Yeni Üyelik
4.
Bölüm

{ACI GERÇEK}

@mervetvc_

1 hafta sonra

Okul açılalı tam bir hafta olmuştu. İlk günün hareketliliğine nazaran diğer günler oldukça sakin ve olaysız geçmişti.

Öğrenciler artık bana alışmış, bende aynı şekilde onlara alışmıştım. Artık kimin daha hırslı ve okumaya istekli, kiminse aile zoruyla okula geldiğini anlayabiliyordum. Ama benim amacım öğretmekti. Öğrenmeye açık olanlara da öğreteceğim, zoraki olanlara da. Çünkü edebiyat sadece sıradan bir ders değildi. Edebiyat karanlıkta yolunu aydınlatan bir ışık, ruhunu dinlendiren bir serenat ve belkide kimsenin duymadığı şarkıları fısıldayan bir sesti. Hissettiğim bu duyguları öğrencilerime de aynı şekilde aktaracağıma ve onların kafasında hiç değişmeyen olumsuz düşünceleri kaldıracağıma emindim.

Mutfakta bu düşüncelerle oyalanırken Zeynep yanıma geldi.

"Ne yapıyorsun?"

"Hiç düşünüyorum öyle."

"Ne düsünüyorsun peki?"

"Varsayımlar da bulunuyorum."

"Neymiş o varsayımlar?"

"Geleceğe dair beklentilerim."

"Bir gelecek var mı peki?"

"Nefes aldığın sürece gelecek çok yakınındadır. Hatta bir bakmışsın, bir zamanlar gelecek diye adlandırdığın şey senin geçmişin oluvermiş."

"Sen baya edebiyatçısın he!"

"Ee boşuna okumadık."

Sonra bir anda sessizlik oldu. Zeynep’in yüzünün düştüğünü fark ettim.

Zeynep’in ruh hali çok sık değişirdi. Bir anda gülerken ağlayabilecek potansiyele sahipti.

"İyi misin?"

"İyiyim."

"Bana istediğin her şeyi anlatabilirsin. Yargılamadan dinlerim."

"Sana her şeyi anlatırsam benden sıkılırsın."

"Nereden çıktı o?"

"Bazen bazı hareketlerime ve tavırlarıma karşı bana kızıyorsun."

"Evet bazen beni çileden çıkarıyorsun. Ama bu senden nefret ettiğim veya sıkıldığım anlamına gelmiyor."

"Ben böyleyim ama. Olur olmadık insanları kızdırabiliyorum."

"Farkında olmadan kalbini mi kırdım yoksa?"

"Hayır. Sen çok iyisin. Pamuk nineden sonra tanıdığım en iyi kişisin."

"Peki neden bana güvenmiyorsun?"

"Korkuyorum sadece. Birine güvenirsem ve her şeyi anlatırsam benden sıkılıp beni terk eder diye. Yalnız kalmaktan korkuyorum."

Zeynep’e sıkıca sarıldım. Yalnız kalmaktan ve terk edilmekten korkuyordu. Geçmişi ne kadar unutmaya calissada geçmiş hep onunlaydı. Yeni insanlarla tanıştığında bile kendisinden sıkılacaklarını ve terk edileceginden korkuyor. İnsanların onu sevmesi için çabalıyordu. Ama en önemlisi güvenmekten korkuyordu. Bir gün o güveninin boşa çıkmasından korkuyordu.

"Sana karşı biraz daha naif olmalıyım. Çok özür dilerim."

"Sen iyi birisin."

"Teşekkür ederim. Bu sözleri senden duymak çok hoş."

"Hani bana sormuştun ya, hem kulaklıktan hem de bilgisayardan niye farklı müzikler dinliyorsun diye."

"Evet?"

"Telefonda acıklı ve depresif şarkılar dinliyorum. Hatta bazen ağladığım bile oluyor. Ama bilgisayardan son ses eğlenceli şarkılar acıyorum ki dışarıdan kimse ağladığımı ve üzgün olduğumu fark etmesin, beni mutlu sansınlar."

"Ama bazen üzülmek gerekir. Her zaman gülmek olmaz ki. Hatta çok gülmek insanı kırıştırır derler."

Zeynep bu cevap karşısında karşımda kıkır kıkır güldü. Ama gözlerinde hâla o duygusallığı görebiliyordum. Ona tekrar sıkıca sarıldım.

"Ben acınacak biri miyim sence?"

"Hayır! Aksine sen çok güçlü bir kızsın."

"Gerçekten mi?"

"Evet. Bu yaşıma geldim, sana söz geçiremiyorum baksana."

Zeynep tekrar güldü. Bu sefer kendi bana sıkıca sarılmıştı. Zaman ilerledikçe Zeynep’le aramızda farklı bağlar oluşuyordu. Ona oldukça değer vermeye başlamıştım. O üzgün olduğunda ister istemez bende üzülüyordum.

"Bir film mi ne varmış diyordun. Haydi gel bisküvimizi çaya bandırıp izleyelim."

"Oluuur."

"Film bitince yatacağız ama. Yarın okul var."

"Anlaştık."

                             ***

Sabah olunca hazırlanıp, kahvaltı ettikten sonra evden okula gitmek için ayrıldık.

Artık Ankara'ya az çok alışmıştım. Ama hala yabancıydım bu şehire. Aklım hala İstanbuldaydı. Hiç hesapta yokken kendimi bir anda Ankara da bulmuştum. Üstelik bir ebeveyn rolü üstlenerek.. Zeynep’e alıştıkça onu kırmak ve incitmek istemiyordum. Çünkü onun içini görüyor, kafasından geçen asıl düşüncelerini anlıyordum.

"Hale hocayla nasıl gidiyor?"

"Anlamadım?"

"Özür dileyecektin ya! Dileyebildin mi? Sormayı unuttum, aklıma şimdi geldi."

"Diledim diledim. Düşünme sen bunları."

"Affetti mi?"

"Niye affetmesin canım? Sonuçta istemeyerek olan bir durumdu. Büyütülecek bir şey yok."

"Bana büyüten kişi senmişsin gibi geldi ama!"

"Zeynep sinirleniyorum, sonra sinirlendi oluyor ama!"

"Tamam ya kızma."

"Sınıfta görüşürüz. Derse benden sonra gelme sakın."

"Of sabah sabah ilk ders senin olman iyi olmadı."

"Nedenmiş küçük hanım?"

"Her gün her gün seni görüyorum."

"Ee fena mı işte. Nur gibi yüzüm var mübarek. Bak bak dur. İçin açılır."

Ardından Zeynep her zamanki gibi kıkır kıkır güldü.

İstiklal Marşından sonra herkes sınıflara dağıldı. Bende ders zilinin çalması ile sınıftaki yerimi aldım. İlk dersim on birinci sınıflaraydı. Zaman çok hızlı işliyordu. Ankara'ya ilk geldiğimde Zeynep liseye daha yeni başlamıştı.

Sınıfa girdiğimde öğrenciler beni ayakta karşıladı.

"Günaydın."

"Sağ ol!"

"Siz de sağ olun. Oturabilirsiniz."

Ardından eşyalarımı masaya bırakıp çantamdan ders kitabını çıkardım. Dokuzuncu sınıflardan sonra on bir ve on ikinci sınıflar ilac gibi geliyordu.

Dersi işlemeye koyuldum. Okumamız gereken bir metin vardı.

Her zaman okumak için can atan Sevilden başka okumaya niyet eden yoktu.

"Aranızda farklı biri okumak istemez mi?"

Kimse parmak kaldırmıyor, herkes göz temasından kaçınıyordu.

"Anlaşıldı. Sevilcim sen okumaya başla."

Metni bitirdikten sonra tahtaya birkaç not yazmaya hazırlandım. O sırada sınıfın kapısı cereyanın etkisiyle açıldı. Sınıfın içine yoğun bir soğuk ve ses girmeye başladı.

Kapıyı kapatmak için hazırlandığım esnada karşı sınıfta ders anlatanın Hale hoca olduğunu fark ettim. O da aynı benim gibi tahtaya notlar alıyordu.

İçimde nedenini bilemediğim bir çekim oluşmuştu ona karşı. Bazen bu düşünceler beni kendime karşı oldukça mahcup ediyor ve kendime kızmama neden oluyordu.

Ama ne zaman Hale hocayı görsem kendimi onu seyrederken buluyordum. O an benim için dünya duruyordu sanki.

Arkamdan gülme seslerinin şiddetlendigini fark ettiğim esnada kendimi toparladım. Öğrenciler aralarında fısıldaşıyorlardı.

"Yavuz hoca kime bakıyor öyle?"

"Bilmem ki ne gördü acaba?"

"Ay ben çok merak ettim."

Zeynepse oturduğu yerden olayı kestirmiş olmalı ki kıkır kıkır gülüyordu.

Durumu toparlamak için önce öksürdüm. Sonra da paltomun yakasını düzelttim. Ardından tahtaya notlar yazmaya devam ettim.

"Evet nerde kalmıştık?"

                              ***

Nihayet okulda bir günü daha devirmiştik. İçimde eve gitmek için can atan öğrenci isteği vardı. Normalde böyle biri değildim. Ama hâla Ankara'ya tam alışamamış olmamdan kaynaklı olmalıydı.

Sınıftan çıkmaya hazırlanırken Zeynep’in sınıfın önünde beni beklediğini fark ettim.

"Ne dikiliyorsun orada?"

"Bir sey için izin isteyecektim."

"Söyle bakalım."

"Arkadaşlarla kahve içmeye gidebilir miyim?"

"Dışarıda yağmur yağıyor yine, hasta olursun."

"Çok durmayacağız söz veriyorum. Hem bu sefer oldukça sıkı giyindim."

"Peki madem. Ama sadece bir saatliğine"

"Tamam."

"Al bakalım şu parayı. Yeter mi bu kadar?"

"Artar bile!"

Zeynep gitmeden önce tekrar arkasını dönüp yanağıma bir öpücük kondurdu. Bu öpücük ister istemez beni mutlu etmişti. Kendimi zamanla bir baba gibi hissetmeme neden oluyordu. Oysa Zeynep benim kanımdan değildi. Benim çocuğum değildi.

Sınıftan çıktığım esnada koridorda ağlama sesi duydum. Sesin geldiği yöne doğru ilerledim. Koridorun en solundaki bir sınıftan geliyordu ses. Kendimi belli etmeden yaklaştım. O esna da Hale hocanın boş bir sınıfta ağladığına şahit oldum. Hemen gidip halini hatırını sormak istedim. Ama sonra bunun çok ani ve saçma olacağını düşündüm. Arkamı dönüp gitmeyi denedim. Ama ya birine ihtiyacı varsa? Ya kötü bir gün geciriyorsa?

Kendimi toparlayıp sınıfa adım attım. Ve söze girdim;

"İyi misiniz?"

Kadın beni görünce alelacele ayağa kalktı. Ve gözlerinden süzülen yaşları sildi.

"Gayet iyiyim!"

"Emin misiniz? Ben ağlama sesleri duydum. Endiselenip bakmaya.."

"Sizi ilgilendirmez beyefendi! İyim dedim ya."

Ardından omzuma çarpıp aceleyle sınıftan ayrıldı. Bu hareketi ve beni terslemesi biraz da olsa kalbimi kırmıştı. Sonucta iyi niyetle yaklaşmıştım. Böyle durumda bosverip gitmek gerekiyordu. Ama benim içimde hala peşinden gidip iyi olduğundan emin olmak geliyordu.

Alelacele okuldan çıktım. Yağmur oldukça hızlı ve sert bir şekilde üzerime doğru yağıyordu. Sis her yeri sarmıştı. Gözüm o esna da tekrar Hale hocaya takıldı. Ayakta zar zor yürüyordu. Çekip gitmek gerekse de belki vicdanıma yediremedigimden onu takip etmeye başladım. Bazen ağırlığını tartamıyor ve düşecek gibi oluyordu. O esnada koşup tutasım geliyor fakat kendime hakim oluyordum.

En sonunda bir parka gelip banka oturdu. Uzun bir süre boyunca sadece olduğum yerde dikilip onu seyrettim. Hala ağlamaklı ve üzgündü. Hatta ara ara feryat ediyordu. Daha fazla dayanamayıp olduğum yerden yanına yaklaştım.

"İyiyim demek sizce de en büyük yalan değil mi? Üstelik hepimizin sığındığı bir yalan."

"Siz beni mi takip ettiniz? Burada ne işiniz var?"

"Yanlış anlamayın lütfen. Kötü bir niyetim yoktu. Sadece iyi görünmüyordunuz."

"Bu aralar nereye dönsem sizi karşımda buluyorum. Ne istiyorsunuz ya siz?"

"Sadece iyi olduğunuzdan emin olmak istedim."

"Size ne peki bundan? Rahat bırakın beni!"

Ardından hızlıca kalkıp gitmeye koyuldu. Ama bir anda durup tekrar yanıma geldi. Gözlerimin içine uzunca baktı. Sonra da yüzünde bir tebessüm belirdi.

"Siz yoksa benden mi hoşlanıyorsunuz?"

"Hayır canım! Olur mu öyle şey?"

"Olmasın zaten. Ben sevebileceginiz biri değilim!"

"Neden öyle söylediniz ki? Oldukça güzel, agresif ve katı olmanızın yanında bir o kadar da naif ve ictensiniz."

"Tek bir nedenle seni kendimden sogutabilirim."

"Anlamadım, nasıl yani?"

"Ben evliyim! Evli bir kadından hoşlanmak, merak edip akşam akşam takip etmek pek doğru olmaz değil mi? Uzak durun benden!"

Ardından yanımdan çekip gitti.

Bense bu sözlerin ağırlığının enkazında kalmıştım. Kalbimin olduğu yerde hafif bir ağrı hissettim. Bu kadarcık kısa bir sürede nasıl böylesi acılar hissedecek oldum? Bir yandan hazmetmeye çalıştığım son cümle bir yandan da yagmurun ağır ağır üzerime yağması ile cebellesiyordum. Etraftan yok olup silinmek ve hatta bu sisin içinde kaybolmak istiyordum. Bu utançla Hale hocanın karşısına bir daha nasıl çıkardım ki?

 

Loading...
0%