Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm - Anlaşma

@mervemyz

 

Merhaba bu benim ilk kitap yazma deneyimim aslında wattpad kapanmasaydı oradan yazıyordum ve daha başka iki proje daha vardı fakat wattpad in kapanması ile burada yazmaya başladım.

Beyaz ya da Siyah kitabında geçen kurum, kuruluş ve hikayede bahsi geçen ilaç tamamen kurgudan ibarettir.

Bu hikaye Kıbrıs İstanbul ve İspanya da geçmektedir.

Bu hesap 2 kişiliktir. İnstagram hesapları: @merwemyx @eswasso_ dur. Teşekkürler.

Bölümler genellikle hafta sonları atılacaktır. Bölümlerde gecikme olabilir. 🎀👩🏻

 

İyi okumalar dileriz...💖✨💋

 

 

                                     

 

                                             

"Beyaz siyaha hep yenilir mi, karanlıkta mı kalır hep gerçek?"

 

 

 

22/05/2004 KIBRIS - Lefkoşa

 

 

 

Büyük malikânesinin camından dışarıda yağan yağmuru seyrediyordu, Nedim Soykan bir yandan da elinde tuttuğu kahvesini içiyordu. 34 yaşında keskin yüz hatlarına sahip esmer bir adamdı. 4 ay önce duyumunu aldığı bütün hisseleri bir anlaşmayla satın alınacak ve servet üzerine servet katacağı bir anlaşmaya girmek üzereydi. Dönemin en karlı işlerinden biri olarak görülen ilaç sektörü ona, hem kimsenin aklının alamayacağı kadar büyük miktarda para hem de ün kazandıracaktı. Fakat onun gibi düşünen o ilacı kendine isteyen güçlü iş adamları da anlaşmanın içerisindelerdi.

 

Bu anlaşma için bütün mal varlığını harcayabilecek tam 12 kişi vardı. Ama bu sayı anlaşmanın şartlarına göre azalacaktı.

 

Ancak anlaşmaya sadece üç gün kalmıştı. Nedim, bu anlaşmaya girerek çok büyük risk aldığının farkındaydı. Anlaşma şartlarını bilmemek onu tedirgin ediyordu.

 

Aslında bu konuda birini görevlendirmişti. Kimse duymadan anlaşma şartlarını öğrenecek ve ona bilgi verecekti ama gecikmişti. Bu da Nedim' i korkutuyordu. Yakalanmış olabilirdi belki de

 

Yağmuru izlediği camdan ayrıldı ve arkasında kalan krem rengindeki berjere oturdu. Elindeki artık buz gibi olan kahvesini berjerin sol yanındaki ahşap detaylı sehpaya koydu. Tam o sırada Nedim' in sağ kolu olan Cemil büyük salondan içeri girdi. Kumral, kahverengi gözlü, yapılı bir adamdı.

 

Sanki gizli bir iş olduğunu anlamış gibi sessiz sayılabilecek bir sesle "Beklediğiniz kişi geldi efendim" dedi.

 

Nedim oturduğu berjerden kalktı ve salonun ortasına ilerledi. Rahatlamıştı ama yine de gecikmiş olmasından dolayı kızgındı. "Sonunda. Çağır gelsin" dedi.

 

Cemil salondan çıktı, evde çalışan kadınlardan biri zaten kapıyı açmak üzereyken evin büyük kapısını açmak için kadına mutfağı işaret etti. Kadın ilk baş anlamadı ama sonra mutfağa geri döndü. Cemil kapıyı açtı karşısında genç sayılabilecek bir adam vardı üzerinde yağmurluğa benzeyen bir şey olmasına rağmen saçları sırılsıklamdı ve elinde deri bir çanta tutuyordu.

Cemil kapıdaki adamı içeri aldı.

 

Adam içeri girdi. Üstündeki yağmurluğu çıkardı. Islak saçlarını sağ eliyle geriye doğru attı. Yavaş adımlarla salondan içeri girdi. Nedim' i salonun ortasında görünce elindeki çantayı ona doğru uzattı. Nedim ona uzatılan çantayı aldı.

 

Sevindiğini gizlemek isteyen bir sesle " Sonunda geldin. Sadece 3 günümüz var biliyorsun değil mi?" dedi.

 

Adam kızgın bir sesle "Sen buna şükredeceğin yerde bir de bana durum bildirimi mi yapıyorsun?" dedi.

 

Nedim sesini yükseltmek yerine sakin bir şekilde " Sen dayınla ne biçim konuşuyorsun öyle Doğu" ve devam etti. “Çok ayıp, senden sadece küçücük bir iyilik istedim o kadar. Ablam seni böyle mi yetiştirdi? ”

 

Doğu karşısındaki adama baktı onun için dayıdan çok uzak bir adamdı. Ona bir anlaşmaya katılacağını ve bu anlaşmanın onlara çok büyük para kazandıracağını söylemişti. "Peki, benden ne istiyorsun?" diye sormuştu. Ona "Senden sadece anlaşmanın şartlarını gizlice alıp bana getirmeni istiyorum" demişti.

 

İlk başta kabul etmemeyi düşünmüştü ama bu durumu kendi lehine çevirebilirdi. Tabii ki de o gereksiz anlaşmanın, gereksiz şartlarını hiçbir koşul olmadan sadece canından çok sevdiği dayısına iyilik olsun diye vermeyecekti.

 

Doğu bu anlaşmanın yasal olup olmadığını anlamaya çalışıyordu ve artık emindi; Anlaşma yasal değildi.

 

Adamların hiç de dost canlısı olmadığından ve biri gelsin de bizim anlaşmanın şartlarını çalsın diye beklemediklerinden emindi.

 

Gireceği anlaşma artık her neyse ondan anlaşmanın şartlarını gizlice ona getirmesini istiyordu. Dayısını tanıyordu bir işe başlamış ve sonuç onun lehine olmadığı halde durmayacaktı.

 

Doğu’nun zaten bu işten hiçbir karı olmayacaktı. Bir insan karlı çıkmayacağı bir işe neden girsin ki?

 

Kendi öz dayısından tam 100.000 dolar talep etti. Nedim şaşırmamıştı çıkarcı bir çocuktu, tabii ki kendi payını isteyecekti.

 

Nedim elindeki çanta ile koltuğa oturdu. Hızlı bir şekilde çantayı açtı, çantanın içinden mavi bir dosya da anlaşmanın şartlarının yazılı olduğu bir kopya çıktı. Dosyanın üzerinde büyük harflerle "PHM. A.Ş. İLAÇ ANLAŞMASININ ŞARTLARI" yazıyordu.

Nedim dosyaya hızlı bir şekilde göz gezdirdi.

Bu adamları kafasında fazla büyükmüş olacak ki şartlar beklediğinden daha kolay ve karşılanabilir çıkmıştı. Sadece 7.ve 9. Maddeler biraz başını ağrıtabilirdi.

 

Madde 1- İlacın gizlilik esaslarına uygun bir şekilde saklanması gerekmektedir.

Madde 2- İlaç için harcanılacak sermaye tamamen şahsa ait olacaktır.

Madde 3- İlacın oluşturabileceği iyi veya kötü olası durumlardan tamamen şahıs sorumludur.

Madde 4- İlacın içeriği şahıs tarafından ana maddeleri harici değiştirilebilir.

Madde 5- İlaç anlaşması gerçekleştirildiği takdirde ilaçla PHM. A.Ş. şirketinde bulunan tüm yükümlülükler şahsa geçer.

Madde 6- İlacın içeriği, saklandığı konum ve ilacı üreten şirketin bilgileri ortaya çıkması halinde tüm cezai hüküm şahıs üzerine yıkılacaktır.

Madde7- Şahsın sadece kendi menfaatlerini düşünmesi durumunda kendine bir kefil belirtmelidir.

Madde 8- İlacın üretildiği yeraltı sanayisinin içinde çalışan kişilerin yerine başka kişi getirilemez, kovulamaz.

Madde 9-Anlaşma yapıldıktan sonra ailevi durumlar başta olmak üzere ortaya çıkan sorunlar çerçevesinde anlaşma fes edilemez.

Madde 10-İlacın formu(hap, şırınga, şurup vb.)olarak değiştirilebilir.

 

Doğu dayısının karşısında kalan krem rengi koltuğa oturdu. Tedirgin bir sesle “Benden artık bir şey istemiyorsun değil mi dayı?” Dayı kelimesi ona yabancıydı. ”Benimle işin bitti değil mi?” dedi.

Korktuğundan değil ama açıkçası bu anlaşmada adının geçmesini istemiyordu.

Yolda gelirken anlaşmanın şartlarına bakmıştı. Yasal olmayan bir anlaşma için fazla değil miydi?

Yani tut ki anlaşmanın şartlarına uyulmadı e zaten yasal değil, yanarsak beraber yanarız. Hani bu neyin egosu değil mi yani diye düşünüyordu.

 

Nedim başını dosyadan kaldırdı. “Tabii ki. “ Salonun kapısında duran Cemil’e yanına gelmesi için eliyle işaret etti. “Ortada seni tehlikeye atacak bir durum yok merak etme. “ Dosyayı yanına gelen Cemil’e uzattı. “Bunu bizimkilere götür hemen işleme soksunlar.” Dedi. Cemil başıyla onayladı ve salondan ayrıldı.

 

Nedim devam etti. “Ayrıca oradan bakınca salağa mı benziyorum? Öyle bir şey olsa annen beni ne yapar biliyor musun sen?” Yüzü sanki gözünde canlandırır gibi bir hal aldı. “En iyisinden selamı okutur, sende helvamı kavurursun.” Dedi.

 

Doğu gülmeye yakın bir sesle “Yine de dediğim gibi adım geçmeyecek. Buraya geldiğimden haberi var ama bu anlaşma saçmalığından haberi yok.” Dedi. Sonra birinin daha haberi olup olmayacağını merak ettiğinden sordu. “Selda yengemin haberi var değil mi? Yoksa asıl o senin selanı okutur ona göre.” Dedi.

 

Nedim onaylayan bir sesle “Merak etme haberi var. Olmasa da zaten çoktan öğrenmişti. Zekidir benim karım.”

Doğu güldü.

“Peki, bu dâhiyane fikir yengemden mi, çıktı senden mi?” diye sordu gayet mantıklı.

 

“Senin pek inanacağını sanmam ama fikir benden çıktı.” Dedi.

 

Doğu “Senin ortak İspanyol’du değil mi?” diye sordu. Anlaşmaya ortak dâhil edilebiliyordu. O adamı tanımıyordu. Tanımakta istemezdi zaten bu işlere ne kadar uzak olursa o kadar iyi idi.

Nedim evet dercesine başını salladı. “Evet, İspanyol bir iş adamı.” Dedi.

Doğu öğrenmek ister gibi “Sen öyle herkese hemen güvenmezdin ne oldu birden bire?” dedi.

Nedim gülerek "Gazinolara gelen herkesin annesinin kızlık soy ismine kadar araştırırım bilirsin.” Dedi.

“Bilirim, vardır öyle psikopatların.” Dedi.

Nedim güldü ve devam etti. "Psikopatlık değil önlem diyelim biz ona, gazinolara gelenlerin takibini yapmasaydım ne bu ilaç anlaşmasını öğrenirdim ne de bir dost kazanırdım." dedi.

"He sen bir de o adamı ortağın olarak değil de dostun olarak mı görüyorsun?" Yalan yok güvenmiyordu o adama.

"Ya adam İspanyol ama Türk sıcaklığı var adamda." Hatırlatmak ister gibi "Hem dediğin gibi ben herkese öyle kolay güvenseydim çoktan yakalanmıştık. Araştırmaz olur muyum araştırdım tabii." dedi.

"Ne öğrendin hakkında mesela?"

"Şimdi sana burada oturup adamın kimlik numarasından başlayıp sicil kaydına kadar dökerdim ama işim var. O senin bir türlü güvenmediğin dostuma haber vermem gerekiyor."

"Sen yine de anlat dayı güvenip güvenmeyeceğime ben karar vereyim."

"Tamam, senin için adamın kısa bir özgeçmişini anlatayım."

"Dinliyorum, evet."

"13 Mart 1991 Madrid doğumlu; ilkokul, ortaokul ve liseyi İspanya'da, üniversiteyi Kanada'da okumuş. Eşi Anastacia Sanchez ile orda tanışmışlar zaten. Üniversite bitince evlenmişler, bir kızları var adı Valeria 5 yaşında. Şu an hala Madrid'te yaşıyorlar."

"Peki, İspanyol adamın burada ne işi var?"

"Buraya sahip oldukları şirketin yeni piyasaya sürdükleri ürünlerin ticaretini yapmaya geliyorlar."

"Neyin ticareti? Ne satıyor bunlar?"

"İspanya'nın ilaç sanayisinin %78'ini Sanchez'ler karşılıyormuş. Adamların sahip oldukları şirket ilaç sanayisi ve geliştirme üzerine kurulu, anlaşmaya da bu yüzden girmiş."

"Çok aydınlattın gerçekten, teşekkürler."

"Sen bu kadarını bil yeter. Bu arada iyi hoş konuştuk, bir kahve içer miyiz? Bizim Aylin çok iyi yapar kahveyi."

"Eh o kadar yıl sonra gelmişiz kahvenin 40 yıl hatırı var, bir kahvenizi içerim."

"Nasıl içersin kahveyi?"

"Orta."

"Tamam, o zaman. Aylin, Ayliinn bir bakar mısın?"

Aylin mutfaktan çıktı, elindeki mavi renkli havluya ellerini silerek salona ilerledi. 20'li yaşlarında, üzerinde beyaz gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Kumral saçlarını sıkı bir atkuyruğu yapmıştı.

Aylin, kibarca "Buyurun efendim beni çağırmışsınız." dedi.

Nedim onaylayan bir sesle "Evet, Doğuyla bize bir kahve yap ta içelim. İkisi de orta olsun." dedi.

 

Aylin başıyla onayladı, "Hemen getiriyorum." diyerek arkasını döndü. Tam mutfağın önüne gelmişti ki kapı zilinin çalmasıyla durdu. Bu sefer kapıyı açmak için kapı tarafına yöneldi. Elindeki havluyu koluna astı ve kapıyı açtı, gelen Selda hanımdı. Dışarıda ki yağmur dinmiş, bulutlar dağılmış, güneş tekrar görünür hale gelmişti.

Aylin başıyla selam verdi. "Hoş geldiniz efendim." dedi ve Selda'nın elinde kapatmaya çalıştığı şemsiyesine uzandı.

Selda elinde tuttuğu şemsiyeyi Aylin'e uzattı. "Hoş bulduk canım." dedi.

Aylin şemsiyeyi aldı. Vestiyerin arkasında ki dolaba koydu ve mutfağa geri döndü.

Selda üzerindeki paltoyu çıkardı ve yan taraftaki vestiyere astı. 32 yaşında siyah dalgalı saçları beline kadar uzanan güzel bir kadındı. Tam salon tarafına yönelecekti ki merdivenlerden gelen sesle gülümsedi.

"Anne."

Selda'nın küçük oğlu Taner, bakıcısının kucağında merdivenlerden aşağıya iniyordu. 3 yaşında, yeşil gözleri zümrüt gibi parlıyordu. Elindeki biberonu içiyordu. Merdivenin ucuna geldiklerinde Taner annesinin kucağını ister gibi hareketlendi. Selda, Taner'i kucağına aldı.

 

"Anneciğim sen uyandın mı bebeğim hı uyandın mı sen?" Elindeki biberona baktı. "Acıkmış mı beni oğlum." dedi.

Taner’in bakıcısı olan kadına baktı. "Suna, dün benim aldığım meyveli yoğurttan da ver, çok seviyor." dedi.

Suna onaylar gibi gülümsedi. "Peki, efendim." dedi.

Selda Taner'i kucağından aşağıya indirdi. "Hadi bakalım anneciğim sen şimdi Suna ablanla meyveli yoğurt ye tamam mı?"

 

Taner annesinin bu sözüne karşılık kafasını olumlu anlamda salladı ve koşarak mutfağa girdi. Suna da onun arkasından hızlı adımlarla mutfağa ilerledi.

 

Salondan konuşma sesleri gelince Selda salona ilerledi. Salona girdiğinde kocası Nedim ve uzun yıllardır görmediği görümcesinin oğlu Doğu salonda oturmuş havadan sudan sohbet ediyorlardı.

"Ooh Doğucuğum sen buralara gelir miydin?" Ailesiyle beraber İstanbul'da yaşıyordu. Selda, en son onu 15 yaşındayken görmüştü. Şimdi ise 21 yaşındaydı.

 

Selda Doğuya sarılmak için kollarını açtı. Doğu oturduğu koltuktan kalktı ve karşısındaki kadına sarıldı.

Doğu "Hiçte gelesim yoktu zaten bir anlaşmaya giriyormuşsunuz iş tekin mi değil mi ona bakmaya geldim. Ee bir de kuzen hasreti var tabii."

Nedim araya girdi. "Demek kuzenlerin olmasa hiç arayıp sormayacaksın he Doğu?" dedi.

Selda, Nedim'i onaylayan bir tavırla "He valla. Kuzenleri olmasa arayıp sormayacak demek ki. " dedi.

 

Onlar bu konuyu konuşurken elinde kahve tepsisiyle içeri Aylin girdi. "Kahveler geldi, efendim. Selda Hanım’a da şekerli bir kahve yaptık ister misiniz bilmem ama." dedi.

Selda "Yok canım ne iyi etmişsiniz içerim bende, çok sağ ol." dedi.

 

Aylin elindeki tepsiyi sırayla önce Nedim'e, sonra Selda'ya en son da Doğu'ya kahvelerini uzattı. "Afiyet olsun, efendim." diyerek mutfağa geri döndü.

 

Salonda ise koyu bir muhabbet döndü, kahveler içildi, eski anılardan konu açıldı. Hatta konunun nasıl oraya geldiği bilinmez ama konu Doğu'nun 17 yaşında yaptığı araba kazasına kadar gelmişti.

 

 

_____________________________________________

 

 

Saatler sonra kahveler içilmiş, eski konular konuşulmuş, sohbetin artık sonuna gelmişlerdi. Artık asıl konu olan şu ilaç anlaşmasına geldi. Anlaşmanın birinci toplantısına sadece üç gün vardı ve bu toplantıda anlaşmanın şartları olan on maddelik bir dosya adayların önüne sunulacaktı. Nedimlerin bu yandan herhangi bir korkusu yoktu. Doğu sayesinde anlaşmanın şartlarının yazılı olduğu bir kopya ellerindeydi.

 

Selda bu konuyla ilgili "Peki şimdi dosya nerede?" diye sordu.

Nedim açıklayıcı bir sesle, "Cemil ile bizim çocuklara gönderdim." dedi. "Onlar hallediyor." diye devam etti.

Doğu konuşmaya dahil oldu. "İlaç anlaşmasında harcanılacak sermaye miktarı anlaşma şartlarında belirtilmemiş. Buna ne diyorsunuz?" dedi.

 

Nedim sakin bir sesle, "Açıkçası düşünmüyorum. Nasıl olsa ben ve Andres hallederiz." dedi. Andres demişken İspanyol dostuna bu konuyla alakalı bilgi vermesi gerekiyordu. Doğu'nun anlaşma şartlarını öğreneceğinden haberi vardı. Anlaşmanın şartlarının gizli tutulması ikisini de rahatsız etmişti. Doğu'nun şartları öğreneceğini önce Selda'ya, sonra da Andres'e söylemişti.

 

Andres 4 yıldır Kıbrıs'taydı ancak kendi şirketlerinde ortaya çıkan kriz dolayısıyla İspanya'ya dönmek zorunda kalmıştı ve 1 aydır İspanya'daydı. Eğer kriz çözülemezse anlaşmanın yapılacağı otele Nedim tek gidecekti. Konunun telefon üzerinden konuşulması riskli olmasada, Andres telefonla konuşmama konusunda temkinli davranıyordu. Yine de Doğu konusunu bana haberdar et demişti.

Nedim oturduğu koltuktan ayaklandı. "Benim çok önemli birine haber vermem gerekiyor. İzninizle." dedi. Bir yandan salonun arka tarafında ki sürmeli cam kapıyı açtı. Evin arka tarafında ki bahçeye yürüdü yeterince uzaklaşınca durdu. Üzerindeki siyah ceketinin cebinden telefonunu çıkardı. Hızlıca bir numara girdi. Kısa konuşması gerekiyordu, yani en azından Andres için bu böyleydi.

Telefon birkaç çalışta açıldı.

Andres İspanyolca "¿Lo manejaste?" (*hallettiniz mi?) dedi.

Nedim az da olsa İspanyolca biliyordu, yani en azından kendini anlatabilecek kadar.

Nedim "Sí." (*evet) dedi.

Konuşmanınn bundan sonrası Türkçe devam etti.

Andres İspanyol aksağanıyla "Pardon, sen pek İspanyolca bilmiyordun değil mi?" dedi. "Afedersin." diye devam etti.

"Sorun yok Andres, sen Türkçe biliyorsun." dedi. "Biz her türlü anlaşırız." diye ekledi.

"Doğu anlaşma şartlarını getirdi dedin, nerede?"

"Bizim şirkete yollatım, onlar halledecek merak etme."

"Está bien." (*peki.)

Nedim Andres'e bir soru yöneltti. "Sen daha oralarda mısın?" dedi. "Anlaşmaya üç gün var."

"Biliyorum ama kriz var biliyorsun, üç gün içinde gelemem."

"Yani, birinci toplantıya tek git diyorsun öyle mi?"

"Sí, öyle diyorum."

Nedim tam cevap vermek için konuşacak iken Andres görüşmeyi sonlandırdı. Huyuydu bu ya zaten. Telefonda konuşmayı sevmezdi. Bu durum Nedim'i sinirlendirse de fazla önemsemiyordu. Salona geri dönmek için arkasını döndü.

 

 

__________________________________

 

- 1 yıl kadar önce -

 

Kıbrıs' ta ki en sevdiği gazinolarından birindeydi Nedim. Barların olduğu bölümün solunda kalan kırmızı renkteki koltukta oturuyordu. Karşısında yirmi otuz tane masa vardı ama o gözünü tek bir masaya dikmişti. Masada altı kişi oturuyordu. Adamların çoğu yabancı uyrukluydu.

Bir kaç dakika sonra masada ki oyun bitmiş kimileri kazandığına sevinirken kimileri de neler kaybettiğinin yeni farkına varıyordu. Yabancı adam oyunun oynandığı masadan kazanarak ayrılmış, yuvarlak masanın arkasında kalan bar bölümüne ilerliyordu. Bunu gören Nedim adamı olduğu bar bölümüne gitmek için ayağa kalktı. Normalde hiç bir kazananı tebrik etmezdi ama şu an yaptığı istisnai bir durum olabilirdi.

İkisi de bar bölümünün önüne geldiler. Yabancı adam barmen'e seslendi.

"¿Puedes mirar?" (*bakar mısınız?).

Barmen adamın dediğini anlamadığı yüz ifadesinden belli oluyordu. Barmen İngilizce olarak "Üzgünüm efendim İspanyolca bilmiyorum" dedi.

Yabancı adam barmen'in dediğini anlamış olacak ki hiç şaşırmadan konuşmasına devam etti.

"Ben bir şampanya alayım." dedi.

Barmen hemen arka taraftaki raflardan birine uzandı, yukarıdaki raftan bir şampanya şişesi aldı. Şişenin ağızındaki mantarı biraz zorlansa da açmayı başardı. Masanın alt bölümünden bir kadeh çıkardı, kadeh' in içine şampanya doldurdu ve kadehi yabancı adamın önündeki masaya bıraktı.

"Buyurun efendim."

Yabancı adam bu sefer İngilizce olarak "Teşekkürler." dedi.

 

Nedim Bar'ın en köşesindeki sandalyeye oturmuş, bir yandan ortamı kolaçan ederken bir yandan da yabancı adamı izliyordu. Gazinolara gelen herkesin tüm kişisel bilgileri inceleniyordu ama bu adamın hakkında pek bir bilgi bulunmamıştı ve gazinolara sık geliyordu. Bu da Nedim'i meraklandırıyordu.

Son dönemde yasa dışı bahis ve vergi kaçakçılığı suçlarından araştırma başlatılmıştı ama delil yetersizliği gerekçesiyle araştırma kapatılmıştı.

Nedim oturduğu bar sandalyesinden kalktı, adamın yanına doğru ilerledi ve tam yanındaki sandalyeye oturdu. Adam hiç istifini bozmadan elindeki şampanyayı içiyordu.

Nedim yanındaki adama döndü. İngilizce olarak "Güzel oyundu tebrikler." dedi.

Yabancı adam Nedim'e döndü. İngilizce olarak "Teşekkür ederim." dedi. "Siz buranın sahibisiniz değil mi?" diye ekledi.

Nedim, adama elini uzattı. "Evet. Nedim SOYKAN, Kıbrıs taki çoğu gazino benim." dedi.

Adam, Nedim'in elini sıktı. "Andres SANCHES." dedi.

 

Neredeyse bir saat konuştular. Andres denen adam yaklaşık olarak üç yıldır Kıbrıs'taymış, kendisinin İspanya'da ilaç üretimi üzerine bir şirketi varmış. Kıbrıs'ta üretimi yapılan ve gizli tutulan bir ilaç için gelmiş, burada gerçekleşecek anlaşmadan haberi olmuş, anlaşmaya katılan adaylardan biriymiş.

Nedim bunları öğrendiğinde şok olduğunu gizlemek isteyen bir ifadeyle "Yani sen diyorsun ki, aylar sonra burada Kıbrıs'ta bir ilaç piyasaya sürülecek, bunu da bir anlaşma ile yapacaklar." dedi ve sonra Barmen'e işaret edip kendisine bir bardak alkollü kokteyllerden birini söyledi.

Andres "Tam olarak öyle. Aslında senin bilmemene şaşırdım. Yani Kıbrıs'ın yeraltına kadar biliyorsun, anlaşmadan haberinin olmaması şaşırtıcı." dedi. "Gerçi, anlaşmayı düzenleyen şirket bu konu da hiç bir açıklama yapmadı. Bazılarımızın duymaması normal." diye ekledi.

Nedim tam konuşacakken barmen kokteyli önüne koydu. Nedim kokteylden bir yudum aldı sonra, "Sen, nereden duydun peki?" diye bir soru yöneltti.

Andres "İlaç Kıbrıs'ın Rum kesiminde üretiliyor, şirkette bunu bir anlaşma ile ülke bakılmaksızın satma peşinde." dedi. "Anlaşmaya katılanlardan çoğu Türk ama benim gibi yabancılarda var." diye devam etti.

"Peki, kaç kişi aday bu anlaşmaya?"

"Şuan dokuz."

"Anlaşmaya daha ne kadar var?"

"Daha var, yani dokuz - on ay var."

Nedim bu anlaşmaya girmek istiyordu ama daha önce ilaç sanayisiyle ilgili bilgi sahibi olmadığı için bu anlaşmanın altından gelemeyebilirdi ama aklında bir fikir vardı. Karşısındaki bu adamla ittifak kurarsa daha fazla güç elde edebilirdi.

"Sana bir teklif sunacağım ve kabul etmeme hakkın var."

Andres açıkçası sadece bir gündür tanıdığı bir adamdan böyle birşey beklemiyordu.

"Ne teklifi, ilaçla mı ilgili?"

"Evet, senin ile ittifak kurucağız, Andres. Anlaşmada ortak olacağız." dedi. "Ne dersin?"

Andres bir müddet düşündü sonra bu fikrin ikisi için de karlı olabileceği kanaatına vardı. "Kabul ediyorum. Nedim Soykan."

İkisi de elindeki bardakları havaya kaldırdı ve bu anın şerefine kadeh tokuşturdular.

 

O gün orada her manada bir ortaklık kurulmuştu. Artık dönülmez yolun içerisine doğru beraber ilerliyorlardı ve bu durum onları korkutmak yerine sanki haz alıyorlarmış gibi daha da içine çekiyordu.

 

 

_____________________________________

 

 

Anlaşmaya sadece iki gün kalmıştı ve Andres'in gelemeyeceğini öğrenmişti, Nedim. Yani anlaşmanın yapılacağı otele ikisi adına gidecekti.

Tabii bu anlaşmanın birinci toplantısıydı. Önlerinde daha iki toplantı vardı. Doğu'nun dün getirdiği anlaşmanın şartlarının yazılı olduğu dosyayı Andres'e göndermişti. Harcanılacak sermaye miktarının şartlarda belirtilmemesi onu da rahatsız etmiş olacak ki telefonu bu sefer Nedim'in suratına küfür ederek kapattı. Üstüne alınmadı, Nedim. Alışkanlık dedi.

Günlerden pazar olduğu için Selda'nın üç, beş arkadaşıyla spor salonuna gitme günüydü. Sabahın 7'sinde kalkıp, evde ne kadar su matarası varsa hepsini yanından asla ayırmadığı spor çantasına koyuyordu. Sonra, önce küçük oğlu Taner'in odasına gidip öpüyor daha uyuduğu için sessizce odadan çıkıp yan odadaki diğer oğlu Yalçın'ın odasına giriyordu. 7 yaşında bir çocuk için odası da maşallah çok derli topluydu.

"Yalçın, oğlum azıcık topla şu odayı be."

"Anne daha sabah 7, yine mi spora gidiyorsun?"

"Evet beyefendi çok istiyorsan sende gel."

"Yok anne ben almayayım sabah sabah o Meltem denen kadınla."

"Aa ne varmış Meltem de?"

"Ya anne kadın full plastik, her yerinde estetik var. Bir yerde kimlik sorsalar bu benim diye nasıl kanıtlayacak bilmiyorum?"

Selda oğlunun bu dediğine güldü. "Aman neyse Suna ile Aylin'e çok güzel kahvaltı hazırlattım, soğumadan in aşağı da ye."

"Tamam, anne."

Selda, Yalçın'ın odasından çıktı. Soldaki koridor boyunca ilerledi sonra merdivenlerden aşağı indi. Salon'a geldiğinde gördüğü manzara ile istemsizce iç çekti. Suna ve Aylin'in ortaya adeta sanat eseri gibi bir masa çıkarmışlardı. Masanın üzerinde sadece kuş sütü eksik gibi duruyordu.

Selda'nın salondan içeri girdiğini gören Suna, Selda'ya başıyla selam verdi. "Günaydın, Selda Hanım. Sofraya buyurmaz mısınız?" dedi.

Selda bu teklifi reddetmek istemesede "Çok isterdim, Suna ama çıkmam lazım." dedi.

Suna'nın bakışları Selda'nın elindeki mor spor çantasına kaydı. "Yine spora mı Selda Hanım?" dedi.

Selda Suna'nın bu sorusunu onayladı. "Evet, bizim kızlarla spora çıkıyoruz her pazar." dedi.

Suna "Ee bir şeyler yeseydiniz." dedi.

Selda bu teklifi kırmayarak masaya doğru ilerledi. O sırada Aylin mutfaktan elinde beyaz bir çaydanlıkla geldi. "Günaydın, Selda Hanım." dedi.

Selda elini masadaki ekmek sepetine uzattı. Küçük bir ekmek parçası alıp masanın ortasındaki çilek reçeline bandırdı. Ekmeği ağızına götürdü sonra da Aylin'in doldurduğu çaylardan birini aldı ve içti. Çay bardağını yerine koydu. Kopardığı ekmekten bir parça daha aldı. Masadaki sucuklu yumurtadan aldı.

Lokması daha ağızındayken "Hadi size afiyet olsun." dedi ve salondan çıktı, vestiyerden gri bir hırka aldı. Kapıyı açtı ve çıktı.

 

Nedim daha yataktan çıkmamıştı. Komidinin üzerindeki saatin 07.15' i gösterdiğini görünce yataktan çıkmak zorunda kaldı. Selda'nın spor günü olduğu için sonunda evde üç erkeklerdi ve Selda'nın 14.00'a kadar gelmeyeceği netti. Zulaları çıkarma zamanı gelmişti. Selda genellikle çocukların abur cubur yemesinden hoşlanmadığı için bu yolu başvuruyorlardı.

Üstündeki pjamayı değiştirdi. Üzerine siyah bir pantolon ve yeşil bir tişört giymişti. Hızlı adımlarla odadan aşağı indi, salona geldiğinde burnuna gelen kokuyla mest oldu. İki oğlu da uyanmış, Yalçın elinde tuttuğu çatalı zeytine batırmaya çalışıyordu. Taner ise Suna'nın kucağında biberonunu içiyordu.

"Günaydınn." dedi, Nedim.

Üçü de aynı anda,

"Günaydın, Nedim Bey." dedi Suna.

"Günaydınn Babaa." dedi Yalçın.

"Bbaba." dedi Taner.

Nedim tekrar "Günaydınn hepinize." dedi. Masaya doğru ilerledi, kendi sandalyesini çekti ve oturdu. "Selda çıkalı çok oldu mu?" diye sordu.

Suna "Hayır, on beş bilemedin yirmi dakika olmuştur çıkalı." diye cevap verdi.

Nedim başıyla onayladı. "Güzel güzel. Biz şimdi kahvaltıdan sonra baba ve oğulları günü yaparız, mis gibi olur." dedi.

Yalçın ağızındaki lokmayı yutarken "Yaşasınn, Futbol da oynarız değil mi baba?" diye sordu.

Nedim gülümseyerek Yalçın'a baktı. "Oynarız tabii." dedi. Şaka olduğunu ihma ederek "Kaleye de Taner'i koyarız." diye devam etti.

 

Yaklaşık yarım saat sonra tek kale maç için tüm hazırlıklar tamamdı. Nedim, evin garajından kaleyi almış, bahçenin ortasına getirmişti. Yalçın kahvaltıdan sonra yukarı çıkıp imzalatmak için bir saat ağladığı Milli Takım formasını giymiş, beyaz kramponlarını almış fakat bağacığını bağlarken babasının desteğine muhtaç olmuştu. Nedim hemen oğlunun bağacığını bağlamış sonra Taner'in dizlerine dizlik taktı. Herşeyin tamam olduğunu anlayınca oynamaya başladılar.

Yalçın kaleye geçmekte ısrar edince Nedim elindeki kaleci eldivenlerini çıkarttı ve Yalçın'a verdi. Yalçın eldivenleri taktı takmasına da cırt cırtlarını kapatamadı. Nedim bu seferde eldivenleri için yardım etti tabii bir soru daha vardı.

Eldivenler Yalçın'a büyük gelmişti ve böyle oldukça komik duruyordu. Nedim gülmeye başlayınca Yalçın'ın hevesi soldu. Bu sefer kaleye Nedim geçti ve sonunda oyun gerçekten başladı.

 

Maç sonu skoru : Yalçın - 8 . Taner - 15

 

Saat 14.00 olana kadar futbol oynadılar, abur cubur yediler, Selda'nın dizisi yüzünden kaçırdıkları maçın tekrarını seyrettiler. Mahalle'nin sonundaki dondurmacıya gidip dondurma yediler. Mükemmel bir BABA ve OĞULLARI günü geçirdiler.

 

 

 

-BÖLÜM SONU -

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%