kendi bildiği kısımlarını anlatıyordu elbette. Caladwen'den ve Şato'daki ızdırap dolu günlerinden bahsettikten sonra Morrigan'a baktı ve elini tuttu. Buradan sonrasını onun anlatması gerekiyordu. Abisinin anlattıklarını dinlemek yeterince zordu ve onu her seferinde yaralıyordu. Yine de derin bir nefes alıp Solonor Çölleri'ndeki günlerinden ve Şato'ya yolculuklarından bahsederken sanki artık çok uzak günlerden, hatta neredeyse başka birinin anılarından bahsediyor gibiydi. Halbuki yalnızca günler öncesinden bahsediyordu ancak zaman kesinlikle göreceli bir mevhumdu ve duyguların çarkıyla işliyordu. Eryn Köşkü'ndeki günlerinden ve yolculuklarının onları ayırdığı günden bahsettikten sonra masada derin bir sessizlik oluştu. Çatal bıçaklarını bırakıp arkasına yaslanan meraklı figürler karşısında Eamon'a baktı. "Eamon ve ben bugün Nymalin'den döndük, dolayısıyla şimdi anlatacaklarımızı aranızdan hiç kimse bilmiyor." İçini çekerek ekledi. "Gerçi bilmek isteyeceğinizden de şüpheliyim ama..." Nymalin'in kapısına ulaştıkları ve Sehanine'le karşılaştıkları anlardan başlayarak saatler süren yürüyüşünü, o garip ve korkunç yaratıkla karşılaşmasını, Eamon'ın onu kurtarmak için Sehanine'in ve diğer tanrıların kehanetini çiğnemesini, Dük Andohir'in ölümünü, Tanrı Asdum'un gelişiyle anlattıklarını, Tanrı Haleth ve Tanrı Theodas'la konuşmalarını ve nihayet yaptığı seçimi... Anlatacaklarını bitirdiğinde Morrigan sanki yüz ömür yaşamışçasına yorgundu. Diğerlerinin yüzlerindeki endişeli ve hatta korku dolu ifadelere tek tek bakarken bluzunun kolunu sıyırarak karışık renkli helezonlar halinde omzuna doğru tırmanan tılsımını gösterdi. "Doğru olanı yaptığıma inanıyorum ancak yine de heybemde size getirdiğim geleceği düşündükçe..." Hislerini tanımlayacak kelimeyi bulmakta zorlandı. Ona ve Eamon'a dehşet içinde bakan dostlarıyla göz göze geldikçe suçluluk hissi omuzlarında giderek ağırlaşan bir yüke dönüşüyor, taşımaya çalışan omuzlarını ipleriyle kesiyordu. Edric uzanıp elini tuttu ve bir kez daha sıktı. "Sen doğru olanı yaptın, ufaklık. Ancak şimdi üzerine düşünecek çok daha fazla şeyimiz var. Bir an önce plan yapmamız gerekiyor, hem de hiç vakit kaybetmeden." Delwyn düşünceli bir tavırla başını sallayarak "Size katılıyorum, majesteleri. Zor günler daha zor günleri getirirken Zümrüt Diyar'ın üzerindeki kara bulutlar daha da koyulaşacak gibi..." dedi. "Leydi Delwyn, bundan sonra olacaklar için siz ve klanınız Tanrılara danışamaz mısınız? Onların sizi gözettiğini duymuştum. Böylece nereden başlayacağımız konusunda belki bir fikir edinebiliriz." Fearghal sorusunu sorarken bir yandan da kayıtsızca önündeki et yığınını yemeye devam ediyordu. Morrigan kadim komutanın rahatlığının bir maske mi olduğunu yoksa her şeye çok kolay adapte olan karakterinden mi ileri geldiğini anlayamadı. Leydi Delwyn şarabından iri bir yudum alırken düşünceliydi. O düşünmeyi sürdürürken sözü Alvaro devraldı. "Siz bunu değerlendirirken ben de Dük'ten çaldığımız mercan taşıyla ilgili keşfimden bahsetmek istiyorum." Morrigan da dahil herkes bunca hengâme içinde mercan taşını ve Hagas'ın Kitabı'nı unutmuş olacak ki aniden herkes Alvaro'ya döndü. "Mercan taşıyla ilgili Hagas'ın Kitabı'nda çok az bilgi var, hatta yalnızca iki paragraf... Bu paragraflardan birinde taşın etkilerinden bahsedilirken diğerinde bir kullanım kılavuzundan bahsediliyor." "Kullanım kılavuzu mu?" Riona ondan beklenmeyecek bir ilgiyle dinliyordu. Alvaro başını salladı. "Evet, taşın etkilerini nasıl manipüle edebileceğimizi anlatan bir kılavuzun varlığından söz ediliyor. Ancak bu belge maalesef kütüphanede bir yerlere gizlenmiş. Eh, kütüphanenin yerini bilen de olmadığına göre..." "Taş üzerinde çalışmak da bir işe yaramadı o halde?" Edric umutsuzlukla sordu. Alvaro bir kez daha başını sallayarak "Simya, büyünün çok spesifik bir türüdür. Taşların ve madenlerin yapısını değiştirerek çalışır, sen de bunları iyi biliyorsun kuzen. Ancak bu taş daha önce görmediğim bir şekilde büyüden etkilenmiyor, o yüzden üzerinde çalışmak mümkün değil." diye karşılık verdi. "Kahretsin... En azından o taşı kullanabileceğimizi düşünüyordum." Edric sıkıntıyla oflarken haksız da sayılmazdı, hepsi de bu kozu kullanabileceklerini ümit etmişlerdi. Delwyn bir kez daha kadehini kaldırarak masadakilere doğru uzattı ve dikkatleri üzerinde topladı. "Paylaştığınız bilgiler için klanım ve kendim adına teşekkür ediyorum. Öyle hissediyorum ki bu akşam bu masadaki her bir savaşçı, bu diyarın kaderinin önemli bir parçası olacak. Sizin için de uygun olursa hepimiz bu akşamı burada noktalayalım ve öğrendiklerimiz üzerine düşünelim." Leydi Delwyn annesi Nimue'ye döndü. "Yarın için bir ayin düzenleyeceğiz, hazırlıklarla alakadar olur musun anne? Umalım da Tanrılar yanımızda olmaya devam etsinler." Hep birlikte kadeh kaldırarak Delwyn'in dileğine katıldılar. Leydi Delwyn şarabını kafasına dikip masadan kalkıyordu ki, bir şeyi unuttuğunu hatırlamış gibi yeniden onlara doğru döndü. "Ah, neredeyse unutuyordum. Annem bana tedavi sürecinizden bahsetti, majesteleri. Sizi ve prens Alvaro'yu bu gece bekliyor olacağım. Yardımcım sizi almaya gelecek, o zamana dek görüşmek üzere." Bunu dedikten sonra başıyla selam verdi ve peşinde Nimue'yle birlikte kemerli kapıdan çıkıp gitti. "Ne yemekti ama..." Envy irilemiş gözlerle arkasına yaslandı. "Hey, bir şeyi anlatmayı unuttunuz." Alvaro kendisine ve Eamon'a bakıyordu. "Ne gibi?" Merakla sordu. Morrigan bir şeyi atladığını sanmıyordu. "Tanrıça Sehanine, Eamon'ın Nymalin'e girmemesini emretmesine rağmen bu emri çiğnediniz, öyle değil mi? O halde bedel neydi? Ne oldu yani?" Eamon omuz silkerek "Öldüm..." diyince Riona şarabını püskürttü. "Ne?!" "Bu nasıl mümkün olabilir ki?" Illarion faltaşı gibi gözlerle bir ona bir Eamon'a bakıyordu. Morrigan "Doğru söylüyor." diyerek onayladı. Sesi bir fısıltı gibi cılızdı, o anları anımsamak yeniden gözlerinin dolmasına sebep olmuştu. "Orada birkaç dakika için kalbi durmuştu. Ben... Ben onu iyileştirdim ama o zamana kadar onu kaybettiğimi sanmıştım. Dakikalar geçmesine rağmen nefes almıyordu, çok korkunçtu." Edric elini omzuna atarak ona sarıldı. "Ah, ödün patlamış olmalı. Hem de tek başına..." Saçlarına bir öpücük kondurduktan sonra Eamon'a döndü. "Sonradan böylesine ağır bir bedeli olacağını bilmene rağmen bunu umursamadan onun yanına koşuşunu asla unutmayacağım, dostum. Teşekkür ederim..." Eamon büyük bir iştahla önündeki pudingi yemekle meşguldü, önemi yok dercesine kaşığını sallayınca herkes güldü. "Haberlerin bu kadar kötü olmasını ben bile ummuyordum doğrusu." Odhran'ın endişeli sesi masanın havasını ağırlaştırırken salona yeniden sessizlik çöktü. "Bir tanrıyla nasıl baş edilir ki?" Envy'nin sesinde korku vardı. "Eh, sanırım tıpkı kadim kralımız gibi bir kez daha komutanlarımız olarak yanımda savaşmanızı isteyeceğim sizden. Odhran, Fearghal..." "Bu iki yaşlı adamın yapacak daha iyi bir işi de yok zaten, öyle değil mi Odhran?" Odhran ise "Bu işin sonunu görmeden eve dönmek gibi bir niyetim yok." demekle yetindi. Sesi buz gibiydi, gözleri yine uzaklara dalmıştı. Eamon tatlısını bitirmişti. "Endişelenmek veya plan yapmak için yarınki ayini beklemek mantıklı olacaktır. O zamana kadar Asdum'u düşünmemeyi öneriyorum. Biz yol boyunca düşündük, pek bir işe yaramıyor." Riona gözlerini devirdi. "Bu rahatlığın beni her zaman etkilemiştir, ancak bu sefer katılmak zorundayım. Yine de Okyanus Feyleri'nin Adası'na gitmemiz gerekeceği kesin gibi, tabii bunun için bir gemi çalmamız gerektiği de..." "Bununla ilgili planlamayı da yarın yaparız, zaten ayinden sonra burada çok kalmamız da mümkün olmayacak. Zaman artık eskisinden bile daha kıymetli..." Edric bunu söyledikten sonra sandalyesinden kalktı. Onunla birlikte herkes yavaş yavaş ayaklanmaya başlamıştı. Kadehler birer birer havaya kalkarken hepsi de ümitsizce geceyi bir nebze olsun normal sonlandırmaya çalıştıklarının farkındaydılar, ancak hiçbiri bu gerçeği dile getirmedi. "Bu gece bize gösterilen misafirperverliğin tadını çıkaralım, dostlar. Ve umalım ki yarın yepyeni ve daha aydınlık bir gün olsun." ---------------------------------- Herkese tekrardan merhabaa^^ Yine arayı açtık, farkındayım ancak hayat telaşesi peşimi bırakmıyor :') Umuyorum ki sonraki bölümler böyle olmayacak, bunun için daha çok uğraşıyor olacağım. Ama bu ve diğer kısmın uzun olmasının bir nebze telafi edebileceğini düşünüyorum T^T Bu bölüm hiç denemediğim bir yazım türünü ilk kez tecrübe ettim, bu sebepten yorumlarınızı -ve oylarınızı tabii- esirgemezseniz beni çook mutlu edersiniz. Nasıl buldunuz? Yorumlarda ve yarın akşam bölümün devamında buluşmak üzere!
|
0% |