Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm 1

@mervesehla

Zaman yanlış akıyor, bölgelerse birbirine karışıyordu. Tek bildiği buydu. Meryem, zakkum ağacının altında oturmuş uzaktaki sınırı izliyordu. Birden kardeşini görünce korktu. Ayağa kalkarken söylendi.

 

"Nasıl bir mucize seni buraya getirmeyi başardı?" Zeynep elindeki beyaz karanfilleri ablasına uzattı.

 

"Küçük bir hediye." Meryem uzun aradan sonra gülümsedi.

 

"Seni hem mabedinden çıkardım hem de kıymetlilerinden birini aldım. Bilsem daha önce uzaklaşırdım." Derken saksıdaki karanfilleri aldı.

 

Tabi ki saksıdaydılar. Kim bir bitkiye zarar verme günahıyla uğraşırdı ki. Saksıyı bedeniyle sol kolu arasına kilitleyip kardeşinin elini tuttu. Derslerine hızlı hızlı yürürken daha fazla konuşmak istemedi. Sadece eğitimini bitirip topluma faydalı olmalıydı. Sınırın ötesindekiler onu ilgilendirmezdi. Beyaz bölgede güvendeydiler. Burada babasına söz verdiği gibi kardeşini koruyacak ve hiçbir soruna sebep olmayacaktı. Böyle olmasını çok isterdi. Ama yerleşkeye yaklaşıp insanları gördükçe başaramamaktan daha çok korktu. Onlardan farklıydı. Kötülükten uzak düzenlerini kurmayı başaran bu halk çok güzeldi. Büyünün hedeflediği gibi iyi kalan güzel de kalırdı.

 

Zeynep konuşmaya başlayınca irkildi. "Hangi sınıfta olursak olalım her yıl aynı dersi almamızdan gerçekten sıkıldım. Öğretmenimizin konuşurken nefes aldığı yerleri bile ezberledim." Duraksadı. "Bugün çok ürkeksin." Meryem derin bir nefes aldı.

 

"Sense çok konuşkan. Önceki nesil geçmişin unutulmasını istemiyor. Büyünün amacının da öyle. Kötülüğe bulaşırsan senin ve ailenin başına neler gelebileceğini unutturmuyorlar. Güzel ve huzurlu bir yaşamın aslında nasıl da kolay olduğunu..." Okulla aralarında yaklaşık 50 adımlık mesafe vardı. İnsanlar okulun etrafında kümelenmiş sohbet ediyordu. Kimilerinin sıkkın yüzlerinden Zeynep'le aynı düşüncede olduğu kolayca anlaşılabilirdi. Eski bina diğer yeni eklentileri arasında heybetiyle sırıtıyordu. Ama herkesin gelebileceği ortak derslerin verildiği yer burasıydı. Durup kardeşine döndü.

 

"Zeynep biliyorsun ki ileride bu dersleri verenlerden biri olacağım. Bu yüzden bir daha böyle konuşmamaya dikkat et. Kanımızın getirdiği sorumluluklara uymalıyız. Sen iyi bir şifacı olacaksın bense mahkeme görevlisi. Tamam mı?"

 

"Evet, abla biliyorum ve böylece asla sınır dışı edilemeyeceğiz."

 

Başını kaldırıp kardeşinin gözlerinin içine baktı. Bu kadar kalabalık bir ortamdayken yapabileceği başka bir şey yoktu. Kardeşini çekiştirip bugüne kadar görmüş oldukları en büyük bina olan okullarına yürüdü. Yanlarından geçen atlı arabalarsa en yüksek bina olan mahkemeye gitti. Bugün Meryem'in en sevmediği gündü. Mahkeme günü. Sınıflarına girip en öndeki yerlerine oturdular. Her yaştan insanın bir arada olduğu adeta masal anlatılan ders başlamak üzereydi.

.

.

.

"... Anne, kanla büyüyü mühürledi. Böylece kötülük yapanları hemen tanıyabilecektik. Yalan söylersen dilin yanar, birini öldürdüğünde çürürsün, hırsızlık yaparsan ellerini kaybedersin. Her ne yaparsan yap bedeninde yansımasını görürsün. Yaptıklarının nesiller boyu yansıması olacaktır. İyiler hep güzel kalacak, sağlıklarını koruyacak ve güzelleşmeye devam edecektir. Birinin sesinden, görünüşünden hatta kokusundan bile ondan size zarar gelip gelmeyeceğini anlayabilirsiniz."

 

Nefes alıp sınıfa göz gezdirdi. Söylediklerinin etkisini her zaman kontrol ederdi. Göz ucuyla dersle ilgisi olmayan elindeki çiçeğe ilgisini vermiş Zeynep'e baktı. Meryem yaşlı öğretmeninin kardeşine olan bakışlarından her zaman nefret etti. Yaşlı olduğunu gösteren hiçbir özelliği yoktu. Hatta Meryem'den daha genç gösteriyordu. Yaşını belli eden tek şey bu dersi vermesiydi. Büyünün anlatıldığı dersi sadece eski mahkeme üyeleri verebilirdi.

 

"Elbette büyü ilk yapıldığında her şey çok karışıktı. Ama Yüce Atalarımız sınırları oluşturdular ve düzeni kurdular. Beyaz'da hepiniz güvendesiniz sevgili dostlarım. Burada kötülük yoktur. Ama olur da kötülüğe yakalanırsanız Gri'ye düşersiniz. Beyaz'dan düşmeyi kötü buluyorsanız bir de Gri'den düşmeye bakmalısınız. Zira Siyah'da sizi canavarlar bekliyor olacak. Bölgeler arası tampon yerlerde iseniz umudunuzu kaybetmeyin bu hala yükselmek için şansınız olduğu anlamına gelir. Ancak yüzyıllardır aşağıdan yukarıya haberci güvercinlerinden başka geçebilen olmamıştır. Sizler..."

 

"Öyleyse kardeşler nasıl gelebildiler?"

 

500 kişilik sınıfta öğretmenin sözünü bölen ses en arkalardan gelen genç bir erkek sesiydi. Şu an bu konu birçok sınıfta aynı şekilde anlatılıyordu. Ama bu soru sadece bu sınıfta sorulabilirdi. Çolpan normalde anlatımını bölen soruları duymazdan gelirdi. Ama bu sefer duymak istedi. Kürsüsüne doğru yürüyüp yaslandı.

 

"Ah, hepinizin bildiği gibi savaş birden patlak verdi. Tampon bölgeler oluşturmaya zaman yoktu. Beyaz'ın içerisinde adeta siyah bir leke oluştu. Ama her zamanki gibi başardık, bölgeyi kapattık, duvarları ördük. Savaşın sebebi bilinmese de bir savaş orada yaşayan herkesi mahveder. Ama kardeşlerin ailesi Anne'nin kanından, günümüze gelebilmiş yüce torunlardan. Diğer torunlar Gri'de kaybolmuşken kanıyla etrafa bereket saçan son torunların Siyah bölgede kalmasına izin verilemezdi. Gelin görün ki yine de bazı yansımalarını görebiliyoruz."

 

Meryem çocukluğundan beri insanların dik bakışlarına alışıktı. Ama neden şu an herkes ona bakmak zorundaydı. Çirkin değildi. Kısa boyu, kumral saçları, küçük ela çekik gözleri, kemerli burnu ve küçük dudaklarıyla çirkin değildi. Ama üstün ırkın yanında çok sırıtıyordu. Herkes uzundu, sağlıklı vücutları ve altın orana sahip yüzleri vardı. O da çok güzel olmak isterdi. Neyse ki kardeşi en güzellerden biriydi. Bedeli sadece o ödüyordu.

 

"Büyü yüzünden hiçbir alanda gelişemediğimizden neden bahsetmiyorsunuz Çolpan Bey? Deneyler yapılamıyor, tıp ilerlemiyor. Sağlam sınır duvarları haricinde inşaat neredeyse durdu. Benim dedem, dedemin dedesi de at arabasını kullandı. Bunun ilerisinin gerçekleşebileceğini gençlere neden anlatmıyorsunuz?"

 

Meryem'in düşüncelerini bölen ses sol tarafındaki yaşlı kadından geldi. Yaşlı olduğunu gösteren tek şey gözlerinin etrafındaki birkaç çizgiydi. Yaşasaydı muhtemelen kızların büyükannesi de aynı yaşlarda olacaktı. Büyü bu kadına yaşlılığında güzelliği bahşetmişti. Oldukça sağlıklı görünüyordu. Büyü yüzünden yüzyıllardır hiçbir değişikliğin olmadığını ve ilerlenemediğini söyleyen insanların tampon bölgede biraz zaman geçirmesi gerekirdi. İnsanların değişimden ve büyüden korktukları için zaman durdurulmuşçasına sabit kaldıklarını dile getirmek zordu. Kadınsa yaşlılığının verdiği cesaretle konuştu. Konuyu değiştirdiğine pişman değildi. Kızların üzerine gidilmesini istemedi. Sussa da kızların üzerine çok fazla gidilemeyecekti. Çolpan cevap veremeden kapı tıklatıldı. Mahkemede büyük bir olayın değerlendirmesi yapılacaktı. Herkesin toplanıp ibret alması için izlenmesi istendi. Görevli dersin sonra devam ettirilmesini söyledi. O ders Meryem'le Zeynep'in son dersi oldu.

 

.

.

.

45 m yüksekliğe ve 45 m kubbe çapına sahip olan yapının en tepesindeki boşluktan gün ışığı içeriye sabah olduğundan eğik bir şekilde süzülüyordu. Yapının kuzeyine yapışık olan hilal şeklinde 5 m yüksekliğindeki mahkeme üyelerinin oturdukları yere ulaşım arkadandı. En ortada baş mahkeme görevlisi ile solunda 4 sağında 4 olmak üzere esas mahkeme üyeleri 9 kişiydiler. Seleflerin 2 m aşağısında halefleri oturdu. Onlarında aşağısında anlatıcılar, anlatıcıların sağlarında kayıt tutucular, sollarında askerler vardı. Hilalin merkezi suçlunun bölgesiydi. Halk önlerinde sabırsızlıkla bekledi. Baş mahkeme görevlisinin önünde oturan Meryem kalabalığın arasında kardeşini bulmaya çalıştı. Yükseklik yeterince yardımcı olmadı. Zeynep, Meryem arkadan giriş yapması için ayrıldıklarında serasına gitmişti. En önde Aurum,Mare ve Dux aileleri vardı. 300 yıl kadar önce insanlar zenginleşemezdi. Herkes çalışır, yiyecekler, yakacaklar ve giysiler eşit şekilde paylaştırılırdı. Hala da öyleydi, insanların temel hakları korunurdu. Ama bu aileler çalışanlarına iyi davranarak zengin ve güçlüydüler. Derste varlıklarını sorgulayan Aurum ailesinden Aryutz ile Mare'lerden Akabe birlikteydi. Aryutz'un sarı pelerini Akabe'ninse mor elbisesi Meryem'in sinirini bozdu. Her zaman bulundukları yerde "Biz buradayız." derlerdi. Kalabalıkta yer yer kümelenmiş sarı, mor ve yeşiller her zaman ki gibi dikkatleri çekti.

 

İzgü'nün, baş mahkeme görevlisinin, arkasında homurdandığını duydu. Baş mahkeme görevlisi olarak bekletildiği nadir olan bir şeydi. Devasa kapılar açıldı. İki asker ilerledi. Işık hüzmesinin altından geçtiler. Meryem de kalabalık gibi olanlara anlam veremedi. Asker suçluyu yavaşça yerine bıraktı. Kundaktaki küçük bebek çürümüştü. Nefes almıyordu. Tepkisi gözlemlenebilmesi için olay hakkında önceden bilgilendirilmedi. Bu yüzden yüzünü olabildiğince ifadesiz tuttu. Bebeğin arkasından gri üniformasından dolayı şifacı olduğu anlaşılan bir kadın ve bir adam getirildi.

 

İzgü emir verdi. "Anlatıcı başlayabilir." En soldaki anlatıcı halka seslendi.

 

"Herkes sessiz olsun."

 

En sağdaki anlatıcı birkaç saniyelik sessizliğin ardından ayağa kalkıp devam etti.

 

"Bugün buraya daha önce emsali olmayan bir olay için çağrıldınız. Bir günlük olan oğul babanın günahını ödedi. Dün sabah saatlerinde annenin doğumu başladı. Şifacılar bebeğin ters geldiğini fark etti. Herkesin bildiği gibi böyle bir durumda karar hakkı sadece annenindir. Annenin bilinci yerinde değilse kutsal kabul edilen bebek önceliklidir. Anlatılanlara göre anne bebeğin kurtarılmasını istedi. Öyleyse bu çürümüş beden neden? Baba bebeği seçmemişse bebek neden çürüyerek öldü? Büyü, bebekleri ve çocukları yaptıklarından sorumlu tutmaz. Bazen katil için ölüm en kötü ceza değildir. Büyü ondan en sevdiğini alır. Tıpkı burada gördüğünüz gibi bazen aktarılan sadece güzellik ve çirkinlik değil aynı zamanda günahların bedelidir."

 

Konuşmasının devamında birçok doğum emsalinden bahsetti. Anne, bebek ve babaya dair belgeleri sundu. Sonlara doğru başını halktan mahkeme üyelerine doğru çevirdi.

 

"Kutsal bir varlığın ölümüne sebep olduğu için babanın Siyah'a ona yardım ettiği için de şifacının Gri'ye gönderilmesini talep ediyorum."

 

Bir insanın Beyaz'dan direkt olarak Siyah'a gönderilmesi rastlanmamış bir durumdu. Halkın şaşkınlığı ve bir o kadar da korkusu herkes tarafından hissedildi. Soldan ikinci mahkeme üyesi konuştu. Sarı saçları yeşil gözleri olan güzel bir kadındı. Diğer altı mahkeme üyesi gibi o da yeşil giyinmişti.

 

"Anlatılanlar doğrultusunda şifacı neden bu kadar iyi görünüyor?"

 

En ortadaki anlatıcı sözü aldı. Kahverengi saçları ve mavi gözleriyle o da güzeldi. Yeğeni olduğu baş mahkeme üyesinin erkek versiyonu gibiydi. Onun gibi beyaz giyinmişti.

 

"Gece yarısından itibaren şifacının dilinin işlevini kaybettiği ve konuşamadığı bildirildi. Sebebinin annenin son dileği hakkında söylediği yalan olduğu düşünülüyor."

 

Yeşil gözde devam etti. "Şifacı doğumu tek başına yaptırmadı. Diğerleri nerde?"

 

"Hiçbirine ulaşılamıyor. Sessiz kalan yapandan daha suçludur. Büyünün onlar için neyi uygun gördüğünü bilemeyiz. Yapılması gereken..."

 

En sağdaki anlatıcının sözünü baş mahkeme görevlisi kesti.

 

"Bebeğin babası olduğu iddia edilen şahıs kendinizi tanıtınız ve bebeğin babası olduğunuzu teyit ediniz."

 

Tüm belgelere rağmen sorulan soru Meryem'e anlamsız geldi. Adamdan ses çıkmadı. İzgü anlamlı denebilecek bir süre kadar bekledi.

 

"Tekrar soruyorum bu bebeğin babası siz misiniz?"

 

Acısı yüzünden okunan adam yavaşça başını salladı. Meryem adamın saçlarındaki birkaç beyazın dün akşam ortaya çıktığını düşündü. Gözlerindeki yaşlar tükenmiş gibiydi. İzgü'nün mahkeme sırasında birinin sözünü kestiğini daha önce görmemişti. Bugünkü mahkeme çok rahatsız ediciydi. Her zamanki protokoller uygulanmadı. Adamın tarafından olanları aktarabilecek bir anlatıcı ilk kez yoktu.

 

"Suçlamalar hakkında söylemek istediğiniz bir şey var mı?"

 

Adam yine konuşmadı. İzgü devam etti.

 

"Suskunluğunuz kabul ettiğiniz anlamına gelir. Söyleyecek bir şeyiniz var mı?"

 

Adam dizlerinin üzerine çöktü. Ayakları artık onu taşıyamıyordu. Yanındaki şifacı ise ruhu çekilmişçesine onu izledi. Bakışlarında bir anlam yoktu. Büyünün bedenindeki yansımasından dolayı Gri'ye gönderileceği kesindi. Yalanın boyutu, söylenme sıklığı ve etkileri cezanızı değiştirirdi. Annenin bebeğini seçtiği yalanı bir cana mal olmuşken artık konuşamaması normaldi.

 

"Son kez soruyorum söyleyecek bir şeyiniz var mı?"

 

Adam sessizliğini bozamadı. Kitlenmiş gibiydi.

 

"Kararımı açıklıyorum. Bu karar diğer mahkeme görevlileri ile ortak kararımızdır. Talep edildiği gibi şifacı Gri'ye babaysa Siyah'a gönderilecektir. Böylece bir kez daha Siyah'a ne kadar yakın olabileceğinizi hatırlayın."

 

İzgü mahkeme görevlilerini toplamadı. Anlaşılan kararı arkada vermişlerdi. Meryem onu içten içe kemiren sesi bastırmaya çalıştı. Mahkemede her şey özenle hazırlanmıştı. Buna mahkeme bile denmezdi. Adamla şifacı dışarıya çıkarıldı.

 

Bebeğin nereye defnedileceğinin karar aşaması suçların yargılanmasından daha uzun sürdü. Bazıları bebek olduğu için kutsallığının görmezden gelinemeyeceğini savundu. Çocuk mezarlığına gömülmeliydi. Bazılarıysa büyüyle öldüğü için diğer bebek ve çocuk ruhlarını rahatsız edeceğini savundu. Yakılmalıydı. Sonunda bebeğin yakılmasına ama küllerinin kurumuş kuyuya değil annesinin mezarına dökülmesi kararını aldılar. Bu sayede zavallı bebek annesinin yanında huzura erebilecek diğer kutsal ruhlarda rahatsız edilmeyecekti. Bebeğin cesedi askerler tarafından alınıp yakılmaya götürüldü. Diğer mahkemelerde her zaman ki protokollere uyuldu. Üç kişi tampon bölgeye bir kişi ise Gri'yi gönderildi. Meryem günün sonunda İzgü'nün onu odasına çağırdığını öğrendi. İzgü'nün onu sevmediğini ama saygı duyduğunu hep hissetti. Yaptıkları konuşmalar mesafeli ve öğreticiydi. İzgü bugünkü olaylar hakkında düşüncelerini sorduğunda yalan söylememek için susacaktı.

.

.

.

Baş mahkeme üyesinin odası olabildiğince sadeydi. Odaya kahverengiyle bej tonları hükmediyordu. Penceresinden baktığınızda şehrin ayaklarınızın altında olduğu hissini verirdi. Birkaç katlı herkesin kendi yeşil bölgesine sahip olduğu evler özenle hizalanmıştı. Son zamanlarda ortaya çıkan alışılagelmişten farklı evler silueti bozmaya başlamıştı. Ama zenginlerin nedense daha fazla alana ihtiyacı vardı. Dikkatini manzaradan tekrar odaya verdi. Odada devasa bir aile tablosu ve saksıdaki çan çiçeği hariç İzgü'nün imzasını taşıyan bir şey yoktu. Sessizliği İzgü bozdu.

 

"Bu çiçeklerin hikayesini biliyor musun?"

 

Meryem derin bir iç çekti. "Neden bana mahkemedeki olayları sormuyorsun? Yoksa halefliğimi iptal mi ettireceksin?"

 

"Sadece seninle sohbet etmeye çalışıyorum."

 

"Sen benimle öylece sohbet etmezsin." Meryem, İzgü'nün gözlerinin içine baktı.

 

"Eğer fikrini sorsam cevaplayacak mısın ki? Sadece susacaksın." Ayağa kalktı. "Bugün seninle daha önemli konular konuşacağız." Kapıya doğru yürümeye başladı. "Beni takip et."

 

Meryem odadan çıkmadan önce yavaşça kapıyı kapattı. Nereye ve neden sorularını sormaya gerek yoktu. İzgü'yü tanımıştı. İkisi de sorular sorardı ama cevaplayan sadece Meryem olurdu. Merdivenlerden aşağı indiler. Işığın ulaşamadığı yerlere ulaştılar. İzgü meşalelerden birini Meryem'e uzattı. En az beş insanın yan yana rahatça yürüyebileceği koridorun sonunu göremedi. İlerledikçe büyük kapıların yanındaki askerleri fark etti. Şaşırtıcıydı.

 

"Büyünün askerlere neden izin verdiğini biliyor musun Meryem?"

 

"Emin değilim."

 

"Herkesin kendini koruma hakkı vardır. Askerlerin kılıç kullanıp talim yapabilmesi bir düşman olduğu anlamına gelir. Kendi hayatın pahasına başkalarını korumak öyle onurlu bir davranıştır ki büyü onlara zarar vermez aksine yüceltir. Onları daha güçlü hale getirir."

 

Siyah çift kanatlı bir kapının önünde durdular. Kapının iki tarafında da çifter asker vardı. İzgü'yü görünce başlarıyla selam verdiler.

 

İzgü emir verdi. "Kapıyı açın."

 

Askerler kapıyı açtı. Meryem, İzgü gibi meşalesini askere teslim etti. Zira içeride meşaleye gerek yoktu. Yerin metrelerce altındaki odada ne olduğunu ilk birkaç saniye idrak edemedi. Oda karanlık değildi, Beş yüz insanın sığabileceği büyüklükteydi. Işık tavandan ya da duvarlardan değil tabandan geliyordu. Odanın şeklini bozuk bir daireye benzetti. Zeminin tamamında bir harita vardı. Haritadaki beyaz yerler ışıldıyordu. Sınırlar kırmızıydı. Siyah yerler bassanız içine düşecekmişsiniz hissi veriyordu. Grilerinse hiçbiri aynı değildi. Bazı griler parlarken bazıları siyah gibiydi. Tampon bölgeleri fark etmesi zaman aldı. Sınırlar gibi kırmızıydılar. Selefi odanın ortasında okyanusun üzerindeydi.

 

"Öyleyce dikilme istediğin gibi keşfet." İzgü, Meryem'i dikkatle inceliyordu. Meryem'in ilk yöneldiği yer savaş çıkmadan önceki evlerinin bulunduğu bölge oldu. Ailesinin anlattığına göre Dımaşk bölgesinin nehir ve deniz arasındaki alan ekilebilir topraklara sahipken nehrin doğu tarafı çöldü. Topraklarının bir kısmının verimli olabilmesi ailesinin asil kanı sayesindeydi. En azından bir zamanlar öyleydi. Eğilip doğduğu topraklara dokundu. O an zaman onun için durdu. İnsanlar birbirini öldürüyor, yemek için birbirleriyle kavga ediyor, kadınlar ve çocuklar satılıyordu. Görebildiği şeyler koyu grinin tonlarında ona yansıdı. Görüntüler birden kesildi. İzgü, Meryem'in elini haritadan çekmiş, eğilmiş yüzünü Meryem'le aynı seviyeye getirmişti. Yüzleri arasında bir karışlık mesafe vardı. Meryem'in dehşetle açılmış gözlerinin içine baktı.

 

"Şimdi neden baş mahkeme görevlisi halefliğine getirildiğini biliyorsun."

 

Meryem'in kalbi hiç olmadığı kadar hızlı çarpıyordu. "Onlar neydi?'"

 

"Bölgenin durumu. Ben göremem. Bunu sadece sen ve kardeşin görebilirsiniz. Oda yıllar önce büyük büyükannen tarafından yapıldı. Bizler güncel durumu izlemekten başka bir şey yapamadık."

 

"Bekle burası gri. Koyu gri ama gri. Hep söylendiği gibi siyah değil."

 

Elini İzgü'nün elinden kurtarıp ayağa kalktı. Haritayı daha dikkatli incelemeye başladı. Mundus Novus, Çing, savaş çıkar çıkmaz bağlantısı kesilen yerler tamamen siyahtı. Adalarsa ya beyaz ya da siyahtı. Kalan yerlerin yarısı beyaz yarısıysa griydi. Griler çok farklıydı. İzgü, Meryem'in elini alıp siyah bölgeye bastırdı. Meryem anında çığlık attı. Hiçbir şey göremedi ama kalbinde hissettiği vahşet yüzünden ağlamak üzereydi. Siyahtı. Her şey simsiyahtı. Kendini kurtarıp elini kalbinin üzerinde tuttu. Kalbini sıkıştıran his gitmedi.

 

"Siyah değil ama olacak. Beyaz bir kere bozuldu mu geri dönüşü yoktur. Bu odaya defalarca geldim. İlk kez bu kadar parlak görüyorum. Sanırım sebebi sensin. Kanın sayesinde hayatta kaldın. Karşılığını vermeli görevlerini yerine getirmelisin. Sınırların ötesini düşünmeyi bırak. Birlikte yaşadığın halkı düşün." Yaklaşıp Meryem'in omuzlarını tuttu. "Dokuz yıl önce bana on altı yaşındayken söz verdin. Sözünü tutabilir misin? İnsanlara güzeli gösterebilir misin?"

 

"Yapabilirim." Yapamasa bile yapmak zorundaydı. Başka seçeneği yoktu.

 

"Güzel." İzgü Meryem'e sarıldı. "Buraya daha sık geleceğiz. Bizler siyahlıkları fark edebiliriz. Sense beyazdaki grileri bile bulabilirsin. Sanırım bugünlük yeterli. Sen vaad edildiği gibi Beyaz'ın umudu olacaksın. Akşam derslerine girmene gerek yok. Senin için ben konuşurum. Eve git, dinlen."

 

Meryem İzgü'deki değişikliğe sebep olan olayı merak etti. Dokuz yılda aşmaları gerekenleri bir günde aşmaya çalışıyorlardı.İzgü, Meryem'in elini tutarak odadan çıkardı. Meşalelerini alıp yürüdüler.

 

"Gerçekten de çan çiçeğinin hikayesini bilmiyor musun?"

 

"Bilmiyorum."

 

"Aslında bağlılık ve sadakat anlamına gelir. Bizim toplumumuza olduğu gibi. Ancak hikayesi biraz daha farklı. Aşk ve güzellik tanrıçası bakana sadece güzellik gösteren herkesin peşinde olan aynasını kaybetmiş. Kaybolan aynayı fakir bir çoban çocuk bulmuş. Bunun üzerine Tanrıça aynayı geri alması için oğlunu görevlendirmiş. Ayna karşısında büyülenen çocuk, aynayı oğula vermeyi reddetmiş. Birbirleriyle mücadele ederken ayna yanlışlıkla kırılmış ve binlerce parçaya ayrılmış. Ayna'nın düştüğü yerlerde çan çiçekleri açmış. Odama her geldiğinde çiçeklere bakıyorsun. Onlar bir hatırlatma, insanlara sadece güzeli göstermemiz gerektiğinin hatırlatması.' Ana giriş kapısının önüne geldiler. 'Beklediğimden daha iyiydin. Yarın derslerinden sonra yanıma gel."

 

Meryem hafifçe başını salladı. Binadan ayrılırken yanıldığını anladı. Odada İzgü'ye ait olan tek şey duvardaki devasa aile tablosuydu.

.

.

.

Meryem, Zeynep'in serasında olduğunu biliyordu. Ama bugün yaşadığı onca şeyden sonra kardeşinin yanına direkt gitmek istemedi. Öncesinde olanları hazmetmesi gerekiyordu. Burada olmalarını sağlayan Anne'yi görmek istedi. Devasa Anne heykeline doğru yürüdü. Şehirde büyük olan sadece dört yapı vardı. Okul, mahkeme, hastane ve Anne heykeli. Yetkililerin toplanıp kararlar aldığı yapı en fazla beş evin toplamı kadardı. Evlerse hemen hemen aynı boyuttaydılar. Bütün bu mekanlar hep kalabalık ve yargılayıcı bakışlarla doluydu. Şelalenin yanı başında olan Anne heykeli günün belli saatleri hariç boş olurdu. Sağ ayağı sol ayağından yarım adım önde, sol kolunda bebeğini tutmuş, başını bebeğine doğru eğmiş anne heykeli kayanın yontulmasıyla yapılmıştı. Yerleşkeden uzak olduğundan Meryem'in çokça yürümesi gerekti.

 

Heykelin önündeki meydanı çevreleyen ağaçlara varınca durdu. Birinin altında oturup sırtını gövdeye yasladı. Dersten önce insanlardan kaçmak için sınıra kadar yürüdüğüne pişman olacak kadar ayakları acıyordu. Gözlerini kapattı. Yüzünde farkında olmadığı bir gülümseme vardı. Bugün mahkeme yüzünden sarsılan herkes için kötü bir gündü. Ama ömrü boyunca Beyaz'ın onlardan vazgeçmemesi için çalışan Meryem içinse hayatının dönüm noktasıydı. Vazgeçilmez olduğunu öğrendi. Evet, vazgeçilmezdi. Önce biraz kıkırdadı. Ardından kahkaha attı. Kahkahasında mutluluğun tınısı yoktu. Ömrü boyunca verdiği çabayla asla tam anlamıyla rahat bir nefes alamayışının gerçekliğiyle daha çok sarsıldı. Sonrasında hıçkıra hıçkıra ağladı. Dayanamıyordu. Ailesi hayattayken bile her şey onun için yeterince zordu. Yokluklarında Meryem'in elinden gelen asla yeterli olmamıştı. Ama artık delicesini çabalamasına gerek yoktu. Hayatın akışına sakince ayak uydurması yeterli olacaktı. Yüzünü kapatıp hıçkırıklarını durdurmak için nefesini tutmayı denedi. Eliyle yüzünü örtüp yere eğilmiş vaziyette bir süre bekledi. Şelalenin sesi ve kuş cıvıltıları onu yavaş yavaş kendine getirdi. Başını kaldırıp gözünü açtığında Anne'nin ayakları ucunda bir karaltı gördü.

 

"Kim var orada?" Sesi cılız ve çatlaktı. Şelale onun sesini baskılıyordu. Bir kez daha bağırarak denedi. "Kim var orada?"

 

Kalkıp heykele doğru yürüdü. Yanan gözleri yüzünden yanlış görmüş olmayı diledi.

 

"Son kez söylüyorum! Kim var orada?"

 

Heykele vardığında kendi gibi ağlayan yere çökmüş tanıdık bir yüz gördü. Rahatlayarak konuştu.

 

"Sevgili Abidemi, burada ne işin var?"

 

14 yaşındaki iri göz ve dudaklara sahip teni toprak gibi olan erkek çocuk yaşıtlarına göre biraz daha kiloluydu. Anlaşılan büyü onu bu aralar terbiye ediyordu. Bu duruma göre ona artık genç demek daha doğru olacaktı. Meryem sessizliğe dayanamadı.

 

"Hey, seni bu halde gördüğüm için annene durumu bildirmek benim görevim. Ama konuşursan anlaşabiliriz. Annen sormadıkça konuşmam gerekmez."

 

Genç duyulmakta zorluk çekilen bir sesle konuştu. Şelale duyulmasını iyice zorlaştırdı.

 

"Mahkemede ne olduğunu gördüm. Ama ben nefsime hakim olamıyorum. Çok zorlanıyorum. Yememem gerektiğini bildiğim halde bugün yine çok fazla yedim ve yine o dayanılmaz açlığı hissettim. Asıl açlık gelince yemeği durdurmak daha da zor. Sence benim de başıma öyle kötü şeyler gelir mi?'

 

"Sakin ol."

 

Gencin yanına oturup eliyle kıvırcık saçlarını okşadı. 14 yaşında olmasına rağmen Meryem'den daha uzundu. Meryem şimdi çocukla göz kontağı kurabilmek için yukarı bakıyordu. Yatıştırıcı olmasını umduğu bir sesle devam etti.

 

"Başına öyle bir şey geleceğini zannetmiyorum. Yeteri kadar yemek yiyip su tüketmeyi bu yaşa kadar öğrenmen gerekiyordu. Ama geç değil. Zamanla her şeyi halledeceksin."

 

Çocuk karnına doğru vurup bağırdı. "Öyleyse bu hissettiğim boşluk ne?"

 

"O boşluk... Ah nasıl anlatsam sana? Dünya'da herkese yetecek kadar yiyecek ve su var. Eğer ihtiyacın olandan fazlasını tüketirsen birilerinin hakkını almış olursun. Bu his o kişinin hissedeceği açlık ya da susuzluk. Artık yavaş yavaş büyüdüğün için büyü seni terbiye ediyor da diyebiliriz. O his geldiğinde annenin tabağına koyduğundan fazlasını tüketmeye çalışma hatta daha azını tüket. Ben kendimi durduramamaktan korktuğum için bir günlüğüne hiç yememeği tercih etmiştim."

 

Gencin gözleri kocaman açıldı. "Ne yani senin de mi başına geldi?"

 

"Güven bana büyürken birçok kişinin başına gelmiştir. Bir keresinde akşam yemeğinde kardeşimin de tatlısını yemiştim. Sabah karnıma kramplar girerek uyandım. Büyük bir boşluk ve açlık hissi vardı. Sadece bir dilim tatlı için 13 yaşındayken bunun gereksiz ve büyük bir ceza olduğunu düşündüm. Ama olay sadece yemek değildi başkasının hakkıydı. Akşam yemeğine kadar hiçbir şey yemedim ve o halde günlük işlerime devam ettim. His yavaş yavaş geçti. Bir kere de susuzlukla sınanmıştım ve bu en korkuncuydu. Temizlenmek için bir insanın kullanabileceğinden çok daha fazla su harcamıştım. Neden öyle yaptım bende bilmiyorum. Annem çok kızmıştı. O su israfından sonra gelen susuzluğu tarif edemem. İki gün boyunca sadece annemin verdiği suları içtim. İlk gün okula bile gidemedim. Başlarda bende senin gibi korktum ve kızdım. Ama fark ettiysen hiçbir yetişkinin yiyecek ve suyla bir sıkıntısı yok. Kimse israf etmiyor ve hak ettiği kadarını kullanıyor. Böylece herkes sağlıklı ve mutlu bir şekilde yaşayabiliyor."

 

Genç, Meryem'i dikkatle dinleyip gülümsedi. "Anne gibi konuşuyorsun. İleride Baş Mahkeme Üyesi olacaksın ve senin bile başına geldiyse demek ki benim de başıma gelmesi çok normal. Aslında ben sadece keşke babam yanımda olsaydı dediğim zamanlar fazladan yemek yediğimi fark ettim. Ne acı değil mi?"

 

"İnsanlar Beyaz'da genellikle yaşlılıktan ölür. Ama nadiren de olsa bazen şansızlıklar olabiliyor. Baban bir askerdi. Savaş Dımaşk'tan sonra ikinci kez başladığında bölgenin izole edilebilmesi için büyük fedakarlıklarda bulundu. Onunla gurur duymalısın." Meryem'in aklına gelen anılar güzel değildi. Savaş ikinci kez patlak verdiğinde ailesiyle birlikte Beyaz'a gelmişlerdi.

 

"Duyuyorum. Ama hayatta olsaydı hayatımın nasıl olabileceğini hayal etmekte kendimi durduramıyorum."

 

Genç, bir süre sessizce şelaleyi izledi. Yeniden konuşmaya başlayınca sesi öncekine göre daha iyi geliyordu.

 

"Seni birkaç kez o sınırda gördüm. O sınırdan sonraki sınırda senin memleketin var değil mi? Sınırı izlerken orayı mı düşünüyorsun?"

 

Meryem meraklı gözleri doğru bir şekilde cevaplayamayacaktı. Ona gördüğü rüyalardan bahsedemezdi. Konuyu değiştirecekti.

 

"Öncelikle derslerini daha iyi dinlemelisin. Çünkü arada kaç sınır olduğunu bilemezsin. Her bölge sınırı en az yedi katmandan oluşur ve annenin şu an seni çok merak ettiğine eminim. Hadi gidelim."

 

Ayağa kalkıp gence elini uzattı. Abidemi, tek başına kalkabilecek olmasına rağmen Meryem'in yardımını kabul etti. Genç, bir yetişkini andırmasına rağmen aslında çocuk kalbiyle konuşup hareket ediyordu. Bazı insanlar büyürken diğerlerinden daha çok zorlanırdı ve büyü bir şekilde onları terbiye ederdi. Meryem'i düşüncelerinden gencin sesi çıkardı.

 

"Lafı değiştirdiğini anlamadığımı sanma. Ama sana izin vericem. Çünkü merak ettiğim daha önemli bir şey var?"

 

Meydanı geçip ağaçlara varmışlardı. Her iki tarafı yüz yıllık çınar ağaçlarıyla sıralı olan toprak yolun kenarından yürüyorlardı.

 

"Sor bakalım." Ayaklarının acısı sesine yansımıştı.

 

"Sen neden ağladın? Hatta önce gülüp sonra ağladın. Neden?"

 

'Ah, o mesele... Ben bugün ömrüm boyunca endişelendiğim bir konu hakkında aslında hiç endişelenmemem gerektiğini anladım. Biraz rahatlamış hissediyorum. Ama hislerimin tam bir tarifi yok. İtiraf etmek gerekirse seninle konuşmak odağımı değiştirip kafamı toparlamakta etkili oldu."

 

"Ben bebek için olduğunu zannetmiştim. Çünkü sen bebekleri, çocukları çok seversin." Doğru çok severdi. Yaşıtları veya yetişkinlerle zaman geçirmek yerine çocuklarla oyun oynamayı daha çok severdi. Abidemi ile de öyle tanışmışlardı.

 

"Etkisi yok diyemem. Bugün çok yorucu bir gündü. İzin verirsen sana evine kadar sessizce eşlik edeyim. Annenin endişesini azaltmış oluruz."

 

Yolun kalan kısmında genç ara ara konuşmaya devam etti. Meryem, Anne heykelinin yanında yaptıkları konuşmanın aksine dinleyici konumundaydı. Genç boşluk hissinden şikayet etmeyi durduramadı. Gencin evine az kala karın krampları gelince Meryem onunla birlikte bekledi. Yürüyebilecek duruma gelince evine bıraktı. Annesiyle bahçelerinde biraz sohbet edip içini rahatlatmaya çalıştı. Konu mahkemedeki trajediye gelince sessiz kalmayı tercih etti.

 

Kardeşinin ve kendisinin yaşadığı evlerine gelince sessizlikle karşılandı. Zeynep çeşit çeşit şifalı otlarını ve güzel çiçeklerini yetiştirdiği serasında olmalıydı. Güneş batmak üzereydi. Gün batımını birlikte izlemeyi severlerdi. Bu yüzden serasına gidip onu almaya karar verdi. Zira Zeynep'in kendini unutup serasında gecelediği çok olurdu. Acaba kardeşine artık Gri'ye veya tampon bölgeye gönderilmekten korkmadan yaşayacaklarını gün batımını izlerken mi anlatsaydı yoksa akşam yemeğinde onun en sevdiği tatlıyı hazırlayıp onu yerlerken mi konuya girseydi? Karar veremiyordu. Aslında aklının bir köşesinden bebeğin çürümüş yüzünün görüntüsü gitmiyordu. Zeynep'e yarın insanların arasında bilgisiz kalmaması için olanları da anlatması gerekirdi. Düşüncelerinde boğulurken evlerinin arkasındaki seraya vardı. Meryem kapının kolunu tutunca kaşlarını çattı. Zeynep asla kapıyı tam kapatmadan bırakmazdı. İçeriye girince gün ışığının azalmasından dolayı mı yoksa gerçeği kabul etmek istemeyişinden olduğunu bilemediği bir şekilde etraftaki kırılan saksıları devrilen bitkileri görmekte zorlandı. Ne yazık ki ayaklarının altındaki kırmızı sıvının demirimsi kokusu onun kan olduğunu ne kadar reddetmek istese de beyninin kabul etmesi için yeterli bir delildi.

.

.

.

Loading...
0%