Yeni Üyelik
5.
Bölüm

KORSAN

@mervegndgms

Müzik: Sam Tinnesz feat. Zayde Wolf-Man or a Monster

Görsel: Brandon (Çizim bana aittir, AI generated)

Herkese selam, iyi okumalarr ^^

Rüzgar giderek şiddetlenirken Edric son bir kez bu küçük, şirin köye göz gezdirdi. Köyü çevreleyen tepelerle ormanlar, yakınlardaki bir kaynaktan gelen suyun tatlı kokusu ve nice bitkiyle çiçeğin iç içe geçmiş bayıcı kokuları...

Bu bakir, saklı yere ve getirdiği kısa süreli ancak tazeleyici huzura ne de çok alışmıştı... Geçirdikleri tasasız günler birer serap gibi kaybolmuşlardı bile, önlerinde yeniden acımasız gerçeklerin yakıcılığı vardı.

"Binyıllardır bu köy, bu vadinin eteklerinde ve zirvelerinde kök salmıştır Edric. Geldiğinde burada olduğu gibi, döndüğünde de seni karşılamak için burada olacak." Delwyn'in sesiyle daldığı düşüncelerin derinliklerinden sıyrıldı ve ona doğru döndü.

Edric sahip olduğu her şeyi bu savaş için ortaya koymuştu ve zaferle geri dönmekten başka şansı yoktu. Her ne kadar bu sözlerin doğru olduğuna inanmak istese de bir kral ve komutan olarak olasılıkların da farkındaydı.

Yine de sözcükler Delwyn'in gülümseyen dudaklarından dökülürken gerçekleşmeye daha bir yakın gibi gelmişlerdi. Gülümseyerek Şifacı Leydi'ye döndü.

"Böyle huzurlu bir yeri ancak katıksız bir zafer onurlandırabilir nihayetinde, öyle değil mi? Elimden geleni yapacağım, hepimiz yapacağız. Ta ki güneş bir kez daha bu toprakların üzerinde ışıldayana dek..." Günlerdir kasvetli grilere bürünen gökyüzüne bakarken çenesi kasıldı.

"Tanrılar yanınızda olsun o halde... İşte, bu senin için." Delwyn avucuna altın bir madalyon bırakırken narin parmakları, kılıç tutmaktan nasır bağlamış parmaklarının üzerine kapandı.

Eli kendisininkine tutunur halde, geri çekilmeden oyalandığı birkaç saniyede Delwyn gözlerinin ta derinliklerine baktı. Sarı, çekik gözler sanki katman katman Edric'in ruhunu soyuyor, onu var eden özüne dokunuyordu.

Madalyon'un dışı özenle kazınmış, bir deniz kabuğuna benzetilmişti. Edric madalyonu açtığında parlak su dolu bir kristal ve diğer kapağa kazınmış bir yazıyla karşılaştı.

"Zor zamanlarda içini bir nebze ferahlatması için, kutsal gölümüzden bir lütuf..." Delwyn'in parmağının hafif bir hareketiyle kristal ışıldadı ve damlacıklar buz mavisi kristalin iç yüzeylerine çarptı.

"Ne yazıyor peki?" Edric'in parmakları kristalin üzerinde gezinirken su bir kez daha neşeyle kıpırdandı.

Delwyn yalnızca gülümsemekle yetindi ve "Artık gitme zamanı." diyerek diğerlerine döndü.

Genç feyler Morrigan ve diğerlerinin binmedikleri atları onlar için getirmişlerdi bile.

Edric çevik bir hareketle onun için getirilen beyaz kısrağın üzerine zıplamadan önce durdu ve Delwyn'e baktı. Onları izlemekte olan köylülerin, bilgiç bir gülümsemeyle uzaklara dalmış olan Nimue'nin ya da Fearghal'in Odhran'a dönüp fısıldadıklarının hayal meyal farkındaydı.

"Baba yadigarı kılıcım dışında, sahip olduğum tek şey bu." diyerek parmağındaki yüzüğü çıkardı.

Üzerindeki tek süs olan irice bir safir dışında basit, gümüş bir yüzüktü bu. Koyu mavi taş, Delwyn'in buklelerini andırıyordu. Babası bu yüzüğü eşleşme törenlerinin yapıldığı gün takması için annesine bizzat yapmıştı.

Delwyn bu hediyenin değerini anlarken gözleri yumuşadı, bakışları ısındı. Yüzüğü boynundaki bir ipe geçirirken "Sen dönene kadar senin için saklayacağım o halde." diye fısıldadı. Hafifçe irileşmiş sarı gözlerini kaçırırken yeni kolyesine dokundu.

İşte, vedalaşmaları bu kadardı. Edric diğerleri gibi eyerin üzerine çıktı ve sırtını dikleştirerek kalabalığa bakarak gülümsedi. Binicilerine kavuşan atların kişnemeleri arasında Delwyn ve Nimue aynı anda "Tanrılar yolunuzu açsın ve doğruluk yolunuzu aydınlatsın." dediler. Çevrelerini dolduran kalabalıktan onaylar ve iyi dilekler yükselmişti.

Odhran'ın ve diğerlerinin önüne geçerek atını şahlandırdı. Feaghal'in sarmaşıkları, devasa bir sarmal halinde yükselirken atları için köyün kapısına dek uzanan devasa bir koşu yolu oluşturuyordu.

Sarmaşık köprüleri üzerinde koşarken arkalarından yükselen sesler her birinin kulaklarında uğuldasa da giderek geride kalıyorlardı.

Edric bir kez olsun ardına bakmadı, eğer bakarsa sonsuza kadar burada kalmak isteyeceğini biliyordu. Ancak dönüp bakmasa bile bir çift sarı gözün onu izlediğini biliyordu.

Gideceği yolların onu, üzerinde bir kanca misali takılı kalan bu bakışlarla bir kez daha buluşturmasını umuyordu.

---------------------

"Ah, hadi ama! Sakın bana yüksekten korktuğunu söyleme." Vahşi rüzgarın sesi Eamon'ınkini boğsa da prensin küçümseyen tonu hala anlaşılırdı.

"Kapa çeneni, sersem. Yoksa seni aşağı atarım." Riona öğürmeleri arasından güçlükle konuşmuştu.

Morrigan istemsizce güldü, sesi bir gök gürültüsü misali çıkmıştı.

"Bunun olabileceği aklıma gelmişti, bir saniye..." Hışırtılı seslerden anladığı kadarıyla Alvaro bir şeyler aramaya koyulmuştu, yolculuk için ağzına kadar çeşitli malzeme ve taşlarla doldurduğu çantasının içine bakıyor olmalıydı.

Yol çıkmalarının üzerinden birkaç saat geçmişti ve havanın onlara yardımcı olmaya hiç niyeti yoktu. Çılgınca esen rüzgar onları bir çekicin ardı ardına inen darbeleri misali dövüyordu. Ara ara çiseleyen yağmursa iliklerine kadar ulaşan bir soğuğu getirmişti.

Gerçi bu formdayken o bunu pek hissetmiyordu. Bu bedenin her bir zerresi uçmak ve savaşmak için tasarlanmıştı. Diğerleri için zorluk çıkaran rüzgar onun sert pullarını aşamıyor, fazladan kapaklarla korunan gözlerini yaşartamıyordu.

Esasen içinden tüm gücüyle kanat çırpıp delice bir hızla gök kubbeyi keşfe çıkmak ve bu inanılmaz formun sınırlarını zorlamak geliyordu ancak bu mümkün değildi. En azından şu an, sırtında dostları varken...

"İşte, şunu içmeyi dene. Birkaç saniye içinde iyi hissedeceksin, söz veriyorum." Alvaro yüksekten veya hızdan etkilenmezdi elbette, uçmak onun işiydi. Böyle durumlara hazırlıklı olmaksa tam da onun gibi garantici birinden beklenecek şeydi.

"N-ne bu? Tuhaf kokuyor." Riona'nın sesi zayıftı.

"Fearghal'in çantalarımıza koyduğu otlardan bazılarını karıştırdım ve etkilerinin uzun sürmesi için ufak bir hile yaptım. Doğru büyüyle eklenen biraz kil bu tarz ilaçların etki süresini arttırıyor, yani kokusuna katlanabilirsen yol boyu rahat edeceksin."

Iy... İç geçirerek homurdanmasına engel olamamıştı. Ayın bazı günlerinde Alvaro o iğrenç ilaçtan kendisi için de hazırlardı. Eh, tadı ve kokusu kesinlikle berbat olsa da etkisi inanılmazdı.

Alvaro homurtusunun üzerine sesli bir şekilde güldü.

"Evet, sen de sevmezdin ama prenses yol boyu bu şekilde devam ederse güçten düşer. O yüzden içmek zorunda."

"Seni temin ederim onun için sorun olmaz, çok daha kötülerini içtiği günler olmuştu." Konu Riona olduğunda Eamon tam bir uyuz abiye dönüşüyordu. Edric'in mi yoksa onun mu daha gıcık olduğuna karar vermek zordu. "Odhran'ın ona içirdiği zehirler kadar kötü olamaz. Tanrım, öyle kötüydü ki üçüncü günden sonra onu banyoya kilitlemiştik. Hatırlıyor musun, Riona?" Eamon kıkırdadı.

Yutkunma sesleri arasında Riona'nın bıkkın bir sesle "Ya, maalesef..." dediğini işitti.

"Zehir mi? Bu pek de yaygın olmayan tehlikeli bir suikastçı eğitimidir. Ama siz, yani..." Envy 'nin şaşkınlığı çok net bir şekilde duyulabiliyordu.

"Kraliyetten miyiz?" Eamon güldü. "Mantıklı düşünürsen, bu eğitimin bizim için daha gerekli olduğunu görebilirsin. Her ihtimale karşı, özellikle de olası diplomatik ilişkiler ve ziyaretler için... Alvaro ve Morrigan da aynı eğitimden geçtiler, öyle değil mi?"

"Evet, maalesef. Hoş bir tecrübe değildi. Bir seferinde o kadar kendisini kaybetti ki, Edric'in Morrigan'ı bağlaması gerekmişti hatta..." Alvaro'nun kıkırtısına karşın bir kez daha homurdandı.

"Neyse, şimdiden daha iyi görünüyor. Bu arada, bu okyanus ve yosun kokusu senden mi geliyor Envy? Suya falan mı düştün yoksa?" Eamon'ın havayı kokladığını işitebiliyordu.

"Koku üzerime sinmiş olmalı ancak hayır, öyle acemilikler yapmam ben." Envy'nin prensin bu dediklerine alındığı barizdi. "Aslında gemi bir grup insana aitti ancak sanırım henüz olanlardan haberleri olmadığından olacak, ticaret sonrası para harcamak istemişler ve bir taverna aramaya çıkmışlar. O yüzden rahatça içeri girdik."

Elbette, dışarıdan geldikleri için henüz olup bitenden haberdar olamazlardı.

"Gemide sadece erzak deposunda uyuklayan garip bir adam vardı. O da birkaç garip soru sorduktan sonra çıkıp gitti zaten." Illarion'un sesi gayet rahattı, ne var ki Morrigan duydukları karşısında bir hayli gerilmişti.

"Bir dakika, bir dakika..." Riona'nın sesi biraz öncekine göre çok daha iyi ve zinde çıkıyordu. "Nasıl biriydi? Size ne sordu ve siz ne cevap verdiniz?"

"Genç bir insandı, benden en fazla birkaç yaş büyük bir erkek sanırım." Morrigan, Envy'nin 16 yaşında olduğunu anımsıyordu. Bunu göz önünde bulundurduğunda en fazla kendisiyle yaşıt bir insan erkeği olmalıydı. Genç arkadaşı kaldığı yerden devam ederken pürdikkat dinliyordu, meraklanmıştı. "İnsan Diyarı'ndan yeni gelen evsizler bazen limana demir atan gemilere sızıp birkaç gün kalırlar, bazen de gemiden ayrılmadan bir şeyler çalıp bunu sermaye yaparlar. Muhtemelen onlardan biridir ama kıyafetleri fazlasıyla temiz ve düzgündü."

"Ne sordu size peki?" Eamon'ın sesi sabırsızdı, gerginliğini hissedebiliyordu.

"Şey, gemiyi ne için çaldığımızı sordu. Bir de bir maceraya çıkıp çıkmadığımızı... Söylediğine göre insanlar ölüm kadar sıkıcı olduğu için gemiye kaçak olarak binip buralara gelmiş, bu yüzden de çalmamız umurunda değilmiş."

"Sizi takip edip etmediğine dikkat ettiniz mi?" Alvaro bunu sorarken şüphelendiği aşikardı.

"Ah hayır, dikkat etmediler."

Boğuk, yabancı erkek sesini duyduğunda Morrigan öfkeli bir çığlık atarak inişe geçti. Son hızda yeryüzüne doğru yaklaşırken uçuşun başlarında Eamon'ın diğerlerine birer halatla Morrigan'ın sırtındaki iri pul ve dikenlere kendilerini bağlamalarını öğütlediğine şükretti.

Sınıra yakın olmalılardı, yağmurun yerini bıraktığı uçuşan kar taneleri çevresinde dönerken yer yer karla kaplı olan geniş araziye doğru hızla alçalıyordu. Kulaklarında Eamon'ın ve Riona'nın küfürleri vardı ancak sesleri çok uzaklardan geliyor gibiydi.

Pençeleri toprağa değer değmez derin bir nefes vererek bir kez daha bedenindeki değişimi kucakladı. Bedeni giderek küçülüp yeniden bir fey formunu alırken sırtından toprak zemine bir erkek bedeni düştü, diğerleri sağ salim toprağın üzerine konmayı başarmışlardı.

Bu genç, yabancı insandan duyduğu ilk şey galiz, acı dolu bir küfür olmuştu. O yeniden insana dönüşürken Eamon toprağın üzerine ayak basarak genç insan erkeğinin tepesine bir ölüm tanrısı gibi çökmüştü bile.

Prens genç erkeği yakasından yakalayarak havaya kaldırdı ve dişlerini göstererek ona "Kimsin sen?" diye gürledi.

Soluk parıltı nihayet kaybolurken yeniden tamamen kendi bedenindeydi. Morrigan koşarak Eamon'ın ve diğerlerinin yanına gitti.

"A-anlatacağım! B-bırakırsan..." Genç adam ayaklarını can havliyle çırparken Eamon'ın parmakları boynuna giderek daha sıkı sarılıyordu. Bu bir insandı ve onu boğan amansız elin altında giderek boğuluyordu.

"Nasıl hiçbirimiz senin saatlerdir yanımızda olduğunu fark etmedik? Anlat!" Eamon gürleyerek tuttuğu adamı bir iki metre öteye fırlattı.

Morrigan elini boynuna götürüp öksüren genç adama baktığında Envy'nin haklı olduğunu gördü. Bu genç adam yaşça kendisinden daha büyük olamazdı.

Koyu, bronz renkli saçları omuzlarına dalgalar halinde iniyordu. Dehşetle açılan gözleri sıcak bir altın rengindeydi. Teni açık havada çok fazla vakit geçirmiş gibi bronzdu. Şu anda yerde kıvranıyor olsa da bedeninin eğitimli olduğu belliydi. Çevik ve kaslı uzuvlarına, neredeyse kendisinden bir kafa uzun olan boyuna ve sade ancak derli toplu kıyafetlerine bakılırsa gerçekten de bir evsize benzemiyordu.

"Yerinde olsam şu adam seni parçalarına ayırmadan konuşurdum, dostum." Alvaro, Eamon'ı göstererek omuz silkti.

"Nasıl olur da fark etmeyiz? İnanamıyorum..." Riona onaylamaz bir tavırla başını salladı.

"S-sizin suçunuz değil. Bunlar yüzünden..." Genç adam seğiren eliyle bir kumaş yığını ve bir şişeyi işaret etti. Bir yandan da doğrulup oturmaya çalışıyordu.

Alvaro hızlıca yığının yanına gitti ve incelemeye koyuldu. Elindekiler bir pelerin ve içinde parlak, kırmızı bir sıvının olduğu kristal bir şişeydi. Pelerini kısaca inceleyip kokladıktan sonra şişeyi açarak kırmızı sıvıyı da burnuna götürdü. Kristal şişenin tıpasını kapatırken bir ıslık çaldı ve genç adama şüpheyle baktı.

"Bu bir görünmezlik pelerini. Aslında sadece bunu kullanıyor olsan seni daha peşlerine takıldığında yakalarlardı. Sorun iksir..." Alvaro şişeyi yanında dikilen Riona'ya uzattı. Prenses sıvıyı kokladıktan sonra başını salladı, aradığı sebebi bulduğu için rahatlamış gibiydi.

"O nedir?" Morrigan, Envy'e bunu sorduğu için minnettardı çünkü kendisi de hiçbir şey anlamamıştı.

"Bunlar çoğunlukla askerlerin, suikastçıların ya da bilgi toplamak için farklı diyarlara giden yabancı elçilerin kullandıkları eşyalar. Bu bir görünmezlik pelerini, şu da duyu körleştirici bir iksir. Pelerin sizi görünmez yapıyor..."

"...iksir de sesinizin veya kokunuzun fark edilmesini önlüyor." Alvaro'nun açıklamasını Riona tamamladı.

"Hırsız mısın, yoksa suikastçı mı?" Envy kollarını göğsünde birleştirerek genç adamı süzdü. "Eğitimli olduğun belli, ancak asker disiplini yok sende. Elçi veya casus falan da olamazsın, zira bizim kim olduğumuzu bilmiyordun."

"Hırsızım ve suikastçıyım. Tıpkı senin gibi, Dört Parmak... Ancak asıl mesleğim korsanlıktır." Genç adam bir kez daha öksürdükten sonra ellerini havaya kaldırarak yavaş yavaş ayağa kalktı, gözleri hala Envy'nin üzerindeydi. "Ünün tekinsiz sokaklarda ve askerler arasında dalga dalga yayılmışken seni tanımamam garip olurdu."

Eamon kaba hareketlerle üstünü ararken genç adam "İsmim Brandon, majesteleri." diye devam etti. Konuşurken Eamon'ın gözlerinin içine bakıyordu, Morrigan cesaretini tebrik etmişti doğrusu. "Önce o gizli köyde, sonra da bu yolculukta sizinleydim ama sizi temin ederim kötü bir amacım yoktu. Ben sadece çok sıkılmıştım, hepsi bu." Gözleri çabucak hepsinin üzerinde gezindikten sonra "O boyuttaki bir gemiyi çalıyorsanız eğlenceli bir şeyler oluyordur gibi geldi." diye ekledi.

"Adım Brandon mı dedin sen? Hah, buna inanamıyorum..." Envy kendi kendine şaşkınlıkla gülüyordu. "Dumanlı Çıkmaz'ın Ustası'nı tanıyorsun, değil mi? Siman tanıdık..."

Brandon irileşen gözlerle Envy'e bakakalmıştı. "Evet, babam olur. Ama sen yoksa o, ah-"

"Son birkaç yıl boyunca ustamdı. Bildiğim çoğu şeyi ondan öğrendim, ta ki o ölene kadar..." Envy'nin gözlerine bir gölge çökmüştü şimdi.

"Her neyse... Şimdi ne yapacağımızı söyleyeyim. Biz yola devam ediyoruz ve sen de kendi yoluna gidiyorsun, insan. Gerçi seni canlı bırakmak akıllıca olur mu, ondan da emin değilim." Riona tükürür gibi konuşurken normalde olduğundan da tehditkardı. Eli belindeki hançerlerden birine giderken Brandon'ın gözleri korkuyla irileşti.

"Ne? Hayır, lütfen beni burada bırakmayın! Diğerleri henüz farkında değil ama garip bir şeyler oluyor. Beni burada tek başıma bırakırsanız muhtemelen ölürüm. Lütfen sizinle geleyim! Ortalıkta garip şeyler dolaşıyor, gördüm ve-"

Morrigan derin bir nefes aldı. Bu sahne bir yerden tanıdık geliyordu...

"Hoş bir rotamız yok, Brandon. Kesinlikle garip bir şeyler oluyor ve biz de tam merkezindeyiz. Bizimle gelmek istediğine emin misin?"

Eamon öfkeyle soludu. "Yine mi? Ona nasıl güveneceksin, prenses?"

Hakkı vardı doğrusu ama yine de...

"Onu burada bırakırsak ölüm fermanını imzalamış oluruz, Eamon. Güvenmek zaman alır..." Bunu söylerken Envy'e bakıp gülümsedi. "...Brandon da bunun farkında olmalı. Illarion gibi ona büyü yapamam. Ama aklı varsa kesin olan ölümü değil, bizimle şansını denemeyi seçer."

Her birinin kurşun gibi ağır bakışları Brandon'ın üzerindeydi.

"Şansımı deneyeceğim, majesteleri. Myrlerin elinde ölmeye hiç niyetim yok." Brandon gergince gülümserken parıldayan altın gözlerinden gösterdiğinden fazlasına hakim olduğu kolayca anlaşılıyordu.

"Ortalıkta dolaşan garip şeylerin onlar olduğunu nereden çıkardın?" Alvaro gözlerini kısmış Brandon'ı izliyordu. Gerçekten de bu benzetme ilginçti zira halkın neredeyse tamamı, Myrlerin neye benzediklerini bile bilmezlerdi.

"Okyanusu aşmak için bu gemiye sızdım. Zaman zaman güvertede dolaşırken gökyüzünde onlara benzeyen yaratıkların dolaştığını görürdüm. Gerçi bu dikkatsiz heriflerin o şeyleri fark ettiğini hiç sanmıyorum ama neyse..." Brandon bu dikkatsizlik karşısında onaylamazca başını salladı.

"Hakkın var ancak o kadar basit değil, insan. O şeylerin Myr olduğunu nereden anladın? Bir ejderha ya da büyülü topraklardan başka bir yaratık olabilirdi." Riona kolay ikna olmaya niyetli değildi elbette.

"Şey..." Brandon her birini tek tek süzdükten sonra suçlu bir bakışla devam etti. "Bazı insanlar çeşitli Myr türlerinin zehirlerinden silahlar üretip yüksek fiyatlara satabilmek için Tybedunn sınırından Varallhann'a sızıyorlardı..."

Envy dehşete kapılmıştı. "Tanrı aşkına, bu Tybedunn'da bile ağır bir suç! Yakalananları parçalarına ayırıp kalıntılarını da kale surlarına asarlar!"

Bu vahşeti tahayyül etmeye çalışırken Morrigan'ın midesi bulanmıştı. Ölümün daha merhametli yolları da vardı, suçlular için dahi olsa...

Brandon çakmak çakmak gözlerle Envy'e bakarak "O bok çukurunda hayatta kalmak için hepimiz bir şeylere zorlanıyoruz. Ne diyebilirim ki? Gurur duymuyorum." diye fısıldadı.

"Çaresizlik insanın ruhuna bir gölge gibi çöker derler..." Boğazındaki yumrudan kurtulup sözcüklere ulaşmak zordu. "...ancak böyle bir karanlığı tahayyül dahi edemiyorum."

"İşte bu yüzden, neler olup bittiğini bilmesem de yaşanacakları hayal edebiliyorum. Lütfen beni bu sonla baş başa bırakmayın. Hem..." Genç adam heyecanla birer birer gözlerine baktı, kararlarını kestirmeye çalıştığı aşikardı. "...işinize yarayabilirim, değil mi? Her yere girip çıkabilirim, dövüşebilirim ve Tybedunn'un her şehrini ezbere bilirim."

Morrigan birer birer dostlarının ifadelerini inceledi. Eamon ve Riona'nın yüzleri az önceki kadar katı değildi. Alvaro ve Envy ise çaresiz bir kabullenişle Brandon'a bakıyorlardı.

"Bize rehberlik edecek, gerekirse her birimizle omuz omuza çarpışacaksın o halde insan. Karşılığında biz de sana böyle bir zamanda en değerli olan şeyi vereceğiz: Koruma." Eamon Brandon'a elini uzattı, tokalaştığı eli sıkıca yakalamıştı. Genç adamın yüzündeki ifadeye bakılırsa biraz fazla güç kullanmıştı.

"Eğer bize ihanet edecek olursan..." Riona, Brandon'a elini uzatırken Alvaro'ya kaçamak bir bakış attı. "...keşke aşağılık bir Myr'in elinde can verseydim diye adını anımsadığın tüm tanrılarına yalvarırsın."

"Kuzey'in Kara Kurdu'na ve diyarın prensesine ihanet edecek kadar aptal değilim." Brandon neşeli bir tavırla omuz silkti. Yalnızlıktan kurtulduğu için rahatladığı aşikardı.

Nihayetinde merhametlerinin gerektirdiği üzere ona güvenmek zorundalardı. Zira Morrigan ya da aralarından bir başkası, ölümlü bir insana Illarion'la yaptıkları gibi büyüyle bağlanamazdı. Gerçi sayıca çok fazlalardı ve Brandon yalnızca bir insandı.

"Her neyse, kısa bir süre için iyi yol kat ettik. Bu akşamı burada geçirebiliriz." Morrigan uyuşmuş ve ağırlaşmış kollarını sallarken hafifçe esnedi, bir hayli yorulmuştu.

"Nereden gelip nereye gidiyorsunuz? O köyün öncesinde ne kadar zamandır yolda olduğunuzu merak ettim doğrusu, oldukça hazırlıklı ve hızlısınız da..." Brandon çarpık, kurnaz bir gülümsemeyle kıyafetlerini ve heybelerini işaret ediyordu.

"Başkent Aerduin'den çıktık, Tybedunn'un başkentine gidiyoruz." Alvaro ona üstünkörü bir açıklama yaptıktan sonra diğerlerine döndü. "Fırtına geliyor, şu ilerideki kayalığın eteklerinde geceyi geçirebiliriz."

Morrigan esneyerek başını salladı, daha fazla konuşmak için fazlasıyla yorgundu.

Kısa bir sürede yüksek kayalıklardan oluşan tepeciğin dibine yerleşmişlerdi. Eamon ve diğer erkekler Delwyn'in onlar için hazırlattığı çadırları kurarlarken Morrigan, Riona ve Envy ile birlikte kamp ateşlerinin etrafına oturarak ofladı.

"Tanrım, nasıl da soğuk! Rüzgar sanki kemiklerime işlemiş gibi..." Bir kez daha titrerken dişlerinin birbirine vurduğu rahatlıkla duyulabiliyordu.

Riona onu başıyla onaylarken belli etmemeye çalışsa da o da titriyordu. Gerçi hareketleri rahattı, Morrigan'ın aksine büzüşmemişti.

"Zümrüt Diyar'a soğuk pek uğramazdı tabii ama Tybedunn'da kışlar pek çetin geçerdi." Ateşe uzattığı ellerini ovuştururken Envy dalgındı.

"Dağlık kuzey bölgelerinde kış çok daha kötüdür. Yılın yarısında toprak donuk olur, bu yüzden tek geçim kaynağı balıkçılık ya da avcılıktır." Brandon ateşin başına, Envy'nin yanına otururken kederle gülümsedi. "Bir sene kış o kadar kötü geçti ki, birbirlerini yemek için kavga edenler gördüm."

Morrigan içini çekti, nefesi sıcak buhar halinde göğe yükselirken "Şimdi her şey çok daha kötü olacak, öyle değil mi?" diye fısıldadı.

"Eğer biz engel olmayı başarırsak, hiçbir şey daha kötü olmayacak." Eamon arkasına geçip sıcak ellerini omuzlarına yerleştirdi. Buz kesen teninin üzerinde dokunuşu bir lütuf gibiydi.

"Bunu nasıl yapmayı planladığınızı duymayı çok isterim, majesteleri. Çünkü..." Brandon dalgın gözlerle ateşi izlemeye devam ediyordu. "...onlar da boş durmuyorlar gibi."

"Ne demek istiyorsun? Açıkla." Alvaro'nun sesinde onda pek alışık olmadığı bir huysuzluk vardı ancak Morrigan şu an bunu düşünebilecek halde değildi. Kalbi yeniden huzursuzlukla çırpınmaya başlamıştı.

"Envy'nin de çok iyi bildiği gibi insan tüccarlar arasında sözcükler çok hızlı ve sık değiş tokuş edilir. Hele de limanlar dedikodu kazanlarının baş köşede kaynadığı yerlerdir."

Envy onu başıyla onayladı. "Buraya gelirken başka limanlara da uğramış olmalısınız. Bizim hakkımızda bir şeyler mi duydun yoksa?"

"Şey, birçok şey duydum aslında." Brandon başını yana eğdi, sanki söylemesi gerekenleri tartıyor gibiydi. "Prens Edric'in öldüğünü ve diyarın tek prensesinin de halkını bırakıp gittiğini konuşuyordu herkes."

Morrigan gürültüyle yutkundu, derin bir nefes alırken durumun böyle görünmesinin çok normal olduğunu kendisine hatırlatmaya çalışıyordu. Yine de umudun kırıntısının bile olmadığı bir karanlıkta bir başlarına bırakıldıklarını düşünen halkını düşününce boğazına bir yumru oturmuştu.

"Başka? Bundan çok daha fazlasını duymuş olması gereken bir kulağı delik gibi duruyorsun." Envy başını yana eğip gözlerini kısarak Brandon'ı süzdü.

Genç adam masumum dercesine ellerini havaya kaldırdı.

"Tamam, tamam! Bir şeyler daha duydum aslında ama... Bunu duyduğum kişi Myrler ve insanlar arasında köprü görevi gören bir simsar, biraz da abartmayı seven biri. O yüzden anlattıkları ne kadar doğrudur bilmiyorum ama bana Nymalin'de yükselen karanlık bir kuleden bahsetti."

Eamon ve Riona aynı anda okkalı bir küfür savurdular.

"Ah, bela kokusu alıyorum." diye mırıldanırken Morrigan bizzat kendisi de bağıra çağıra küfretmek istiyordu.

"Söylediğine göre kulenin inşaatı kısa bir süre önce başlamasına rağmen hızla yükseliyormuş. İnsanı büyüleyen kara, parlak ve göz alıcı taşlardan yapıldığını anlatıyordu. Öyle ki, taşların fısıldadığına ve onu çağırdığına dair yeminler ediyordu. Üstelik bunları anlatırken sarhoş da değildi." Brandon bir kez daha ellerini havaya kaldırdı ve Envy'e baktı. "Tüm işittiklerim bunlardan ibaret, başım üzerine yemin ederim."

"Üzerine yemin edecek daha değerli bir şeyin olmaması ne yazık, kötü haberlerin dışında yani..." Alvaro homurdanırken Riona istemsizce güldü, sanki prens kendisinin söylemek istediklerini söylemişti.

"Eh, o kule her ne içinse iyi haber olmadığı ve başımıza bela açacağı kesin." Kederle içini çekti, bir kez olsun iyi bir şey duyamayacaklar mıydı? "Ama şu an bunun için yapabileceğimiz hiçbir şey yok. O yüzden biz işimize bakalım derim."

"Odhran ve Fearghal neler olduğunu bilebilirlerdi belki ama onlar da çok uzakta. Nihayetinde haklı gibisin, Morrigan... Şimdilik bunu düşünmek zaman kaybı olur." Riona'nın bu bilinmezlikten hoşnut olmadığı aşikardı ancak elden bir şey gelmiyordu.

Alvaro şöyle bir düşündükten sonra "O kadar da zaman kaybı sayılmayabilir aslında." diye mırıldanarak Riona'ya gülümsedi.

Eamon çantasından tuzak hazırlamak için olduğu aşikar olan bazı malzemeler çıkarırken "Bir tahminin var o halde?" diye sordu.

"Var aslında..." Alvaro, bir şeyleri hatırlamaya çalışırken yaptığı gibi kaşlarını çatmış bir halde bir noktaya bakıyordu. "Bilinen büyü ve kara büyü tarihi boyunca kuleler ve dikilitaşlar enerjinin geniş alanlara yayılmasıyla ilişkilendirilmişlerdir. İyi veya kötü, enerji yahut büyü bu yüksek yapılarda toplanır ve uzak diyarlara gider." Bakışları yeniden odaklandığında gözlerini her birinin üzerinde gezdirdi. "Büyüklüğüne, yapılırken kullanılan materyale ve kullanılan büyü miktarına göre çok uzak mesafelerden bahsedebiliriz. Brandon'ı dinlerken aklıma bu geldi, yıllar önce okumuştum."

"Kulağa mantıklı geliyor. Tabii amacının ne olduğunu ancak tanrılar bilebilir..." Eamon elindeki teller ve iple basit bir tavşan tuzağını hazırlamayı yeni bitirmişti. "O yüzden hadi, biz işimize bakalım. Brandon, Envy ve Riona siz benimle ava gelebilirsiniz."

Eh, Morrigan'ın da canına minnetti zaten. Fazlasıyla yorgundu ve buz gibi havaya karşın ateşin sıcaklığı oldukça çekiciydi. Alvaro da avlanmak konusunda pek bir şey bilmezdi zaten.

Eamon yüzünde ciddi bir ifadeyle diğerlerini yönlendirirken Alvaro'ya biraz kestireceğine dair bir şeyler mırıldanarak çadırına doğru yürüdü. Yorgunluktan ayaklarını sürüyordu, çadırın önüne geldiğindeyse bir an durdu ve gözden kaybolmakta olan dostlarına baktı. En arkada, diğerlerinden ayrı bir şekilde yürüyen Envy'i görünce gülümsedi.

--------------------------

"Tavşan ve geyik avlayacağız. Brandon, biz geyik sürüsünü takip ederken sen de Envy'yle birlikte tavşan tuzaklarını yerleştirebilirsin, değil mi?"

Esasen Eamon'ın bunu sormasına gerek yoktu, Brandon'ın ellerindeki nasırlara bakarak rahatça eğitimli olduğunu söyleyebilirdi. Yine de herhangi bir insan onun kim olduğunu öğrendikten sonra kendisini küçümsemesini beklerdi.

Eamon da oyunu kurallarına göre oynayacaktı.

"Elbette! Tıpkı tavşan kürkü için ava çıktığım günlerdeki gibi..." Eamon gözlerini devirmemek için kendisini zor tutsa da Riona hislerini gizlemekte onun kadar başarılı değildi.

Bu maceraperest, coşkun genç adam görüntüsünün altında yatanlar ikisine de güven vermiyordu.

Envy, Brandon'a göz ucuyla bakarak sırıttı. Gülümsemesinde kendini beğenmiş bir şeyler vardı.

"Fena değil, ancak samur kürkü çok daha iyi bir üründür. Satması da çok daha zevkli üstelik..."

Brandon'ın gözlerinde garip bir pırıltı vardı. "Hep merak etmişimdir, nasıl bir ekiple çalışıyordun? Samur avlamak çok zordur örneğin, ya da senin sattığın taşları ve diğer malları bulmak... Geniş ve oldukça yetenekli bir ekibin olmalı."

Eamon tıpkı kendisi gibi Riona'nın da bu sorunun cevabını ilgiyle beklediğini fark etti. Gerçekten de düşününce, Envy insan dünyasında oldukça ünlüydü ancak bu ayrıntıları konuşmak için hiç vakitleri olmamıştı. Belki Morrigan'la ara ara yaptıkları yürüyüşler esnasında ona anlatmış olabilirdi, ancak diğerleri için Envy hala bir gizemdi.

"Merakını gidereyim o halde: daima yalnız başıma çalışırım ve her işimi kendim yaparım ben. Güven öyle kolay beri kazanılmıyor ve benim de ihanete tahammülüm yok..." Zehirli bir gülümseme yüzüne yayılırken Envy buz mavisi gözlerini Brandon'ın üzerine dikerek devam etti. "Yalnızlık, kan dökülmesinden iyidir. Hem hainlerin pisliğini de elime bulaştırmamış oluyorum böylece."

Riona çınlayan bir kahkaha koyuverirken kendisi de istemsizce sırıtıyordu. Morrigan'ın bu kızı neden bu kadar sevdiğini anlamak kolaydı, birbirlerine bir hayli benziyorlardı.

"Her neyse, karanlık çökmeden av işini bitirmemiz gerekiyor. Siz şu taraftan başlayın, Riona ve ben de doğu tarafını alacağız." Eamon bunları söylerken Envy pür dikkat onu izliyordu. Eamon önce Brandon'a, sonra ona bakarak başını salladı.

Bu genç ve uyanık insan kızının ne demek istediğini anlayacağından zerre kadar şüphe duymuyordu.

Kısa bir süre sonra Eamon kız kardeşiyle yan yana koşuyordu. Batan güneşin bulutların ardına saklanmasının etkisiyle gri renklerle boyanan orman, çevrelerindeki bir bulanıklıktan ibaretti. Kar tanecikleri toprağa düşmeye başlamış, rüzgar iyice kuvvetlenmişti.

Zümrüt Diyar'ın tarihindeki sayılı fırtınalardan biri kopmak üzereydi.

"Neden onları yalnız bıraktık? Envy bizimle birlikte birçok şey yaşadı ve güvenimizi kazandı ancak Brandon öyle değil. Ya Envy'e bir şey yaparsa?" Riona'nın birileri için endişelendiğini görmek çok nadir bir olaydı.

"İçimden bir ses öyle bir durumda Envy'nin onun canına okuyacağını söylüyor." Bu düşünce onu güldürmüştü. "Hem, o çocukta bir şeyler olduğuna eminim ancak biz etrafında olduğumuz sürece açık vermeyecektir."

"Bu, sorumu tam olarak cevaplamıyor." Riona koşarken bir yandan da belindeki hançerlerden birini çıkarıyordu.

Eamon tıpkı onun gibi kemerinden bir bıçak çekerken "Envy onun türünden, üstelik de bir dişi... Açığını yakalaması çok daha kolay olacaktır. Bunun gayet farkında, bu yüzden gardını düşürmeyecek. Hem kendisini gayet iyi koruyabilir, bunu sen de biliyorsun." diyerek sözünü tamamladı.

Riona iri bir ağacın gövdesine yaslanarak dururken nefes nefese "Hakkın var doğrusu, ancak bir ayrıntıyı unutuyorsun. Bu yüzden şu iki geyiği avlayıp hızlıca onları gözetlemeye gidiyoruz, seni koca sersem." diye çıkıştı.

Eamon homurdanarak ardına saklandıkları ağacın gövdesinden sıyrıldı ve elindeki bıçağı iri, erkek geyiğin boynunu hedef alarak fırlattı. Aynı anda Riona da hançerini bir başka erkek geyiğin gövdesini hedefleyerek fırlatmıştı.

İki atış da tam isabetti.

Eamon iki hayvanı da toynaklarından bağlayıp omzuna atarken "Ben hiçbir şeyi unutmam ama elbette geri döneceğiz." dedi. Esasen içgüdülerinin haklı olup olmadığını merak ediyordu, bu yüzden geri dönecekti.

Riona hançerini kınına geri sokarken "Unutuyorsun işte!" diye tısladı. "İnsanlar bizim gibi değiller, dişi ve erkekleri arasında güç farkı var."

Eh, Eamon pek bu açıdan düşünmemişti. Envy eğitimli, yetenekli bir kızdı ve kesinlikle başının çaresine bakabilirdi. Yine de bu hatırlatmadan sonra huzursuz olmuştu. Bir ihtimal hazırlıksız yakalanır mıydı?

Öyle bir durumda Morrigan tek dostunu koruyamadığını düşünecek ve üzülecekti.

Bu düşünceyle Eamon olabildiğince hızlı bir şekilde etrafı toparladı. Her zamanki gibi hızlı ve temiz bir av olmuştu, bu sayede oyalanmadan gerisin geri koşmaya başlamışlardı. Birkaç dakika sonra Eamon haklı olup olmadığını öğrenecekti.

İçgüdülerinin onu yanıltmayacağından emin olsa da –daha önce hiç yanılmamıştı- yine de yanılmayı umuyordu.

-------------------------

Dakikalar sonra irice bir meşe ağacının gövdesini kendilerine sığınak yapmış Envy ve Brandon'ı izliyorlardı. Çöken karanlık ve iyice yağmaya başlayan kar sayesinde işleri kolaydı.

"Ne kadar zamandır onlarla seyahat ediyorsun?" Brandon elindeki tuzağın ipine bir gemici düğümü atarken teşvik edici bir sesle soruyordu.

"Bir süredir." Envy'nin cevabıysa bıçak gibi keskindi.

Genç adam nihayet oflayarak "Beni tanımana rağmen neden bu kadar soğuk ve sert davranıyorsun bana? Başta böyle değildin, yanılıyor muyum Envy?" diye sorunca insan kızının parmakları kısa bir an kurmakta olduğu tuzağın üzerinde donakaldı.

"Çünkü fark ettim ki, sen bana o günleri anımsatıyorsun. Acı, sefalet, pislik dolu ne kadar günüm varsa zihnime doluyor. Tıpkı o günlerde olduğu gibi kendi kanımın tadını hissediyorum dilimde sanki..." Envy dişlerinin arasından sertçe bir nefes alarak ayağa kalktı ve tepeden bir bakışla Brandon'ı süzdü. "Ayrıca tüm suikastçılar ve hırsızlar bilir ki, gizli gizli dinleyip takip eden hiç kimseye güvenilmez. Günü gelir gırtlağı kesilen cesedin bir nehirde yüzerken ödersin güvenmenin bedelini... Eski ustamın oğlusun, bu öğüdünü de hatırlıyorsundur."

Envy elinde bir halatla bir başka ağacın altına doğru yönelirken Brandon yüzünde darmadağın bir ifadeyle arkasından bakakalmıştı. Gemici düğümü atılmış ip parmaklarının arasında asılı halde, öylece oturuyordu.

Riona "Bu kızı gitgide daha çok seviyorum." diye sırıtırken Eamon sanki burada olmamaları gerekiyormuş da işitmemeleri gereken bir şeyi işitmişler gibi hissediyordu. Envy'nin geçip giderken ona doğru, tam gözlerinin içine bakıp aynı sert ifadeyle yoluna devam etmesi de bu fikre kapılmasında etkili olmuştu.

Riona'ya Brandon'ı izlemeye devam etmesi için işaret verirken kendisi de Envy'i izlemeye koyuldu. Bu küçük insan kızının sonraki hamlesinin ne olacağını merak ediyordu.

Envy diğer tavşan tuzağını da bir deliğin önüne kurduktan sonra ağacın gövdesine sarıldı ve kısa kollarına, zayıf bacaklarına rağmen çevik hareketlerle tırmanmaya başladı. O tepeye varıp dalların ve yaprakların arasında tamamen saklandığında Brandon da ağacın altında durmuş sağa sola bakınıyordu.

"Bak ne diyeceğim... Bilmiyordum. Böyle hissetmene sebep olduğum için üzgünüm, tamam mı? Ama onca yıl sadece kötü anılardan ibaret olamaz. Kim bilir, belki iyi-"

Brandon'ın cümlesi, ağacın tepesinden üstüne atlayan Envy yüzünden yarım kalmıştı.

Zamanı gelmişti.

Riona kılıcını çekip onlara doğru koşarken Eamon da onu takip ediyordu. Esasen bir nefes sonra yanı başlarındaydılar ve Envy'nin Brandon gibi iri bir adamı nasıl etkisiz hale getirdiğini izliyorlardı.

Envy bacaklarını sıkıca Brandon'ın boynuna dolayıp nefesini kestikten sonra dirseğini genç adamın burnuna geçirdi. Sonrasında inen yıldırım hızındaki yumruğu karşısında Riona kılıcını kınına sokarak hayranlıkla bir ıslık çalmıştı.

Brandon acıyla haykırıp burnuna yönelirken Envy vakit kaybetmeden elini gömleğinin yenine sokarak garip bir iğne çıkardı. Bir bitki dikenine benzeyen iğneyi genç adamın morarmaya başlayan boynunda belirginleşen ve çılgınca atan damara saplarken oldukça soğukkanlıydı.

Her şey birkaç saniye içinde olup bitmişti.

"O da ne?" Riona gözlerini kısmış görmeye çalışıyordu.

"Dağlarda yetişen bir çiçeğin dikeni..." Kesik kesik nefeslerinin arasında Eamon'dan önce cevabı Envy vermişti. "Zehiri oldukça kuvvetlidir, en az bir saat hareket edemezsiniz."

Bunu söyledikten sonra biraz öncekiyle aynı çeviklikte Brandon'ın omuzlarından inip yere zıpladı. Genç adam bir külçe gibi toprağın üzerine yığılırken çığlık bile atamamıştı ama canının yandığı ve burnunun kırıldığı aşikardı.

"Açık vermeyeceğini düşünüp kendin halletmeye karar verdin, ha?" Eamon kendi kendine güldü, böyle olacağını bilmeliydi. Neticede ne Envy ne de Brandon normal insanlar değillerdi.

"Buraya gelirken siz önden gidiyordunuz, bu yüzden prensesin arkadan gelip bu notu ve dikeni elime tutuşturduğunu görmediniz." Envy yüzünde genişçe bir sırıtışla cebinden buruş kırış olmuş bir kağıt çıkardı.

Umarım eğlenirsin. O arada bir şeyler de öğrenmeye bak... Muzip, mükemmel bir el yazısıyla yazılan not karşısında Riona bir kahkaha koyverirken Eamon şaşkınlıkla nota bakakalmıştı.

"Eğlence kısmına mani olmuş gibi hissediyorum artık, harika...." diye homurdanırken Envy'nin teni koyu, parlak bir kırmızıya dönüyordu.

"H-her neyse, işimize bakalım. Üstünü arayacağım, bakalım neler bulacağız."

Kıyafetleri karış karış aranır ve cepleri birer birer boşaltılırken Brandon faltaşı gibi açılmış gözlerle izlemekle yetiniyordu. Gözlerinde saf, dehşetengiz bir korku vardı.

Esasen üzerinden çıkan eşyalar kullanışlı ancak alelade şeylerdi. Bir maymuncuk, çeşitli şifalı otlar, oldukça pahalı ve kabzası kakma işçiliğiyle yapılmış bir hançer, iğne-iplik, kısa bir kılıç, bir peruk ve maske, oldukça dolu bir altın kesesi...

Bunların hepsi de onun gibi bir adamın taşımasının normal karşılanacağı şeylerdi.

"Bunun olacağını biliyordu, bu yüzden Morrigan bana bunu verdi." Envy cebinden Morrigan'ın kolyesini çıkardığında Eamon prensesin öngörü yeteneği ve zekası karşısında bir kez daha hayran kalmıştı.

Yumuşak bir parıltıyla için için yanan gece taşı, yağmur damlalarının altında onlara göz kırpıyor gibiydi.

Envy taşı nazikçe, adeta kutsal bir şeyi tutuyormuşçasına kavrayarak Brandon'ın bedeni üzerinde gezdirmeye başladı. Brandon'ın gözlerinden akmaya başlayan yaşlar kar taneleriyle karışarak toprağa dökülüyordu artık.

"Gece taşı, doğası gereği iyi ve kötü büyülere farklı tepkiler verir." Riona başını sallayarak mırıldandı.

Gerçekten de taşın böyle bir yetisi vardı. Dahası, şimdi içinde Morrigan'ın büyüsünden bir parça da vardı. Yoluna en ufak bir kara büyü izi çıktığındaysa...

Envy'nin parmakları arasındaki gece taşı Brandon'ın göğsünün üzerine geldiğinde korkunç bir şekilde yanıp sönmeye başlamıştı.

Genç kız elleri arasında saniyeler geçtikçe soğuyan ve bir kalp gibi atmaya başlayan kolyeyi istemsizce toprağın üzerine attı. Taş hala çılgınca yanıp sönmeye devam ediyor, ışıltısıyla kararmakta olan ormanı aydınlatıyordu.

Eamon hançerini çekip Brandon'ın üzerine eğildi. Bıçağın ucunu çenesinin altından teni üzerinde kaydırıp "Bakalım ne saklıyormuşsun?" diye fısıldadı. Haklı çıkmanın yüzüne kondurduğu zehirli bir gülümsemeyle bıçağı çekti ve genç adamın gömleğini boydan boya yırttı.

Bronz tenin ve belirgin kasların üzerine yerleştirilip bir asalak gibi etin içine gömülmüş olan kara taşı gördüklerinde hiçbiri şaşırmamıştı.

Brandon gözyaşları yanaklarından süzülürken "Yardım edin!" diye fısıldamayı başardığında taştan tok, korkunç bir kahkaha yankılandı.

Eamon, küfrederek Brandon'ın boğazına bir kez daha yapışan kız kardeşini izlerken damarlarındaki kanın donup ağırlaştığını hissedebiliyordu.

-----------------------------

Herkese tekrardan merhaba, nasılsınız? Ben iyi olmaya çalışıyorum^^ Bayram haftası yoğun ve bol yolculuklu geçti, bunun dışında bir hayli yoğun çalışıyorum. Bu sebeple bölümlerin geciktiğinin farkındayım, herkesten özür dilerim :(

Bu nedenle bölümler için üç hafta sınırı koyma kararı aldım. Gecikme olması durumundaysa en fazla 1 ayda bir bölüm gelecek. Birçok kitaba göre çok yavaş olduğunun farkındayım ancak bölümlerin uzunluğu ve kurgunun kalitesiyle bu açığı kapatmayı umuyorum. Yorumlarınız ve oylarınız bana motivasyon oluyor bu ağır tempoda, eksik etmezseniz çok mutlu olurum^^

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, hoşçakalınnn <3

Loading...
0%