Yeni Üyelik
4.
Bölüm

DÖNÜM NOKTASI

@mervegndgms

Merhaba, uzun bir zaman sonra yeniden birlikteyiz. Hala buraları terk etmeyenler varsa, iyi okumalar!

"Emin misin Envy? Benzetmiş olmayasın? Neticede tüm şelaleler birbirinin aynı sayılır." Edric şaşkın ancak kuşkulu bir ifadeyle Envy'i süzse de genç kızın kararlı ifadesi değişmemişti.

"Kesinlikle eminim, majesteleri. Bu şelale de pek diğerlerine benzemiyor zaten. Bakın..." Gözleri hala elinde tuttuğu resmin üzerinde bir kez gezindikten sonra Envy kâğıdı masanın üzerine, herkesin görebileceği bir noktaya bıraktı. "Kuş yuvalarının olduğu kayalıklara dikkatli bakın, çizim olduğu için anlamak biraz zor ama... Ne görüyorsunuz?"

Morrigan eğilerek bir kez daha, bu kez daha dikkatli bir şekilde resme baktı. Ne var ki huzurlu, insanı içine çeken manzaranın dışında olağandışı hiçbir şey göremiyordu.

Eamon tıpkı onun gibi resmi bir kez daha inceledikten sonra kaşlarını çatarak Envy'e baktı. "Şimdi düşününce, kayalıkların olduğu kısımda bir tuhaflık var sanki. Yer yer taşların üzerini kaplayan o şey ne? Yosuna benziyor ama o kısım şelalenin bir hayli uzağında, o yüzden yosun olamaz."

"Eamon haklı, o garip şey her neyse yosun olmadığı kesin. Parlak, kaygan ve saydam bir şeye benziyor yani çamur veya kuş pisliği de olamaz. Ancak ne olabileceğine dair en ufak bir fikrim de yok." Alvaro çenesini ovuştururken bir yandan da kağıdı yakından incelemeye koyulmuştu. Her biri tahmin yürüterek kendi kendine mırıldanıyordu ancak siyah beyaz bir çizimden o şeyin ne olabileceğini anlamaları zor görünüyordu.

"Haklısınız. O katman yosun değil, çamur ya da kuş pisliği de... İnsan Diyarı'nda, yalnız benim doğduğum kasabada üretilen bir tuzak vardır. Adına Slog derler, koyu kıvamlı ve yapışkan bir balçık gibidir. Havaya, suya rağmen daima yapışkan kalır."

"Kulağa oldukça kullanışlı olabilirmiş gibi geliyor. Siz ne için kullanıyordunuz peki?" Bu bilgi en çok da Alvaro'nun dikkatini çekmişti elbette.

"Tabii, öyledir. Bir bitkinin kökünden elde edilen ucuz, kolaylıkla üretilebilen bir şeydir. Benim geldiğim yerde özellikle fakir aileler kuşların yuvalarının olduğu kayalıklara sürer, gün batarken de gelir ve bu tuzağa yapışan kuşları karınlarını doyurmak için alıp götürürlerdi." Envy'nin gözleri dalgın dalgın kâğıda bakarken dalıp gitmişti. Geçmişin kırık dökük parçalarını anımsamış olacaktı ki gözleri bulutlanmıştı.

"Tybedunn, ha... Bu kesinlikle uzun bir yol demek, öyle değil mi? Nereden baksanız on gün sürer, belki de daha fazla." Illarion'un yüzünde kafası karışık bir ifade vardı.

Esasen Morrigan'ın da kafası karışmıştı. Okyanus Feyleri'nin Adası'na gitmeleri gerekiyordu, değil mi? Ancak tanrılar Tybedunn'a dair bir işaret yolladılarsa, oraya da gitmeleri gerekiyordu.

"Yine mi ayrılacağız o halde?" Bir Eamon'a, bir Edric'e baktı. Sesi tıpkı hissettiği gibi bıkkın ve endişeli çıkmıştı.

"Asdum'un neler yapabileceğini bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, Zümrüt Diyar'ın yeniden güneşli günler görmesi için desteğe ihtiyacımız olduğu. Strateji ve planlama, askerler, para, erzak... Tybedunn nüfus fazlalığı ve konumu itibariyle her halükârda işgal için ilk seçenek olacaktır. Dolayısıyla..." Odhran kollarını göğsünde kavuşturmuştu, yüzündeki huzursuz ifade içinde bulundukları durumun bir yansıması gibiydi.

Ferghal onu onayladı. "Asdum, tanrılar diyarından bu topraklara gelmeyi başarmış olsa da güçlerinin tamamını kullanamaz. O denli güçlü kara büyüler için yüksek bir karanlık enerji gerekir ve bu da şimdilik Zümrüt Diyar'da veya başka bir yerde yok. Bu yüzden işgal için geleneksel yolları izlemek zorunda."

"Kısacası, hala Tybedunn'u ele geçirmek için okyanus üzerinden ilerleyecek bir kuvvete ihtiyacı var ve bizim de ondan önce adaya ulaşmamız gerek. Ancak tanrılar da Tybedunn'a gitmemizi söylüyor." Riona durumu özetlerken Morrigan bir an için kafasında dönen çarkları duyabileceğini sandı. Eh, neticede o bir komutandı ve olaylara daima soğukkanlı ve plancı bir şekilde yaklaşıyor olmsı şaşırtıcı sayılmazdı. "O zaman şimdiki sorunumuz şu: Kim, kiminle nereye gidecek?"

"Zümrüt Diyar'ın taçsız da olsa kralı olarak, benim Okyanus Feyleri'nin Adası'na gitmem şart. Okyanusu iyi bilen birilerine ihtiyacım olduğuna göre, Illarion da benimle gelecektir. Öyle değil mi?" Edric genç askere bakarak gülümsedi.

"Yoldaşınız olmak benim için onurdur, majesteleri. Okyanusu bir balık misali geçmenizi sağlayacağımdan şüpheniz olmasın." Illarion gülümseyerek eğilirken engin sulara yeniden kavuşacak olmanın heyecanı yüzünden rahatlıkla okunabiliyordu.

"Havanın gittikçe kötüleşeceğini düşünürsek, o vahşi fırtınalarda sana da ihtiyacım olacak Riona." Edric prensese bakarak bunu söylerken Riona yalnızca başını eğmekle yetinmişti. Morrigan ister istemez prensesin yüzündeki karmaşanın nedenini merak etti.

"Kara Feyler hakkında Dük'ün söylediklerini anımsarsınız, annem ve benim hakkında da... Dolayısıyla ben, Hagas'ın Kütüphanesi'ne gitmek istiyorum." Morrigan sıkıntıyla iç çekti. Her ne kadar bu, abisinden ayrılarak yeniden yollara düşmek anlamına gelse de elinde değildi. Tanrılar boş yere onları Tybedunn'a yönlendirmiş olamazdı. Hem annesinin ve kendisinin köklerini, kara feylerin sırlı geçmişini de merak ediyordu. Eğer gitmezse, merak geceler boyu ona musallat olmaya devam ederdi.

"Sen nereye, prenses, ben de oraya..." Eamon onu dürterek sırıttı.

Morrigan şaşırmamıştı elbette, ancak prensin onunla olacak olması düşüncesi tüm endişelerini silip süpürmeye yetmişti. Yan yana olacaklarsa geri kalan her şey hallolurdu.

"Mercan Taşı'yla ilgili yardıma ihtiyacınız olabilir, bu yüzden ben de sizinle geleceğim." Alvaro hevesle gülümsedi. "Hem, Hagas'ın Kütüphanesi'ni görme fırsatını kaçırmam da mümkün değil zaten."

Morrigan kıkırdayarak "İnek..." diye fısıldadı. Simyacılar ve onların bu bitmek tükenmek bilmeyen bilgi açlıkları çocuksu ve komikti.

Gerçi Alvaro'nun yüzündeki hevesli ifade Riona'yla göz göze gelişiyle birlikte solarak yerini pek de kendinden emin olmayan, arafta bir şeylere bırakmıştı.

"İzniniz olursa ben de size kılavuzluk etmek isterim, majesteleri." Envy'nin sesi hafifçe titriyordu. "Tybedunn son yıllarda oldukça karmaşık bir yer ve sınırlarda da askerler kol geziyor. Eğer sizin siz olduğunuzu anlarlarsa direkt saraya götürülürsünüz ve niyetiniz sorgulanır. Başınızı ağrıtacak olmaları bir yana, vakit kaybedersiniz."

"Kulağa oldukça mantıklı geliyor." Eamon başıyla onayladı.

Fearghal ters oturduğu sandalyesinde sallanırken bir yandan da Odhran'ı dürtüyordu. "Odhran ve ben de seninle geleceğiz, Edric. Okyanus Feyleri'ni görmeyeli yüzyıllar oluyor ancak hatırladığım kadarıyla biraz şeylerdi..."

"Asabi? Soğuk? Başına buyruk da denilebilir gerçi, ana karadan baya uzaklar neticede. Her halükârda biz eski dostları görmeleri belki faydana olur, evlat." Odhran dengesini kaybeden Fearghal'in sandalyesini kendisine doğru çekip düzeltirken gözlerini devirdi. "Gerçi Fearghal'i pek özlediklerini sanmıyorum. En son gittiğinde liderlerinin kafasına bir hançer fırlatmıştı da..."

Morrigan kendini tutamayarak gülse de içten içe endişelenmekten kendisini alamadı.. Fearghal'i uzun zamandır tanımıyordu ancak gördüğü kadarıyla daima neşeli ve umursamaz bir adamdı. Onu birisinin kafasına hançer fırlatacak kadar sinirlendirmeyi nasıl başardıklarını gerçekten merak ediyordu.

"O inatçı, laftan anlamaz bunak ıskaladığıma dua etmeli. O şapşallarla yeniden görüşmek oldukça eğlenceli olacak, dostum." Fearghal sandalyesinin arka bacakları üzerinde sallanmaya devam ederken ıslık çalarak bir melodi tutturdu.

Edric onların bu haline gülerek "O halde kimin nereye gideceği belli oldu. Geriye sadece ne zaman yola çıkacağımızı belirlemek kalıyor." dedi.

İçini çekip çevresine buğulu bir ifadeyle göz gezdirmesine bakılırsa Edric buradan ayrılmakta pek de hevesli sayılmazdı.

Morrigan onu yargılayamıyordu. Bu küçük, el değmemiş köy hiçbirinin hayatlarının bu dönemine kadar görmedikleri kadar huzurlu bir yerdi. Küçük, kendi halinde bir kar küresinin içindeki insanın yüreğini sımsıcak yapan bir manzara gibi... Tıpkı Edric gibi burada yaşadığı günleri kendisi de asla unutmayacaktı.

Ne var ki hiç istemeseler de bir an önce yola koyulmaları elzemdi. Asdum'un neler yapabileceğini kestirmelerinin hiçbir yolu yoktu.

"Bunu söylemekten nefret ediyorum, özellikle Nymalin'den henüz dönmüşken, ancak bir an önce yola koyulsak iyi olacak. Okyanus kuvvetlerinin Asdum tarafından ele geçirilmesini göze alamayız, üstelik insan diyarının karışmasından önce de kütüphaneyi bulmamız gerek. Hemen yarın yola koyulmamamız için herhangi bir sebep göremiyorum." Bunları söylerken Eamon'ın yüzünde neredeyse hüzünlü bir ifade vardı, Morrigan uzanıp prensin elini tutarak ona gülümsedi.

"Eamon doğru söylüyor. Yalnız benim aklıma takılan başka bir şey var." Kafasını kurcalayan ihtimalin gerçekleşmesi neredeyse imkânsızdı gerçi...

Ancak nihayetinde umut da kimsenin zincir vuramayacağı bir histi, öyle değil mi?

"Ne oldu, ufaklık?" Edric gözlerini kısmış onu inceliyordu. Ne zaman Morrigan'ın zihninden bir hinlik geçtiğine inansa ona böyle sanki içini okumaya çalışıyormuş gibi bakardı.

"Neden Tybedunn'a yalnızca kütüphane için gidiyoruz ki? Madem oraya kadar gideceğiz, kaçak bir şekilde insan topraklarına girmektense önce saraya gidip bir ittifak kurmaya çalışmak daha mantıklı olmaz mı?" Edric de diğerleri de karşı çıkmaya hazırlardı elbette ancak elini kaldırarak onlardan müsaade istedi ve devam etti. "Zaten bizden hoşlanmıyorlar, bir de topraklarında kaçak olarak gezinirken yakalanırsak bu minik ihtimali ebediyen kaybederiz. Ancak olur da anlaşma sağlanırsa..." Onları ikna etmeyi uman bakışlarını birer birer masadaki yüzlerde gezdirdi ancak karşılaştığı bakışlar pek de umut vadetmiyordu. "...sonrasında zaten rahat bir şekilde Hagas'ın Kütüphanesi'ne gidebiliriz, önümüzdeki savaş için edindiğimiz destek de yanımıza kar kalır."

"Morrigan, bu..." Edric'in yargılayıcı bakışlarına rağmen ilk karşı çıkış Eamon'dan gelmişti. Tam da beklediği gibi... Prensin sözünü yarıda keserek elini omzuna koydu.

"Güvenli değil diyeceksin, biliyorum. Ancak kalabalık olacağız, hem kraliyet ailesinden herhangi birine en ufak bir zarar verirlerse olacakları biliyor olacaklar. Envy'i de bizzat ben koruyacağım." Sesi inat ve kararlılık tınılarıyla olduğundan çok daha yaşlı çıkmıştı.

"Tarih derslerini asmaman için Şato'daki herkes o kadar uğraştı ama belli ki sen bir şekilde sıvışmanın yolunu bulmuşsun." Abisi gülerek başını salladı.

"Hayır, dersleri kesinlikle asmadım. Üstelik, abicim, hatırlatmak isterim ki ben senden çok daha iyiydim o derste. En azından hocalarım öyle demişlerdi yani." O, abisininkinin kopyası bir gülüşle karşılık verirken Edric ciddileşen bir ifadeyle onu izlemeye devam ediyordu.

"Şaka bir yana, her ne kadar bu söylediklerin oldukça mantıklı olsa da işe yaramaz tatlım. Bizimle ittifak olmayı asla kabul etmeyeceklerdir, tıpkı yüzyıllar önce de olduğu gibi..." Abisi umutsuzca başını sallarken bir yandan da uzanıp teselli etmek istercesine elini tuttu.

"Bunca yıllık yaşamımda öğrendiğim bir şey varsa, kızım, o da tarihin sürekli aynı olayların tekrarlamasından oluşan kısır ve sıkıcı bir döngü olduğudur. Şu anda olmakta olan her şeyin nihayeti, geçmişin üzerine atılan toprağın altında gizlidir." Odhran'ın da yüzünde aynı abisininki gibi onaylamaz bir ifade vardı.

"Peki ya bu sefer farklı olursa?"

Tüm bakışlar Riona'ya dönerken o, kollarını göğsünde kavuşturmuş bir halde kendisine bakıyordu. Morrigan ona gülümseyince savaşçı prenses ve aynı şekilde karşılık verdi. Ancak masanın üzerindeki resimleri işaret ederken yüzüne bir kez daha her zaman taşıdığı ciddiyet perdesi inmişti.

Giriş kapısından masaya doğru esen hafif bir rüzgâr ıslık çalarken havada uçuşan toz ve toprağı önüne katıp bir hortuma dönüştü ve masanın üzerinde dönmeye başladı. Riona'nın elini indirişiyle birlikte havada dönen toz zerrecikleri dans edercesine masanın üzerine döküldü.

Diğerleri gibi masaya yakından bakmaya karar verdiğinde Morrigan Zümrüt Diyarı ve kıtadaki diğer komşu diyarların şekillerinden oluşan bir harita gördü.

"İnsan Diyarı, Varallhann'la büyük bir sınırı paylaşıyor. Asdum'un yapabileceklerini bilmesek de Dük'ün yarıda bıraktıklarını çok daha kararlı bir şekilde tamamlamak isteyeceğini varsayabiliriz. Topraklarıysa tek başlarına koruyamayacakları kadar geniş. Nüfuslarına gelince..." Riona'nın parmakları toz zerreciklerinin üzerinde şöyle bir dolaştı. Zümrüt Diyarın üzerinde kümelenen toprak, Tybedunn'un üzerinde kümelenenin belki de dörtte biri kadardı. "...bizimkinin birkaç katı kadar olmalı."

"Yani eğer iş birliğine yanaşırlarsa hem biz kurmamız gereken ordu için asker kazanmış olacağız, hem de onlar ekstra koruma..." Morrigan hevesle diğerlerine baktı.

"Ordu mu?" Envy irileşmiş gözlerle kendisine bakıyordu.

"Elbette. Şu anda oradan oraya savrulup bir aleve dönüşecek bir şeylerin ilk kıvılcımlarını çakmaya çalışıyor olsak da bu sonsuza kadar sürmeyecek. Eninde sonunda, sahip olduğumuz ve kaybettiğimiz her şey için savaşacağımız o gün gelecek. O gün gelmeden önce de bulabileceğimiz her yardıma ihtiyacımız var. Fey, insan ya da başka bir cins..." Morrigan'ın sesi oldukça sertti, öyle ki içinde yanan intikam ateşinin ve hiddetinin bir alameti gibiydi.

"Hakkınız var ama... Ya kabul etmezlerse? Tamamen yabancı olduğunuz bir diyarın ortasında ve hiç bilmediğiniz bir sarayın içinde kapana kısılırsınız. Buna izin veremem, kesinlikle olmaz!" Cümlesinin sonuna yaklaşırken sesi bir gürlemeye dönüşen Edric'in kaşları onaylamaz bir şekilde çatılmıştı. Gürültüyle masaya indirdiği ellerinin altındaki yekpare ahşap çatırdadı.

"Envy de bizimle olacak. Onun tüm Tybedunn'u olmasa da en azından başkenti avucunun için gibi bildiğine eminim. Öyle değil mi, Envy?" Umutla genç insan kızına baktı.

Envy cevap vermeden önce huzursuzca kıpırdanıp gözlerini kendi gözlerinden kaçırdı. "Şey, öyle sayılır. Başkenti iyi bilirim ve sizi de dilediğiniz şekilde yönlendirebilirim ancak..."

"Ancak?" Tek kaşını kaldırarak sordu, cevabı beklerken ayağını sabırsızlıkla mermer zemine vuruyordu.

"Ancak ben sıradan yani alt tabakadan biriyim. Dolayısıyla saray hakkında size hiçbir şekilde yardımım dokunmaz." Genç kızın sesindeki mahcubiyet karşısında Morrigan ona uzanarak omzunu sıvazladı.

"Bir yolunu buluruz elbet." Tabii ki bulacaklardı, zira başka pek bir seçenekleri de yoktu.

Eamon bir süre gözlerinin ta derinliklerine baktıktan sonra derin bir nefes aldı ve "Ne olursa olsun bu fikirden vazgeçmeyeceksin öyle değil mi?" diye sordu. Omuzları bariz bir yenilgiyi karşılar gibi hafifçe düşmüştü.

Morrigan kararlı bir şekilde başını salladı.

"Eh, bunu söylemekten nefret ediyorum ama bu durumda daha fazla tartışmanın yararı olmayacak gibi... O halde insan sarayını hala hatırlıyor olduğunu umuyorum, kuzen. Zira kız kardeşimin emirlere rağmen kafasına koyduğunu yapmak gibi kötü bir huyu vardır." Edric'in bakışları ne kadar muzipse sözcükleri de o kadar iğneleyiciydi.

"Madem kararın bu, o zaman bana da prensesin ve diğerlerinin güvenliğini sağlamak düşer. İnsan Sarayı'nı da gayet iyi anımsıyorum, hiç merak etme kuzen. Bizi savunmasız bir halde yabancı bir diyarda bırakmayacağım." Eamon'ın her halinden bunun tam aksi bir kararın alınmasını umduğu belli olsa da kralının kararı üzerine bir şey demezdi elbette.

"Azmini ve çabalama arzunu takdir ediyorum, kızım. Ancak bu sıkıcı dünya üzerinde birbiri ardına oyun taşları gibi devirdiğim yıllar bana kalplerin öyle kolayca değişmediğini gösterdi. Yine de dilerim zamanı geldiğinde bu topraklara heybende bir mucizeyle ayak basarsın." Fearghal'ın ses tonu pek de ümitvar değildi. Yine de gülerek "Bence iddiaya girebiliriz. Muhtemelen ben kazanırım ama olsun." diye ekledi.

Ciddiyetten kırılan kralların, komutanların ve savaşçıların doluştuğu bu konseyde hala şaka yapabilen birilerinin olması bir nebze olsun rahatlatıcıydı doğrusu. Morrigan kadim komutana gülerek karşılık verdi.

"Ben kaybetmeyi sevmem ve emin ol kaybetmeyeceğim. Bu yüzden, sevgili Fearghal, benden sana açık çek... Eğer kaybedersem, dile benden ne dilersen."

"Şey, Morrigan, bu oldukça kötü bir anlaşma. Ona bunu söylememeliydin, güven bana." Riona bunları mırıldanırken Eamon da gülüyordu.

"Pekala... Ben kaybedersem, sana büyümün bir parçasını vereceğim. Sen kaybedersen de senden aynısını isteyeceğim. Yeterince adil bir anlaşma, öyle değil mi?"

"Bu mümkün mü ki?" Morrigan şüpheyle sordu.

"Ah, evet tabii ki. Bir uzvunu koparıp vermeye benzemesi sebebiyle pek tercih edilmiyor yalnızca." Fearghal'in gülümsemesi zehirliydi.

Riona kendi kendine "Söylemiştim..." diye mırıldanarak kafasını salladı.

"Pekala, öyleyse karar verildi diyebiliriz. Yarın yola çıkacağız, bu yüzden bu toplantıyı burada noktalayıp dinlenmeye çekilmek doğru olacaktır." Edric'in sesinde bir parça hüzün vardı. "Kulübelerinizle ve yataklarınızla vedalaşın derim, zira bir daha uzun bir süre konforla yollarımız kesişmeyebilir. Dilerim tanrılar yolumuzu aydınlatsın."

---------------------------

"Bu geceyi geçirmek için çok daha yaratıcı yollar biliyorum, prenses." Eamon köyden ormana uzanan yoldaki gece yürüyüşleri boyunca yaptığı gibi bir kez daha homurdanmaya başlamıştı.

Morrigan gözlerini devirdi. "Bundan hiç şüphem yok. Hadi, şakayı bırak ve etrafına bir bak. Ne görüyorsun?"

"Hmm, dur bakayım..." Prens arkasından yaklaşıp kollarını bedenine doladı. Yüzünü rüzgarda karman çorman olmuş buklelerinin arasına gömmüştü. İçindeki yangınla ısınan nefesi Morrigan'ın tenini yaktı. "Ay ışığı saçlarında öyle güzel parlıyor ki... Bir yıldız kadar görkemli ve nurdan bir nehir gibi akışkan."

Kıkırdayarak bedenini sarmalayan kolları kavrasa da hemen ardından kederle iç çekerek cevap verdi. "Çok hoşsun ancak bundan bahsetmediğimi biliyorsun. Burada orman ve doğa sanki hala bakir. Dinlesene... Yalnızca rüzgarın fısıltısı, küçük yaratıkların sesleri ve yaprakların hışırtısı duyuluyor. Sanki yaşananlar hiç yaşanmamış gibi... Sanki onca acı hatıra hiç var olmamış da Şato'nun civarındaki ormanlarda seninle huzur içinde yürüyormuşuz gibi... Bu tasasızlığı ve özgürlüğü özleyeceğim."

"Dünya alt üst olmasaydı, yollarımız muhtemelen o bahsettiğin ormanların birinde kesişirdi. Hiç düşünmüş müydün bunu?" Düşünmüştü elbette, hem de defalarca. "Böyle bakınca... Haklısın, ben de buradan ayrılmak konusunda pek hevesli değilim." Eamon'ın kolları bedeninden uzaklaşınca Morrigan'ın içi serin havayla ürperdi.

Prens bir an düşündükten sonra elini tutarak onu ormanın derinliklerine doğru çekiştirmeye başladı. Tam ağzını açıp böyle aceleyle nereye gittiklerini soracaktı ki, Eamon ona fırsat vermeden neşeyle sırıtarak aradığı yanıtı ona verdi.

"Gel haydi, sana daha önce hiç görmediğinden emin olduğum bir şey göstereceğim."

Birkaç dakikalık bir koşudan sonra ormanın çok daha derinliklerdeki kısımlarına varmışlardı. Vahşi sarmaşıklar başlarının üzerinden sarkıyordu ve hava da çok daha serindi.

Eamon onu durdurdu ve arkasına geçerek hızlıca gözlerini kapattı.

"Hey!" Prensin parmaklarını yüzünden çekmeye çalışsa da bu nafile bir çabaydı. "Tanrılar aşkına, Eamon, ormanın ortasında bana ne gösterebilirsin ki? Yaprak yığını mı?" Kahkahalarla gülerken bir yandan da prensin onu yönlendirmesine izin veriyor, düşmemeye çalışarak adım adım ilerliyordu. "Bu kadar gizemli olmaya gerek-Ah! Bu da ne?"

Morrigan'ın burnuna nemli toprak veya ot kokuları arasından sıyrılan tatlı ve mayhoş bir koku geliyordu şimdi. Koku o kadar hoştu ki, neredeyse iç bayıltıcı bir güzelliği vardı. Neredeyse dilinde tadını hissedebiliyordu. Kapalı gözlerinin önüne küçükken annesiyle birlikte gittiği o ufacık, şirin mi şirin şeker dükkanı gelmişti.

"Sürprizlerden hoşlanmadığını bilmiyordum, aklımda olacak." Eamon gülerek ellerini yüzünden çekmişti ve büyük bir dikkatle ne tepki vereceğini izliyordu.

"Sürprizleri severim ancak bu çok... Ani ve tuhaf. Çok güzel ama nedir bu?"

Birkaç adım ötelerinde mürdüm rengi gövdesi ve şeker pembesi yapraklarıyla Morrigan'ın hayatında gördüğü en garip ağaç duruyordu. Hala burnunda olan o iç bayıltıcı tatlı koku da bu ağacın gövdesinden geliyordu.

"Bu çok nadir bulunan Melith Ağacı. Ancak yerli halk bu kadim ismi söylemesi zor bulduklarından Şeker Ağacı ya da Şekerleme Ağacı da der."

Morrigan gürültüyle yutkundu. Devasa bir şekerleme... Düşüncesi bile ağzını sulandırmaya yetiyordu.

"Sakın bana yenilebildiğini söyleme."

Eamon büyülenmiş gibi bakakalmış haline güldü. Bir yandan da hançerlerinden birini çıkarıp ağacın kabuğunda yarıklar açmaya başlamıştı.

"Dalga mı geçiyorsun? Bir keresinde kuzeye, Hencapelt'e giden yolun yakınındaki ağacı Edric ve ben bir oturuşta yemiştik. O çetin yolculuklar hakkında o kadar hevesli olabilmemizin tek sebebi o ağaçtı." Gülmeye devam ederken bir yandan da ağacın mor, kalın kabuğunu soyuyordu. Gövdenin iç kısmı göz alıcı, koyu bir pembeydi ve aynı renkte bir sıvıyla çevriliydi.

"Tüm ağacı?" Bir kaşını kaldırarak sordu. Edric yemek yemeyi çok severdi ve Eamon ondan da beterdi ancak yine de...

"Sadece kabukları yeniliyor, merak etme. Bakalım sen de annen kadar sevecek misin?"

"Annem kadar derken?" Şaşkın bakışları üzerine prens bir an için durdu ve bir elini ağacın gövdesine yaslayarak kederle gülümsedi.

"Annen Leydi Lalyn de bu tatlı atıştırmalığı çok severdi. Öyle ki, yolculuklarımdan dönerken eğer yanımda getirmezsem beni şatoya almamakla tehdit ederdi."

Morrigan mor bir silindir haline getirilmiş kabuğa bakarken buruk bir şekilde gülümsedi.

"Ben de onu sürekli diyet yapıyor sanırdım." Anılar birer birer zihnindeki yuvalarından çıkıp kafasının içinde dönerken boğazına düğümlenen hüznü yutup bir ısırık aldı.

Tatlı-ekşi meyveleri ve hoş kokulu çiçekleri aynı anda yemiş gibi bir tadı vardı. Çıtır çıtır lifler ağzında şeker gibi erirken bir ağaç kabuğunun bu kadar lezzetli olmasına hayret ederek başka bir ısırık daha aldı.

Eamon sırıtıyordu. "Tam tahmin ettiğim gibi, keşke-"

Onlara doğru yaklaşan ayak seslerini duyunca cümlesi havada kaldı, başı hızla dal çıtırtılarının onlara doğru geldiği yöne dönmüştü.

Morrigan hızlıca prensin elini tuttu ve o daha ağzını açıp bir şey söyleyemeden biraz ötedeki iri bir çalılığın ardına koşmaya başladı.

Nefes nefese çalılığın dibine çöktüklerinde Eamon garip bir bakışla onu süzüyordu.

"Şey, şuan neden bir meyve çalısının arkasında saklanıyoruz acaba?"

"B-ben..." Bir an kelimeleri bulamadı ve cevap veremeden duraksadı. Düşünerek hareket etmemiş, içgüdülerine teslim olmuştu. "Sanırım kaçmak ve saklanmak artık bir alışkanlık olduğundan bilinçsizce hareket ettim." Sesi kırık dökük, acılı bir fısıltıydı.

Eamon'ın bakışları yumuşamıştı. İri ellerinden biriyle saçlarını okşarken diğeriyle Morrigan'ı göğsüne bastırdı. Teni gömleğinin ardından dahi Morrigan'ın yanağını kavuruyordu. Temiz kokusunda köz ve ormanlar vardı.

Morrigan'ın bakışları çalıların ardından gözetlediği kişiye kaymıştı. Akşamın bu saatinde ormanın bu denli derinliklerinde dolaşan kişi Riona'dan başkası değildi.

"Kız kardeşin her gece yürüyüşe çıkar mı, yoksa o da mı gitmeden önce son bir kez ormanın tadını çıkarıyordur sence?" Duyulmamak için fısıldıyordu.

Eamon ses çıkarmamaya çabalayarak güldü.

"Riona öyle bir kız değildir. Hayatı keyif almaktan ziyade amaçlar doğrultusunda yaşamayı tercih eder. O yüzden muhtemelen rahatsız edilmeden antrenman yapmaya gelmiştir."

Eh, biraz sonra Eamon'ın haklı olduğu ortaya çıkmıştı. Riona'nın üzerinde tıpkı Morrigan'ın Edric'le çalışırken giydikleri gibi bol bir gömlek ve esnek bir pantolon vardı. Silah kemerlerine bağlı olan birçok hançeri beline ve bacağına tutturulmuştu, elindeyse her daim kullandığı kılıcı tutuyordu.

Prenses bir an gözlerini kapattı. Saniyeler sonra çevresindeki hava hareketlenerek değişmeye ve hızla dönmeye başlamıştı. Rüzgar toprağın üzerinde dönerek onu havalandırmaya, yavaş yavaş neredeyse bir insan formu yaratmaya koyulmuştu.

"Çalışmak mükemmelleştirir dedikleri bu olsa gerek, öyle değil mi?"

Eamon başını sallarken gururla bakan gözlerini Riona'dan ayırmamıştı.

"Hala çocukluğundaki gibi çalışıyor, yalnız başına yani. Esasen hayatında bir şeylerin değişmesini pek sevmez bu yüzden hiç şaşırmadım doğrusu." Prensin yüzündeki sırıtış genişlerken Morrigan, aklından geçen ve onu böyle gülümseten anıları istemsizce merak etmişti. Bu iki kardeşin küçük birer çocuk oldukları zamanları görebilmenin düşüncesi bile eğlenceliydi.

Rüzgarla karışmış olan toz ve toprak zerrecikleri kıvrılıyor, Riona'nın kararlılıkla indirdiği kılıcın darbelerinden kaçıyor ve sonra silüetten ibaret onlarca kolla prensese saldırıyorlardı. Öyle hızlı hareket ediyorlardı ki... Morrigan kılıcın ve Riona'nın bedeninin su gibi akışkan ve coşkun hareketlerini büyülenmiş gibi izliyor, zihninin bir yerine not ediyordu.

Bu yüzden Eamon çalının arkasından çıkmaya yeltendiğinde onu kararlı bir şekilde geri çekti ve yeniden yanına, otların üzerine oturttu.

Zaten prens de gözlerini ayırmadan Riona'yı izlediğini gördüğünde çıkmaya yeltenmekten vazgeçti ve uslu bir şekilde oturup izlemeye başladı. Ancak kız kardeşini değil, kendisini izlediğini fark ettiğinde Morrigan elinde olmadan gülümsedi.

Riona ara ara karşısındaki figürlere hırlayarak ve durmaksızın kılıcını savurarak dakikaları tüketirken bir başka çift ayağa ait adımların sesi ona doğru yaklaşmaya başlamıştı.

Morrigan bu adımların kime ait olduğunu biliyordu gerçi, bu yüzden hafifçe kıkırdayarak olduğu yerde saklanmaya devam etti. Eamon'ın tek kaşı kalkmıştı ancak gelen kişinin kim olduğunu o da anlaşmış olacaktı ki ses çıkarmamıştı.

Onca savaşçı, asker, suikastçı ve komutanın arasında adımları eğitilmemiş ve bu kadar pervasız olan tek bir kişi tanıyordu.

Alvaro ağaçların arasından çıkarken Riona kılıcını havaya kaldırarak yıldırım hızıyla ona doğru döndü. Kılıcının ucu, Alvaro'nun yaşam özünün aktığı damara değiyordu.

Morrigan kuzeninin hakkını vermeliydi, yüzünde biraz olsun korku ya da dehşet izi yoktu. Prens ellerini havaya kaldırarak eğlenen bir sesle "Bu gece ölmek için pek de hazır hissetmiyorum, o yüzden boynum yerinde kalırsa minnettar olacağım." derken oldukça rahattı.

"Kimse sana bir savaşçının arkasından sessizce yaklaşman gerekmediğini söylemedi mi, simyacı?" Riona kılıcını indirerek kınına geri sokmuştu bile.

"Aslında eğitimli savaşçıların zaten ayak seslerimi duyacaklarını dolayısıyla da bunun pek de önemli olmayacağını söylemişlerdi." Alvaro omuz silkerken Morrigan gülmemek için dudaklarını ısırıyordu.

Kuzeni her zamanki gibi cüretkardı.

"Bu şekilde savunmasız olmayı dert etmiyor musun peki? Ya da savaşamamayı ve her daim korunmaya muhtaç olmayı?"

Eh, Riona'nın sözcükleri bıçak gibi keskindi ama Alvaro bunu hak etmişti doğrusu.

Bu sefer gülme sırası Eamon'daydı. "Alvaro eğer dikkat etmezse uzuvlarından bazılarını yerinde bulamayabilir. Gerçi kendisini bambaşka bir diyara çöp gibi savrulmuş bulması da söz konusu."

"Şşt, sessiz ol da dinleyelim." Morrigan bu fikre kesinlikle katılmıyordu ancak bunu sesli dile getirmedi.

Alvaro gülmeye başladığında Riona ona şaşkınlıkla bakıyordu.

"Sana savunmasız olduğumu veya savaşamayacağımı düşündüren nedir? Kılıç ya da başka bir silah kullanamamam mı? Eğer yeterince iyi kullanırsan..." Simyacı prens toprağa eğilip bir şeyler aldı. Avuçları arasında bulduğu şeyleri bir araya getirirken parmaklarından taşan büyüsü kuvvetli bir şekilde parıldıyordu.

Alvaro avuçlarında giderek daha güçlü parıldayan o şey her neyse onu tüm gücüyle biraz ötedeki ağaca fırlattı. Ağaç garip, yeşil bir dumanın içinde kaybolmuş ve köküne kadar eriyip yok olmuştu.

"...bilgi en tehlikeli silahtır. Dilediğinde seni koruyabilen bir kalkana da dönüşebilen bir silah."

Bunu söylerken avucundan taşmaya devam eden duman bedeninin etrafında geziniyordu.

Riona meydan okuyan bir gülümsemeyle elini savurdu. Rüzgar yeşil dumanı dağıtırken gülümsemesi de genişlemişti.

"Ne demek istediğini anladım. Ancak yine de sadece büyüye ve simyaya güvenemezsin. Öyle bir an gelir ki, fiziksel olarak savaşmaktan başka şansın kalmaz." Riona kendinden emin bir şekilde kollarını göğsünde kavuşturmuştu.

Bir gök gürültüsünün ardından buzdan bir hançer Alvaro'nun yanağını sıyırarak ardındaki bir ağacın gövdesine saplandı.

Morrigan bir onlara, bir Eamon'ın yüzündeki gururlu ifadeye bakarken gülmemek için tüm iradesini kullanıyordu.

"Beni bu konuda uyaran ilk kişi sen değilsin, Riona. Yine de teşekkür ederim. Belki de haklısındır ama bu zamana kadar bunu düşünmeme hiç gerek olmamıştı, o yüzden..." Morrigan, Alvaro'nun ukala yüzünde ilk kez endişeye dair bir iz görüyordu.

"Öğreten ilk kişi olabilirim, eğer istersen yani." Riona gözlerini kaçırsa da sesi berraktı.

Şaşırma sırası bu sefer Alvaro'daydı. Gerçi Eamon da bir karış açık ağzıyla kız kardeşine bakıyordu.

"Gerçekten mi?" Kuzeninin sesi hevesle yükselse de sonrasında boğazını temizleyerek kendini toparladı. Sarı saçları rüzgarda savrulurken savaşçı prensese beklenmedik bir acıyla bakıyordu. "Ama sen Edric'le gidiyorsun. Bizimse İnsan Diyarı'nda ne kadar kalacağımız bile belli değil. Eamon ve diğerleri okyanus yolculuğu için zamanında size katılabileceğimizi düşünse de bana hiç öyle gelmiyor. İnsanlar her daim bekl-"

Riona, ondan asla beklenmeyecek bir sabırsızlıkla sözünü kesti. Huzursuzlukla kıpırdanırken ağırlığını bir ayağından diğerine vermişti. "Ben de sizinle geleceğim. Yani... Seninle."

Taşıdıkları anlam kendilerinden çok daha büyük olan bu birkaç sözcük, gecenin karanlığında yuvalanmış olan hiçliğe doğru soldu ve sessizlik yeniden hepsini ele geçirdi. Öyle ki, saniyeler dakikalara dönüşürken sanki ehlileşmez rüzgar hariç orman bile donmuştu.

Alvaro'nun gözleri öylesine derin bir şekilde dalmıştı ki, sanki kendi özüne bakıyormuş gibi odaksızdı.

Onu bu donakalma halinden çıkaran Riona'nın öfke ve hayal kırıklığı dolu fısıltısı oldu.

"Neyse, bu gece hiçbir şey söylemedim say. İyi geceler ve iyi yolculuklar, Prens Alvaro."

"Ah..." Üstü kapalı ancak samimi itirafın karşılığının yalnızca sessizlik oluşu Morrigan'ın bile oracıkta kalbinin incinmesine sebep olmuştu. Eamon'ın öfkeyle kısılan gözleri Alvaro'ya onu öldürecekmiş gibi bakıyordu şimdi.

Riona hızla döndü ve kararlı, yere olması gerekenden daha sert basan adımlarla ağaçların arasındaki patikadan köye doğru ilerlemeye başladı. Onun gidişiyle birlikte kükreyen rüzgar da hafiflemeye başlamıştı.

"Bekle..." Alvaro arkasını dönüp Riona'nın elini yakalayarak onun kaçarcasına gidişine engel oldu. Prenses durup ona doğru dönse de hırçın bakışlarını onun üzerine dikti, çenesini kaldırmış söyleyeceklerini söylemesini bekliyordu.

"Bunun için beni döveceksen, bunu bu gece değil ilk antrenmanımızda yap lütfen." Alvaro'nun göğsü giderek hızlanan kesik kesik nefeslerle kalkıp inerken kelimeleri de bölük pörçüktü.

"Ne?" Riona bir kaşını kaldırarak sormuştu, sesi aksiydi ancak Morrigan bu aksiliğin sebebinin öfke değil kırgınlık olduğunu gayet iyi biliyordu.

Alvaro savaşçı prensesin yüzünü avuçlarının arasına alıp dudaklarını sertçe onunkilere bastırdığında genişçe sırıtmaya başladı. Esasen sevinçle ellerini çırpmak istemişti, ancak o zaman yakalanırlardı.

Göz ucuyla dönüp Eamon'a baktığında prensin diken üzerinde olduğunu ve adeta sınırda beklediğini fark etti. Elleri birer yumruk halindeydi ve boynunda atan damar her zamankinden daha belirgindi. Bedeni huzursuzca özgür kalmayı bekleyen büyüsünün etkisiyle alevler olmadan tutuşmuş gibiydi.

"İyi misin?" diye fısıldadı.

Riona, tüm gücüyle Alvaro'yu itip kendisinden uzaklaştırırken yumruğu korkunç bir hız ve güçle prensin yüzüne indi ve tatsız bir çatırtının ormanda yankılanmasına sebep oldu.

"Ah!" Alvaro bir yandan burnunu düzeltirken bir yandan da telaşla haykırıyordu. "Özür dilerim, b-ben... Ah, tanrılar aşkına! Sanırım burnumu kırdın!"

Parlak kırmızı kan püskürürken yüzünü ve yakalarını ıslatıyordu. Kuzeni burun kemiğini yerine oturturken Morrigan gayet iyi bildiği bu acı karşısında yüzünü ekşitti.

Riona şaşkın, ne yapacağını bilemez bir ifadeyle iki kararsız adım attı ve aralarındaki mesafeyi bir kez daha kapattı. Eamon da çalının ardından çıkmak için ayaklanıyordu artık.

Morrigan bir kez daha Eamon'ın elini -kızgın bir demiri tutmak gibiydi, bu yüzden tenini soğutmasını umduğu büyüsünü avucunda toplamıştı- tuttu ve onu sertçe yanına oturttu. Prens karşı çıkacak gibi olsa da gözü bir kez daha kız kardeşine iliştiğinde vazgeçmek zorunda kalmıştı.

Riona bir an öylece bakakaldıktan sonra Alvaro'yu yakasından kavradı ve sertçe çekerek kanla parıldayan dudaklarını kendisininkilerle bir kez daha buluşturdu.

Sert başlayan ve giderek ateşlenen kanlı öpücüğü izlerken Eamon'ın ağzı bir karış açık kalmıştı.

"Sakın bana kız kardeşini kıskandığını ve o yüzden bu halde olduğunu söyleme, Eamon." Sesindeki hoşnutsuzluk rahatlıkla duyulabiliyordu.

"Tanrılar aşkına, Morrigan, o üç yüz yaşını aşmış özgür bir dişi. İstediğiyle istediğini yapmakta özgür, tıpkı benim de olduğum gibi. Ben sadece... Onun incinmesinden korktum. Kalbinin kırılmasından..." Şaşkınlıkla irileşmiş gözleri hala kız kardeşinin ve Alvaro'nun üzerindeydi. "Korunmaya ihtiyacı olmadığını bilsem de engel olamadım işte. Göründüğünden çok daha hassas..."

Neşeyle güldü. "Onu muhtemelen karanlık tanrının nice kötülüğünden ve habis yaratıklarından koruyabilirsin. Ancak sen bile, Eamon Eryn, onu aşktan koruyacak kadar güçlü değilsin."

Eamon bir kolunu beline dolayarak onu kendisine çekti. Diğer eli hırçın buklelerinin arasında oyunbaz bir şekilde gezindikten sonra nazikçe çenesini kavradı.

"Ah, kesinlikle haklısın. Sanki kendimi koruyabildim de..."

Morrigan dirseğini sertçe Eamon'ın karnına geçirince prens, gülme ve inleme arası bir ses çıkardı. Riona ve Alvaro korkuyla yerlerinden sıçramışlardı.

Ah, harika. Bu sefer yakalandıkları kesindi.

"Kim var orada?"

Riona'nın kesik kesik sözcükleri ormanda yankılanırken Morrigan Eamon'ı bu anı mahvettiği için çıplak elleriyle boğmak istiyordu. Oflayarak prensin elini yakaladı ve onu çekiştirmeye başladı. İri çalının arkasından çıkarken ağaçların gölgelerinin arasından ay ışığıyla aydınlanan ufak açıklığa doğru ilerlediler.

Bu sayede ormanın içlerinde yürürken onlara rastlamış gibi yapabilirlerdi.

"Ah, siz de mi son bir kez daha ormanın tadını çıkarmaya karar verdiniz? Yoldayken bunu yapamayacağız malum..." Sesi kesinlikle bunun bir yalan olduğunu ele veriyordu ancak yapabileceği hiçbir şey yoktu.

"Ya, tabii kuzen... İnsan Diyarı'nın doğasının bizimkinden çok farklı olduğunu işitmiştim. Benim ilk yolculuğum olacak, biliyorsunuz. Evimi özlemekten korkuyorum."

Alvaro son cümleyi Riona'nın gözlerine bakarak söylemişti. Ah, ne tatlılar! diye içinden geçirirken Morrigan bu eşleşmeden bir hayli memnundu.

"Haklısın, dostum. Bu arada burnun kanıyor. İyi misin?" Eamon'ın sesinde az önceki öfkeden eser yoktu. Esasen şu anda bir nebze olsun eğleniyor gibi bir hali vardı.

Alvaro burnundaki kanı silerken cevap vermek için ağzını açsa da Riona sözünü kesti.

"Bugünden itibaren Alvaro'ya savaşmayı öğreteceğim. Antrenman yaparken bir kaza oldu sadece, kanın sebebi de bu." Bir yandan da eliyle işaret ettiği gökyüzünde, Alvaro'nun tepesinde ufak bir yağmur bulutu toplamıştı. Damlacıklar ağır ağır Alvaro'nun üzerine yağıp onu kandan arındırırken Riona meydan okuyan garip bir ifadeyle abisine bakıyordu.

Morrigan bu yalan karşısında gülmemek için dilini ısırdı. O kadar sert ısırmıştı ki, kanın bakırımsı ve tuzlu tadı ağzına dağıldı.

"İyi de sen Edric'le gitmeyecek misin? Yani nasıl olacak ki..." Bu sorunun cevabını biliyor olsa da çaktırıp Riona ve Alvaro'yu utandırmayacaktı elbette.

"Hem senin yüzünde neden kan var o halde? Alvaro'nun sana vurduğunu söylemeyeceksin herhalde, değil mi?" Eamon'ın eğlendiğinden artık kesinlikle emindi.

"Y-yok daha neler, ben..." Alvaro üzerine yağan sağanak yağmur ve esen rüzgar yüzünden hafifçe titreyerek telaşla geveledi.

"Tabii ki hayır, seni şapşal. Yüz yıl denese bile başaramazdı zaten." Riona içtenlikle güldü. Bu şekilde güldüğünde çok daha genç ve baş döndürücü gözüküyordu. "Ben ona şeyi... Kafa atmayı öğretiyordum. Uygulamalı olarak... Yanlışlıkla burnunu kırdığımda kan da sıçramış olmalı."

Eamon dayanamayıp bir kahkaha koyvermişti. Morrigan da daha fazla kendini tutamadı ve ona katıldı.

Riona ve Alvaro'nun yüzleri göz alıcı bir kırmızıya dönmüştü.

Gülmeyi bırakıp nefesini toparlayabildiğinde Riona'ya döndü.

"İyi de sen Edric'le gittiğinde ne yapacaksınız? Eğer isterseniz ona ben de öğretebilirim, senin yokluğunda yani."

"Ben de... Tabii burnundan başka yerlerini de kırmamam için uğraşmam gerekir." Eamon sinsice sırıtarak göz kırptı.

Riona elini şöyle bir sallayarak onları geçiştirdi. Bu hareketiyle artık yağmur dökmeyi bırakan minik bulut da dağılıp kaybolmuştu.

"Ben de sizinle gelmeyi planlıyorum, bu yüzden buna gerek olmayacak. Esasen orada bana ihtiyaçları yok zaten, sizin yanınızda olmam daha iyi olacaktır. İnsanlar kesinlikle huysuz okyanus feylerinden daha tehlikeli."

"Peki ya okyanusta ilerlerken bir sorun olursa? Bir fırtına mesela... O zaman sensiz ne yapacaklar?" Eamon kollarını göğsünde birleştirmiş kardeşinin cevabını beklerken yeniden bir komutana dönüşmüştü.

"Onu da düşündüm elbette, sen beni ne sanıyorsun?" Riona çenesini dikleştirerek gözlerini kıstı, küçümsenmenin düşüncesinden bile nefret ediyordu. "Onlara bir büyü kapsülü vereceğim. Bunu gemide taşıdıkları sürece hiçbir hava felaketi onları etkilemeyecek."

"B-bunu yapabildiğini bilmiyordum. Harika!" Alvaro titreyen sesiyle coşkuyla bağırdı ve dallarda uyumakta olan kuşların telaşlı kaçışları bir an için çevrelerini kuşattı.

"Eğer durum buysa, kimsenin bizimle gelmene karşı çıkacağını sanmıyorum." Eamon'ın bu çabuk pes edişi karşısında Morrigan şaşırdığını itiraf etmeliydi. "Ancak yola sabah erkenden çıkacağız, bu yüzden bu geceyi burada noktalasanız iyi olur. Sen uyumayınca çok huysuz oluyorsun ve Alvaro da bir an önce üstünü değiştirmezse hasta olacak."

Eh, prensin hakkı vardı. Alvaro'nun dişlerinin takırdaması resmen ormanda yankılanıyordu.

"Biz de artık dönüyorduk zaten." diyerek onlara gülümsedi ve el salladı. "İyi geceler. Yarın yeni bir gün, yeni bir yolculuk..." Eamon'ın ona uzattığı elini tutarak ikisine de arkasını döndü ve birlikte köye doğru yürümeye başladılar.

Orman, esen rüzgar ve ayakları altında parçalanan ufak dalların çıtırtısı eşliğinde tamamen sessizdi.

"Nispeten uzun bir ömür yaşadığımı ve birçok şeyi gördüğümü sanırdım." Yolu yarılamalarına yakınken Eamon kendi kendine gülerek mırıldandı.

"Neden öyle dedin ki? İki insanın birbirine çekilmeleri hiç görülmedik bir şey mi sanki?" Birbirine kenetlenen ellerini havaya kaldırırken bir yandan da gülüyordu.

Eamon tuttuğu elini dudaklarına yaslayarak özenle öptükten sonra "Hayır, elbette değil. Ama ne bileyim, yani Riona'dan söz ediyoruz."

"Ee?"

"Yüzyıllardır gizli bir üsse kapanmış bir halde ölümcül ve gizli bir birliğin komutasından sorumlu. Onca yıl yüzlerce genç, yakışıklı erkeğin arasındaydı ve birine bile dönüp baktığını görmemiştim. Şimdi onu böyle görmek tuhaf geliyor işte." Eamon bir kez daha güldü.

Morrigan bir kez daha az önceki sahneyi düşündü ve bir hatıranın işgaliyle buruk bir şekilde gülümsedi.

"Annem hep bir dişinin kalbinin gökyüzü gibi olduğunu söylerdi." Derin, titrek bir nefes alarak annesinin sözcüklerini tekrarladı. Her biri daha dün gibi hatırındaydı. "Gündüz güneşi ve bulutları görürsün, gece çöktüğündeyse ayı ve yıldızları... Ancak gök kubbe görünenin ötesinde bilinmezliklerle doludur."

Eamon bir an öylece yüzüne bakakaldıktan sonra elini bırakıp eğilerek onu kucakladı. Kollarını prensin boynuna dolarken bir kez daha güldü.

"Annen muhtemelen haklıdır, ancak benim tek bildiğim..." Eamon bir an için gökyüzüne baktıktan sonra kulağına fısıldadı. "Işıltısıyla ruhumu aydınlatan tek kaynağın sen olduğun."

"Benim gökyüzümde parıldayan tek yıldız da sensin." Dudaklarını Eamon'ınkilere bastırırken prens çoktan kulübelerine doğru ilerlemeye başlamıştı.

Kızıl alevlerle donanan teni onu yakmıyor, bilakis Morrigan'a gecenin kalanı için vaatlerde bulunuyordu.

Yarın yeni bir maceranın ilk ve en zorlu günüydü belki, ancak yola düşene kadar ikisi de bunu düşünmeyeceklerdi.

----------------------------

Doğan gün ayrılıklara gebe olacağından köydeki hareketlilik daha güneşin yükselmesine fırsat kalmadan başlamıştı. Morrigan esneyerek gözlerini açıp doğruldu ve yatağın diğer tarafının boş olduğunu gördü.

Eamon hazırlıklarla ilgilenebilmek için daha önce uyanmış olmalıydı.

Çıplak ayaklarını yataktan sarkıtıp zeminle buluşturduğunda soğuk içini titretti. Prens, o olmadan üşüyeceğini tahmin edip çıkmadan önce şömineyi yakmıştı ancak yine de ürpermesine bakılırsa o gün hava gerçekten çok soğuktu.

Adımlarını sürüyerek tezgaha gitti ve Eamon'ın onun için hazırladığı kahveyi fincana doldururken bir yandan da onlar için koyulmuş olan meyvelerden bir armudu eline alarak komodine doğru ilerledi. Yolculuk için hazırladığı kıyafetlere ve silahlara bakarken iç çekti.

Caladwen'den beri oradan oraya kaçıyor ya da uzun yolculuklar yapıyorlardı ve Morrigan artık kendisini şimdi pencereden bakarken gördüğü, esen sert rüzgarlarla savrulan yapraklar gibi hissetmeye başlamıştı.

Rüzgarlar ve fırtınalar diner mi ya da günü gelince yeniden bir yere konabilir mi diye düşündüğündeyse... Bilemiyordu. Asdum bir tanrıydı ve bu, Morrigan'ı kimseye itiraf edemeyeceği kadar korkutuyordu.

Kahvesini içtikten sonra hızlıca giyinmeye koyuldu. İkinci bir deri gibi gözüken siyah bir pantolon ve korseden oluşan kıyafetinin üzerine koyu gri, tok kumaştan bir pelerin giymişti. Bunlar gösterişsiz giysilerdi, hiçbir ortamda sırıtmazlardı. Ancak haftalarca yolculuk yapsa ve hatta savaşması gerekse dahi ilk günkü gibi gözükecek kadar da sağlamlardı.

Dostane bir anlaşma yapmaya gidiyor olsalar da şu vaziyette ağır bir şekilde silahlanarak yol almalarını kimse yadırgamazdı. Bu yüzden kılıcını kemerine taktı, yayı ve sadağı da sırtındaydı. İkiz hançerlerini de kemerine yerleştirdikten sonra kalan minik bir bıçağı da ayak bileğine iliştirdi ve botlarını giydi.

Komodinin üzerindeki minik aynada kendi bıkkın ve gergin aksine bakarken doğan güneşin ilk ışıkları saçlarında ve yüzünde oynaşmaya başlamıştı bile. Saçlarını gevşek bir şekilde ördükten sonra pencerenin önüne geldi ve diz çöktü.

Her şeyin başladığı o günün sabahı da aynı böyle diz çöküp tanrılara dualar etmişti. Bugün ise yine bir pervazın altında ellerini birleştirmişti, ancak ufak tefek pencere kendi odasına ait değildi ve Morrigan da artık evinden çok uzaklardaydı.

"Beni ve diğer herkesi mahkum ettiğiniz kaderin karşılığı olarak lütfen bizimle olun ve bu diyarın çocuklarına yardım edin." diye fısıldadı. Artık tek dileği buydu.

Tam kalkıyordu ki, vazgeçti ve bir kez daha gökyüzüne doğru seslendi. "Her şeye rağmen bu cehennemin ortasında dostlarımızla yan yana olabildiğimiz için şükürler olsun."

İşte, şimdi her şey tamamdı. Arkasına dönüp hayatının bir bölümüne seyirci olan odaya göz gezdirdi ve buradaki anılarının işaretleriyle sessizce vedalaşırken içi burkuldu. Bir kez daha, ona evi gibi hissettiren bir yeri terk ediyordu.

Ancak tıpkı güneşin dün gece battıktan sonra bu sabah tüm görkemiyle yeniden parıldaması gibi, umut hep vardı ve hiç kaybolmuyordu. Kim bilir, belki bir gün buraya da tekrar dönerlerdi. Bu sefer çok daha mutlu günler geçirmek için...

Sırt çantasını aldı ve kapıyı çekerek köy meydanında toplanmış olan kalabalığa doğru koştu. Korku ve heyecan birbirine karışarak bir kez daha kalbinde filizleniyordu şimdi.

"Erkencisin, değil mi?" Biraz ötede birilerine bir şeyler anlatıp direktifler veren Edric'e seslenerek sırıttı.

"Aslında, ufaklık..." Abisi ona doğru yürürken göz kırptı. Kendisininkilerin aksine Edric'in kıyafetleri oldukça şıktı. Gümüş yaldızlı işlemeleri olan tuniğinin üzerine gri bir kılıç kemeri kuşanmıştı ve siyah, kalın bir pelerin tek omzunu örtecek şekilde özenle bir broşla tutturulmuştu. Gümüş ya da beyaz altın olduğunu tahmin ettiği broşun üzerinde Zümrüt Diyar'ın arması vardı. "...erkenci olan sizsiniz. Bizim gemimiz ayarlandıktan hemen sonra siz çoktan yola koyulmuş olacaksınız. Illarion ve Envy birazdan dönerler."

Yanına geldiğinde Edric onu kolayca tutup kaldırdı ve etrafında çevirerek sırıttı. Ancak kendisinin ayakları yere bastığında abisinin yüzündeki gülümseme de solar gibi olmuştu.

"İyi olacaksın, öyle değil mi? Senin için endişeleniyorum, Morrigan. İnsanları tanımıyorsun, öylesine yozlaşmış ve kötü ve..."

"Şşt..." diye susturdu abisini. "Elbette iyi olacağım, Edric. Tıpkı senin de iyi ve güvende olacağın gibi. Hem Riona ve Eamon da bizimle olacaklar. Envy de insanları ve Tybedunn'u yeterince tanıyor." Bunları söylerken bir yandan yüreğinde filizlenmeye devam eden o ağır hisleri de görmezden gelmeye çalışıyordu.

Edric derin, sıkıntılı bir nefes aldı. "Peki, seninle bunu daha fazla tartışmayacağıma dair kendime söz verdim. Başının çaresine bakabilecek kadar büyüdüğünü bilsem de aklım her zaman sende olacak."

Gözlerini kısarak abisine baktı. "Çünkü senin için hep ufaklık olacağım, değil mi?"

"Kesinlikle, kaçışın yok." Edric gülerek kolunu omzuna attı, bir yandan da onlara doğru yaklaşan ufak kafilelerine el sallıyordu. Eğilerek kulağına fısıldarken onlara bakmaya devam ediyordu.

"Riona'nın sizinle gelişinin Alvaro'yla durmadan birbirlerine bakmalarıyla kesinlike alakası var, değil mi?"

Morrigan kıkırdayarak başını salladı. "Çok şirinler, sen de öyle düşünmüyor musun?"

"Eamon'ın benim durumuma düştüğünü görmek harika." Edric de gülüyordu. "Alvaro ve onu yalnız bırakmamaya bak, olur mu? Yol boyunca nutuk atmasını veya Alvaro'yu sıkıştırıp tehdit etmesini istemeyiz."

Morrigan gözlerini devirdi. "Fazlasıyla korumacı, hatta zorbasınız ancak bize karşı sevecenliğiniz yüzünden kimse ağzını açıp bir şey diyemiyor."

Edric sırıtarak göz kırptı. Diğerleri de nihayet onlara katılmıştı.

"Her şey hazır, zaten fazla bir yük almamak konusunda anlaştık. Geriye yalnızca Envy ve Illarion'u beklemek kalıyor." Eamon gözlerini kısarak batı tarafına bakıyordu. "Hah, işte onlar da geldiler. Harika zamanlama..."

Envy yanında Nimue'yle birlikte onlara katılırken yüzündeki ukala sırıtışa bakılırsa işler yolunda gitmiş gibi görünüyordu.

"Bir sorun çıkmadı, değil mi?" Riona'nın bakışları yine de şüpheciydi.

"Ah, kesinlikle hayır. Güzel bir kalyon ele geçirdik, mürettebatın sayısı da fazla olmadığından kolayca hallettik. Gemiyi yolculuk için hazırlayacak vaktimiz bile oldu. Illarion şu anda sizi orada, dümenin başında bekliyor."

"O halde ayrılık zamanı geldi sanırım, değil mi?" Delwyn'in berrak sesi alanda yankılanırken etraflarındaki kalabalık da iki yana ayrılarak ona yol veriyordu.

Leydi'nin üzerinde her zamanki renkli kıyafetlerinin aksine siyah, sade bir elbise vardı. Bu haliyle sanki onların gidişinin yasını tutuyormuş gibi görünüyordu.

"Öyle de diyebiliriz galiba, leydim." Edric'in isteksizliği -hepsinin paylaştığı isteksizliğin bir yansıması gibiydi- sesinden de yüzünden de rahatlıkla anlaşılabiliyordu.

"Okyanus köyümüze yakın olduğundan yolculuğunuz çok zahmetli olmayacaktır, Edric. Ancak Tybedunn uzak, hem de çok... Siz nasıl gitmeyi düşünüyorsunuz, prenses?"

Delwyn'in bu soruyu kendisine sorduğunu anlaması için birkaç saniye geçmesi gerekmişti. Morrigan gözlerini kırpıştırarak etrafına baktı.

"Sanırım sorunuzun cevabı, biraz ötedeki eyer koşulmuş atlar leydim."

Delwyn başını salladı. "Ah, kesinlikle değil. Ben sizin planınızı soruyorum, prenses. Siz nasıl gitmek istersiniz?"

Morrigan duraksadı. Delwyn'in geleceğe dair kehanetleri olduğunu hepsi biliyordu, ancak sözcüklerindeki imaya bakılırsa düşünceleri de okuyabiliyor gibiydi. Ya da tanrılar bunu onun için yapıyorlardı.

Şifacı Leydi'nin gülümsemesi daha da genişleyince haklı olabileceğini anlamıştı.

"Aslında..." Eamon'a ve diğerlerine baktı. "...neden atlarla zaman kaybedelim ki? Hem böyle bir zamanda atlı bir fey grubunun oradan oraya koşturması boş yere dikkat çekip karşımıza Myrlerin çıkmasını kolaylaştıracak. Bunun yerine, şey, ben..."

"Başarabileceğini gerçekten düşünüyor musun?" Eamon sanki aynı fikir daha önce aklına gelmiş gibi garip bir bakışla onu süzüyordu. Başarabileceğini düşünse de bunu ondan duyup emin olmadan dile getirmek istememişti, çünkü aksi takdirde bunun onun üzerinde baskı yaratacağını gayet iyi biliyordu.

Kalbi aşkla ve derin bir tutkuyla dolarken çenesini dikleştirerek prense gülümsedi.

"Kesinlikle, evet."

"Pekala, umarım aramızda uçmaktan korkan yoktur." Eamon mırıldanırken bir yandan da sinsi bir sırıtışla Alvaro'ya bakıyordu.

"Eğer sen eminsen, başarabileceğinden ben de eminim ufaklık. Yalnızca rüzgar kuvvetlendiğinde kanatlarının daima senin kontrolün altında olduğunu unutma, tamam mı?" Edric göz kırptı.

Delwyn ellerini gökyüzüne doğru uzattı, parıldayan avuçlarından taşan sular birbirlerine dolanarak bir hortuma dönüştü. Devasa hortum göğe yükselip şeffaf bir kalkana ulaşıp onda bir gedik açarken damlacıklar her birinin saçlarına sıçramıştı. "Köyümüzü koruyan büyü kalkanını sizin rahatça yükselip gidebilmeniz için esneteceğim. Ancak kısa sürecektir, bu yüzden elinizi çabuk tutmalısınız."

Morrigan başını salladı ve telaşla abisine dönerek kendisini onun hazırda bekleyen kollarına bıraktı.

"Bana -aslında hepimize- bir iyilik yap ve oralarda da pislik gibi davranıp insanları kendinden uzaklaştırma, olur mu?" Edric'in kahkahası göğsünde titrerken kollarını abisine daha sıkı dolayarak fısıldadı. "Seni özleyeceğim, abi. Ta ki bir sonraki görüşmemize kadar..."

"Adada seni bekleyeceğim, ufaklık. Oraların bir hayli güzel olduğunu işitmiştim, seveceğine eminim. O zamana kadar, ben de seni özleyeceğim." Edric onu kendisinden uzaklaştırarak omuzlarından kavradı. "Şansını dene, ancak fazla ümitlenme tamam mı? Bir terslik sezdiğin an derhal o yeri terk etmelisin, ne pahasına olursa olsun."

Morrigan başını sallayarak gürültüyle burnunu çekti. Bu kısa süreli bir ayrılıktı ve ağlamamaya kesinlikle kararlıydı, hem duygusal vedalaşmalara vakitleri de yoktu zaten. Bu yüzden diğerlerinin gözlerinin içine bakarak yumruğunu kalbinin üzerine koydu ve başını eğerken "Yazgı bizleri yeniden bir araya getirene dek..." diye mırıldandı.

Kadim komutanlar ve Illarion da selamına aynı şekilde karşılık verirlerken Delwyn herkesi şaşırttı ve yanına gelip tüm içtenliğiyle ona sarıldı.

"Sakın kendinden ve gücünden korkma, tamam mı? Adalet, tecelli ederken merhametli olamaz. O ancak dehşet verici bir şekilde görkemli olur."

Morrigan bu sözcüklerin ardındaki anlamı kavrayamasa da günü geldiğinde ona hak vereceğinden hiç şüphesi yoktu.

"Bana hayatımın en mutlu anlarından bazılarını yadigar bırakan bu misafirlik için teşekkürler, Delwyn. Dilerim yürüdüğüm yol beni bir kez daha buraya getirir." Kimsenin duymaması için alçalttığı sesi neredeyse bir nefesten ibaretti.

Büyülü kubbedeki devasa gediği açık tutmaya çalışırken hafifçe titreyen leydiye bakılırsa artık gitme vaktiydi. Morrigan derin bir nefes alarak gözlerini kapattı.

Ruhunun derinliklerinde sakladığı ve kendi özünü yansıtan o aynada aksine bakarken çevredekilerin "Açılın, geri çekilin!" uyarılarını zar zor işitiyordu.

Morrigan artık büyüsünü de, o büyüye itaat etmek için yalnızca zihninden dökülecek bir komutu bekleyen bedenini de çok daha iyi tanıyordu. Bu yüzden göğsü giderek sıklaşan nefeslerle inip kalkarken ve bedeni beyaz, göz alıcı bir pırıltıyla dolup taşarak soğurken bu sefer paniklemedi. Bilakis, o sonsuz gücü ve değişimi içtenlikle kucakladı.

Aynadaki aksi vahşi, devasa bir yaratığa dönüşürken hissettiği katıksız gücün karşı konulamaz tadını neredeyse dilinde hissedebiliyordu. Pençelerini toprağa geçirip muzaffer bir edayla kükrerken pullarla kaplanan bedeni giderek büyüdü, büyüdü...

Kalabalıktan yükselen hayret nidaları ve kendi şaşkınlığı arasında bedenindeki değişimden kaynaklanan acıyı görmezden gelmek biraz daha kolaydı.

Nihayet o kalabalığı oluşturan dişi ve erkekler çocukken oynadığı bebekler kadar küçük kaldığında kanatlarını gerip çırparak esnetti. Uçmaya, fırtınalı semada süzülmeye sandığından çok daha fazla hazırdı.

Kuyruğunu sabırsızca yere vurarak diğerlerinin de hareketlenmelerini bekledi.

"Sanırım bu, beni her seferinde şaşırtıp sana hayran bırakacak." Eamon iri, sıcak avcunu derisini kaplayan pulların üzerinde gezdirirken devasa cüssesine dindar bir insanın tanrısını gözleri önünde gördüğündeki hali gibi izliyordu onu.

"Eh, al benden de o kadar kuzen." Edric de geniş bir gülümsemeyle onu izliyordu şimdi.

Fearghal ve Odhran o kadim zamanlarda doğmalarından sebep görmüş geçirmişlikleri sayesinde yalnızca saygı dolu bakışlarla izlemekle yetinmişlerdi. Riona'ysa daha çok hızını ve kapasitelerini ölçüp tartıyormuşçasına hesapçı bir bakışla onu süzüyordu.

Alvaro, Envy ve Illarion hareket edemeyecek ya da bir şey söyleyemeyecek kadar hayrete düşmüşlerdi. Yüzlerinde şaşkınlık ve ürperme arası bir ifade olmasına neredeyse alınabilirdi.

Bu yüzden Eamon sabırsız bir tavırla "Hadi artık, daha fazla oyalanırsak bu görev başlamadan bitecek!" diye homurdanıp üçünü de ona doğru ittiğinde bir hayli memnun olmuştu.

Eh, en azından aralarında yüksekten korkan yoktu. Envy ve hatta Alvaro bile ses çıkarmadan kuyruğuna ve oradan da sırtına doğru tırmanmışlardı.

En son Eamon da yerini aldığında her şey tamamdı. Morrigan bir süredir dört yetişkin feyin ağırlığının nasıl hissettireceğini düşünmüştü ancak bu, belli ki tamamiyle yersiz bir düşünceydi. Esasen varlıklarını bile hissetmiyordu.

Riona sıkıca tutunarak yerleştiği yerinde doğrularak Edric'e iri, cam bir küre fırlattı.

"Bu da ne?" Abisi elbette küreyi kolaylıkla ve yere düşüp kırılmadan yakalamıştı.

"O yanınızda olduğu sürece gökyüzünden gelen hiçbir felaket size veya geminize dokunmayacak. Ayrıca yelkenlerinizi de her daim rüzgarla şişirecek, bu yüzden o büyü küresine özenle baksanız iyi edersiniz." Riona'nın sesi her zamanki ukalalığının tonlarını taşıyordu.

Delwyn sıktığı dişlerinin arasından "Kapanmak üzere, haydi!" diye tısladığında Morrigan devasa kanatlarını dikkatle –kimseyi kilometrelerce öteye uçurup bir yerlere çarpmak ve kemiklerini kırmak istemiyordu- çırpmaya başladı.

Yeryüzü giderek ayaklarının altından çekilirken pençeleri artık toprağa değil, bulutlara dokunuyordu. Envy'nin heyecanla el çırptığını, Riona'nınsa "Ah, tanrılar..." diye garip bir tonda -neredeyse kederle- mırıldandığını işitti.

Onlara el sallayan dostları büyük bir hızla arkalarında kalırken artık yalnızca koyu renkli bulutlar, bir kamçı gibi üzerlerine inen rüzgar ve ruhuna coşkulu şarkılar söyleten uçsuz bucaksız bir özgürlük vardı.

Ne var ki bu özgürlük hissinin çok kısa bir süre kalplerinde misafir olacağı gerçeğini unutmak mümkün değildi.

Özgürlükten ve güzel olan her türlü histen fersah fersah uzaktaki bir diyara kanat çırpmakta olduğunu anımsadığında Morrigan'ın göğsü isyankar bir kükremeyle doldu.

Özgürlük ve iyilik haftalar önce tüm bu toprakları çoktan terk etmişti.

-----------------------------------

Herkese tekrardan merhaba, nasılsınız? Uzun bir süredir buralarda olmadığımın farkındayım, bunun için özür diliyorum. Ancak sebeplerim oldukça geçerliydi...

Öncelikle çalışmaya başladım ve tempom maalesef çok yoğun. Gerçi bu bir sorun olmazdı ve devam edebilirdik, tabii eğer bu süreçte anneannemin hastalık süreci olmasaydı ve onu kaybetmeseydik. Hastane işleri, il dışında cenaze ve bir süre dedemle kalmak durumunda olmamız sonrasında anneme destek olmak istemem falan derken benim için zor ve ilham verici olmayan bir süreçti maalesef. Eh, bir işi de iyi yapamayacaksam ara vermeyi daha uygun buldum.

Ancak artık iyi hissediyorum ve yeniden sahalara dönmeye karar verdim. Artık daha sık görüşüyor olacağız, dilerim sizlerden buralarda kalanlar olmuştur bu süreçte. Hepinizi çok seviyorum, okuyan herkese şimdiden çok teşekkür ederim. Lütfen yorumlarınızı ve oylarınızı esirgemeyin, olur mu?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere! <3

 

Loading...
0%